Kategori: Marka Mutlak Ret Nedenleri

Avrupa Birliği’nde Marka Tescilinde Ahlak, İfade Özgürlüğü ve Sınırlar: “MARICÓN PERDIDO” Kararı



Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Büyük Temyiz Kurulu, 25 Kasım 2024 tarihli kararıyla Turner Broadcasting System Europe Limited tarafından yapılan “MARICÓN PERDIDO” ibaresinin marka tescil başvurusunu, Avrupa Birliği Marka Tüzüğü (EUTMR) m. 7(1)(f) bendi uyarınca “kamu ahlakına aykırılık” gerekçesiyle reddetmiştir. Karar, özellikle ifade özgürlüğü ile toplumun ahlaki normları arasındaki sınır çizgisini belirlemeye çalışan Avrupa Birliği (AB) marka hukukunun içtihatlarını derinleştiren niteliktedir.

Olayın Arka Planı: Dizi Adının Marka Olarak Tescil Talebi

Başvuru, 5 Mayıs 2020 tarihinde 9. sınıftaki malları ve 41. sınıflardaki hizmetleri kapsayacak şekilde yapılmıştır. Söz konusu ibare, İspanyol yazar Bob Pop’un anılarına dayanan ve Movistar+ platformunda yayınlanan bir televizyon dizisinin adıdır.

“MARICÓN PERDIDO” ifadesi İspanyolca olup “yoldan çıkmış eşcinsel” kaba bir tabirle “kötü yola düşmüş ibne” anlamına gelmektedir. “Maricón” kelimesi, Real Academia Española sözlüğüne göre hakaret niteliği taşıyan, kadınsı ve aşırı hareketlerle tanımlanan bir eşcinseli ifade ederken, “perdido” kelimesi ahlaki yozlaşma, kontrol kaybı ve çöküş anlamları taşımaktadır.

Kurulun Değerlendirmesi: Toplumun Genel Algısı Belirleyici

EUIPO, kararında “MARICÓN PERDIDO” ibaresinin İspanyolca’da doğrudan ve açık şekilde aşağılayıcı bir anlam taşıdığını tespit etmiştir. Özellikle “maricón” kelimesinin eşcinsellere yönelik ciddi bir hakaret olarak değerlendirildiği, “perdido” kelimesiyle birlikte kullanıldığında bu anlamın daha da derinleştiği belirtilmiştir. Kurula göre bu tür bir ifade, toplumun ortalama düzeyde duyarlılığa sahip bireylerinde ciddi rahatsızlık yaratma potansiyeline sahiptir. Ayrıca başvurunun 9. ve 41. sınıftaki mal ve hizmetleri kapsaması ve bu hizmetlerin kamuya, özellikle de çocuklara açık olması nedeniyle, söz konusu ibarenin tescilinin kamu yararıyla bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır. Başvuru sahibi tarafından bu ibarenin saldırgan olmadığını ispatlayan somut ve ikna edici bir delil sunulmamış; önceki tescil örneklerinin ise bağlayıcı olmadığı, içtihatlara göre tek başına emsal oluşturamayacağı vurgulanmıştır. Tüm bu nedenlerle başvuru, EUTMR m. 7(1)(f) (kamu ahlakına aykırılık) ve 7(2) (ret nedeninin AB’nin sadece bir kısmında varolmasının yeterliliği) hükümleri uyarınca reddedilmiştir.

Başvuru Sahibinin İtirazı

Başvuru sahibi Turner Broadcasting System Europe Ltd., uzman kararıyla reddedilen “MARICÓN PERDIDO” ibaresinin tescil edilmesi gerektiğini savunarak bu karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, başvurunun toplumun geniş kesimi tarafından hakaret olarak algılanmadığı, bilakis söz konusu ifadenin kültürel, sanatsal ve bireysel ifade özgürlüğü kapsamında pozitif ve ironik bir anlam taşıdığı ileri sürülmüştür.

Başvuruya konu ibarenin, İspanyol yazar ve televizyoncu Bob Pop’un otobiyografik yaşam öyküsünü konu alan aynı adlı televizyon dizisinin adı olduğu belirtilmiş; bu dizinin eşcinsel kimliğin baskıcı bir toplumda, özellikle Franco dönemi İspanyasında, mizah yoluyla ifadesine dayandığı vurgulanmıştır. Bu bağlamda, “MARICÓN PERDIDO” ibaresi homofobik bir hakaret değil, LGBT+ bireylerin kendi kimliklerini sahiplenerek dönüştürdükleri bir ifade olarak sunulmuştur.

İtirazda, benzer bağlamdaki ifadelerin Avrupa’da tescil edilmiş olduğu örneklere de yer verilmiştir. Özellikle EUIPO nezdinde daha önce kabul edilmiş “QUEER” ve “MARICONES DEL ESPACIO” gibi ifadelerin mevcudiyeti, eşit işlem ve tutarlılık ilkesi uyarınca bu başvurunun da reddedilmemesi gerektiği yönünde dayanak olarak gösterilmiştir.

Başvuru sahibi ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri’nde verilen ve azınlık gruplarının ifade özgürlüğü bağlamında desteklendiği iki önemli karara da atıfta bulunmuştur. DYKES ON BIKES kararında, ABD Yüksek Mahkemesi, “dyke” (lezbiyenler için aşağılayıcı bir kavram) terimini marka olarak kullanmak isteyen bir kadın motosiklet kulübünün başvurusunu değerlendirirken, bu ifadenin sahiplenilip dönüştürüldüğünü ve başvuru sahiplerinin lezbiyen kimliklerini kamusal alanda özgürce ifade etme hakkını vurgulamış, bu nedenle markanın tesciline onay vermiştir.

Benzer biçimde, THE SLANTS davasında Asyalı-Amerikalı bir müzik grubunun, kendilerine yönelik ırkçı bir terim olan “slant” kelimesini ironik biçimde sahiplenerek yaptığı marka başvurusu yine başta reddedilmiş, ancak ABD Yüksek Mahkemesi bu ret kararını, ifade özgürlüğüne aykırı bularak iptal etmiş ve markanın tescil edilmesine hükmetmiştir. Başvuru sahibi, bu kararlar ışığında azınlık toplulukların tarihsel olarak aşağılayıcı olan ifadeleri kendi lehlerine çevirme ve dönüştürme hakkına sahip olduğunu savunmuştur.

Sonuç olarak, başvuru sahibi “MARICÓN PERDIDO” ibaresinin güncel sosyokültürel bağlamda hakaret değil, bir kimlik ifadesi olduğunu; kamuoyunu şaşırtacak ya da rencide edecek nitelikte bulunmadığını ve bu nedenle AB Temel Haklar Şartı kapsamında ifade özgürlüğü çerçevesinde korunması gerektiğini ileri sürmüştür.

Büyük Kurul Değerlendirmesi

EUIPO Büyük Temyiz Kurulu, başvuruya konu olan “MARICÓN PERDIDO” ibaresinin tescilinin 7(1)(f) ve 7(2) EUTMR maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek incelemeye başlamıştır. Kurul, tescil edilmek istenen ibarenin kamu düzenine ve genel ahlaka aykırılık oluşturup oluşturmadığını tespit etmek amacıyla, toplumun ortalama duyarlılık seviyesine sahip bireyleri esas alan nesnel bir değerlendirme yapılması gerektiğini vurgulamıştır.

Kurul, “maricón” kelimesinin İspanyolca’da eşcinsellere yönelik aşağılayıcı ve hakaret niteliğinde bir terim olduğunu, özellikle “perdido” ibaresiyle birlikte kullanıldığında bu ifadenin ahlaki çöküntü ya da sapkınlık ima ederek daha da küçük düşürücü hâle geldiğini tespit etmiştir. Bu bağlamda, ifadenin, İspanyolca konuşan ülkelerde toplumun ortalama üyesi nezdinde açık biçimde saldırgan ve aşağılayıcı olarak algılandığı sonucuna ulaşılmıştır. Kurul ayrıca, tescil konusu ibarenin yer aldığı 9. ve 41. sınıflardaki mal ve hizmetlerin geniş kitlelere, çocuklar ve gençler dâhil olmak üzere kamuya açık bir şekilde sunulduğunu göz önünde bulundurarak, söz konusu ibarenin kamusal alanda serbestçe dolaşmasının ciddi rahatsızlık yaratabileceğine dikkat çekmiştir.

Başvuru sahibinin ileri sürdüğü “yeniden sahiplenme” ve “rehabilitasyon” argümanları da değerlendirilmiştir. Kurul, bazı sosyal grupların tarihsel olarak aşağılayıcı terimleri sahiplenerek dönüştürmesinin mümkün olduğunu kabul etmekle birlikte, bu dönüşümün marka hukukunda dikkate alınabilmesi için yalnızca belirli bir azınlık grubunun değil, toplumun büyük çoğunluğunun bu dönüşümü benimsemiş olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu kapsamda, “maricón” kelimesine yönelik algının 2020 itibarıyla henüz dönüşmediği, toplumun önemli bir kesimi nezdinde hâlâ homofobik ve aşağılayıcı biçimde algılandığı sonucuna varılmıştır.

Kurul, başvuru sahibinin dayandığı ABD Yüksek Mahkemesi içtihatlarını (DYKES ON BIKES ve THE SLANTS) da dikkate almıştır. Ancak AB hukuk sisteminde, ABD Anayasası’ndaki gibi ifade özgürlüğüne mutlak bir dokunulmazlık tanınmadığına ve marka tescilinde kamu düzeni ile ahlak ilkelerinin öncelikli olduğuna işaret edilmiştir. AB sisteminde ifade özgürlüğü, özel hukuki koruma statüsü tanınan bir hak olmakla birlikte, marka bağlamında toplumun genel vicdanı ve kamusal huzuru ile dengelenmektedir.

Kurul ayrıca, EUIPO nezdinde daha önce tesciline izin verilmiş olan “QUEER” ve “MARICONES DEL ESPACIO” gibi markalara yapılan atıfların da somut olayda bağlayıcı bir etkisinin bulunmadığını belirtmiştir. Her marka başvurusunun başvuru tarihi itibarıyla, ilgili toplumda yaratabileceği algı dikkate alınarak bireysel koşullar içinde değerlendirilmesi gerektiği, geçmişte yapılan muhtemel hataların yeni başvurular için emsal oluşturamayacağı açıkça ifade edilmiştir.

Sonuç olarak Kurul, “MARICÓN PERDIDO” ibaresinin EUTMR 7(1)(f) ve 7(2) maddeleri kapsamında kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle marka olarak tescil edilemeyeceğine hükmetmiştir. İfade özgürlüğü gerekçesiyle yapılan savunmaların ise, toplumda hâlen yoğun şekilde saldırganlık barındıran bu tür ifadeler bakımından tescil engelini ortadan kaldıracak yeterlilikte olmadığı değerlendirilmiştir.

Kararın İçtihadı Dayanakları

Kurul, kararında çok sayıda AB içtihadına atıf yapmıştır:

  • Fack Ju Göhte (C-240/18 P): Filmin adının kamuoyu tarafından skandal yaratmadan kabul edilmesi nedeniyle marka tesciline engel teşkil etmediği belirtilmiştir. Ancak MARICÓN PERDIDO başvurusunda dizi yayına girmeden önce başvuru yapıldığından, benzer bir değerlendirme yapılamamıştır.
  • Screw You (R 495/2005-G): Sadece kaba olmakla kalmayıp “derin şekilde rahatsız edici” olan ifadelerin tescilinin reddedileceği vurgulanmıştır.
  • PAKI (T-526/09) ve HIJOPUTA (T-417/10): Belirli azınlıklar tarafından benimsenmiş ifadelerin, toplumun genelince hâlâ saldırgan bulunması hâlinde kamu ahlakına aykırı sayılacağı kabul edilmiştir.

Sonuç

EUIPO Büyük Temyiz Kurulu, başvuru konusu “MARICÓN PERDIDO” ibaresinin İspanyolca konuşan toplumun önemli bir kesimi tarafından hâlâ ciddi biçimde homofobik, aşağılayıcı ve küçük düşürücü olarak algılandığını tespit etmiştir. Kurul, bu ifadenin toplumun ortalama hassasiyet seviyesindeki bireylerde ciddi rahatsızlık yaratabileceğini ve genel ahlak anlayışıyla bağdaşmadığını belirterek, ibarenin EUTMR 7(1)(f) ve 7(2) maddeleri uyarınca marka olarak tescil edilemeyeceğine karar vermiştir.

Başvuru sahibinin ileri sürdüğü ifade özgürlüğü, sanatsal amaç, sosyokültürel sahiplenme ve daha önceki tescil örneklerine ilişkin savunmalar Kurul tarafından değerlendirilmiş; ancak bu unsurların, kamusal düzeyde hâlâ saldırgan ve küçük düşürücü olarak algılanan bir ibarenin marka olarak tesciline engel teşkil eden hükümleri bertaraf edecek düzeyde olmadığı sonucuna varılmıştır. Özellikle ABD’deki DYKES ON BIKES ve THE SLANTS kararlarına yapılan atıfların AB sistemi bakımından bağlayıcı nitelikte olmadığı, çünkü AB marka hukukunda ifade özgürlüğünün kamu düzeni ve genel ahlak ilkeleriyle dengelendiği açıkça vurgulanmıştır.

Aysu TAŞ AYDIN

aaaysutas@gmail.com

Ekim 2025

Kahve İbaresi Çaylar Yönünden Yanıltıcı Mıdır? – EUIPO’nun Einstein Kaffee Kararı



Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Beşinci Temyiz Kurulu, 16 Aralık 2024 tarih ve R 1596/2024-5 sayılı kararında, “EINSTEIN KAFFEE” ibareli ve içecek fincanı içeren marka başvurusunun 30, 33 ve 35. sınıflardaki bazı mal ve hizmetler bakımından tescil edilebilirliğini değerlendirmiştir. Söz konusu karara bu linkten ulaşılabilir.

Uyuşmazlığın özeti

Marka başvuru sahibi Einstein Kaffee Marketing GmbH, Haziran 2023’te aşağıdaki markanın 21, 29, 30, 32, 33, 35, 42 ve 43.sınıflardaki mal ve hizmetler için Avrupa Birliği (AB) markası olarak tescilini istemiştir:


Dosyayı inceleyen uzman, 11 Haziran 2024 tarihinde AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(g) kapsamında yani yanıltıcılıktan ötürü markanın tescilini kısmen “çay, yapay kahve, kakao, kakao içeren içecekler (Sınıf 30); çay bazlı alkollü içecekler (Sınıf 33) ve bu içeceklerle ilgili (çevrimiçi) perakende hizmetleri (Sınıf 35)” yönünden reddetmiştir. Uzmana göre, işaretin açıkça yanıltıcı (aldatıcı) niteliği nedeniyle markanın yukarıda sayılan 30, 33 ve 35. sınıflardaki mallar ve hizmetler için tescil edilmesine izin vermek, bunların kahve olduğunu veya içerdiğini ima ederek, bunların doğası, kalitesi veya konusu açısından yeterince ciddi bir yanılma riski yaratacaktır. Zira burada, malların (hizmetlerin konusu olan mallar dahil) kahve olduğu veya kahve içerdiği yönünde açık bir bilgi verilmesine rağmen, reddedilen mal ve hizmetler gerçekte bu özelliklere sahip değildir. Uzman ayrıca, iki kelime arasındaki resme işaret ederek bunun sıcak kahve içeren fincan figürü olduğunu ve bu yanılgı riskini güçlendirdiğini belirtmiştir. 

Marka başvuru sahibi, söz konusu karara itiraz etmiştir. İtiraz dayanaklarını özetlemek gerekirse öncelikle başlı başına yanıltıcı bir anlam taşıyabilecek bir unsurun varlığının, işaretin yanıltıcı bir anlam taşıdığı sonucuna varmak için yeterli olmadığı ve yanıltıcılığın işaretin bir bütün olarak nasıl algılandığına bağlı olduğu savunulmuştur. “Yanıltıcı” unsurun ek unsurlarla birleşimi, bir ürün veya hizmet veya bunların özellikleri hakkında bir ifadeyi iletmekten çok bir şirkete veya bir işletmeye atıfta bulunuyorsa veya işaretin unsurlarının birleşimi, yapay olarak bölünmemesi gereken mantıksal ve kavramsal bir birim oluşturuyorsa, kural olarak, malların ve hizmetlerin bir özelliğini belirten bir mesajı açıkça ilettiğinin varsayılamayacağı öne sürülmüştür. “Einstein Kaffee” teriminin, tüketicilerin yanılmasını ortadan kaldıran kavramsal bir birim oluşturduğu, “Einstein” ibaresinin reddedilen mallar açısından ayırt edici olduğu ve “Einstein kahvesi” adlı bir ürün bulunmadığı belirtilmiştir. 

Ayrıca, piyasada kahve yapraklarından veya kahve çekirdeklerinden oluşan veya üretilen birçok çay ürünü bulunduğu ifade edilmiştir. Örnek olarak, kurutulmuş kahve yapraklarından elde edilen bir çay çeşidi sunan Kontaker Kaffee isimli işletmeye atıfta bulunulmuştur. Dolayısıyla, çay için “kahve” kelimesinin yanıltıcı olmayan bir şekilde kullanılmasının kolayca mümkün olduğu gösterilmeye çalışılmıştır, sonuçta söz konusu çay aslında kahveden üretilmektedir. Mevcut durumda, “kahve” kelimesinin bu nedenle de açıkça yanıltıcı olmadığı iddia edilmiştir. Aynı şekilde çayla ilgili mallar, çay bazlı içecekler yapmaya yönelik preparatlar, çay bazlı alkollü içecekler ve 35. sınıftaki ilgili hizmetler için de bu durumun geçerli olduğu belirtilmiştir. Yapay kahve ürünüyle ilgili olarak da “kahve” kelimesinin yanıltıcı olmadığı iddia edilmiştir. Yapay kahvenin, genellikle “malt kahvesi”, “tahıllardan yapılan kahve”, “meşe kahvesi”, “hindiba kahvesi”, “kahve kahvesi” veya “açık kahve” gibi kahvenin doğasını belirten başka bir ek unsurla birlikte “kahve” kelimesiyle de belirtildiği, dolayısıyla kahve kelimesinin bu açıdan yanıltıcı olarak kabul edilemeyeceği savunulmuştur. Bunun yanı sıra, “kahve” teriminin kakao ve kakao içeren içecekler açısından da yanıltıcı olmadığı iddia edilmiştir. Bunun nedeni olarak, kakao veya kakao çekirdeklerinin bulunduğu birçok farklı kahve ürününün olması gösterilmiştir. 

Son olarak, kelime/şekil markasında temsil edilen fincanın içeriğinin ne olduğunun belirsiz olduğu, çünkü “kahve” ibaresi ile yazılmadığına dikkat çekilmiştir. Başvuru sahibine göre söz konusu fincan kolaylıkla çay veya kakao ile doldurulmuş olabilir. Bu nedenle, kelime/şekil markasında temsil edilen fincanın, markanın kahve veya kahve bazlı ürünler için kullanıldığı izlenimini güçlendirdiği değerlendirmesinde hemfikir olunmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Tüketicilerin, başvurulan işareti, çay veya kakao dahil olmak üzere çeşitli ürünlerin sunulabileceği bir şemsiye marka olarak anlayacakları öne sürülmüştür. 

Temyiz Kurulu kararı

Temyiz Kurulu, her şeyden önce, yerleşik içtihatlara göre, AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(g)’nin uygulanabilirliği kapsamında, mal ve hizmetlerin geçmişini ve tüketicilerin anlayışlarını dikkate alarak, “ilgili tüketicilerin fiilen aldatılması veya yanıltılması” veya “ilgili tüketicilerin yanılma riskinin yeterince ciddi olması” gerektiğini vurgulamıştır. AB Marka Tüzüğü m. 7(2) uyarınca Kurul, ilgili tüketicileri, AB’deki Almanca konuşan halkı, yani Alman ve Avusturyalı tüketiciler olarak tanımlamıştır. 

Bir işaretin yanıltıcı olarak algılanıp algılanmayacağının, ilgili tüketicinin, koruma talep edilen mal veya hizmetle bağlantılı olarak bu işareti nasıl algılayacağı ile ölçüleceği belirtilmiştir. Koyu renk içerikli, dumanı tüten bir fincanın resminin aldatıcılık değerlendirmesiyle başlayarak Kurul, fincanın herhangi bir sıcak içecekle doldurulabileceğini kabul etmesine rağmen, fincanın yanında hemen ‘KAFFEE’ kelimesinin görünmesinin, tüketicilerin fincandaki sıcak içeceği kahve olarak algılamasına yol açacağını ifade etmiştir. Dahası, Einstein Marketing tarafından seçilen fincanın “tipik bir kahve fincanı şekline” sahip olduğu düşünülmüştür. Temyiz Kurulu, bu nedenle ilgili halkın işareti olduğu gibi kabul ederek, kahvenin Einstein adlı bir kişi veya kuruluş tarafından sunulduğunu düşüneceğini tespit etmiştir. 

30. sınıfta reddedilen mallar esas olarak çay ve kakao veya bunların ikameleri ile yapay kahvedir. Bu nedenle, öncelikli olarak genel halkı hedefleyen günlük tüketim için ucuz gıda maddeleri veya içecekler söz konusudur. Bu mallar ayrıca şefler, catering şirketleri ve kantin tedarikçileri gibi uzman bir halk tarafından da satın alınmaktadır. Yine de 30. sınıfta yer alan çay, kakao ve yapay kahve gibi mallar, tüketici tarafından çoğu zaman aceleyle ve hızlı bir şekilde satın alınır; bu durumda tüketicinin dikkat düzeyi yüksek değildir. Bu husus 33. sınıfta reddedilen çay bazlı alkollü içecekler bakımından da aynı şekilde değerlendirilmiştir. 35. sınıfta reddedilen hizmetler, yukarıda belirtilen mallarla ilgili toptan ve (çevrimiçi) perakende hizmetleri olup toptan hizmetler, bu malları toptan satmakla ilgilenen ve ortalamanın üzerinde bir dikkat düzeyi gösteren uzman bir halkı hedeflemektedir. (Çevrimiçi) perakende hizmetleri ise öncelikle dikkat düzeyinin ortalama olduğu genel halkı hedeflemektedir.

Temyiz Kurulu daha sonra kahve, çay, kakao ve yapay kahve ürünlerinin satıldığı yerleri ve koşulları ele alarak tüm bu ürünlerin ya kahve ile aynı raflarda ya da bitişik raflarda satıldığını, bu nedenle bu ürünlere karşı dikkat seviyesi genellikle düşük olan ortalama tüketicinin, açıklamaları veya sağlanan bilgileri dikkatlice analiz etmeden paketlerdeki ayrıntılara kısaca bakmasına ve bunları satın alıp almama konusunda hızlı bir karar vermesine yol açtığını belirtmiştir. “EINSTEIN KAFFEE” işareti ilgili halk tarafından kahve ile ilişkili ürünleri ifade ediyor olarak algılandığından ve çay, kakao ve yapay kahve ürünleri kahve ile aynı raflarda satıldığından, Kurul, bir tüketicinin kahve çekirdekleri içerdiğini umarak bir “EINSTEIN KAFFEE” paketini hemen alıp, aslında çay, kakao veya yapay kahve satın aldığını fark etmesinin oldukça olası olduğunu düşünmüştür.

Buna göre Kurul, işaretin kısmi ret kararı kapsamındaki mal ve hizmetler üzerinde veya bunlar için kullanıldığında ciddi bir yanılma riski oluşturması nedeniyle, uzmanın ilgili işareti tescil etmeyi reddetmesinde haklı olduğunu tespit etmiştir. “Einstein Kaffee”, “Einstein” ve “Kaffee” kelimelerinin birleşiminden başka bir anlama sahip kavramsal bir birim oluşturmadığından, bu iki kelime ayrılmış ve reddedilen işaretteki “Kaffee” (yani kahve) teriminin, reddedilen mal ve hizmetlerin içeriğine veya doğasına yanıltıcı bir şekilde atıfta bulunan tanımlayıcı bir unsur olarak anlaşılacağı sonucuna varılmıştır.

Temyiz Kurulu ayrıca, ilgili işaretin yanıltıcı yorumlara neden olmayan çeşitli şekillerde de kullanılabileceği için, AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(g) uyarınca geçersiz sayılmaması gerektiği yönündeki başvuru sahibi iddiasını da reddetmiştir. İşaretin bir bütün olarak açık bir şekilde yorumlanmasının ardından, en azından yeterince ciddi bir yanılma riski varsa, işaretin yanıltıcı olarak algılanamayacağına dair başka şekilde yorumlanabilmesinin mümkün olması önemsiz görülmüştür.

Marka hukuku, pazardaki ürünlerin doğası, içeriği, kalitesi veya temel özellikleriyle ilgili yanıltıcı bilgi verilmesini engelleyerek tüketicilerin korunması için de işlevseldir. Bu nedenle, ortalama tüketici tarafından kahve ile ilgili ürün ve hizmetlere atıfta bulunduğu algılanan bir işaretin çay paketlerinde veya kakao ve yapay kahve gibi diğer başka kahve olmayan ürünlerde kullanılmasına izin vermek, yalnızca tüketicilerin korunması amacına aykırı olmakla kalmayacak, aynı zamanda markaların, işletmelerin veya hatta pazar yerlerinin güvenilirliğini de zedeleyebilecektir.

Alara NAÇAR SEÇKİN

Mart 2025

nacar.alara@gmail.com

TURKAEGEAN MARKASI EUIPO TARAFINDAN HÜKÜMSÜZ KILINDI: HUKUKİ BİR KARAR MI YOKSA POLİTİK BİR MÜDAHALE Mİ?



GİRİŞ

Ege kıyılarında turizmi geliştirmek için çeşitli projeler yürüten Kültür ve Turizm Bakanlığının “TURKAEGEAN” ibaresini, Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı[1] adına Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) nezdinde Avrupa Birliği markası (EUTM) olarak tescil ettirdiğini ve bu durumun Yunanistan (resmi adıyla Helen Cumhuriyeti) tarafından tepkiyle karşılanarak, Yunan yetkililer tarafından konunun Avrupa Komisyonuna taşındığını daha önce sizlerle paylaşmıştık. Konu ile ilgili yazımıza https://iprgezgini.org/2022/07/28/ege-denizi-sorununda-yeni-bir-boyut-TURKAEGEAN-markasi-ve-yasanan-gelismeler/ uzantılı bağlantıdan erişebilirsiniz.  

16/07/2021 tarihinde EUIPO tarafından EUTM olarak tescil edilmiş 18514376 sayılı ibareli markanın, tescil kapsamında yer alan tüm mal ve hizmetler[2] bakımından hükümsüz kılınması amacıyla Yunanistan tarafından EUIPO nezdinde başvuruda bulunulmuştur.

1. Taraf Argümanlarının Özeti

  • Hükümsüzlük talebinde bulunan Yunanistan, markanın “Türkiye”, “Türk” veya “Türkiye’nin yerlisi, sakini ya da vatandaşı” anlamında kullanılan “TURK” ibaresi ile Türkiye ve Yunanistan’ın egemenlikleri bulunan “Ege” denizine atıfta bulunan “AEGEAN” ibaresinden oluşması nedeniyle ilgili ibarenin “Türkiye’ye ait Ege Bölgesi” veya “Türk Ege’si” anlamına geldiğini,
  • Ege Denizinde yer alan Türk ve Yunan sahillerinin çok sayıda Avrupa Birliği (AB) vatandaşı tarafından ziyaret edilen ve ilgili kamu tarafından tescil kapsamında yer alan turistik faaliyetlerle yakın ilişkide bulunan hizmetlerle tanınan turistik destinasyonlar da olduğu dikkate alındığında, “TURKAEGEAN” ibaresinin, itiraz edilen hizmetlerin sunulduğu coğrafi bölgeyi tanımladığını, diğer bir deyimle tescil kapsamındaki hizmetlerin coğrafi kaynağını belirttiğini,
  • Tescilli markada yer alan kalp logosunun ise tipik kırmızı rengi dikkate alındığında, sektörde yaygın olarak kullanılan, övgü niteliğinde bir mesaj ileten bir unsur olduğunu,
  • Kalp logosunun genellikle “sevgi” kavramını temsil ettiği ve çoğunlukla hizmet sağlayıcısının hizmetlerine duyduğu bağlılığı ve üstün hizmet kalitesini sağlama taahhüdünü simgelemek için kullanılan bir logo olduğu,
  • Kalbi çevreleyen mavi çizgilerin ise yalnızca dekoratif bir işlev taşıdığı ve övgü mesajını pekiştirdiğini,
  • İlgili tüketicinin işaretin anlamını kavrayabilmesi için herhangi bir yorum veya bilişsel süreç işletmesinin gerekli olmadığını,
  • Markanın kullanım yoluyla ayırt edicilik de kazanmadığını zira, marka sahibi tarafından sunulan delillerin yeterli olmadığını, kaldı ki sunulan delillerin başvuru tarihinden sonraya ait olduğunu,

ifade ederek işaretin bir bütün olarak, tescil kapsamında yer alan hizmetlerin coğrafi kökenini gösterdiği ve hizmet kalitesi hakkında bilgi verdiğini ifade etmiştir.

Başvuru sahibi ayrıca, itiraz edilen markanın kamu düzenine ve genel ahlak ilkelerine aykırı olduğunu savunan ek argümanlar sunmaktadır. Ancak, EUIPO kararında, bu hususlara ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır. Ek olarak, EUTM’in kötü niyetle tescil edildiğini iddia etmektedir.

  • Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı, hükümsüzlük talebinde bulunan Yunanistan’ın hükümsüzlük işlemlerini, ekonomik çıkarını korumak amacıyla kötüye kullandığını ve bunun adil rekabet ilkelerini ihlal ettiğini,
  •  Ege Denizinin yalnızca Yunan kıyılarını değil, aynı zamanda Türk kıyılarını da kapsadığını,
  • Yunan şirketleri tarafından daha önceden tescil başvurusuna konu edilen ve tescil edilen “AEGEAN” markalarının bulunduğunu,
  • Markanın doğrudan ve açık bir şekilde “Ege Denizi’nin Türk kıyıları” mesajını iletmediğini, zira “TURKAEGEAN” ibaresinin kullanımda olmayan, hayali ve yaratıcı bir kelime olduğunu, bu nedenle de anlamının yorumlanması için zihinsel bir süreç gerektirdiğini,
  • “TURKAEGEAN” ibaresinin kendini oluşturan kelimelerin basit bir toplamı olmadığını, ayrıca marka görseli dikkate alındığında ilgili tüketicilerin söz konusu ibareyi bir bütün olarak algılayacağını,
  • “TURK” kelimesinin “Türkiye’de doğmuş veya yaşayan kişi” anlamına geldiği ve bu anlamın “Türkiye’ye ait” veya “Türkiye” ile eş anlamlı olmadığını,
  • “Turkey” veya “Turkish” kelimelerinin kısaltmasının İngilizce dilinde yetkin kaynak kabul edilen Collins Sözlüğü’nde “Turk.” şeklinde gösterildiğini, oysaki marka görselinde yer alan ibarede “Turk” kelimesinden sonra “nokta” bulunmadığını,
  • “TURK” kelimesinin İngilizce kullanımının zamanla azaldığı da dikkate alındığında “TURK” ve “AEGEAN” kelimelerinin “TURKAEGEAN” şeklinde birleşimi, “Türkiye’de doğmuş veya yaşayan bir kişiye ait Ege Denizi” anlamına geleceğini ve en fazla çağrışım yapar nitelikte olduğunu (suggestive trademark),
  • Dolayısı ile marka görselinin, tescil kapsamında yer alan hizmetlerin coğrafi kökenini veya diğer özelliklerini doğrudan belirtir şekilde anlaşılmadığını,
  • Ayrıca, markanın kelime unsuru yanında, hizmetlerin özellikleriyle doğrudan ilişkili olmayan figüratif unsular da içerdiğini,
  • EUIPO’nun, Ege Denizi ve Ege Bölgesi’ne daha açıkça atıfta bulunan markaları Yunan tüzel kişiler adına tescil ettiğini,

ifade ederek hükümsüzlük talebinin reddini talep etmiştir.

2. İptal Biriminin Ön Açıklamaları

Ofis tarafından öncelikle, Yunanistan’ın Ege bölgesindeki turizmi tekeline alma niyetinde olması nedeniyle hükümsüzlük talebi hakkını kötüye kullandığına ilişkin itirazlar incelenmiştir.

Ofise göre, bir işaretin marka olarak tescil edilebilirlik kriterlerini belirleyen mutlak ret nedenleri genel kamu yararını korumayı amaçladığı için bu sebeplere dayanan bir hükümsüzlük talebinde, talep sahibinin meşru bir çıkar göstermesi gerekmemektedir. Çünkü aksi durumda, mutlak ret sebepleri ile hedeflenen amaçlara ulaşılması engellenecektir. Ayrıca, somut olayda, marka sahibi, hükümsüzlük talebinde bulunan Yunanistan’ın böyle bir niyetinin var olduğuna dair ikna edici nesnel ve öznel kanıt sunamadığı da dikkate alındığında, söz konusu talebin reddedilmesine karar vermiştir.

3. İptal Gerekçelerinin İncelenmesi

İptal Birimi’ne göre, markanın tescil kapsamında yer alan turizm, seyahat, eğlence ve eğitimle hizmetleri, esas olarak genel kamuya hitap etmekle birlikte, aynı zamanda profesyonellere de yöneliktir.

İlgili hizmetlerin doğası göz önünde bulundurulduğunda, bu hizmetlerin sunumu ile ilgili olarak, ilgili kamuoyunun dikkat seviyesi, hizmetlerin uzmanlık gerektiren doğası, alışveriş sıklığı ve fiyatları gibi faktörlere bağlı olarak orta düzeyden yüksek düzeye kadar değişkenlik gösterebilecektir.

İptal Bölümü, “TURKAEGEAN” markasının ilgili tüketici kesiminin Avrupa Birliği’ndeki İngilizce konuşan tüketiciler olduğuna karar vermiştir.

İptal Birimi’ne göre, “Turk” kelimesi, ilgili kamu tarafından genellikle “Türk” veya “Türkiye” olarak algılanmaktadır. Bu nedenle marka sahibi tarafından “TURK” kelimesinin yalnızca bir nokta ile “Türkiye” veya “Türk” anlamına geleceği yönündeki iddia, Ofis tarafından geçerli bulunmamaktadır. Çünkü, bir kısaltmanın anlamını sadece nokta ile belirlemek gibi bir ilke yoktur. Kaldı ki her iki tarafın da atıfta bulunduğu Collins Sözlüğü’ne göre “TURK” ibaresinin hem “TURK” hem de “TURK.” şeklindeki her iki kullanımı da Amerikan İngilizcesinde aynı anlamı taşımaktadır. Ayrıca, AB ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki yakın siyasi, ekonomik ve kültürel bağlar ile elektronik medya yoluyla da yaygınlaşan etkileşim göz önüne alındığında Avrupa Birliği’ndeki İngilizce konuşan tüketicilerin Amerikan İngilizcesi kelimelerinin anlamını da anlayacakları vurgulanmıştır.

İngilizce “Aegean” kelimesi ise, ilgili kamu tarafından “Yunanistan ve Türkiye arasındaki denizin bir parçası” veya “Ege Denizi veya Adaları ile ilgili olan” anlamında algılanmaktadır.

İptal Birimi, Yunanistan tarafından sunulan belgelerde de işaretin, başvuru tarihinde ilgili kamu tarafından yukarıda belirtildiği gibi anlaşıldığının açıkça ortaya koyulduğunu belirtmiştir.

Ayrıca İptal Birimi’ne göre bir kelimenin sözlüğe dahil edilmesi, bu kelimenin belirli bir bağlamda tekrar tekrar kullanıldığını ve kabul edilmiş bir anlam kazandığını gösterir; dolayısıyla çevrimiçi sözlük girişlerinden, başvuru tarihi olan Temmuz 2021’den önceki döneme dair çıkarımlar yapılabilecektir. “Turk” ve “Aegean” kelimelerinin başvuru tarihinden bu yana anlamlarının değiştiğini gösteren herhangi bir delilin de bulunmaması dikkate alındığında “TURKAEGEAN” ibaresinin, başvuru tarihinde yahut başvuru tarihinden önce AB’deki İngilizce konuşan ilgili kamu tarafından, “Ege Denizi’nin Türkiye’ye ait olan kısmı” veya “Türk Egesi” olarak anlaşılacaktır.

İlgili kararda, Ege’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bölümünün, sadece iyi bilinen turistik bir destinasyon olmakla kalmayıp, aynı zamanda ekonomik ve ticari bir öneme sahip olduğu. 2019 yılında AB vatandaşları tarafından yapılan yurt dışı seyahatlerinin %8’inin Türkiye’ye yapıldığını, Türkiye’de Ege Bölgesi’nin, Türkiye’nin üçüncü büyük şehri olan İzmir’e ev sahipliği yaptığını ve İzmir’in, sanayi bakımından Türkiye’de ikinci sırada yer aldığı belirtilmiştir. Bu hususlara dayanan İptal Birimi’ne göre, “Türk Egesi”, yani “Ege Denizinin Türk kısmı”, ilgili kamu tarafından coğrafi bir adlandırma olarak diğer bir deyimle belirli bölgeyi ifade eden bir referans olarak algılanmaktadır.

Bilindiği üzere, coğrafi yer adının marka olarak tescili yalnızca o coğrafi yer ile mal/hizmetler arasında ilgili tüketici kesiminin zihninde hâlihazırda bir bağlantı olması durumunda değil, gelecekte coğrafi yer ile mal/hizmet arasında ürünün menşeine ilişkin böyle bir bağlantının kurulması hususunda makul bir ihtimalin bulunması durumlarında da yasaklanmıştır.

İptal Birimi’ne göre, Ege Denizi’nin Türk kısmının ekonomik açıdan aktif ve turistik bir bölge olarak bilindiği göz önüne alındığında;

  • Tescil kapsamında yer alan ve seyahat, turizm, eğlence ve eğitimle ilgili hizmetlerin bu coğrafi alandan kaynaklandığı veya burada sunulduğu olasılığı düşük görünmemektedir. 
  • Yine  tescil kapsamında yer alan iş yönetimi, idaresi, danışmanlık, muhasebe, istatistik derleme ve bilgilerin veri tabanlarına düzenli bir şekilde işlenmesi, sekreterlik, telefon yanıtlama, personel alımı, pazarlama, halkla ilişkiler, çevrimiçi pazar yerleri sağlama, açık artırma hizmetleri (35. Sınıf), malların depolanması hizmetleri (39. Sınıf), hukuki hizmetler, iş güvenliği danışmanlığı hizmetleri (45. Sınıf) gibi hizmetlerin ilgili bölgenin ekonomik refahı ve yüksek düzeydeki ticari faaliyetleri dikkate alındığında ilgili tüketici tarafından, bu hizmetlerin Ege Denizi’nin Türk kısmında sağlandığı veya buradan geldiği anlamında algılanacaktır.
  • Benzer şekilde, ilgili ibarenin, kamu altyapı hizmetleriyle (örneğin su temini, elektrik dağıtımı, atık/gübre taşıma ve depolama, boru hatlarıyla taşımacılık, kurtarma operasyonları, kurye hizmetleri, araç parkı ve garaj kiralama (Sınıf 39), gündüz bakım evleri (Sınıf 43), itfaiye hizmetleri, cenaze hizmetleri, güvenlik hizmetleri (Sınıf 45)), ayrıca telekomünikasyon ve medya hizmetleriyle (örneğin internet erişimi sağlama, yayıncılık ve haber ajansları (Sınıf 38), yayın hizmetleri, film/radyo/televizyon prodüksiyon hizmetleri, fotoğrafçılık ve haber/bildiri hizmetleri (Sınıf 41)) ilişkilendirildiğinde, bu hizmetlerin Ege Denizi’nin Türk kısmında sağlandığını ve bu bölgedeki işletmelerin ihtiyaçlarına özel olarak uyarlanmış olduğunu gösteren bir işaret olarak algılanmaktadır.

İptal Birimi’ne göre, her bir öğesi tanımlayıcı olan yenilikçi bir terim, ancak bu terim veya kelimenin bileşenlerinin toplamından önemli ölçüde farklı bir etki yaratması durumunda tanımlayıcı olmaktan çıkabilir. Ancak “TURKAEGEAN” terimi, yalnızca itiraz edilen hizmetlerin özelliklerini belirten “TURK” ve “AEGEAN” kelimelerinden oluşmaktadır ve bu birleşim, kelimelerin anlamlarının basit bir toplamından önemli bir fark yaratmamaktadır.

İptal Birimi’nin, marka görselinin sağ üst köşesinde, siyah standart fontla yazılmış “TURKAEGEAN” kelimesinin yanına yerleştirilmiş ve koyu mavi renklerde yayılan ışınlarla çevrili kırmızı kalp şekline ilişkin yaptığı değerlendirme;

  • Söz konusu figüratif unsurun kelime unsurunun boyutundan çok daha küçük olması,
  • Bu tarz şekillerin, reklamcılık sektöründe, müşteri merkezli bir yaklaşım izlediğini ve hizmetlerin müşteriyi memnun edeceğini belirtmek için yaygın bir şekilde kullanılması,
  • Yargı içtihatlarında da kalp figürlerinin reklamlarda genellikle bağlılık ifade etmek amacıyla kullanıldığının ve bu nedenle ayırt edici özellik taşımadığının ifade edilmesi,
  • Bu tür bir figüratif öğenin, tüketiciler tarafından yalnızca süsleme amacıyla veya en fazla, hizmetlerle ilgili olumlu bir takdir ya da sevgi gösterisi olarak algılanması,
  • İtiraz edilen markadaki kalbin oluşturulma şeklinin, diğer yaygın kalp şekillerinden farklı olmaması,  

nedenleriyle söz konusu şeklin itiraz edilen hizmetlerin kalitesini vurgulayan bir öğe olarak algılandığını ve markaya ek bir ayırt edicilik katmadığını ve “TURKAEGEAN” kelime öğesinin tanımlayıcı olduğu gerçeğini değiştirmediğini ifade etmiştir.

Sonuç olarak, “TURKAEGEAN” markası, başvuru tarihi itibariyle tescil kapsamında yer alan hizmetler bakımından EUTMR Madde 7/1 (c) ve Madde 7/2 hükümleri kapsamında tanımlayıcı bulunmuştur.

EUIPO İptal Birimi karar gerekçesinde,

  • İlgili tüketicilerin, “TURKAEGEAN” ibaresini bir bütün olarak yalnızca bilgilendirici nitelikte algılayacağını, çünkü söz konusu ibarenin tescil kapsamında yer alan hizmetlerin, iyi bilinen bir turizm, seyahat ve eğlence destinasyonu olan aynı zamanda yüksek düzeyde ticari faaliyetleriyle tanınan Türkiye’nin Ege Bölgesi’nde sunulduğunu veya bu bölgeden kaynaklandığını belirttiğini,
  • Markada yer alan logonun, hizmet sağlayıcıların müşteri memnuniyetine önem verdiğini ve dolayısıyla en yüksek kalitede hizmet sunduklarını ifade etmesi nedeniyle ihtilaflı hizmetlerin olumlu yönlerini daha da vurguladığını, bu nedenle hem bağımsız olarak hem de kelime unsuru ile birlikte değerlendirildiğinde ayırt edici nitelikten yoksun olduğunu,
  • Markanın, ilgili tüketiciler tarafından doğrudan tanımlayıcı olarak algılanacağını zira marka görselinin, tescil kapsamında yer alan hizmetlerin Türkiye’nin Ege Bölgesi’nde sunulduğu (veya bu bölgeden kaynaklandığı) mesajını vermesi nedeniyle bir bütün olarak, özgün olmayan ve tanıtıcı olan bir işaret olduğunu,
  • Bu değerlendirmenin, kamu altyapısıyla ilgili hizmetleri de kapsadığını gösterdiğini çünkü bu hizmetlerin, bölgede faaliyet gösteren yabancı işletmelerin ihtiyaçlarına uyarlanabilir nitelikte olduğunu,
  • İşaretin (kelime unsuru “TURKAEGEAN” ve kalp sembolü ile birlikte) genel tanıtıcı mesajının ilgili kamuoyu için yeterince açık olması nedeniyle, markanın bir slogan yapısında olup olmadığı veya “I love TURKAEGEAN” sloganını tamamlamak için bir “I” harfinin eksik olup olmadığı hususunun, önemsiz olduğunu,

ifade ederek, “TURKAEGEAN” markasının, EUTMR Madde 7/1 (b) ve EUTMR Madde 7(2) uyarınca ayırt edici karakterden tamamen yoksun olduğuna karar vermiştir.

Ayrıca, İptal Birimi, marka sahibinin asgari düzeyde ayırt ediciliğin bir markanın tescili için yeterli olduğu yönündeki iddiasının doğru olduğunu kabul etse de, “TURKAEGEAN” markasının başvuru tarihi itibarıyla ilgili hizmetlerle bağlantılı olarak tamamen ayırt edici karakterden yoksun olması nedeniyle, düşük bir ayırt edicilik derecesinin markayı tescil edilebilir kılıp kılmayacağının tartışılmasına gerek bulunmadığını ifade etmiştir.

İptal Birimi, marka sahibinin dayandığı ulusal marka tescilleriyle ilgili olarak, İngilizcenin resmi dil olmadığı ülkelerdeki (örneğin Yunanistan) ofis kararlarının, somut olay açısından belirleyici olmadığını belirtmektedir. Zira, işaretin bu ülkelerde ayırt edici kabul edilmesinin Avrupa Birliği (AB) genelinde de ayırt edici olacağı anlamına gelmemektedir.

İptal Birimi, AB marka uygulamasının, kendi amaç ve kurallarına sahip, ulusal sistemlerden bağımsız özerk bir yapıya sahip olduğunu vurgulayarak, bir işaretin EUTM olarak tescil edilebilirliğinin yalnızca Birlik kuralları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Dolayısıyla, İptal Biriminin ve Birlik yargı mercilerinin, bir Üye Devlette verilen karara bağlı olmadığı vurgulanmıştır.

Marka sahibinin atıfta bulunduğu önceki EUIPO marka tescilleriyle (örneğin, EUTM’ler 18274487, 18274455, 18274451, 18193975, 18629496, 15672504, 16393456, 11752508, 18902845, 18884431, 18877452, 11752508) ilgili olarak, İptal Birimi, bu markaların “Turk” ve “Aegean” unsurlarını bir arada içermemesi ve figüratif unsurlar barındırmalar nedeniyle mecur uyuşmazlık açısından örnek teşkil edemeyeceğini ifade etmektedir. Ayrıca, atıfta bulunulan bazı markaların yıllar önce tescil edilmiş olması ve bu tescil kararlarının marka hukuku ile ofis uygulamalarındaki güncel gelişmeleri yansıtmaması nedeniyle eşit muamele ilkesinin ihlal edilmediği de vurgulanmıştır. İptal Birimi, her markanın kendi koşulları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, bir EUTM’nin Ofis tarafından daha önce tescil edilen başka bir markanın varlığına dayanarak ayırt edici karakter kazanamayacağını ifade etmektedir. Tescilin yasallığı yalnızca AB Marka Tüzüğü (EUTMR) ve mahkeme içtihatları çerçevesinde değerlendirilmelidir. Önceki markaların hukuka aykırı şekilde tescil edilmiş olması durumunda bile, eşit muamele ilkesinin hukuka uygunlukla tutarlı bir şekilde uygulanması gerektiği ve bir kişinin, başka birinin aleyhine işlenmiş olası hukuka aykırı eyleme dayanarak hak elde edemeyeceği sonucuna varılmaktadır.

Marka sahibi, hükümsüzlük talebine karşı sunduğu görüşlerinde, markanın kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandığı yönünde açıklamalarda bulunmuştur. Söz konusu açıklamalar karşısında, İptal Birimi, delillerin değerlendirilmesinden önce, aşağıdaki hususlara değinmiştir:

  • Bir markanın tescil edilebilmesi için, başvurudan önce ayırt edici olması gerekmektedir. Bu nedenle başvurudan sonraki kullanımların, markaya ayırt edicilik kazandırmayacaktır.
  • Bir markanın, eğer kullanımı sonucu ayırt edici hale geldiği iddia ediliyorsa, bu iddianın dikkate alınabilmesi için markam kullanım sonucunda ayırt edici hale gelmiştir.”  şeklinde açıkça belirtilmelidir. Somut olayda olduğu gibi marka sahibinin, markanın “kullanım yoluyla ayırt edicilik kazanıyor olduğu” nu ifade etmesi, tek başına yeterli değildir.
  • Bir markanın kullanım yoluyla ayırt edici hale gelip gelmediğine dair değerlendirme, markanın pazar payı, kullanım sıklığı, coğrafi yaygınlığı, kullanım süresi, tanıtım yatırımları ve halkın markayı bir şirkete ait olarak algılama oranı gibi faktörlerin bir arada incelenmesiyle yapılmaktadır.
  • Ayırt edici karakterin kazanıldığının kanıtlanmasında “doğrudan kanıt” (örneğin, anketler, markanın pazar payına ilişkin kanıtlar, ticaret ve sanayi odaları veya diğer ticari ve mesleki kuruluşlardan alınan beyanlar) ile “ikincil kanıt” (örneğin, reklam materyalleri veya satış hacimleri) arasında bir ayrım yapılması gerekmektedir.
  • İkincil kanıtlar doğrudan kanıtları destekleyebilir ancak onların yerine geçemez. Mesleki derneklerin beyanları ve pazar araştırmaları gibi doğrudan kanıtlar, kullanım yoluyla kazanılmış ayırt ediciliğin kanıtlanması için genellikle en önemli yöntemlerdir.

Akabinde, marka sahibi tarafından kullanım yoluyla ayırt ediciliğin sağlandığının ispatlanması amacıyla değerlendiren İptal Birimi, öncelikle, doğrudan kanıt olarak kabul edilen pazar araştırmaları ya da mesleki derneklerin beyanları gibi delillerin sunulmadığına dikkat çekmiştir. Daha sonra ise, marka sahibi tarafından sunulan çevrimiçi gazete makaleleri, web sitesi/video alıntıları ve reklam yayınlarının, yalnızca markaya doğrudan atıfta bulundukları ölçüde geçerli kabul edildiğini belirtmiştir. İptal Birimine göre, her ne kadar çoğu işletme, ürün tanıtımı için web sitelerini kullansa da bu durum tek başına markanın kullanım yoluyla ayırt edici hale geldiği sonucuna varmak için yeterli değildir. Ayrıca, web sitesi alıntıları, ziyaretçilerin hangi AB üye devletlerinden geldiğini belirlemeye imkân da tanımamaktadır. Bu bağlamda, bu alıntılar markanın, ilgili tüketiciler nezdinde ticari kaynak gösterme işlevini yerine getirdiğini kanıtlamamaktadır.

İptal Birimi, itiraz edilen marka İngilizce kelimelerden oluştuğu için, markanın ayırt edici hale geldiği iddiasının, İngilizcenin resmi dil olduğu AB Üye Devletleri (İrlanda ve Malta) ile İngilizcenin yaygın şekilde anlaşıldığı Üye Devletlerde (Hollanda, Danimarka, Finlandiya, İsveç ve Kıbrıs) kanıtlanması gerektiğini ifade etmiştir. Marka sahibi tarafından sunulan ve 2021 yılı için planlanan faaliyetler arasında “Türk Ege ve Türk Rivierası-Doğu Akdeniz filmleriyle markalaşma çalışmaları”na yer verilmiştir. Ancak bu belgelerin çoğunun Türkçe olarak sunulması nedeniyle, İngilizcenin resmi dil olduğu veya yaygın olarak anlaşıldığı AB Üye Devletlerinde markanın ayırt edici karakter kazandığını gösteren yeterli kanıtların sunulmadığı sonucuna varılmıştır.

Sonuç olarak, İptal Birimi, marka sahibinin, başvuru tarihi veya en geç hükümsüzlük talebinin yapıldığı tarihten önce EUTM’nin ayırt edici karakter kazandığını kanıtlayamadığına karar vererek, markanın tescil edilen hizmetlerle ilgili olarak kullanım yoluyla ayırt edici hale geldiği yönündeki itirazları reddetmiştir.

SONUÇ

Söz konusu karar ile, EUIPO, “TURKAEGEAN” ibaresinin, tescil kapsamında yer alan hizmetler bakımından tanımlayıcı olduğu ve ayırt edici olmadığı sonucuna vararak, markanın tescil kapsamında yer alan tüm hizmetler bakımından hükümsüzlüğüne karar vermiştir.

EUIPO marka uygulama kriterleri ve yaklaşımları dikkate alındığında söz konusu kararın, politik sebeplerle alındığı kanaatindeyim. Zira, “TURKAEGEAN” markası, oluşturulma biçimi dikkate alındığında, tescil kapsamında yer alan herhangi bir hizmet için doğrudan tanımlayıcı olmadığı gibi asgari düzeyde ayırt ediciliğe de sahiptir. EUIPO Marka Kriteri’ne göre, bir işaretin, ilgili kamuoyu tarafından mal ve hizmetler hakkında doğrudan ve somut bir bilgi sağladığı hemen anlaşılabiliyorsa, tanımlayıcı olarak kabul edilecektir. Ancak, yalnızca mal ve/veya hizmetlerin belirli özelliklerine ilişkin dolaylı olan ya da çağrışım yapan terimler tanımlayıcı sayılmamaktadır. [3]

Yine söz konusu kritere göre, coğrafi yer adlarının marka olarak tescili, söz konusu coğrafi adın halihazırda o mal veya hizmetler bakımından ünlü olması veya ilgili mal ve hizmetlerle ilişkilendirilmesi yahut, bu adın, ilgili mal veya hizmetlerin coğrafi kökenini belirtebileceği yönünde makul bir varsayımın yapılabileceği durumlarda engellenmiştir.[4] Somut olay bakımından redde konu gündüz bakım evleri, itfaiye hizmetleri, güvenlik hizmetleri gibi hizmetler bakımından Ege Denizi’nin ülkemize ait kısmının hangi bakımından ünlü olduğu düşündürücüdür. Bu kapsamda, EUIPO İptal Birimi’nin, toptancı bir yaklaşım sergileyerek markayı tümden hükümsüz kılınmasının EUIPO’nun marka inceleme kriterlerine ve uygulamalarına aykırı olduğu kanaatindeyim.

Belirtmek gerekir ki, yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla, EUIPO İptal Birimi tarafından verilen söz konusu karar henüz kesinleşmemiştir. Tescil sahibi olan ve ülkemizin devlet kurumlarından biri olan Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı, bu karara karşı, tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde itiraz etme hakkına sahiptir. Yapılacak itiraz, EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenecektir. Temyiz Kurulu’nun vereceği karara karşı ise, yine tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde, Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesinde (Genel Mahkeme) dava açılması mümkündür. Genel Mahkemenin vereceği karar, Avrupa Birliği Adalet Divanı nezdinde (CJEU) temyiz edilebilir. Ancak CJEU, yalnızca hukuki meseleleri incelemekte olup, olayın esasına ilişkin yeniden değerlendirme yapmamaktadır.

Söz konusu kararın kesinleşmesi halinde, gelecekte Yunan şirketleri veya Yunanistan tarafından esas unsuru ‘Greek Aegean’ yahut ‘Aegean Greek’ ibarelerinden oluşan ve turizm, reklamcılık ve hatta itfaiye hizmetleri gibi hizmetler için yapılan marka başvurularının – her ne kadar somut olay bazında değerlendirme yapılacak olsa da – en azından EUTMR m. 7(1) (b) ve (c) hükümleri kapsamında reddedilmesi gerektiği öngörülmektedir.


Elif AYKURT KARACA

Şubat 2025

elifaykurt904@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olup Türkiye’nin turizmin tanıtılması ve geliştirilmesinden sorumlu Devlet kurumudur.

[2] Tescil kapsamında yer alan mal ve hizmetler listesine konu ile ilgili önceki yazımızdan ulaşılabilmektedir.

[3] Bkz. EUIPO Marka ve Tasarım Kriteri,1.1 The notion of descriptiveness, https://guidelines.euipo.europa.eu/2214311/2065712/trade-mark-guidelines/1-1-the-notion-of-descriptiveness

[4] Bkz. EUIPO Marka ve Tasarım Kriteri, 2.6.2 Assessment of geographical terms, https://guidelines.euipo.europa.eu/1803468/1788394/trade-mark-guidelines/2-6-2-assessment-of-geographical-terms

SANAL MAL VE HİZMETLERİ KAPSAYAN MARKALARIN AYIRT EDİCİLİĞİ:“GLASHÜTTE” ÖRNEĞİ ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

Dijital varlıkların ve sanal ortamların hızla gelişmesiyle birlikte, ticari hayatta varlıklarını sürdürmek isteyen veya pazar hacmini büyütmeye çalışan marka sahipleri için sanal dünyada faaliyet göstermek giderek daha önemli bir öncelik haline gelmektedir. Marka sahipleri, sanal ortamlarda gerçek dünya mallarının sanal versiyonlarını sundukça, marka haklarının korunması ve özellikle marka haklarının dijital dünyada uygulanabilirliği konusunda önemli tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalardan biri de sanal mal ve hizmetleri kapsayan markaların ayırt ediciliğinin değerlendirilmesine ilişkindir.

Bu konuya dair son gelişmelerden biri, 1 Temmuz 2022 tarihinde başvuru sahibi Glashütter Uhrenbetrieb GmbH – Glashütte/Sa. tarafından 01.07.2022 tarihinde Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) yapılan 018727034 sayılı başvuruya ilişkindir[1]. Bu başvuru, sanal malların hukuki statüsü ve gerçek mallarla olan ilişkisi üzerine mahkemelerde yapılan tartışmaları da tetiklemiştir.

Başvuru sahibi tarafından, aşağıda yer alan işareti, 09, 35 ve 41. sınıflarda yer alan belirli sanal mal ve hizmetler için Avrupa Birliği markası (EUTM) olarak tescil edilmesi amacıyla EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur.

Başvuru, aşağıda yer alan sanal mal ve hizmetler bakımından ayırt edici olmadığı gerekçesi ile kısmen reddedilmiştir.

Class 9: Downloadable virtual products, namely computer programs offering chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories to be used online or in online virtual monals; Downloadable virtual goods, namely alarm clocks, watch cases, watch bracelets, presentation cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events and accessories for online or online virtual monds; downloadable digital and virtual goods created by means of blockchain technology, namely chronometers, chronographs, clocks, watches, alarm clocks, watch cases, watch cases, presentation cases for watches, movements for clocks, apparatus for timing sports events, and accessories for online or online virtual monds.

Class 35: Retail services connected with virtual products, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories for use online; Retail services connected with virtual goods, namely alarm clocks, watch cases, watch straps, cases for watches, watch movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use online; Online retail store services featuring virtual merchandise, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories for use online; Online retail store services featuring virtual merchandise, namely alarm clocks, watch cases, watch straps, cases for watches, clock cases, clock movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use online; Retail services and online retail services in a virtual environment featuring downloadable digital and virtual goods created by means of blockchain technology, namely chronometers, chronographs, clocks, watches, alarm clocks, watch cases, watch bands, presentation cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events, and their accessories for use online or in virtual watches.

Class 41: Entertainment services, namely providing on-line non-downloadable virtual goods, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and accessories therefor for use in virtual environments; Entertainment services, namely providing on-line nondownloadable virtual goods, namely alarm clocks, watch boxes, watch bracelets, cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use in virtual environments.

İlk inceleme uzmanına göre, “Glashütte” ve “Original” kelimelerinden oluşan marka başvurusu, Almanca, İngilizce veya Fransızca konuşan tüketiciler tarafından yalnızca malların ve hizmetlerin kalitesi ve kökeni hakkında bilgi veren bir işaret olarak algılanacaktır. “Glashütte”, Almanya’nın Saksonya eyaletinde bulunan ve Alman saatçilik endüstrisinin doğum yeri olarak bilinen bir şehirken, “Original” kelimesinin anlamı ise “orijinal/ özgün/ taklit olmayan”dır. Bu nedenle, başvurudaki işaret, tüketicilere “Glashütte” şehrinden gelen gerçek saatçilik ürünleri ya da bunlarla bağlantılı mallar ve hizmetler hakkında bir mesaj iletmektedir.

Söz konusu karar üzerine EUIPO Temyiz Kurulu’na (BoA) itirazda bulunan başvuru sahibi, başvuru kapsamındaki saat ve diğer mallarının sanal olduğunu ve gerçek ürünler olmadığını ileri sürmüştür. Başvuru sahibi, “Glashütte” şehrinin tanınmışlığının sanal ürünler için değil, gerçek dünyada üretilen “klasik” saatçilik endüstrisi ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, başvuru kapsamındaki mallar ve hizmetlerin, gerçek (fiziksel) saatlerle, bunların görünümü ve üretim süreciyle hiçbir bağlantısı bulunmadığını, aksine, bunların sanal dünya ürünleri olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda, başvuru sahibi, ilgili tüketicilerin “Glashütte” şehrinin sanal mallar, özellikle de sanal saatlerin tasarımı ve üretimiyle yeterince spesifik bir bağlantısı olduğuna inanmak için hiçbir nedenlerinin olmadığını iddia etmiştir.

BoA kararında[2], bir işaretin ayırt ediciliğinin değerlendirilmesine ilişkin genel ilkelerin, sanal mallar ve sanal hizmetler için başvurulan markalar açısından da geçerli olduğu vurgulanmıştır. BoA’ya göre, sanal mallar çevrimiçi ortamlarda ticareti yapılan fiziksel olmayan öğelerdir ve bu mallar gerçek dünyadaki malları temsil edebilir veya bunların işlevlerini taşıyabilir. İlk inceleme uzmanı tarafından ileri sürülen gerekçeler doğrultusunda, “Glashütte Original” işaretinin sanal saat ve saatlerle ilgili mallar ve bu malların perakende satışında kullanılması durumunda, “Glashütte” şehrinin saatçilikteki ününün sanal ürünlere aktarılacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda, tüketiciler “Glashütte Original” işaretini, sanal mallarda dahi kalite ile ilişkilendireceklerdir. Sonuç olarak, başvuru konusu işaretin, redde konu olan mallar ve hizmetler bakımından ticari kökeni belirtme işlevini yerine getirmediği, yalnızca kaliteyi yansıttığı kanaatine varılmış ve itiraz reddedilmiştir.

İtirazın reddi üzerine başvuru sahibi, BoA kararının iptali için dava açmış ve konu Avrupa Birliği Genel Mahkemesi (Genel Mahkeme) önüne taşınmıştır[3]. Mahkeme, ilk olarak 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğü m. 7/1(b) hükmünün uygulanma koşullarına değinmiştir. Mahkeme, bu madde çerçevesinde şu ilkeleri vurgulamıştır:

  • Bir markanın ayırt edici niteliği, bu markanın başvuru kapsamında veya tescil yer alan mal veya hizmetin hangi işletmeden geldiğini gösterebilmesi (markanın kaynak gösterme işlevi) ve bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edebilmesi (markanın ayırt edicilik işlevi) anlamına gelir.
  • Bir markanın ayırt edici niteliği, hem başvuru veya tescil kapsamında yer alan ürün veya hizmetle hem de ilgili kamuoyunun algısıyla değerlendirilmelidir.
  • Bir markanın ayırt edici niteliği olmadığına karar vermek için, markanın genel izlenimi dikkate alınmalıdır.
  • Bir markanın, ilgili kamuoyunun kayda değer bir kısmı açısından ayırt edici olmaması marka başvurusunun reddi veya markanın hükümsüz kılınması için yeterlidir. Bu bağlamda, işaretin, Avrupa Birliği’nde yer alan tüketicilerin bir kısmı için ayırt edici olmaması durumunda da m. 7/1 (b) hükmü uygulanabilir.

Bu ilkeler doğrultusunda, mahkeme, markanın tescil edilebilirliğine ilişkin değerlendirmelerde söz konusu kriterlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtmiştir.

Mahkeme, ilk olarak, “Glashütte” şehrinin, yüksek kaliteli saatlerin üretimiyle ünlü bir Alman şehri olarak tanınmasının EUIPO tarafından doğru bir şekilde tespit edildiğini ifade etmiştir.

Sonrasında ise, başvuru sahibinin “Glashütte” şehrinin saatçilik endüstrisindeki yüksek kalite imajının, sanal ürünler ve hizmetlere aktarılamayacağına, zira “Glashütte” şehrinin saatçilik alanındaki ününün, yalnızca geleneksel saatlerin üretimiyle sınırlı olduğuna bu nedenle de başvurulan markanın kapsamındaki sanal mallar ve hizmetler için ilgili tüketici kitlesinin farklı olduğu ve “Glashütte” şeklinin imajının bu alanda bir etki yaratmayacağına dair itirazı ele alınmıştır. Mahkemeye göre, BoA’nın, “Glashütte Original” ibaresini anlamına dair yaptığı tespitler yerindedir.

Takiben, mahkeme, sanal mallar ile gerçek malların karşılaştırılmasında, malların ve hizmetlerin doğasının ve özelliklerinin dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Eğer sanal mallar, gerçek malları temsil ediyorsa ya da gerçek malların işlevlerini sanal ortamda yerine getiriyorsa; ya da sanal hizmetler, gerçek hizmetlerin işlevlerini yerine getiriyorsa, o takdirde ilgili kamuoyunun, gerçek mallara ve hizmetlere dair algısını, sanal mallar ve hizmetlere aktarabilmesi mümkündür.

Somut olay bakımından mahkemeye göre, redde konu olan sanal mallar, gerçek saat ürünlerini ve bunların aksesuarlarını temsil etmektedir. Bu bağlamda, söz konusu sanal mallar, gerçek malları temsil edebilir veya onların işlevlerini taklit edebilir. Bu nedenle, ilgili kamuoyu, bu sanal mallar ve hizmetlerle karşılaştığında, başvurulan markayı “Glashütte” kasabasının geleneksel saatçilikteki itibarının mantıklı bir uzantısı olarak doğrudan algılayacaktır. Sonuç olarak, başvuru konusu işaret, sanal mallar ve hizmetlerin kalitesi ve orijinalliğiyle ilgili hissettirdiği olumlu duyguları, tıpkı gerçek mallar ve hizmetlerin kalitesi ve orijinalliğiyle ilgili duygulara benzer şekilde taşıyacaktır. Çünkü, ilgili tüketiciler redde konu mal ve hizmetlerin şehrin ünlü olduğu gerçek mallarla doğrudan bağlantılı olduğunu düşünecek ve sanal mallarla gerçek dünya mallarını ilişkilendirecektir. Mahkeme bu bağlamda, sanal ürünlerin ve hizmetlerin, ilgili kamuoyu tarafından gerçek dünyadaki ürünlere benzer şekilde algılanabileceğini ifade etmiş ve BoA’nın başvuru konusu işaretin, ilgili kamuoyu tarafından, redde konu mal ve hizmetler bakımından, ayırt edici olmayacağına dair yaptığı incelemenin doğru ve yerinde olduğuna karar vermiştir.

Sonuç olarak, gerçek dünya malları ve bunların pazarlanma biçimi, sanal malların ve hizmetlerin değerlendirilmesinde sıklıkla önemli bir rol oynayabilecektir. Ancak, sanal mallar ve hizmetler ile gerçek malların ve hizmetlerin karşılaştırılmasında somut olay bazında değerlendirme yapılmalıdır. Ayrıca, gerçek dünya mallarının veya ambalajlarının sıradan bir temsilinden daha fazlası olmayan bir işaret, kural olarak, tüketici tarafından eşdeğer sanal mallar için ticari bir köken göstergesi olarak algılanmayacaktır[4]. Bunun aksini iddia eden başvuru sahiplerinin ise, itirazlarında bunu destekleyecek kanıtlar sunması gerekmektedir.

Elif AYKURT KARACA

Ocak 2025

elifaykurt904@gmail.com


[1] Başvuru hakkında ayrıntılı bilgiye https://euipo.europa.eu/error/revise.html#details/trademarks/018727034 bağlantısından erişilebilir.

[2] BoA’ nın R 773/2023-5 sayılı kararı hakkında ayrıntılı bilgiye https://www.euipo.europa.eu/en/boards-of-appeal/decisions bağlantısından erişilebilir.

[3] Genel Mahkeme’nin T-1163/23 sayılı kararı hakkında ayrıntılı bilgiye https://curia.europa.eu/juris/document/document.jsfext=&docid=293330&pageIndex=0&doclang=FR&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=2070657 bağlantısından ulaşılabilir.

[4] Bkz. 13 Eylül 2022 tarihinde EUIPO tarafından düzenlenen “Metaverse’deki Ticaret Markaları ve Tasarımlar: Hukuki Yönler/EUIPO Uygulaması” başlıklı online seminer. https://euipo.europa.eu/knowledge/course/view.php?id=4763

EUIPO TEMYİZ KURULU KARARI ÇERÇEVESİNDE HAREKET MARKALARININ AYIRT EDİCİLİĞİ

Hareket markaları, geleneksel olmayan marka türlerinden biri olarak, bir markanın öğelerinin hareketini ya da bu öğelerin pozisyonlarındaki değişiklikleri içeren markalar olarak tanımlanır. Bu yazıda, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) yapılmış olan ve araçlarda menteşeli pencerenin açılıp kapanma şeklini gösteren bir hareket markası başvurusuna ilişkin verilen karar ele alınacaktır.

018906690 sayılı Avrupa Birliği (AB) marka başvurusu (EUTM), araç penceresinin açılma ve kapanma hareketini temsil eden bir animasyon sekansından oluşmaktadır[1]. Başvuruya ait video aşağıda yer almaktadır:

EUIPO tarafından yapılan ilk incelemede, başvurunun ayırt edici karakterden yoksun olduğu gerekçesiyle, AB Marka Tüzüğü (EUTMR) Madde 7/1 (b) kapsamında reddedilmiştir. Karar gerekçesinde;

  • Başvuru sahibinin, ilgili piyasada lider olduğu iddiasının, kanıtlarla desteklenemediği, desteklense bile bu durumun hareket markasının ayırt edici karakteri ile ilgili olmadığı;
  • Pazarda rekabetin az olmasının, markanın ayırt edici karakterini etkilemediği, çünkü küçük pazarlarda bile işaretlerin malları birbirinden ayırt edebilmesi gerektiği, başvuru sahibinin pazarda lider olmasının, ona ait ürünlerin belirli özelliklerinin hemen bir marka olarak algılanmasını sağlamadığı;
  • Başvuru sahibinin sunduğu renkli payanda (destek çubuğu) iddiasının da, söz konusu renklerin siyah ve beyaz olması nedeniyle, tüketiciler nezdinde akılda kalıcı bir farklılık yaratmadığı,

ifade edilmiştir.

Başvuru sahibi, bu karara karşı itiraz etmiş ve başvuruyu EUIPO Temyiz Kurulu’na (BoA) taşımıştır. Başvuru sahibi itirazında, ilgili piyasada tüketicilerin dikkatinin yüksek olduğunu ve pazarın küçük olması nedeniyle tüketicilerin benzer tüm ürünleri tanıdığını, bu nedenle de tüketicilerin başvuru konusu işaretin piyasadaki diğer modellerden farklı olduğunu fark edeceklerini ve bu farklılığın işaretin kaynak gösterme işlevini yerine getirdiğini savunmaktadır. Ayrıca, başvuru sahibi tarafından sektördeki diğer ürünlere dair aşağıda yer alan görseller sunulmuştur.

Başvuru sahibi ayrıca, ilgili tüketicinin sadece gümüş payandalara (destek çubuğu/ strut) alışkın olduğunu belirtmekte ve dışarıdan görülebilen, dolayısıyla herkes için fark edilebilen olağandışı bir açılma hareketine sahip siyah payandaların, piyasada bilinmediğini, bu nedenle halihazırda kaynak belirtme işlevini yerine getirdiğini ve başvuru sahibinin ürünlerini ayırt edici kıldığını ifade etmektedir.

BoA tarafından yapılan inceleme sonucunda, başvuru sahibine, başvurunun EUTMR m. 7/1 (b) ve ayrıca m. 7/1 (e)(ii) uyarınca reddedilmesi gerektiği bildirilmiştir. Kurul, pencerenin açılma ve kapanma hareketini temsil eden bir animasyon sekansından oluşan başvurunun teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu unsurlardan oluşan bir işaret olduğunu ve yalnızca teknik çözüm tarafından belirlenen unsurlardan oluştuğunu, dolayısı ile başkaca dekoratif ya da hayali unsurlar içermediğini ifade etmiştir. Bu nedenle, başvuru sahibinin sunduğu işaretin tescil edilmemesi gerektiği belirtilmiştir.

İtiraz hakkında, BoA ‘nın EUTMR m. 7/1 (b) ve (e) bentleri uyarınca yaptığı değerlendirme aşağıdaki detaylı biçimde açıklanacaktır[2].

EUTMR m. 7/1 (b) incelemesi:

EUTMR m. 7/1 (b) uyarınca, ayırt edici karakteri bulunmayan işaretler tescil edilemez. Bir markanın ayırt edici kabul edilebilmesi için, ilgili malların veya hizmetlerin belirli bir işletmeden kaynaklandığını göstermesi ve tüketicilerin bu işletmeyi diğerlerinden ayırt etmesine olanak tanıması gerekmektedir.

Bir markanın ayırt edici karakteri, ilk olarak tescil başvurusu yapılan ürün veya hizmetlere bakılarak ve ikinci olarak bu ürün veya hizmetlerin ilgili kamu tarafından nasıl algılandığına göre değerlendirilecektir.  Kamunun ilgili kesimi ise, o ürün veya hizmetlerin ortalama tüketicilerinden oluşur.

Somut olayda söz konusu araç camlarının hitap ettiği tüketici bu tür ürünlerle ilgilenen veya bu ürünleri kullanan deneyimli kişilerdir. Bu nedenle, hedeflenen tüketici kesimi, pazar hakkında en azından kısmen bilgi sahibi olan dikkatli kişilerdir.

Kurul, başvurulan hareket markasının, hedeflenen tüketiciler tarafından ticari köken belirtici bir işaret olarak algılanmayacağını, bunun yerine pencerenin işleyişinin basit bir temsili olarak değerlendirileceğini ifade etmiştir. Zira Kurul, sektördeki birçok üreticinin ürünlerinin işlevselliğini açıklamak amacıyla benzer animasyonları kullandığını göz önünde bulundurarak, başvurunun ayırt edici karakter taşıyan bir işaret olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle, başvuru, yalnızca pencerenin açılma ve kapanma hareketinin basit bir animasyonu olarak algılanmıştır.

Başvuru konusu işarette yer alan hareket sekansı, pencerenin açılıp kapanmasının basit animasyonlu görsel sekansından önemli bir sapma içermediğinden hedeflenen tüketiciler tarafından bir köken belirtisi olarak anlaşılabilecek bir mesaj iletmemektedir. Dolayısı ile başvurulan işaret, minimum düzeyde ayırt edici karakterden yoksun bulunmuştur.

Ayrıca, Kurul, başvurulan pencerenin işleyişinin veya pencerenin kendisinin, pazardaki benzer ürünlere kıyasla benzersiz özelliklere sahip olup olmadığının önemli olmadığının altını çizmiştir. Kurula göre bir markanın tescil için uygunluğu, markanın belirleyeceği ürünün özelliklerine veya benzersizliğine bağlı değildir. Yenilik veya özgünlük, bir markanın ayırt edici karakterini değerlendirirken dikkate alınan kriterler değildir. Dolayısı ile, başvurulan pencerenin açılma ve kapanma sisteminin pazarda yalnızca başvuru sahibine ait bu üründe bulunması, ayırt edici karakterin incelenmesi bağlamında önemli değildir.

EUTMR m. 7/1 (e) incelemesi:

EUTMR m. 7/1 (e) (ii) uyarınca, yalnızca teknik bir sonuca ulaşmak için gerekli olan malların şekli veya başka bir özelliğinden oluşan işaretler tescil edilemez. Burada amaç, markaların yalnızca ayırt edici işaretler aracılığıyla korunmasını sağlamak ve teknik çözümleri herkesin serbestçe kullanabilmesini temin etmektir.

Başvurulan işaret bir hareket markasıdır ve araç penceresinin açılma ve kapanma hareketini temsil etmektedir.  İşaret, 6 saniyelik basit, stilize edilmiş görsellerden oluşan bir animasyon dizisi ile temsil edilmiştir. Pencere başlangıçta kapalıdır, sonra yavaşça açılmakta ve tekrar kapanmaktadır. Marka başvurusu, başka hiçbir öğe içermemektedir.

Somut olayda, başvuru kapsamında yer alan mallar, araç pencereleridir. Kararda, pencereler için geçerli olan “genellikle camla kaplı bir açıklık olup, ışık ve havanın kapalı bir mekâna girmesini sağlar” tanımının, araç pencereleri için de geçerli olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle, bir pencerenin teknik sonucunun, ışık ve havanın kapalı bir mekâna girmesi olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda, bir pencerenin bu amaç için açılması gerektiği ve ayrıca, pencerenin açıldıktan sonra tekrar kapatılması gerektiğinin ortada olduğu, bu nedenle, pencerenin açılmasının (ve kapanmasının), pencerenin teknik sonucunu elde etmek için gerekli bir işlem olduğu belirtilmiştir.

Kurula göre, başvurulan hareket markası, teknik işlev tarafından belirlenmeyen herhangi bir bileşen içermemektedir. Zira, başvuru sahibi tarafından “olağandışı” olarak görülen siyah payandalar bile, camlarla bağlantılı olarak tamamen teknik bir işlevi yerine getirmektedir. Bu payandalar, pencerenin sabitlenmesi ve güçlendirilmesi için gereken elemanlar olup pencere kanatlarını ileriye doğru hareket ettirerek, pencerenin açılma ve kapanma sisteminin işlevsel bir parçası olarak çalışmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu payandaların sadece estetik bir amacı değil, doğrudan teknik bir işlevi vardır.

Başvuru sahibinin, araç camlarının açılıp kapanması için farklı teknik alternatiflerin mevcut olduğu yönündeki argümanı da Kurul’a göre geçersizdir. Zira, belirli bir teknik sonuca ulaşmak için gerekli olan özellik (somut olayda bir hareket dizisi), bu sonuca ulaşabilecek tek olası özellik olmak zorunda değildir; yani, bu sonuca ulaşabilecek tek hareket dizisi olmak zorunda değildir.

Özetle, Kurul, yukarıda yer alan gerekçeler kapsamında, başvurulan işaretin, teknik işlevi olmayan estetik öğeleri içermediği kanaatine varmış ve pencerenin açılma ve kapanma hareketinin teknik bir sonuç elde etmek için gerekli bir işlem olduğunu belirtmiştir.

Sonuç

Sonuç olarak, başvurulan hareket markası, hem teknik işlevselliği hem de ayırt edici karakterin eksikliği nedeniyle tescil için uygun bulunmamıştır. EUIPO tarafından verilen kararda, başvuru sahibinin işaretin tescili konusunda öne sürdüğü argümanlar reddedilmiş ve başvurunun EUTMR m. 7/1 (b) ve 7/1 (e)(ii) uyarınca reddedilmesine karar verilmiştir.

Kararda dikkat çekici unsur, ilk inceleme uzmanının ret kararındaki mutlak ret gerekçesinin (EUTMR m. 7/1 (b) bendi), başvuru sahibinin BoA önünde başvurusunu savunmak zorunda olduğu tek gerekçe olmamasıdır. Diğer bir deyimle BoA, mutlak ret gerekçeleri bakımından, ilk inceleme uzmanının gerekçesi ile sınırlı kalmamış ve başvuruyu EUTM m. 7/1 (e) bendi kapsamında da değerlendirmiştir. Benzer düzenleme Türk hukukunda da bulunmaktadır. Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Dairesi Kurulları Yönetmeliği m. 6/2 hükmüne göre, Kurul itiraza konu kararı veren dairenin resen incelemesi gereken hususları, taleple ve gerekçeyle bağlı olmaksızın, resen dikkate alabilir. Ancak Türk uygulaması ve AB uygulamasında ortaya çıkan en önemli fark, böyle bir ret gerekçesinin varlığı durumunda EUIPO’nun, Kurul kararının verilmesinden önce başvuru sahibine savunma yapma imkânı tanımasıdır. Bilindiği üzere Türk Patent ve Marka Kurumu uygulamasında, başkaca mutlak ret gerekçelerinin varlığı halinde, Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu, başvuru sahibine herhangi bir ön bildirim yapmadan doğrudan Kurul kararını oluşturmaktadır.

Diğer yandan, bir işaretin ayırt ediciliğinin değerlendirilmesinde, başvuru sahibinin sektörde lider olmasının veya ilgili pazarın küçük olmasının işarete doğrudan ayırt edicilik katmayacağı tekrar vurgulanmalıdır. Ayrıca, ilgili tüketicinin işaretin başvuru sahibinden kaynaklandığını anlaması yalnızca işarete kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandırılması durumunda tescil edilebilirliği sağlamaktadır.

Son olarak ise, markanın münhasıran teknik sonuca yönelen işaretten oluşup oluşmadığının belirlenmesinde, işaretin ilgili teknik sonuca ulaşabilmek için ilgili pazardaki “tek” alternatif olmasının gerekli olmadığı vurgulanmalıdır. Diğer bir deyimle, aynı işlevi görecek farklı teknik alternatiflerin mevcut olması tek başına ilgili mutlak ret gerekçesinin aşılmasını sağlamayacaktır.

Elif AYKURT KARACA

Ocak 2025

elifaykurt904@gmail.com


[1] Başvuru konusu işaret hakkında detaylı bilgiye https://euipo.europa.eu/eSearch/#details/trademarks/018906690 linkinden ulaşılabilir.

[2] BoA’ nın konuya ilişkin R 740/2024-2 sayılı 28.10.2024 sayılı kararının orijinal metnine https://www.euipo.europa.eu/en/boards-of-appeal/decisions adresinden erişilebilir.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN BULAŞICI MACERALARI: EUIPO BÜYÜK TEMYİZ KURULU COVIDIOT KARARI


Kamu düzenine ve genel ahlak ilkelerine aykırı işaretlerin hem Avrupa Birliği mevzuatı hem de Türk marka hukuku kapsamında tescil edilmesi mümkün değildir. Nitekim Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) Marka Tescilinde Mutlak Ret Nedenleri başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi uyarınca “Kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı işaretler” ve Avrupa Birliği Marka Tüzüğü’nün (EUTMR) Mutlak Ret Gerekçeleri başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca “kamu düzenine veya genel kabul görmüş ahlak ilkelerine aykırı olan markalar” tescil edilmeyecektir.

Markaların tescil edilebilmesi için belirli koşulların aranmasının yanı sıra, ahlaki değerlerin bir markanın tescil edilip edilemeyeceğini belirleyen bir kriter olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini; fikir, sanat ve düşünce özgürlüğünün ahlaki değerler karşısındaki konumunun ne olacağını ve bu terazide hangisinin daha ağır basacağını EUIPO Büyük Temyiz Kurulu (Grand Board of Appeal) tarafından verilen 16 Mayıs 2024 tarihli yeni COVIDIOT kararı çerçevesinde ele alacağız.

Bu noktada, Grand Board olarak da anılan EUIPO Temyiz Kurulu Büyük Kurulu’nun, dokuz üyeden oluşan ve Temyiz Kurullarının çözümlemekte güçlük çektiği, önemli bulduğu veya çelişki tespit ettiği meseleleri taşıdığı bir nevi üst kurul olduğu belirtilmelidir. Belirtilen Kurul, bu yazının devamında kısaca “Büyük Kurul” olarak anılacaktır.[1]

Matthias Zirnsack” aşağıda görseli yer alan markanın tescili talebiyle Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) 20 Ağustos 2020 tarihinde başvuru yapmıştır:

Başvuru kapsamında yer alan mallar aşağıdadır:

6. Sınıf: Metal klipsler.

9. Sınıf: Bilgisayar oyun yazılımı; mobil uygulamalar.

28. Sınıf: Masa oyunları; oyuncaklar.

Yukarıda yer alan başvuruya karşı uzman, markanın ahlak ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle Avrupa Birliği Marka Tüzüğü Madde 7(1)(f) uyarınca ilk olarak ret niyetini bildiren bir bildirim göndermiştir.

Belirtilen bildirimde ilk olarak, markanın kavramsal olarak incelemesi yapılmış ve ‘Covid’ ve ‘Idiot’ kelimelerinin birleşiminin Almanca ve İngilizcede tüketiciler nezdinde anlaşılabildiği; bu ibarelerin, çoğu hükümet tarafından uygulanan sosyal tecrit ya da zorunlu maske kullanımı gibi tüm tedbirlerin amaca yönelik, orantılı ve hatta gerekli olduğuna inanmayan insanların itibarını zedeleme vasfını taşıdığı ve bu nedenle bireyleri rencide etmesi muhtemel bir hakaret olarak algılandığı belirtilmiştir.

Bu değerlendirmeye karşı başvuru sahibi, ahlak ilkelerinin ifade özgürlüğü ve sanat özgürlüğü ile dengelenmesi gerektiğini, ‘COVIDIOT’ ibaresinin oyuncularının rekabet ettiği ve kazanmalarını temel alan bir oyun için başvurusunun yapıldığını belirtmiştir. Başvuru sahibi, “COVID” ve “IDIOT” kelimelerinin birleşiminden oluşan “COVIDIOT” ibaresinin ilk bakışta olumsuz ve hakaret içeren bir izlenim verdiğini, ancak bu ibarenin tescil edilmek istendiği oyunlar bağlamında ‘buzzword/trend’ haline geldiğini ifade etmiştir. Kamu algısının bu tarz konularda özgürleştiği ve sanat ile fikirlerin ironik olabileceği, ifade özgürlüğü ve sanat özgürlüğü kapsamında söz konusu marka başvurusunun korunabileceğinin de altı çizilmiştir.

Başvuru sahibinin görüşleri doğrultusunda başvuruyu inceleyen uzman, Ofisin toplumun temel değerlerine aykırı markalar yoluyla iş hedeflerini ilerletmek isteyen kişilere destek vermemesi gerektiğini, COVIDIOT ibaresinin çoğu hükümetin salgın bağlamında uyguladığı koruma tedbirlerine inanmayanları itibarsızlaştırdığını, marka başvurusunun bir “aptal” veya “ahmak” ile uğraşıldığını belirttiğini, bu nedenle kamuoyunun algısında başvuru sahibinin iddia ettiği gibi bir ifade özgürlüğünün söz konusu olamayacağını, marka başvurusunun reddedilmesinin markanın tescilsiz kullanımını engellemeyeceğini, bu nedenle sanat ve fikir özgürlüğünün kısıtlanmasının söz konusu olmayacağını belirterek marka başvurusunun kapsadığı tüm mallar bakımından reddedilmesine karar vermiştir.

Yukarıdaki gerekçelere dayanılarak verilen kararın ardından başvuru sahibi karara itiraz ederek hiçbir bireyin kişisel olarak saldırıya uğramadığını, COVIDIOT ibaresinin COVID-19 salgınına hicivli bir gönderme olduğunu, ibarenin tek başına ayırt edici olduğunu, “COVIDIOT” ifadesinin COVID-19 salgınıyla mücadele için bireysel önlemleri eleştiren tüm insanları değil, virüsü tamamen reddeden veya herhangi bir önleme karşı çıkan ve insanlara karşı dayanışma eksikliği ile davranan kişileri ifade ettiğini,  bu ifadenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi veya Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’nin (“Bildirge”) 11. maddesi ile korunmakta olduğunu, ifade özgürlüğü değerlendirilerek karar verilmesi gerektiğini,  Ofis kararının verildiği andaki durumda COVID-19’un ve dolayısıyla ‘COVIDIOT’ ifadesinin herhangi bir sarsıcı/tiksindirici (shocking karşılığı kullanılmıştır) anlamı haiz olmadığını ve gücünü yitirdiğini, benzer markaların tesciline izin verildiğini belirterek kararın iptali için Temyiz Kurulu nezdinde karara karşı itirazda bulunmuştur.

EUIPO Temyiz Kurulu adına ilk incelemeyi yapan raportör söz konusu markanın ayrıca EUTMR madde 7/1(b) kapsamında ayıt edici olmadığına ilişkin de değerlendirme yapılabileceğini belirtmiş ve başvuru sahibine bu yöndeki görüşlerini iletmesi için de süre verilmiştir.

İtirazın ifade özgürlüğü ile marka ret nedenlerinin çatışmasını içermesi nedeniyle konu önemli bulunmuş ve vakanın hukuki karmaşıklık derecesi ve önemi nedeniyle itiraz Büyük Temyiz Kurulu’na havale edilmiştir.

Bu noktada, IPR Gezgini’nde daha önceden H. Tolga Karadenizli tarafından yayımlanmış bir yazıdan alıntı yaparak Grand Board (Büyük Temyiz Kurulu) hakkında kısaca bilgi vermek isteriz:

“Bilindiği üzere AB Topluluk Marka ve Tasarımlarının tescil işlemlerinden sorumlu resmi kurum olan EUIPO’in son karar organı EUIPO Temyiz Kurulu (Boards of Appeal) olup, EUIPO nezdindeki mutlak ret nedenleri yönünden (7. madde) verilen kararlar, yayına itirazlar hakkında verilen İtirazlar Birimi kararları ile iptal/hükümsüzlük talepleri hakkında verilen İptal Birimi kararlarına karşı yapılan itirazlar EUIPO Temyiz Kurulu tarafından karara bağlanmaktadır. Temyiz Kurulu kararlarına karşı ise AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi nezdinde dava açılabilmektedir.

Hukuki güçlükler arz eden veya Kurullar arasında farklı uygulamalar içeren bazı davalar ilgili Kurul tarafından Büyük Temyiz Kuruluna gönderilebilmektedir. Büyük Temyiz Kurulu, daimî üye olarak beş Kurulun Başkanları ve Kurulların üyeleri arasından seçilen diğer üyeler olmak üzere toplam dokuz üyeden oluşmakta olup, çok istisnai durumlarda itirazlar Büyük Temyiz Kurulu’na gönderilmektedir. Bu noktada Büyük Temyiz Kurulu tarafından verilen karar sayısının oldukça az olduğunu belirtmekte fayda vardır.”[2]

Bu aşamada üçüncü kişilere görüş sunmaları için davette bulunulmuş ve International Trademark Association / Uluslararası Markalar Birliği (INTA) tarafından aşağıdaki görüşler sunulmuştur.

INTA, görüşlerine başlarken öncelikli olarak ‘kamu düzeni’ ve ‘ahlak ilkeleri’ terimlerinin doğaları gereği muğlak ve belirsiz olduğunu, bu nedenle de somut olaylar bazında tutarsız uygulamaların risk taşıdığını ve her bir uzmanın kişisel görüşlerini uygulamasının riskli olduğunu ifade etmiştir. Buna ilaveten EUTMR Madde 7(1)(f) uygulamasının, uzmanın kişisel görüşüne ya da soyut olarak genel ahlaka bağlı olarak değil, çoğunluk tarafından kabul edilen ilkelere göre yorumlanması ve ‘kabul edilmiş’ ahlak ilkelerine odaklanılması gerektiği belirtilmiştir.

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ahlaka ilişkin olumsuz ilkelerin belirlenmesine yönelik prosedür ile ilgili olarak ‘Fuck Ju Göthe’ kararında; genel ahlak ilkeleri açısından bir ihlal tespit edilirken sözlüklere bakmaktan ve edebiyat ve medya kullanımlarından daha fazlasına ihtiyaç olduğunun altını çizmiştir. Söz konusu karar ile bir markanın reddedilmesinin ifade özgürlüğü hakkını olumsuz etkilemeyeceği, zira bu durumun başvuru sahibinin mallarını ilgili marka altında sunma imkanını engellemeyeceği yönündeki önceki görüşten dönülmüştür. Buradan hareketle ABAD’a göre, bir markanın tescil edilmesinin engellenmesi durumu, sadece ifade özgürlüğünü sınırlayan bir durum olmayıp, aynı zamanda markada yer alan ibarenin başkaları tarafından kullanımının da serbest bırakılmasıdır.

Bunlara ek olarak anayasal bir hak olan ifade özgürlüğünün bir markanın tescil edilmemesi durumunda dahi etkilenebildiği ve ifade özgürlüğünün herhangi bir şarta bağlanması halinde niteliğinin etkilenebileceği belirtilmiştir.

Büyük Temyiz Kurulu incelemesinde, aşağıda yer verilen genel yaklaşım esas alınmıştır:

Adalet Divanı, “Fack Ju Göhte” kararında, kabul edilmiş ahlak ilkelerinin nasıl belirleneceğine ilişkin kuralları ortaya koymuştur. Bu kapsamda Genel Mahkeme’nin daha önce verdiği kararların bu kriterleri belirlemede yol gösterici nitelikte olduğu belirtilmiştir. (Intertops, Paki, Device of the Coat of Arms of the Soviet Union, ¡Que buenu ye! Hijoputa, Ficken, Ficken Liquors, Curve, OSHO, La Mafia se Sienta a la Mesa, Pablo Escobar).

ABAD, kabul edilen ahlak ilkeleri bağlamında kamunun ilgili kesiminin algısını değerlendirmeyi mümkün kılabilecek faktörlere atıfta bulunmuş ve bu faktörlere örnek olarak aşağıdakileri belirtmiştir:[3]

– Mevzuat,

– İdari uygulamalar,

– Kamuoyu,

– İlgili kamuoyunun geçmişte bu işarete veya benzerlerine vermiş olduğu tepkiler.

ABAD tarafından kamu düzeni ve ahlaki ilkeler bağlamında verilmiş olan ve yine EUIPO tarafından belirlenen ilkeleri oluşturan kararlardan bazıları aşağıda okuyucularımızın dikkatine sunulmaktadır.

1- Fack Ju Göhte

Bu kararda “Fack Ju Göhte” ibareli marka başvurusu, Almanca’da “Fuck You Goethe” anlamına geldiği ve ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle EUIPO tarafından reddedilmiştir. Başvuru sahibi “CONSTANTIN FILM PRODUKTION GMBH” marka başvurusunun reddine dair verilen karara itiraz etmiş, ancak EUIPO Temyiz Kurulu ve ABAD genel Mahkemesi ret kararını onamıştır. Adalet Divanı Hukuk Sözcüsü, EUIPO ve Genel Mahkeme’nin kararlarının ifade özgürlüğünü göz ardı ettiğini belirterek kararların iptal edilmesi gerektiğini savunmuş ve markaların genel ahlak ilkeleri değerlendirmesinin somut sosyal bağlamda yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Sonuç olarak yukarıda belirtilen gerekçelerle, EUIPO ve Genel Mahkeme tarafından verilmiş kararlar Adalet Divanı tarafından bozulmuştur. [4]  

2- Pablo Escobar

COVIDIOT kararında da sıkça bahsi geçen Escobar kararında; ESCOBAR INC.’nin “Pablo Escobar” markası için EUIPO’ya yapmış olduğu başvuru, kamu düzeni ve ahlaki ilkelere aykırılık gerekçesiyle reddedilmiştir. İtirazları değerlendiren Genel Mahkeme, Pablo Escobar’ın uyuşturucu baronu ve narko-terörizm sembolü olarak algılanması hususlarının ESCOBAR markasının tescilini engelleyebileceğini belirtmiştir. Mahkeme, değerlendirme koşulları arasında AB’nin tüm üye devletlerinde ortak olan ahlak ilkelerinin dikkate alınması gerektiğini vurgulayarak Escobar’ın popülaritesinin, kamuoyundaki olumsuz algıyı değiştirmediğini belirtmiştir. Son derece güncel olan bu kararla birlikte kamu düzeni ve ahlak ilkelerinin, popüler kültürdeki tanınmışlık ve popülariteden daha önemli olduğunu ortaya konmuştur.[5]

3- Fuct

Erik Brunetti’nin sahibi olduğu FUCT markası hakkında verilen karar akabinde, ABD Yüksek Mahkemesi, Haziran 2019’da “ahlaksız” veya “skandal” kelimeler ve semboller üzerindeki marka yasağını iptal etmiştir. Yüksek Mahkeme, bu kriterlerin hükümetin, ifade özgürlüğünü fikir veya görüşe dayalı olarak cezalandırmasına ve ayrımcılığa sebep olmasına yol açtığını ifade etmiştir. Bu kararla, ahlak ilkeleri ve kamu yararı gerekçesiyle marka tescilinin reddedilmesinin anayasal koruma altındaki ifade özgürlüğüne aykırı olduğu vurgulanmıştır.[6]

4- La Mafia se sienta a la mesa

Kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle “La Mafia se sienta a la mesa” markası EUIPO tarafından hükümsüz kılınmıştır. İtalya hükümeti, “Mafia” ibaresinin suç örgütleriyle ilişkilendirildiğini ve bu kelimenin kullanımıyla İtalyan mutfağının olumlu imajının manipüle edileceğini savunmuştur. Her ne kadar marka sahibi bu karara itiraz etse de EUIPO Temyiz Kurulu itirazı reddetmiştir. Sonrasında ABAD Genel Mahkemesi de EUIPO’nun kararını onaylayarak, “La Mafia” ibaresinin suç örgütlerini hatırlatması nedeniyle kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı olduğuna karar vermiştir.[7]

5- Cannabis Store Amsterdam

ABAD Genel Mahkemesi, “Cannabis Store Amsterdam” markasıyla ilgili davada, “Cannabis” kelimesinin ve stilize kenevir yapraklarının uyuşturucu maddeyi çağrıştırdığına ve bu nedenle markanın kamu düzenine aykırı olduğuna karar vermiştir. Mahkeme, markanın sadece ilgili ürün ve hizmetleri sunulan kişiler değil, genel halk tarafından da olumsuz şekilde algılanacağını belirtmiş ve uyuşturucu maddelere açık ve dolaysız bir referans yapılmasının kamu düzenine aykırı olduğunu vurgulamıştır.[8]

COVIDIOT Markasının Değerlendirilmesi

EUIPO Büyük Temyiz Kurulu kararında, marka incelenirken ilk bakışta göze çarpan ve tüketicinin dikkatini çekecek kısmın koyu siyah karakterlerle yazılı IDIOT ibaresi olduğuna vurgu yapılmıştır.  Ardından, COVID ibaresinin Corona Virüs isimli, hayli bulaşıcı ve ölümcül olan bir hastalığı belirttiği ve bu ibarenin Avrupa Birliği’nin her yerinde kullanıldığı ifade edilmiştir. Kararda COVID-19 hastalığı açıklanarak, hastalığın etkisinin büyüklüğü belirtilmiştir. Ayrıca, COVIDIOT ibaresinin, başvuru sahibinin iddia ettiğinin aksine, “COVID-19’un yayılmasını önlemek için tasarlanmış sosyal mesafe kurallarına uymayı reddederek diğer insanları rahatsız eden bir kişi” olarak Oxford sözlüğünde, “COVID-19 bulaşıcı hastalığını yayma riski taşıyan aptalca davranışlarda bulunan biri” olarak Cambridge sözlüğünde, “COVID-19 salgını sırasında kamu güvenliğine ilişkin yönergeleri ve kuralları göz ardı eden, gereksiz yere malzeme istifleyen vb. kişi” olarak Collins sözlüğünde ve “kamu sağlığı ve güvenliğine ilişkin uyarıları dikkate almayan biri” olarak ise Urban sözlüğünde yer edindiği ifade edilmiştir. Söz konusu tanımlara uygun olarak da başvuru sahibi her ne kadar kimsenin aşağılanmadığını iddia etse de kararda yer verildiği ve açıkça görülebildiği üzere marka başvurusunda “soytarı şapkası” kullanılmış olup , soytarı şapkası açıkça bir “aptalı/ahmağı” sembolize etmektedir. Bu hususlar ve hepimizi neredeyse 2 yıl boyunca evimize hapseden COVID hastalığının etkileri ve önemi, kararda ayrı bir başlık olarak “Tüm Zamanın En Ölümcül Pandemilerden Birinin Önemsizleştirilmesi” başlığı altında incelenmiş olup yukarıda da kısaca bahsedildiği üzere daha da detaylandırılarak marka başvurusunun oyun ticaretinde kullanılmasının pandeminin ciddiyetini küçümsemekte ve dolayısıyla bu hastalığın Avrupa Birliği’nin temel değerlerine verdiği ciddi zararı önemsizleştirmekte olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla, başvuru sahibinin bu ibarenin kimseyi sarsmayacağına/tiksindirmeyeceğine (shocking karşılığı kullanılmıştır) dair yaptığı savunmaya karşılık olarak Temyiz Kurulu, ihtilaflı markanın sadece bu salgının mağdurlarını ve ailelerini değil, aynı zamanda AB topraklarında bu markayla karşılaşan ve ortalama hassasiyet ve tolerans eşiğine sahip herhangi bir kişiyi rencide etmesinin muhtemel olduğunu ifade etmiştir.

Mal ve Hizmetler Bakımından

“COVIDIOT” markasının kullanımı, başvuru kapsamındaki mallara (metal klipsler (Sınıf 6); bilgisayar oyun yazılımları ve mobil uygulamalar (Sınıf 9); masa oyunları ve oyuncaklar (Sınıf 28)) ilişkin olarak uygunsuz ve saldırgan kabul edilmiştir. Bu markanın oyun ve oyuncaklarla ilişkilendirilmesi, pandemiden etkilenenler için incitici olarak değerlendirilmiş ve travmayı oyuna indirgeyerek önemsizleştirdiği belirtilmiştir. Mobil uygulamalar için ise pandemiyi önemsizleştirme riskinin daha da büyük olduğu belirtilerek genel olarak başvuru insan onuruna ve ahlaka aykırı olarak görülmüştür.

Temel Hak ve Özgürlüklerin Etkisi ile İfade ve Sanat Özgürlüğü Bakımından

Başvuru sahibi savunmasını sanat özgürlüğü, hiciv ile ilgili olarak temel haklara ve özellikle de ifade özgürlüğüne dayandırmıştır. Bu durum, temel hak ve özgürlüklerin marka başvurularının incelenmesinde önemli bir yer tuttuğu göstermektedir.  “Fack Ju Göhte” kararında; Avrupa Birliği Marka Tüzüğü doğrultusunda, bir markanın ahlak ilkeleri çerçevesinde reddedilmesi gerektiren sınırlar tanımlanmıştır. Temel haklardan olan başvuru sahibinin hakları ile kamu menfaatlerini koruyan hakların ise dengelenmesi ve ahlak ilkelerinin temel haklar ışığında yorumlanması gerekliliği de vurgulanmıştır. Aynı zamanda mahkeme, ifade özgürlüğünün marka hukukunda yeri olduğunu kabul etmekle birlikte, ifade özgürlüğünün marka hukukundaki ağırlığının sanat, kültür ve edebiyat gibi alanlara kıyasla daha az önemli olduğu görüşünü ortaya koymuştur.  

Ayrıca, ifade özgürlüğü, Avrupa Birliği Antlaşması’nın 2. maddesinde özetlenen Avrupa Birliği değerlerinde de yansıtıldığı üzere, demokratik ve çoğulcu bir toplumun temel taşlarından biridir. Temel Haklar Bildirgesi’nin 11. maddesi bu özgürlüğü siyasi tartışmalarda görüş bildirmenin ötesine taşıyarak, ticari ifadeyi de kapsayacak şekilde bilgi ve fikir alma ve ifade etme özgürlüğünü olarak düzenlemiştir. Mevcut davada inceleme; vatandaşların refahının, ekonomik çıkarlarının, dayanışmanın, karşılıklı saygının, sağlık ve yaşamın korunmasına odaklanarak yapılmıştır.

Başvuru sahibi, markasının tanınmış bir sanatsal ifade olan hiciv biçimi olduğunu ileri sürerek Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’ninsanat ve bilim özgürlüğünü güvence altına alan 13. maddesi uyarınca koruma talep etmiştir. Ancak, abartma ve çarpıtma ile karakterize edilen hiciv, sosyal meseleleri kışkırtmayı ve yorumlamayı amaçlamış olup sanat tam olarak tanımlanmamış olsa da her kışkırtıcı figüratif markanın sanat veya hiciv olarak nitelendirilmediği görülmektedir. Söz konusu basit figüratif işaretin  sanatsal eşiği karşılamadığı ve başvuru sahibinin sanatsal niyetinin dosya kapsamında kanıtlanmadığı tespit olunmuştur. Ayrıca, halkın işareti sanat olarak algıladığına dair bir göstergenin bulunmadığına işaret edilmiş ve bu nedenle, başvurunun 13. maddenin koruması altına girmeyeceği, girmiş olsaydı bile, Bildirge’nin 52(1) maddesi ve Avrupa Birliği Marka Tüzüğü 7(1)(f) maddesi tarafından getirilen sınırlamalara tabi olacağı hüküm altına alınmıştır. Sonuç olarak başvurusu yapılan markanın reddedilmesi gerektiği, çünkü ihtilaflı mallar için marka olarak kullanıldığında, gelmiş geçmiş en ölümcül salgınlardan birini, insan onuruna ve kabul edilmiş ahlak ilkelerine aykırı bir şekilde önemsizleştirdiği belirtilmiştir.

Ayırt Edicilik Bakımından

Büyük Temyiz Kurulu, başvurunun ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle de reddedilebileceği yönündeki yaklaşımı paylaşmış ve başvurunun ret nedenleri arasına ayırt edicilikten yoksunluğu da eklemiştir. “COVIDIOT” kelimesinin medyada ve sosyal ağlarda sıkça kullanılması, ticari bir kökenden ziyade belirli bir tarihi olayla bağlantılı bir terim olarak rolünü pekiştirmektedir ve başvuru sahibinin “Covid” ve “Idiot” arasındaki kelime oyununun ayırt edicilik kattığı iddiasına rağmen, bu açıklama yerinde ve yeterli görülmemiştir. Markanın siyasi ve sosyal çağrışımlarının, metal klipsler, bilgisayar oyun yazılımları, mobil uygulamalar ve masa oyunları gibi malların kökenini belirttiği şeklinde algılanmasını engellediği ortaya konmuştur.

Sayılan tüm tespitler çerçevesinde Büyük Temyiz Kurulu, başvuru sahibinin itirazını reddetmiştir. Kararın dayandığı temel tespitler; ölümcül bir virüsün adının bir oyun adı olarak önemsizleştirilmesi ve başvuru sahibinin salgından haksız bir kazanç elde etmek istemesi nedeniyle markanın ahlaka aykırı olarak algılanabilmesidir. Ayrıca, markayı oluşturan ibarenin, kamusal pandemiye ilişkin verilen mesajları önemsizleştiren ve bu önlemlerin ihlalini teşvik eden bir terime dönüşmesi halinde kamu politikasının ihlali anlamına gelebileceği de belirtilmiştir.

Sonuç

Markaların ahlaki değerler ve kamu düzeni kapsamında tescil edilebilirliği tartışılırken, sadece marka hukuku değil, aynı zamanda ifade özgürlüğü çerçevesinde de değerlendirilme yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla, bir markanın tescil edilmesi sürecinde ifade, düşünce ve sanat özgürlüğünün kapsamı, ahlaki değerler ile çakışabilmektedir ve bu durum bir sınırlama olarak değerlendirilebilecektir. Bu nedenle, ahlaki değerler ve kamu düzeni gibi subjektif kavramların objektif kriterler belirlenerek incelenmesi hem ifade özgürlüğü açısından hem de kararların bir bütünlüğe sahip olması açısından önemlidir.

EUIPO Büyük Temyiz Kurulu, bu karar kapsamında bazı kriterleri ortaya koyarak herkesi evine hapseden, toplumu derinden etkileyen ve tüm dünyayı kasıp kavuran, hayatlarımızı değiştiren ve kayıplar verdiren pandemi döneminin isminden esinlenerek oluşturulmuş marka başvurusu için bir değerlendirme yapmışsa da kararın bir noktada özgürlükleri sınırlamaya yönelik bir karar olduğunu yönünde görüşler de mevcuttur. Bu yazıyı kaleme alanlar olarak biz de Büyük Temyiz Kurulu kararının özgürlükleri sınırlandırma eşiğini aştığını düşünmekteyiz.  

Gülçen ATASEVER BAŞCI

gulcenatasever@gmail.com

Başak Ayşe ORTAK

basakortak006@gmail.com

SAMET KARABİDEK

samet_karabidek@hotmail.com

Temmuz 2024


DİPNOTLAR

[1] Coğrafi Yer Adlarının Tanımlayıcılığı – Euıpo Temyiz Kurulu Büyük Kurulu “Inmobiliaria Portixol” Kararı, Cansu Çatma Bilen, Önder Erol Ünsal, Kasım 2021 (https://iprgezgini.org/2021/11/22/cografi-yer-adlarinin-tanimlayiciligi-euipo-temyiz-kurulu-buyuk-kurulu-inmobiliaria-portixol-karari/ )

[2] “OHIM Büyük Temyiz Kurulu’nun ‘Papagayo Organic’ Kararı: Fransız Tüketiciler İçin ‘Şarap’ Ve ‘Rom’ Benzer Midir?”, H. Tolga Karadenizli, Eylül, 2015 (https://iprgezgini.org/2015/09/14/ohim-buyuk-temyiz-kurulunun-papagayo-organic-karari-fransiz-tuketicisi-icin-sarap-ve-rom-benzer-midir/#:~:text=Birisi%20tasar%C4%B1mlarla%20ilgili%20itirazlarla%20ilgili,Grand%20Board%20of%20Appeal)%20g%C3%B6nderilebilmektedir. )

[3] (27/02/2020, C 240/18 P, Fack Ju Göhte, EU:C:2020:118, § 42)

[4] https://iprgezgini.org/2019/07/03/goethenin-kemiklerini-sizlatmak-mi-sizlatmamak-mi-fack-ju-gohte-markasi-hakkinda-adalet-divani-hukuk-sozcusu-gorusu/#:~:text=%E2%80%9CFuck%20You%20Goethe%E2%80%9D%20ifadesini%20T%C3%BCrk%C3%A7e,talebiyle%20EUIPO’ya%20ba%C5%9Fvuruda%20bulunur.

[5] https://iprgezgini.org/2024/06/04/abad-genel-mahkemesi-pablo-escobar-karari-onu-biliyoruz-ya-yaptiklarini/

[6] https://www.pckip.com/article/fuct-ban-immoral-scandalous-trademarks

[7] https://iprgezgini.org/2018/04/11/la-mafia-kelimesi-restoran-ismi-olarak-kamu-duzenine-aykiri-midir-adalet-divani-genel-mahkemesinin-karari-siz-ne-dusunursunuz-2/

[8] https://yasaman.av.tr/kamu-duzenine-ve-genel-ahlaka-aykiri-isaretlerin-marka-olarak-tescili-cannabis-ve-fackjugohte-kararlari/

AVRUPA BİRLİĞİ FİKRİ MÜLKİYET OFİSİ’NİN LORO PIANA KARARI: YALNIZCA DEKORATİF UNSURLAR İÇEREN POZİSYON MARKALARI YETERLİ AYIRT EDİCİLİĞE SAHİP DEĞİLDİR

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) 04.08.2023 tarihinde aşağıda görseli verilen 18 895 734  sayılı pozisyon markasını (“Marka Başvurusu”), tescil edilmek istendiği 25. sınıftaki, “Ayakkabılar, mokasen ayakkabılar, babouche mokasenler, sabotlar” ürünleri açısından ayırt edici karaktere sahip olmadığı gerekçesi ile reddetmiştir


EUIPO, ret kararına gerekçesinde ilk olarak Avrupa Birliği Marka Tüzüğü (“Tüzük”) m.7/1 uyarınca, markanın ayırt ediciliğinin tespitinde:

  1. Markanın tescil edilmek istendiği ürün ve hizmetler
  2.  İlgili tüketici kitlesinin dikkat düzeyi ve de
  3.  Markanın asıl işlevi olan kaynak gösterme fonksiyonun gerçekleşip gerçekleşmediğini değerlendirmiştir.  

Bu itibarla, eğer bir marka ilgili ürün ve hizmetler açısından, ilgili tüketici kitlesi nezdinde,  asli işlevi olan kaynak gösterme fonksiyonunu gerçekleştirmiyorsa, ilgili marka ayırt edicilikten yoksun sayılmaktadır.

EUIPO, aynı zamanda somut olaya konu ürünlerin hedef tüketici kitlesinin, ortalama seviyede bilinç ve dikkat düzeyine sahip olduğu ve bu olayda ilgili markanın pozisyon markası olarak kabul edilmesi için ürünün kendisinden farklı bir marka olarak algılandığını ortaya koyabilmesi gerektiği değerlendirmelerinde bulunmuştur.

EUIPO’ya göre, Marka Başvurusu, başvuruya konu mal ve hizmetlerin ticari kaynağına işaret etmemektedir. Pozisyon markası olarak tescil edilmek istenen ibare, sadece dekoratif nitelikte unsurlar içermektedir ve ürünün kendisinden farklılaşmamaktadır.  Ayrıca, Marka Başvurusu’nda yer verilen ayakkabıların üst kısmındaki dekoratif unsurların da ilgili ürün ve sektör açısından oldukça yaygın olduğu ve ayırt edici niteliğe haiz olmadığı vurgulanmıştır.

Bu itibarla EUIPO, Marka Başvurusu’nun unsurlarının yalnızca dekoratif unsurlardan oluşması ve mal ve hizmetlerin hitap ettiği ilgili tüketici kesimi nezdinde markanın kaynak gösterme fonksiyonunu yerine getirmeyeceği gerekçesi ile Avrupa Birliği Marka Tüzüğü (“Tüzük”) m.7/1 uyarınca Marka Başvurusu’nu reddetmiştir.

Başvuru Sahibi’nin Argümanları

Bahsi geçen ret kararın akabinde başvuru sahibi LORO PIANA S.P.A. (“Başvuru Sahibi”) , 18 Aralık 2023 tarihinde EUIPO’nun kararına itirazda bulunmuştur.

Başvuru Sahibi öncelikle ayakkabı sektöründe basit çizgi ve şekillerin ayakkabının dış kısmında kullanılmasının genel uygulama sayıldığını ve ilgili tüketicilerin, bahsi geçen şekilleri uzak mesafeden bile seçebildiğini belirtmiştir. Bu itibarla Marka Başvurusu’nda yer alan işaretler, ilgili tüketici kesimi açısından ayırt edici nitelik taşımaktadır.

Başvuru Sahibi aynı zamanda EUIPO’nun İtiraz Birimi’nin R 51/2006-4 sayılı dosyasına atıfta bulunmuştur. Emsal olarak sunulan bu dosyada aşağıda yer alan markadaki daire şeklinin pozisyonunun, boyutunun ve biçiminin, ortalama tüketiciyi ürünü üreten teşebbüse yönlendireceğine karar verilmiştir.


Başvuru Sahibi, yine EUIPO’nun İtiraz Birimi’nin R-2069/2020-4 sayılı dosyasını da emsal olarak itirazlarına sunmuştur. Atıfta bulunan dosya kapsamında, “ayakkabılarda belli tasarım, çizgi, geometrik şekil veya bunların kombinasyonlarının hep aynı pozisyonda yer almasının yaygın olduğu” belirtilmiş ve ortalama tüketicinin bu unsurları görmeleri üzerine ilgili markayı kolayca tanıyacakları da ifade edilerek aşağıda yer alan marka başvurusunun reddi kararı iptal edilmiştir.


Başvuru Sahibi aynı zamanda, Marka Başvurusu’nun spor amaçlı olmayan, günlük ayakkabılar açısından kullanılacağını ve de bu tür ayakkabılardaki şekil unsurlarının her zaman aynı pozisyonda, ayakkabının dış kısmında yer aldığını vurgulamıştır. Bu sayede ilgili şekiller uzaktan seçilebilmektedir.

Bu açıklamalara ek olarak Başvuru Sahibi, itirazları kapsamında Marka Başvurusu’na benzer/benzer unsurlar içeren çeşitli marka tescillerine de yer vermiştir:

–  Gucci tarafından başvurusu yapılmış 3474971 sayılı, üç boyutlu marka:

– Hermes tarafından başvurusu yapılmış 1218393 sayılı üç boyutlu marka:

– Sergio Rossi tarafından başvurusu yapılmış 018153472 sayılı pozisyon markası:

– Livia Fodera tarafından başvurusu yapılmış 018734154 sayılı pozisyon markası:


Ayrıca Marka Başvurusu’na konu ürünlerin lüks ürün niteliğinde olduğu (700 EURO – 2.000 EURO tutarında ürünlerdir) ve bu sebeple ilgili tüketici kesiminin dikkat düzeyinin, lüks ürünler açısından bilgi sahibi olmaları sebebiyle daha yüksek olacağı da belirtilmiştir.

 Aynı zamanda Marka Başvurusu’nda yer alan kilit ve kilit halkası şeklindeki metal süslerin 2005 yılından beri çeşitli ürünler üzerinde (çantalar, kıyafetler, ayakkabılar) kullanıldığı ve bu unsurların, sırasıyla 018840401 ve 018840443 numaralarıyla da üç boyutlu marka olarak EUIPO kapsamında tescil edildiği de belirtilmiştir. Bu nedenle, ilgili kullanımlar aracılığıyla Marka Başvurusu’nun doğal olarak ayırt edici olduğu kanıtlanmıştır.

Başvuru Sahibi itirazları kapsamında Marka Başvurusu’nda yer alan unsurların sahte ürün üreticileri tarafından kopyalandığını gösterir birçok emsal karar ve dosya sunmuştur ve de bir işaretin tecavüze konu olmasının o işaretin toplum tarafından bir marka olarak görüldüğünü açıkça ortaya koyduğunu vurgulamıştır.

İtiraz Argümanları’nın EUIPO Tarafından Değerlendirmesi

EUIPO, ilk olarak Tüzük’ün7/1 maddesi uyarınca ayırt edici niteliği bulunmayan işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceğini yeniden vurgulamıştır. Ayrıca, yerleşik içtihada göre de bir markanın tescil edilecek seviyede ayırt ediciliğe haiz olması için, ilgili tüketici nezdinde kaynak gösterme işlevi olması gerektiğini belirtmiştir.

EUIPO’ya göre, yukarıda belirtilen kriterler marka türlerine bağlı olarak değişmemektedir; ancak ilgili tüketici kesiminin algılayışı, marka türüne göre değişim gösterebilmektedir. Somut olaya konu Marka Başvurusu ise bir pozisyon markasıdır ve şekil ve üç boyutlu markalar ile benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte bu benzerlik, ayırt ediciliğe ilişkin incelemeler açısından herhangi bir önem taşımamaktadır.

EUIPO, Başvuru Sahibi’nin argümanlarını değerlendirirken, ilk olarak ayakkabıların üzerinde dekoratif unsurların kullanılmasının yaygın olduğunu, ancak, ilgili tüketicinin algısının bir kelime markası ve bir şekil markası açısından aynı olmayacağını ortaya koymuştur. Nitekim bir ürünün şekli ve yapısından ilgili ürünün ticari kaynağını anlaşılması, kelime veya şekil markalarına kıyasen çok daha zordur. EUIPO’ya göre bu tür markalarda, ancak ilgili sektörün normlarından çok farklı olan ve bu şekilde asli işlevlerini gerçekleştirebilen markalar ayırt ediciliğe haiz olacaktır.

Bununla birlikte EUIPO, Marka Başvurusu’nun piyasada sıkça görülen ve basit dekoratif unsurlar içeren ürünlerin sadece bir başka çeşidi olduğunu ve işaretin pozisyonu ve sunumunun, sektördeki norm ve teamüllerden dikkat çekici bir şekilde farklılaşmadığını belirtmiştir. Bu itibarla, Marka Başvurusu’nun unsurları tek başlarına, tüketicilere ürünün ticari kökeni hakkında bilgi verme niteliğine sahip değildir ve ilgili tüketici bahsi geçen unsurlarda, sektördeki normlar ve teamüllerden farklı olarak herhangi bir ayırt edicilik göremeyecektir.

EUIPO aynı zamanda emsal olarak sunulan kararların da somut olaya örnek teşkil etmeyeceğini, bahsi geçen kararlardaki markaların küçük de olsa kelime unsurları içerdiğini vurgulamıştır. Kaldı ki marka tescili kapsamında gelen koruma, hem üç boyutlu elementleri hem de ilgili kelime unsurlarını bir bütün olarak kapsamaktadır. Bu itibarla, Sergio Rossi veya Livi Fodera, Başvuru Sahibi’ne benzer şekilde, ayakkabılarının salt taban kısmı veya dili için münhasır hak iddiasında bulunamayacaktır.

EUIPO ayrıca, Marka Başvurusu’nun kullanılacağı ürünlerin lüks ve yüksek fiyatlı olmasının tüketici kesiminin ilgisini artırabileceğini, ancak bu durumun Marka Başvurusu’nun Tüzük’ün 7(1) maddesi kapsamında markanın ayırt edici niteliğini artırmayacağını belirtmiştir.

EUIPO aynı zamanda Marka Başvurusu’nun uzun yıllardır sektörde aktif olarak kullanılıyor olmasının, markanın ayırt ediciliği ve tüketiciler tarafından nasıl algılanacağı konusunda herhangi bir anlam ifade etmediğini belirtmiştir. Kaldı ki Marka Başvurusu’nda yer alan, sektörde kullanıldığı ve AB tescili bulunduğu belirtilen kilit ve kilit halkası şeklindeki metal süslerin “LP” ve “LORO PIANA” kelime unsurlarını barındırdıkları ancak redde konu başvurunun ilgili ürünün ticari kaynağını gösterir herhangi bir kelime unsuru içermediği vurgulanmıştır.

EUIPO, Başvuru Sahibi tarafından yapılan sahte ürün açıklamalarının da somut olay açısından uygulanmayacağı değerlendirmesinde bulunmuştur. Nitekim birçok kıyafet, ayakkabı ve benzeri ürün, marka/tasarım korumasından yararlanmasa da sahteciler tarafından kopyalanmaktadır.

Sonuç

Bu değerlendirmeler ışığında EUIPO, Başvuru Sahibinin argümanlarının, işaretin ayırt edici niteliğe haiz olduğunu ve sektördeki normlardan ayrıştığını herhangi bir şekilde göstermediği sonucuna varmıştır. İşaret, sunum amacıyla eklenmiş çeşitli unsurlardan oluşmaktadır ki ortalama tüketici bu unsurları dekoratif olarak algılayacaktır. Bu sebeple ilgili işaret, markanın asli işlevini yerine getiremeyecek ve tüketiciyi markanın ticari kaynağına yönlendirmeyecektir.

Bu itibarla EUIPO, Başvuru Sahibi’nin itirazını ve 18 895 734 sayılı Marka Başvurusu’nu Avrupa Birliği Marka Tüzüğü’nün 7/1(b) maddesi uyarınca reddetmiştir.

Mine GÜNER                              

mine.guner@gmail.com           

Onur SAYHAN

sayhanonur@gmail.com

Temmuz 2024

ABAD GENEL MAHKEMESİ PABLO ESCOBAR KARARI: ONU BİLİYORUZ YA YAPTIKLARINI?



Başvuru sahibi ESCOBAR INC. 30 Eylül 2021 tarihinde, “Pablo Escobar” ibaresini kelime markası olarak tescil ettirmek için Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’ne başvuruda bulunmuştur. Söz konusu marka başvurusu oldukça geniş bir mal ve hizmet listesi için tescil edilmek istenmiş ancak 1 Haziran 2022 tarihinde yapılan inceleme sonucunda, söz konusu başvuru Avrupa Birliği Marka Tüzüğü’nün 7/1-f maddesi uyarınca kamu düzenine ve ahlaki ilkelere aykırılık gerekçesiyle tüm mal ve hizmetler bakımından reddedilmiştir.

Ret kararı akabinde başvuru sahibi 26 Temmuz 2022 tarihinde kararın iptali için EUIPO Temyiz Kuruluna (“Temyiz Kurulu”) başvurmuş, ancak Temyiz Kurulu söz konusu başvurunun kamu düzenine ve kabul edilmiş ahlak değerlerine aykırı olduğu gerekçesiyle itirazları reddetmiştir.

Tüm idari sürecin tamamlanması akabinde başvuru sahibi Temyiz Kurulu tarafından verilmiş olan kararın, Tüzüğün 7/1-f maddesine aykırı olması, usulü bir itiraz olan yine Tüzüğün 94/1 maddesinin ihlal edilmiş olması ve AB Temel Haklar Şartı’nın 48/1 maddesinde yer alan “Masumiyet Karinesinin” ihlal edilmiş olması gerekçeleriyle Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesine (“Genel Mahkeme”) başvurmuştur.

Yapılan bu itirazlar Genel Mahkeme tarafından incelenmiş ve 17 Nisan 2024 tarihli T‑255/23 sayılı kararla sonuçlandırılmıştır.

Söz konusu kararın ayrıntılarına geçmeden önce kararda da bolca atıfta bulunan Pablo Escobar’ın hayatına kısaca değinmemiz faydalı olacaktır. Özellikle geçtiğimiz yıllarda yayınlanmış olan Narcos dizisi ile birlikte bilmeyeni oldukça aza inmiş olan Pablo Escobar, 1 Aralık 1949 tarihinde Kolombiya’da doğmuştur. Söylenenlere göre yasa dışı işlerine gençlik yıllarında sahte diploma satarak başlamış ve bu yasa dışı fiillerini müzik seti kaçakçılığı, mezar taşı hırsızlığı ile araba hırsızlığı takip etmiştir. İlk kez bu fiillerinden dolayı tutuklanmış ancak bu tutukluluk onun, ileride dizilere konu olacak, 1970’li yıllarda kurulan Medellin kartelinin kilit adamı olmasının önüne geçememiştir. Söz konusu kartel ile birlikte zenginliğine zenginlik katmış ve kaçak olduğu dönemde kızını sıcak tutabilmek için 2 milyon doları yakmış olmasıyla zihinlere kazınmıştır.

Sadece yönettiği kartel ile değil sahip olduğu hayvanat bahçesinde 200’e yakın hayvan çeşidine ev sahipliği yapmasıyla akıllara kazınmıştır. Ölümü akabinde ise sahipsiz kalan su aygırlarının kontrolsüz çoğalması ile çiftliklerin birçoğu ve halk zarara uğramıştır.

Bahsi geçen ve dahası olan kötü ününün yanında yoksullar için yaptırdığı hastaneler, stadyumlar, konutlar sebebiyle halkın bir kısmı tarafından Robin Hood olarak anılmaktadır. Bu popülaritesi 1982 yılında yedek kongre üyeliğe seçilmesiyle kanıtlanmıştır. Ancak, suç faaliyetlerini ortaya döken bir kampanyanın sonucunda istifa etmek durumunda kalmıştır.

1991 yılında polise teslim olmayı kabul etti ve şartı kendi hapishanesini inşa etmesine izin verilmesiydi. Yetkililer tarafından kabul edilen bu talep sonucunda gece kulübü, saunası, şelalesi olan bir hapishane inşa edilmiş oldu. Fakat söz konusu lüks hapis hayatı uzun sürmedi daha az konforlu bir hapishaneye sevk edilirken kaçtı ve tekrar yakalanma süreci sırasında öldürüldü.

Başvuran, kamu ahlakı ve ahlak ilkelerinin üye devletten üye devlete değişebileceğini, söz konusu ilkeleri Avrupa Birliği (“AB”) kapsamında genellemenin mümkün olmadığını, dolayısıyla yapılacak olan incelemelerde söz konusu ilkelerin dar yorumlanması gerektiği halde toplumun tamamına mal edilerek bir değerlendirme yapılmış olmasının yanlış olduğunu belirtmiştir.

Başvurana göre Temyiz Kurulu, İspanyol halkının, söz konusu markayı ahlaka aykırı olarak değerlendirip değerlendirmediğini incelememiş, bunun yerine 7/1-f maddesini oldukça geniş bir şekilde uygulamıştır. Oysaki Pablo Escobar, Kolombiya’da yoksul insanlar adına yapmış olduğu birçok hayırsever girişimleriyle bilinen, milyonlar tarafından izlenilen ve sevilen bir dizi ile yaşamı ele alınan ve Kolombiya’nın Robin Hood’u olarak anılan bir kimse olarak belirtilmiştir.

Kolombiya’nın Robin Hood’u göndermesinden yola çıkılarak, bu ibarenin Tüzüğün 7/1-f maddesine aykırı bulunmayarak tescil edilebilirliği sorgulanmış, benzer markaların AB genelinde tescilli olmasına karşın bu argümanların Temyiz Kurulu tarafından dikkate alınmamasının eksik bir değerlendirmeye sebep olduğu vurgulanmıştır. Çünkü başvurana göre benzer bir örnek olan Robin Hood karakteri her ne kadar hırsızlar ile özdeşleştirilmiş olsa da Pablo Escobar ibaresinin karşılaştığı sonuçlar ile karşılaşmamıştır.

Başvurana göre Temyiz Kurulu 7/1-f maddesine dayanarak ortaya koyduğu ret sebeplerini açık bir şekilde belirtme yükümlülüğünü yerine getirmemiş ve Tüzüğün 94/1 maddesini ihlal etmiştir. Temyiz Kurulunca yapılan incelemelerde, başvuran tarafından belirtilen aynı özelliklere sahip benzer tescillerin hiçbir şekilde dikkate alınmaması, mevcut davada aynı yönde bir karar vermenin gerekli olup olmadığının özel bir dikkatle irdelenmemesi sebepleriyle içtihada aykırı bir yargılama yapıldığı belirtilmiş ve usule itiraz edilmiştir.

Başvuran Temyiz Kurulu’nun kamu düzeni ve kabul edilmiş olan ahlak ilkeleri altında çok geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu ve bu yetkiyi kullanırken “Masumiyet Karinesinin” ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yapılan değerlendirmelerde, ilgili kamu ile başvuru sahibi arasındaki menfaat dengesinin göz ardı edildiğine vurgu yapmıştır. Başvurana göre, Pablo Escobar’ın herhangi bir mahkumiyeti bulunmamaktadır ancak mahkûm edilmeden önce polis tarafından öldürüldüğü için mahkûm edilmediği ön kabulü doğrultusunda taraflı davranıldığı ve kamu düzeni/ahlak ilkeleri altında orantısız bir yetki kullanıldığını belirtmiştir.

EUIPO savunmasında tüm itiraz gerekçelerinin haksız olduğunu belirtmiştir.

1. 2017/1001 sayılı Tüzük’ün 7/1-f maddesinin ihlali iddiasıyla ilgili olarak Genel Mahkeme; başvuranın ortaya attığı argümanları değerlendirmiş ve kamu düzeni/genel ahlak gibi ilkeler bakımından yalnızca AB’nin tüm üye devletlerinde ortak olan koşulların değil aynı zamanda her bir üye devletin söz konusu devletlerdeki ilgili kamuoyunun algısını etkilemesi muhtemelen olan özel koşulların da dikkate alınarak inceleme yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Kaldı ki başvuran tarafından İspanyol halkının algısının dikkate alınmadığı belirtilmiş olmasına karşın, özellikle bu halkın algısının dikkate alındığı ve halkın ihmal edilemeyecek bir çoğunluğunun Pablo Escobar’ı uyuşturucu baronu olarak gördüğü ve narko-terörizm sembolü olarak algıladığı belirtilmiştir.

Pablo Escobar’ın atıfta bulunulan suçlarla ilişkilendirilmesi İspanya halkının azımsanmayacak çoğunluğu tarafından pek tabi AB üyesi ülkelerinin de tamamı bakımından etik ve ahlaki değerlere ters düştüğü inkâr edilemez bir gerçek olarak görülmüş ve Temyiz Kurulu tarafından yapılan değerlendirmelerde bu hususlar temellendirilmiştir.

Dolayısıyla, söz konusu markanın tescili halinde Pablo Escobar’ın lideri olduğu Medellin karteli tarafından zarara uğramış, can ve mal kayıplar vermiş binlerce insanın çektiği acıların önemsizleştirilmesi kabul edilebilir bulunmamıştır. Ortaya çıkan bu sonuçlar doğrultusunda, Pablo Escobarı’ın Kolombiya’nın Robin Hood’u olarak anılmasının, yaşanılanların görmezden gelinmesini mümkün kılmadığı ve değersizleştiremeyeceği belirtilmiştir.

2. İkinci olarak Tüzüğün 94/1 maddesinin ihlaline ilişkin itirazlar değerlendirilmiş ve Temyiz Kurulu’nun vermiş olduğu kararlarda tüm gerçeklere ve hukuki noktalara değinme yükümlülüğü olmaksızın açık ve net bir şekilde değerlendirmelerini ortaya koyma yükümlülükleri olduğunu ve bunun yerine getirildiği belirtilmiştir.

Kaldı ki Temyiz Kurulu’nun, tarafların kendilerine sunduğu her argüman hakkında görüş bildirmek zorunda olmadığını, belirleyici öneme sahip olgulara ve hukuki değerlendirmelere atıfta bulunulmasının yeterli olduğunu konuya ilişkin bir içtihada atıfta bulanarak belirtmiştir[1].

Somut olay bakımından redde gerekçe olan kamu düzeni ve kabul edilmiş olan ahlak ilkelerine aykırılığın açık ve net bir şekilde gerekçelendirildiği vurgulanmıştır.

Ek olarak, benzer markalar bakımından var olan tescillerin dikkate alınmadığı ve aynı yönde karar verilmediği itirazları bakımından ise eski yıllarda yaşamış, haklarındaki saldırganlık yönündeki kamu algısının zamanla azalmış olabileceği suçluların isimleriyle ilgili tesciller ile Pablo Escobar ibaresinin karşılaştırılabilir olmadığını, Temyiz Kurulu’nun verilmiş olan eski kararlar ile bağlı olmadığını, olsa dahi Pablo Escobar’ın popülaritesini ortaya koyan kanıtların, bu popülaritenin kamuoyu önünde iyi yönde olacağı anlamı taşımadığını belirtmiştir.

3. Son olarak, Genel Mahkeme AB Temel Haklar Şartı’nın 48/1 maddesine ilişkin itirazları değerlendirmiş ve verilen karar ile “Masumiyet Karinesi”nden sapılmadığını, tarafların menfaat dengesinin korunduğunu vurgulamıştır. Genel Mahkeme’ye göre Pablo Escobar’ın Kolombiya’da ya da herhangi bir Amerikan veya Avrupa mahkemesi tarafından mahkûm edilmemiş olmasına rağmen dönemin Kolombiya Hükümeti ile yapılan bir anlaşmanın parçası olarak gönüllü bir şekilde hapis yatmayı kabul etmiş olması, halk genelindeki algısını değiştirmemiş tam tersi söz konusu olduğu büyük acılara neden olan organize suçun saldırgan bir sembolü olarak algılanmasını tersi yönde etkilememiştir.


Tüm bu açıklamalar doğrultusunda Genel Mahkeme davanın reddedilmesine karar vermiştir. Bu noktada karar; popüler kültürü şekillendiren ve Dünya’nın bir çoğunluğu tarafından bilinen karakterlerin/kimselerin; diziler, belgeseller, filmler ile tanınmış hale gelmelerinin, sahip oldukları popülariteyi ve tanınmışlığı olumlu yönde etkilese de kamuoyu önündeki algıyı değiştirmediği ortaya konmuştur. Özellikle son yıllarda, katillere ilişkin belgesellerin, gerçek yaşanmış olaylara dayanan suç dizilerinin bu denli yaygınlaşmış ve talep görüyor olmasının; ele alınan karakterlerin kamu politikalarına ve genel ahlak ilkelerine aykırılıklarını etkilemeyeceği ortaya konmuştur.

Hem EUIPO hem ABAD tarafından yapılan değerlendirmelerde tanınmışlığın ve popülaritenin mutlaka olumlu olarak algılanmaması gerektiği ve lehe yorumlanarak kamu düzeni ile kabul edilen ahlak değerlere aykırılık hususlarını ortadan kaldırmasının mümkün olmadığı bir kez daha vurgulanmıştır.

Son durumda, Pablo Escobar’ın karşılaştığı problemler ile başa çıkma yolu olan “plata o plomo”[2]nun söz konusu başvuru için uygulanabilir olamaması sürecin başvuran lehine dönmesi imkansız hale getirmiştir.

Cansu ÇATMA BİLEN

cansucatma1@gmail.com

Haziran 2024


DİPNOTLAR

[1] Ruwido Austria v. EUIPO, T-649/18, p. 41.

[2] gümüş” (rüşvet) ya da “kurşun” (mermi)

Şekil Markası Tescilinde Uzman Tarafından Görünenin Ötesinde Çıkarım Yapılmaması Gerekir


Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Dördüncü Temyiz Kurulu, 5 Nisan 20234 tarih ve R 2246/2023-4 sayılı kararında, şeklinden oluşan marka başvurusunun tescil edilebilirliğini değerlendirmiştir. Söz konusu karara bu linkten ulaşılabilir.

Uyuşmazlığın özeti

Marka başvuru sahibi Skechers, 17 Şubat 2023 tarihinde aşağıdaki şekil markasının 25.sınıfta ayakkabılar için AB markası olarak tescilini istemiştir:


Dosyayı inceleyen uzman, 3 Mart 2023 tarihinde başvuru sahibine bildirim göndererek aşağıdaki hususlardan dolayı AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(b) kapsamında markanın tescil edilebilir olmadığını belirtmiştir:

  • İlgili ortalama tüketici, bu işareti başvuru kapsamındaki mallar yönünden sadece bilgi verme amaçlı bir işaret olarak algılayacaktır.
  • Bu işaretle anlatılmak istenen ve tüketiciye verilen bilgi, ayakkabıların eğilip bağcık bağlamaya gerek olmadan doğrudan giyilebilecekleri şeklindedir. Dolayısıyla bu işaret, kaynak gösterme fonksiyonu içeren bir marka olarak görülmeyecek, sadece bir kullanım yönergesi/talimatı olarak algılanacaktır.
  • İşaretin yarattığı genel etki bir marka olarak mesaj vermek değil, resimler aracılığıyla yaratılan anlamlı işaret veya simge (resim yazı – “pictogram”) olarak tanımlanmıştır.
  • Bu nedenlerle de ayırt ediciliği haiz değildir.

Marka başvuru sahibinin bu bildirime karşı sunduğu cevaplar ise özetle aşağıdaki gibidir:

  • Uzman tescile itirazını yeterince iyi gerekçelendirememiştir. Zira işaret ima içermektedir ve belli bir miktar yorum gerektirmektedir. Mallarla ilgili olarak açık ve doğrudan bir anlamı bulunmamaktadır. Yaygın bir işaret olmadığı gibi yalnızca bir “pictogram” da değildir. Bu işaretin mallarla ilgili olarak doğrudan fark edilebilir bir anlamı olmadığı gibi anlamak için belli zihinsel adımlar (“mental steps”) gereklidir.
  • Piyasada bağcıklarla bağlanmayı gerektirmeyen ayakkabıların olduğu doğru olmakla birlikte, söz konusu işaretten alınabilecek tek mesaj bir kişinin yere doğru eğildiği veya uzandığıdır; bu da esasında ayakkabıdan bağımsız nedenlerden dolayı birçok anlama gelebilir. İşarette ayak görseli bile bulunmadığı gibi kollar da ayakların olacağı yeri hedef almamaktadır.
  • Ayrıca, UKIPO’nun Birleşik Krallık’taki ana dili İngilizce olan kişilerin algısını yansıtan aynı işaretin tescili kararı ve yine 25.sınıfta önceki tarihli var olan AB marka tescilleri de dikkate alınmalıdır.

Yine de uzman, 29 Eylül 2023 tarihinde aşağıdaki gerekçelerle AB Marka Tüzüğü’nün m. 7(1)(b) uyarınca marka tescil başvurusunun reddine karar vermiştir:

  • İşaretin ortalama tüketiciye ilettiği mesaj bilgi vericidir. ‘(bağlamaya) gerek olmadığı’ bilgilendirici mesajı, içinden çapraz bir çizgi geçen bir daire ile güçlendirilmiştir. Ayakkabılarla ilgili olarak işaret, kullanıcıların ayakkabıyı giymek için eğilmelerine gerek kalmadığının bir göstergesi olarak görülecektir çünkü bu ayakkabılar içine basarak/ayağı kaydırarak giymek üzere tasarlanmıştır ve bu durum başvuru sahibinin internet sitesinin ekran görüntülerinden de açıkça anlaşılmaktadır.
  • İşaret her ne kadar belli oranda stilize edilse de zihinsel hiçbir çaba harcamadan kullanım yönergesi veya talimatı olarak algılanacaktır.
  • Bahsi geçen önceki markalar bağlayıcı değildir ve karşılaştırılamaz. Yasalara aykırı olarak tescil edilen markalar iptal sürecine tabidir. Somut olayda marka başvurusu ayırt edici değildir.

Temyiz Kurulu kararı

Başvuru sahibi kararı temyiz etmiştir. Temyiz Kurulu kararı ve gerekçeleri ise aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • Yerleşik içtihatlara göre, bir işaretin AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(b) amaçları doğrultusunda ayırt edici karaktere sahip olması için, tescil başvurusunda bulunulan mal veya hizmetlerin belirli bir kaynaktan geldiğini belirlemeye hizmet etmesi gerektiği, böylece markalı ürün veya hizmeti satın alan tüketicinin deneyimi olumluysa daha sonra tekrar bu malı veya hizmeti satın almak veya edinmek istemesi, olumsuz ise de yeniden edinmekten kaçınmak için fırsatı olması gerektiği belirtilmiştir.
  • AB Marka Tüzüğü m.7(1)(b) kapsamında resen reddedilmemesi için markada minimum düzeyde ayırt ediciliğin bulunmasının yeterli olacağı belirtilmiştir. Bu hüküm çerçevesinde, bir markanın ayırt edici karaktere sahip olabilmesi için, tescili istenen ürünlerin belirli bir teşebbüsten kaynaklandığının belirlenmesine ve dolayısıyla bu ürünlerin diğer teşebbüslerin ürünlerinden ayırt edilmesine hizmet etmesi gerekir.
  • Marka başvurusu kapsamındaki 25.sınıftaki ayakkabı mallarının genel tüketiciye hitap ettiği ve bu nedenle de dikkat seviyesinin ortalama olduğu belirlenmiştir. İşaret yalnızca şekilden oluştuğu ve yazı içermediği için tüm AB üye ülkeleri nezdinde herhangi bir dil farkı olmadan aynı şekilde algılanacağı not edilmiştir.
  • Temyiz Kurulu, uzmanın işaretin anlamını bilinene ve gözleme dayanan tahminin çok ötesinde değerlendirdiği konusunda başvuru sahibi ile aynı düşüncededir. Şekildeki çöp adamın ne yaptığı tam olarak anlaşılamamakla birlikte, daire içinde çapraz çizgiden bu yaptığının yasak olduğu veya bu harekete izin verilmediği açıktır.
  • Çöp adamın bir kolu figürün arkasına yerleştirildiği ve diğer kolu öne baktığı için, marka kapsamdaki mallar bakımından düşünüldüğünde dahi ayakkabı giymek veya üzerine basmak amacıyla eğildiğinin nasıl anlaşıldığı açık değildir. Örneğin bu hareket ancak çömelmek için eğilmeye başlamak gibi bir pozisyon olarak algılanabilir. İncelemeyi yapan kişi tarafından yalnızca şeklin kendisine atfedilen söz konusu mesajın, esasında ürün bağlamında ekstra adımlar veya yaratıcılık gerektirdiği anlaşılmaktadır. Kurul, soyut olarak bilgi verici olan ve somut bir bilgi işaretinden başka bir şeyi hayal etmenin zor olduğu işaretlerin var olabileceğini kabul etse de, burada aktarıldığı iddia edilen bilgiler, koşmak ya da yürümek eylemlerinin evrensel temsili gibi açık veya tam değildir. Dolayısıyla bu kadar net bir çıkarımın ilgili tüketici algısına yansıtılması mümkün değildir.
  • Çöp adam eylemi kolaylıkla tanımlanabilse ya da mallarla ilişkilendirilebilse bile işaret, tasvir edilen eylemin yasak olduğu duygusunu açık bir şekilde vermektedir. İzin verilmeyen bir eylem, uzmanın atfettiği gibi bir istifade, yani bağlamak için eğilmeye gerek kalmaması anlamına gelmemektedir.
  • Bu nedenle, mallarla ilgili bir bilgi işareti veya bu malların bazı fonksiyonlarını veya faydalarını gösteren bir “pictogram” veya fiili bir kullanım talimatı gibi genel bir izlenim bulunmamaktadır. Aktarılan mesaj temel, yaygın veya evrensel değildir ve bu şekilde de yorumlanmayacaktır.
  • Uzman esasında kendisi ne doğru ne de bilgilendirici olan bir ‘(bağlamaya) gerek yok’ mesajı yaratmıştır. Bu nedenle böyle bir mesaj, içinden çapraz bir çizgi geçen (yasaklayıcı) bir daire ile pekiştirilemez. Kurul, ayakkabılarla ilgili olarak, bu yönde açıklayıcı bir anlamsal mesajın bulunmaması karşısında bu işaretin ayakkabıların içine basarak/ayağı kaydırarak giymek üzere tasarlandığından kullanıcıların ayakkabıları giymek için eğilmelerine gerek olmadığına dair bir işaret olarak görüleceğini düşünmemektedir ve bu durumun internet sitesi ekran görüntülerinden de açıkça anlaşıldığı kanaatinde değildir.
  • Başvuru sahibinin de belirttiği gibi markanın AB Tüzüğü m. 7/1(b) kapsamında resen ret nedenini aşabilmesi için minimum düzeyde ayırt edicilik yeterli olduğundan ve somut olayda ilgili tüketicinin işareti ilgili mallar yönünden kaynak gösterme işlevi bulunan bir şekil markası olarak algılayacağından ret kararı kaldırılmış ve başvurunun tescil işlemlerinin devamına karar verilmiştir.
  • Bu doğrultuda, zaten işaretin kendiliğinden en azından minimum düzeyde ayırt ediciliği bulunduğuna karar verildiğinden, önceki diğer marka tescillerinin karşılaştırılmasına veya değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

Burada gerçekten uzman tarafından işaretin kendisinin ilgili mallar bakımından değerlendirilmesinin ötesinde bir inceleme yapıldığı, başvurulan şekilden ayakkabıların eğilmeye gerek olmadan giyilebileceği gibi bir anlamın bu ayakkabılar ile ilgili hali hazırda bilgi sahibi olup yaratıcı bir şekilde düşünmeden ortaya çıkamayacağı kanaatindeyiz. Şekil ilk görüldüğünde doğrudan zihinde canlanan anlam bu değildir. İşaretin üzerinde biraz düşünüp ne anlama geldiğinin yorumlanması gerekmektedir.

Aslında gerek kalmaması nedeniyle somut olayda üzerinde durulmamış olsa da Paris Sözleşmesi kapsamında önceki menşe ülke tescillerinin diğer taraf devletlerdeki ayırt edicilik değerlendirmesinde dikkate alınması gereken bir unsur olduğu da not edilmelidir. Zira Paris Sözleşmesi madde 4 mükerrer 6 gereği bir birlik ülkesinde tescil edilen markanın diğerlerinde de korunması ilkesi mevcut olup ayırt ediciliğin bulunduğuna ilişkin değerlendirmede bu önceki tarihli marka tescilleri önem teşkil edebilecektir.

Alara NAÇAR SEÇKİN

Mayıs 2024

nacar.alara@gmail.com

EUIPO TEMYİZ KURULU’NDAN PRADA İKONİK ÜÇGEN DESENİ KARARI


Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Temyiz Kurulu, 19/12/2023 tarihinde Prada’nın ikonik üçgen deseninden oluşan marka başvurusuna ilişkin olarak, desenin ayırt edici olmadığı gerekçesiyle ret kararı verdi. Söz konusu karar, gerekçelerinin dayandığı kapsam ve sektörel olarak yapılan değerlendirmeler bakımından özellik arz etmektedir. Yazıda detaylı olarak ele alınacak kararın İngilizce metnine bu bağlantıdan erişilmesi mümkündür.

NELER YAŞANDI?

Prada, aşağıda görseline yer verilen desenin tescili için EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur:


Başvuru kapsamında 3,9,14,16,18,24,27,28,35. sınıflara dahil mal ve hizmetler bulunmaktadır.

EUIPO ilk incelemesinde inceleme birimi uzmanı, başvurunun AB Marka Tüzüğü (EUTMR) 7(1)(b) uyarınca ayırt edici olmadığı gerekçesiyle ret kararı vermiştir. Ayırt edicilikten yoksunluk kararının başlıca nedenleri aşağıdadır:

  • Tüketici kitlesi bilinçli tüketici olarak kabul edilmiş ve başvuruyu oluşturan görsel, aynı üçgen şeklinin açık ve koyu renkli varyasyonlarının birbirini tekrar eden ve marka örneğinin tüm yüzeyine yayılmış hali olarak değerlendirilmiştir.
  • Ofis, bu tarz desenlerin genellikle tekstil / giyim sektöründe, kıyafetlerde sıklıkla kullanılan materyallerde, çantalarda, dekorasyonlarda ve dış paketlemelerde kullanıldığını ve bu nedenle hedeflenen tüketici kitlesinin başvuruyu tipik bir süsleme olarak değerlendireceğini ve marka olarak algılamayacağını tespit etmiştir.
  • Söz konusu marka başvurusu 3, 9, 14, 16, 18, 20, 24, 25, 27 ve 28. sınıflara dahil mallar bakımından yalnızca dekoratif bir süsleme ögesi olarak görülmüş, 35. sınıfa dahil hizmetler bakımındansa sıradan bir dekoratif öge olarak değerlendirilmiştir.
  • Başvuruyu oluşturan işaret ilgili tüketici kitlesini harekete geçirecek, dikkat çekici bir işaret olmadığı gibi, kolaylıkla anımsanan ticari bir köken de belirtmemektedir.

Tüm bu nedenlerle ilgili sınıflarda başvuruyu oluşturan desen ayırt edicilikten yoksun bulunmuştur.

Prada’nın Görüşleri ve Ret Kararı

Başvuru sahibi yukarıdaki değerlendirmeye aşağıdaki nedenlerle katılmamaktadır:

Prada günümüzde lüks tüketimde tanınmış markadır ve markanın lüks tüketimdeki sık kullanımı, reklamı, tanıtımı ve kalitesi ile dünya çapında da tanınmış bir marka haline gelmiştir. Tanınmışlık, sadece PRADA kelime markasıyla sınırlı değildir ve markanın ikonik logolarını da kapsamaktadır ve ikonik logolardan birisi de incelenen başvuruyu oluşturan desen şeklidir.

Prada’nın ters çevrilmiş eş kenar üçgen desenli tarihi logoları daha önce EUIPO nezdinde tescil edilmiştir. Bu desen ve şekil markaları başvuru sahibi tarafından satılan emtialarda, sadece markasal olarak değil, aynı zamanda marka iletişiminin temel unsuru olarak da kullanılmaktadır.

Prada söz konusu desenin uygulamalarını aşağıdaki örneklerle desteklemiştir:

EUIPO bünyesinde hali hazırda ters üçgen içeren logoların tescil edildiğini ve başvurunun tüketici nezdinde PRADA markasını kaynak olarak gösterdiği yönünde de savunma yapılmıştır.

Dosyayı inceleyen uzman bu argümanlara karşılık olarak;

  • Marka başvurusunun sektörde yer alan üçgen-eş kenar üçgen modellerinden önemli derecede ayrışmadığını ve ilgili tüketici kitlesinin siyah-beyaz sık tekrarlanan eş kenar üçgen desenini marka olarak hatırda kalıcı şekilde anımsamayacağını,
  • Ters üçgen logosunun iddia edildiği üzere yalnızca PRADA tarafından kullanılmadığını, örneğin logosunda GUESS tarafından da kullanıldığını, bu bakımdan şekil markalarının tescilinde önceki ofis uygulamalarından ziyade Avrupa Birliği yargı sistemi tarafından Birlik Marka Hukukunun yorumlanmasına göre karar verileceğini, başvuru sahibi tarafından sunulan delillerin söz konusu marka için hatırı sayılır bir kullanım olduğunu, ancak kullanım yolu ile ayırt ediciliği sağlamaya yetmeyeceğini belirtmiştir. Dolayısıyla, başvuru sahibinin karşı argümanlarına rağmen başvuru kapsadığı tüm mal ve hizmetler bakımından reddedilmiştir.

Prada’nın Karara İtirazı ve Gerekçeleri

Prada ret kararına karşı EUIPO Temyiz Kurulu nezdinde itiraz etmiştir. Prada’nın itirazları kısaca aşağıdaki argümanlara dayanmaktadır:

  • Başvuru sahibi tarafından kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiasında bulunulmadığından, uzman tarafından bu yönden öne sürülen argümanlar ilgisizdir.
  • Başvuruya konu olan şekil özel bir şekildir ve desen markaları doğaları gereği genel olarak tekrar eden unsurlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla, marka başvurusunun düzenli tekrar içeren unsurlardan oluştuğu genel gerekçesiyle reddedilemez.
  • Siyah ters tekrar eden üçgen kombinasyonu tüketici için çok özel ve alışılmadık bir görsel efekt yaratmaktadır ve bu efekt, dolu şekiller ile boş nötr aralıkların birbirini izlemesinden kaynaklanmaktadır.
  • Basit ve yaygın bir desenin, ticari menşei göstermesi halinde marka olarak tescil edilmesi mümkündür.
  • EUIPO nezdinde ters döndürülmüş eşkenar üçgen figürünün ret kararına konu olmaksızın, tescil edildiği göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu şekil tek başına tescil ediliyor ise şeklin tekrar edilmiş halinden oluşan inceleme konusu başvurunun da tescil edilebileceği sonucuna varılmalıdır.
  • Uzman, başvurulan mallar için spesifik bir inceleme yapması gerekirken genel bir inceleme yapmıştır ve varılan “genel” sonuç yerinde değildir. Bu durum daha önceki benzer şekil markalarının tescil edilmesi ile de çelişkilidir.
  • Şeklin mallara ilişkin dekoratif etkisinden ziyade, şeklin marka olarak ticari bir menşe gösterip göstermediği incelenmelidir.
  • Markada kelime unsuru olsun olmasın, desenlerin ticari olarak kullanılması moda sektöründe ticari bir pratik haline gelmiştir ve ilgili tüketiciler genellikle aynı teşebbüsün mallarını/hizmetlerini sistematik olarak kullandıklarında, desen işaretlerine bir ayırt edicilik işlevi atfederler. Örneğin; Burberry, Louis Vuitton, Gucci, Fendi ve Céline gibi markalar yıllardır tescilli desenleri olan ürünler satmakta ve bu desenler halk tarafından menşe göstergesi olarak algılanmaktadır.
  • Başvuruyu oluşturan ikonik ters çevrilmiş eşkenar üçgen örneğinin, Prada’nın imzası niteliğinde olan ters çevrilmiş üçgen markalarının bir sonraki versiyonu olarak anlaşılacağı açıktır.

EUIPO Temyiz Kurulu Değerlendirmesi

Başvuru sahibinin karara itirazında sunulan gerekçeler, EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenmiş ve aşağıdaki şekilde değerlendirilmiştir:

  • Temyiz Kurulu; başvuru sahibi tarafından sunulan ek moda bloğu alıntıları, blog makaleleri ve dergileri içeren belgeleri, karar verilmeden önce sunulmuş olmaları, itiraz nedenleri ile bütünleyici deliller olmaları ve sunulan kayıtların ilk bakışta itiraz ile alakalı görünmelerini göz önünde bulundurarak, itiraz sonucu için kesin bir kanı oluşturmamak kaydı ile değerlendirmeye dahil etmiştir.
  • EUTMR 7(1)(b) bendi uyarınca, bir markanın ayırt ediciliği incelenirken, markanın kaynak gösterme fonksiyonunu yerine getirmesi ve başvurulan mal veya hizmetler bakımından, başvuru sahibi teşebbüsün mallarının ve hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından ve hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması beklenir.
  • Ayırt edici karakter incelemesi yapılırken, ürünün görünümünü içeren üç boyutlu markaların incelenmesi ile geleneksel markaların incelenmesi arasında herhangi bir ayrım olmasa da ilgili tüketicinin dikkat düzeyinin bu markalar için aynı olmayacağı da göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Yine ilgili tüketicinin dikkat düzeyi başvurulan mallar / hizmetler göz önüne alınarak belirlenecektir. Potansiyel tüketici kitlesi, malların ambalaj veya şekillerinden oluşan markalar için, geleneksel markalarda olduğu gibi malların ticari kaynağına ilişkin varsayımda bulunma alışkanlığı kazanmamıştır. Bu bakımdan üç boyutlu bir markanın veya desenin ayırt ediciliğini kanıtlamak, geleneksel markalara göre daha zordur.
  • Yerleşik içtihatlara göre tescil için başvurulan şekil, koruma kapsamı talep edilen malların olası şekillerine ne denli yaklaşırsa ayırt ediciliği o denli düşük olur. Bu nedenle incelemede sektörün gelenekleri gözetilmeli ve sektörün geleneklerinden esaslı biçimde farklılaşan markaların ayırt ediciliği sağladığı kabul edilmelidir.
  • Üç boyutlu markalar bakımından belirlenen söz konusu içtihatlar, ürünlere uygulanacak desenlerden oluşan marka başvurularında da uygulama alanı bulacaktır.
  • Başvurunun kapsadığı mal ve hizmetlerin ortalama tüketicisi, normal düzeyde bilinçlenmiş ve dikkatli tüketicidir. İnceleme konusu başvuru bakımından bu dikkat düzeyi ürünlerin fiyatına ve pazarlama koşullarına göre orta-düşük dikkat düzeyi ile yüksek dikkat düzeyi arasında değişiklik gösterebilir.
  • Kurul, kararda tartışılan üçgen şekilli desenin temel ve sıradan bir kumaş veya tasarım stili olduğunu, tüketicilerin bu deseni sıradan bir atkı veya dış yüzey dokusu olarak algılayacaklarını, başvurunun reddedilen mallar ve hizmetler bakımından sıradan geometrik bir desen olduğunu ve herhangi bir farklılık göstermediğini belirtmiştir. İlk aşamada dosyayı inceleyen uzman internet üzerinden söz konusu şekillerin uygulandığı ekteki görseller ile de bu savını desteklemiştir:
  • Başvuru sahibi, işaretin EUTMR 7(3) kapsamında kullanım sonucu ayırt edicilik kazandığı savına dayanmamıştır. Bu bakımdan, başvuru sahibinin başvuruya konu desen şeklinin sektörel olarak düzenli kullanım ile ilgili tüketici nezdinde bir marka çağrışımı yarattığı iddiası değerlendirmeye alınmamıştır.
  • Başvuru sahibinin, önceki benzer temalı başvuruların kabul edildiği ve işbu başvuru bakımından bu yönde karar verilmesi gerekliliği yönündeki itirazı ise; EUIPO’nun önceki kararlarının değil, Birlik mahkemelerince yorumlandığı şekliyle Birlik Marka Mevzuatının incelemede esas alınması gerektiği gerekçesiyle reddedilmiştir.

SONUÇ

EUIPO Temyiz Kurulu, Prada tarafından başvurusu yapılmış ve sadece desen şeklinden oluşan başvurunun reddedilmesi yönündeki EUIPO kararını yukarıda detaylı biçimde aktardığımız gerekçelerle yerinde bulmuş ve başvuru sahibinin itirazını reddetmiştir. Başvuru sahibi, itirazında kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiasına dayanmadığından, Temyiz Kurulu bu yönde inceleme yapmamıştır. Kanaatimce başvuru sahibinin, ciddi yatırımlar yaptığı ve yaygın biçimde kullanıldığı bilinen desen markasının reddedilmesi kararına karşı yaptığı itirazda kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiasına dayanmaması önemli bir eksikliktir.  Buna ilaveten, desen şeklinden ibaret markaların ayırt ediciliği bakımından, üç boyutlu markalara ilişkin içtihatların uygulandığı görülmektedir ve kanaatimce incelenen karar içerdiği sektörel tespitler bakımından da önem arz etmektedir.

Arda ÇETİN

av.ardacetin@gmail.com

Mayıs 2024

“Emoji”ler Marka Olarak Tescil Edilebilir Mi? EUIPO İkinci Temyiz Kurulu Hayır Dedi

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) İkinci Temyiz Kurulu, 1 Haziran 2023 tarih ve R 2305/2022-2 sayılı kararında, emoji’den oluşan marka başvurusunun tescil edilebilirliğini değerlendirmiştir. Söz konusu karara bu linkten ulaşabilirsiniz.

Uyuşmazlığı özetlersek, marka başvuru sahibi Aralık 2021 tarihinde aşağıdaki şekil markasının 36.sınıfta finans, emlakçılık ve taşınmazlarla ile ilgili birtakım hizmetler ve 37. sınıfta binaların bakımı, temizliği, yönetimi, inşaatı ve bunlara yönelik danışmanlık hizmetleri gibi bazı hizmetler için tescilini istemiştir:

Dosyayı inceleyen uzman, 18 Kasım 2022 tarihli kararıyla marka başvurusunu AB Marka Tüzüğü’nün m. 7(1)(b) ve bağlantılı m. 7(2) kapsamında başvurulan tüm hizmetler yönünden şu gerekçelerle reddetmiştir:

  • Marka başvurusunun ayırt edici niteliği kapsamındaki mal ve hizmetler çerçevesinde değerlendirilir. Somut olayda ilgili tüketici kesimi, ilgili konuda uzman olanlar da dahil, işareti bir emoji ifadesi olarak algılayacak ve tanıyacaklardır. Kararda “emoticon” olarak belirtilen bu ifade, duygusal bir durumu ifade etmek için kullanılan ve resimler aracılığıyla yaratılan anlamlı işaret veya simge (resim yazı – pictogram) olarak tanımlanmıştır. 
  • Başvuru konusu işaretin yaygın ve gerçekçi bir el işareti çizimi olduğu ve bunun Amerikan işaret dilinden gelen ve uluslararası tanınmışlığı olan, “Seni Seviyorum” anlamına gelen bir el işareti olduğu açıklanmıştır. 
  • İlgili tüketici kitlesinin de bu nedenle başvuruya konu işareti ayırt ediciliği haiz olmayan bir emoji olarak algılayacağı belirtilmiştir. Bu işaretin tüketici nezdinde bir izlenim bırakamayacak kadar basit bir emoji olduğu da not edilmiştir. Bu değerlendirmenin de esasen yerleşik içtihada uygun olduğu, zira yerleşik içtihada göre “emoticon” veya “smiley” gibi resim yazı simgelerinin genellikle neşe, heyecan, mutluluk gibi olumlu duyguları ifade etmek için reklamcılıkta ve özel konuşmalarda sıklıkla kullanıldığı belirtilmiştir. Bu yaygın ve geniş çeşitlilikte kullanımdan ötürü de ilgili tüketicinin bu işaretleri herhangi bir tür mal veya hizmet ile bağlantılı olarak yalnızca dekoratif unsur veya genel reklam mesajı olarak anlayacağı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle de “smiley” veya “emoticon” gibi basit şekillerin belirli bir işletmenin herhangi bir tür ürün veya hizmetinin kaynağını belirtmekten ve diğerlerinden ayırmaktan aciz olduğu kanaatine varılmıştır. 
  • Somut olayda ayrıca marka başvurusu kapsamındaki hizmetlerin 36. sınıftaki finansal hizmetler ile 37. sınıftaki inşaat ve bina temizliği gibi hizmetler olduğu, bunlarla bağlantılı olarak da başvurulan işaretin tüketiciler nezdinde diğer işletmelerden ayırt edici bir özelliği bulunmadığı belirtilmiştir. Dolayısıyla basit bir emojinin markanın ticari kaynak gösterme işlevini karşılayamayacağı söylenmektedir. 
  • Başvuru sahibi, söz konusu işaretin ne bir “smiley” ne de bir “emoticon” olduğunu, ancak geniş anlamda bir resim yazı (pictogram) olabileceğini savunmuştur. Emoji olarak sınıflandırılmasının bile şüpheli olduğu belirtilmiştir. Hatta başvuru sahibi, Vikipedi yazılarına atıfta bulunarak “smiley” veya “emoticon” yani ifadelerin, yüz ifadelerinin görünümleri olduğunu ama somut olayda böyle bir şeklin söz konusu olmadığını iddia etmiştir. Ayrıca, bu işaretin sol el işareti olduğu ve Amerikan İşaret Dili’ndeki gibi sağ elle “Seni Seviyorum” anlamına gelen işaret olmadığını da belirtmiştir. Ek olarak, diğer işaret dillerinde bunun yer almadığı ve Avrupa Birliği’nde kullanılanlardan farklı olduğu, bu nedenle de ilgili tüketici tarafından hemen anlaşılamayacağını savunmuştur. 
  • Uzman, bu işaretin basit bir el görüntüsü değil, bir jest / el hareketi olduğu fikrindedir. Bunun aslında spesifik olarak bir emoji olduğunu, bu genel tanımın da yalnızca yüzleri değil el hareketlerini de kapsadığını belirtmiştir. 
  • Ayrıca, uzman, tüketicilerin işaretleri bir bütün halinde incelediğini ve çeşitli detaylarına dikkat etmediğini, bir markanın kapsamındaki ilgili ürün ve hizmetleri satın alan tüketicilerin diğer işletmelerin ürün ve hizmetlerinden herhangi bir analitik veya karşılaştırmalı incelemeye girmeden ve özel bir dikkat göstermek durumunda kalmadan ayırt etmesini sağlaması gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca iddia edilenin aksine Amerikan işaret dilinde her ne kadar kural olarak sağ elle gösterilse de söz konusu “Seni Seviyorum” işaretinin sol elle gösterildiği versiyonlarının da olduğu not edilmiştir. Bunun yanı sıra, söz konusu işaret yalnızca Amerikan işaret dilinde bulunmamakta, sadece ortaya çıkış noktası olarak bu husus açıklanmış bulunmaktadır. O nedenle de Ofis, “Seni Seviyorum” emojisini anlayabilmek için mutlaka özel bir işaret dili bilgisine sahip olmak gerekmediğine dikkat çekmiştir. Bu anlamda başvuru sahibinin beyanları kabul edilmemiştir. 
  • Bir markanın asli işlevini, yani belirli bir ticari kaynağı işaret etme işlevini yerine getiremeyen işaretlere münhasır haklar tesis edilmemesinin kamu yararına olduğu belirtilmiştir. AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(b)’de yer alan mutlak ret nedeni, tüketicilerin herhangi bir karıştırma ihtimali olmadan farklı kaynaklara sahip mal ve hizmetleri birbirlerinden ayırt etmesini ve kalitesinden sorumlu tutabilmesini temin etmektedir; bu da markanın kapsamındaki mal ve hizmetler yönünden ayırt edici olmasıyla mümkündür. Burada başvuru sahibi tarafından iddia edilenin aksine, marka koruması için aranan söz konusu ayırt edicilik mevcut değildir. 

Bu karar başvuru sahibi tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz Kurulu incelemesinde, yerleşik içtihatlara göre, bir işaretin AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(b) amaçları doğrultusunda ayırt edici karaktere sahip olması için, tescil başvurusunda bulunulan mal veya hizmetlerin belirli bir kaynaktan geldiğini belirlemeye hizmet etmesi gerektiği, böylece markalı ürün veya hizmeti satın alan tüketicinin deneyimi olumluysa daha sonra tekrar bu malı veya hizmeti satın almak veya edinmek istemesi, olumsuz ise de yeniden edinmekten kaçınmak için fırsatı olması gerektiği belirtilmiştir. Bu, diğerlerinin yanı sıra, ilgili mal veya hizmetlerin pazarlanmasıyla bağlantılı olarak yaygın olarak kullanılan işaretler için de geçerli görülmektedir. 

Temyiz Kurulu’na göre, AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(c)’de atıfta bulunulan tanımlayıcı işaretlerin benzer şekilde m. 7(1)(b) anlamında ayırt edici nitelikten yoksun olduğu içtihatlardan anlaşılmakla birlikte bir işaret, tanımlayıcı olması dışındaki nedenlerle de m. 7(1)(b) anlamında ayırt edici nitelikten yoksun olabilmektedir. Her halükârda, m.7(1)(b) kapsamında re’sen reddedilmemesi için markada minimum düzeyde ayırt ediciliğin bulunmasının yeterli olacağı belirtilmiştir. Temyiz Kurulu, bir markanın ayırt edici özelliğinin öncelikle tescil başvurusu yapılan mal ve hizmetlere, ikinci olarak da bu mal ve hizmetlerin ilgili tüketiciler nezdindeki algısına göre değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. 

Marka başvurusu kapsamındaki 36. ve 37.sınıftaki hizmetlerin hem genel tüketiciye hem de profesyonel tüketiciye hitap ettiği ve bu nedenle de dikkat seviyesinin ortalamanın üstünde olduğu belirlenmiştir.

Temyiz Kurulu, işaretin anlamını uzmanın yaptığı gibi değerlendirmiş ve açıkça “Seni Seviyorum” anlamına gelen bir emoji olduğunu tespit etmiştir. Uzmanın ortaya koyduğu, sol elle de bu işaretin yapılabileceğini gösterir delillere değinilmiş ve tüketicilerin söz konusu işareti belirtilen anlama gelen bir emoji olarak algılayacağını, detayları hatırlamayacağını, başvuru sahibi tarafından belirtilen farklılıkların işareti ayırt edici hale getirmediğini belirtmiştir. Genel olarak, bir emojinin ana işlevinin, duygusal referanslar sağlamak olduğu, bu nedenle nüanslı bir anlam veren ve duyguları ifade etmeyi kolaylaştıran paralel bir dil işlevi gördüğü değerlendirilmiştir. Emojilerin genellikle olumlu iletişim ile bağlantılı olduğu ve kural olarak, bir kaynak göstergesi olarak algılanmadığı vurgulanmıştır. Bu değerlendirme, işaretin münhasıran soyut bir tanıtım ifadesi taşımasının ve hizmetin kökeni değil öncelikle bir reklam sloganı olarak yorumlanmasının ayırt edici özelliğin bulunmadığının tespiti için yeterli olduğunu ortaya koyan içtihatla da uyumlu bulunmuştur.

Bu nedenlerle, reddedilen hizmetlerle bağlantılı olarak tüketicilerin, başvurulan işareti yalnızca dikkat çekici bir süsleme, ya da övücü bir ifade veya bir satın alma teşviki olarak yani genel nitelikte olumlu bir ifade olarak düşüneceği kanaati oluşmuştur. Olumlu bir jestin basit bir temsili olarak işaretin, ilgili tüketicinin ticari olarak bu şekilde tanımlanan mallarla bir ilişki kurmasını sağlayacak hiçbir şey içermediği sonucuna varılmıştır. 

Özet olarak, bu nedenle, başvurulan işaretin, markanın ana işlevi olan ilgili hizmetin kaynağının bir göstergesi olarak ilgili tüketiciye hizmet etme kabiliyetine sahip olmadığı ve AB Marka Tüzüğü m. 7(1)(b) uyarınca gerekli olan asgari ayırt edici nitelikten yoksun olduğundan temyiz talebinin reddine karar verilmiştir.

Biz de genel olarak emojilerin mal ve hizmetlerin kaynağına işaret edemeyeceğine ve ayırt edicilik şartını taşımadığından marka olarak tescil edilemeyeceğine ilişkin görüşe katılmaktayız. Zira, eğer emoji ilgili mal ve hizmetlere yönelik özel olarak yaratılıp özellikle de kullanım sonucu ayırt edicilik kazanmamışsa, herkesin günlük hayatta yazışmalarda kullandığı ve günlük duygu ve düşüncelerini ifade etme yolu olarak kullandığı emojilerin belli mal ve hizmetlere işaret edebileceğini söylemek çok mümkün görünmemektedir. 

Alara NAÇAR SEÇKİN

Ağustos 2023

nacar.alara@gmail.com

İsviçre İçin Hayal Kırıklığı: “EMMENTALER” Ortak Markası Hakkındaki Ret Kararı ABAD Genel Mahkemesi Tarafından Onandı

Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi (“Genel Mahkeme”), 24 Mayıs 2023 tarihinde T-2/21 sayılı kararıyla. “EMMENTALER” isminin tanımlayıcı olması nedeniyle Avrupa Birliği (“AB”) Markası olarak tescil edilemeyeceğine karar vermiştir. Ayrıca kararda ortak markalarla ilgili hükmün dar yorumlanması gerektiğine dair önemli değerlendirmelerde de bulunulmuştur. Aşağıda Genel Mahkeme’nin ilgili uyuşmazlıkta yaptığı değerlendirmeler incelenmiştir. Kararın orijinal metnine bu bağlantıdan ulaşılabilir. 

EUIPO başvuru süreci ve uyuşmazlığın arka planı

4 Ekim 2017 tarihinde Emmentaler Switzerland, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (“WIPO”) nezdinde başvurduğu “EMMENTALER” kelime markasının ortak marka olarak tescili için 1378524 uluslararası marka numarasını almış ve bu uluslararası marka başvurusu 7 Aralık 2017’de Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (“EUIPO”) bildirilmiştir. 

Tescili istenen mallar ise 29. sınıftaki ““emmentaler” coğrafi işareti ile korunan peynirler” mallarıdır. 

9 Eylül 2019 tarihinde mutlak ret nedenleri yönünden inceleme yapan uzman, marka başvurusunu 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğünün (“Tüzük”) 7(1)(b) ve (c) maddeleri uyarınca ve 7(2) maddesiyle birlikte değerlendirerek reddetmiştir. Bunlar sırasıyla, herhangi bir ayırt edici niteliğe sahip olmayan işaretlerin ve ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu zamanı gösteren veya malların ya da hizmetlerin diğer özelliklerini belirten işaret veya adlandırmaları münhasıran ya da esas unsur olarak içeren işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceğini belirten 7/(1)(b) ve (c) maddeleri ile söz konusu 7. maddenin 1. fıkrasının tescil edilemezlik gerekçelerinin Avrupa Birliğinin sadece bir kısmında geçerli olmasına bakılmaksızın uygulanacağını belirten 7(2) maddesidir. Başvuru sahibi bu karara itiraz etmiştir. 

İtiraz üzerine verilen kararla 28 Ekim 2020 tarihinde İkinci Temyiz Kurulu, Tüzüğün 7(1)(c) maddesine dayanarak, marka başvurusunun tanımlayıcı olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.

Genel Mahkeme Süreci

Marka sahibi, uyuşmazlık konusu kararın iptali için Genel Mahkeme’ye başvurmuştur. Buradaki argümanlarından biri, ticaret hayatında söz konusu mal veya hizmetlerin coğrafi menşeini belirlemeye yarayabilecek işaretlerin Tüzüğün 74(2) maddesi çerçevesinde 7(1)(c) maddesinin istisnası olarak AB ortak markası olabileceği üzerinedir. Ne var ki Genel Mahkeme, Tüzüğün madde 7(1)(c)’de belirtilen mutlak ret gerekçesine istisna getiren bu hükmün kapsamının söz konusu malların türü, kalitesi, miktarı, kullanım amacı, değeri, üretim zamanı veya diğer özelliklerine ilişkin bir gösterge olarak kabul edilecek işaretleri değil, yalnızca bu malların coğrafi kökenine ilişkin bir gösterge olarak kabul edilecek işaretleri kapsayacak şekilde katı bir şekilde yorumlanması gerektiğine dikkat çekmiştir. Mevcut davada, Temyiz Kurulu, ’emmentaler’ teriminin ilgili Alman halkı için bir peynir türünü tanımlayıcı nitelikte olduğu ve bu peynirin coğrafi kökeninin bir göstergesi olarak algılanmadığı sonucuna varmakta tamamen haklı görülmüştür. Başvuru sahibinin Mahkeme’ye, halkın söz konusu işareti coğrafi anlamda anladığını göstermeye yönelik herhangi bir kanıt sunmadığı belirtilmiştir. Bu koşullar altında, başvuru sahibinin, başvurulan markanın Tüzüğün 74(2) maddesi kapsamında ortak marka olarak korunması gerektiğini iddia edemeyeceği sonucuna varılmıştır.

Image by Nicole Dralle from Pixabay

Diğer yandan, yerleşik içtihada göre, Tüzüğün 7(1)(c) maddesindeki işaretlerin, bir markanın temel işlevi olan mal veya hizmetlerin ticari kaynağını belirleme işlevini yerine getiremediği kabul edilmektedir. Bir işaretin bu kapsama girmesi için, söz konusu mal veya hizmetlerle yeterince doğrudan ve somut bir bağlantı kurarak, ilgili kamuoyunun söz konusu mal ve hizmet kategorisinin bir tanımını veya özelliklerinden birini hemen ve daha fazla düşünmeden algılamasını sağlaması gerekmektedir. Bir işaretin tanımlayıcı niteliği yalnızca ilgili mal veya hizmetlere ve ilgili kamuoyu tarafından anlaşılma şekline atıfta bulunularak değerlendirilebilir. Ayrıca, yukarıda da belirtildiği üzere, Tüzüğün 7(2) maddesi uyarınca söz konusu Tüzüğün 7(1)(c) maddesi, tescil edilemezlik gerekçelerinin Avrupa Birliği’nin sadece bir kısmında geçerli olmasına bakılmaksızın uygulanacaktır ve söz konusu kısım tek bir Üye Devletten de oluşabilir.

Temyiz Kurulu, ilgili halkın Avrupa Birliği’ndeki genel halktan oluştuğu ve ortalama dikkat seviyesine sahip olduğu kanaatindedir. Uyuşmazlığa konu kararda Temyiz Kurulu esasen, EMMENTALER işaretinin Bulgarca, Danca, Almanca, Estonca, İrlandaca, Fransızca, Hırvatça, Macarca, Felemenkçe, Lehçe, Romence, Slovakça, Fince, İsveççe veya İngilizce konuşan ilgili halkın bir kısmı tarafından delikler içeren bir sert peynir türünü belirttiği şeklinde hemen anlaşılacağını tespit etmiştir. Özellikle Alman kamuoyu nezdinde anlaşılacağına ilişkin çeşitli faktörlere dayanılmıştır. Bunlardan biri de Duden sözlüğünde bu kelime aratıldığında şu tanımın çıkması olarak gösterilmiştir: Kiraz büyüklüğünde delikleri ve ceviz tanelerinin tadı olan tam yağlı İsviçre peyniri; emmental peyniri.

Temyiz Kurulu ayrıca, EMMENTALER işaretinin bir peynir türünü belirttiğini tespit ederken marka başvurusunun yapıldığı tarihte “emmentaler”in Almanya da dahil olmak üzere birçok Üye Devlette üretilen bir peynir olduğu gerçeğini dikkate almıştır. Söz konusu peynirlerin üzerinde üretim ülkesi veya yeri özellikle belirtilmemektedir. Almanya’da emmentaler peyniri üretiminin ilgili kamuoyunun EMMENTALER işaretinin tanımlayıcılığna ilişkin algısı üzerindeki etkisiyle alakalı olarak yerleşik içtihada göre, bir ürünün belirli bir isim altında üretilmesi ve pazarlanmasında bu ismin ürünün menşeine atıfta bulunacak şekilde kullanılmamasının söz konusu ismin jenerik hale gelip gelmediğine ilişkin önemli bir gösterge teşkil edebileceği belirtilmiştir. Söz konusu yerleşik içtihatta belirtilen hususlar, her ne kadar bir ismin jenerik niteliğiyle ilgili olsa da işaretlerin tanımlayıcı karakterinin incelenmesiyle de ilgili görülmüştür. Zira mahkemeye göre, bir işaretin jenerik veya tanımlayıcı olarak nitelendirilmesi birbiriyle yakından bağlantılıdır, çünkü bir işaret her iki durumda da ayırt edici karakterden yoksundur. Bu nedenle, özellikle, birden fazla müteşebbisin bir Üye Devlette söz konusu malların ticari veya coğrafi menşeine atıfta bulunmaksızın belirli bir işareti taşıyan mallar üretmesi ve pazarlaması, ilgili kamuoyunun bahsedilen işaretin bu malların bir özelliğini belirtiyor olarak algılamasına ve dolayısıyla tanımlayıcı olarak değerlendirilmesine yol açabilir.

Temyiz Kurulu, EMMENTALER işaretinin bir peynir türünü tanımladığını göstermek amacıyla, emmentaler peynirinin standart bir peynir türü olarak sınıflandırıldığı Alman peynir yönetmeliğine de dayanmıştır. Bu sınıflandırmanın, ilgili kamuoyunun söz konusu işaretin tanımlayıcı niteliğine ilişkin algısını yansıtması mahkemece de muhtemel bulunmuştur. 

Başvuru sahibi, Temyiz Kurulu’nun başvurulan markanın tanımlayıcı karakterinin, Avrupa Birliği’nin İsviçre ile arasındaki tarım ürünleri ve gıda maddeleri için menşe adları ve coğrafi işaretlerin korunmasına ilişkin 17 Mayıs 2011 tarihli Anlaşma ile korunan menşe adları ve coğrafi işaretler listesine ‘Emmentaler’ adının dahil edilmesine karşı çıkmış olmasından da çıkarılabileceği yönündeki tespitine itiraz etmiştir. Temyiz Kurulu’nun itiraz edilen kararın 24. paragrafında atıfta bulunduğu, İsviçre Federal Tarım Ofisi’nin 17 Aralık 2009 tarihli basın açıklamasında bu dışarda bırakılmanın nedenleri açıklanmıştır. Söz konusu basın açıklamasında Federal Tarım Ofisi, İsviçre ile Avrupa Birliği arasındaki müzakerelerin, Emmentaler adının bu anlaşma bağlamında menşe adları ve coğrafi işaretler listesine dahil edilmesine ilişkin farklı tutumları nedeniyle uzun süre aksadığını, çünkü “[Avrupa Birliği’nin] “Emmentaler” adını jenerik bir ad olarak kabul ettiğini” ve “[Avrupa Birliği’nin] bu adın tüm Üye Devletlerde kullanılmasını [kullanılabilmesini] şart koştuğunu” belirtmiştir. Söz konusu basın açıklamasına göre, bu farklılıklar nedeniyle İsviçre ve Avrupa Birliği Emmentaler ismini bu listeye dahil etmemeye karar vermiştir. Buradan da “emmentaler” isminin jenerik ve tanımlayıcı olduğunun kabulü sonucu çıkarılabilmektedir.

Ek olarak, yerleşik içtihattan, bir ismin Codex Alimentarius’ta jenerik olarak tanımlanmış olmasının, başvurulan markanın bir peynir türünü tanımlayıcı olup olmadığını değerlendirmek konusunda ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Codex Alimentarius veya “Gıda Kodu”, Codex Alimentarius Komisyonu tarafından kabul edilen gıda standartları, kılavuzlar ve uygulama kurallarından oluşan bir koleksiyon olup kısaca uluslararası gıda standartları olarak belirtilebilir. CAC olarak da bilinen Komisyon, Ortak FAO/WHO Gıda Standartları Programının merkezi bir parçasıdır ve tüketici sağlığını korumak ve gıda ticaretinde adil uygulamaları teşvik etmek amacıyla FAO ve WHO tarafından kurulmuştur. Codex Alimentarius Komisyonu tarafından hazırlanan emmental genel standardına (CXS 269-1967) göre, ’emmental’ terimi, bu standartta listelenen gerekliliklere uyan olgunlaşmış bir sert peyniri tanımlamaktadır. Bu standardın 7.1 maddesi uyarınca, EMMENTALER işareti, ürünün emmental standardına uygun olması koşuluyla, önceden paketlenmiş gıda maddelerinin etiketlenmesine ilişkin genel standarda uygun olarak kullanılabilir. Buradan mahkeme, EMMENTALER işaretinin Codex Alimentarius bağlamında, söz konusu standartta belirtilen özelliklere sahip bir peynir türünün adı olarak algılandığı sonucunu çıkarmaktadır. Dolayısıyla mahkeme, Temyiz Kurulu’nun söz konusu uluslararası gıda standartlarını/kodlarını tanımlayıcılık değerlendirmesinde dikkate alabileceğine kanaat getirmiştir.

Ayrıca, son olarak, 5 Aralık 2000 tarihli Guimont (C-448/98, EU:C:2000:663) kararının 32. paragrafında, Adalet Divanı’nın, emmental peynirin Fransa dışındaki Üye Devletlerde yasal olarak üretildiğini ve pazarlandığını teyit ettiği belirtilmiştir. Bu husus da ilgili ibarenin söz konusu peynir için tanımlayıcı olduğu hususunu destekler nitelikte bulunmuştur.

Image by PDPhotos from Pixabay

Sonuç olarak, yerleşik içtihat ışığında Temyiz Kurulu, Genel Mahkeme tarafından, söz konusu ret gerekçesinin duruma göre tek bir Üye Devletten oluşabilecek Avrupa Birliği’nin bir kısmında mevcut olmasının yeterli olduğunu göz önünde bulundurarak uyuşmazlık konusu işaretin 2017/1001 sayılı Tüzüğün 7(1)(c) ve 7(2) Maddelerinin amaçları bakımından tanımlayıcı olduğu sonucuna varmakta haklı görülmüştür. 

Kararın kanaatimizce en önemli kısımları, ortak markaların tanımlayıcı olarak değerlendirilmesinde birçok kriterin ele alınması ve ortak markanın reddi hükmünün istisnasının yalnızca malların coğrafi kökenine ilişkin bir gösterge olarak kabul edilecek işaretleri kapsayacak şekilde katı bir şekilde yorumlanması gerektiğidir. 

Alara NAÇAR SEÇKİN

nacar.alara@gmail.com

Haziran 2023

“SUPER SIMON” EUIPO TEMYİZ KURULU ÖNÜNDE: MULTİMEDYA MARKALARINDA AYIRT EDİCİLİK DEĞERLENDİRMESİ

Fotoğraf: https://chiever.nl/en/blog-en/animation-film-gets-european-trademark-protection


Geleneksel olmayan marka türleri arasında yer alan multimedya markaları, teknolojinin hızı karşısında gelişen dijital pazarlama stratejileri sayesinde, marka sahipleri tarafından daha sık kullanılmaya başlanan, buna karşın öğreti ve yargı kararlarında detaylı bir incelemeye konu olmamış marka çeşitlerindendir.

Bu doğrultuda Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Temyiz Kurulu’nun R1490/2022-5 sayı ve 07.03.2023 tarihli kararı[1], multimedya markaları ve bu markaların ayırt ediciliklerine ilişkin kapsamlı bir değerlendirme imkanı sunmaktadır. Esasında söz konusu marka başvurusu tam da bu amaçla yapılmıştır.  

Anılan kararın konusu, Hollanda merkezli Chiever B.V. şirketi tarafından 018061546 sayı ile EUIPO nezdinde yapılan multimedya markası başvurusudur. Başvuru sahibi esasında bir vekil firmadır ve marka başvurusunu, EUIPO’nun multimedya markalarının koruma kriterlerine ilişkin yaklaşımını test etmek için gerçekleştirmiştir. Bu sebeple başvuru, biraz da mizah içerecek şekilde, Benelüks Fikri Mülkiyet Ofisi (BOIP) eski başkanının görevden ayrılmasını konu alan bir animasyon şeklinde tasarlanmıştır. Animasyonun kahramanı, “Super Simon” adlı bir süper kahraman olarak tasvir edilmiştir. Hikayede Super Simon, BOIP’in yeni başkanı Gustafsson ile vedalaştıktan sonra uçarak bir tatil yerine gider ve havuz kenarında oturarak kokteylini yudumlar.

Başvuru kapsamında tescili talep edilen mal ve hizmetler 16. sınıfta yer alan kitaplar, 33. sınıfta yer alan şaraplar ürünleri ile 41. sınıfta bulunan eğlence, kültürel aktiviteler ve klasik müzik icraları hizmetleridir. Çeşitli görüntü ve ses unsurlarından oluşan 22 saniyelik animasyon bu yönüyle bir multimedya markası niteliğindedir.

Başvurusu yapılan multimedya başvurusunun videosunu aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz:


Multimedya markaları, Avrupa Birliği (AB) 2018/626 sayılı Komisyon Uygulama Yönetmeliğinin[2] 3/3-i maddesinde görüntü ve ses kombinasyonundan oluşan markalar olarak tanımlanmış ve multimedya markalarının bu kombinasyonu içeren görsel-işitsel bir dosyanın sunulması suretiyle marka sicilinde gösterilebileceği düzenlenmiştir. Bu bakımdan ses ve görüntüyü aynı anda içeren multimedya markalarının koruma kapsamı da bu iki bileşeni birlikte içerecektir.  Görsel unsurlar grafik olarak tasvir edilen sözel ifadeler, figüratif unsurlar ve bunların hareketlerinden oluşurken, işitsel unsurlar söylenen veya konuşulan sözel unsurlar, müzikal unsurlar veya gerçeğe yakın sesleri içerebilir. Diğer marka türlerinde olduğu gibi, multimedya markalarının da tescil edilebilir olması için asgari ayırt edicilik kriterini taşıması gerekir.

Multimedya markalarının ayırt ediciliklerine ilişkin AB uygulamasındaki referanslardan biri, EUIPO’nun yeni marka türlerine ilişkin 2021 tarihli ortak uygulama kılavuzudur[3]. Bu yazıya konu EUIPO kararında da anılan kılavuza atıf yapılmış olup bu bakımdan multimedya markaları ile ilgili kılavuz açıklamalarına değinmek yerinde olacaktır.

Bu hususta öncelikle, görüntü ve ses kombinasyonundan oluşan multimedya markalarının, günümüzde marka stratejilerinin bir parçası olarak daha sık kullanılmaya başlandığı, bu nedenle tüketicilerin bu tür markaları ticari menşe göstergesi olarak algılamalarının daha olası hale geldiği vurgulanmıştır.

Bununla beraber multimedya markalarının ayırt ediciliği ile ilgili, kural olarak markanın ses ve görüntüden oluşan unsurlarından en az birinin kendi içinde ayırt edici olarak kabul edilmesi durumunda markanın bir bütün olarak ayırt edici olacağı değerlendirmesi yapılmıştır. Bu yorumun zıddından, ayırt edicilikten yoksun görüntü ve seslerin kombinasyonundan oluşan multimedya markasının bir bütün olarak da ayırt edici olmadığı sonucuna ulaşılacaktır. Diğer yandan, tüketici üzerinde kalıcı bir izlenim yaratmayan multimedya işaretlerinin tüketici tarafından ticari menşe göstergesi olarak algılanmayacağı ve ayırt edicilikten yoksun kabul edileceği ifade edilmiştir.

Yazımıza konu markayı değerlendiren EUIPO İnceleme Birimi, AB Marka Tüzüğü (EUTMR)’nün, ayırt edici nitelikten yoksun markaların tescil edilemeyeceğini düzenleyen 7/1-b maddesi nedeniyle başvuruyu tüm mal ve hizmetler bakımından reddetmiştir. İlgili kararda, 22 saniyelik videodan oluşan markada yer alan farklı unsurların karmaşıklığı sebebi ile markanın tüketici tarafından ticari köken göstergesi olarak algılanmayacağı belirtilmiştir. Multimedya markasında yer alan ve karmaşık olarak nitelendirilen unsurlar esasında, animasyonun kahramanı “Super Simon”un bir tatil yerine uçmasına ilişkin bir hikayeyi imgeleyen sesler, hareketler, bir takım arka plan görselleri ve yazılardır. İnceleme Birimi, başvuruya konu animasyonun, tüketicilerin TV reklamlarından alışkın olduğu üzere, mal ve hizmetleri sunan işletmeyi gösterme işlevinden yoksun olduğu kanaatindedir. Bununla beraber markanın gösteriminin tescili talep edilen mal ve hizmetlerle de herhangi bir bağlantısı olmadığı ifade edilmiştir.

Buna karşın başvuru sahibi, EUIPO Temyiz Kurulu nezdinde yaptığı itirazında, bir bütün olarak incelendiğinde markanın net bir anlatımı olduğunu, karmaşık olarak ifade edilen diğer unsurların ise markasal algıyı destekleyen tali unsurlar olduğunu vurgulamıştır Bu bakımdan tüketicinin aklında kalacak olan markanın esas ve ayırt edici unsuru, “Super Simon” isimli kahramanın uçarak uzaklaşması ve vardığı tatil yerinde dinlenmesi hikayesidir.

Bu kapsamda yapılan temyiz başvurusunda Ofis’in ayırt edicilik değerlendirmesinde multimedya markasını diğer markalara kıyasla daha katı kriterlere tabi tuttuğu vurgulanmıştır. Başvurana göre EUIPO, multimedya markasının ayırt ediciliğini değerlendirirken diğer marka türlerinden farklı olarak, markanın tescili talep edilen mal ve hizmetler ile açık bağlantısını aramaktadır.

EUIPO Temyiz Kurulu, inceleme sonucunda başvuranın temyiz talebini kabul etmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşmıştır:

  • Multimedya markası doğası gereği, çeşitli şekil, ses ve kelime unsurlarını bir arada barındıran karma bir marka çeşididir. Bu bakımdan ilgili tüketici markanın ticari menşeini algılayabildiği sürece, işaretin uzunluğu veya münferit unsurların karmaşıklığı önemsizdir.
  • Multimedya markasını oluşturan videonun esas unsuru ‘Super Simon’ karakteri tek başına ayırt edicidir ve marka ile karşılaşan tüketici, bu kahramanın bir tatil yerine vardığını hatırlayacaktır. Tüketicinin markayı oluşturan diğer tali unsurları hatırlaması markanın ayırt ediciliği değerlendirmesinde belirleyici değildir.
  • İnceleme Birimi’nin tespitinin aksine, bir markanın ayırt ediciliğinin değerlendirilmesinde markanın sahibine işaret etmesi koşulu aranmaz.  Nitekim markanın temel işlevi, belirli bir işletmenin mal veya hizmetlerini diğer işletmelerin mal ve hizmetlerinden ayırmaktır. Kelime markaları gibi geleneksel markalarda işaretin marka sahibini açıkça göstermesi gibi bir kriter aranmazken, böyle bir koşulun multimedya markaları için getirilmesi doğru olmamıştır.
  • Benzer şekilde, İnceleme Birimi’nin başvuruya konu markanın tescili talep edilen mal ve hizmetlerle yeterli teması olmadığı yönündeki tespiti de Kurul tarafından doğru bulunmamıştır. Zira bir markanın mal ve hizmetlere atıfta bulunması beklenmeyeceği gibi, tam tersine markanın doğrudan belirli mal ve hizmetlere atıfta bulunması tanımlayıcı veya ayırt edicilikten yoksun olarak nitelendirilmesi sonucunu doğurur.
  • Diğer yandan multimedya markasının TV reklamları ile karşılaştırılamayacağı da vurgulanmıştır. Reklamlar ürün veya hizmetin tanıtımını yapmayı hedefleyen, dolayısıyla ürün/hizmet ve sahibi hakkında bilgi veren araçlardır. Buna karşın markalar ayırt edicidir ve tanıtıcı amaç taşımaz.

Bütün bu gerekçelerle, başvuruya konu marka, “Super Simon” sayesinde ayırt edici bulunmuştur. Bununla beraber kararda genel olarak multimedya markaları ile ilgili yol gösterici tespitlere de yer verilmiştir. Gerçekten de multimedya markaları, yeni marka türleri olmaları ve bu alanda yeterli uygulama olmaması nedeniyle tartışmaya açık markalardır.

Ancak yazıya konu kararda da vurgulandığı gibi, teknolojinin ve dijital pazarlama stratejilerinin gelişmesi ile multimedya işaretlerinin ürün ve hizmetlerde kullanımı ciddi oranda artmıştır. Bu artışla paralel olarak multimedya marka başvurularının da artması muhtemeldir. Tüketici için nispeten yeni aşinalık kazanan bir marka türü olsa da multimedya markaları, marka kavramının temel işlevini yerine getirdiği takdirde tescile uygun kabul edilmelidir. Multimedya markalarının karma unsurlardan oluşan yapısı, ayırt edicilik değerlendirilmesinde doğru yorumlanmalı, diğer marka türlerine kıyasla ek koşullar getirilmeden markanın mal ve hizmetleri diğer işletmelerin mal ve hizmetlerinden ayırt edip etmediği temel noktasından hareket edilmelidir.

Betül ÖZBEK

Mayıs 2023

betulozbek9@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Erişim Adresi: https://euipo.europa.eu/eSearchCLW/#basic/*///number/R1490%2F2022-5 .

[2] Avrupa Birliği Markalarına İlişkin 05.03.2018 tarihli ve (AB) 2018/626 sayılı Komisyon Uygulama Yönetmeliği, Erişim Adresi: https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32018R0626&from=EN

[3]Common Practice 11: New Types of Marks: Examination of Formal Requirements and Grounds for Refusal, Erişim Adresi: https://euipo.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/contentPdfs/EUIPN/CP11/common_communication_cp11_en.pdf

ÜÇ BOYUTLU TABLET KILIFI ŞEKLİ EUIPO’DA AYIRT EDİCİLİK TESTİNİ GEÇEMEDİ


Gün geçtikçe ticaret hayatı ve piyasanın küçük ve orta ölçekli şirketler için olduğu kadar, büyük şirketler için de zorlayıcı olduğunu gözlemlemek mümkün… Bu konjonktürde şirketler, ürünlerine ve markalarına değer katmak için ciddi yatırımlar yaparak, sürekli büyüyen rekabetçi bir piyasada, yeni ve ilginç çözümler üretip pek çok ürün geliştirmekte ve sıradan ürün şekillerinden uzaklaşarak, markaları ile özdeşleşen ürünler yaratmaya çalışmaktadırlar. Yeni ve sıra dışı tasarımlar ve ürün şekilleri üreten şirketlerin, bu ürünleri korumak için, şüphesiz etkili fikri mülkiyet hukuku korumasına ihtiyaç duyarlar. Fakat fikri mülkiyet ofisleri, özellikle de ürün şekillerinin üç boyutlu marka olarak tescil edilmesi söz konusu olduğunda, bu ürün şekillerinin ayırt edici nitelikleri konusunda her zaman başvuru sahipleri ile aynı fikirde olmayabiliyor ve onları zorlayabiliyor…

Mesela yakın bir tarihte incelediğimiz EOS kararında da[1], Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD”), EOS PRODUCTS SÀRL’e ait yumurta şeklindeki dudak balsamı şeklinin ayırt edici karakterden yoksun olduğuna ve tescil edilemeyeceğine karar vermişti.

Bu sefer ise üç boyutlu markasını tescil ettiremeyerek hüsrana uğrayan bir diğer şirket ünlü bir çanta/bavul üreticisi şirket oldu. Amerikalı şirket, 2019 yılında kolları ve bacakları olan bir silueti andıran iPad/tablet kılıfı şeklini, Avrupa Birliği (“AB”) markası olarak tescil ettirmeye çalışmış, ancak ayırt edicilik kriterine takılarak, başarılı olamamıştır.

UYUŞMAZLIĞIN GEÇMİŞİ

4 Şubat 2019 tarihinde, Amerikalı, çanta ve bavul üreticisi bir şirket, görseldeki tablet kılıfını marka olarak tescil ettirmek üzere AB Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) nezdinde marka başvurusunda bulunmuştur.


İlgili başvuru kapsamında, Nice Sınıflandırmasına göre 09. sınıfta: “Dizüstü bilgisayarlar, tabletler ve akıllı telefonlar için kılıflar.” malları yer almaktadır.

8 Şubat 2019 tarihinde, yapılan inceleme neticesinde EUIPO marka uzmanı, başvuruyu ayırt edicilikten yoksun bularak AB Marka Tüzüğü (“EUTMR”) madde 7(1)(b) uyarınca tümden reddetmiştir. İncelemeyi yapan uzman, başvurusu yapılan üç boyutlu markanın görünümünün, ilgili sektörün norm ve geleneklerinden önemli ölçüde sapmadığını değerlendirmiştir. İlgili işaretin, yalnızca teknik bir sonuç elde etmek için gerekli olan bir şekli temsil ettiği sonucuna ulaşan uzman, bu ürün şeklinin ilgili tüketici tarafından tescil edilmek istenen mallar için piyasada yaygın bir şekil olarak görüleceğini belirtmiştir. Nihayetinde, ilgili işaretin, kollar ve bacaklara sahip komik bir siluet şeklini haiz olmasının, yalnızca piyasada yaygın olarak kullanılan ürün şekillerinin bir varyasyonu olarak değerlendirilmesine sebebiyet vereceği sonucuna ulaşmıştır.

Bunun üzerine başvuru sahibi, uzmanın kararına karşı EUIPO İkinci Temyiz Kurulu’na başvuruda bulunmuş ve ilgili şeklin ayırt edici niteliği haiz bulunduğunu zira piyasadaki diğer tablet kılıflarının yalnızca dikdörtgen şeklinde olduğunu fakat kendi marka başvurularındaki şeklin ise çizgi film karakterini andıran bir şekil ile ayırt edici özelliklere sahip olduğunu ve kullanım sonucu ayırt edicilik de kazandığını iddia etmiştir. Ayrıca başvuru sahibi, yine bir tablet kılıfı şekli olan ve yeşil bir çizgi film karakterini andıran EUIPO nezdinde 012570677 sayı ile tescilli marka gibi, kendi markalarının da tescil edilmesi gerektiği savunmuştur.

EUIPO İKİNCİ TEMYİZ KURULU’NUN DEĞERLENDİRMELERİ

İkinci Temyiz Kurulu kararını verirken, ürünün ilgili tüketici kesimini ve ürünün ayırt edici karakterden yoksun olup olmadığı sorularını değerlendirmiştir.

Bu kapsamda, öncelikle ilgili tüketici kesimi inceleyen Temyiz Kurulu, bir üç boyutlu markanın ortalama tüketici algısının, görünümden bağımsız bir işaretten oluşan bir kelime veya şekil markası ile aynı olmadığını vurgulamıştır. Temyiz Kurulu, ortalama tüketicilerin, herhangi bir şekil veya kelime unsurunun yokluğunda, ürünlerin menşei hakkında ürün şekillerine dayanarak varsayımlarda bulunma alışkanlığına sahip olmadığını belirtmiş ve bu nedenle de bu tür üç boyutlu bir ürünle ilgili olarak ayırt edici bir karakter oluşturmanın, kelime ve şekil markalarına nazaran daha zor olduğunu ifade etmiştir. 

Uyuşmazlık konusu marka başvurusunun kapsamında, çeşitli elektronik aletlere ait kılıflar mallarının bulunduğunu belirten Temyiz Kurulu, yaptığı değerlendirme neticesinde, somut olay bakımından ortalama tüketicinin, genel halk olduğunu ve ortalama dikkat seviyesine sahip tüketicilerden oluştuğunu tespit etmiştir.

Temyiz Kurulu, akabinde uyuşmazlık konusu marka başvurusunun ayırt edici olup olmadığı sorusunu incelemiş ve ilk olarak, başvuru sahibinin temyiz talebinde sunduğu, başkaca firmalara ait çizgi film karakterlerini andıran şekillerdeki tablet kılıflarının görselleri incelenmiştir. Temyiz Kurulu, bu örneklerin piyasada, çocuklara yönelik tabletler gibi dokunmatik ekranlı elektronik cihazlar için çok çeşitli tasarımların olduğunu gösterdiğini belirtmiş ve farklı renklerde ve tasarımlarında, yandan veya üstten kulplu ve serbest durma desteğini haiz, huzurdaki uyuşmazlığa konu markadaki şekle benzer tasarımların, 2017 yılından bu yana piyasada olduğunu belirterek, buna örnek olarak aşağıdaki ürünleri göstermiştir:


Akabinde, Temyiz Kurulu, başvuru sahibi şirketin uyuşmazlık konusu üç boyutlu şeklin, çocuklar tarafından bir “mini arkadaş” olarak algılanacağını iddiasını ele almış ve bu iddiayı bizzat başvuru sahibinin sunduğu örneklerle çürüterek, neden diğer tablet kılıfı şekillerinin de çocuklar tarafından benzer bir “mini arkadaş” olarak algılanmayacağını sorgulamıştır. Temyiz Kurulu’na göre tıpkı uyuşmazlık konusu üç boyutlu şekil gibi, sunulan örnekler de çizgi film karakterlerini andıran özellikleri ile çocukların ilgisini çekmektedir.

Temyiz Kurulu, sunulan örneklerin, tablet gibi dokunmatik ekranlı elektronik cihazlar için, standart dikdörtgen şeklinden önemli ölçüde farklılaşan ve gözler, kulaklar, vb. gibi özellikler içeren çok çeşitli kılıf şekilleri olduğunu ve bunun sonucunda tüketicilerin ürünleri görmeye alıştığını değerlendirmiştir.

Temyiz Kurulu kararın devamında, ortalama tüketicilerce başvuru sahibi şirketin ürününün estetik detaylarına daha fazla dikkat edileceği varsayılsa bile, bu durumun ortalama tüketicilerin otomatik olarak ilgili şekli bir marka olarak algılayabilecekleri anlamına gelmediğini belirtmiştir. Ayrıca kararda, bir işaretin tescil edilebilirliğinin değerlendirilmesinin, aynı veya benzer işaretin piyasada kullanılıp kullanılmadığına ve ne ölçüde kullanıldığına bağlı olmadığı da vurgulanmıştır.

Öte yandan, dosyaya sunulan benzer tablet kılıfı şekillerinin üç boyutlu marka olarak tescil edildiği iddiası ise, bu tescillerin somut olayla ilgili olmadığı değerlendirilerek reddedilmiştir. Temyiz Kurulu kararında, prensip olarak, benzer durumlarda benzer kararlara ulaşılarak içtihatlarda ve uygulamada bir bütünlük sağlanmaya çalışıldığı belirtilmişse de bir işaretin marka olarak tescil edilip edilemeyeceği değerlendirmelerinin her somut olayın özelliğine göre yapılacağı ve başkaca dosyalar için verilmiş kararların bağlayıcı olmadığı belirtilmiştir.

Tüm bu bulgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde, başvuru sahibi şirketin markasının, ilgili sektörün norm ve geleneklerinden yeterince ve hatta ‘önemli ölçüde’ ayrılmadığı değerlendirilmiş ve üç boyutlu şekil marka başvurusunun, ayırt edici nitelikten yoksun olduğu kanaatine varılmıştır.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Karar neticesinde Temyiz Kurulu’nun değerlendirmelerine göre, tablet kılıflarındaki kol ve bacak gibi unsurlar, tüketicilerce ürünün işlevsel yönüyle, diğer bir deyişle cihazı tutma veya ayakta durmasını sağlama amacı ile ilişkilendirilmekte ve piyasadaki benzer tablet kılıflarının ve tescilli marka ve tasarımların, işlevsel kol ve bacaklara sahip olması, tüketicilerin bu tür tablet kılıflarına alıştığı anlamına gelmektedir. Her ne kadar bu makalenin kaleme alındığı tarihte ABAD kayıtlarında, Temyiz Kurulu kararına karşı açılmış bir dava görünmese de başvuru sahibi şirketin Temyiz Kurulu’nun kararını, ABAD önüne taşıyıp taşımayacağını ve taşır ise ABAD’ın farklı değerlendirmelerde bulunup bulunmayacağını ilerleyen zamanda hep birlikte göreceğiz.

Tüm bunlarla birlikte, incelenen uyuşmazlık ve Temyiz Kurulu kararı, üç boyutlu markaların, marka olarak tescilinin zorlu bir süreç olduğunu bir kez daha doğrulamaktadır. Bu karar esasen, üç boyutlu bir markanın hangi özelliklerinin teknik zorunluluk olarak nitelendirileceği ve hangi şartlar altında ayırt edici karakteri haiz olarak değerlendirileceği tartışmalarının önemini vurgulamakta ve benzer emtialar için birbirlerine çok benzer olan üç boyutlu markaların, birinin tesciline karar verilebilirken diğerinin tescil edilemeyeceğinin değerlendirilebileceğini bize göstermektedir.

Neticede bu karardan yapılacak çıkarım, üç boyutlu markayı tescil ettirmek için başvuru yapılırken, markanın bir bütün olarak ayırt edici olduğundan emin olunması gerektiği ve bu ayırt ediciliğin ispatlanması için sunulan bilgi ve belgelerin, karşı argümanlar ya da varılabilecek tüm değerlendirmeler de düşünülerek, aleyhe değerlendirmelerin çıkarılmasına olanak vermesinin önüne geçilmesi gerektiğidir.

Güldeniz DOĞAN ALKAN

Bengü ŞEN GÜRAKAN

Ocak 2023

guldenizdogan@hotmail.com

benguseen@gmail.com


DİPNOTLAR

[1]https://iprgezgini.org/2022/09/05/3d-zorlugu-eos-dudak-balsamlarinin-yumurta-sekli-uc-boyutlu-marka-olarak-tescil-edilebilir-mi/

İzlanda Devleti’nin İzlanda Süpermarketi’ne Karşı Zaferi:

EUIPO Büyük Temyiz Kurulunun “Iceland” Kararı ile Hangi Durumda Coğrafi Yer İsimlerinin Marka Olamayacağına Dair Detaylı Kriterler Belirleniyor



EUIPO Büyük Temyiz Kurulu (“Büyük Temyiz Kurulu”), Birleşik Krallık’ta tanınmış bir süpermarket zinciri olan Iceland Foods Ltd (“Iceland Süpermarketi”)’na ait “Iceland” kelime ve şekil markalarının (“Iceland Markaları”) hükümsüzlüğüne ilişkin kararlarını 15 Aralık 2022 tarihinde açıkladı.

Sırasıyla kelime ve figüratif Avrupa Birliği markaları (“EUTM”) ile ilgili R 1238/2019-G Iceland ve R 1613/2019-G Iceland (fig.) sayılı kararlar birbirlerine çok benzer gerekçelerle İzlanda Devleti’ni güldürürken, Iceland Süpermarketlerini düşündürdü diye tahmin ediyoruz. Zira İzlanda Devleti’nin, Iceland Süpermarketi’ne başlattığı savaşın evveliyatını ve aslında Iceland Süpermarketi’nin nasıl bindiği dalı kestiğini hatırlamak isterseniz, 26 Mart 2017 yılında Önder Erol Ünsal’ın kaleme aldığı IPR Gezgini yazısını okumanızı tavsiye ederiz (yazıya bu adresten ulaşabilirsiniz.)

Bir önceki yazıya ilişkin spoiler verme pahasına, Iceland Süpermarketi zaman makinesiyle bugüne ışınlanabilseydi, ya da hadi diyelim biraz daha derin risk analizi yapsaydı, tahminen İzlanda ülkesinin  “Inspired by Iceland” marka başvurusuna karşı arkasına yaslanıp oturur, bu markaya itiraz edip de uyuyan devi (ya da coğrafya itibariyle sönmüş volkanı) uyandırmazdı.

INTA ve Swissness Enforcement Association gibi kurumların da üçüncü kişi görüşleri sunduğu, pek çok farklı uzman görüşüne başvurulan ve hatta geçtiğimiz Eylül ayında Büyük Temyiz Kurulu nezdinde ilk kez bir sözlü duruşmaya konu olması ile tarihsel önemi de olan ve basına sık sık yansıyan bu uyuşmazlığın neticesi merakla bekleniyordu.

Kurul “Iceland” ibaresinin ilgili tüketici nezdinde ülke adı olarak algılanmasının çok yüksek ihtimal olması, tescil olduğu hiçbir mal ve hizmet için ayırt edici olmaması, markanın en temel fonksiyonu olan kaynak gösterme işlevine sahip olmaması ve bu işlev açısından yanıltıcı/tasviri olması sebepleri ile EUIPO Hükümsüzlük Birimi’nin 5 Nisan 2019 tarihli hükümsüzlük kararını onamıştır. Ayrıca, Iceland Markaları’nın kullanım neticesinde ayırt edicilik kazandığına ilişkin delillerin de Avrupa Birliği (“AB”) ülkelerinin tamamını kapsamaması nedeni Iceland Süpermarketi’nin kullanım neticesinde ayırt edicilik kazanma savunmasını da reddetti.

İzlanda Devletinin, Iceland Süpermarketi’ne başlattığı hukuk savaşının arka planını hatırladıysanız, hükümsüzlük taleplerini, iddia ve savunmaları ve kararın neticesini değerlendirmeye geçebiliriz.

Büyük Temyiz Kurul Kararı’na Konu Uyuşmazlık

İzlanda Devleti, Birleşik Krallık’ta kurulu dev bir uluslararası süpermarket zinciri olan Iceland Süpermarketi’nin aşağıdaki iki markasına ilişkin olarak, Avrupa Birliği Marka Direktifi’nin 59/1-a[1] ve 7/1-b, c ve g[2] hükümlerine dayanarak, tescilli oldukları tüm mal ve hizmetler bakımından hükümsüzlük talebinde bulunmuştur (“Iceland Markaları”):

  1. 7, 11, 16, 29, 30, 31, 32 ve 35. sınıflardaki mal ve hizmetler için 2014 yılında tescil edilmiş ve 002673374 tescil numaralı “ICELAND” kelime markası[3],
  2. 29, 30 ve 35. sınıflarda, yine 2014 yılında aşağıdaki logo ile tescil edilmiş ve 0011565736 tescil numaralı figüratif marka[4]:

Buna karşılık Iceland Süpermarketi, içerisinde İzlanda ülkesinin ekonomik durumunu ortaya koyan belgeler de dâhil olmak üzere pek çok delil sunarak; “ICELAND” markasını donmuş yiyecek satan bir şirket olmalarına istinaden “BUZ DİYARI” anlamında kelime oyunu yaparak yarattıklarını, markalarının ilgili tüketici nezdinde İzlanda devleti ile ilişkilendirilmeyeceğini ve tescilli oldukları mal ve hizmetlerin İzlanda devleti ile hiçbir bağlantısı olmadığını, dolayısıyla ayırt edicilikten yoksunluğun veya tescil kapsamındaki ürün/hizmetleri tasvir niteliğinde olduğunun iddia edilemeyeceğini ileri sürmüştür.

İlginç bir nokta olarak belirtmek gerekir ki; Iceland Süpermarketi ilgili tüketici kitlesinin yalnızca ana dili İngilizce olan üye devletleri olduğunu belirtirken, İzlanda Devleti ise İngilizce bir kelime olan “ICELAND” ibaresinin, ana dili İngilizce olanların yanı sıra İngilizceyi yeterli derecede iyi bilen tüketiciler tarafından da İzlanda devleti olarak algılanabileceğini, bu nedenle de ilgili tüketici kapsamının AB’deki ana dili İngilizce olan ülkelerle sınırlı olamayacağını söylemiştir. Bu noktada Kurul, İzlanda Devleti’nin argümanını haklı bularak ilgili kararda Iceland Markalarının Birleşik Krallık, İrlanda, Malta, İsveç, Danimarka, Hollanda ve Finlandiya bakımından değerlendirme yapmıştır.

Öte yandan Iceland Süpermarketi, “Iceland” Markaları’nın kullanım neticesinde ayırt edicilik kazandığı savunmasını öne sürmüş, bu kapsamda “Iceland” ibaresinin İzlanda ülkesi anlamına geldiği kabul edildiği takdirde dahi, kendilerinin 1970’li yıllarda kurulmuş, AB’nin çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren ve İngiltere’nin en büyük süpermarket zincirlerinden biri olduğunu, dolayısıyla “Iceland” ibaresinin kullanım neticesinde ayırt edicilik kazanmış bir tanınmış marka olduğunu belirtmiştir. Söz edilen hususları ispat etmek üzere Büyük Temyiz Kurulu’na pek çok tüketici araştırma/anketleri, Avrupa Birliği sınırları içindeki Iceland marketlerinin sayısını, satış rakamlarını, hangi ürünlerin satıldığını gösterir tablolar, raporlar ve hatta İzlanda’nın Reykjavik bölgesinde yer alan 3 tane franchise şubesine dair delil dosyaya sunulmuştur.

Öncelikli olarak 5 Nisan 2019 tarihinde EUIPO Hükümsüzlük Birimi tarafından Direktif’in 7/1-c maddesi uyarınca Iceland markasının, markanın en temel işlevi olan “kaynak gösterme fonksiyonunu” yerine getirmediği ifade edilerek tescilli olduğu tüm mal ve hizmetler bakımından markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.

EUIPO Hükümsüzlük Birimi verdiği bu karar ile mal ve hizmetlerin coğrafi kaynağını da belirtmeye yarayan ibarelerin kimsenin tekeline verilmemesinin kamu yararına olduğu; zira bunların mal ve hizmetlerin menşeini göstermeye yaradığı gibi, tüketici tercihlerini de etkilediğini ve ilgili tüketicinin “Iceland” ibaresini Kuzey Atlantik’teki ada cumhuriyeti olarak algılayacağını belirtmiştir.  Kullanım neticesinde ayırt edicilik kazanma savunmasına ilişkin olarak ise, markanın AB ülkelerinden Malta, İsveç, Danimarka, Hollanda ve Finlandiya’da kullanım neticesinde ayırt edicilik kazandığını ortaya koymak üzere dosya kapsamında yeterli delil sunamadığından bahisle ve bu üye ülkelerde de Iceland ibaresinin ülke ismi olarak algılandığını belirterek bu iddiaları da reddetmiştir.

5 Haziran 2019’da Iceland Süpermarketleri bu kararı temyiz etmiş ve hükümsüzlük kararını Büyük Temyiz Kurulu’na taşımıştır.

Büyük Temyiz Kurulu’nun 15 Aralık 2022 Tarihli Onama Kararı

Büyük Temyiz Kurulu, “Iceland” markalarının köken gösterme işlevinden yoksun olması gerekçesi ile verilen hükümsüzlük kararını onamıştır.

Büyük Temyiz Kurulu kararına göre:

“Iceland” kelimesi İngilizce bir kelime olup, Kuzey Atlantik’teki bir ada cumhuriyetini temsil etmektedir. Birleşik Krallık ve İzlanda’daki tüketiciler tarafından anlamı anlaşılacağı gibi, İskandinav ülkelerindeki tüketiciler tarafından da anlaşılacaktır. Özellikle Danimarka’nın İzlanda ile tarihsel bir bağı bulunmaktadır. Ayrıca Hollanda ve Finlandiya’da da ilgili tüketici kesiminin çoğu ileri düzeyde İngilizce konuşmakta ve anlamaktadır.

AB Marka Direktifi’nin 7/1-c maddesi uyarınca, maddedeki diğer sayılan tür işaretlerin yanında, bir ürünün veya hizmetin coğrafi kaynağını gösteren işaretler marka olarak tescil edilmemelidir.  Bu doğrultuda, AB Marka Direktifi’nin 7/1-c maddesi kapsamındaki türden işaretlerin herkesin kullanımına açık halde bırakılması kamu yararı olarak değerlendirilmektedir.

Burada, bu tip işaretlerin yalnızca mal ve hizmetlerin kalite veya diğer özelliklerinin gösterme fonksiyonu değil, tüketici tercihlerini etkileyebilecek türde olması da gözetilmelidir. Coğrafi yer ismi, ilgili tüketici tarafından biliniyor ve hedef tüketicide bir çağrışıma neden oluyorsa üçüncü kişilerin kullanımına açık bırakılmalıdır. Ancak bu madde uyarınca yine de coğrafi yer isimlerinin, hiçbir surette marka olamayacağı anlamı çıkarılmamalı, coğrafi yer isimlerini içeren markalar açısından dikkatli bir inceleme yapılmalıdır.

“ICELAND” kelimesi, İngilizce sözlük ve ansiklopedilerde de Kuzey Atlantik Okyanusundaki ada cumhuriyeti ülkesi olarak anılmaktadır. Makul düzeyde bilgilenmiş hedef tüketiciler de, İzlanda’nın (yani Iceland’ın) bir Avrupa ülkesi olduğunu bilebilecek durumdadır. Küçük bir nüfusa sahip olsa da İzlanda, kendi tarihine, diline ve kültürüne sahip bağımsız bir ülkedir. AB üyesi olmasa bile, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun önemli bir üyesidir ve bir AB üye ülkesi olan Danimarka ile tarihsel güçlü bağları vardır. Tüm bu etkenler birlikte değerlendirildiğinde hükümsüzlüğü istenen markalara ilişkin hedef tüketici kitlesinin, Iceland ibaresini bir ülke ismi olarak algılaması çok yüksek olasılıktır.

Öyle ki söz konusu kararda, mal ve hizmetler bakımından incelendiğinde özellikle 29, 30, 31 ve 32. Sınıflarda yer alan yemek ve içecek ürünlerinin ambalajları üzerinde ilgili ürünlerin menşeinin belirtilmesinin zorunlu olduğu dikkate alındığında, “ICELAND” markasını bu ürünler üzerinde gören ilgili tüketici kitlesinin ürünlerin İzlanda ülkesi ile bağlantılı olduğu izlenimine sahip olacağı belirtilmiştir. Kaldı ki, bahsi geçen sınıflardaki ürünlerin de yoğun olarak İzlanda ülkesinde üretildiği fazlaca delil ile ispatlanmıştır. Öte yandan Kurul, bu ürünler İzlanda ülkesinde üretilmiyor olsalar dahi orada işleniyor veya imal ediliyor olabileceğinden, tüketicinin nihai ürünü İzlanda ülkesiyle bağdaştırabileceğine kanaat getirmiştir.

Öte yandan 7, 11 ve 16. sınıflarda yer alan ürünler bakımından da İzlanda ülkesinin dondurucular ve diğer elektrikli cihazları kullanan güçlü balıkçılık ve gıda işleme endüstrisinin varlığıyla bilinmesi, sağlıklı bir ekonomiye ve belirli bir ekonomik konuma sahip bir ülke olması ve yeşil enerji ve sürdürülebilirlikle ilişkilendirilmesi nedeniyle, ilgili tüketiciler zihninde “ICELAND” ibaresinin söz konusu malların da coğrafi menşeini belirleyebileceğini varsaymanın makul olduğuna karar vermiştir. Aynı zamanda İzlanda çevre dostu bir imaja sahip olmakla beraber, özellikle AB ve Avrupa Ekonomik Topluluğu üye ülkelerindeki tüketiciler tarafından temiz, jeotermal enerjisi ile tanınmakta ve bilinmektedir. Daha uzak mesafelerdeki veya daha az aşina olunan ülke, yer, coğrafi bölge isimleri ortalama tüketici tarafından bu kadar çabuk somutlaştırılmazken somut olay nezdinde İzlanda’nın bahsi geçen imajı yüksek bir öneme sahiptir.

Iceland Süpermarketi’nin cevaplarında emsal olarak atıfta bulunduğu “Alaska”[5] kararı üzerindeki ısrarı da incelemekte olduğumuz karar nezdinde bir yer bulamamıştır. Öyle ki, Büyük Temyiz Kurulu Alaska’nın, İzlanda’ya kıyasla Avrupa’ya üç buçuk kat daha uzaktayken, İzlanda’nın coğrafi olarak Avrupa’nın bir parçası olduğunu ve AB’den çok daha fazla turist aldığını dikkate almıştır. Buna göre AB halkının ve ortalama tüketicisinin İzlanda’ya olan aşinalığının, Alaska’ya göre çok yüksek olduğu ve İzlanda’nın Avrupa Ekonomik Topluluğu üyesi olması itibariyle AB ile ekonomik ticaret bağlarının, Alaska ile olduğundan çok daha güçlü olduğunu belirtmiştir.

Uyuşmazlık konusu marka tescillerinin Madde 7 kapsamında değerlendirilmesinin yanında kullanım yoluyla ayırt edicilik kazanma  savunmasına ilişkin olarak da, Büyük Temyiz Kurulu da tıpkı Hükümsüzlük Birimi gibi, “Iceland Markaları”nın Birleşik Krallık ve İrlanda da bilinirlik statüsüne erişse de, İskandinav ülkelerinde ve Malta, İsveç, Danimarka, Hollanda ve Finlandiya üye devletlerinde hala bir ülke olarak algılandığını tekrar ederek bu savunmayı reddetmiştir.

Sonuç

Büyük Temyiz Kurulu’nun 60 sayfayı aşan kararı, bir işaretin coğrafi bir yer ismi içermesi ve tanımlayıcı niteliği nedeniyle tescil edilemeyeceğine ilişkin içtihadın sebeplerini çok detaylı ve özenli olarak ortaya koyuyor.

Kanaatimizce, kararın içerisindeki karşılaştırmalı örnekler, Büyük Temyiz Kurulu’nun “coğrafi yer isimleri”nin tamamen tescil edilemeyeceğine dair bir anlam çıkarılmasından tedirgin olduğu izlenimini vermektedir. Yine de, İzlanda özelinde, bu karardaki en büyük gerekçenin, İzlanda’nın coğrafi konumu, AB tüketicisinin İzlanda’ya aşinalığı ve kolaylıkla ilk olarak “Iceland” ibareli bir süpermarketi İzlanda’dan gelen ürünlerin satış ile bağdaştırabileceği olarak gerekçelendirdiğini anlıyoruz.

Karardaki pek çok değerlendirmeden, ilgili tüketiciye mesafe olarak daha uzak ve ilgili tüketicinin çok aşina olmadığı yer ve bölge isimleri açısından yine de bu isimlerin marka olarak kullanılabileceği ancak her somut olayda aynı zamanda her mal ve hizmet nezdinde ayrıca değerlendirme yapmak gerektiği sonucu çıkarmak mümkün.

Iceland Süpermarketleri’nin Birleşik Krallık ve İrlanda’daki büyüklüğü ve hacmi düşünüldüğünde, bu dosyanın AB Genel Mahkemesi’ne taşınması ve bizim ilerleyen senelerde de bu konuda konuşma ihtimalimiz yüksek gibi görünüyor.

Mine GÜNER SUNAY

Ocak 2023

mine.guner@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Mutlak Hükümsüzlük Nedenleri;

Bir AB markası, Kuruma yapılan başvuru üzerine veya tecavüz davalarındaki bir karşı davaya dayanarak aşağıdaki nedenlere dayanılarak hükümsüz kılınabilir:

  • AB markasının 7. Madde hükümlerine aykırı olarak tescil edilmiş olması halinde;

[2] Madde 7-Mutlak Ret Nedenleri

1.Aşağıda yer verilen türde işaretlerin tescili mümkün değildir;

(…)

  •  ayırt edicilik niteliğini haiz olmayan işaretler
  •  münhasıran ticarette malların türünü, kalitesini, miktarını, kullanım amacını, değerini, coğrafi menşeini veya malların üretim veya hizmetin sunulma zamanını ya da malların veya hizmetin diğer özelliklerini belirtmeye yarayan işaret veya göstergelerden oluşan ticari markalar;

(g)   mal veya hizmetin niteliği, kalitesi veya coğrafi kaynağı konusunda tüketicileri yanıltacak  nitelikte olan işaretler

[3] https://www.tmdn.org/tmview/#/tmview/detail/EM500000002673374

[4] https://www.tmdn.org/tmview/#/tmview/detail/EM500000011565736

[5] T-226/08, 8 Temmuz 2009

RENK KOMBİNASYONUNDAN OLUŞAN MARKALARIN AYIRT EDİCİLİĞİ HAKKINDA GÜNCEL BİR EUIPO TEMYİZ KURULU KARARI


“Ürünler bir fabrikada üretilir ama markalar zihinde yaratılır.”

Ünlü tasarımcı ve yaygın olarak kullanılan marka bilinci oluşturma ve tüketici araştırma tekniklerinin öncülerinden birisi olan Walter Landor’un da değindiği üzere, markalaşma sürecinin altın kurallarından bir tanesi tüketicinin aklında daimî bir yer edinmektir.

Dünya’da alanında önde gelen şirketler ürün ya da hizmetlerini kendi tüketicisiyle buluşturmak için birçok farklı yol ve strateji izlemektedir.  Bu minvalde renkler, geçmişten günümüze insanları etkilemek amacıyla sıkça kullanılmıştır. Örneğin, tarihte Persler ve Bizanslılar mor rengini asalet ve gösterişin simgesi olarak kullanmışlardır. Günümüzde ise yeşil ve kırmızının yan yana gelmesiyle ünlü bir giyim firması, mor ve beyazın yan yana gelmesiyle büyük bir çikolata markası, lacivert ve beyazın yan yana gelmesiyle devasa bir teknoloji şirketi akıllara gelmektedir.  Bunun sebebi de renklerin, duyguları ve bilinçaltını harekete geçirme gücünden kaynaklanmaktadır.

Buna rağmen, Avrupa Birliği tarafından 1989 yılında çıkartılan 89/104/EEC sayılı Marka Uyumlaştırma Direktifi’ne kadar birçok Avrupa Birliği ülkesinde renk markalarını tescil ettirmek mümkün olmamıştır. İşbu direktiften sonra bazı özel gereklilikler kapsamında münhasıran renklerin veya renk kombinasyonlarının tescil edilmesinin önü açılmıştır.

Bu Direktifle birlikte birçok renk veya renk kombinasyonu markası başvurusu yapılmış ve bunlar hakkında yapılan değerlendirmeler kimi zaman yargının önüne gelmiştir.

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Temyiz Kurulu’nun 22 Temmuz 2022 tarihli R 2006/2021-5 sayılı kararında da renk kombinasyonundan oluşan markalar ile ilgili güncel bir değerlendirme yapılmıştır.

Başvuru sahibi, Amazonen- Werke H. Dreyer SE & Co. KG şirketi, (Pantone 7742 C ve Pantone 1505 C) renk kombinasyonunun 7. sınıfta yer alan “tarım makineleri ve aletleri, özellikle tarla püskürtücüler” bakımından tescili için Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne başvuruda bulunmuştur.

Devamında EUIPO inceleme birimi, 17 Kasım 2021 tarihinde vermiş olduğu kararıyla;

  • Mevcut renk sayısının sınırlı olduğu, belirli mal ve hizmetler için az sayıda marka tescilinin mevcut renklerin tüm aralığını tüketebileceği,
  • Aynı türde mal veya hizmetleri satışa sunan diğer operatörler için renk kullanılabilirliğini haksız yere kısıtlamamakta kamu yararı olduğu,
  • Tarım makineleri bakımından yeşil ve turuncu renklerinin sıkça kullanıldığı,
  • Özellikle markanın talep edildiği mal veya hizmetlerin sayısının çok sınırlı olduğu ve ilgili pazarın çok spesifik olması gibi istisnai durumlar dışında, doğası gereği herhangi bir rengin, önceden herhangi bir kullanım olmaksızın tek başına belirli bir teşebbüsün mallarını ayırt etme kabiliyeti olamayacağı,
  • Söz konusu renk kombinasyonunun, geniş anlamda tarım makineleri için yaygın olarak kullanıldığı ve bunun aynı şirketler tarafından üretilen, satışa sunulan ve aynı müşterilere hitap eden tarla püskürtücüleri için de geçerli olduğu,
  • İlgili tüketici kitlesinin profesyonellerden oluşmasının, ayırt ediciliği düşük işaretin tescil edilmeye uygun olacağı anlamına gelmediği,
  • Diğer firmalar tarafından üretilen mallarda farklı renklerin kullanılmasının, ancak kullanım yoluyla kazanılan ayırt edicilik değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği ve markanın kendi ayırt edicilik değerlendirilmesi hususuyla bağlantısız olduğu,
  • Tescili talep edilen renklerin tarım sektöründe genel olarak kullanılan turuncu ve yeşil renklerden dikkat çekici şekilde ayrışmadığı ve söz konusu renklerin ilgili tüketici kesimi tarafından fark edilecek ve hatırlanacak renkler olmadığı,
  • Bu nedenlerle, söz konusu marka başvurusunun Avrupa Birliği’nde yer alan bütün bölgelerde tescili talep edilen mallar bakımından ayırt ediciliğinin bulunmadığı

kanaatine varmış ve marka başvurusunun Avrupa Birliği Marka Tüzüğü’nün 7(1)(b) maddesi uyarınca ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle tümden reddine karar vermiştir.

Başvuru sahibi, işbu karara karşı 1 Aralık 2021 tarihinde;

  • Karara itiraza konu marka başvurusunun ayırt edici olduğunu,
  • Karara itiraza konu marka başvurusunun yalnızca spesifik bir pazara hitap eden tarla püskürtücüleri için tescil edilmek istendiği ve bu pazarın ilgili tüketicisinin tarım sektöründe çalışan profesyonellerden oluştuğunu, tescil edilmek istenen tarla püskürtücüleri üzerinde üretici firma adı yerine renklerinin kullanılmasının daha yaygın olduğunu,
  • Karara itiraza konu marka başvurusunda yer alan turuncu ve yeşil kombinasyonunun genel olarak tarla püskürtücüleri için rakip firmalar tarafından kullanılmadığını ve yalnızca başvuru sahibi tarafından kullanıldığını,
  • Başvuruyu inceleyen uzmanının tarla püskürtücülerini, tarım makinelerinin geniş kategorisine dahil ederek değerlendirme yaptığını ve yalnızca genel olarak tarım makinelerinde renk kullanımına atıfta bulunduğunu,
  • Tarım sektöründe renk kullanımının ciddi şekilde önemli olduğunu, tarım makineleri için satılan boyaların “Amazon Orange”, “Lemken Blue” gibi üretici isimleriyle satıldığını ve buna birçok örnek verilebileceğini,
  • Temyiz Kurulu tarafından yapılacak olan değerlendirme neticesinde, karara itiraza konu başvurunun ayırt edici karakterden yoksun olduğu kanaatine varılması halinde kullanım sonucu ayırt edicilik değerlendirmesi yapılmasının talep edildiğini,

iddia ve talep ederek kararın iptal edilmesini talep etmiştir.

Başvuru sahibi tarafından yapılan itiraz sonucunda; Temyiz Kurulu ilk olarak, EUTMR 7(1)(b) maddesi uyarınca, bir renk kombinasyonunun bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini diğer teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlayabilmesi için teşebbüse ait mal veya hizmetlerine ilişkin açık ve net bir şekilde bilgi verebilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Buna ek olarak Temyiz Kurulu, renkler veya renk kombinasyonlarının belirli fikir çağrışımlarını aktarma ve duygu uyandırma yetisine sahip olduğunu, ancak sıkça kullanılmaları sebebiyle bir mal veya hizmet ile ilgili spesifik bilgileri iletme ve pazarlama kabiliyetlerinin düşük olduğunu söylemiştir.

Ayrıca Kurul, bir renk veya renk kombinasyonu söz konusu olduğunda, özellikle marka başvurusu kapsamında tescili talep edilen mal veya hizmetlerin sayısının çok sınırlı ve ilgili pazarın çok özel olduğu istisnai durumlar dışında, önceden herhangi bir kullanım olmaksızın ayırt ediciliğin düşünülemeyeceğini eklemiştir.

Nitekim Kurul, renk markalarının ayırt edicilik değerlendirmesinde ilk olarak tescil edilmek istenen mal veya hizmetlerin, ikinci olaraksa, ilgili tüketicinin algısının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Bu minvalde Kurul ilk olarak, söz konusu marka başvurusunun tescil edilmesi talep edilen malları değerlendirmiştir. Bu değerlendirme sonucunda; karara itiraza konu marka başvurusu kapsamında bulunan “tarım makineleri ve parçaları, tarla püskürtücüleri” mallarının ilgili tüketici kitlesinin, tarımla uğraşan profesyonellerden oluştuğu ve bu malların yalnızca zaman zaman ve dikkatli bir incelemeden sonra satın alınan uzun ömürlü özel mallar olduğu ifade edilmiştir.

İkinci olarak Kurul, söz konusu marka başvurusunda yer alan renkleri incelemiştir. Kurul, ilgili marka başvurusunda yer alan yeşil rengin basit bir renk olduğunu, buna ek olarak, ekolojiyi ve çevre korumayı temsil eden yeşil rengin kullanımının olağan ve yaygın olduğunu, aynı zamanda yeşil rengin kırmızı, turuncu veya sarının antitezi olduğunu normal, sorunsuz, pozitif veya düzenli anlamına gelen bir işaret rengi olduğunu belirtmiştir.

Karara itiraza konu marka başvurusunda yer alan turuncu rengin ise karayolu güvenliği nedeniyle ilgili malların görünürlüğünü artırmak için işlevsel olduğu, buna ek olarak, kırmızı ve turuncu rengin genellikle uyarıcı olarak kullanıldığı ifade edilmiştir.

Tüm açıklamalar neticesinde, söz konusu marka bir bütün olarak ele alındığında; başvurunun ayırt edici nitelikten yoksun iki rengin birleşiminden oluştuğu, renk kombinasyonunun karara itiraza konu markayı ayırt edici kılmayacağı, turuncu rengin uyarı rengi olarak kullanılırken, yeşil rengin ekoloji, çevre koruma, kamuflaj için kullanıldığı ve bu minvalde söz konusu renkler arasında doğal bir bağlantı kurulamayacağı, itiraza konu kararda yer verilen örneklerden anlaşılacağı üzere, yeşil, turuncu veya bu iki rengin kombinasyonunun tarım sektöründe yer alan tarım makineleri ve parçaları bakımından yaygın kullanımının bulunduğu ve itiraza konu kararda yer alan örneklerde de başvuru sahibinin rakipleri tarafından da aynı kombinasyonun tarım makinelerinde kullanıldığı kanaat ve tespitleri çerçevesinde, başvuru hakkında ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verilen ret kararı yerinde bulunmuştur.

Buna ek olarak Kurul, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiası ile ilgili olarak başvuru sahibine iddiasını kanıtlar nitelikteki delilleri sunması ve bunun ardından bu yönde inceleme yapılabilmesi için başvuruyu EUIPO İnceleme Birimine geri göndermiştir.

Yukarıda yer verilen tüm açıklamalar çerçevesinde renk kombinasyonundan oluşan başvurunun reddedilmesi yönündeki EUIPO inceleme birimi kararı, EUIPO Temyiz Kurulu tarafından da yerinde bulunmuş ve karara karşı yapılan itiraz reddedilmiştir.

Bu karar ve kararda yer verilen gerekçeler, renk kombinasyonlarından oluşan markaların her durumda tescil edilebileceği yönünde bir çıkarsamanın yerinde olmadığı sonucunu yanında getirmektedir. Dolayısıyla, renk kombinasyonlarından oluşan başvurularda kullanılan renklerin, markaların kapsadığı mal ve hizmetlere ilişkin sektörlerde işlevsel veya yaygın kullanımına konu olup olmadığı gibi hususlar, kanaatimizce bu tip başvurular yapılmadan önce dikkatle araştırılmalıdır.

Onurcan TUTAR

Aralık 2022

tutaronurcan@gmail.com

ŞİŞE YÜZEY DESENLERİ HANGİ DURUMLARDA AYIRT EDİCİDİR? EUIPO TEMYİZ KURULUNDAN YENİ BİR ÜÇ BOYUTLU MARKA KARARI


Üç boyutlu markaların tescil süreçleri esnasında birçok sorunla karşılaşılıyor olması kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek. Daha önce de üç boyutlu markalar ile ilgili olarak Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) tarafından verilen kararlar bu platformda incelenmiştir. Bu yazıyla birlikte üç boyutlu markalar ile ilgili inceleme yazılarına bir yenisi daha eklenmiş olacaktır.

Bu yazıda incelenen EUIPO Temyiz Kurulunun 8 Haziran 2022 tarihli R 142/2021-5 sayılı kararında, markada kullanılan üç boyutlu yüzey desenlerinin tescil edilmek istenen markaya ayırt edicilik ve tanımlayıcılık açılarından etkileri değerlendirilmiştir.

İhtilafın geçmişinde, Westenhorst GmbH Co. KG (“marka sahibi”) şirketinin önceki sahibi olan MBG International Premium Brands GmbH şirketinin 11 Ağustos 2009 tarihinde aşağıdaki üç boyutlu markayı tescil ettirdiği görülmüştür.


Marka herhangi bir tarifname ya da renk içermemektedir. Markanın mal ve hizmet listesi ise aşağıdaki gibidir:

  • 32. sınıf: Alkolsüz içecekler, biralar.
  • 33. sınıf: Alkollü içecekler (biralar hariç).
  • 43. sınıf: Yiyecek ve içecek sağlanması ve geçici konaklama hizmetleri.

22 Şubat 2010 tarihinde tescil edilmiş olan bu markanın 21 Şubat 2019 tarihinde yenileme talebi yapılana kadar herhangi bir ihtilaf ile karşılaşmadığı görülmektedir. Yenileme akabinde, 20 Eylül 2019 tarihinde MBG Holding GmbH (“itiraz sahibi”), söz konusu markanın ayırt edici olmadığı, tanımlayıcı olduğu ve kullanılan yüzey deseninin markaya asli değer kattığı gerekçeleri ile hükümsüzlüğünü talep etmiştir.

Hükümsüzlük talebi sahibi iddialarını aşağıdaki argümanlar çerçevesinde şekillendirmiştir:

  • Tescilli üç boyutlu marka, piyasada var olan diğer şişelerden özellikleri itibariyle farklılaşmamaktadır. Dolayısıyla, tüketiciler nezdinde markanın önemli özelliklerinden olan menşei gösterme işlevine sahip değildir.
  • Herhangi bir tarifname ya da renk unsuru içermeyen şişenin tek başına ayırt edici olduğu kabul edilmemelidir.
  • Tescilli markanın şekli piyasada sıklıkla kullanılan alışılagelmiş unsurları içermektedir. Özellikle, alkollü içecekler pazarında, yukarı doğru daralan boyna, yuvarlak ve ince bir şekle sahip bir şişe tasarımının kullanılması alışılagelmiş bir durumdur.

Bu iddiaları kanıtlamak adına aşağıdaki içki görselleri delil olarak sunulmuştur:

Fakat görülebileceği üzere bu şişeler, hükümsüzlüğü istenilen şişe gibi kırık buz/baklava deseni oluşturan üç boyutlu bir yüzey desenine sahip değildir. Sadece, genel bir görünüm olan şişenin ana gövdesinden incelerek yükselen dar boyun kısımları bakımından birbirleriyle paralellik içermektedir.

Ancak hükümsüzlük talebi sahibi söz konusu yüzey deseninin, tutuşu kolaylaştırmak için eklenen bir unsur olduğunu üç boyutlu şekil markasını, piyasadaki diğer şişelerden farklılaştırmadığını belirtmiştir. Bu iddialarına örnek olarak aynı şekilde girintili çıkıntılı yüzeye sahip olan aşağıda paylaşılan görselleri işaret etmiştir:

  • Bu argümanlar ışığında, söz konusu şişenin piyasada bulunan diğer şişeler gibi sahip olması gereken özellikle sahip olduğu ve kullanılacağı mallar bakımından piyasada var olan diğer örnekler gibi tanımlayıcı olduğunun kabulünü talep etmiştir.
  • Buna ek olarak üç boyutlu markada kullanılan desenin markaya asli değer kattığını ve bu desenin özellikle votkalar için farklı firmalar tarafından kullanılan, tüketiciler nezdinde büyük etki doğuran bir unsur olduğunu vurgulamış, diğer firmaların reklam ve pazarlama çalışmalarına ilişkin görsellerden kareleri delil olarak gösterilmiştir:

Açıklanan sebeplerle yüzey yapısının hafife alınmayacak kadar önemli olduğunu ve pazar stratejisi olarak da firmalar için önemli bir amaca hizmet ettiği vurgulanmıştır.

(Bu esnada, itiraz sahibi, söz konusu markanın kullanılmıyor olması sebebiyle iptalini talep etmiştir. Ancak bu talep hali hazırda devam eden süreç sebebiyle askıya alınmıştır.)

İtiraz sahibi tarafından dosyaya sunulan deliller ve argümanlara marka sahibinin cevapları sunulmuştur:

  • Bu cevaplardan en dikkat çekeni ise, iptali istenen üç boyutlu markanın tescil başvurusunun, hükümsüzlük talebi sahibinin grup şirketlerinden biri tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu husus, ihtilaf konusu üç boyutlu markanın korunmaya ilişkin koşulları sağladığının, hükümsüzlük talebi sahibi tarafından da biliniyor oluşuna gerekçe olarak vurgulanmıştır.
  • Söz konusu şişenin piyasadaki diğer örneklerden farklılaşarak ayırt edici olduğu, dolayısıyla tanımlayıcı olmadığı belirtilmiştir. Aynı zamanda yüzey şekillerinin piyasadaki değeri tek başına belirlemediği, bunun yanı sıra birçok farklı parametrenin biçilen değer için gerekli olduğunu vurgulamıştır. Ambalajın farklı/hoş tasarımı nedeniyle votka satın alsa da bu eğilime sebep olan gerçek sebebin halen içeceğin kendisi ve kalitesi olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca, şişenin yüzey tasarımı dışında menşei gösteren birçok unsurun dışarıda bırakılmasının doğru olmadığı vurgulanmıştır.

Ana argümanlar ve cevaplar çerçevesinde tüm yazılı dilekçe aşamaları son bulduğunda İptal Birimi tarafından 24 Kasım 2020 tarihinde bir karar verilmiştir. Söz konusu karar doğrultusunda;

Şişe üzerinde bulunan motiflerin markanın tescil edilmek istendiği mallarda ayırt edici olması, renk eksikliğine rağmen kabartmaların  açıkça anlaşılır bir duruşa sahip olması, tanımlayıcı bir işaret içermemesi sebebiyle tescile elverişli olduğu yönünde karar vermiştir. Aynı zamanda kullanılan yüzey deseninin markaya asli değer katıyor olması sebebiyle reddine ilişkin gerekçeye dair ise net bir cevap verilmemiş, fakat markanın desen dışında farklı unsurlar da içeriyor olması dolayısıyla, bu yüzey desenin tek başına asli değer vereceği hususunu değerlendirmemiştir.


Bu karara karşı hükümsüzlük talebi sahibi, 25 Mart 2021 tarihinde Temyiz Kurulu nezdinde itiraz etmiştir.

Hükümsüzlük talebi sahibi tüm gerekçelerini tekrar ederek, “kullanılan motifin ayırt edici olmadığını, tüketiciler nezdinde markanın kaynak gösterme işlevini yerine getirmeyeceğini ve söz konusu motiflerin sadece dekoratif amaçlı olduğunu; kullanım kolaylığı açısından da tercih edilebilir bir amaçla kullanıldığını” vurgulamıştır. İptal birimi tarafından markanın sadece yüzey desenlerinden oluşmadığı belirtilmişse de “söz konusu figürün bir haneden simgesi gibi olması sebebiyle ayırt edici kabul edilemeyeceği” belirtilmiştir. Ek olarak söz konusu şişe de kullanılan diğer bir görsel ögenin kullanımı için yetkili otoritelerden izin alınmadığından, tescilin hükümsüz kılınması gerekliliğini vurgulamıştır.

Marka sahibi ise ayırt edicilik ile ilgili cevaplarını, yüzey desenleri dışındaki diğer unsurun tüketiciler nezdinde ayırt ediciliğe sahip olduğunu, üç boyutlu bir marka açısından düşünüldüğünde tanımlayıcı olmadığını tekrar etmiştir. Ek olarak, itiraz sahibi tarafından sunulan Suudi Arabistan Krallığı’na ait görselin kullanımına ilişkin argümanın iddiaları genişletme kapsamına girdiğinden dikkate alınmaması gerektiği vurgulanmıştır.

Bu açıklamalar doğrultusunda EUIPO Temyiz Kurulu konuyu incelemeye başlamış ve yapmış olduğu değerlendirme sonucunda hükümsüzlük talebi sahibinin gerekçelerini reddetmiştir. Bu gerekçeleri sırasıyla aşağıdaki sebeplere dayandırmıştır:

1- Kullanılan görselin ancak yetkili otoritelerden izin alınarak kullanılması mümkünken söz konusu iznin var olmaması sebebiyle markanın reddedilmesine ilişkin argümanlar, iddiaları genişletme yasağı sebebiyle dikkate alınmamış ve reddedilmiştir. Yine de söz konusu görselde kullanılan çapraz şekilde yerleşik kılıç figürlerinin, “çapraz kılıçların her temsilinin, armanın ihlali anlamına gelmeyeceğinden” bir ihlal oluşturmayacağını belirtmiştir.

2- Ayırt edicilik kriterleri ayrıntılı bir şekilde açıklanmış ve somut olay bakımından incelemiştir. Buna göre, hükümsüzlüğü talep edilen mal ve hizmetler, 32, 33 ve 43. sınıflarda yer alan alkolsüz ve alkollü içecekler ve yiyecek ve içecek ile geçici konaklama sağlamaya yönelik hizmetlerdir. Başvuru, üç boyutlu markası başvurusu olup, herhangi bir renk ve tarifname içermemektedir. Dolayısıyla bütünsel olarak bakıldığında, şişenin yukarı doğru daralan ince bir boyun oluşturduğu ve kilitli bir döner kapağa sahip olduğu görülmektedir. Şişenin yüzeyi ise kırık buz/baklava deseni vb. olarak tasvir edilebilecek desenlerden oluşmaktadır. Üst kısmında ise çapraz kılıç figürleri, bu figürlerin solunda MM, sağında IV ibareleri yer almaktadır. Şekil markasında kullanılan bu figürlerin 32, 33 ve 43. sınıflar bakımından tanımlayıcı olmadığı belirtilmiştir.

3- Ancak iptal biriminden farklı olarak şişenin üst kısmında yer alan çapraz kılıçların baskın olmadığını, kullanılan MMIV ibarelerinin ise tüketiciler nezdinde önemli bir anlam ifade etmediğini, aynı zamanda alkollü ve alkolsüz içecekler piyasasında alışılagelmiş olan silindirik şekildeki bir şişenin, ince boyun kısmının ve opak kapağın tek başına ayırt edici bir karakter oluşturmadığını vurgulamıştır. Fakat geleneksel markalar ile kıyaslandığında üç boyutlu markalar bakımından ayırt edicilik değerlendirmesinin daha zorlu olduğunun unutulmaması gerektiği belirtilmiştir. Bu sebeple, ihtilafa konu şişenin yüzey deseni bakımından çarpıcı şekilde ayırt edici olduğu, hatta kaynak gösterme işlevine de hizmet edebileceği belirtilmiştir. Söz konusu yüzey desenlerinin teknik bir zorunluluk olmadığı açıklanmıştır.

Özellikle sunulan delillerde görülmektedir ki piyasadaki firmaların birçoğu içki şişeleri üzerinde kendine has yüzey desenlerini kullanmakta ve bu desenler ile tüketiciler nezdinde ticari bir bağ kurmaktadır. Dolayısıyla bu yüzey desenlerini alkollü içecek şişeleri bakımından “geleneksel” olarak kabul etmek yerinde olmayacaktır.

4- Son olarak İptal Birimi tarafından değerlendirilmemiş olan “şişenin yüzey deseninin markaya asli bir değer katıyor olması” sebebiyle reddedilmesine ilişkin argüman değerlendirilmiştir. Bu maddenin amacının, rakipler arasındaki rekabeti korumak ve kullanılan şekil/desen unsurları sebebiyle haksız bir yararın elde edilmesini engellemek olduğu vurgulanmıştır. Bu madde kapsamında bir değerlendirme yapabilmek için tüketicilerin, ürünü almaya iten unsurun ihtilaf konusu üç boyutlu marka/yüzey deseni olduğunun açık bir şekilde kanıtlanması gerekmektedir. Somut olayda, bu durum kanıtlanamamıştır.


Bu gerekçeler doğrultusunda, temyiz gerekçelerinin tamamı reddedilmiştir. Verilmiş olan karar incelendiğinde, yapılan incelemelerin geleneksel markalar bakımından yapılan ayırt edicilik ve tanımlayıcılık incelemelerinden genel anlamda farklılaşmadığı görülmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki üç boyutlu markalar bakımından herhangi bir grafik veya kelime unsurunun yokluğunda ortalama tüketicilerde şekillere veya ambalajlara bakarak ürünlerin menşei hakkında varsayımlarda bulunması olağan değildir; bu nedenle, üç boyutlu markalar ile ilgili olarak ayırt ediciliği tespit etmek, bir geleneksel markanın ayırt ediciliğini tespit etmekten daha zor olabilir. Bu gibi durumlarda, yalnızca sektörün norm veya geleneklerinden önemli ölçüde ayrılan ve dolayısıyla menşei gösterme temel işlevini yerine getiren bir işaretin ayırt edici bulunabileceğinin unutulmaması gerekir.

Cansu ÇATMA BİLEN

Ekim 2022

cansucatma1@gmail.com

BİRLEŞİK KRALLIK YÜKSEK MAHKEMESİNİN ÇİKOLATA SEVERLERİ HEYECANLANDIRAN KARARI: SOYUT MOR RENK MARKASAL İŞARET OLABİLİR Mİ?


Mor rengi odağına alan Cadbury vs. Nestle davası marka hukuku alanında artık bir efsaneye dönüştü desek yeridir. Birleşik Krallık Mahkemelerini uzun süreden beri oyalayan bu uyuşmazlık, süreç içerisinde pek çok kez yenilgi alan Cadbury’nin zaferiyle nihayete erdi. Yüksek Mahkeme, temyiz talebini Cadbury lehine kısmen onayladı.

Ayırt ediciliğin kazanılması ve sicilde gösterilmesi noktasında geleneksel olmayan marka türleri arasından belki de en zoru renk markalarıdır. Çünkü, markayı oluşturulacak sözcükler, harfler, şekiller veya sayılar kombinasyonu gibi geleneksel işaretlerin ve geleneksel olmayan diğer marka türlerinin neredeyse sınırsız olmasına karşın; renklerin marka olarak kabul edilmesinde aynı çeşitlilikten bahsedilemez. Ayrıca, renklerin marka sicilinde gösterimi için RAL, HEX, Pantone gibi uluslararası kabul edilmiş renk sistemlerine göre bir renk kodu içermesi zorunluluğu vardır ve bu zorunluluk dolayısıyla renkler sınırlı/tükenebilir kabul edilir. Renk kombinasyonları bir yana bırakılırsa, özellikle soyut renklerin marka olarak bir kişinin tekeline hasredilmesi, diğer kişilerin o renkleri kullanma hürriyetini ve rakipler arası rekabeti son derece kısıtlayıcı etki doğurur. Bu nedenle konu renk markası olunca bilhassa titizlikle ve hassasiyetle konunun üzerine eğilmek gerekir.

Soyut bir rengin marka olarak tescil edilmesi hiç kolay olmamakla birlikte, bunun için AB Adalet Divanı’nın Libertel kararı uyarınca üç koşulun sağlanmış olması gerekir. Başvuru konusu soyut renk (i) bir işaret niteliği taşımalı, (ii) grafiksel gösterimi mümkün olmalı ve (iii) mal ve hizmetleri birbirinden ayırt edici nitelikte olmalıdır[1]. Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi bu içtihattan yola çıkarak renk markaları hakkında, özellikle marka hukuku tutkunu çikolata severlerin ağzını sulandıracak bir değerlendirme yapar.

Uyuşmazlığın Arka Planı

Cadbury, 15 Ekim 2004 tarihinde “Malların ambalajının tüm görünen yüzeyine uygulanan veya tüm görünen yüzeyinde baskın renk olarak uygulanan, başvuru formunda gösterildiği gibi mor renk (Pantone 2685C)” ifadesini içeren tarifnameyle beraber dikdörtgen şeklinde gösterilen ve mor bir bloktan oluşan marka başvurusunda bulunur. 2013 yılında Birleşik Krallık Temyiz Mahkemesi, başvuru açıklamasındaki “baskın” ifadesini hukuki belirliliğe aykırı ve haksız rekabete yol açması muhtemel bulur[2].

Bu yenilginin üzerine Cadbury, 30. sınıfta tescil edilmek üzere her biri farklı tasvire sahip üç yeni renk markasının tescili için Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (UKIPO)başvuruda bulunur ve bu sefer marka tarifnamelerinde “baskın renk” ifadesine yer vermez.

Söz konusu renk markası başvuruları aşağıdaki gibidir:

  • 3 019 362 nolu başvuru (362)

Marka tarifnamesi: Malların ambalajının görünen tüm yüzeyine uygulanan başvuru formunda gösterildiği gibi mor renk (Pantone 2685C)

  • 3 019 361 nolu başvuru (361)

Marka tarifnamesi: Malların ambalajına uygulanan, başvuru formunda gösterildiği gibi mor renk (Pantone 2685C)

  • 3 025 822 nolu başvuru (822)

Marka tarifnamesi: Başvuru formunda gösterilen mor renk (Pantone 2685C)

Bunun üzerine Nestle, markaların işaret teşkil etmediği gerekçesiyle bu üç marka başvurusuna itiraz eder. UKIPO kıdemli itiraz uzmanı (The Hearing Officer), 362 numaralı başvuruya olan itirazı reddeder; 361 ve 822 numaralı başvurulara yapılan itirazı kabul eder.

Temyiz Kararı[3]

Yargıç Meade J, uyuşmazlığı iki hukuki soruna indirgeyerek inceler. Birinci sorun, 361 numaralı marka tarifnamesinde artık “baskın” olarak ifadesine yer verilmemesinin markanın işaret olmaması yönündeki önceki tarihli karardaki tespiti değiştirip değiştirmeyeceğidir. Hâkime göre, bu yeni tasvirle birlikte ürünlerin ambalajlarında rengin muhtemel kullanım şekilleri hala sınırsızdır ve bu ifade tüm yüzeyin yanı sıra hem baskın kısmı hem de diğer başka kullanım yollarını kapsayabilir. Hatta bu marka tasvirinin, 2013 yılındaki karara konu tasvirden daha kötü olduğunu, uygulamaya dair tüm sorunları barındırdığını ve daha fazlasını eklediğini belirterek UKIPO kıdemli itiraz uzmanının kararını onaylar, böylece 361 numaralı başvuruya yapılan itiraz kabul edilmiş olur.

İkinci sorun ise, 822 numaralı markanın tasvirinde hiçbir kullanım şekline yer verilmemesine rağmen yine de markasal işaret teşkil edip etmeyeceğidir. UKIPO kıdemli itiraz uzmanı, bu başvurunun da 361 numaralı marka başvurusu gibi reddedilmesi gerektiğine karar verir, çünkü marka başvurusunda gösterilen mor rengin işaret olarak ambalaj üzerinde mi, reklam konusu materyalde mi yoksa bizzat üründe mi kullanılacağı hususu net değildir. Çikolatanın yani ürünün mor olması veya çikolata ambalajının mor olması gibi temelde iki farklı kullanım şekli ihtimal dahilindedir.

Bu sorun esasen ABAD’ın renk marklarının hangi koşullarda tescil edilebileceğine dair saptamalar içeren Libertel Kararıyla ilgilidir ve Yüksek Mahkeme de bu içtihattan hareketle altı farklı argümanla konuya farklı açıdan yaklaşır:

  • Libertel uyuşmazlığındaki işaret soyut bir renktir (the colour per se), ne eksik ne de fazla.  Bu kavramsal olarak tek bir şeydir.
  • Rengin kullanımı ambalajlarda, ticari belgelerde, reklamlarda veya bizzat malların kendisinde gerçekleştiğinde aynı işaretin kullanımını teşkil eder. Kullanım sadece farklı bir kontekstte gerçekleştiği için farklı bir işaretten söz edilemez.
  •  “Baskın” gibi ifadeler, belirsizliğe / biçimlerin çokluğuna sebep olur; fakat soyut renkten oluşan bir işaret buna yol açmaz.
  • UKIPO kıdemli itiraz uzmanının kararı, soyut bir renk markasının sadece, “ambalajın tüm yüzeyi” gibi tek bir kullanım şekliyle ilgili sınırlamanın bulunması şartıyla geçerli olacağı anlamına gelir. Oysa bu karar, 48. paragrafında tekrarlandığı gibi, “kontursuz” soyut bir rengin markasal işaret olabileceği yönündeki ABAD içtihadı ile tutarsızdır. UKIPO yetkililerinin yazılı beyanları, Libertel işaretine “doğru/uygun koşullarda” izin verildiğini açıkça kabul etmiştir, ancak Cadbury’nin koşulları doğru/uygun değilse başka başvuru sahibinin nasıl daha iyisini yapacağını anlamıyorum.
  • Bu minvalde, Mr. Purvis’in, UKIPO kıdemli itiraz uzmanının gerekçesinin 362 ve 822 numaralı başvurular arasında tutarsız olduğu yönündeki beyanlarını kabul ediyorum.
  • Daha genel olarak, karar, Libertel işaretinin hiçbir zaman veya neredeyse hiç geçerli olmaması sonucunu doğururdu. Mahkemenin 2013 tarihli kararındaki rasyosu, tam olarak Libertel işaretlerini kapsamamasına rağmen; benim görüşüme göre, Mahkeme bunları akılda tutmuştur ve iyi düşünülmüş bir gerekçeye dayanan kararlar, bir işaret için gereken koşulların potansiyel olarak sağlanacağını açıkça ifade eder.

Bu argümanlarla Yüksek Mahkeme, 822 numaralı marka başvurusuna yapılan itirazın kabul edilmesine ilişkin UKIPO kıdemli itiraz uzmanının kararını kaldırır/iptal eder, böylece söz konusu marka Cadbury lehine tescil edilebilir.

Sonuç ve Değerlendirme

Marka tarifnamesi “Malların ambalajının görünen tüm yüzeyine uygulanan başvuru formunda gösterildiği gibi mor renk” olan 362 numaralı marka başvurusuna yapılan itiraz UKIPO kıdemli itiraz uzmanı tarafından reddedilir ve işaret Cadbury lehine marka olarak tescil edilir.

Marka tarifnamesi “Malların ambalajına uygulanan, başvuru formunda gösterildiği gibi mor renk” olan 361 numaralı marka başvurusuna yapılan itiraz, buradaki tarifnamenin kullanım şekillerini sınırlandırmadığı gerekçesiyle hem UKIPO kıdemli itiraz uzmanı hem de Yüksek Mahkeme tarafından kabul edilir ve işaret tescil edilmez.

Marka tarifnamesi “Başvuru formunda gösterilen mor renk” olan 822 numaralı marka başvurusuna yapılan itiraz ise, UKIPO kıdemli itiraz uzmanı tarafından 361 numaralı başvuru hakkında ifade edilen gerekçeye paralel gerekçeyle kabul edilir. Ancak Yüksek Mahkeme tarafından bu itiraz kabul kararı kaldırılır/iptal edilir ve işaret Cadbury lehine soyut renk markası olarak tescil edilir.

362 ve 361 numaralı başvuruların tarifnameleri karşılaştırmalı olarak incelendiğinde, 362 numaralı başvuruya konu işaretin nasıl kullanılacağı yönünde yasal netlik söz konusudur. Diğer bir deyişle, marka siciline bakıldığında, 362 numaralı başvuruya konu renk markasının, ürünün ambalajının tamamını/tüm yüzeyini kaplayan bir renk olarak uygulanacağı hususunda kesinlik mevcuttur ve Cadbury lehine bu yönde münhasır bir kullanım hakkının varlığı nettir.

361 numaralı başvurunun sınırsız kullanım şekilleri barındırdığı ve yüksek belirsizlik taşıdığı gerekçesiyle tesciline izin vermeyen Yüksek Mahkeme, bu sefer kullanım şekline ilişkin hiçbir tarifname içermeyen 822 numaralı başvurunun marka olarak tesciline imkân sunar. Yüksek Mahkemenin 822 numaralı başvuruya ilişkin itirazı reddeden -yukarıda yer verdiğimiz- altı adet argümanı ise kanaatimizce ikna edici değildir. Çünkü 822 numaralı başvuruya konu soyut renk markası, akla gelebilecek tüm biçimlerde ve diğer renklerle kombinasyonlar halinde ambalaja, malın kendisine ve hatta malın tanıtımı faaliyetlerine uygulanabilecektir. Bilhassa bu sınırsız kullanım ihtimalleri ve belirsizlik gerekçeleriyle itirazı kabul edilen 361 numaralı başvuruya konu işaret ve tarifnamesi karşısında, sonsuz derecede kullanım imkânı sunan 822 numaralı başvuruya yapılan itirazın reddedilmesini anlamlandırmak oldukça güç. Marka siciline bakıldığında da, soyut rengin nasıl kullanıma konu olacağı hususunda hiç kimsenin, özellikle rakiplerin, hiçbir öngörüsü olamayacaktır. Bu denli hukuki belirsizlik oluşturan kararın ilerleyen günlerde daha çok tartışılacağı muhakkaktır.

Sergül BALSEVER

Ağustos 2022

sergulturkoglu@gmail.com


DİPNOTLAR

[1]Libertel Groep BV v Benelux-Merkenbureau Case C-104/01 [2003]

https://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9AC40A256EA4C8FADE8F8916F27CB638?text=&docid=48237&pageIndex=0&doclang=en&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=1214841

[2] https://www.bailii.org/ew/cases/EWCA/Civ/2013/1174.html

[3] https://www.bailii.org/ew/cases/EWHC/Ch/2022/1671.html

BATMAN KARAKTERİNİN YARASA SEMBOLÜ KOSTÜMLER İÇİN AYIRT EDİCİ MİDİR?

EUIPO TEMYİZ KURULU HÜKÜMSÜZLÜK TALEBİNİ REDDETTİ



En ünlü kurgusal süper kahramanlardan biri olan Batman, zengin iş insanı Bruce Wayne’in gizli kimliğidir. Anne-babasının trajik ölümüne tanık olduktan sonra kendisini suçla savaşmaya adayan Bruce Wayne, gizli kimliğinin ilhamını penceresine çarpan bir yarasadan almıştır.

İlk defa 1939 yılında ortaya çıkan süper kahraman, o zamandan bu yana çizgi roman serisi devam ettiği gibi, onlarca film, televizyon dizisi ve video oyununda yer almıştır. Batman figürleri ve meşhur yarasa amblemi de zamanla ticarileşmiş, Batman evreninden birçok unsur tasarım ve marka tesciline konu olmuştur. Batman’e ilişkin markalar, oyuncaklardan, oyun konsollarına, kırtasiye eşyalarından kostümlere kadar geniş bir şemsiyedeki birçok mal üzerinde kullanılmıştır.

Batman’in kostümü Batsuit’ün yarasadan aldığı ilhamı, kostümün başlık, pelerin ve kol kısımlarında görmek mümkündür. Bunlara ek olarak kostümün göğsünde de elips içine alınmış kolları açık bir yarasa figürü yer almaktadır.

Bahsi geçen figür, bilinen adıyla, “Bat-insignia” elips içine alınmış kolları açık bir yarasa temsilinden oluşmaktadır:

Söz konusu yarasa amblemi, en çok tanınan popüler kültür sembollerinden biridir.

Bu yazıda sizlere, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) Temyiz Kurulu’nun, yarasa ambleminin Batman kostümleri açısından tanımlayıcı olduğu iddiasına dayanılarak yapılan hükümsüzlük talebine ilişkin kararından (R 1447/2020-2 sayılı karar) bahsedeceğiz.

“Detective Comics”, veya bilinen kısaltılmış adıyla “DC Comics” (marka sahibi), aşağıdaki görselden müteşekkil tescilli birlik markasının sahibidir.

Marka 2 Şubat 1998’de EUIPO nezdinde tescil edilmiş ve süreleri içinde yenilenmiştir. Tescil kapsamında 9, 14, 16, 21, 24, 25, 28, 30, 32 and 41. sınıflardaki mal ve hizmetler bulunmaktadır.

2019 yılında ise tasfiye halindeki “Commerciale Italiana S.R.L.” (hükümsüzlük talebi sahibi), EUIPO İptal Birimi nezdinde markanın ayırt edicilikten yoksun ve tanımlayıcı olduğundan bahisle kısmen hükümsüzlüğünü talep etmiştir.

İptal Birimi öncelikle tarafların iddia ve savunmalarına değinmiş ve sonrasında tanımlayıcılığa ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.

Uyuşmazlığın bu aşamasını aşağıdaki gibi özetlememiz mümkündür:

  • İki tarafa göre de ihtilaf konusu markanın, tüketici tarafından Batman karakteriyle ilişkilendirildiği hususunda tartışma bulunmamaktadır. İptal Birimi bu noktada Batman’in 1939’da yaratılışından beri yayımcısı DC Comics ile yakından ilişkili olduğunu belirtmiştir. Karakter’in uzun ömrü, kitap, çizgi roman, TV dizisi ve sinema filmi uyarlamaları göz önünde bulundurularak ilgili kamunun markadaki “yarasa sembolünü” tanıyacağı görüşü yerinde kabul edilmiştir. Batman kelimesi ve ona ait “yarasa sembolü”, kamu tarafından Bill Finger ve Bob Kane tarafından yaratılan çizgi karaktere yapılan gönderme şeklinde anlaşılmaktadır.
  • Hükümsüzlük talebi sahibine göre işaret, kamu tarafından bir ticaret markası olarak değil Batman karakterine ilişkin bir süsleme olarak algılanacaktır. Bu itibarla işaret, bir Batman kostümü giymeye, yani malın kullanım amacına gönderme yapmaktadır.
  • Fakat, marka sahibi, markayı, kendi franchise’ına ait mallar ile diğer firmalara ait malları ayırmak için kullandığını belirtmiştir. Birlik markası başka bir çizgi roman karakteriyle değil, Batman’le ilişkilendirilecektir ve bu sebeple doğal olarak ayırt edicidir. İptal Birimi, bu konuda marka sahibiyle aynı fikirde olmuş ve ihtilaf konusu markanın bir yarasanın doğal tasviri olmaktan öte yüksek derecede stilize edilmiş bir işaret olduğunu belirtmiştir.
  • Marka sahibi ayrıca, DC Comics’in, seksen yıla dayanan geçmişi düşünüldüğünde, dünyaca ünlü bir çizgi roman yayımcısı olmasından ve Batman dahil birçok ünlü süper kahraman karakterini içeren materyaller üretmesinden bahisle, bu yayınlar ve içerdikleri karakterler bakımından, Avrupa Birliği’nin geneli de dahil olmak üzere dünya çapında bilinir olduklarını iddia etmiştir. Batman ve sembolleri  DC Comics tarafından birçok eşya ve lisanslı tüketici ürünleri üzerinde ticari olarak kullanılmaktadır. Marka sahibine göre, 25. ve 28. sınıflardaki ilgili malların tüketicileri, yarasa ambleminin herhangi bir kullanımını, DC Comics’ten kaynaklanan bir kullanım ve/veya DC Comics ile olan bir ilişkiden kaynaklanan kalite göstergesi olarak algılamaktadır.
  • Her iki tarafça sunulan deliller de Batman karakterinin ortaya çıkışı ve tarihini açıklamakta ve onu yayımcısı DC Comics ile illişkilendirmektedir. Deliller, yarasa ambleminin mallar için tanımlayıcı olabileceğine işaret etmemektedir. Kaldı ki tüm atıflar Batman karakterinin Birlik dahil dünya genelindeki itibarını gösteren oldukça önemli ve bilinir kaynaklardan oluşmaktadır. Sonuç olarak İptal Birimi ihtilaf konusu Birlik markasının, marka sahibinin yoğun kullanımı nedeniyle ilgili kamu tarafından yalnızca DC Comics’in Batman karakteri ile ilişkilendirileceği ve başka herhangi bir çizgi roman veya süper kahraman hikayesi veya franchise ile ilişkilendirilmeyeceği sonucuna ulaşmıştır.
  • Bu durumda yarasa ambleminin kamu nezdinde bilinir olması ihtilafa konu markanın da ayırt edicilikten yoksunluk iddiası için bir temel oluşturmayacağı ortadadır. Hükümsüzlük talebi sahibinin bu iddiaları esas olarak Temyiz Kurulu’nun Pinokyo kararına dayanmaktadır. Ancak İptal Birimi’ne göre, marka sahibince de belirtildiği üzere “Pinokyo” kararı uyuşmazlığa uygulanabilir değildir. “Pinokyo”, çocuklara yönelik bir öykünün başlığı olup sadece bu öyküye referans eden bir ibare olarak “dile girmiştir”. Böylece marka özellikle bu öyküye atıfta bulunabilecek mallar bakımından hükümsüz kılınmıştır. Mevcut uyuşmazlıkta, marka yalnızca DC Comics’in Batman karakteriyle ilişkilendirilecektir. Zira hem görünüşte hem de davranışta onu halk tarafından tanınabilir kılan belirli özellikler taşıması, herhangi bir kurgusal karakterin özüdür. Mevcut uyuşmazlıkta tüketiciler ilgili malların marka sahibinin izniyle satışa çıkarıldığını varsayacaktır.
  • Kurgusal karakterin ‘yarasa amblemi’ taşıyan bir kostümle ilişkilendirilmesi, uyuşmazlık konusu markanın ihtilaflı malların özellikleri hakkında bilgi aktardığı anlamına gelmemelidir. Bir amblemin ticari marka olarak gerçek kullanımı, onun mallara veya ambalajlarına iliştirildiği anlamına gelir. Amblem ayırt edici olduğundan, tescil edilmemesi için yasal bir gerekçe yoktur. Markanın gerçek kullanımının değerlendirilmesi, bir geçersizlik gerekçesi değil, iptal gerekçesidir ve bu nedenle mevcut yargılamayla ilgisi yoktur.
  • Hükümsüzlük talebi sahibi ayrıca, markanın ürünlere eklendiğinde yalnızca dekoratif bir işlev göreceğini ve bu nedenle malların menşeinin bir göstergesi olarak algılanamayacağını ileri sürmüştür. İptal Birimi, markanın dekoratif bir işlevi yerine getirebilmesinin, herhangi bir ayırt edici özelliği reddetmek için tek başına yeterli olmadığını belirtmiştir. Tipik dekoratif öğeler, şeritler, noktalar ve/veya herhangi bir desen türü gibi tüketicilerin ortak kullanımları nedeniyle ayırt edemediği öğelerdir. Hükümsüzlük talebine konu markanın belirli özellikleri göz önüne alındığında, tüketicilerin markayı giyim eşyaları veya diğer herhangi bir tür mal üzerine basıldığında tamamen dekoratif olarak algılayacaklarını varsaymak için hiçbir neden yoktur. Dekoratif amaçlar için kullanılsalar bile, öğeler halk tarafından ayırt edici olarak kabul edilebilir ve bu nedenle ticari bir kökene işaret edebilir.
  • Hükümsüzlük talebi sahibi uyuşmazlık konusu markanın tanımlayıcı niteliğine ilişkin argümanları ayırt edicilik iddialarının tekrarından ibarettir ve itiraz edilen işaretin ayırt edici olmadığı varsayımına dayanmaktadır. Ancak, yukarıda görüldüğü gibi, marka İptal Birimi tarafından ilgili mallar için ayırt edici görülmüştür; bu nedenle, hükümsüzlük talebi sahibinin markanın tanımlayıcılığına ilişkin argümanı temelsiz bulunmuştur.

İptal Birimi’nin, 21 Mayıs 2020 tarihli kararında hükümsüzlük talebini reddetmesi üzerine hükümsüzlük talebi sahibi bu kararı temyiz etmiştir. Dosya, EUIPO 2. Temyiz Kurulu’nun önüne gelmiştir.

Hükümsüzlük talebi sahibi temyiz aşamasında önceki argümanlarını tekrar etmekle birlikte aşağıdaki iddialarda bulunmuştur:

  • Yarasa ambleminin, Batman kostümünün bir parçası olduğu, karakterin çıkışından beri açıkça ortadadır. Sembol ilgili kamu kesimince derhal, malların bir süsleme unsuru ve ürünlerin amacını veya özelliklerini belirten tanımlayıcı bir işaret olarak algılanacaktır.
  • Bir kostümün göğüs kısmındaki  markası kaynak gösterir şekilde değil, çizgi filmlerdeki orijinal Batman kostümünün bir kopyasının parçası olarak anlaşılacaktır.
  • Marka başvurusu hükümsüzlük talebinin yöneltildiği mallar bakımından kullanım sonucu ayırt edicilik (ikinci bir anlam) kazanmamıştır.
  • Marka sahibi, markasının doğrudan bir karakterle ilişkilendirmesini önlemek için hiçbir faaliyette bulunmamaktadır. Zira belirli durumlarda -markanın ticari kaynak olarak algılanmama ihtimali bulunduğunda- bu sembolleri kullanma zorunluluğu bulunmaktadır. Ancak marka sahibinin, bu zorunluluğa rağmen markasını TM ve ® sembolleri olmadan kullandığı görülmektedir.
  • Bu gibi durumlarda ürünler üzerinde kullanılanacak bazı ibarelerin/şekillerin marka hakkı gibi münhasır haklardan arındırılmış olması, kamu yararı gereğidir. Batman’in ünlü karakterinin telif haklarının sona ermesinden sonra herkes onun ünlü kostümüne gönderme yapan kostümler üzerinde uyuşmazlık konusu markayı kullanmakta özgür olmalıdır.

Marka sahibinin bu iddialara karşı yanıtları ise aşağıdaki şekilde olmuştur:

  • Yarasa ambleminde bulunan son derece stilize yarasa tasviri, doğası gereği ayırt edicidir ve marka sahibi tarafından mallarını diğer teşebbüslerin mallarından ayırmak için yaygın olarak kullanılmaktadır.
  • Tüketiciler yarasa amblemini marka sahibinin mallarını diğer eğlence franchise’larından ayıran bir özellik olarak görmektedir ve tüketicilere belirli mal ve hizmetlerin marka sahibi tarafından lisanslandığı bilgisi verilmektedir. Üçüncü kişiler yarasa amblemini giysiler üzerinde kullanmakta serbest olsaydı, bu durum marka sahibinin yarasa ambleminin kaynak gösterme işlevini (ve muhtemelen yatırım, reklam ve iletişim işlevlerini de) etkilerdi. Batman’in bir karakter olarak popülerliği, markayı geçersiz kılmamakta aksine kaynak gösterme işlevini güçlendirmektedir. Bu nedenle tüketiciler yarasa sembolünün kaynağını tanımakta ve DC Comics’in markası olarak güvenmektedir.
  • Markanın ayırt edicilikten yoksun olduğu düşünülse bile kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandığı sunulan delillerden anlaşılacaktır.

Temyiz Kurulu yukarıda özetlenen bilgi, iddia, delil ve dokümanların ışığında temyiz talebini incelemiş ve aşağıda belirtilen gerekçelerle talebi reddetmiştir:

  • Markanın Batman’in göğsündeki sembolle ilişkilendirileceği hususu tartışmasızdır. Ancak Batman karakteri her zaman yayımcısı DC Comics ile ilişkilendirilmiştir. Hükümsüzlük talebi sahibi, uyuşmazlık konusu markanın başvuru tarihinde piyasada marka sahibinden izin alınmadan kullanıldığına dair kanıt sunmamıştır.
  • Hükümsüzlük talebi sahibi, yarasa ambleminin bir kostüm üzerinde kullanılması durumunda kaynak gösterme işlevi sağlamayacak ve orijinal Batman kostümünün süslemesi olarak anlaşılacak kadar ünlü olduğuna dair iddialarını, Adalet Divanı’nın C-48/05 sayılı Opel kararına dayandırmaktadır. Bu iddia da yine, yarasa ambleminin diğer firmalar tarafından belirtilen mallar üzerinde kullanıldığı kanıtlanmadığı için Kurul tarafından dayanaksız görülmüştür.
  • Temyiz Kurulu’na göre Batman karakterinin popülerliği markayı geçersiz kılmamaktadır, aksine yarasa ambleminin kaynak gösterme işlevini güçlendirmektedir. Tüketiciler yarasa ambleminin kaynak gösterme işlevini tanımakta ve onun DC Comics’in markası olduğuna güvenmektedir.
  • Markanın ® sembolü ile birlikte ya da sembol olmadan kullanılmasının bir önemi yoktur. Zira bu sembolün kullanımı, müşterilere işaretin marka olarak kullanıldığına ilişkin bilgi verme amaçlıdır ve isteğe bağlıdır.

Yukarıda yer verilen tüm açıklamalar ve gerekçeler doğrultusunda EUIPO Temyiz Kurulu, tescilli markanın ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle hükümsüz kılınması yönündeki talebi reddetmiştir.

Kurul tarafından incelenen bir diğer husus da hükümsüzlük talebinin kapsamına yönelik sınırlandırmanın İptal Birimi tarafından kabul edilmemesi kararına karşı yapılan itirazdır.

Hükümsüzlük talebi başlangıçta 25. sınıftaki “şapkalar ve başlıklar; ceketler; gömlekler; sweatshirtler; tişörtler; kısa bluzler; eldivenler ve tek parmaklı eldivenler; pantolonlar; kostümler; terlikler; terlik çorapları; çoraplar; tangalar; sandaletler; ayakkabı ve botlar; kumaş kemerler.” ve28. sınıftaki “maskeler (spor için olanlar hariç); tuhafiye düğmeleri; tuhafiye eşyaları ve parti şapkaları” mallarına yöneliktir.

Hükümsüzlük talebi sahibi, talep tarihinden sonraki görüşlerinde incelemenin kapsamını aşağıdaki şekilde daraltmak istemiştir:

25. sınıf: Batman karakteriyle ilgili ve/veya Batman karakterini temsil edecek şekilde giyilmesi amaçlanan kostümler, tiyatro kostümleri, maskeli balo kostümleri, dans kostümleri, Cadılar Bayramı kostümleri, karnaval kostümleri, maskeli balo kostümleri, maskeler ve/veya tam elbiseler, başlıklar, korseler, pantolonlar, tulumlar, külotlu çoraplar, kemerler, ayakkabılar, galoşlar ve pelerinler.

28. sınıf: Batman karakteriyle ilgili ve/veya Batman karakterini temsil edecek şekilde giyilmesi amaçlanan maskeler, süs düğmeleri, kotilyonlar için eşyalar ve parti şapkaları.

Hükümsüzlük talebi sahibi her ne kadar talebin kapsamını daraltma hakkına sahip olsa da güncel uyuşmazlıkta sınırlanmak istenen terimler, İptal Birimine göre tescilli markanın kapsamı ile tam olarak örtüşmemektedir. Bu çerçevedeki İptal Biriminin kapsamdaraltmayı gerekli görmediği yönündeki değerlendirmesi Kurul tarafından yerinde bulunmuştur.

Kurul’a göre “baş giysileri” terimi, “şapkalar ve başlıklar”a kıyasla daha geniş bir kategoridir. Ayrıca marka 25. sınıftaki “korseler, pantolonlar, tulumlar, külotlu çoraplar, kemerler, galoşlar ve pelerinler”  ile 28. sınıftaki “kotilyonlar için eşyalar” için tescilli değildir. Bu sebeple bu mallar üzerinde hükümsüzlük talebinde bulunulamaz.

İkinci olarak, markanın yalnızca belirlenen mallar bakımından hükümsüz kılınması durumunda, daraltmada kullanılan ifadeler hukuki belirsizliğe yol açacaktır. Bir ürünün Batman karakteriyle ilgili olup olmadığının ve/veya Batman karakterini temsil edecek şekilde giyilmesinin amaçlanıp tasarlanmadığının tanımlanması özneldir ve malların açık ve kesin bir özelliği değildir. Bir bütün olarak “kostümler”in hükümsüz kılınması, Batman karakteriyle ilgilli ve/veya Batman karakterini temsil edecek şekilde giyilmesi amaçlanan belirli kostüm türlerinin hükümsüz kılınması ile kyaslandığında, hükümsüzlük talebi sahibinin lehinedir.

Bu sebeplerle İptal Birimi’nin incelemeyi talep formunda belirtilen mallar üzerinden devam ettirmesi de, Temyiz Kurulu’nca haklı bulunmuştur.


En nihayetinde, Temyiz Kurulu hükümsüzlük talebi sahibinin itirazlarını yerinde bulmamış, itirazı reddetmiş ve İptal Biriminin kararını onamıştır. Karar çıkartılan birincil sonuç, EUIPO’ya göre,  bir işaretin popüler kültürün ünlü figürlerinden olmasının tek başına bu işaretin ayırt edicilikten yoksun bulunması için yeterli bir sebep teşkil etmeyeceğidir.

Cansu ÇATMA BİLEN

cansucatma1@gmail.com

Melike Gülşah YARDIMCI

mgulsahyardimci@gmail.com

Aralık 2021

“ROUGE G DE GUERLAIN” RUJUNUN ÜÇ BOYUTLU MARKA KORUMASI MÜCADELESİ: ABAD GENEL MAHKEMESİ GUERLAIN KARARI (T-488/20)



1828 yılından beri sektörün en eskileri arasında yer alan ve sektördeki varlığını korumaya devam eden Fransa menşeli lüks kozmetik ve parfümeri şirketi Guerlain SA (“Guerlain”), diğer pek çok ürününün yanı sıra ikonik hale gelen “Rouge G de Guerlain” rujlarının da sahibidir. Bu ürünü ikonikleştiren ise elbette Guerlain marka değeri ve ürün kalitesi olmasının yanı sıra, aynı zamanda bu ürün ambalajının tasarımı yani bir diğer değişle, üç boyutlu şekli demek yanlış olmayacaktır.

Şüphesiz ki, Guerlain da bu durumun farkındalığı içerisinde, 2018 yılında Rouge G de Guerlain rujlarının üç boyutlu marka olarak tescil edilmesi amacıyla 3. sınıfta “ruj” ürünleri kapsamında Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) nezdinde tescil başvurusunda bulundu. Başvuru konusu üç boyutlu şeklin ayırt ediciliği haiz olduğu yönünde iddiada bulunduysa da EUIPO İnceleme Birimi tarafından Avrupa Birliği Marka Tüzüğü (“EUTMR”) 7(1)(b) hükmü uyarınca, ayırt edici nitelik taşımadığı gerekçesiyle ilgili üç boyutlu marka başvurusu reddedildi.

Başvuru konusu üç boyutlu marka görseli

Marka başvurusunun reddi üzerine, Guerlain tarafından 14 Kasım 2019 tarihinde EUIPO Temyiz Kurulu’na başvuruldu. EUIPO Birinci Temyiz Kurulu (“Kurul”), İnceleme Birimi tarafından verilen ret kararı ile aynı doğrultuda ve başvuru konusu şeklin ayırt edici niteliği haiz olmadığı yönünde karar verdi.

Kurul kararında, söz konusu üç boyutlu şekil incelemesine ve ilgili ürün tüketici kitlesi tanımına yer verilerek, piyasadaki ücret skalasına göre ortalama seviyeden yüksek seviyeye kadar değişiklik gösteren dikkat düzeyine sahip oldukları belirtildi. Kurul, bu üç boyutlu şeklin piyasadaki aynı ürün şekilleri ile arasında önemli ölçüde bir farklılığının bulunmadığını, diğer ürün şekilleri gibi silindirik bir yapıda olduğunu ve ortalama tüketicinin de bu şekle aşina olduğunu belirtti. Netice itibarıyla da uyuşmazlığa konu üç boyutlu şeklin bütünsel değerlendirmesinde, sektörün norm ve geleneklerinden “önemli ölçüde” farklılaşmış bir şekil olmadığı kanaatine vardı.

Guerlain Tarafından Öne Sürülen İddialar

Kurul tarafından verilen kararın iptali ve söz konusu üç boyutlu marka başvurusunun tescili için Guerlain tarafından Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesine (“Genel Mahkeme”) başvuruldu. Guerlain başvurusunda, söz konusu şeklin piyasada bulunan diğer ruj şekillerinden neden önemli ölçüde farklı olduğu hususundaki açıklamalarını içerir aşağıda yer alan iddialarda bulundu:

  • Söz konusu üç boyutlu şekil, yapısı itibarıyla düz bir yüzeye sahip değildir ve bu nedenle dikey şekilde konumlandırılamamaktadır. Şeklin yapısından kaynaklanan bu özellik onun benzersizliğini pekiştirmekle birlikte ortalama tüketicinin algısını da etkileyeceği için önemlidir.
  • Başvuru konusu şekil bir tekne gövdesi, bebek arabası ya da ters biçimde ve kenarları yuvarlak hatlara sahip altın külçesini andıran alışılmadık bir yapıda ve ayırt edici niteliktedir.  
  • Üzerinde yer alan küçük ve oval kabartma biçimdeki yükselti, söz konusu ürünün şeklini sektörün norm ve geleneklerinden farklılaştırmaktadır.
  • Şekilde menteşeler bulunmaktadır ve bu kısım açıldığında çift taraflı bir ayna ortaya çıkmaktadır ki bu da şekli farklılaştıran bir başka özelliktir.
  • Şekilde yer alan özelliklerin her biri, şekli ilgili sektörün norm ve geleneklerinden farklılaştırmaktadır. Ayrıca şeklin yeni ve özgün olması da sektörün norm ve geleneklerinden önemli ölçüde uzaklaştığı hususunda bir emare niteliğindedir.
  • Son olarak, şeklin ortalama tüketici nezdinde akılda kalıcı mahiyette olması, ayırt edici niteliği haiz olduğunu göstermektedir.

Genel Mahkeme Kararı (T-488/20)

Genel Mahkeme, 14 Temmuz 2021 tarihli ve T-488/20 sayılı kararında, Guerlain tarafından öne sürülen iddiaları haklı bularak, aşağıda yer verilen gerekçelerle, söz konusu üç boyutlu şeklin ayırt edici niteliği haiz olduğunu belirterek sektörün norm ve geleneklerinden önemli ölçüde uzaklaştığı yönünde karar verdi:

  • Üç boyutlu bir markanın ayırt edici niteliğine dair yapılacak olan değerlendirme, markanın özgünlüğü veya ilgili mal ve hizmet alanı kapsamında kullanımının bulunmadığı yönündeki değerlendirmeler ile bağlı değildir.
  • Başvuru konusu şeklin sektörün norm ve geleneklerinden önemli ölçüde farklılaşmış olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir. Ancak, şeklin sadece yenilik arz etmesi ayırt edici niteliği haiz olduğu anlamına gelmemekle birlikte, bu konudaki belirleyici kriter, ticari kaynağı belirtme işlevini yerine getirme yeterliliğine sahip olup olmadığıdır.
  • Ürünlerin yüksek kalitede bir tasarıma sahip olması, o üç boyutlu şekle sahip ürünleri sektördeki diğer ürünlerden ayırt etmek için şart değildir.
  • Üç boyutlu şeklin estetik yönü, ürünün göze güzel veya çekici görünmesi yönündeki bir değerlendirme anlamına gelmeyecek olup, söz konusu şeklin ilgili kitlenin algısında nesnel ve sıra dışı bir etki yaratma yeteneğine sahip olup olmadığına göre belirlenecektir.
  • Kurul kararında yer verilen ve sektörün norm ve geleneklerini oluşturduğu belirtilen ruj görselleri de dikkate alındığında, başvuru sahibinin belirttiği gibi ilgili uyuşmazlık konusu şekil, ruj ürünleri için alışılmışın dışındadır ve piyasada yer alan diğer ruj şekillerinden farklılık arz etmektedir.

     

Karar metninde yer verilen piyasadaki ruj görselleri
  • Üç boyutlu bir ürün şeklinin yalnızca piyasadaki diğer alışılmış şekillerin bir başka türü niteliğinde olması, onun ayırt ediciliği haiz olup olmadığının tespiti için yeterli değildir. Nitekim sektörün önemli bir şekil çeşitliliği ile nitelendirilmesi, yenilik içeren herhangi bir şeklin de mutlaka onlardan biri olarak algılanacağı anlamına gelmeyecektir.
  • Başvuru konusu şekil iç içe geçen iki parçadan oluşmakta olup, bunlardan biri küçük ve oval bir yükseltiye sahiptir. Şekil, herhangi düz bir hatta sahip değildir ve üst kısmının hafif kavisli olmasının yanı sıra sadece alt kısmında küçük bir yüzey alanı bulunmaktadır. Tek bir yanında ise dikdörtgen şeklinde bir yuva yer almaktadır.
  • Söz konusu şekil bir tekne gövdesini veya bebek arabasını andırmaktadır. Bu özelliği bir ruj şekli için sıra dışı ve alışılmadık olup, şekli sektörün norm ve geleneklerinden önemli ölçüde farklılaştırmaktadır. Şekilde yer alan küçük ve oval yükselti de alışılmışın dışındadır ve başvuru konusu üç boyutlu şeklin sıra dışı görünümüne katkıda bulunmaktadır.
  • Başvuru sahibi tarafından da iddia edildiği üzere, söz konusu ruj şekli piyasadaki diğer ruj şekillerinden farklı olarak dikey pozisyonda konumlandırılamamaktadır ve bu özellik, şeklin ortalama tüketicide yarattığı alışılmışın dışındaki görsel etkiyi pekiştirecektir.
  • Ayrıca ortalama seviyeden yüksek seviyeye kadar değişiklik gösteren dikkat düzeyine sahip ilgili tüketici kitlesi, söz konusu şekli gördüğünde şaşıracak olup, şekli sektördeki norm ve geleneklerden önemli ölçüde farklılaşmış olarak ve ticari kaynağı belirtebilecek nitelikte algılayacaktır.

Genel Mahkeme, ilgili Karar metninde geçen tüm bu açıklamalar doğrultusunda, Kurul’un EUTMR 7(1)(b) maddesi doğrultusunda uyuşmazlık konusu şeklin ayırt edicilik niteliğini haiz olmadığı yönünde verdiği kararın isabetsiz olduğu kanısına vardı ve Kurul kararının iptali yönünde hüküm kurdu.  

Genel Mahkeme Kararının önemi şu noktada ortaya çıkmaktadır ki, aslında bir üç boyutlu markanın ayırt ediciliğine dair yapılacak olan değerlendirme, diğer geleneksel markalara dair yapılacak olan değerlendirmeden farklı olmayacaktır. Ancak uygulamadaki genel algı, ortalama tüketicinin bir ürün veya ambalaj şeklinin üzerinde kelime ya da grafik unsur yer almadığı sürece o ürünün ticari kaynağı hakkında varsayımda bulunma alışkanlığının bulunmadığı ve bu nedenle de geleneksel markalara kıyasla üç boyutlu markalara ilişkin ayırt edicilik tespitinin çok daha güç olduğu yönündedir. Dolayısıyla, süregelen uygulamalar kapsamında konuyu ele alacak olursak, üç boyutlu markaların geleneksel markalara nazaran marka korumasından yararlanmasının daha zor olduğunu söylemek mümkündür. Genel Mahkeme tarafından verilen işbu kararın ise üç boyutlu marka tescili kapsamında sektördeki diğer firmalar için umut vadeder nitelikte olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Belce BARIŞ

Kasım 2021

belcebaris@gmail.com

ÜÇ BOYUTLU ŞEKİL MARKALARINDA MUTLAK RET NEDENİ OLARAK TEKNİK ZORUNLULUK: İSVİÇRE FEDERAL MAHKEMESİ’NİN “NESPRESSO” KAHVE KAPSÜLLERİ KARARI



5A_910/2019 01.03.2021 - Tribunal fédéral


İsviçre Federal Mahkemesi, geçtiğimiz Eylül ayında, Nestle Anonim Şirketi adına, 30. mal ve hizmet sınıfında İsviçre’de tescilli “Nespresso” kahve kapsüllerine ilişkin üç boyutlu şekil markasının hükümsüzlüğüne karar verdi[1]. Mahkemenin temel dayanağı, dava konusu kahve kapsüllerinin sivri kesik koniden oluşan üç boyutlu şeklinin “teknik zorunluluk” olarak nitelemesidir.

Olay: 1970’li yıllarda Nestle şirketi, tüketicilere İtalyan kahvesi kalitesinde iyi espresso sunmak için araştırmalar yapar. Bir doz öğütülmüş kahve içeren hava geçirmez kapsüller ve bu kapsüllerle uyumlu kahve makineleri tasarlar. Nestle, bu kapsüllere ilişkin pek çok patent alır ve süreç içerisinde pek çok farklı görünüşlerde kapsüller tasarlar, fakat teknolojisi temelde hep aynı kalır. Bu esnada Nestle, İsviçre’de tek servislik kahve sektöründe çok başarılı olur ve en büyük distribütör unvanını alır.

Nestle, 2000 yılında İsviçre Federal Fikri Mülkiyet Enstitüsü’ne kahve, kahve özleri ve kahve bazlı preparatlara ilişkin 30 uncu sınıfta tescil edilmek üzere üç boyutlu marka başvurusunda bulunur. Ofis, ilk olarak, şeklin esaslı bir farklılık arz etmediği, tüketicilerin hafızasında önemli bir yer teşkil etmediği, bu şeklin kamusal alana ait olduğu ve kamunun serbest kullanımında kalması gerektiği gerekçeleriyle tescil başvurusunu reddeder. Fakat daha sonra edinilmiş ayırt ediciliğe dayanarak “la marque imposée” olarak tescil edilir[2] ve o zamandan itibaren en son 22.05.2020 tarihinde yenilenir.

Davalı Ethical Coffee Company şirketi, Nespresso makinelerinin sistemiyle uyumlu olan ve doğada çözünebilen materyallerden oluşan, bitkisel lifler ve nişasta bazlı kahve kapsülleri geliştirir ve 2011 yılından itibaren İsviçre’de satışa sunulur. Nestle şirketi, tescilli şekil markasına dayanarak Ethical Coffee Company kapsüllerinin pazarlanmasının yasaklanması için 2011 yılında İsviçre’de ihtiyati tedbir kararı alır; bu karar İsviçre Federal Mahkemesi tarafından şekli gerekçelerle geri gönderilir ve alt mahkeme, bu sefer yaptırdığı fizibilite çalışmalarına dayanarak, ikinci kararında kapsülün şeklinin teknik olarak gerekli olduğu gerekçesiyle ihtiyati tedbir talebini reddeder.

Bunun üzerine Nestle, Ethical Coffee Company’e karşı marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet temelli bir dava açar, davalı şirket de davacıya karşı markanın hükümsüzlüğü gerekçesiyle karşı dava ikame eder. Alt mahkeme ise Nestle şirketinin talebini reddeder ve davalının geçersizlik talebini kabul ederek Nespresso kahve kapsüllerine ilişkin şekil markasının hükümsüzlüğüne karar verir. Alt mahkeme, söz konusu markanın kamusal alana ait olduğu ve Nestle şirketinin markanın yeterince ayırt edici olduğunu yani empoze edildiğini ispatlayamadığı sonucuna varır. Bu karara karşı davacı taraf üst mahkemeye başvurur.

Karar: İsviçre Federal Mahkemesi, İsviçre marka hukukunda yer alan marka kavramı (LPM l’art. 1 – MSchG Art. 1) ve mutlak ret nedenlerinden işaretin kamusal alana ait olması (LPM l’art. 2/a – MSchG Art. 2/a) ile şeklin teknik zorunluluk sonucu olması (LPM l’art. 2/b – MSchG Art. 2/b) düzenlemeleri çerçevesinde bir değerlendirme yapar. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği ve Alman hukuku ile kıyaslamalara da yer verir.  Bu karşılaştırmalı analiz sonucunda, mahkeme, rakiplere ait alternatif çözümlerin Nespresso makineleriyle uyumlu olması halinde ancak şeklin teknik zorunluluk arz edeceğini vurgular.

Mahkeme öncelikle, üç boyutlu markanın kamusal alana ait olmasına rağmen yeterince ayırt edicilik kazanıp kazanmadığını inceler. Yargılama esnasında uzman bilirkişilerce anket yapılır ve anket sonuçlarına göre kamusal alana ait olan Nespresso kahve kapsüllerine ilişkin şekil markasının halk nezdinde yeterince empoze edilmediği, yani ayırt edicilik elde etmediği saptanır.

Mahkeme, daha sonra dava konusu üç boyutlu markanın teknik bir zorunluluk arz edip etmediğini inceler ve şu üç kriteri benimser: Teknik yapıyı değiştirmeden başka bir şeklin seçimi mümkünse ve bunu rakibin tercih etmesini beklemek, onun için (i) daha az pratik olmamalı, (ii) daha az sağlam/dirençli olmamalı, ve (ii) daha yüksek üretim maliyetlerine yol açmamalı. Diğer bir deyişle, rakiplere bu kriterleri sağlamayan alternatif bir çözüm dayatılmaz. Üstelik fark küçük de olsa en ufak bir üretim maliyetine katlanması rakipten beklenemez.

Federal Mahkeme; alt mahkemenin, alternatif şekillerin Nespresso makine sistemiyle uyumlu olması gerektiğine ilişkin kararını hukuka aykırı bulmaz ve netice olarak, dava konusu kahve kapsüllerine ilişkin üç boyutlu şekil markasının “teknik zorunluluk” olduğu gerekçesiyle hükümsüzlüğüne karar verir.

Değerlendirme: Esasen bu karar, Alman Federal Patent Mahkemesi tarafından Nespresso Kahve kapsüllerine ilişkin daha önce verilen kararın bir ekosu niteliğindedir. Alman Patent ve Marka Ofisi, 2003 yılında Nespresso kahve kapsüllerine üç boyutlu marka koruması sağlamıştı, fakat Ethical Coffee Campany’nin başvurusu üzerine bu korumayı 2014 yılında geri çekmişti. Bu karar ise Alman Federal Patent Mahkemesi tarafından, benzer şekilde, teknik fonksiyon mutlak ret nedenine dayanılarak 17.10.2017 tarihinde onaylanmıştı[3].

Nestle şirketinin, Nespresso kahve kapsüllerini ilk defa buluş olarak kaydettiği ve buluşların kanunda öngörülen sürelerle sınırlı olarak korunduğu göz önüne alındığında; kahve kapsüllerini üç boyutlu marka olarak tescil ettirmek suretiyle esasen yenilenebilen ve süresiz bir marka koruması elde ederek adeta kanun koyucunun iradesi dışına çıktığını söyleyebiliriz. Bu durum hukuken korunmaya değer değildir. Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın LEGO kararında da vurgulandığı gibi, bir üreticinin fikri mülkiyet sisteminde sadece sınırlı süreyle korunabilecek bir teknik çözümünü, münhasır haklar elde etmek ve bunu sürdürmek için marka hukuku düzenlemelerini kullanması önlenmelidir[4]. Üstelik rakiplerden aynı kullanım için farklı bir şekilde üretim yapmasını beklemek, serbest ve adil rekabet düzenini bozucu niteliktedir.

Marka hakkı, tescil edilmekle sahibine tekelci yetkiler sağlar. Bu kapsamda marka sahibi, markasının başkası tarafından kullanılmasını men edebilir. Esasen böylece piyasadaki rakipler arasındaki adil ve serbest piyasa rekabetine önemli ölçüde bir sınırlandırma getirilmiş olur. İşte bu noktada, incelediğimiz mahkeme kararının, madalyonun diğer yüzü olan adil ve bozulmamış piyasa rekabetinin korumasına ağırlık verdiğini söyleyebiliriz. Marka sahibinin menfaati ile piyasa rekabeti arasında bir denge oluştururken, orijinal ürüne kabul edilebilir alternatif şekillerin varlığı mahkemeler tarafından titizlikle incelenmeli ve kamu menfaati göz ardı edilmemelidir.

Sergül BALSEVER

Ekim 2021

sergulturkoglu@gmail.com


[1]Kararın orijinal metnine buradan ulaşabilirsiniz: https://bit.ly/3Cjdcqx

[2]La marque imposée”, belli bir teşebbüsün malları veya hizmetleri için piyasada belirli bir ayırt edicilik kazanmış olan kamusal alana ait bir işaretin marka olarak tescil edilebilmesi ve korunmasıdır. Bu tür işaretlerin zamanla ayırt edicilik kazanarak kendisini empoze etmesinden dolayı bu isim verilmiştir.

[3] Bkz. https://www.bundespatentgericht.de/SharedDocs/Pressemitteilungen/DE/08122017.html

[4] ABAD’ın 14.09.2010 tarihli LEGO kararı (ECLI:EU:C:2010:516), pg. 43 ve 46. https://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=6E9A7E43C84AE1EE1373276552838CAF?text=&docid=82838&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=4272661

Ayrıca bkz. ABAD’ın 18.06.2002 tarihli PHİLİPS kararı (ECLI:EU:C:2002:377) https://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=47423&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=4272771

ABAD GENEL MAHKEMESİ İÇECEK KUTUSU AÇILMA SESİNİ AYIRT EDİCİ BULMADI: Ardagh Metal Beverage Holdings Kararı (T-668/19)

Ardagh Group lists metal packaging unit in $8.5bn merger agreement -  FoodBev Media

Karara Konu Olay

Ardagh Metal Beverage Holdings GbmH & Co. KG (“Başvuru Sahibi“), bir ses dosyasının AB markası olarak tescil edilmesi istemiyle 6 Haziran 2018’de Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (“EUIPO“) başvuruda bulunmuştur. EUIPO’ya marka başvurusu olarak iletilen bu ses dosyası, metal bir içecek kutusunun açılırken çıkardığı sesi, bu sesten sonra gelen yaklaşık bir saniyelik sessizliği ve en sonda duyulan yaklaşık dokuz saniyelik köpürme sesini içermektedir. (Başvuruya konu ses dosyasına https://euipo.europa.eu/eSearch/#details/trademarks/017912475 linkinden ulaşılabilir.) Markanın mal ve hizmet sınıfı kapsamında ise 2., 29., 30., 32. ve 33. sınıfların kapsamında yer alan depolama ya da nakliye amacıyla kullanılan metal kaplar ve farklı içecek türleri tescil istemine konu edilmiştir.

EUIPO 2 Temmuz 2018 tarihli kararında tescil talebine konu edilen sesin kaynak gösterme fonksiyonundan yoksun olduğu ve ayırt edici olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir.

24 Temmuz 2019 tarihinde kurul olarak toplanan EUIPO 2. Temyiz Kurulu (“Kurul“), Başvuru Sahibi’nin EUIPO denetçisinin kararına karşı yaptığı itirazı, hedef tüketicinin herhangi bir sesle henüz ambalajı açılmamış bir içeceğin kaynağını eşleştirmeye alışık olmadığının ve söz konusu sesin kaynak gösterme fonksiyonundan yoksun olduğunun altını çizerek reddetmiştir. Son olarak Kurul, tescili istenen sesin ilgili ürünlerin kullanımının doğal olarak beraberinde getirdiği bir ses olduğunu, bundan dolayı da tüketicinin bu ses işaretini ilgili ürünlere dair fonksiyonel bir unsur ya da malların bir özelliği olarak algılayacağını ve fakat bu ürünlerin kökenini yansıtan bir işaret olarak algılamayacağını vurgulamıştır.

Başvuru Sahibi, Kurul Kararı’nın iptali için Avrupa Birliği Genel Mahkemesi’ne başvurmuştur (“Genel Mahkeme“).Başvuru Sahibi’nin itirazında, başvuruya konu sesin, 29., 30., 32. ve 33. sınıflarda yer alan ve karbondioksit içermeyen ürünler için sıra dışı nitelik taşımakta olduğunu; zira bu ürünlerin karbondioksit içermediklerinden dolayı bahsi geçen ses dosyası bu ürünlerin doğal olarak ayırt edici olduğunu ileri sürmüştür.  Başvuru Sahibi ayrıca, aynı sınıflarda yer alan ve karbondioksit içeren ürünler açısından da ses dosyasının ayırt edici olduğunu; zira isteme konu edilen sesin, metal kutudaki içeceklerin açılırken çıkarttığı alelade sese nazaran daha fazla ve farklı ses unsurları içerdiğini, bundan dolayı da ilgili tüketicinin bu sesi ürünlerin ticari kökenini yansıtan bir gösterge olarak algılayacağını savunmuştur.

Başvuru Sahibi, anılan kararın iptalini talep etmiş olsa da, Genel  Mahkeme kurduğu 7 Temmuz 2021 tarihli hükümle Başvuru Sahibi’nin redderken aynı zamanda bir ses markasının tescil edilebilirliğine ilişkin ilk kez ve önemli kriterler tesis eden bir hüküm kurmuş oldu. Bununla birlikte Genel Mahkeme, ses işaretlerinin ayırt ediciliğinin değerlendirilmesinde uygulanacak kriterler ve tüketicilerin bu işaretlere yönelik algılarına dair önemli kriterler de açıklamış oldu.

Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin Değerlendirmeleri

Öncelikle Genel Mahkeme, bir ses dosyasının ayırt ediciliğinin tespitinde kullanılacak olan kriterlerin, diğer marka çeşitlerine uygulanmakta olan kriterlerle örtüştüğünü vurgulayarak ilgili ses dosyasının hedef tüketici kitlesi nezdinde marka algısı uyandıracak nitelikteki bir tınıya sahip olması gerekliliğinin, yani bu sesin herhangi bir karakteristik özellik ihtiva etmeyen fonksiyonel bir belirteç olmaması gerektiğinin altını çizmiştir. Dolayısıyla Genel Mahkeme tüketicilerin, bu sesi duyduğunda onun temsil ettiği mal ve hizmetlerin kaynağını bağdaştırabilmesini aramıştır.

İşaretin ayırt edicilik vasfının değerlendirilmesi bir yandan işaretin tescilinin istendiği mal ve hizmetlerle birlikte öte yandan işaretin yaratacağı algının ele alınmasıyla yapılmalıdır. Somut olaydaki ses işareti açılan bir metal kutunun açılma sesini, ardından bir saniyelik sessizliği ve yaklaşık dokuz saniyelik köpürme sesini içermektedir. Başvuru Sahibi’nin marka başvurusundaki ses ise tescil kapsamındaki ürünlerin kullanımının doğal bir sonucu olarak duyulmaktadır. Bu sesin ayırt edici olarak nitelendirilebilmesi için kendi endüstrisinin standartlarından ya da alışılagelmiş uygulamalarından önemli ölçüde ayrışmış olması gerekmektedir.

Buna ek olarak yerleşik içtihada göre bir ses işaretinin tescil edilebilmesi için tüketicinin bu sesi marka olarak algılaması, doğal ya da fonksiyonel bir ses olarak algılamaması gerekir. Söz konusu mal veya hizmetlerin tüketici kitlesi, ses işareti ile bunların ticari kökeni arasındaki bağlantıyı, bu işaret herhangi başka bir işaretle birleştirilmeksizin kurabiliyor olmalıdır.

Metal içecek kutusunun açılması sırasında ortaya çıkan sesin, tüketici tarafından ilgili malların fonksiyonel bir unsuru olarak anlaşıldığından hareket eden diğer gerekçeye göre Genel Mahkeme, öncelikle bir metal kutunun açılmasıyla çıkan sesin malın türünün de nazara alınması sonucu tamamen teknik ve fonksiyonel bir unsur olarak kabul görülmesi gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu ürünlerin nitelikleri nazara alındığında, bir metal kutunun açılma sesi, tamamen teknik ve fonksiyonel bir unsur olarak değerlendirilecektir; zira bir metal kutunun ya da şişenin açılırken çıkardığı ses, içeceklerin tüketim amacıyla ambalajlanmalarına özgü teknik bir sonucun doğal getirisi olup bu içeceklerin karbondioksit içerip içermemeleri bu durumda bir değişiklik yaratmamaktadır. Tescili istenen sesin, sessizliğin yaklaşık bir saniye, köpürme sesinin ise dokuz saniye civarında sürmesi olmak üzere iki karakteristik özelliği bulunmaktadır. Buna rağmen, bu tip ufak nüanslar içeceklerin açılırken çıkardığı tipik ses ile karşılaştırıldığında ayırt edici niteliğin bulunduğu itirazını haklı çıkaracak yeterlilikte değildir. Tüketici, söz konusu ses bütününü, içeceklerin açılırken çıkardığı tipik sesin bir varyasyonu olarak algılayacağından tescil istemine konu edilen işaret diğerlerinden ayırt edilebilir bir nitelikte olmayacaktır.  Köpürme sesi ise hedef müşteri kitlesi tarafından doğrudan içeceklerle eşleştirilecektir.

Genel Mahkeme’ye göre, bir metal kutunun ya da şişenin açılması, esasen içeceklerin tüketime hazır hale getirilmeleri amacıyla ambalajlanmalarına yönelik teknik bir çözümün doğasında bulunmaktadır; dolayısıyla bu tip bir ses, malların ticari kökenlerini temsil eden bir belirteç olarak algılanamaz. İkinci olarak ilgili kamuoyunun algısı, köpürme sesini doğrudan içeceklerle bağdaştırmaya eğilimlidir. Genel Mahkeme ayrıca, bu sesin hemen arkasından gelen ve yaklaşık bir saniye boyunca süren sessizlikle bütün olarak ele alınmasının da ilgili tüketici nezdinde, malların ticari kökenleriyle bağdaştırılmalarını mümkün kılacak bir karakteristik özellik ortaya çıkaramadığını vurgulamaktadır. Söz konusu ses ögeleri, kendilerini diğer içeceklerin sahip olduğu benzer seslerden farklı gösterecek bir tınıya sahip değildir. Bundan dolayı Genel Mahkeme, EUIPO’nun, tescil talebine konu edilen işaretin ayırt edici özelliğe sahip olmadığına ilişkin bulgusunu doğrulamaktadır.

EUIPO’nun Değerlendirme Hataları Hakkında Genel Mahkeme’nin Görüşü

Genel Mahkeme, EUIPO’nun itiraz aşamasındaki bazı hatalı değerlendirmelerini de vurgulamıştır ancak bu hatalı değerlendirmeler yine de kararın kaldırılmasına yeterli görülmemiştir. Yine de kanaatimizce ses markalarının ayırt ediciliğinin değerlendirilmesi aşamasında alışılagelmedik ve her gün karşımıza çıkmayan değerlendirmeler olduğundan bunlara da dikkat çekmekte fayda var.

Genel Mahkeme, EUIPO’nun içecek sektörü ve içeceklerin ambalajlanmasında ürünün ticari kökenini yansıtmak amacıyla sadece ses kullanımının alışılmadık bir durum olduğuna, zira bu ürünlerin satılana dek ses çıkarmalarının mümkün olmadığına ilişkin bulgusunu çürütmüştür. Genel Mahkeme’ye göre malların pek çoğu kendi başlarına ses çıkaramazlarken tüketim sonucunda bir ses çıkarabilmektedirler. Dolayısıyla salt sesin tüketim sonucu ortaya çıktığından bahisle bu sesin belli bir sektördeki ürünün ticari kökenini yansıtmak amacıyla kullanılmasını alışılagelmedik bir yöntem olarak nitelemek asılsızdır. Yine de Genel Mahkeme, EUIPO’nun bu yöndeki hatasının itiraza konu edilen kararın kaldırılması için yeterli olmadığını, zira bu hatanın hükmün icra edilebilir kısmında belirleyici bir etkiye sahip olmadığını vurgulamaktadır.

Sonuç olarak, hem EUIPO Temyiz Kurulu hem de Genel Mahkeme’nin kararındaki kriterlere bakıldığında, ufak nüanslarla birbirlerine katılmadıkları yerler olsa dahi, bir içecek kutusunun açılması esnasında çıkan sesin, her ne kadar kaç saniyesinde sessizlik, kaç saniyesinde ses ve ne zaman köpürme sesi çıkacağı belirtmiş olsa da fonksiyonel bir özellik olmaktan ileri gidemeyeceğine kanaat getirilmiştir. Kanaatimizce de ortalama tüketici, bir içecek kutusunu açarken, bu saniyeleri dikkate alarak, içecek açılırken çıkan sesin izlediği yolu takip edebilecek dikkat düzeyinde değildir. Bu esnada “susuzluk her şeydir” diye düşünecek olursak, kutular arasındaki açılma sesleri arasındaki saniyelik farklar, içecek markalarını birbirinden ayırt etmeyecek veya bir markanın kaynağını doğrudan anlamaya yeterli olmayabilecektir.

Mine GÜNER SUNAY

mine.guner@gmail.com

Ağustos 2021

“MY NAME IS BOND, JAMES BOND” – JAMES BOND FİLM SERİSİ TEMA MÜZİĞİ, SES MARKASI BAŞVURUSU OLARAK EUIPO TEMYİZ KURULU’NUN ÖNÜNDE

007 : James Bond : Theme - YouTube


İngiliz yazar Ian Fleming tarafından 1953 yılında ilk kitabı yayımlanan James Bond serisi, aynı ismi taşıyan bir İngiliz Gizli Servis ajanının maceraları üzerine kuruludur. Büyük ilgiyle karşılanan kitap serisinin devamı, kitaplardan daha büyük ilgi gören Bond filmleri serisi olmuştur. Serinin televizyon, radyo, çizgi film, bilgisayar oyunu uyarlamaları da yapılmış, ancak en büyük ilgi tartışmasız biçimde sinema filmlerince yaratılmıştır.

Ian Fleming was a THIEF' James Bond idea stolen from Phyllis Bottome |  Books | Entertainment | Express.co.uk

Kısaca “007” olarak da anılan James Bond’u filmlerde kimin canlandıracağı dünya çapında önemle takip edilen bir konu haline de gelmiştir. Sean Connery, Roger Moore, Timothy Dalton, Daniel Craig, Pierce Brosnan gibi ünlü aktörler filmlerde James Bond’u canlandırmıştır.

James Bond Actors Will Not Reunite At The Academy Awards - CINEMABLEND

Buna ilaveten Bond kızları olarak anılan ve bu rol sayesinde oyunculuk kariyerlerinde önemli bir başarı yakalayan aktrisler de, aynı zamanda ünlü bir çapkın da olan Bond’un filmlerdeki sevgililerini oynamıştır. Film serisinin müzikleri de dünya çapında hitler olmuştur; hemen aklınıza gelecek birkaç örnek verelim: Goldeneye – Tina Turner, Skyfall – Adele, A View to a Kill – Duran Duran, You Know My Name – Chris Cornell, Another Way to Die – Alicia Keys, Diamonds are Forever – Shirley Bassey, Live and Let Die – Paul McCartney…  

James Bond serisinin filmleri, kitapları, aktörleri, aktrisleri, müzikleri dahil neredeyse tüm unsurlarıyla dünya popüler kültürünün en önemli kültlerinden birisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak, dışarıda bırakılmaması gereken bir diğer önemli unsur daha var kesinlikle: James Bond Tema Müziği.

Muhtemelen tüm okurların aşina olduğu bu tema müziği, 1962 yılında Monty Norman tarafından yazılmış ve John Barry tarafından düzenlenmiştir. Eser sonrasında Norman ve Barry arasında telif haklarına ilişkin bir davanın konusu olsa da, bu yazı belirtilen davayla ilgili değildir. Bu yazıda, James Bond tema müziğinin bir ses markası olarak tescili talebine ilişkin olarak Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Temyiz Kurulu’nca 12 Mart 2021 tarihinde verilen karar incelenecektir. İlgilenen okurlarımız kararın tam metnini bu bağlantıdan görebilirler.



Günümüzde, piyasada artan rekabet koşullarında gelişen pazarlama teknikleri sayesinde, teşebbüsler markalarını tüketici nezdinde daha hatırlanır kılmak için geleneksel olmayan marka türlerine daha sık başvurmaktadır. Özellikle, yazımızda ayrıntı ile incelenecek olan ses işaretleri, dinleyicilerin işitsel duyularını harekete geçiren ve işitsel hafızayı tetikleyen karakterleri nedeniyle markayı tüketici nezdinde özdeşleştirmek için etkili bir araç haline gelmiştir.[1]

Şirketler için önemli bir ticari değer halinde gelen bu markaların fikri mülkiyet hukukuna yansıması da kaçınılmaz olmuştur. Geleneksel olmayan markaların tescil edilebilirliği pek çok tartışmanın konusu olsa da, ses markaları da dahil olmak üzere büyük bir kısmının marka olmanın temel fonksiyonu olan “bir  teşebbüse  ait  mal  veya  hizmeti,  diğer teşebbüslere ait mal veya hizmetten ayırt etme” ve sicilde gösterilme kriterlerini taşıdığı koşulda tescil edilebileceği kabul edilmektedir. Ancak bu markaların ayırt edici niteliğinin belirlenmesi konusunda hala bazı tartışmalar mevcuttur.

EUIPO Temyiz Kurulu’nun yazımıza konu ve ses markaları ile ilgili farklı bir bakış açısına yer verdiği kararı, James Bond filminin herkesin aklında canlanan film müziğinin ses markası olarak tescili başvurusu[2] sürecini konu almaktadır.

Tescili talep edilen müzik eseri kesitinin https://euipo.europa.eu/eSearch/#details/trademarks/018168977 bağlantısından dinlenilmesi mümkündür.

Başvuru sahibi, James Bond filmlerinin fikri haklarının yönetimini elinde bulunduran Danjaq LLC, film müziğinden yirmi beş saniyelik bir kesit içeren ses markasının 3., 9., 14., 16., 18., 21., 25., 28., 32., 33., 34. sınıflardaki mallar için Avrupa Birliği (AB)’nde tescili amacıyla EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur:

İlgili ses markası başvurusu, AB Marka Tüzüğü (EUTMR)’nün, ayırt edici nitelikten yoksun markaların tescil edilemeyeceğini düzenleyen 7/1-b maddesi nedeniyle tüm sınıflar bakımından reddedilmiştir. Başvuru sahibinin, EUIPO İnceleme Birimi’nin ses markalarına karşı katı bir yaklaşım uyguladığı ve tescil için asgari düzeyde ayırt ediciliğin yeterli olduğu gerekçesi ile gerçekleştirdiği itiraz sonucu Temyiz Kurulu ilgili ret kararını iptal etmiştir.

Bu noktada, marka başvurusunun reddine konu karara esas gerekçeler ve Temyiz Kurulu’nun bu değerlendirmelere yaklaşımını bazı soru başlıkları altında toplamak mümkündür.

1- Ses markaları ayırt edicilik incelemesinde daha katı değerlendirmeye tabi tutulmalı mıdır?

Ses markalarının ayırt edicilik kriterleri incelenmeden önce, EUIPO’nun ortak uygulama kılavuzlarından Nisan 2021 tarihli Common Practice 11: New Types of Marks: Examination of Formal Requirements and Grounds for Refusal çerçevesinde EUIPO’nun ses markalarına yaklaşıma değinilecektir. Somut olaya konu kararda da pek çok kez atıf yapılan bu Kılavuz, karar tarihinde taslak halinde olduğundan Kurul’un kararında bağlı olmadığı vurgulanmıştır. Bununla beraber, Kılavuz geleneksel olmayan markaların tescil edilebilirliğine ilişkin önemli değerlendirmeler içermektedir.

Kılavuzda ses markaları ile ilgili “içerisindeki sesin türü ne olursa olsun, bir veya daha fazla ses içeren herhangi bir işaret” şeklinde doktrinde de ortak olarak kabul edilmiş bir tanımlama yapılmıştır. Bununla beraber, ses markalarının tescili için gereken ayırt edicilik derecesi de tüketici algısı çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bu kapsamda seslerin ticarette sıklıkla kullanılan, dolayısıyla tüketiciler tarafından da marka olarak algılanması kolay hale gelmiş işaretler olduğu belirtilmiştir. Gerçekten de, ticarette markalaşma ve pazarlama stratejisinin bir parçası olarak sesler giderek daha fazla kullanıldığından, tüketicilerin bunları ticari menşe işaretleri olarak algılaması daha olasıdır.

Bu husus, ses markaları açısından referans kararlardan olan “Son D’un Jingle Sonore Plim”[3] kararında ortaya konmuştur. Kararda, öncelikle ayırt edicilik kriterlerinin tüm marka kategorilerine eşit şekilde uygulanması gerektiği; ancak bu kriterler uygulanırken tüketicinin farklı marka kategorilerini farklı şekillerde algıladığının da göz ardı edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle, tüketici nezdinde ticari menşe algısı yaratması, kelime veya şekilden oluşan işaretlere oranla daha zor olan marka kategorilerinde ayırt ediciliğin kanıtlanması da ayrı bir gözlem gerektirmektedir. Yine de, ses markalarında özellikle radyo-televizyon yayıncılığı ve bağlantılı medya sektöründe, jingle ve çeşitli melodiler aracılığıyla söz konusu ürün veya hizmetin belirli bir teşebbüsten geldiğini işitsel olarak tanımlamak için sıklıkla kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu durum, ses markalarını diğer geleneksel olmayan markalara nazaran ayırt ediciliğin tespitinde daha avantajlı bir noktada konumlandırmaktadır.   

Ayırt ediciliğin belirlenmesi için öngörülen “tüketici nezdinde ticari menşe gösterme” kriteri Kılavuzda farklı ses markaları için değerlendirilmiştir. Bu noktada örneğin; bir veya birden fazla notadan oluşan melodiler ve ilgili sınıflar için kendi içinde ayırt edici kabul edilebilen sözlü bir unsurdan oluşan sesler kural olarak ayırt edici kabul edilmiştir. Buna karşın tescili talep edilen mal veya hizmetlerin karakteristik özelliklerini yansıtan sesler, örneğin sıradan bir elektrik süpürgesi sesi, bu mallar için tüketici tarafından mal veya hizmetin işlevsel niteliği olarak algılanacağından kural olarak ayırt edici kabul edilmemiştir. Benzer şekilde, notaların herhangi bir rezonans olmaksızın birleşiminden oluşan sesler ve ayırt edicilikten yoksun veya tanımlayıcı sözlü unsurların ayırt edici bir ses ögesi olmaksızın telaffuzundan oluşan ses markaları da de ticari bir kaynak algısı yaratmayacağından ayırt edici bulunmamıştır.

Somut olayda, yukarıda örnekseme yoluyla sayılan ses markalarının ayırt edicilikten yoksun kabul edildiği durumlardan herhangi biri bulunmamaktadır. Ancak karara konu ses markasının ayırt edici niteliği değerlendirilirken EUIPO İnceleme Birimi ile Temyiz Kurulu’nun farklı yaklaşımlar sergilediği görülecektir.

2- Ses markalarının ayırt ediciliği mal ve hizmet sınıflarına göre değişir mi?

Bilindiği üzere ayırt edicilik değerlendirmesi başvurusu talep edilen mal ve hizmet sınıflarından bağımsız olarak gerçekleştirilemez. Zira bir sınıf için ayırt edici kabul edilen bir işaret başka bir sınıf için ayırt edici kabul edilmeyebilir. Ses markalarında özellikle, tescili talep edilen mal veya hizmetin karakteristik özelliklerinden oluşan seslerin ilgili sınıf için ayırt edicilikten yoksun olduğu kabul edilmektedir.[4]

EUIPO İnceleme Birimi, ses markası için başvurusu talep edilen 3., 9., 14., 16., 18., 21., 25., 28., 32., 33., 34. sınıfları açısından ayırt edicilik değerlendirmesi yaparken, başvura sahibinin iddialarının aksine, bu ürünlerin tamamının James Bond filmi ile bağlantılı olarak ticarileştirmeye uygun ürünler olmadığını belirtmiştir. Bu duruma örnek olarak, 3. sınıfta yer alan temizlik amaçlı maddeler; 21. sınıfta yer alan ev gereçleri; 32. sınıfta yer alan alkollü içecekler ve 34. sınıfta yer alan tütün ürünleri verilmiştir.

Dolayısıyla, her ne kadar başvuruya konu film müziği tüketicinin bir bölümünde akılda kalıcı olsa da başvuru kapsamında yer alan bazı emtialar açısından doğrudan marka algısı yaratmayacağından bahsedilmiştir. Ancak ret kararında, özellikle televizyon yayıncılığı/eğlence sektörü ile bağlantısı kurulamayan ve ses markası bakımından ticari kaynak göstermeyeceği düşünülen birtakım mallardan bahsedilse de, ses markasının tüm mallar bakımından reddine karar verilmesi yolu tercih edilmiştir. Bu durum, ayırt ediciliğin tescili talep edilen mal ve hizmetler bazında ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği kuralı karşısında eleştirilebilecektir.

EUIPO Temyiz Kurulu da, yukarıdaki değerlendirmeye ilişkin olarak, kararda başvurunun belirli mallar için neden ayırt edicilikten yoksun olduğunun detaylı olarak açıklanmadığı tespitini yapmıştır. Farklı tüketici çevrelerini de hedefleyen ve farklı amaçlara hizmet eden heterojen mal ve hizmet grupları nedeniyle bu şekilde genel bir değerlendirme yapılması doğru bulunmamıştır.

Bu doğrultuda Temyiz Kurulu, aşağıda 3. soruda açıklanan değerlendirme ile de bağlantılı olarak, başvurunun tescili talep edilen mallarda ticari menşe gösterme niteliğinin olduğuna karar vermiştir. Kurul’a göre tüm filmlerde çeşitli versiyonları ile ve “007” veya “James Bond” gibi ögelerle yer alan James Bond film müziği, yalnız sanatsal değil ticari kaynak gösterme niteliğini de kazanmıştır. Bu nedenle başvurusu talep edilen ve ticari ürünlerden oluşan sınıflar açısından film müziği sesinin ayırt edici olduğu sonucuna varılmıştır. Gerçekten de, modern pazarlama stratejileri incelendiğinde Dünyaca tanınmış özellikle seri filmlere ait kelime, şekil ve ses markalarının ticari alanda yaygın şekilde kullanıldığı ve ayrı bir sektör oluşturulduğu ortadadır.

3- Ses markalarında sesin uzunluğu ayırt edicilik değerlendirmesinde bir kriter olmalı mıdır?

Karara konu ses markası, James Bond film müziğinin ilk 25 saniyesinden oluşmaktadır. Film müziğinin bu kesiti, trampet temposu girişi, yavaş bir sekans ve gitar solosu şeklinde birbiri ile karakteristik şekilde bağlanan üç kısım olarak tanımlanmıştır.

EUIPO İnceleme Birimi, ses markasının tüketicilerin bunu talep edilen malların ticari menşeinin bir göstergesi olarak hemen algılamasını zorlaştıran bir müzikal segment yapısından oluştuğu ve melodinin uzunluğu itibarıyla akılda az kalıcı olduğu sonucuna varmıştır. Ancak yapılan bu değerlendirme de öncekiler gibi detaylı bir gerekçelendirme içermemektedir. Ofisin bu tutumu, ayırt edicilik değerlendirmesindeki ilkelerden olan, tüketicilerin markaların zihinlerinde bıraktıkları genel izlenimle hareket ettikleri yaklaşımı ile çelişki içermektedir. Nitekim bu yaklaşım esas alındığında, tüketicinin bir markanın tüm unsurlarını ve detaylarını aklında tutması beklenemeyeceğinden, marka ile karşılaştığında zihninde derhal bir ticari köken oluşup oluşmadığı önemlidir. Bu durumda, ses markaları için de markanın tüm segmentleri ve notalarının zihinde canlanması beklenmeyip, markanın bir bütün olarak tüketicinin zihninde malların ticari kökenine dair bir algı oluşturması yeterlidir.

EUIPO Temyiz Kurulu, yukarıdaki değerlendirmeye ilişkin isabetli şekilde AB Marka Tüzüğü’nde veya içtihat hukukunda hangi uzunlukta veya nitelikteki işaretlerin ayırt edici kabul edileceğine dair bir test bulunmadığını belirtmiştir. Bu kapsamda herhangi bir ses markasının hangi özellikleri taşırsa akılda kalıcı ve ayırt edici olduğuna dair daha katı bir değerlendirme yapılamayacağı gibi, 25 saniye ve daha uzun pek çok sesin de EUIPO nezdinde marka olarak tescil edildiği vurgulanmıştır. Kurul’a göre ses işaretinin ayırt ediciliğine dair çekince ortaya çıkaran durumlar genellikle iki ekstrem uç, yani rezonans oluşturmayacak kadar kısa sesler ile, bir eserin tümünden oluşan ve yalnız profesyonel müzisyenlerin hatırlayabileceği uzunluktaki seslerdir. Karara konu sesin James Bond film müziğinin ilk 25 saniyesinden ve profesyonel olmayan bir tüketicinin dahi aklında kalabilecek bir melodiden oluştuğu düşünüldüğünde bu iki sınırın arasında yer aldığı söylenebilir. Ayrıca, başvuruya konu melodinin baştan sona hatırlanamayacağı varsayımında dahi, tüketicinin markaların genellikle baş kısmını hatırladığı yaklaşımından hareketle melodinin başında yer alan karakteristik trompet sesi de markanın ayırt edici kabul edilmesi için yeterlidir.

Bu açıklamalar ışığında başvuruya konu ses markası, ilgili tüm sınıflar için ayırt edici kabul edilmiş ve EUIPO İnceleme Birimi’nin ret kararı Temyiz Kurulu’nca iptal edilmiştir.


Seslerin uzunluğunun ayırt edici niteliği üzerindeki etkisi ile ilgili doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı yazarlar, belirli bir süreden uzun seslerin soyut ayırt ediciliğinin bulunmadığını iddia etmekle beraber, kaç saniyeden uzun seslerin bu tescil engeli ile karşılaşacağına dair ortak bir görüş bulunmamaktadır. Seslerin uzunluğuna ilişkin bir üst veya alt sınıra AB Marka Tüzüğü veya pek çok ulusal mevzuatta da yer verilmemesinin bilinçli bir tercih olması muhtemel görünmektedir. Bizim de katıldığımız görüşe göre, ses markalarının tescil edilebilirliği için süre sınırlamaları getirmek marka hukukunun doğasına ve değişen teknoloji ve ticari hayatın gerekliliklerine uygun düşmeyecektir.[5] Nitekim sesler, tüketicide farklı algılar uyandırabilen işaretler olup, bir ses süre olarak uzun olmasına rağmen basit bir ritim ve az sayıda tınıdan oluştuğu için ilgili tüketici tarafından kolayca algılanabilir ve hatırlanabilirken; karmaşık ve çok sesli yapıda olan süre olarak kısa bir ses de tüketiciler için alışılmamış bir ritimde ve ahenkte ise daha zor hatırlanabilir. Veya tersi bir senaryoda, süre olarak uzun sesler müzisyenlerden oluşan bir tüketici çevresinde çok rahat algılanabilir ve hatırlanabilirken, çok kısa süreli bir ses, ortalama tüketicilerden oluşan bir çevrede tam olarak algılanamayabilir veya daha sonra hatırlanamayabilir. [6]

Seslerin kendine özgü bu yapıları dolayısıyla ayırt edicilik değerlendirmesinde her ses markası özelinde bir değerlendirme yapmak, bu yaklaşım her ne kadar ortak bir kural koymayı zorlaştırsa da, daha etkili olacaktır.   

Özetle, günümüzde medya ve reklamcılık gibi görsel ve işitsel araçları beraber kullanan sektörlerde sesler, geleneksel olarak tanımlanan kelime ve şekil işaretleri ile beraber önem kazanmıştır. Ticari hayatta kazanılan bu özellik, seslerin marka olarak korunması noktasında da kendini göstermiş, ancak bu işaretlerin tüketici nezdinde geleneksel markalara kıyasla algılanma şekli çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Seslerin ayırt edici niteliğine ilişkin çeşitli değerlendirmeler pek çok kararda karşımıza çıkmış, yazımızda EUIPO Temyiz Kurulu’nun 25 saniye uzunluktaki James Bond film müziği ile ilgili kararının incelemesine yer verilmiştir. Kararda, ses markalarının günümüz ticari hayatında işletmeler için artan değeri de göz önünde bulundurularak kanaatimizce yerinde bir değerlendirme yapılmıştır. Bu kapsamda nispeten uzun sayılabilecek ancak yüksek oranda tanınmış bir sesin somut olayın özelliklerine göre ilgili tüketici nezdinde tescili talep edilen mal ve hizmetler için ticari kaynak gösterme özelliğini haiz olduğu sonucuna varılmıştır.

Betül ÖZBEK

betulozbek9@gmail.com

Önder Erol ÜNSAL

unsalonderol@gmail.com

Ağustos 2021


DİPNOTLAR

[1] Sound Mark and Intellectual Property, erişim: https://abounaja.com/blogs/sound-mark

[2] http://euipo.europa.eu/eSearch/#details/trademarks/018168977

[3] 13/09/2016 tarihli, T-408/15 sayılı, SON D’UN JINGLE SONORE PLIM kararı.

[4] Karasu, Rauf.” Ses Markaları”. Ankara Barosu FMR Dergisi, 2007, Sayı:2, s.47.

[5] Kılıç, Denis. “Ses Markaları”. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hukuk Anabilim Dalı Özel Hukuk Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2019, s. 107.

[6] Karasu, s. 37.

NAZİ PARTİSİ SEMBOLÜ İÇEREN BİR MARKA AHLAKA AYKIRI MIDIR? EUIPO TEMYİZ KURULU KARARINI VERDİ



Bir topçu subayının oğlu olarak çocukluğumun en eğlenceli anlarından bazıları topların, silahların, askeri araçların etrafında ve “asker abilerin” peşinde koşturarak geçti. O zamanlar asker abilerin de benim etraflarında olmamdan keyif aldıklarını düşünüyordum; ancak sonradan farkına vardım ki, onların güler yüzü ve ilgisi, benim sevimliliğimden değil, daha çok onların komutanın zevzek çocuğundan kaynaklanabilecek gazaptan korkmalarından kaynaklanıyordu. Hatta şu an iyice eminim ki, asker abiler benim gibileri etraflarında gördüklerinde, Yiğit Özgür’ün klasik haline gelmiş “Geldi yine tipini ….” karikatüründeki anne ve babanın tepkisini veriyorlardı. (Karikatürü bilmeyenler veya hatırlamak isteyenler Google’dan arayabilir.)

Çocukluk anılarımla ne kadar ilgisi var bilmiyorum ama, geçmişten bu yana en meraklı olduğum alanlardan birisi de savaş tarihi, belgeselleri, filmleri ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı (bundan sonra “WW2” olarak anılacaktır)’yla ilgili her şey. Bu yazıda aktaracağım karar, WW2 bağlantısı nedeniyle de anında ilgimi çekti ve yazma kararına varmam çok zaman almadı.



WW2’nin savaşın cephelerdeki akışıyla ilgili olmayan ikonik yönlerinden birisi Alman Nazi Partisi’nin propaganda ve görsel iletişim gücüdür. Nazi Partisi aynı zamanda bir propaganda canavarıdır ve Goebbels’in yönettiği propaganda mekanizması aynı zamanda görsel ihtişam, çarpıcı mimari, göz alıcı üniformalar, kıyafetler, simgeler ve sembollerle de süslenmiştir.

İnsanlık düşmanı Nazi Partisi, WW2’nin kaybedilmesiyle birlikte sadece Almanya’nın değil, dünyanın hafızasından tüm sembolleriyle birlikte temizlenmeye çalışılmaktadır. Nazi Partisi’nin sembollerinin kullanımı bazı ülkelerde yasak olsa da, Neo-Nazi gruplar bu sembolleri ısrarla kullanmaya devam etmektedir.

Bütün bunların IPR Gezgini ve yayın alanı ile ilgisi nedir sorusu kafalarda oluşmuş olabilir. Yanıt basit, aşağıya okuyacağınız EUIPO Temyiz Kurulu kararı, Nazi Partisi’nin sembollerinden birisine çok benzer bir şekil unsuru içeren bir marka tescilinin, genel kabul görmüş ahlak ilkelerine aykırılık nedeniyle hükümsüz kılınmasına ve buna karşı yapılan itiraza ilişkindir.



Birleşik Krallık’ta yerleşik Anglofranchise Limited firması (bundan sonra “marka sahibi” olarak anılacaktır) aşağıda yer alan markayı 2013 yılında Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nde (EUIPO) tescil ettirir. Markanın kapsamında 14., 18., 25. sınıflara dahil mallar ve 35. sınıfa dahil hizmetler bulunmaktadır.

2018 yılında İtalya’da yerleşik Yuliya Bugrey isimli bir gerçek kişi (bundan sonra “hükümsüzlük talebi sahibi” olarak anılacaktır), tescilli markanın kapsadığı tüm mal ve hizmetler bakımından hükümsüz kılınması talebiyle EUIPO’ya başvuruda bulunur.

Hükümsüzlük talebinin gerekçesi, Birlik Marka Tüzüğü’nün 7(1)(f) bendinde düzenlenmiş kamu düzenine ve genel kabul görmüş ahlak ilkelerine aykırılıktır.

Hükümsüzlük talebi sahibi aşağıdaki ana argümana dayanmaktadır:

Başvurunun şekil unsuru, Avrupa Birliği’ndeki tüketicilerce Nazi Partisi’nin amblemlerinden birisi olan “Parteiadler” olarak algılanacaktır. “Parteiadler” kelimesi “Partinin Kartalı” anlamına gelmektedir ve simge Almanya’nın devlet sembolü olan kartalın Nazi Partisi’ne uyarlanmış halidir.

Nazi Partisi’nce kullanılan Parteiadler simgesini aşağıda görebilirsiniz:

Hükümsüzlük talebi sahibine göre, hükümsüzlük talebinin konusu markadaki şekil unsuru Nazi ideolojisine açıkça referans yapmaktadır ve bu nedenle de kamu düzenine ve genel kabul görmüş ahlak ilkelerine aykırıdır. Dolayısıyla da tescilli markanın hükümsüz kılınması gerekmektedir.

Talep sahibi iddialarını kuvvetlendirmek için çok sayıda kanıt sunmuştur, bu kanıtların bir kısmı medyadan derlenmiştir ve bazı kişi ve kuruluşların da tescilli markada yer alan ve marka sahibince yaygın biçimde kullanılan şekli, Nazi Partisi’yle özdeşleştirdiğini göstermektedir. Buna ilaveten Nazi sembollerinin kullanımını yasaklayan ulusal mevzuatlara da yer verilmiştir.

Bu iddialara, marka sahibi esasen aşağıdaki argümanlar çerçevesinde yanıt vermiştir:

Markada yer alan kartal şekli, Nazi Partisi sembollerinden değil, Roma İmparatorluğu sembollerinden esinlenmiştir. Markada yer alan şekille, Nazi sembolü “Parteiadler” arasında görsel farklılıklar vardır. Hükümsüzlük talebi sahibinin sunduğu kanıtların ispatlayıcı gücü bulunmamaktadır, markada üye ülkelerin ulusal mevzuatlarına aykırı bir unsur yer almamaktadır. Son olarak, marka sahibi ifade özgürlüğü hakkını da dile getirmiştir.

EUIPO İptal Birimi, yukarıda anahatlarıyla sunulan iddia ve savunma çerçevesinde hükümsüzlük talebini incelemiştir:

İptal Birimine göre şekiller bazı farklılıklar içerse de, bu farklılıklar önemsiz düzeydedir ve bütün olarak bakıldığında şekiller neredeyse aynıdır. Kartal şekli birçok kültürde zenginlik, güç gibi kavramları sembolize etse de, inceleme kartalın genel çerçevedeki sembolik anlamı ile ilgili değil, başvurudaki kartal şeklinin özel sembolik anlamı ile ilgilidir. Hükümsüzlük talebi sahibi farklı sitelerden, gazetelerden alınmış çok sayıda makale ve haber sunmuştur, bu içerikler, yazar ve kullanıcıların inceleme konusu markayla, Nazi Partisi arasında bağ kurduğunu göstermektedir. Marka sahibi, ifade özgürlüğü hakkını savunma olarak öne sürmüş olsa da, inceleme konusu şekil argo, kötü anlama sahip bir şekil değil, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birisini yaşatmış bir ideolojinin simgesi olan bir şekildir. Marka hukukunda ifade özgürlüğünün yeri bulunsa da, ifade özgürlüğünün korunması, markaların korunmasının ana amacı değildir ve 7(1)(f) bendinde düzenlenmiş ret gerekçesi sadece ifade özgürlüğü hakkı öne sürülerek ortadan kaldırılamaz. Buna ilaveten, marka sicilinde tescilin reddedilmesi veya ortadan kaldırılması, bir işaretin piyasada kullanılmasını da engellemez. Bu çerçevede, tescilin kamu düzenine ve yerleşik ahlak ilkelerine aykırılık gerekçesiyle hükümsüz kılınması, ifade özgürlüğünün engellenmesi anlamına gelmeyecektir. Marka sahibi, markanın Birleşik Krallık underground kültürüne referans olarak seçildiğini belirtmiş olsa da, İptal Birimine göre markanın saldırgan veya şok edici amaçla seçilmemiş olması veya underground ve punk kültüre referans içermesi hususları, kamunun ilgili kesiminin markayı olumsuz biçimde algılamasını engellemeyecektir. Hükümsüzlüğü talep edilen markayı taşıyan giysilerin dünyadaki bilinirliği, reklamları ve promosyonunun, markanın kamu düzenine ve genel kabul gören ahlak ilkelerine uygunluğu ile ilgisi de bulunmamaktadır. Bütün bu belirtilenlerin ışığında EUIPO İptal Birimi’ne göre; hükümsüzlüğü talep edilen marka, bütün olarak bakıldığında Nazi Partisi’ne referans içermektedir ve kamunun ilgili kesimince Avrupa Birliği’nin kurucu değerlerine aykırı olarak algılanacak bir şekli barındırmaktadır. Bu bağlamda marka, sadece Nazi Partisi’nce katledilen kurbanlar bakımından değil, Birlik sınırları dahilinde yaşayan markayla karşılaşabilecek ve normal düzeyde hassasiyet ve toleransa sahip herkes bakımından şok edici veya saldırgan niteliktedir. Dolayısıyla, hükümsüzlüğü talep edilen marka, Tüzük madde 7(1)(f) bendi anlamında genel kabul görmüş ahlak değerlerine aykırılık içermektedir ve hükümsüz kılınmalıdır.

EUIPO İptal Birimi’nin hükümsüzlük kararına karşı marka sahibi tarafından itiraz edilir ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenir. İnceleme sonucunda 23 Nisan 2021 tarihinde verilen karar, aşağıda anahatlarıyla aktarılacaktır.

Marka sahibi, İptal Biriminin hükümsüzlük kararının hukuka uygun olmadığını, hükümsüzlük talebi sahibince sunulan kanıtların objektif olmadığını, internette herkes tarafından yapılabilecek subjektif yorumlara dayandığını, kararın Birlik halkının genel algılayış biçimini göstermekten uzak olduğunu, aksi yöndeki yorumların karara yansıtılmadığını, kartal şeklinin Almanya dahil Birlik ülkelerinde yasaklanmadığını, kararın ifade özgürlüğünün ihlali mahiyetinde olduğunu, BOY markasının kırk yıldan uzun süredir kullanıldığını, WW2’nin bitiminden bu yana 70 yıldan fazla süre geçtiğini, markanın ticari başarısı da dikkate alındığında markanın Nazizm ile özdeşleştirilmeyeceğini, markanın bütün olarak dikkate alınmadığını, “Parteiadler”de bulunan svastika (gamalı haç) şeklinin markada bulunmadığını, bu haliyle markanın Nazi Partisi sembollerini çağrıştırmadığını, İptal Birimi kararının objektif olmadığını, markanın ticari başarısının ve ünlülerce de kullanılmasının Nazizmi çağrıştırmadığının kanıtı olduğunu öne sürmektedir. Marka sahibinin bir diğer önemli iddiası da, İtalya’da aynı markanın başka kişilerce kullanıldığı, bu kullanıma karşı marka sahibinin İtalya’da marka hakkına tecavüz süreçlerini başlattığı, hükümsüzlük talebi sahibinin bu kişilerle bağlantısının açık şekilde gösterildiği yönündedir.

Hükümsüzlük talebi sahibi, bu iddiaların tamamının yerinde olmadığı ve İptal Biriminin hükümsüzlük kararının yerinde olduğu görüşündedir. İlaveten, markanın yaratıcısı Stephane Raynor’un otobiyografik eserinde marka ile Nazi ideolojisi arasındaki ilişkiyi kabul ettiği de belirtilmektedir.

Temyiz Kurulu tarafların argümanları ve İptal Birimi kararının gerekçeleri çerçevesinde itirazı inceler. Temyiz Kurulu’na göre sunulan kanıtlar, kamunun göz ardı edilemeyecek düzeyde bir kısmının markadaki kartal şeklini “Parteiadler” sembolü olarak algılayacağını göstermektedir. Markada, “Parteiadler”de bulunan svastika şeklinin bulunmaması markanın geçerliliğini sürdürebilmesi için yeterli bir gerekçe değildir. Temyiz Kurulu, markanın Avrupa Birliği’nde Nazi Partisi sembolü olarak algılanacağı ve bu yönde İptal Birimince öne sürülen gerekçelerin yerinde olduğu görüşündedir; yazının önceki kısımlarında belirtilen bu gerekçeler, tekrardan kaçınmak amacıyla burada tekrar edilmeyecektir.

Temyiz Kurulu’nun daha detaylı biçimde altını çizdiği husus ise, markanın hükümsüz kılınmasının gerekçesinin “kamu düzenine aykırılık” değil, “genel kabul görmüş ahlak ilkelerine aykırılık” olmasıdır. Kurula göre, marka bazı üye ülkelerde ceza hukuku kapsamına girebilecek şekil unsuru içerse de, hükümsüzlüğün temel gerekçesi kamu ahlakıdır. Nazi savaş suçlarının kurbanı olan kişilerin alt soyları halen bu acıyı yaşamaktadır ve bu kişilerin süregelen acıları dikkate alındığında markanın Birlik’te tescilli kalması düşünülemez. Cinsiyet, ırk, etnik köken, inanç, yaş ve cinsel tercih ayrımcılığı yapılmaması Avrupa Birliği’nin temel değerleridir ve Nazizm sembollerinin bu değerlerle uyuşmadığı açıktır. Bütün bu hususların çerçevesinde, marka kamunun ilgili kesimi bakımından Nazi ideolojisine referans olarak algılanacaktır, Avrupa Birliği’nin temel ilkelerine aykırılık içermektedir ve bu nedenle de markanın hükümsüz kılınması yönündeki karar yerindedir.

EUIPO Temyiz Kurulu belirtilen gerekçelerle markanın hükümsüz kılınması yönündeki kararı onamış ve itirazı reddetmiştir.



Marka sahibinin bu karara karşı yargı yolunu kullanıp kullanmadığından şu anda emin olmamakla birlikte, eğer dava açılırsa, Genel Mahkeme kararını merakla bekleyeceğim.

Kendi adıma kararı alkışlıyorum ve dünyanın Nazizm sembollerinden arınmasını, bu da yeterli değil, ayrımcılığa ilişkin bütün sembollerden temizlenmesini tüm kalbimle arzuluyorum.

Kararı yazarken bir noktada merak ettiğimden, marka Türkiye’de de tescilli mi diye baktım ve Bingo!

Marka şekil unsuruyla birlikte yurtdışındaki sahibi adına Türkiye’de tescilli olduğu gibi, üçüncü kişiler de markanın şekil unsuruyla birlikte kendi adlarına tescili için başvurmuşlar ve bu başvurular itiraz üzerine reddedilmiş. Akla gelen soru ise şu; markada yer alan şeklin Nazi Partisi sembolü olması gerekçesiyle kamu düzenine veya genel ahlaka aykırılık temelli bir hükümsüzlük davası Türkiye’de açılsaydı, mahkemeler ne yönde karar verirdi acaba?

Önder Erol ÜNSAL

Haziran 2021

unsalonderol@gmail.com

FOREX TANIMLAYICI BİR TERİM MİDİR? ABAD GENEL MAHKEMESİ KARARINI VERDİ (T-26/20)

Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi 2 Aralık 2020 tarihinde bir uluslararası döviz piyasası olan “Forex” hakkında önemli bir karara imza atmıştır. Bilindiği üzere; Forex yatırım, hedging, spekülasyon amacıyla yapılan hareketlerin gerçekleştiği bir döviz piyasasıdır. “Forex” bir ülkenin para birimi ile başka bir ülkenin para birimi arasındaki değişim oranından faydalanılarak, döviz ticaretinin yapıldığı uluslararası piyasaların tamamını ifade eder. Türkiye vatandaşlarının gereğinden fazla ilgilenmek zorunda kaldığı döviz piyasalarından birisi olan Forex, yatırımcılarına kaldıraçlı işlem yapma imkânı sunan dünyanın en büyük pazarları arasındadır.

Genel Mahkeme’nin kararını incelemeden önce Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) tarafından işbu uyuşmazlık için verilen karara değinmenin, Mahkeme hükmünün anlaşılması açısından önem arz ettiği kanaatindeyim.

İsveçli Forex Bankası 25 Ocak 2006 tarihinde Forex markasının tescili için EUIPO’ya başvuruda bulunmuş, marka 29 Kasım 2006 tarihli bültende yayımlanarak tescil edilmiştir.

FOREX

Marka Nice sınıflandırmasında;

  • 6. sınıfta bulunan “Para, değerli belgeler ve diğer değerli eşyaların güvenliğini sağlamak için aparat ve aletler şeklindeki güvenlik ekipmanları”,
  • 9. sınıfta bulunan “Banka ve debit kartları şeklinde kodlanmış ve kodlanmamış manyetik kartlar; para nakde çevirme aparatı ve para transferi hakkında bilgi (bankamatik); fon transferi ve fonlarla ilgili bilgiler için bilgisayarlar, bilgisayar çevresel cihazları ve kayıtlı yazılımlar; fonların ve değerli eşyaların transferi ve güvenli bir şekilde saklanması için alarm cihazları şeklinde güvenlik ekipmanı; para değişimi ve döviz bozdurma cihazları”,
  • 16. sınıfta bulunan “Basılı malzemeler, basılı bilgi materyali, basılı yayınlar, basılı formlar ve değerli belgeler; plastik ve / veya kâğıt kodlanmamış banka kartları”,
  • 36. sınıfta bulunan “Faktoring; gayrimenkul kiralama, emlak acenteleri; gayrimenkul yönetimi, gayrimenkul değerleme; nümismatik değerlendirme, kaza sigortası; rehin komisyonculuğu hizmetleri” kapsamında tescil edilmiştir.

17 Kasım 2016 tarihinde İngiltere menşeli Coino şirketi, tescilli Forex markasının kapsadığı tüm mal ve hizmetler bakımından hükümsüz kılınması istemiyle EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur. Marka hükümsüzlüğü isteminin temel dayanağı olarak 2017/1001 sayılı Tüzüğün 7. maddesinin birinci fıkrasında yer alan (b),(c) ve (d) bentlerini göstermiştir.

Hükümsüzlük iddiasının temelinde Coino şirketinin Forex ibaresine yönelik olarak, bu ibarenin markanın kapsadığı mal ve hizmetler bakımından;

  1. Herhangi bir ayırt edici niteliğe sahip olmadığı,
  2. Ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç̧, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu zamanı gösteren veya malların ya da hizmetlerin diğer özelliklerini belirttiği,
  3. Mevcut dilde veya ticaretin yerleşik uygulamalarında alışılmış hale gelen işaretlerden oluştuğu,

iddiaları vardır.

Bu argümanları 2. maddede belirtilen tanımlayıcılık iddiası bakımından haklı bulan EUIPO, markanın 9. sınıfta bulunan “Banka ve debit kartları şeklinde kodlanmış ve kodlanmamış manyetik kartlar; para nakde çevirme aparatı ve para transferi hakkında bilgi (bankamatik); fon transferi ve fonlarla ilgili bilgiler için bilgisayarlar, bilgisayar çevresel cihazları ve kayıtlı yazılımlar; para değişimi ve döviz bozdurma cihazları” ve 16. sınıfta bulunan “Basılı malzemeler, basılı bilgi materyali, basılı yayınlar, basılı formlar” malları bakımından kısmen hükümsüz kılınması yönünde karar vermiştir.

Buna karşın, EUIPO kararında söz konusu ibarenin 36. sınıfta yer alan “Faktoring; gayrimenkul kiralama, emlak acenteleri; gayrimenkul yönetimi, gayrimenkul değerleme; nümismatik değerlendirme, kaza sigortası; rehin komisyonculuğu hizmetleri” açısından tanımlayıcı olmadığı, para birimindeki dalgalanmaların gayrimenkul üzerinde bir etkisi olabileceği gerçeği kabul edilmiş olsa dahi, bu durumun hizmetlerle “FOREX” ibaresi arasındaki bağlantının kurulması için yeterli olmadığının altını çizmiştir.

Kararın yerinde olmadığını düşünen Forex Bank şirketi kararı itiraz ederek EUIPO Temyiz Kurulu’na taşımış, ancak itiraz Temyiz Kurulu tarafından haklı bulunmamıştır. Bunun üzerine, uyuşmazlık Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’ne taşınmıştır.

Forex Bank davada, ilk olarak, dava konusu markanın tescilli bulunduğu sınıflar göz önüne alındığında genelde daha bilgili ve yüksek dikkat düzeyine sahip profesyonellerden oluşan tüketici kesimine hitap ettiğini öne sürerek, Temyiz Kurulu’nun değerlendirmesinin doğru olmadığını iddia etmiştir.

Buna karşılık olarak, EUIPO 16. sınıfta yer alan malların hem profesyonel hem de ortalama tüketici kesimine hitap ettiğini ifade etmiş ve “para, değerli belgeler ve diğer değerli eşyaların güvenliğini sağlamak için aparat ve aletler şeklindeki güvenlik ekipmanlarının” yalnızca yüksek dikkat düzeyine sahip profesyoneller tarafından tercih edilmediğini belirtmiştir.

Hükümsüzlük kararı kapsamında hizmetlerin bulunmamasını dikkate alan Mahkeme, davacı Forex Bank’ın finansal kararların dikkatli inceleme sonucu verilen günlük alışkanlıklar olarak değerlendirilemeyeceği iddiasının, somut olay değerlendirmesi açısından yersiz olduğu kanaatine varmış ve Temyiz Kurulu’nun değerlendirmesini haklı bulmuştur.

İkinci olarak, Forex kelimesinin ilgili tüketici kesimi tarafından nasıl algılandığı ele alınmıştır. Temyiz Kurulu bu değerlendirmesini yaparken ana dili İngilizce olan ortalama ve profesyonel tüketiciyi dayanak almıştır. Buna göre, Kurul kararında Forex ibaresinin Foreign-Exchange (yani yabancı para alış-verişi) kelimelerinin bir araya gelmesi ile oluşturulduğu ve bunun tüketiciler tarafından rahatça anlaşılabilir olduğu ifade edilmiştir.

Buna karşılık olarak, Forex Bank markayı oluşturan ibarenin birçok sözlükte karşılığı bulunması durumunda dahi, bunun kelimenin anlamının toplumun her kesimi tarafından bilindiği anlamına gelmeyeceğini, bunu anlayan kesimin ise yalnızca bu işi profesyonel şekilde yapan ticaret insanlarından oluştuğunu savunmuştur. Davacı iddialarını desteklemek adına bir araştırmayı delil olarak sunmuştur. Bu araştırmaya göre, 2019 tarihinde Danimarka ve Finlandiya’da dava konusu ibarenin Foreign-Exchange olarak anlaşılma oranının yalnızca %10-15 aralığında olduğu ortaya konulmuştur.

Mahkeme; davacının delil olarak sunduğu araştırmanın, EUIPO Temyiz Kurulu’na yapılan itirazda sunulmamış olduğundan değerlendirmede dikkate alınmaması gerektiğini, kaldı ki değerlendirilmiş olsaydı dahi araştırmanın yalnızca Danimarka ve Finlandiya vatandaşlarının 2019 yılındaki bilgi dağarcığını gösterdiğini, araştırmada söz konusu ibarenin bilinirliği açısından profesyonel kesim ve toplumun geri kalanı hakkında bir ayrıma gidilmediğini, bu yüzden de somut olayı aydınlatma noktasında yeterli görülemeyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca Mahkeme, söz konusu araştırmanın ana dili İngilizce olan toplumların yaşadığı ülkelerde yapılmadığını, bu iki ülke vatandaşlarının en genel İngilizce kelime ve ibarelerine hâkim olabileceğini, dolaysıyla Forex ibaresi bilmemelerinin doğal olduğunu vurgulamıştır.

Tüm bu nedenlerle Mahkeme davacının bu görüşünün gerçekle bağdaşmadığı ve Forex ibaresinin bir kısaltma olduğunu bilenlerin toplumun yalnızca işin profesyonellerinden oluşan bir kesimi ile sınırlı kaldığını gösteren somut delillerin bulunmadığı kanaatine vararak, Temyiz Kurulu’nun yaptığı değerlendirmenin doğru olduğuna karar vermiştir.

Mahkemenin ikinci olarak ele aldığı konu 9. sınıfta yer alan malların “Foreign Exchange” yani yabancı para alışverişi kapsamına girip girmediğidir. Buna göre, “Banka ve debit kartları şeklinde kodlanmış ve kodlanmamış manyetik kartlar; para nakde çevirme aparatı ve para transferi hakkında bilgi (bankamatik); fon transferi ve fonlarla ilgili bilgiler için bilgisayarlar, bilgisayar çevresel cihazları ve kayıtlı yazılımlar; para değişimi ve döviz bozdurma cihazları” içeren ürünlerin yabancı para alışverişinin merkezinde yer aldığı ve esas işlemlerin gerçekleştirilmesini sağlayan araçların bu konu kapsamında değerlendirmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Bu sebepledir ki, Forex’in açılımı olarak kabul edilen “foreign exchange” ibaresinin yukarıda sayılan mallar açısından tanımlayıcı olduğu görüşü Mahkeme tarafından benimsenmiştir.

Benzer şekilde bir değerlendirme 16. sınıfta yer alan mallar açısından da yapılmıştır. Yabancı para transferinin esas olarak “basılı malzemeler, basılı bilgi materyali, basılı yayınlar, basılı formlar” aracılığı ile yapıldığı vebu ticaretin daha hızlı ve efektif bir şekilde yapılmasında büyük katkısı olduğu görüşünde olan Temyiz Kurulu ile aynı fikirde olan Mahkeme söz konusu mallar bakımından da Forex ibaresini tanımlayıcı bulmuştur.

Özetlemek gerekirse; Forex ibareli markanın hem hükümsüzlük konusu mallar hem de toplumda bilinen anlamı üzerinden bir değerlendirme yapılarak, toplum tarafından markanın “Foreign Exchange” yani yabancı para transferi ibaresinin kısaltması olarak anlaşıldığı, inceleme konusu mallar bakımından yabancı para transferi ibaresinin tanımlayıcı olduğu kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla da, Temyiz Kurulu kararı onanarak dava reddedilmiştir.

Onurcan TUTAR

Nisan 2021

tutaronurcan@gmail.com

HEARTFULNESS MARKA MIDIR YOKSA BİR MEDİTASYON TEKNİĞİNİN GENEL ADI MIDIR?

MARKANIN HANGİ AMAÇLA YARATILDIĞININ TESCİL EDİLEBİLİRLİĞE ETKİSİ ABAD GENEL MAHKEMESİ ÖNÜNDE (T‑48/20)

Günümüzde hayatımıza yeni giren kavramlar, sosyal medya platformlarının, internetin ve hızlı iletişimin etkisiyle, aslında marka olsalar dahi kısa sürede ilgili oldukları malın ya da hizmetin adı haline dönüşebilmektedir. Buna bağlı sorunlarla, marka tescil incelemesinde son dönemlerde yaygın biçimde karşılaşılmaktadır.   

Başvuru sahipleri, başvurularının belirtilen nedenle ayırt edici nitelikten yoksunluk veya tanımlayıcılık gerekçeleriyle reddedilmesi halinde, çoğunlukla başvuru konusu işareti ilk kez kendilerinin kullandığını, hatta bu ismi kendilerinin bulduğunu iddia etmektedir.

Bu yazı kapsamında anılan argümanın nasıl değerlendirildiğini, Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin T‑48/20 sayılı kararı kapsamında inceleyeceğiz.



Günümüzde son derece popüler olan meditasyon tekniklerinden; “Mindfulness” pek çoğumuzun sıklıkla duyduğu ve hâkim olduğu bir kavram iken, yine esasen bir meditasyon tekniği olan “Heartfulness”, en azından şu an için, çok yaygın bir kullanıma sahip değildir.

Meditasyon çeşitlerinin amacı aynı olsa da yöntemleri birbirinden farklıdır. Mindfulness zihin odaklı, şimdiki zaman farkındalığına, anda yaşanan duygu ve durumlara odaklanmaya ilişkin bir yöntem iken, Heartfulness kalpten düzenlenen ve odak merkezi kalp olan bir meditasyon türüdür.

Bu açıklamaların ardından, bir meditasyon merkezi (Sahaj Marg Spirituality Foundation) tarafından Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (bundan sonra “EUIPO” olarak anılacaktır.) nezdinde 16., 41. ve 45. sınıflarda yer alan mal ve hizmetler için tescil başvurusu yapılan “Heartfulness” markasına yönelik olarak verilen karara göz atalım.

Marka başvurusu aşağıda yer alan mal ve hizmetleri kapsamaktadır:

16. sınıf: Basılı eğitim öğretim materyalleri.

41. sınıf: Eğitim öğretim ve kültürel faaliyetlerin sağlanması hizmetleri.

45. sınıf: Spiritüel danışmanlık hizmetleri.

Marka incelemesini yapan uzman, AB Marka Tüzüğü 7(1)(b) ve (c) maddelerinde düzenlenen mutlak ret nedenleri kapsamında, markanın kapsadığı mal ve hizmetler bakımından ayırt edici olmadığı ve tanımlayıcı olduğu gerekçeleriyle başvurunun reddine karar vermiştir.

Başvuru sahibi, söz konusu karara karşı EUIPO Temyiz Kurulu nezdinde itirazda bulunmuşsa da Temyiz Kurulu; HEARTFULNESS ibaresinin bir meditasyon tekniğini tanımladığı, tescili talep edilen mal ve hizmetler ile markanın ilişkili olduğu, tüketicilerin meditasyonun nasıl yapıldığına dair fikri olmasa dahi mal ve hizmetler ile marka arasında ilişki kurabileceği gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir.

Başvuru sahibi, HEARTFULNESS ibaresinin kendisi tarafından yaratıldığı ve bu nedenle meditasyonun bu isimle anıldığı, Temyiz Kurulu’nun bu durumu dikkate almadan karar tesis ettiği gerekçeleriyle konuyu Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’ne taşıyarak EUIPO tarafından verilen kararın iptalini talep etmiştir.

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 5/1-c düzenlemesi ile paralel olan Tüzük 7(1)(c) maddesi uyarınca; Ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu zamanı gösteren veya malların ya da hizmetlerin diğer özelliklerini belirten işaret veya adlandırmalardan münhasıran oluşan işaretler tescil edilemezler.

Bu kapsama giren işaretler, bir ticari markanın temel işlevini, yani malların veya hizmetlerin ticari kökenini belirleme konusunda yetersiz kabul edilir. Söz konusu hüküm kamu yararını gözetmekte olup, bu tarz işaretler herhangi bir gerçek veya tüzel kişinin tekeline verilemez. 

Bir işaretin Tüzük 7(1)(c) maddesi kapsamında değerlendirilmesi için aynı zamanda işaret ile tescili talep edilen mal ve hizmetler arasında da doğrudan bir ilişki bulunması gerekmektedir.

Genel Mahkeme dava konusu kararı yukarıda yer verilen kriterler doğrultusunda incelemiştir. Temyiz Kurulu’nun kararına göre; HEARTFULNESS bilinen bir meditasyon tekniğine verilen adıdır ve hatta bir HEARTFULNESS uygulayıcısı/eğitimcisi tarafından yazılmış “The Heartfulness Way” isimli bir kitap bulunmaktadır.

Temyiz Kurulu’na göre markanın ilgili tüketici kesimi, meditasyon ve rahatlama teknikleri ile ilgilenen genel halk ve spiritüel danışmanlık hizmeti verenler olarak değerlendirilmiştir. Genel Mahkeme, ilgili tüketici kesiminin belirlenmesi noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığından bu konuya ilişkin herhangi bir yorumda bulunmamıştır.

Tüm ihtilafta en önemli uyuşmazlık konusu ise başvuru sahibinin HEARTFULNESS ibaresini kendisinin yarattığını belirtmiş olması ve buna rağmen söz konusu iddiasının dinlenmemiş olmasıdır. Bu noktada Genel Mahkeme; başvuru konusu işaretin başvuru sahibi tarafından belirli bir meditasyon veya rahatlama tekniğini belirtmek için yaratılmış olmasının otomatik olarak AB markası olarak tescil edilme sonucunu yanında getirmeyeceğini belirtmektedir. Yani, markanın tescili talep edilen mal ve hizmetler bakımından tanımlayıcı olması durumunda ibarenin ilk tarafından kimin tarafından yaratıldığının bir öneminin bulunmadığı ifade edilmektedir. Genel Mahkeme, böyle durumlarda tescil korumasından yararlanabilmek için; aynı zamanda ilgili tüketici kesiminin markayı başvuru sahibi ile özdeşleştirmiş olmasını ve markanın derhal o markanın sahibi tarafından sunulan mal veya hizmetlerin göstergesi olarak algılanmasını aramaktadır.

Bu noktada, Genel Mahkeme başvuru sahibinin beyanlarında kendisi tarafından da belirtildiği üzere; markanın, başvuru sahibinin sunduğu mal ve hizmetlerin ayırt edilebilmesi için değil, belirli bir meditasyon tekniğinin adı olarak yaratıldığı gerekçesiyle Temyiz Kurulu’nun Tüzük 7(1)(c) maddesi kapsamında markayı reddetmesini hukuka uyguna bulmuş, tanımlayıcılık gerekçeli ret kararı yerinde bulunduğundan ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret kararına yönelik argümanları incelememiş ve davanın reddine karar vermiştir.

Gülçen ATASEVER BAŞCI

Nisan 2021

gulcenatasever@gmail.com

POZİSYON MARKALARI VE KULLANIM SONUCU AYIRT EDİCİLİK HAKKINDA UKIPO’DAN TARTIŞMALI BİR KARAR: UKIPO TEFAL KARARI (O/587/20)

tefal kırmızı nokta ile ilgili görsel sonucu

Neredeyse son bir seneyi, tüm dünyayı etkileyen Covid-19 salgını nedeniyle evlerimizde geçirdik. Bu dönemin sanıyoruz en büyük etkilerinden biri, hiç mutfağa girmeyenleri bile, kendi ekmeğini pişirecek düzeyde mutfağa ve aşçılığa yönlendirmesi oldu. Salgının etkileri geçince de evimizin aşçısı olmaya devam eder miyiz bilinmez ama Türkiye’de uzun yıllardır bildiğimiz, ortasında “kırmızı nokta” bulunan Tefal marka tava ve pişirme gereçlerini bilmeyenler varsa da herhalde son bir yıldır bunlarla haşır neşir olmuştur.

Bir Fransız markası olan Tefal, Türkiye’de de dünyanın pek çok ülkesinde olduğu yüksek tanınmışlığa sahip ve tüketiciler tarafından en çok bilinen ve kullanılan küçük ev aletleri ve mutfak gereçleri markalarından biridir.

Tefal’in thermo spot markası ile de bilinen, tava ve tencerelerin ortasına konumlandırılmış kırmızı işaret ise, esasında ilk olarak ilgili sektöre bir yenilik getirme maksadıyla ortaya çıkmıştır. Tefal tava veya tencerelerin ortasında bulunan bu kırmızı nokta işareti, ısındıkça renk değiştirerek pişirme için ideal sıcaklığa ulaşıldığının anlaşılmasını sağlamaktadır. Ancak bu kırmızı nokta işareti zaman içinde, bu çözümü sunmanın ötesine geçmiş ve Tefal ürünleri ile bir nevi özdeşleşmiştir. Ülkemizdeki ilgili tüketicinin de pişirme gereçlerinde kırmızı nokta ibaresini görür görmez Tefal’i düşünmesi ihtimali hayli yüksek olsa gerek diye düşünüyoruz. En azından bizim görüşümüz bu yönde.

İnceleyeceğimiz Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi (“UKIPO“) kararına konu olayda da Tefal, kırmızı noktaların artık yalnızca işlevsel değil marka olarak kaynak gösterme fonksiyonuna da ulaştığı düşüncesi ile Birleşik Krallık’ta bir pozisyon markası başvurusunda bulunmuştur. İlgili pozisyon markasının -veya Birleşik Krallık değerlendirmesi ile şekil markasının- thermo spot tavaların bir simgesi olduğu, hatta “Meşhur Kırmızı Nokta” mertebesine ulaştığı ve dolayısıyla pozisyon markası olarak tescilinin kabul edilmesi gerektiği ileri sürülmüş ve bu noktalar kararda da detaylı olarak tartışılmıştır. Olayların nasıl geliştiğine gelirsek:

1. Marka Başvurusu

2018 yılında Tefal, tava ve tencerelerin ortasında yer alan kırmızı nokta işareti için 21. sınıfta bir pozisyon markası başvurusunda bulunmuştur.

21. sınıf: Kızartma tavaları, tencereler, kulplu tencereler, güveçler, tencereler, krep tavaları, ızgaralar, woklar.

Pozisyon markası bilindiği üzere, esasında markanın ürünün üzerinde yerleştirildiği yeri ifade etmektedir. Yani pozisyon markaları her ne kadar üç boyutlu markalara veya şekil markalarına benzeseler de, pozisyon markası dediğimizde, bir işaretin bir ürünün hep aynı yerinde kullanılmasının korunması hedeflenmektedir. Elbette, marka hukukunun genel prensipleri uyarınca, bir pozisyon markasının da korunması ve tescil edilebilmesi için ayırt edici olması ve markanın kaynağını göstermesi aranır. Ancak burada hem bir şeklin, hem de o şeklin ürün üzerinde aynı yerde konumlanmasının bir arada korunmasının ve söz konusu konumlandırmanın tüketici tarafından ilgili ürünün markası olarak algılanmasının bir arada tutturulmasının gerektiği, ayırt edicilik kriterlerinin çıtasının yüksek olduğu bir marka türünden söz ediyoruz.

Pozisyon markalarının kaderinde, bu yüksek çıta sebebi ile, genellikle ayırt edicilik açısından sorgulanmak vardır, bu yolda “kullanım sonucu ayırt edicilik” kazandıklarını ispat etme evresinde de pozisyon markaları, çeşitli mahkeme ve idari otorite kararlarına da birçok kez konu olmuşlardır.  

Tefal’in kırmızı noktasına dönecek olursak, söz konusu başvurunun türü, Birleşik Krallık sisteminde Avrupa Birliği uygulamasından farklı olarak açıkça “pozisyon markası” kavramı bulunmadığından, marka tipi karardan sonra “şekil markası” olarak değiştirilmiştir. UKIPO 0/587/20 numaralı 23 Kasım 2020 tarihli kararı ile Tefal’in “kırmızı nokta” pozisyon markası başvurusunu ayırt edicilikten yoksun olması gerekçesi ile reddetmiştir. Karar, pozisyon markalarına ve kullanım sonucu ayırt ediciliğe yönelik kapsamlı değerlendirmeler içermektedir.

2. Ret Kararı

Marka başvurusu, yapılan ilk incelemede, 1994 tarihli Markalar Kanunu’nun 3(1)(b) maddesi uyarınca ayırt edicilikten yoksun olması sebebiyle reddedilmiştir. Kararda, ilgili tüketicinin kırmızı nokta şeklini gördüğünde bunu bir marka olarak algılamayacağı ve kırmızı noktanın tavalarda yer alan “banal” bir özellik olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda incelemeyi yapan uzman, kırmızı nokta işaretinin markayı diğer markalardan ayırt etmek yönündeki temel işlevini yerine getirmediğini vurgulamıştır.  

Bu ret kararına karşılık Tefal, kırmızı noktanın Birleşik Krallık’ta kullanım sonucu ayırt ediciliğe sahip olduğunu kanıtlamak amacıyla delil olarak, Birleşik Krallık’taki ana caddelerde 250 tüketicinin katılımıyla bir anket yapılması yönündeki talebini ve hazırladığı anket sorularını ilgili uzman ile paylaşmıştır. Anketteki sorular şunlardır:

1. Pişirme gereçleri satın alıyor musunuz? (Yanıt hayır ise ankete devam edilmez, yanıt evet ise aşağıdaki soruya geçilir.)

2. Pişirme gereçleri anlamında, bu işareti gördüğünüzde aklınıza ne geliyor? (Burada anket yapılan tüketiciye markanın görseli gösterilir. Yanıt Tefal ise anket burada sonlandırılır, yanıt Tefal değil ise bir sonraki soruya geçilir.)

3. Sizce, bu işaretin yer aldığı bir ürün belirli bir şirkete mi aittir? (Yanıt hayır ise devam edilmez, yanıt evet ise son soruya geçilir.)

4. Sizce bu ürün hangi şirkete aittir?

Uzman, markanın kullanım sonucu ayırt edicilik kazandığı hususunda sunulacak deliller konusunda başvuru sahibinin karar vermesi gerektiğini ve yukarıda sayılan sorulara ilişkin herhangi bir ekleme ve yorumda bulunamayacağını söyleyerek Tefal’in sunacağı deliller konusunda serbest olduğunu belirtmiştir. Ardından Tefal, kırmızı noktanın kullanım sonucu ayırt ediciliğine ilişkin anket sonuçları ile yüklü bir dosyadan oluşan somut delillerini dosyaya sunmuştur.

3. Duruşma Aşaması

UKIPO itiraz incelemesinde, bizim sistemimizden farklı olarak, bir de duruşma aşaması bulunmaktadır. Birleşik Krallık uygulamasına özgü bir aşama olan duruşma aşaması, yazımıza konu itirazda 16 Aralık 2019 tarihinde gerçekleşmiştir. Duruşmada, öncelikle markanın bir şekil mi yoksa bir pozisyon markası mı olduğu tartışılmıştır ve bunun neticesinde bir şekil markası olduğu yönünde tanımlama yapılmıştır.

Bunun akabinde marka başvurusunun asıl markaya göre ikincil konumda kullanılmasına ilişkin Tefal, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (“ABAD“) Specsavers (ABAD C-252/12) ve Levi’s (ABAD C-12/12) kararlarına atıfta bulunarak, her iki kararda da ABAD’ın ikincil markanın kullanılıyor olması için ikincil markanın kendi başına kullanılmasının gerekli olmadığını değerlendirdiğini vurgulamıştır. Levi’s kararında ABAD, Levi’s kot pantolonların arka cebinde yer alan kırmızı etiketin üzerinde “Levi’s” yazmasa dahi, markanın doğrudan kullanıma konu edildiğine karar vermiştir. Bu kararlara ek olarak da, Kit-Kat (EWCA Civ 358) kararından farklı olarak ilgili marka başvurusunun reklamlarda açıkça kullanıldığına dikkat çekilmiştir. Bunlara ilaveten Tefal, kırmızı noktanın Tefal reklamlarında ve tanıtımlarında sıkça yer aldığını, yalnızca işlevsel olarak değil görsel olarak satın alırken kırmızı noktanın tüketiciler nezdinde büyük bir rol oynadığını, yüksek derecede bir değerinin olduğunu ve bu bağlamda tavanın ambalajında ve pazarlanmasında kırmızı noktanın bir marka olarak konumlandırıldığını vurgulamıştır.

Duruşmayı inceleyen uzman, Tefal tarafından dosyaya sunulan delilleri detaylıca incelemiştir. Bu hususta, anket sonuçlarına göre marka başvurusu gösterildiğinde, “Pişirme gereçleri anlamında, bu işareti gördüğünüzde aklınıza ne geliyor?” sorusuna katılımcıların %32,5’lik bir kısmının “Tefal”i işaret etmesine dikkat çekmiştir ki bu bizce de küçümsenemeyecek bir orandır. Yine burada duruşmayı inceleyen uzman, %27,5 oranında tüketicinin ancak daha fazla soru sorulması halinde Tefal’i işaret ettiğini de belirtmiştir.

Bunlara ek olarak duruşmayı inceleyen uzman, Tefal tarafından emsal gösterilen Levi’s ve Kit-Kat kararlarının somut olay açısından bağlantılı olduklarını ancak marka başvurusunun, sunulan deliller çerçevesinde Levi’s kararındaki şekilde bir kullanıma konu edilmediğini belirtmiştir. Duruşmayı inceleyen uzmana göre, (i) kullanıma ilişkin sunulan deliller arasında kırmızı nokta işaretinin tek başına bir kaynak gösterme işlevi bulunmamaktadır (bu bağlamda “kırmızı noktalı tava” gibi bir kullanım olması halinde Tefal’in tüketicilerin dikkatini işarete çekmekte başaralı olacağına değinilmiştir), (ii) ilk soruda “pişirme gereçlerinden bahsedilerek” tüketiciler “Tefal” cevabını vermeye yönlendirilmiştir ve (iii) ikinci sorunun yapısı nedeniyle tüketiciler bir “markaya” ilişkin bir cevap vermeye yönlendirilerek, işaretin bir markaya ilişkin bir işaret olduğunun algılanması desteklenmiştir.

Uzman, “Meşhur Kırmızı Nokta” ibaresinin sadece bir “sıcaklık göstergesi” olarak tanıtıldığının ve kırmızı noktaya “kendi başına” bir ayırt edici işaret olarak özellikle dikkat çekilmediğinin altını çizmiştir. Bu bağlamda “kırmızı noktalı tava” gibi bir kullanım olması halinde, Tefal’in tüketicileri işaretin onun bir markası olduğuna yönelik bilinçlendirebilmesinin/eğitebilmesinin mümkün olduğu ancak sadece “Meşhur Kırmızı Nokta” şeklinde bir kullanımın işaretin bir marka kullanımı olarak algılanmayacağı ve tam aksine kaynak gösterme yönündeki herhangi bir algıyı da engelleyeceği vurgulanmıştır. 

Duruşma sonrasında Tefal’e yeni argüman ve deliller sunmak için iki aylık bir süre tanınmıştır. Tefal, kırmızı noktalı tavaların pazarda özellikle kırmızı noktanın ortasında “T” harfi ile pazarlandığını gösteren reklam, katalog ve satışlara ilişkin delillere atıf yaparak, bu şekilde bir kullanımın kullanım sonucu ayırt edicilik açısından değerli deliller olduğuna ve Levi’s kararı ile paralel şekilde değerlendirmeleri gerektiğine vurgu yapmıştır.

Tefal ilk olarak duruşmayı inceleyen uzmanın anket sorularına ilişkin çekincelerine yönelik yorumda bulunarak, anketin metodolojisinin kusurlu olmadığını ve bir bütün olarak ele alındığında, soruların ankete katılanları Tefal lehine bir sonuca götürmediğini ileri sürmüştür. Tefal, bir bütün olarak ele alındığında, ankete katılan tüketicilerin %60,25’inin yanıtlarında Tefal’den bahsettiğine dikkat edilmesini, bu sayının istatistiksel olarak çok önemli bir veri olduğunu ve beklenebilecek herhangi bir makul düzeyin de rahatlıkla üzerinde olduğunu vurgulamıştır.

Tefal ayrıca, uzmanın anket sorularına ilişkin çekincelerine yönelik beyanlarda bulunmuştur. Bu hususta ikinci sorunun yapısal olarak tüketicileri “Tefal” cevabını vermeye yönlendirdiği vurgusuna cevaben, Kit-Kat kararının somut olay açısından uygulanabilir olmadığını, zira somut olayda marka başvurusunun başvuru yapılmadan önceki yıllarda başvurulan sınıflarda kullanıldığını, ancak Kit-Kat kararında marka başvurusunda bulunulan markanın başvurudan önce başvuru kapsamındaki sınıflarda kullanılmadığını belirtmiştir. Buna ilaveten somut olayda marka başvurusu uzun yıllardır satın alım esnasında tüketicilere görünür bir şekilde kullanılmıştır, ancak Kit-Kat olayında satın alım esnasında ilgili marka başvurusu tüketiciler açısından görülmemektedir ve başvuruda bulunulan çikolata şekli paket altında saklıdır. Somut olayda ise tam aksine, sunulan delillerle ortaya konduğu üzere Tefal markalı tavaların satışında özellikle tavanın paketlenmesinde tavaların ortasındaki kırmızı noktanın bulunduğu kısım yuvarlak bir şekilde kesilerek işarete vurgu yapılmaktadır. Bu açıdan Tefal’e göre, somut olaydaki deliller, tüketicilerin, kırmızı noktanın ürünler üzerinde uzun süredir devam eden, göze çarpan, bağımsız ve hemen algılanabilir varlığı nedeniyle, bir kaynak gösterdiğini göstermektedir.

Örnek:  

    

     

Tefal üçüncü soru açısından, sorunun spekülasyon konusuna yönlendirme içerse bile, sorunun tüketicileri, marka başvurusunu taşıyan bir pişirme gereci ile karşılaşmaları halindeki duruma sokmak amaçlı olduğunu belirtmiş ve üçüncü sorunun ikinci soruya göre daha az ağırlık taşıyabileceğini kabul ederek, yine de bu sorunun sonucunun Birleşik Krallık’ta tüketicilerin işareti bir kaynak işareti olarak algılamalarına ilişkin önemli bir izlenim gösterdiğine vurgu yapmıştır. Bu hususta Tefal, Levi’s kararının somut olay ile paralel ve somut olay açısından uygulanabilir olduğunun tekrar altını çizmiştir.  

4. Son İncelemeyi Yapan Uzmanın Değerlendirmeleri

a. Hukuki İncelemeler

Ne var ki, Tefal’in argümanları ve sunduğu delillere rağmen, UKIPO’nun marka başvurusuna ilişkin görüşü değişmemiştir.

Son incelemeyi yapan uzman öncelikle, markanın temel işlevinin tüketicinin veya son kullanıcının, herhangi bir kafa karışıklığı olmaksızın ürünü diğerlerinden ayırt etmesini sağlayarak, marka altında sunulan mal veya hizmetlerin kaynağını garanti etmek olduğunu ve ayırt edici karakterden yoksun işaretlerin ise bu temel işlevi yerine getirmekten aciz olduklarını vurgulamıştır. Sonrasında, marka başvurusu kapsamındaki 21. sınıftaki malların tüketicilerinin ürünün özelliklerine dikkat eden ve önem veren bir kitle olduğunu ve bu nedenle makul ölçüde dikkatli bir kesimden oluştuğunu belirlemiştir ve ardından olayın temelindeki soruyu “Tüketiciler bu işareti spesifik olarak kaynak gösteren bir marka olarak algılarlar mı?” çerçevesine oturtmuştur. Sonrasında ilk incelemeyi yapan uzman ve duruşmayı inceleyen uzmana katıldığını belirterek, marka başvurusunun ilk bakışta ayırt ediciliğe sahip olmadığından reddedilmesinin haklı olduğunu belirtmiştir. Zira uzmanın değerlendirmesine göre kırmızı nokta işareti, ürünlerin “bağımsız” bir özelliği değildir ve tavanın şekliyle benzer şekilde dairesel formda olması sebebiyle, dairesel bir tavanın ortasında üçgen veya kare şeklinde bir işaret olmasına göre daha gelenekseldir ve dolayısıyla dekoratif/işlevsel bir şekilde algılanmaktadır.

Son incelemeyi yapan uzman, kullanım sonucu ayırt edicilik bağlamında incelemelerine Windsurfing Chiemsee Produktions v. Boots (ABAD C-108/97) ve Kit-Kat (EWCA Civ 358) kararlarını inceleyerek başlamıştır.Bu kapsamda bir marka başvurusunun ayırt ediciliği değerlendirilirken: markanın sahip olduğu pazar payı, markanın ne kadar yoğun, coğrafi olarak yaygın ve uzun süredir kullanımının olduğu, teşebbüsün markayı tanıtmak için yatırdığı miktar, işareti nedeniyle malları belirli bir teşebbüs kaynaklı olarak tanımlayan ilgili kişi sınıfının oranı, ticaret ve sanayi odaları veya diğer ticaret ve meslek birliklerinin beyanları dikkate alınmalıdır [Windsurfing Chiemsee Produktions v. Boots (ABAD C-108/97)] ve kırmızı noktanın bir marka olarak tescil edilebilmesi için ilgili tüketiciyi ürünün kaynağını gösterdiği konusunda eğitmek için işaretin bir marka olarak kullanılmış olması gerekmektedir [Kit-Kat (EWCA Civ 358)]. Bu doğrultuda Kit-Kat kararı doğrultusunda işaretin bir marka olarak işlev gösterdiğinin kanıtlanamadığı halde, ilgili işaret bir marka olarak değerlendirilemeyecektir [ayrıca bkz. Nestle v. Unilever (EWCH 2709 (Ch))].

Uzman Kit-Kat kararının Tefal’in belirttiğinin aksine somut olay açısından önem taşıdığını, zira, Kit-Kat kararında olayın çikolatanın şekli olmasının farklılık göstermesine rağmen, başvuru sahibinin marka başvurusunu bir “marka olarak kullanması gerektiği” hususunda önem taşıdığının altını çizmiştir ve alt markanın kullanımının değerlendirmesi açısından UKIPO’nun O-072-18 numaralı “Birkenstock” ‘Ayakkabı Tabanı’ kararına da atıfta bulunmuştur. Bu bağlamda, “Marka sahibi, bir marka mesajı iletmesi için alt markaya güveniyor mu ve bu alt marka başvuru sahibinin pazarlamasında belirgin bir rol oynuyor mu?” sorusunun büyük bir önem taşıdığını vurgulamıştır.

Atıf yapılan kararlar çerçevesinde uzman, marka başvurusunun “Tefal” markası altında bir alt marka olarak değerlendirilmesinin mantıksız olmadığını belirtmiştir. Uzman, Levi’s kararı açısından Tefal’e bir nebze hak vererek, Tefal tarafından “T” harfli kırmızı nokta kullanımlarının, markanın kullanımı teşkil edebileceğine ve sonradan kazanılan ayırt ediciliğe ilişkin “kabul edilebilir varyantlar” ve “diğer kompozit markalarla birlikte kullanımlar” olarak kabul edilebileceğine yönelik iddiaları haklı bularak, duruşmayı inceleyen uzmana katılmadığını belirtmiştir.

b. Delillerin İncelenmesi

Hukuki anlamdaki incelemelerin ardından, Tefal tarafından dosyaya sunulan deliller detaylıca incelenmiştir. Sunulan delillere göre Tefal, 2000 yılından beri 42 milyon adet 340 milyon Euro değerinde “Meşhur Kırmızı Nokta” ibareli ürün satışında bulunmuştur ve özellikle Birleşik Krallık’ta son 10 yılda 20 milyon Pound değerinde pazarlama harcamasında bulunmuştur. “Meşhur Kırmızı Nokta” ibareli tanıtımlar Birleşik Krallık’ın en büyük dergilerinde ve en büyük televizyon kanalları ve programlarında yer almıştır ve bu tanıtımlar çok yüksek okunma ve izlenme sayılarına ulaşmıştır. Bunlara ek olarak dünyanın en tanınmış şeflerinden biri olan Jamie Oliver ile yapılan “Jamie Oliver by Tefal” işbirliğinde “Meşhur Kırmızı Nokta”nın yer aldığına ilişkin dosyaya deliller sunmuştur. Bunların yanında yukarıda sorularının detayları belirtilen anketin sonuçları da dosyaya delil olarak sunulmuştur, anket 400 kişinin katılımıyla Birleşik Krallık’ın farklı bölgelerinde gerçekleştirilmiştir.

Son incelemeyi yapan uzman, Tefal’in Birleşik Krallık mutfak gereçleri pazarında oldukça büyük bir oyuncu olduğunun kabulünün gerektiğini belirterek, “Meşhur Kırmızı Nokta”nın da hiç şüphesiz kullanıldığını ancak içtihatlar çerçevesinde bir işaretin basit bir şekilde teşhir edilmesinin, kullanım sonucu ayırt edicilik kazanıldığını kanıtlamayacağını vurgulamıştır. Bu bağlamda yapılan incelemeye göre, Tefal başvuruya konuyu markayı kırmızı noktanın teknik işlevine ağırlık vererek kullanmaktadır ve bir marka olarak kullanmamaktadır.

Bunlara ek olarak son incelemeyi yapan uzman, ankete katılan tüketicilerin %16,75’inin kırmızı noktayı “tava sıcakken kırmızı olan”, “sıcaklık gösteren nokta” gibi şekillerde tanımladıklarına da ayrıca dikkat çekmiştir; uzmanın değerlendirmelerine göre bu şekilde bir algı, işaretin teknik işlevle bütünleştiğine ancak Tefal markası ile herhangi bir şekilde bütünleşmediğine işaret etmektedir. Son incelemeyi yapan uzman, duruşmayı inceleyen uzmanın anket sorularına ilişkin değerlendirmelerine katıldığını belirterek, kullanım sonucu ayırt edicilik iddiasının ilgili tüketicilerin önemli bir kısmının sadece işareti başvuru sahibiyle ilişkilendirdiklerini ve malların kaynağını gösteren bir marka olarak gördüklerini göstermediğini vurgulamıştır.

5. Karar ve Sonuç

Kararda, Tefal tarafından sunulan deliller ve duruşma esnasındaki tartışma ve incelemelerin sonunda, kullanım neticesinde ayırt edicilik hakkında kriterler detaylıca ele alınmıştır. Windsurfing Chiemsee Produktions v. Boots, Kit-Kat, Levi’s ve Birkenstock kararları doğrultusundaki incelemeler sonucunda Tefal tavaların ortasındaki kırmızı nokta işaretinin bir “sıcaklık göstergesi” olmaktan öteye geçemediği vurgulanarak, anket sonuçları ve sunulan delillerin kullanım sonucu kazanılan ayırt ediciliği kanıtlamak açısından yetersiz olduklarına kanaat getirilmiş ve ilgili marka başvurusu başvurulduğu malların tamamında reddedilmiştir.

UKIPO incelemelerine göre kırmızı nokta tüketiciler tarafından Tefal markasının bir sembolü olarak anlaşılmamakta ve tavalarda yer alan işlevsel bir unsur olarak algılanmaktadır. Bu açıdan Tefal’in pazarlama çalışmaları esnasında kırmızı noktaya farklı şekillerde referans vererek noktanın bir marka olarak kullanımını güçlendirmiş olması halinde, marka olarak algılanacağı vurgulanmıştır. Kararda, kırmızı nokta pozisyon markası başvurusunun makul derecede yüksek dikkate sahip tüketiciler nezdinde ayırt edicilikten yoksun olduğu, dekoratif, işlevsel ve teknik bir işaret olduğu ve bu nedenlerle de ticarette kaynak gösterme işlevini sağlamadığı belirtilmiştir.

6. Değerlendirmemiz

UKIPO görüşüne göre, Tefal’in kırmızı noktası, tüketici tarafından marka olarak algılanacak bir işaret olarak görülmemiştir. Pozisyon markaları ve kullanım neticesinde ayırt edicilik her olay ve başvuru özelinde, ilgili markanın kullanıldığı çevre, ürünün niteliği, hangi tüketiciye hitap ettiği, ne kadar uzun süredir kullanıldığı, ne kadar tanıtımının yapıldığı gibi pek çok sorunun cevabına bağlıdır UKIPO tarafından verilen bu karar, pozisyon markalarının tescilinde ve kullanım neticesinde kazanılan ayırt edicilik yönünden önemli değerlendirmeler içermektedir. Ne var ki bu değerlendirmelerin tartışmalara yol açabileceği ortadadır. Değerlendirmede kıyaslaması yapılan kararlara örneğin Levi’s pozisyon markasına bakıldığında, pantolon cep kısımlarında bulunan kırmızı etiket işaretinin ürünün kendisinden bağımsız olarak ayırt edici değerlendirilken, Tefal’in tava ve tencere ürünlerinde uzun yıllardır aynı noktada kullanılan işaretin kullanım neticesinde ayırt edicilik kazanmadığını söylemenin katı bir değerlendirmenin ürünü olduğunu düşünüyoruz. Sunulan delillere baktığımızda, markanın sahip olduğu pazar payı, markanın ne kadar yoğun, coğrafi olarak yaygın ve uzun süredir kullanımının olduğu, teşebbüsün markayı tanıtmak için yatırdığı miktar, işareti nedeniyle malları belirli bir teşebbüs kaynaklı olarak tanımlayan ilgili kişi sınıfının oranı gibi kriterlerin tamamının karşılanmasına rağmen, kırmızı noktanın işlevine takılmak ve ayırt edicilik kazanmadığını söylemek bizce pek mümkün değil.

Yapılan anket değerlendirmesinde ise özellikle markaların tescil kapsamında mal ve hizmetler için ayırt ediciliği aranması gerektiği dikkate alınırsa, %35’in üzerinde kişinin kırmızı nokta ve pişirme gereçleri arasındaki bağlantıyı kurarken Tefal cevabı vermesi kanaatimizce azımsanacak bir oran değildir. Özellikle de bir bütün olarak ele alındığında, ankete katılan tüketicilerin %60,25’inin yanıtlarında Tefal’den bahsetmesi bizce hatırı sayılır olmasına rağmen bu kararda, Tefal tarafından sunulan tanıtım delilleri, reklam harcamaları, tüketici anketi gibi delillere baktığımızda UKIPO’nun bu konuda biraz sert davrandığını ve Tefal’in kırmızı noktasının kullanım neticesinde ayırt edici bulunmadığına kanaat getirilmesinin tartışmaya açık olduğunu düşünmeden edemedik.  Bunca delil, reklam, yatırım, anket sonuçlarına rağmen kullanım neticesinde ayırt edicilik görülmüyorsa kim, hangi koşulda bu kriterleri sağlayabilir, bu sorunun cevabını merak ediyoruz.

Mine GÜNER SUNAY

mine.guner@gmail.com

Zeynep Deniz TOKER

zdeniztoker@gmail.com

Şubat 2021

AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI GENEL MAHKEMESİ “IT’S LIKE MILK BUT MADE FOR HUMANS” SLOGANINI AYIRT EDİCİ BULDU

Sanat sanat için midir sanat toplum için midir sorusu uzun yıllardır tahtını koruyadursun, Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi (“Genel Mahkeme”) bu yazıda inceleyeceğimiz kararında, süt insan için midir, öyleyse ayırt edici midir sorusuna yoğunlaşıyor.

20 Ocak 2021 tarihli T-253/20 sayılı kararla Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi Temyiz Kurulu tarafından (“EUIPO Temyiz Kurulu“) “IT’S LIKE MILK BUT MADE FOR HUMANS” (SÜT GİBİ AMA İNSANLAR İÇİN YAPILMIŞTIR) sloganının ayırt edici karakterden yoksun bulunması sebebi ile reddine ilişkin kararı iptal etmiştir.  Karar, sloganlardan oluşan markaların tescil edilebilirlik şartları ile ilgili kriterler belirlemek açısından önemli değerlendirmeler içermektedir:

Genel Mahkeme Kararı Öncesi: Başvuru, Ret Kararı ve Temyiz Kurulu Değerlendirmesi

14 Mart 2019’da İsveçli bir yulaflı içecek üreticisi olan Oatly AB firması 18, 25, 29, 30 ve. 32. sınıflarda “IT’S LIKE MILK BUT MADE FOR HUMANS” sloganı için EUIPO nezdinde bir marka başvurusu  yapmıştır. Başvuru kapsamında ilgili sınıflarda süt ürünleri ve süt yerine geçen ürünler ve yulaf bazlı içecekler dahil olmak üzere bir dizi ürün bulunmaktadır.

5 Eylül 2019 tarihinde, incelemeyi yapan uzman, 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğü’nün 7(1)(b) maddesi ve bunun 7(2) maddesi ile bağlantılı olarak, süt ürünleri, süt ve içecekler dahil 29. sınıftaki ürünler ile 30 ve 32. sınıftaki malların pek çoğu için markayı ayırt edici bulmayarak kısmen reddetmiştir.

Ret kararı, Temyiz Kurulu’na taşınmış ve Temyiz Kurulu tarafından da 7 Şubat 2020 tarihinde haklı bulunarak onanmıştır.

Temyiz Kurulu, ret kararını onarken ilgili toplum kesiminin toplumun geneli olduğunu ve bu noktada dikkate alınması gerekenin AB içinde İngilizce konuşan tüketicilerin algısı olduğunu belirtmiştir.  Kurul onama gerekçesinde, markanın “like milk” yani “süt gibi” kısmının pazarlanan malların süt ikameleri olduğunu işaret ettiğini; işaretin ikinci kısmı olan “but made for humans” (“ama insanlar için yapılmıştır”) kısmının ise insan tüketimine daha uygun olduklarını anlattığını; bu nedenle işaretin bir bütün olarak veya ama (but) kelimesiyle ayrılan bölümlerinin tek başlarına algılanabilir bir fark yaratmadığını dolayısıyla işaretin kaynak gösterme fonksiyonundan yoksun olduğuna karar vermiştir. Kurul’a göre işaret kendisine ayırt edicilik katacak herhangi bir başka unsur da içermemektedir ve uzunluğu sebebiyle marka algısı da yaratmamaktadır.  

Temyiz Kurulu, bu sloganın laktoz intoleransı veya süte alerjisi olan veya vegan olan tüketicilere, işaretin kapsadığı ürünlerin süte çok benzediğini ve inek, keçi ve koyun sütünün aksine, özellikle insan tüketimi için üretildiğini anlatmaya yaradığını, bu nedenle söz konusu markanın, tescil edilmek istendiği malların kaynağını göstermekten ziyade, ürünün özelliklerini yücelten bir tanıtım sloganı olarak görmüştür.  Dolayısıyla, bu sloganı marka olmaya yeterli düzeyde ayırt edicilikte bulunmamıştır.

Akabinde  Oatly AB, konuyu Genel Mahkeme’ye taşımıştır.

Genel Mahkeme Kararı

20 Ocak 2021 tarihli kararında Genel Mahkeme incelemesinde önce markanın ayırt edici kabul edilmesi için gerekli kriterleri AB Marka Tüzüğü düzenlemesi ve Avrupa Birliği Adalet Divanı içtihatları ışığında ortaya koymuştur. Buna göre bir markanın ayırt edici olarak kabul edilmesi için asgari düzeyde bir ayırt edicilik aranacaktır. Bir markanın ayırt edici karakteri, öncelikle tescil edilmek istendiği mal ve hizmetler ve ikinci olarak da hitap ettiği tüketici kitlesi yani toplumun ilgili kesiminin algı düzeyi dikkate alınarak değerlendirilir. (Audi v OHIM, C‑398/08 P, EU:C:2010:29, para. 34 Smart Technologies v OHIM, C‑311/11 P, EU:C:2012:460, para. 24)

Genel Mahkeme, bir işaretin ayırt edici olup olmadığının belirlenmesine ilişkin genel kriterleri ortaya koyduktan sonra, bir de slogan markaları ve reklam kampanyası mesajlarından oluşan markaların ayırt ediciliği konusunda verilmiş ABAD kararlarına atıfta bulunmuş ve bu konudaki kriterleri hatırlatmıştır. Genel Mahkeme slogan markaları konusunda şu kriterleri ortaya koymuştur.

  • Yaratılmış (uydurulmuş) işaretler veya aynı zamanda reklam sloganı olarak da kullanılan işaretler , kalite göstergesi veya markanın kapsamına giren mal ve hizmetleri satın almaya teşvik etme amaçlı işaretlerden oluşan başvurular da, bu tip kullanıma konu olmaları sebebi ile, tescilden muaf tutulamaz. (C‑64/02 P, OHIMv Erpo Möbelwerk, par. 41, and C‑398/08 P, Audi v OHIM 35)
  • Markaların ayırt edici karakteri incelenirken, slogan markalarına daha yüksek  kriterler uygulanmamalıdır. (C‑398/08 P, Audiv OHIM 35 and the case-law cited, and C‑311/11 P, Smart Technologies v OHIM, par. 25 )
  • Her ne kadar markaların ayırt ediciliğinin değerlendirilmesindeki kriterler farklı marka türleri için aynı olsa da, toplumun ilgili kesiminin dikkat düzeyi her zaman aynı değildir ve bazı marka türleri için ayırt edici karakteri ortaya koymak daha zordur. (C‑398/08 P, Audiv OHIM 37 -T‑104/16, Puma v EUIPO (FOREVER FASTER), par. 18)
  • Bir reklam sloganının asgari düzeyde ayırt edicilik içerdiğinin kabulü için hayal gücü göstermesi veya sonuçta çarpıcı bir izlenim yaratacak şaşkınlık doğuran kavramsal bir heyecan göstermesi beklenemez. (Audi v OHIM, C‑398/08 P, EU:C:2010:29, para. 39, Volkswagen v OHIM (COMPETITION), T‑550/14, EU:T:2015:640, para. 16)

Genel Mahkeme’nin değerlendirmesine göre, bir reklam sloganı, toplumun ilgili kesimi tarafından yalnızca bir tanıtım yöntemi/formülü olarak algılanıyorsa, ayırt edici karaktere sahip değildir. Buna karşılık, bu tür bir işaret, tanıtım işlevinin yanı sıra, ilgili kamuoyu tarafından ilgili mal ve hizmetlerin kaynağı olarak hemen algılanabiliyorsa, ayırt edici  karaktere sahip olarak kabul edilmelidir.

Genel Mahkeme de toplumun ilgili kesimini belirlerken, Temyiz Kurulu gibi, İngilizce konuşan kesimin algısını da dikkate alarak, toplumun ilgili kesimini ve hedef tüketiciyi, ortalama düzeyde dikkat seviyesine sahip tüketici olarak belirlemiştir. Akabinde, IT’S LIKE MILK BUT MADE FOR HUMANS markasının ayırt edici olup olmadığı hakkında ise gerekçeleri ile birlikte şu kararı vermiştir:

  • Sloganı “ama” bağlacı iki kısma ayırmaktadır. Ama bağlacının varlığı nedeniyle, tüketici, markanın ilk kısmı (it’s like milk/ ‘süt gibidir’) ile işaretin ikinci kısmı (“but made for humans”/ ‘insanlar için yapılmıştır’) arasında bir zıtlık algılayacaktır ki  bu da sloganı hatırlanır kıldığı gibi başvuru sahibinin mallarını piyasadaki diğerlerinden ayıracaktır. Sonuç olarak, reklam sloganı sadece söz konusu ürünlerin (gıda maddeleri) süte benzer olduğu ve insan tüketimine yönelik olduğu fikrini değil, aynı zamanda ürünün süt olmadığı mesajını da iletmektedir.
  • Söz konusu slogan, genel kabul gören ,sütün insan beslenmesinin temel bir unsuru olduğu fikrini sorgulamakta ve  böylece toplumun ilgili kesiminin zihninde bu ürünleri anımsamayı kolaylaştıran bilişsel bir süreç başlatmaktadır. Bu sebeple de slogan, marka sahibinin mallarını başka bir işletmeden ayırt etmeye yarayan bir mesaj iletmektedir.
  • Bu tespitler sütün insan tüketimine uygunluğunun tartışma konusu olmasıyla bağdaştırılmamalıdır. İlgili tüketicinin önemli bir kesiminin etik veya fizyolojik nedenlerle süt tüketmediği göz ardı edilemez. Ancak toplumun bu kısmı süt tüketimine karşı dahi olsa sütün bir insanın beslenmesi için gerekli olduğunu kabul eden genel kanının farkında olabilecek durumdadır. Marka, bu anlamda toplumun bu kesiminde de bilişsel bir süreç başlatabilecek niteliktedir.

Bu tespitlerden sonra, Genel Mahkeme “IT’S LIKE MILK BUT MADE FOR HUMANS” reklam sloganının asgari düzeyde ayırt edici karaktere sahip olduğu sonucuna varmıştır.

Sonuç

Genel Mahkeme’nin kararındaki kriterlere baktığımızda, sloganların ayırt edicilik konusunda diğer markalardan farklı ve hatta yüksek kriterlerle değerlendirilmemesi gerektiği, sloganların tüketiciyi şok etmesi veya hayranlık uyandırıcı bir yaratıcılık düzeyine sahip olmasının gerekmediği net bir biçimde ortaya konmuştur.  “It’s Like Milk But Made For Humans” sloganı ise, kanaatimizce, marka olarak hayatına devam etmesini bir “ama” bağlacına borçludur.  

Mine GÜNER SUNAY

Şubat 2021

mine.guner@gmail.com 

BÜTÜN MARKA BAŞVURULARI EŞİTTİR, AMA BAZI MARKA BAŞVURULARI DİĞERLERİNDEN DAHA EŞİTTİR!

EUIPO TEMYİZ KURULU GEORGE ORWELL, 1984 VE ANIMAL FARM BAŞVURULARINI BÜYÜK KURUL’A HAVALE ETTİ

1903 – 1950 yılları arasında yaşamış ünlü İngiliz yazar George Orwell (gerçek adı Eric Arthur Blair), ülkemizde ve dünyada en çok 1984 ve Hayvan Çiftliği (Animal Farm) isimli eserleriyle tanınmaktadır.

Doğumunun 112. Yıl Dönümünde Edebiyatın Dahi Kalemi George Orwell -  onedio.com

Kara ütopya türünün başyapıtlarından ve türün belki de en bilinen eseri olan 1984, günlük hayatımız üzerindeki kontrolün gelişen teknolojiler aracılığıyla artmasına paralel olarak yıllar geçtikçe daha da güncellik kazanmaktadır.

Hayvan Çiftliği ise siyasi hiciv türünün en önemli eserlerinden biri ve dönemi için keskin bir Stalinizm eleştirisidir. 20. yüzyıl siyasi tarihini az buçuk bilen herkes çiftliğin kahramanlarını ve dahası romandaki hayvan türlerini tarih içerisinde kolaylıkla bir kimlik veya kurumla özdeşleştirebilecektir.

Her iki eserin hatırlarda kalan en vurucu (ve de sanırım hiç eskimeyen) sloganlarını belirterek okuyucularımızın hafızalarını da tazeleyelim:

ANIMAL FARM: “Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir.” (All animals are equal, but some animals are more equal than others.)

George Orwell (author), said, 'All animals are equal, but some animals are more  equal than others.' What does that mean? - Quora

1984: “Savaş barıştır, Özgürlük köleliktir, Cahillik güçtür.” (War is Peace, Freedom is Slavery, Ignorance is Strength)

The Meaning of: “War is Peace, Freedom is Slavery, Ignorance is Strength” |  by Hugo | Medium

George Orwell ve eserleri hakkında söylenecek çok şey var ve hiç şüphesiz bunların başında hayranlık geliyor; ancak bunların yeri burası olmadığı gibi, yazının amacı da George Orwell’ı ve eserlerini tanıtmak değil. Dolayısıyla, daha fazla oyalanmadan yazının olaylar kısmına geçiyoruz.



Başvurular ve Kapsamları

The Estate of the Late Sonia Brownell Orwell(bundan sonra “başvuru sahibi” olarak anılacaktır), yani George Orwell’ın 1980’de vefat etmiş eşi Sonia Orwell’in mal varlığını yöneten yapı, 6 Mart 2018 tarihinde “GEORGE ORWELL”, “1984” ve “ANIMAL FARM” kelime markalarını tescil ettirmek için Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’ne üç ayrı başvuruda bulunur.

Başvuruların tamamının kapsamında, diğerlerinin yanısıra, 9., 16. ve 41. sınıflara dahil “elektronik, manyetik ve dijital kayıt taşıyıcılar, dijital medya ve kayıtlar, elektronik yayınlar, bilgisayar oyunları, sinema filmleri, ses ve görüntü kayıtları; basılı yayınlar, kitaplar, dergiler, gazeteler, posterler, eğitim ve öğretim malzemeleri, çizimler, resimler; eğlence, eğitim ve kültürel faaliyetler hizmetleri, online eğlence hizmetleri, elektronik medya, video, sinema, TV programları, vs aracılığıyla sağlanan eğitim, eğlence, kültürel etkinlik hizmetleri.” malları  ve hizmetleri bulunmaktadır. “ANIMAL FARM” başvurusunda bunlara ilaveten 28. sınıfa dahil “oyunlar, oyuncaklar, elektronik oyunlar” gibi mallar da bulunmaktadır.

Bu aşamada dikkat çekmek istediğimiz noktalardan birisi, başvuruların yapıldığı Mart 2018’de George Orwell’in ölüm tarihinin üzerinden henüz 70 yıl geçmediği ve eserlerinin Türkiye’de olduğu gibi birçok Avrupa Birliği ülkesinde de halen telif hakkı koruması altında olduğudur. Yazarın ölüm tarihine eklenen 70 yıl, içinde bulunduğumuz 2021 yılında dolmuştur ve Orwell’in eserleri şu anda birçok ülkede kamuya ait hale gelmiş haldedir. Bu husus, marka tescil başvurularının yapılmasının altındaki amaç ve zamanlama konusunda kanaatimizce okurlara fikir verebilecektir.

EUIPO Kararları ve Gerekçeleri

EUIPO Marka Birimi, her üç başvuruyu da yukarıda anahatlarıyla belirtilen mallar ve hizmetler bakımından ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle kısmen reddeder.

Kısmi ret kararlarının gerekçeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

  • GEORGE ORWELL markası bakımından: Yazarların isimleri kitaplar ve filmler bakımından münhasıran tescil edilemez nitelikte olmasa da, George Orwell 1950 yılında ölmüş çok ünlü bir yazardır. Dünya çapında klasikler olarak kabul edilen 1984, Hayvan Çiftliği gibi eserlerinin yanısıra başka romanları ve deneme, anı, politik yorum gibi kitapları da mevcuttur. Tek bir kitapla tanınan (örneğin Anne Frank) bir yazar değil, farklı türlerde eserler vermiş, 20. yüzyılın en önemli edebi figürlerinden birisidir. Bu bağlamda, GEORGE ORWELL ismi kısmi ret kararının konusu mallar ve hizmetler bakımından ilgili tüketicilerde ayırt edici bir marka algısı yaratmayacak, onların GEORGE ORWELL’dan geldiğini veya onunla ilgili olduğunu belirten tanımlayıcı bir işaret olarak algılanacaktır. Tek bir eserle ün kazanan yazarların eserlerine ilişkin kararların (örneğin Anne Frank’ın Günlüğü) incelenen başvuru için emsal teşkil etmesi mümkün değildir; buna karşın “SIBELIUS” kararı (ünlü besteci Sibelius) emsal olarak alınabilir. Telif hakkının varlığı ise, sonsuza dek sürebilecek marka hakkının sağlanması için meşru bir gerekçe değildir.
  • 1984 ve ANIMAL FARM markaları bakımından: Her iki başvuru çok ünlü sanat eserlerinin (romanların) adıdır ve bu nedenle kısmi ret kararının konusu mallar ve hizmetler bakımından kamu tarafından ticari kaynak gösteren markalar olarak değil, eserlerin ismi olarak algılanacaktır. Bazı hikayeler veya bunların isimleri geçen zaman içerisinde o denli bilinir hale gelirler ki, kitabın içeriğinden bağımsız olarak tematik önemleri nedeniyle dile yerleşirler. 1984 ibaresi, kitabı okumamış olanlar tarafından dahi anında belirli kavramlarla ilişkilendirilebilir haldedir ve ötesinde kitaptaki bazı kavramlar günlük dile de girmiştir. EUIPO tarafından tescil edilmiş bazı kitap isimleri olduğu gibi, reddedilmiş olanlar da vardır (THE JUNGLE BOOK, PINOCCHIO). 1984 ve ANIMAL FARM’ın da reddedilecekler kategorisine girdiği düşünülmektedir, bu nedenle tescil edilmiş örneklerin emsal olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Eserlere ilişkin telif hakkının varlığı ise mutlak ret nedenlerine göre yapılan incelemenin mahiyetini etkilemeyecektir. Bu hususlara ilaveten ANIMAL FARM markası 28. sınıfa dahil mallar bakımından “HAYVAN ÇİFTLİĞİ” anlamı itibarıyla da tanımlayıcı görülmüştür.

Kararlara İtirazlar ve Temyiz Kurulu Geçici Kararları

Başvuru sahibi üç kısmi ret kararına karşı itiraz eder ve itirazların tamamı EUIPO 5. Temyiz Kurulu’na havale edilir.

EUIPO 5. Temyiz Kurulu, başvuru sahibine gönderdiği yazışmayla 1984 ve ANIMAL FARM markaları bakımından ek ret gerekçeleri bildirir ve onlara karşı görüş talep eder:

  • 1984 sayısı, Avrupa Birliği’ndeki tüketicilerin önemli kısmı bakımından başvuru kapsamındaki mal ve hizmetlerin içeriğine veya konusuna ilişkin bir yılın bildirimi olarak algılanabilecektir (ilgili yılda gerçekleşmiş bir ekinlik veya olay gibi). Bu bağlamda, 1984 yılında çok önemli veya dikkat çekici bir olayın gerçekleşmesi veya kamunun bu özel olayın farkında olması da gerekli değildir. Dolayısıyla, bir zaman diliminin belirtilmesi (bu vakada 1984) tek başına bile, başvurunun tanımlayıcı olduğu anlamına gelmektedir.
  • “ANIMAL FARM” ifadesi araştırıldığında görülmüştür ki, bu ibare yayınlar, oyunlar, eğlence ve eğitim sektöründe popüler ve iyi bilinen bir konudur. Ana teması veya konusu çiftlikler veya hayvanlar olan çok sayıda oyun veya oyuncak da bulunmaktadır. Dolayısıyla, başvuru kısmi ret kararı kapsamındaki mal ve hizmetlere ilişkin olarak ünlü bir eser adı olmasına ilaveten, iyi bilinen ve klasik bir konuyu da işaret etmektedir ve bu husus tek başına bile, başvurunun tanımlayıcı olduğu anlamına gelmektedir.

Başvuru sahibi ilk kararlara ve ilave gerekçelere itirazlarında esasen aşağıdaki argümanları öne sürmektedir:

  • GEORGE ORWELL markası bakımından: GEORGE ORWELL markası başvuru sahibi tarafından tüketicilerin yazarın orijinal eserlerini kolaylıkla tanımasını sağlayan bir işaret olarak kullanılmakta ve kontrol edilmektedir, bu yolla alıcılar, eserlerin yazardan veya onunla ekonomik olarak bağlantılı işletmelerden geldiğini anlamaktadır. Bu hususu gösteren; ticari belgeler, Orwell Vakfı ve Orwell Ödülleri hakkında bilgi ve George Orwell eserlerinin lisanslı kullanımına ilişkin örnekler itiraz ekinde sunulmuştur. Başvuru, bir besteci ismi olan ve farklı hizmetleri içeren “SIBELIUS” markası hakkındaki kararla değil, “Le Journal de Anne Frank” markasıyla benzerlik göstermektedir ve o karar emsal alınmalıdır. F. SCOTT FITZGERALD, IAN FLEMING, ALBERT CAMUS gibi ünlü yazarların isimleri de marka olarak tescil edilmiştir.  
  • 1984 markası bakımından: Sadece rakamlardan oluşan markalar tescil edilebilir ve yıl belirten çok sayıda marka da EUIPO tarafında tescil edilmiştir. 1984 sayısı kısmi ret konusu mal ve hizmetler bakımından herhangi bir bilgi veya özellik belirtmemektedir. Tüketicilerin çok satan bir kitabın türünü veya niteliğini bilmesi o kitabın adının marka olamayacağı anlamına gelmemektedir. Ki tersi olsaydı nispeten popüler hiçbir kitabın adının marka olarak tescil edilmemesi gerekirdi. Buna ilaveten “PINOCCHIO”, “THE JUNGLE BOOK” gibi basit fabllar ile daha karmaşık öyküler arasında fark vardır. Ayrıca, daha ünlü ve iyi bilinen “LORD OF THE RINGS”, “LE PETIT PRINCE”, “THEN THERE WERE NONE” gibi eser adları marka olarak tescil edilmiştir. Başvuru sahibi, şu ana dek 1984’ün adaptasyonlarını kontrol altında tutmuş ve bu yolla orijinal esere sadakat sağlanmıştır. 1984 sayısı bir kitap türünü veya başvuru kapsamındaki diğer mal ve hizmetlerin türünü değil, başvuru sahibinin kontrolünde sunulan veya kullanılan bir ürünü veya hizmeti işaret etmektedir. Dolayısıyla da marka işlevini yerine getirmektedir. Son olarak başvuru sahibi, 1984’ün yıl belirtmesi nedeniyle ortaya çıkabilecek karşı argümanları bertaraf etmek için “takvimler” malının mal listesinden çıkartılmasını ve reddedilen her sınıfın sonuna “tamamı politik veya sosyal kurgusal eserle ilgilidir” ifadesinin eklenmesini talep etmiştir. İlave bir ret gerekçesi söz konusu olduğundan kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik hususunu gösterir kanıtlar sunulabileceği de belirtilmiştir.
  • ANIMAL FARM markası bakımından: Esasen 1984 itirazındaki argümanlar tekrarlanmış, 28. sınıfa dahil mallar bakımından da başvurunun tanımlayıcı olmadığı iddia edilmiş ve reddedilen her sınıfın sonuna “hiçbiri oyuncaklar çiftliklerle ilgili değildir” ve “tamamı politik veya sosyal kurgusal eserle ilgilidir” ifadesinin eklenmesini talep edilmiştir. İlave bir ret gerekçesi söz konusu olduğundan kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik hususunu gösterir kanıtlar sunulabileceği de belirtilmiştir.

Temyiz Kurulu, bu aşamadan sonra üç ret kararına karşı yapılan itirazları incelemeye başlar.

Kurul; inceleme esnasında ünlü kişilerin, ünlü kitapların veya eserlerde yer alan ünlü karakterlerin isimlerinin sinema filmleri, videolar, basılı yayınlar, fotoğraflar, kitaplar, tablolar, oyunlar, oyuncaklar, oyuncak figürler gibi mallar ve eğlence, kültür, eğitim hizmetleri bakımından tescil edilebilirliği konusunda EUIPO ve Temyiz Kurulu tarafından verilmiş çok sayıda çelişkili kararın varlığını tespit eder. Bu kararların bir kısmında ilgili kişi, karakter veya eser isimleri, doğrudan veya ret kararları kaldırılarak tescil edilmiş, bir kısmında ise ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle reddedilmiştir.   

Bu verilerin ışığında 5. Temyiz Kurulu, her üç itirazı da Büyük Kurul’a havale etmiş ve Büyük Kurul’dan tescil talebine konu “GEORGE ORWELL”, “1984”, “ANIMAL FARM” markalarının kısmi ret kararı kapsamındaki mallar ve hizmetler bakımından ayıt edici ve tanımlayıcı olup olmadıkları hakkında değerlendirme talep etmiştir. (5. Temyiz Kurulu’nun geçici kararları, bu bağlantılardan görülebilir: GEORGE ORWELL, 1984, ANIMAL FARM)

EUIPO Temyiz Kurulu yapısını bilmeyen okurlarımız için, Büyük Kurul’un dokuz üyeden oluşan ve Temyiz Kurullarının çözümlemekte güçlük çektiği, önemli bulduğu veya çelişki tespit ettiği meseleleri taşıdığı bir nevi üst kurul olduğu notunu da paylaşalım.

Büyük Kurul’un “GEORGE ORWELL”, “1984”, “ANIMAL FARM” markaları hakkında vereceği kararları, hem konuya olan özel ilgim hem de yazarın ve ilgili romanların hayranı olarak ben de merakla bekleyeceğim. Kararlardan haberdar olduğumda da vakit geçirmeksizin okuyucularla paylaşacağım.



Türkiye’de Durum ve Uygulama

Son olarak, benzeri konuların Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından nasıl değerlendirildiği meselesine gelelim.

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 5-1/(b) bendi hükmü gereğince herhangi bir ayırt edici niteliğe sahip olmayan işaretler marka olarak tescil edilemezler. Ayrıca kanunun 5/1-(ğ) bendi “… kamuyu ilgilendiren, tarihi ve kültürel değerler bakımından halka mal olmuş diğer işaretler marka olarak tescil edilemez.” hükmünü içermektedir.

Bu hükümlerin Kurum tarafından nasıl değerlendirileceğini düzenleyen Kurum inceleme kılavuzunda, maruf kitap adları konusunda “Maruf bir hikâye veya kitap adı başlığını münhasıran içeren markalar, söz konusu hikâye veya kitabın konusunu teşkil edebilecek mallar veya hizmetler için ayırt edici kabul edilmezler. Buradaki hareket noktası, bu tür hikâye veya kitapların oldukça uzun süreden beri var olmaları ve bilinmeleri sonucunda günlük dile girmiş olmaları ve bu nedenle de söz konusu hikâye ya da kitap adından öte herhangi bir algılamaya neden olma yeterliliklerinin olmamasıdır. Bu şekildeki başvuruların reddedilebilmesi için, söz konusu işaretin ilgili tüketici kesimi tarafından yeterince bilinirliğe sahip bir kitap/hikâye adını ifade etmesi ve başvuru konusu mal veya hizmetlerin de bunların konusunu ifade edebilecek nitelikte mallar veya hizmetler olması (basılı yayınlar, filmler, TV – tiyatro gösterileri gibi) gerekmektedir. Telif hakları korumasına tabi olan kitap/hikâye adları bu kapsamda değerlendirilmeyecektir.” değerlendirmesi yer almaktadır.

Bu değerlendirme kapsamında, Türkiye’de de çok satan kitaplar / klasikler arasında bulunan 1984 ve Hayvan Çiftliği (Animal Farm) markalarının olası başvurularının basılı yayınlar, filmler, TV – tiyatro gösterileri gibi mal ve hizmetler bakımından reddedileceğini öngörmek güç değildir. Ancak, bu değerlendirmenin ön şartı Kurum tarafından belirlendiği haliyle ilgili eserin telif hakkı korumasına konu olmamasıdır. Bu şart kanaatimizce tartışmaya çok açıktır. Bir eserin klasik hale gelmesi veya adının günlük dile girmesi için yayın tarihinin üzerinden zaman geçmesi gerektiği açık olmakla birlikte, bu hususun tespitinin söz konusu eserin telif hakkına konu olup olmaması ile bize göre bağlantısı bulunmamaktadır. 

Ünlü yazar adları konusuna gelince; Kurum uygulama kılavuzunda “Tarihi veya kültürel değerler bakımından halka mal olmuş ünlü Türk büyüklerinin isim ve fotoğraflarıyla, toplumun önemli bir kesimine hitap etmiş ve geniş kitlelerce bilinen sanatçı, yazar isimleri bu kapsamda değerlendirilir… Ancak, yaşayan ünlü sanatçı, sporcu, yazar, oyuncu, ressam gibi kişilerin adları bu kapsamda değerlendirilmez.” değerlendirmesi yer almaktadır.

Aynı kılavuzda yer alan bir başka değerlendirme ise “Bununla birlikte belirtmek gerekir ki, tarihi veya kültürel değer atfedilen kişi isimlerini içeren başvurular için, söz konusu şahsiyet ile ilgili kişi, kurum veya kuruluşun kendisi tarafından yapılan başvurular bu kapsamda değerlendirilmez.” şeklindedir.

Bu durumda karşımıza çıkan tabloya göre, ünlü bir yazarın isminden oluşan başvurunun Kurum tarafından kültürel bir değer olarak kabul edilip reddedilebilmesi için ilgili yazarın ölmüş olması gereklidir. Buna ilaveten, ünlü şahısla ilgili kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından yapılan başvurular reddedilmeyecektir.

Ölmüş olma şartı kanaatimizce tartışmaya açıktır. Şöyle ki, bir yazar başarıları ve toplumsal kabul düzeyi çerçevesinde elbette ki hayattayken de kültürel bir değer haline gelmiş olabilir. (Sanatçıların ölümlerinden sonra sıklıkla dile getirilen “Yaşarken değeri bilinmedi” cümlesi burada vaka olarak karşımızdadır, çünkü bir yazar ancak ölmüşse Kurum tarafından kültürel bir değer olarak kabul edilmektedir.). Ünlü şahısla ilgili kişi veya kuruluşlarca yapılacak başvuruların reddedilmemesi yönündeki düzenleme ise bize göre son derece yerindedir.  

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2021

unsalonderol@gmail.com

EUIPO’DAN SÜRKONTUR BİR KARAR; CHÂTEAU DE POMMARD

EUIPO Beşinci Temyiz Kurulu’nun R 2650/2019-5 numaralı ve 16/06/2020 tarihli kararını  okumaya başladığımda  iki şey bana tuhaf geldi;

1-Başvuru sahibi Fransa’nın özellikle beyaz şaraplarıyla meşhur Burgonya bölgesinden  bir  üretici olmasına rağmen Amerika’da yapılmış bir başvuruyu rüçhan alarak EUIPO’ya başvurmuştu. 1726 tarihinden beri var olan yerleşik bir Fransız şarap üreticisi ne diye gidip ABD başvurusunu rüçhan alsındı ki? Olmaz değil tabii ama yine de ne bileyim, neden Fransa’da yapılmış bir başvuru yerine ABD rüçhanı diye düşündüm

2-Başvuru sahibini bir İngiliz hukuk bürosu temsil etmiş. Tamam kim kimi isterse vekil atayabilir ama Fransa’da bu kadar yerleşik ve işi bilen  büro varken ve bunlar Pommard’a ulaşım açısından daha yakınken  insan niye Londra’dan bir büro ile anlaşır ki diye düşünmeden edemedim.

Un américain; Michael Baum, 50 ans, achète le château de Pommard
Michael Baum

Sonra kararın ortalarına doğru geldiğimde aklımdaki soruları durduramadığımdan internete girip  araştırmaya başladım, 2010’ların başında Pommard’a gitmiştim ama acaba sonra bir şey mi olmuştu…. Ve şaşırarak gördüm ki  Chateau de Pommard 2014 yılında Silikon Vadisinden Michael Baum adlı zengin bir girişimciye satılmış!. Şarap sektörünün Fransa için hem ekonomik hem de özellikle kültürel önemini düşündüğümüzde Fransız şarap üreticisi şirketlerin  ve markalarının satışını pek  öyle sıradan el değiştirmeler  olarak nitelendiremeyiz. Bu noktada özellikle  Burgonya yöresinin kendi içinde mahfuz bir sistemi vardır çünkü orada resmi olmayan bir anlaşmaya/geleneğe göre birisi bağlarını satmaya karar verirse bunu önce etraftaki konu komşuya önerir. Bölgeden başka bir şarap üreticisi almak için teklifte bulunmazsa ancak o zaman satış isteği dışarıya duyurulur ki buna da pek gerek kalmaz çünkü araziler derhal yakın çevre tarafından satın alınır. O sebepledir ki yüzyıllar boyunca Burgonya şarap bağları Fransızların elinde kalmış ve yabancı satın almacılar da Bordeaux bölgesine yönelmek durumunda kalmıştır.  İşte bu içine kapalı sistemi kırarak Burgonya’da satın alma gerçekleştiren ilk kişi olmuş Michael Baum ve üstelikte kendisinin Amerikalı olması büyük gürültü çıkarmış satın alma gerçekleştiğinde. Burada yine de bir trik var ama, önceki sahibinin elindeyken     CHÂTEAU DE POMMARD’ın resmi merkezi Fransa’da değil fakat Lüksemburg’da imiş! Satışın bu kadar tartışmaya sebep olmasının ve dikkat çekmesinin  bir diğer sebebi de CHÂTEAU DE POMMARD’ın bölgedeki en büyük tek parça bağa sahip olması, arazi tek bir parçadan oluşan  20 hektarlık bir bağ ve bu kadar büyük bir bağın yekpare  olması son derece müstesna bir monopoli yaratıyor bölgede. CHÂTEAU DE POMMARD tarihi bir şarap üreticisi,  1726 yılında Parisli bir avukat ile Kral 15. Louis’nin sekreteri tarafından kurulmuş, içinde iki adet şato binası  bulunan bir şarap üreticisinden bahsediyoruz burada. Şimdi bakalım CHÂTEAU DE POMMARD markası EUIPO  nezdinde Avrupa Birliği Topluluk Markası olarak tescil ettirilmek istenince neler olmuş.  

 OLAYLAR

Chateau de Pommard, Société civile d’exploitation agricole (başvuru sahibi) ABD’de yapılmış 2018 tarihli başvurusunu rüçhan alarak EUIPO nezdinde 31/01//2019 tarihinde  CHÂTEAU DE POMMARD markasının 33,43 ve 45.sınıflardaki mal ve hizmetler için tescili amacıyla  başvuruda bulunuyor.  Dosyayı inceleyen uzmanın talebi üzerine mal listesi iki  kez  değiştiriliyor ve sonunda aşağıdaki hale geliyor.

33.Sınıf; Şaraplar için kullanılan geleneksel “Chateau” teriminin tanımına/ şartlarına uyan ve koruma altındaki “Pommard” coğrafi işaretinin spesifikasyonlarına  uyan şaraplar 

43.Sınıf; Konaklama hizmetleri, yani, otel,restaurant ve bar hizmetleri; yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri; yiyecek ve içecek ikram servisi; yiyecek ve içecek hazırlanması hizmeti; yiyecek hazırlanması danışmanlığı hizmetleri; misafirler için yiyecek ve içecek sunulması hizmetleri; yiyecek ve içecek hazırlanması ile ilgili bilgi sağlanması hizmetleri; içecek yani şarap sağlanması hizmetleri; konferans, sergi ve toplantılar için alanların sağlanması hizmetleri;organizasyonlar için mekan sağlanması ve kiralanması hizmetleri yani sosyal organizasyonlar için otel balo salonları ve sosyal tesislerin  kiralanması hizmetleri-sağlanması hizmetleri.    

45.Sınıf; Otel konsiyerj hizmetleri; konsiyerj hizmetleri yani başkaları için talep edilen kişisel ayarlamaların ve rezervasyonların yapılması ve bireysel ihtiyaçların giderilmesi için müşteriye özel bilgi sağlanması hizmetleri.

Uzman incelemeden sonra işaretin tanımlayıcı olduğu, ayırt edici olmadığı ve tescilli Pommard coğrafi işaretiyle çeliştiğini  belirterek başvuruyu 33 ve 43. sınıflarda reddediyor ve bunu da şu gerekçelere dayandırıyor;

–Marka başvurusunda yer alan ‘CHÂTEAU’ kelimesi 2013 tarihli ve 1308/2013 numaralı AB Tüzüğü çerçevesinde şaraplar için korunan geleneksel bir kelime olup, bu kelime ile kastedilen şey şarabın  belli-tek bir araziden/mülkten  geliyor olduğudur. Diğer yandan Chateau kelimesi Fransızca’da “kale” anlamına da gelmektedir.

Başvuruda geçen “POMMARD” ise yine  1308/2013 numaralı AB Tüzüğü çerçevesinde korunan  tescilli bir coğrafi işarettir; Pommard, Doğu Fransa’da Cote-d’Or bölgesinde Burgogne-Franche-Comte bölümünde yer alan bir komünün de adıdır ve burası şarap üretimiyle meşhurdur. CHÂTEAU  ve POMMARD kelimelerinin bariz anlamları düşünüldüğünde Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki Fransızca konuşan ilgili tüketiciler CHÂTEAU DE POMMARD ibaresini  şu şekilde algılayacaktır; Pommard bölgesinde yer alan Chateau isimli bir şarap üreticisi

—Başvuru sahibinin iddiasına göre Fransa’da yerleşik bir geleneğe/konvansiyona göre her komünde sadece tek bir château   CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN İSMİ] şeklinde bir ismin sahibi olabilir. Bu durumda  ilgili  tüketiciler CHÂTEAU DE POMMARD ibaresini gördüğünde bunun  Pommard yöresindeki  spesifik ve tek bir üreticiye yani başvuru sahibinin meşhur şaraphanesine refere ettiğini anlayacaktır.

Bu argümana karşı uzman diyor ki; EUIPO   bahsedilen Fransa’da ki bu isimlendirme  geleneğini  tartışmıyor, ancak diyor ki  tek başına bu gelenek ilgili tüketicilerin CHÂTEAU DE POMMARD ibaresini derhal ticari kaynak gösteren bir isim olarak algılayacaklarını kabul etmek için yeterli değil. Tüketiciler bu ibareyi , dediğimiz gibi, Pommard bölgesindeki adı “Chateau” olan bir şarapevinin şarapları hakkında bilgilendirici bir ibare olarak görür. Aynı durum sadece mallar için değil reddedilen  hizmetler için de geçerli çünkü bu hizmetler de şarap endüstrisi ile yakından ilgili ve tüketicilerde bunu “Pommard yöresinde bulunan bir şatoda bu hizmetlerin sağlandığı” şeklinde anlar.  

— ‘CHÂTEAU DE POMMARD’ şeklindeki bir kelime kombinasyonu Fransız dilbilimine göre ne alışılmadık ne de anlaşılmazdır. Tüketicinin bu durumda başvuruya konu işareti belirtilen şekilden başka biçimde anlamasına sebep olacak bir durum yoktur.

—Başvuru sahibinin iddialarının aksine,  ilgili tüketiciler ‘CHÂTEAU DE POMMARD’ ile karşılaştığında bunu malların geldiği yada hizmetlerin sunulduğu yerle ilgili belli bir kalite, coğrafi kaynak belirten bir bilgilendirme olarak algılayacaktır.

—-Başvuru sahibi piyasada hiçbir rakibin bu kelime kombinasyonunu kullanmadığını iddia ediyor. Fakat burada esas olan ilgili toplum kesiminin ibareyi gördüğünde bunu derhal ticari kaynak gösteren bir işaret olarak algılayıp algılamayacağıdır. Yoksa daha evvel bir başkasının bunu kullanıp kullanmadığı önemli değildir.

—Başvuru sahibi bazı  ulusal kararlara dayanıyor ancak; Avrupa Birliği rejimi otonom yani özerktir , kendine ait hedef ve kuralları vardır, kendi başına idare olan bir sistemdir ve herhangi bir ulusal sisteme bağlı olmadan bağımsızca işler. Dolayısıyla bir Topluluk Markasının tescil edilebilirliği değerlendirilirken ancak ve sadece  ilgili Birlik kuralları göz önüne alınır. Bu çerçevede bir Birlik üyesi ülkede veya Birlik dışı bir ülkede verilmiş olan tescil kararlarının bir markanın Birlik düzeyinde tescil edilebilirliği konusunda bağlayıcılığı yoktur.    

—Başvuruya konu işaret açıkça tanımlayıcı olduğundan ve ilgili toplum kesimi tarafından böyle kabul edileceğinden bir ticari kaynak gösterme özelliği taşımamaktadır.

-Bu çerçevede konu işaret Belçika,Fransa ve Lüksemburg’da tanımlayıcı olduğundan ve ayırt edici olmadığından Topluluk Markası olarak tescil edilemez.

At the Heart of Burgundy - Château De Pommard

TEMYİZ GEREKÇELERİ

Başvuru sahibi bu kararı EUIPO Temyiz Kurulu nezdinde temyiz ediyor. Temyize giderken aşağıdaki iddiaları öne sürüyor ve  adeta Emile Zola gibi “j’accuse” yani “suçluyorum” diyor EUIPO’ya!

—‘CHÂTEAU DE POMMARD’ başvuruya konu mal/hizmetler için tanımlayıcı değildir ve tescil için gerekli ayırt ediciliğe sahiptir.

—Diğer marka tescil kurumları ,özellikle Fransız Marka ve Patent Kurumu (INPI) ‘CHÂTEAU DE POMMARD’ ibaresini aynı/benzer mallar için tescil etmiştir. Tek başına bu durum dahi Fransızca konuşulan ülkelerde  CHÂTEAU DE POMMARD’ın tanımlayıcı olarak algılanacağı şeklindeki red gerekçesini geçersiz kılmaktadır. Tamam, ulusal ofisler tarafından verilen kararlar EUIPO için bağlayıcı değildir ama  EUIPO’nun İnceleme Kılavuzu’na göre bunlar yine de  incelemede dikkate alınmalıdır. Uzman özellikle INPI’nin tescilini neden dikkate almadığını gerekçelendirmemiştir. Fransa’nın nüfusu Avrupa Birliği’nde resmi olarak Fransızca konuşan ülkelerin popülasyonunun  %85’ini oluşturduğuna göre dosyada red kararı veren uzman neden INPI’den farklı bir kanaate vardığını açıklamalıdır.  

–Red kararı veren uzman Fransa’da yerleşik olan CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN İSMİ] şeklindeki bir kullanımın ancak o komündeki tek bir château’nun  kullanımına verilebileceği şeklindeki anlaşmayı tartışmadığını söylüyor kararında. Bu gelenek sebebiyle, Fransızca konuşan ortalama tüketici CHÂTEAU DE POMMARD ibaresini gördüğünde derhal bunun Pommard yöresinden spesifik olarak tek/belli bir yerden yani meşhur başvuru sahibinden gelen malları ve orada sağlanan hizmetleri işaret ettiğini anlar.  

—Fransızca konuşan tüketiciler CHÂTEAU DE POMMARD’ı gördüğünde bu işareti taşıyan malların Pommard’da ki herhangi/ sıradan bir şatodan geldiğini yada hizmetlerin böyle sıradan bir yerde verildiğini düşünmez. 

—-CHÂTEAU DE POMMARD özgün bir markadır. Başvuruya konu olduğu mal/hizmetler için, bilindiği kadarıyla,  dünyanın hiçbir yerinde  ne başkası tarafından kullanılmaktadır ne de başkası adına tescil edilmiştir. Ayrıca Pommard yöresindeki üreticilerin elinde  sayısız isim alternatifi mevcuttur,kimse CHÂTEAU DE POMMARD’ı kullanmaz. Halbu ki eğer huzurdaki marka tescil edilmezse CHÂTEAU DE POMMARD ismi herkesin kullanımına açık hale gelecektir.

 —Daha evvel başvuru sahibi aşağıdaki markaları adına tescil ettirmiştir;

•          Fransa’da 133 992 947 numaralı 33. Sınıftaki  CHÂTEAU DE POMMARD markası,

•          Çin’de 33. Sınıfta 12 338 313 numaralı CHÂTEAU DE POMMARD markası,

•          Macao’da 33 sınıftaki N/79 284 numaralı CHÂTEAU DE POMMARD markası

•          ABD’de 33, 39,  41  ve 43. Sınıflardaki 88 059 659 başvuru nolu CHÂTEAU DE POMMARD markası. Markanın tescili tamamlanmamış olsa da tescile izin verildiğine dair resmi  yazı mevcuttur.

•          1 454 045 nolu uluslararası CHÂTEAU DE POMMARD başvurusunun İngiltere ve Singapur ayağı tescilleri

Verilen bu red kararı EUIPO’nun  CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI ] şeklinde daha evvel tescil ettiği  markalara ilişkin uygulamasına aykırıdır ve EUIPO şimdi huzurdaki başvuruyu reddederek ortaya çıkardığı bu çelişkiyi açıklamakla mükelleftirEUIPO nezdinde daha evvel CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN İSMİ] formülasyonu ile oluşturulmuş ve tescil edilmiş markalardan bazıları şöyledir;  

-Domaine du Château de Montfort adına 33. Sınıfta tescil edilmiş CHÂTEAU DE MONTFORT  markası. Montfort , güneydoğu Fransa’da Alpes- de-Haute-Provence’da bulunan bir komündür.

-Gfa Château de Pressac adına 33. Sınıfta tescil edilmiş CHÂTEAU DE PRESSAC markası . Bu marka ‘CHÂTEAU DE PRESSAC adı verilen üzüm bağlarından aynı isimli coğrafi işaretle tescilli şaraplar” malları için 2002’de tescil edilmiştir. Pressac Batı Fransa’da Nouvelle-Aquitaine bölgesinde  Vienne yöresindedir.

-Franz Wilhelm Langguth Erben GmbH & Co. KG, adına 33. Sınıfta tescil edilmiş Château de Mornag markası.  Mornag, Tunisia komününde ufak bir kasabadır.

-PERNOD RICARD adına “alkollü içecekler, özellikle konyak” için tescil edilmiş  CHÂTEAU DE LIGNERES markası. Lignères  kuzeybatı Fransa’da Orne bölümünde bir komündür.

-Domaine Thill, sàrl  adına şaraplar için tescil edilmiş CHÂTEAU DE SCHENGEN markası.  Schengen güneydoğu Lüksemburg’da küçük bir komün ve şarap yapılan küçük bir kasabanın adıdır.

-Domaines Bouteiller SAS  adına “CHÂTEAU DE SAINTE GEMME adı verilen yerden gelen coğrafi işaretli şaraplar “için tescil edilmiş  CHÂTEAU DE SAINTE GEMME  markası . Sainte-Gemme; Güneybatı Fransa’da  Nouvelle-Aquitaine bölgesinde Gironde bölümündeki bir komünün adıdır.

-S.C.I. du CHÂTEAU DE PIZAY adına 33,41 ve 43. Sınıflarda tescil edilmiş.  CHÂTEAU DE PIZAY markası. Pizay, Doğu Fransa’da Ain bölgesinde bir komünün adıdır.

-33. sınıfta “CHÂTEAU DES GRAVIERES adlı üzüm bağlarından /şarap üreticisinden gelen coğrafi işaretle korunan şaraplar” için tescil edilmiş ‘CHÂTEAU DES GRAVIERES’ markası.  Gravières, Güney Fransa’da  Ardèche isimli bölümde yer alan bir komündür.

Devamla başvuru sahibi aynı minvalde şu marka tescillerine de atıf yapıyor; CHÂTEAU DE PORTETS , CHÂTEAU DE THAUVENAY, CHÂTEAU DE SANTENAY, CHÂTEAU DE SANNES.

Bütün bu örnekleri veren başvuru sahibi kendileri için verilen red kararının kuralların herkes için eşit uygulanması ilkesine aykırı olduğunu söylüyor. Bu kadar marka tescil edildiyse bize gelince sorun nedir diyor anlayacağınız. Ve diyor başvuru sahibi açıkça; eğer Temyiz Kurulu aleyhimize verilen red kararını onaylayacaksa o zaman 20 küsur yıldır CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI ] şeklindeki tescillere izin veren istikrarlı uygulamadan bu olayda niçin sapıldığının ve bu red kararının hangi gerekçeyle doğru olduğunun açıklamasını yapmalıdır. İşte işin bu kısmı kontur!

Château de Pommard Clos Marey-Monge Monopole 2015 is Worth Celebrating -  TasteTV

SÜRKONTUR; EUIPO TEMYİZ KURULU NE DİYOR?

Bir kere, diyor Temyiz Kurulu, temyiz başvurusu yaparken formda “kısmi temyiz” kutucuğunu işaretlemişsiniz ama dilekçenizden tam temyiz başvurusunda bulunduğunuzu anlıyoruz ve bu usuli hatanızı görmezden geliyoruz. Daha sonrada temel mevzuat maddesi ,incelemede gözönüne alınacak kurallar, ilgili tüketici kesiminin tespiti konularına odaklanıp aşağıdaki hususlara işaret ediyor.

–AB Marka Tüzüğü’nün 7(1)( c) maddesine göre ticarette ürün veya hizmetlerin türünü, kalitesini, miktarını, amacını, değerini, coğrafi kaynağını veya üretim zamanını ve diğer karakteristiğini belirten ibareleri tek başına veya esas unsur olarak içeren işaretler marka olarak tescil edilemez. Bu maddenin koyulmasının amacı kamu menfaatini korumaktır, diğer bir anlatımla ticarette tanımlayıcı işaretlerin tek bir kişinin mülkiyetine verilmeden  herkes tarafından kullanılmasını sağlamaktır. 

—7(1)/c) hükmünün uygulanabilmesi için başvuruya konu mal/hizmetler ile işaret arasında yeterince doğrudan  ve spesifik bir bağlantı olmalıdır ki ilgili toplum kesimi  derhal ve hiçbir başka incelemeye gerek kalmaksızın işarete konu mal/hizmetleri tanımlayabilsin.   

—Bir kelime markası birden fazla unsurdan oluşuyorsa tanımlayıcı olup olmadığına bütünsel olarak bakılıp karar verilir, yoksa unsurlara ayrılıp ayırtedici olmayan her bir unsur tek tek değerlendirilmez. Prensip olarak tamamı tanımlayıcı kelimelerin kombinasyonundan  oluşan bir işaret tanımlayıcı olur; bunun istisnası ise kelime kombinasyonunun oluşturduğu bileşenin bütünsel olarak kelimelerin tek tek tanımlayıcı olan özelliğinden uzaklaşan alışılmadık bir doğaya sahip olmasıdır.

—Her ne kadar başvuruya konu mal ve hizmetler çok katmanlı bir sektöre ilişkin olsa da burada 33 ve 43. Sınıftaki mal/hizmetler günlük kullanımdaki  değişik malları ve zaman zaman satın alınan hizmetleri kapsıyor. Doğaları düşünüldüğünde bunlar temelde ortalama tüketiciye hitap ediyor. Diğer yandan markada Fransızca sözcükler kullanıldığından işaretin tescil edilebilirliği incelenirken Avrupa Birliği’nde Fransızcanın hakim dil olduğu yerlerdeki toplulukların anlayışına bakmak gerekir.

Akabinde Temyiz Kurulu başvuruyu reddeden uzmanın   CHÂTEAU ve  POMMARD kelimelerinin anlamıyla ilgili yaptığı açıklamaya yer verip, hem CHÂTEAU hem de POMMARD kelimelerinin  Avrupa’nın tümünde geçerli olan bir hukuki koruma altında olduğunu ve zaten başvuru sahibinin de bu hususların hiçbirine  bir itirazı olmadığının altını çiziyor. Daha sonra da uzmanın görüşüne katılarak ortalama tüketicilerin CHÂTEAU DE POMMARD’ı uzmanın işaret ettiği gibi algılayacağını söylüyor. Temyiz Kurulu’na göre de  anlamı açıkça ortada iki kelimeden oluşan bu işaret Fransızca dilbilgisi kuralları da düşünüldüğünde doğrudan ve ilaveten hiçbir düşünsel çabaya gerek kalmaksızın açıkça mal/hizmetlerin karakteristiğini gösteriyor.

Herkes bilir ki diyor Temyiz Kurulu, Avrupa’da ve özellikle Fransa’da  “  château “ çoğunlukla bir şaraphane/şarap üretilen yerdir ve buralar aynı zamanda organizasyon mekanı, restaurant, hotel veya bunların tümü olarak da kullanılır. 33. Sınıfta başvuruya konu olan mallara ve 43. Sınıftaki hizmetlere bakıldığında CHÂTEAU DE POMMARD’ ibaresinin karakteristiği ve malların nerede üretildiğini/hizmetlerin nerede sunulduğunu -bunların coğrafi kaynağını işaret ettiği  açıkça anlaşılmaktadır.  

Kurul’ a göre de marka bu haliyle Pommard bölgesinde herhangi bir “château” manasına geliyor yani özel bir kimliğe -ticari bir kaynağa işaret eder nitelikte değil. Kurul, başvuru sahibinin şu ana kadar bu görüşe karşı bir argüman ileri sürmediğini, sadece Fransa’da her bir komünde yalnızca  bir kişinin/işletmenin CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI] şeklinde bir isim kullanabileceğine dair yerleşik bir anlaşma bulunduğundan bahsettiğini, CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI] şeklinde AB’de tescil edilmiş önceki tarihli 12 marka tescilini örnek göstererek  bunların 10 tanesinin Fransa’da bulunan coğrafi yörelerin/yerlerin ismini kapsadığını belirttiğini söylüyor. Kurul’a göre başvuru sahibi  işin en temel noktasında EUIPO’nın görüşüne karşı bir itirazda bulunmuyor, onun yerine başkaları şunları tescil ettirmiş ve zaten Fransa’da da şöyle şöyle bir gelenek vardır diyor yalnızca.   

Başvuru sahibi CHÂTEAU DE POMMARD ibaresinin 1726 yılından beri kullanıldığını söyleyerek tüketicilerin karşılaştıklarında bunun ticari bir  kaynak gösterdiğini anlayacağını yani başvuru sahibini hatırlayacaklarını iddia etmişti,diğer yandan ise Fransa’da isimlendirme ile ilgili bir anlaşma olduğunu belirtmişti. Kurul bu noktada başvuru sahibinin argümanlarının ve sunduğu delillerin iddialarını kabul etmek  için  yeterli olmadığını düşünüyor. Bir kere diyor, sunulan deliller isimlendirme konusunda Fransa’da bu şekilde yerleşik bir anlaşmanın var olduğunu  ispatlamıyor. Ayrıca diyor, bu deliller başvuru konusu işaretin son derece tanınmış olmasından dolayı Fransızca konuşan ortalama tüketiciler için derhal ticari kaynak göstereceğini de ispata yetmiyor. Bundan da öte,diyor Kurul, AB içinde Fransızca konuşan ilgili toplulukların hatırı sayılır bir bölümü Belçika ve Lüksemburg’dadır, başvuru sahibi isimlendirme ile ilgili Fransa’da ki bir anlayıştan/anlaşmadan bahsederken böyle bir anlaşmanın Belçika ve Lüksemburg’da ki tüketicilerin algısını neden etkileyeceğini ve nasıl etkileyebileceğine dair bir açıklamada bulunmuyor.

Fransız şarapları AB piyasasında çok uzun yıllardır oldukça  güçlü bir pozisyondadır, bunun neticesinde Fransızca konuşulmayan üye ülkelerin vatandaşları dahi şarap endüstrisinde kullanılan “CHÂTEAU’ gibi Fransızca kelimelere ve hatta POMMARD gibi şarap konusunda meşhur yerlerin isimlerine yoğun biçimde maruz kalmaktadır diyerek Kurul bu kelimelerin aslında Fransızca konuşmayan tüketiciler için dahi ayırtedicilik içermeyebileceğini söylüyor.

Başvuru sahibi biliyorsunuz CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI] şeklinde tescil edilmiş başka markaları emsal göstererek “onları tescil ettiniz, bizimkini niye etmiyorsunuz. Niye kuralları herkese eşit uygulamıyorsunuz, neden kendi uygulamanızdan sapıyorsunuz” diye soruyordu açıkça. Bu konuda  Kurul EUIPO’nun  kararlarında tutarlı olması gerektiği ve markaları incelerken aynı kriterleri uygulaması gerektiği konusunda kendisinin de  aksi bir görüşü olmadığını, ama daha evvel  kendisinin önüne hiç  gelmemiş dosyalarla ve  ilk derece mercilerinin verdiği önceki kararlarla/tescil kararlarıyla  bağlı olamayacağını söylüyor

Diğer yandan Streamserve kararında da ifade edildiği gibi (27/02/2002, T-106/00, Streamserve, EU:T:2002:43, § 67) verilmiş olan bir karar önceden verilmiş kararlardan farklı olabilir ancak burada asıl olan hukuksal gerekliliklerin yerine getirilmiş olup olmadığıdır; bu sebepledir ki Temyiz Kurulu kararlarının hukukiliği AB yargı sistemi tarafından yorumlanan AB Marka Tüzüğü çerçevesinde  değerlendirilir, yoksa Ofis’in önceki kararlarına göre değil diyor.

Ayrıca piyasaların uygulamaları, diller ve tescil pratikleri-anlayışları zaman içinde değişir-dönüşür. O sebeple geçmişte tescil edilebilir olan bir işaret bugün artık tescil edilme şartlarını karşılamaz olarak değerlendirilebilir. Bir yandan da sistem içinde hukuka aykırı olarak tescil edilmiş,edildiği düşünülen işaretlere karşı başvurulabilecek hukuki mekanizmalar mevcuttur. Yani geçmişte bir marka tescil edilmiş diye bugün sizin ki de illa tescil edilecek değil demek istiyor.

Malum, başvuru sahibi CHÂTEAU DE POMMARD için daha önce Çin,Singapur,Makao, İngiltere, ABD ve Fransa’da tescil aldığından bahsediyor ve özellikle Fransa’daki tescile atıfla “marka en fazla Fransızca konuşulan AB üyesi ülkede yani Fransa’da tescil edilmiş, siz niye tescil etmiyorsunuz” diyordu EUIPO’ya . Buna cevaben Temyiz kurulu, EUIPO ne AB üyesi ülkelerin ulusal kurumlarının verdiği kararlarla ne de  AB üyesi olmayan ülkelerin kurumlarının verdiği kararlarla bağlıdır, AB sistemi, bağımsız, otonom ve kendi kuralları olan bir sistemdir ve bir AB Topluluk markasının tescil edilip edilmeyeceğinde ancak AB Hukuku göz önüne alınır diyerek önce kuralı hatırlatıyor.   Daha sonrada Kurul Fransa’da INPI nezdinde yapılmış tescil özelinde şunları ifade ediyor; evet Fransa’da bir tescil yapıldığı ortada, ancak bu tescilin dayanakları  tam olarak açıklanmış değil. Özellikle başvuru sahibinin sürekli bahsettiği şarap sektöründeki isme ilişkin anlaşma INPI önünde ispatlanmış mı bunu bilmiyoruz. Ayrıca Fransa’da ki tescil kullanımla ayırt edicilik kazanılmış olduğu gerekçesiyle de kabul edilmiş olabilir. Üçüncüsü de topluluk markası bir ülkesel tescilden çok daha geniş bir coğrafi alanı kapsar; bu sebeple de Birlik ülkelerinin bir kısmı için geçerli olan bir mutlak red sebebi ortaya çıkmışsa başvuru reddedilir, ki burada da bu durum en azından Belçika ve Lüksemburg için mevcuttur diyor.

Neticeten Temyiz Kurulu da uzmanın red konusundaki görüşünü paylaşıyor ve bunun gerekçelerinin de doğru olduğunu kabul ediyor.

Hamiş; Chateau kelimesinin şarap sektörü için geleneksel ve anlamı bilinen bir kelime olduğu doğru, Pommard’ın tescilli coğrafi işaret olduğu da tartışmasız.  Ama öte yandan Chateau de Pommard   1726’dan beri var olan bir  şarap üreticisi ve o tarihten beri kullanılan bir  işaret. Markanın geçmişini düşününce….. Ne diyelim, “CHÂTEAU DE POMMARD” Belçika ve Lüksemburg’un kurbanı oldu!

Özlem Fütman

Ocak 2021

ofutman@gmail.com

ÜÇ BOYUTLU MARKALARIN KORUNMASINDA GÖMBÖC KARARININ BİZE ANLATTIKLARI

Bilindiği üzere Avrupa Adalet Divanı 23 Nisan 2020 tarih ve C-237/19 sayılı ön yorum kararında üç boyutlu markaların “teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu bir şekilden oluşup oluşmadığı” ve üç boyutlu şeklin “mala asli değerini verip vermediği” hususunun değerlendirilmesinde yeni yorumlarda bulunmuştur. Bu yazı kapsamında, Adalet Divanının üç boyutlu marka başvurularının “teknik bir sonucu elde etmek amacıyla zorunlu olan” ya da “mala asli değerini veren” şekillerden oluşup oluşmadığının tespit edilmesinde bu zamana kadarki yaklaşımının ne olduğu ve ön yorum kararında önceki değerlendirmelere ilave olarak ne gibi kriterler getirdiği analiz edilmeye çalışılacaktır.

Ön yorum kararın İngilizce tam metni için:

http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=225524&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=17784215

Kararın Banu Eylül Yalçın tarafından yazılan ve IPR Gezgini’nde yayımlanan Türkçe değerlendirmesi için:

Yazıya öncelikle başvuruya konu işaretin ve ön yorum kararına konu anlaşmazlığın özetini yaparak başlayacağız. Ön yorum kararına konu üç boyutlu “Gömböc” isimli eşya esasında bir matematik keşfinin simgesi durumundadır ve hangi konumda bırakılırsa bırakılsın, kendi temel duruş konumuna geri gelmektedir. Bunu da biri kararlı biri kararsız iki denge noktasına sahip olması sayesinde yapabilmektedir.

Şekil-1-Ön yorum kararına konu Gömböc başvurusunun marka örneği

Adalet Divanı’nın ön yorumuna konu olan kararın en önemli detayı kanaatimizce Gömböc şeklinin 28’inci sınıfta yer alan “oyuncaklar” emtiası için şeklin teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu bir şekil olduğu gerekçesiyle reddedilmiş olması; başvuruya konu diğer emtialar olan 14. Sınıfa dahil “dekoratif eşyalar” ile 21. Sınıfa dahil “porselenden ve kristalden yapılmış dekoratif eşyalar” için Gömböc şeklinin mala asli değerini verdiği gerekçesiyle reddedilmiş olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, evlerde dekor/süs amacıyla kullanılan aksesuar olarak nitelendirilebilecek emtialar için şeklin albenisi olması nedeniyle mala asli değerini verdiği değerlendirilmiştir. Oyuncaklar emtiası için ise Gömböc’ün kendi kendine temel pozisyonuna gelmesinin özellik arz etmesi ve şeklin kendisinin de bunu sağlaması nedeniyle “teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu şekil” olarak değerlendirilmiştir. Mehaz AB hukukunda bu ret gerekçeleri ayrı bentler olarak düzenlenmiş olmasına rağmen 6769 s. SMK’nın 5/1 (e) bendinde hepsi bir arada, ayrıma gidilmeksizin, yer verilmiş durumdadır. Kanaatimizce bu ayrımın farkına varmak, verilen kararın ve yapılan değerlendirmelerin daha anlaşılır olmasını kolaylaştırılacaktır.

Mahkemeye yöneltilen ilk soruyla esas itibarıyla başvuruya konu işaretin yalnızca ürünün kendi şeklinden oluştuğu durumlarda “şeklin teknik bir sonucu elde etmek amacıyla zorunlu olan şekilden” oluşup oluşmadığının değerlendirilmesinde başvuruya/tescile konu marka örneği ile sınırlı bir değerlendirme mi yapılmalıdır yoksa ürünün hitap ettiği tüketici kesiminin şekli algılayış biçimi de dikkate alınabilir midir sorusunun cevabı aranmaktadır.

Hükümsüzlüğe konu Rubik Küp başvurusu

“Şeklin teknik bir sonucu elde etmek amacıyla zorunlu olan şekilden” oluşup oluşmadığının değerlendirilmesinde tescile veya başvuruya konu olmuş marka örneği ile sınırlı bir değerlendirme mi yapılacağına ilişkin Divan’ın vermiş olduğu olumsuz yanıt esas itibarıyla hiç de sürpriz değildir. Zira Rubik küp kararında[1] Adalet Divanı, AB Genel Mahkemesi’nin “Rubik küplerinin, yatay ve dikey parçalarının dönme özelliği, başvuruya konu şekilde gösterildiği üzere siyah çizgilerden veya parçalı yapısından kaynaklanmamakta olduğu, dönme özelliğine yol açan etkenin küplerin içinde mevcut bir mekanizmadan kaynaklandığı ve bu mekanizma markanın grafik gösteriminde görülebilir nitelikte değildir.” şeklinde değerlendirmesinin 5/1 (e) (ii) bendi ile korunmak istenen kamu çıkarının çok dar anlamda yorumu olduğunu, bu şekilde bir tescil ile tescil sahibine teknik bir çözümü elde etmek için zorunlu olan şekil ile birlikte dönme kapasitesi olsun ya da olmasın benzer şekillerin de tescilini veya kullanımın engelleme yetkisinin bahşedildiğini, böyle bir yaklaşımın ise 5/1 (e) (ii) bendinin amacına uygun düşmeyeceğini belirterek AB Genel Mahkemesi’nin kararını bozmuş ve 28. Sınıfta “üç boyutlu bulmacalar” emtiaları için tescilli markanın teknik bir sonucu elde etmek için gerekli şekli içerdiği gerekçesiyle 5/1 (e) (ii) bendi gereğince hükümsüzlüğüne karar vermiştir.

8. ve 21. Sınıfa dahil çatal, bıçak takımları ile mutfak eşyaları için tescilli marka

Yine yukarıda tescile konu görseli bulunan marka için Adalet Divanı 11.05.2017 tarih ve C-421/15P sayılı Yoshida kararında[2], EUIPO Temyiz Kurulu’nun marka örneğinde siyah noktalar olarak temsil edilen girintilerin çatal, kaşık, bıçak saplarında kullanıldığı, bu sayede kullanıcıların rahat kavramasını sağladığı ve çatal, kaşık ve bıçağın kullanımı sırasında da kaymasını önleme işlevini gördüğünü belirterek 8. ve 21. Sınıflarda tescilli başvurunun EUTMR 7/1 (e) (ii) bendi uyarınca hükümsüzlüğüne yönündeki kararını onamıştır. Burada da görüleceği üzere, tescile konu şekilde ne çatal ne bıçak ne de başka bir mutfak aleti olmasına rağmen başvuruya konu şeklin gerçek hayatta ürünlerin üzerine uygulanmış hali göz önüne alınarak bir değerlendirilmede bulunulmuştur.

Bu soru anlamında, kararda yeni olarak değerlendirilebilecek tek husus “şeklin teknik bir sonucu elde etmek amacıyla zorunlu olan şekilden” oluşup oluşmadığının değerlendirilmesinde marka örneği dışına çıkılan hallerde sadece güvenilir kaynakların esas alınması gerektiği belirtilmiştir ki bu da kanaatimizce çok aydınlatıcı/yol gösterici nitelikte değildir. Zira karar alıcılar zaten böyle bir değerlendirme yaparlarken kararını desteklemek adına azami dikkat göstererek güvenilir kaynaklardan bilgi sağlayacaklardır. Adalet Divanı daha önceki Lego kararında[3] da bu husus patent korumasına konu belgelerin işlevin ne olduğunu anlamak için kullanılabileceğine cevaz vermiştir.

Ön yorum kararına konu değerlendirmelerden bir diğeri de marka başvurusuna konu şeklin aynı zamanda tasarım tesciline konu olması durumunda, şeklin doğrudan mala asli değerini vermesi durumunun söz konusu olup olamayacağına ilişkin değerlendirmedir. Esas itibarıyla, Adalet Divanı’nın bu soruya vermiş olduğu “hayır” cevabı da tarafımızca sürpriz olarak değerlendirilmemektedir. Zira bunun aksi bir değerlendirme, tasarım tesciline konu olan her şeklin marka olarak tesciline müsaade edilmemesi anlamına gelecektir. Mala asli değerini verme hususunun mutlak ret olarak düzenlenmesindeki amacının sınai mülkiyet sisteminde sınırlı koruma süresi öngörülen patent ve tasarım haklarının sınırlı süreli korumaya tabi olmayan marka koruması alınarak koruma süresinin haksız olarak uzatılmasının önüne geçmek olduğu hususu göz önüne alındığında tescil için ret gerekçesi ancak tasarımın koruma süresinin dolması sonrası herkesin bu şekli özgürce kullanabiliyor olması durumunda söz konusu olabilecektir. Zira öz itibarıyla koruma konusu şeklin aynı anda hem tasarım korumasına konu olması hem de marka tesciline konu olmasında herhangi bir beis bulunmaz ama tasarım koruması sonlandıktan sonra kamuya mal olması gereken şeklin marka olarak ilanihaye korunması hakkaniyet ile bağdaşmayacaktır.

Yazının son bölümünde, Adalet Divanı’nın belki de bu kararda en önemli değerlendirmesinin bulunduğu “mala asli değerini verme” hususunun nasıl belirleneceği ve bu hususta ilgili tüketici kesiminin algısının dikkate alınıp alınamayacağına ilişkin soruya verdiği cevap incelenecektir.

Adalet Divanı, ilgili kamu kesiminin algısının ancak şekle ilişkin temel karakteristik özelliklerin belirlenmesi aşamasında dikkate alınabileceğini belirtmiştir. “Mala asli değerini verme” ret gerekçesinin ise ancak tüketicilerin mala ilişkin satın alma kararlarının öncelikli sebebinin bu şekilden kaynaklanıyor olduğunun güvenilir kanıtlarla desteklendiği durumlarda uygulanması gerektiği değerlendirmesinde bulunmuştur. Kararda bu güvenilir kanıtlara ilişkin açıklama veya detay belirtilmemiş olsa da bizim kişisel görüşümüz bu ret gerekçesinin işletilebilmesi için en azından bağımsız araştırma firmaları tarafından yapılmış güvenilir kamuoyu araştırmaları gibi enstrümanlarla malın öncelikli satın alınma sebebinin malın kendi şeklinin olduğunun ortaya konulması beklenmektedir.

SONUÇ

Adalet Divanı kararının üç boyutlu markaların korunmasında “mala asli değerini verme” ve “teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu” olan şekillerin değerlendirilmesine ilişkin uygulamada yaşanan sorunların giderilmesine ilişkin getirmiş olduğu açıklamalar yeterli olmasa da bu yönde bir çabanın varlığını ortaya koymaktadır. Adalet Divanı’nın tüketicilerin öncelikli satın alma saiklerinin ürünün görünümünden mi yoksa ürünün sahip olduğu özelliklerinden mi kaynaklandığının tespiti için önermiş olduğu “güvenilir kaynaklarla ispat” çözümü bir ilerleme olarak kabul edilebilir.

Son olarak, kanaatimizce “mala asli değerini verme” ret gerekçesinin uygulanmasında, başarılı tasarımların, çok başarılı olmaları durumunda bedel ödemeleri gibi bir durumla karşılaşmaları söz konusu olmaktadır. “Mala asli değerini verme” ret gerekçesinin tasarım süresinin dolmasından sonra uygulanmasında herhangi bir beis yoktur zira haksız bir süre uzatımı söz konusu olmaktadır. Ancak üç boyutlu şekil hiç tasarım korumasına konu edilmeden doğrudan marka korumasına konu edilmesi durumunda değerlendirme nasıl olacaktır? Tasarımcılar görünüm için tasarım koruması aldıklarında koruma süresi sonunda şeklin kamuya mal olacağını kabul ederek bu korumadan yararlanmaktadır, öte yandan daha ilk baştan, örneğin şirketlerin fikri mülkiyet politikası olarak patent koruması yerine ticari sır olarak korumayı tercih etmesi benzeri bir stratejiyle, görünüm için tasarım tescili almak yerine marka olarak tescil almaları durumunda değerlendirme nasıl olacaktır? Konunun tartışmaya değer olduğunu düşünüyor ve bundan sonraki değerlendirmeyi okuyucuya bırakıyoruz.

Konuyu ilgi çekici bulanlar ve 6769 s. SMK 5/1 (e) bendi kapsamında “teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu şekil” ile “mala asli değerini veren şekillerin” incelemesinin ne şekilde yapılması gerektiği ve uygulamada karşılaşılan sorunlar hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler, yazmış olduğum Terazi Hukuk Dergisi’nin 152. “Fikri Mülkiyet Özel” sayısında çıkan “6769 s. SMK’nın 5/1 (e) bendi Uyarınca Teknik Bir Sonucu Elde Etmek İçin Zorunlu Olan veya Mala Asli Değerini Veren Şeklî ya da Başka Bir Özelliğini Münhasıran İçeren İşaretlerin İncelenmesi ve Karşılaşılan Sorunlar” (https://www.jurix.com.tr/article/18826 ) başlıklı makalemize göz atabilirler.

Erman Vatansever

vatanseverman@yahoo.com

Aralık 2020



[1] Avrupa Adalet Divanı, 10.11.2016 tarih ve C 30/15P sayılı Rubik küp kararı, Simba Toys GmbH & Co. KG v EUIPO http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=730E926699B016825EBA1122238B223F?text=&docid=185244&pageIndex=0&doclang=en&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=18308591

[2] Kararın tam metni için: http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=190588&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=18309095

Davanın safahatı ve karar hakkında daha detaylı Türkçe bilgi için: https://www.jurix.com.tr/article/18826

[3] Avrupa Birliği Adalet Divanı, 14.09.2010 tarih ve C-48/09 P sayılı Lego kararı

AYIRT EDİCİLİĞİN ZAYIFLAMASI: “SMART” KELİMESİ AÇISINDAN BİR İNCELEME

AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI GENEL MAHKEMESİ “SMART:) THINGS” KARARI

Akıllı ürünlerin günlük hayatımıza hızlı bir şekilde adapte olmasıyla, marka başvurularında sıklıkla “akıllı” anlamına gelen “SMART” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. Türkiye açısından, Türk Patent ve Marka Kurumu marka araştırma sisteminden bakıldığında SMART ibaresini içeren 3377 tane marka başvurusu yapıldığı görülebilecektir.

SMART ibaresinin kullanım alanı günlük hayatımıza bu derece etki ederken, kelimenin ayırt ediciliği ve tescil edilmek istendiği mal ve hizmetler bakımından tanımlayıcılığı tartışma konusu olmaya başlamıştır. Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından verilmiş olan 15 Ekim 2020 tarihli T‑48/19 sayılı “SMART:) THINGS” kararı da mahkemenin SMART ibaresi üzerinde yaptığı değerlendirme bakımından önemlidir ve ileride yapılacak incelemelere ışık tutabilecektir.

İhtilafın geçmişine odaklanıldığında, 6 Mart 2013 tarihinde, başvuru sahibi “SMART THINGS SOLUTIONS GmbH” tarafından Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’ne “SMART:) THINGS” marka başvurusunun 9. 20. ve 35. sınıflar bakımından yapıldığı ve markanın tescil edildiği görülmektedir.

29 Şubat 2016 tarihinde “Samsung Electronics GmbH” tarafından, söz konusu markanın tüm mal ve hizmetler bakımından hükümsüz kılınması için EUIPO İptal Birimi’ne başvuru yapılmıştır fakat bu talep 8 Mart 2018 tarihinde reddedilmiştir. Aleyhe gelen bu karar Samsung Electronics GmbH tarafından temyiz edilmiştir. 20 Kasım 2018 tarihinde ise EUIPO Temyiz Kurulu, ilk kararı iptal etmiş ve markanın tüm mal ve hizmetler bakımından hükümsüzlüğü yönünde karar vermiştir.

Kararda ilk olarak, “SMART:) THINGS” ibaresinin hem ortalama tüketiciler hem daha bilinçli tüketiciler tarafından İngilizce bilinen ülkelerde anlaşılabilir kelimelerden oluşmasına, görsel ögenin ise ayırt ediciliği yüksek olmayan elektronik ortamlarda sıklıkla kullanılan bir şekil olduğuna; ikinci olarak, “SMART:) THINGS” markasının ayırt edicilikten yoksun nitelikte olduğuna işaret edilmiştir. Bu sebeple; Temyiz Kurulu, hem tescilin kapsadığı mal ve hizmetler bakımından, ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer veya malların ya da hizmetlerin diğer özelliklerini belirten işaretlerden oluştuğu gerekçesiyle markayı tanımlayıcı bulmuş, hem de markanın herhangi bir ayırt ediciliğe sahip olmadığına sonucuna ulaşmıştır. Belirtilen nedenlerle, marka kapsadığı tüm mal ve hizmetler bakımından hükümsüz kılınmıştır.

Bunun sonucunda ihtilaf, başvuru sahibi tarafından Avrupa Adalet Divanı Genel Mahkemesine taşınmıştır.

Genel Mahkeme öncelikle tanımlayıcılık bakımından” SMART:) THINGS” markasını incelemiştir:

Başvuru sahibi, SMART ibaresi ile “:)” şeklinin tescilin kapsadığı mal ve hizmetler bakımından doğrudan tanımlayıcı olmadığını iddia etmiştir. Ortalama tüketicilerin, başvurunun yapıldığı dönemde SMART ibaresiyle yapay zeka arasında doğrudan bağlantı kuramayacağını, bu ibarenin insanlar veya canlılarla ilişkilendirildiğini ve bu durumun olumlu duyguları ifade eden “:)” şekli bakımından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Ek olarak “:)” şeklinin, tüketicilerin algısında hiçbir şekilde mal ve hizmetin değeri veyahut kalitesi ile ilgili çağrışım yaratmayacağı, markanın içerdiği kelime kombinasyonuyla birlikte çağrışım ihtimalinin daha da düşürüldüğü savunulmuştur.

1. Genel Mahkeme ilk olarak ilgili tüketici kitlesi bakımından incelemeye başlamıştır:

  • “SMART:) THINGS” markası kapsamındaki mal ve hizmetlerin, hem ortalama tüketicileri hem de bilgi teknolojisi ve ticaret alanında uzman bir tüketici kitlesini hedeflediği; kullanılan ibarenin, bilgi teknolojisi ve televizyon veya uluslararası ticari işlemler alanlarında yaygın olarak kullanılan temel İngilizce kelime dağarcığına ait terimlerden oluştuğu için, hükümsüzlük gerekçesinin, sadece İngilizce’nin resmi dil olduğu Üye Devletlerle sınırlı olmadığı yönünde karar verilmiştir.

2. Sonrasında Genel Mahkeme SMART ve THINGS ibareleri bakımından incelemeye geçmiştir:

  • Yapılan bu incelemede özellikle “ŞEYLER” anlamına gelen “THINGS” kelimesi ve kullanımının kapsamı düşünüldüğünde, 35. sınıftaki hizmetler açısından bu ibarenin kesinlikle tanımlayıcı olduğu kanısına varılmıştır. Çünkü, THINGS ibaresinin somut olan birçok şeye atıfta bulunacağı doğal olarak tanımlayıcılık sınırını genişlettiği düşünülmüştür.
  • “SMART” kelimesi bakımından ise; başvuru sahibi tarafından iddia edilen gerekçelerin kabul edilemeyeceği, çünkü SMART kelimesinin markanın kapsadığı mal ve hizmetleri tanımladığı kabul edilmiştir. Her şeyden önce, 9. sınıftaki mallarla ilgili olarak, bu malların, akıllı işlevlere sahip olabilen elektronik veya teknolojik açıdan karmaşık mallar olduğuna atıfta bulunulmuştur.
  • 20. sınıftaki mallar bakımından da “SMART” kelimesinin tanımlayıcı bir anlamının olduğu kabul edilmiştir. Bu da belirli koşullara, elektronik olarak adapte olabilen, uzaktan kumanda ile kontrol edilebilen veya akıllı yazılım uygulamaları aracılığıyla otomatik olarak kontrol edilebilen mobilya veya aynalara atıfta bulunarak yapılmıştır. Aynı zamanda SMART ibaresinin “şık, modaya uygun” anlamında kullanılsa dahi 20. sınıfta belirtilen mantar, fildişi, kehribar veya lületaşı gibi herhangi bir teknolojik özelliğe sahip olmayan mallar bakımından da cins, vasıf, özellik belirtmesi sebebiyle tanımlayıcı olacağı yönünde karar verilmiştir.
  • Başvuru sahibinin iddia ettiği gibi SMART ibaresinin yalnızca insanlara veya canlılara atfedilen bir özellik olduğu iddiası kanıtlanamamıştır ve aynı zamanda sunulan belgeler, bu iddianın aksine, o dönemde birçok teknolojik alet için SMART ibaresinin kullanıldığını göstermiştir.

Yapılan bu değerlendirmeler sonucunda Genel Mahkeme, SMART ibaresinin, markanın kapsadığı tüm mal ve hizmetleri cins, vasıf olarak nitelendirdiğine yönelik tespitin herhangi bir değerlendirme hatası içermediğini kabul etmiştir. Kaldı ki marka sahibi tarafından iddia edilen, ibarelerin kombinasyonu sonucu ayırt edici bir markanın oluşmuş olması iddiası da yerinde görülmemiştir.

3. Son olarak Genel Mahkeme markada yer alan “:)” şekli ve görsel ögeler bakımından inceleme yapmıştır:

  • Genel Mahkeme ilk olarak, markanın yazı karakterinin yaygın yazı tiplerinden biraz farklılaştığı, ancak bu farklılığın ortalama tüketiciler tarafından fark edilemeyecek kadar küçük bir ayrıntı olduğu tespitinin yerinde olduğuna karar vermiştir.
  • Başvuru sahibinin dile getirdiğinin aksine, Temyiz Kurulu “:)” ibaresini tanımlayıcı bulmamıştır, aksine ayırt edicilikten yoksun bulmuştur.
  • Başvuru sahibinin “:)” ibaresinin insanlarla ilişkilendirilen olumlu bir duyguyu temsil ettiği iddiasına gelindiğinde, bu iddianın dayanaksız olduğuna işaret edilmiştir. Temyiz Kurulu’nun da belirttiği gibi, ‘:’ ve ‘)’ karakterlerinden oluşan ifade bir gülümsemeyi temsil etmektedir ve e-posta dahil olmak üzere birçok elektronik ortamda, reklamcılıkta kullanımı yaygındır.
  • Ayrıca, “:)” şeklinin SMART kelimesi ile ilişkili olarak akıllı olan şeylerin olumlu tarafına dikkat çekerek, ilgili malların olumlu özelliklere sahip olduğunu pekiştirme amacı taşıdığı yönündeki tespit Genel Mahkeme tarafından da doğru bulunmuştur.
  • “:)” şekli, markada dikkatleri “SMART THINGS” ibarelerinin verdiği mesajdan başka bir yöne çevirememiştir.
  • Yeşil renk unsuru ile ilgili olarak, rengin kelimeleri birbirinden ayırmak için kullanıldığı yönündeki Temyiz Kurulu tespitinin de yerinde olduğuna karar verilmiştir.

Sonuç olarak tanımlayıcılık incelemesi bakımından başvuru sahibinin iddiaları reddedilmiştir.

Genel Mahkeme, ikinci olarak “ayırt edicilik” bakımından “SMART:) THINGS” markasını incelemiştir:

Başvuru sahibi iddialarında, Temyiz Kurulu tarafından ayırt ediciliğin ayrıca incelenmediğini dile getirmiştir.

Genel Mahkeme, tanımlayıcılık ve ayırt edicilik gerekçelerinin birbirleriyle oldukça örtüşen iki gerekçe olduğunu ve özellikle, malların veya hizmetlerin özelliklerini tanımlayan bir kelimenin, söz konusu mal veya hizmetlerle ilgili olarak herhangi bir ayırt edici karaktere sahip olmadığının da kabul edilebileceği görüşündedir. Kaldı ki Genel Mahkeme, başvuru sahibinin aksine Temyiz Kurulu tarafından markanın ayırt ediciliğine ilişkin incelemenin yapıldığı kanaatindedir.

Temyiz Kurulu, markayı oluşturan unsurların, malları nitelendiren anlamlarının ötesinde, akılda kalıcılık bakımından da ilgili tüketicilerin işareti kolayca ve anında ezberlemesine olanak tanıyan hiçbir özelliğe sahip olmadığı görüşündedir. Tanımlayıcılık incelemesi yapılırken belirtilen gerekçeler de göz önünde bulundurulduğunda, başvuruyu oluşturan unsurların ayırt edicilikten de yoksun olduğu ve bir araya geliş biçimlerinin de markayı ayırt edici kılmaya yetmediği Genel Mahkeme tarafından da kabul edilmiştir.

Sonuç olarak, “SMART:) THINGS” markasının hem tanımlayıcı olması hem de ayırt edicilikten yoksun olması nedenleriyle başvuru sahibinin talepleri reddedilmiştir.

Belirtilen tüm hususlar göz önünde bulundurulduğunda, günümüzde SMART ibaresini ayırt edici başka bir unsur olmaksızın marka olarak tescil ettirmenin kolay olmayacağı anlaşılmaktadır. Teknolojinin gelişmesi ile birçok malın ve hizmetin giderek “akıllanması”, SMART ibaresini bu tip mal ve hizmetler için tanımlayıcı hale getirmiştir.

Cansu ÇATMA BİLEN

Kasım 2020

cansucatma1@gmail.com

Hashtag Markaları (Tagmarks) I *

Konusu Hashtag markaları olan metin, iki bölüm halinde yayımlanacaktır. Bu bağlamda okumakta olduğunuz yazı, iki bölümlük serinin ilk bölümünü oluşturmaktadır.

1. #Genel Olarak Hashtag

Hashtag (#) sembolü, sosyal medya web sitelerinde, bitişiğindeki kelimeyi ya da ifadeyi kategorize eden, bir anahtar kelimeyi veya ilgilenilen konuyu tanımlayan metaveri olarak tanımlanmıştır[1]. Bir yandan da bu tanıma ek olarak, bir mesajı iletebilme ve belli bir başlık altında yapılan incelemeleri kolaylaştırma özelliğine vurgu yapıldığı da görülmektedir[2].  Hashtag, sosyal medyada verilebilecek mesajları en basit ve bir o kadar da güçlü şekilde sunabilen bir araçtır; kişilerin ilgisini çeken bir başlığa tek bir tıklama ile ulaşılabilmesi ve o konu ile ilgili detaylı bilgiler ile yorumlara erişebilme imkânının, genel olarak kolay olanın tercih edildiği ve zaman ile yarışılan çağımızda vazgeçilmez bir husus olduğu şüphesizdir[3].

Tarihsel süreçte ise, Hashtag’lerin ortaya çıkışı aslında 1988 yılına dayanmaktadır; ancak sosyal medyada bilinen ve dolayısıyla popülerliğini kazanmış ilk hashtag 2007 yılında Twitter’da kullanılmış ve popüleritesini kazanmıştır[4]. Bu süre zarfında hashtag sadece Twitter ile sınırlı kalmadan neredeyse tüm sosyal medya platformlarının vazgeçilmezi hâline gelmiştir, öyle ki artık hashtag için müstakil bir pazarlama aracına dönüştüğü söylenebilir[5].

2. #Marka Hukuku Perspektifinden Hashtag

Hashtag’ler artık hemen her mecrada rastlanabilen, son derece yaygın bir işaret olarak görülmektedir ve internetteki bu yaygın popülaritesinden ötürü şirketlere ürünlerini veya hizmetlerini pazarlamak için kullanmak konusunda da çekici gelmektedir[6]. Hashtag’lerin bu şekilde artarak kullanımı bir takım yeni tip marka başvurularını da beraberinde getirmiştir[7].

Hashtag’lerin marka olarak tescil edilebilirliğinin ise, henüz Türkiye’de bir örneğine rastlanmamış olsa bile[8], diğer ülkelerin marka hukuku gündemlerinde yeni yer edinen bir husus olmadığını ifade etmek gerekir. Keza ilk hashtag markası için başvuru 2010 yılında gerçekleştirilmiştir ve yapılan bir araştırmaya göre, o zamandan 2017 yılına kadar 5000 adet başvuruda bulunulmuştur ve bunların 2.200’ü sadece 2016 yılına aittir. Buna göre, 2016 yılında Hashtag markaları için yapılan başvurular bir önceki yıla göre %64 oranında, büyük bir artış göstermiştir[9].

Bir başka örnekte, 2014 yılında Birleşik Krallık’ın en büyük bağımsız peynir üreticisi olan Wyke Farms #freecheesefriday isimli sosyal medya kampanyasının ismini marka olarak tescil ettirmiş ve bu konu ülkede bir ilki teşkil etmiştir[10]. Somut örnekte, #freecheesefriday hashtag’i ile Wyke Farms’ın Facebook ve Twitter hesapları üzerinden haftalık bir yarışma yürütülmekte ve her cuma günü, kazananlar Wyke Farms Facebook ve Twitter hesaplarında yer alan ve bu Hashtag’i kullanan kişiler arasından seçilmekteydi. Şirkete göre, kampanyanın Facebook ve Twitter’daki aylık erişimi toplam 880.000 kişidir. Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi, markanın yapısı itibarıyla ayırt edici olmadığı ancak başvuru tarihinden önce kullanılmış ve bu kullanım sonucunda tescil başvurusuna konu mallar yönünden (29. sınıf) ayırt edicilik kazandığı gerekçesiyle markayı tescil etmiştir[11]. Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi’ne sunulan kanıtların büyük çoğunluğu, ifadelerin sosyal medyada Hashtag olarak kullanımından oluşmaktaydı. Bu durum, bir hashtag’in sosyal medyada kullanımının da markanın kullanılmasında kanıt olarak sunulabileceğine ve bu suretle alışılagelmiş kullanım kanıtlarında da değişikliğe işaret etmektedir[12].  Ayrıca, Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi’nin sosyal medya kullanımını edinilen ayırt ediciliğin kanıtı olarak kabul etme isteğini vurgulamaktadır[13].

 (https://www.wipo.int/wipo_magazine/en/2017/05/article_0009.html)

Bir (#) hashtag tek başına, kaynak gösterme fonksiyonuna sahip olmayan genel bir sembol olsa da bir ürün adı veya kampanya sloganıyla birlikte kullanıldığında, bir marka ile aynı şekilde işlev görebilir ve bu şekilde kaydedilebilir. Keza bunun en yaygın örnekleri ABD’de #smilewithacoke and #cokecanpics (The Coca-Cola Company), #McDstories (McDonalds) ve #makeitcount,  #justdoit (Nike) olarak görülmektedir[14].

3. #Yasal Düzenleme – USPTO Marka İnceleme Kılavuzu

2013 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Marka ve Patent Ofisi (United States Patent Trademark Office-USPTO), Marka İnceleme Kılavuzu’nun (Trademark Manual of Examining Procedure-TMEP) 1202.18, 1202.18(a) ve 1202.18(b) hükümleri Hashtag markalarına ayrılmıştır[15]. TMEP m.1202.18’e göre, hash sembolünü (#) içeren veya “HASHTAG” ibaresini içeren markalar, başvuru sahibinin malının veya hizmetinin kaynağını gösterebilme fonksiyonunu yerine getirebilmeleri kaydıyla tescil edilebilecektir. Ancak bu tip marka başvurularında; markanın genel kapsamlı olarak bağlamına, hash (#) sembolünün marka içindeki konumunun, başvuru kapsamında yer alan malların veya hizmetlerin ve mümkünse kullanım örneğinin dikkatle değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir[16]. Eğer # sembolü, hemen bir numaradan önce geliyorsa (#29 JONES, THE #1 APP, # TWELVE gibi) veya sadece markanın içinde sembol (Pound sembolü ya da rakam) olarak kullanılmışsa (ICHIBAN# gibi) bu tip markalar mutlaka hashtag markası olarak değerlendirilmemelidir. Bu tip belirleme, her somut olayın özelliğine göre yapılmalıdır.

Genelde hash (#) sembolü veya “HASHTAG” kelimesi tek başına kaynak gösterme fonksiyonunu yerine getirmemektedir; çünkü bunlar sadece kategorize etmeyi ya da sosyal medyada araştırma yapmayı kolaylaştırmaktadır. (Yani, sosyal medya katılımcıları belirli bir konuyu, örneğin ABC’nin konu olduğu “ABC hashtag” yazarak aramaya yönlendirilir.) Bu yüzden, tescil edilemeyecek bir markaya (#) sembolünün veya “HASHTAG” kelimesinin eklenmesi, o markayı tescil edilebilir hale getirmemektedir. Buna göre, bu sembol ya da ifade ile birleştirilmiş ve ilgili mallar veya hizmetler için sadece tanımlayıcı veya jenerik bir ifadeden oluşan marka başvuruları jenerik veya tanımlayıcı olduğundan reddedilmelidir. Örneğin, #SKATER ibaresi kaykay ürünü için tanımlayıcıdır.

1208.18(a)’da ise, eğer hash sembolünden (#) ya da “HASHTAG” kelimesinden sonraki ifade tescil olunmak istenen mal veya hizmet için ayırt edicisiyse ve söz konusu sembol (#) veya kelimeden ayrılabiliyorsa; (#) ya da “HASHTAG” ibaresinin olduğu kısım reddedilerek, diğer ibarenin tescil edilebileceği düzenlenmiştir. Örnek olarak da “#INGENUITY” markasının (#) sembolü reddedilse de işletme danışmanlığı hizmetleri için ayırt edici olduğu, “TMARKEY#SKATER” markasının “#SKATER” kısmı olmadan da kaykay ürünü için ayırt edici olduğu verilmiştir.

Akabinde, 1208.18(b) hükmünde markanın sadece “HASHTAG” ifadesinden ya da Hash sembolünden (#) oluşması düzenlenmiştir. Buna göre, sosyal ağlarda paylaşım olarak kullanılmadığı ve mallarla veya hizmetlerle bağlantıyı sağladığı sürece, bunların da marka olarak tescili kabul edilebilecektir. Bu durumlarda, “HASHTAG” ifadesi ya da Hash (#) sembolü, “bir metaveri olarak” ticari bir etki oluşturmayacaktır, ilişkili olduğu mallara ya da hizmetlere bağlı olarak hatırlatıcı ya da ihtiyari olarak değerlendirilebilir. Örnek olarak, likörle ilgili olarak “HASHTAG” ifadesinin tescil edilmesi ya da THE HASHTAG ifadesinin büro hizmetleri için tescil edilmesi gösterilmiştir.

USPTO ölçütlerine gönderme yapılan, rastladığımız bir başka örnekte; Fransa’ da, Fransız Fikri Mülkiyet Ofisi (INPI-National Institute of Industrial Property), #toutsurlehashtag (Hashtag hakkında her şey) başlığı kapsamında hashtag’lerin marka olarak korunup korunmayacağı konusunda; bu tip işaretlerin eğer marka olarak işlev göstermesi durumunda tescil edilebileceğini belirtmiş bunda da USPTO’nun anılan ölçütlerine atıf yaparak, temel fonksiyon olan malın veya hizmetin kökenini gösterme fonksiyonuna işaret etmiştir[17].

Elanur TAMER

Ekim 2020

tamerelanur@gmail.com


[1]  https://www.dictionary.com/browse/hashtag;

USPTO Trademark Manual of Examining Procedure, October 2018, m. 1202.18 (https://tmep.uspto.gov/RDMS/TMEP/current)

[2] “Hashtag.” The Merriam-Webster.com Dictionary, Merriam-Webster Inc., https://www.merriam-webster.com/dictionary/hashtag; Hashtags vs. Trademarks – Does it Really Matter?, 3 April 2018, https://www.lexology.com/library/detail.aspx?g=085cde98-c26a-44aa-90a7-97280d27265e

[3] Butwin, Betsy A. (2016) #TrademarkLaw: Protecting and Maximizing the Value of Trademarks in an Evolving Social Media Marketplace, Cybaris®: Vol. 7: Iss. 1, Article 3., (s. 110-129), s. 112; Daniele, D., The Rise of the #Hashtag, https://www.socialmedialawbulletin.com/2013/07/the-rise-of-the-hashtag/

[4] İlk hashtag, 1988 yılında, Internet Relay Chat (IRC) olarak bilinen bir platformda, iletileri, görüntüleri, içerikleri ve videoları katogeriler altında toplamak için kullanılmıştır. Detaylı bilgi için bkz. https://www.lifewire.com/history-of-hashtags-3288940.

[5] Jones, C., Hashtag Trademarks: What Can Be Protected? WIPO Magazine, 2017/5,  https://www.wipo.int/wipo_magazine/en/2017/05/article_0009.html; https://www.inta.org/INTABulletin/Pages/AreHashtagsCapableofTMProtectionunderUSLaw-.aspx.

[6]  Sherwin, Robert T., #HaveWeReallyThoughtThisThrough?: Why Granting Trademark Protection To Hashtags Is Unnecessary, Duplicative, and Downright Dangerous, 29 Harvard Journal of Law & Technology, 456, 458-59 (2016).

[7] Michels, R., Branded Hashtags: The Next Big Thing?, WIPO Magazine, September 2014, https://www.wipo.int/wipo_magazine/en/2014/05/article_0008.html

[8] Türk marka hukuku öğretisinde, Hashtag markaları kavramına sadece Çolak’ın eserinde rastlanabilmiştir. Bkz. Çolak, U., Türk Marka Hukuku, İstanbul 2018, s. 99-100.

[9] Yapılan bu araştırma, Hashtag’lerin marka olarak tescili için yapılan başvuruların, özellikle 41., 35., ve 25. Sınıf olmak üzere üç sınıfta yoğunlaştığına işaret etmektedir. Detaylı bilgi için bkz. ve karş.  https://clarivate.com/compumark/blog/hashtag-trademark-applications-rise-64-just-one-year/

[10] https://www.trademarksandbrandsonline.com/news/coca-cola-applies-to-trademark-hashtag-slogans-4231

[11] “The trade mark was inherently non-distinctive, but evidence was submitted to show that, by the date of application, the mark has in fact acquired a distinctive character as a result of the use made of it.” https://trademarks.ipo.gov.uk/ipo-tmcase/page/Results/1/UK00003015353

[12] Six lessons for #hashtags, social media campaigns and trade marks – #freecheesefriday trade mark registered for UK social media campaign; https://www.lexology.com/library/detail.aspx?g=bb5d72f2-7ab4-429e-aed4-89a101a8db50

[13] Michels, R., Branded Hashtags, The Next Big Thing?, WIPO Magazine, September 2014, https://www.wipo.int/wipo_magazine/en/2014/05/article_0008.html

[14] https://www.trademarksandbrandsonline.com/news/coca-cola-applies-to-trademark-hashtag-slogans-4231

[15] https://tmep.uspto.gov/RDMS/TMEP/current#/current/TMEP-1200d1e1.html

[16] USPTO veri tabanında yapılan bir araştırma, hash (#) sembolünü içeren çok sayıda tescilli markanın mevcut olduğunu göstermektedir. Bu örnekler birkaçı; #BOSSBABE (Reg. No. 4750980), #FIXITJESUS (Reg. No. 4743330) #ASTONLIFE (Reg. No. 4742760), # HASHTAGLUNCHBAG (Reg. No. 4733946) #THEFITNEWYORKER (Reg. No. 4703167), #CUT50 (Reg. No. 4692073), #BEUNPRECEDENTED (Reg. No. 4682222), #CHATAUTISM (Reg. No. 4650746), #BEAUTYSERVICE (Reg. No. 4726061), #WINELOVER (Reg. No. 4345897); Örnekler için bkz. https://www.internetandtechnologylaw.com/the-evolving-role-of-the-hashtag-in-trademark-law/

[17] https://www.inpi.fr/fr/valoriser-vos-actifs/le-mag/t8outsurlehashtag

* Öğretide Hashtag markalarının “Tagmarks” olarak anıldığı da görülmektedir; bkz. Roberts, Alexanda J., Tagmarks, California Law Review, June 2017, Vol. 105, No. 3, (s. 599-660); Goldman, Eric, Hashtags Are Not Trademarks, Eksouzian v. Albanese, https://blog.ericgoldman.org/archives/2015/08/hashtags-are-not-trademarks-eksouzian-v-albanese-guest-blog-post-2.htm.

ALMANYA FEDERAL ADALET MAHKEMESİ “RITTER SPORT v MILKA” KARARI

Almanya Federal Adalet Mahkemesi (BGH) Temmuz 2020’de kare şeklindeki çikolata ambalajı şekli tescilinin hükümsüzlüğü kararını yerinde bulmadı ve dolayısıyla şeklin “Ritter Schönbuch Vermögensverwaltungs GmbH & Co. KG” (Ritter) firması adına tescilli bir marka olarak kalmasına karar verdi. Yayımlanan gerekçeli karar, bu kararın Almanya bakımından önemli bir öncül karar olduğunu gösteriyor. [1]

OLAYLAR:

Ritter’in ünlü “Ritter Sport” çikolatasının tescili; “arkadan yapıştırılarak kare şeklinde ambalajlanmış ve üzerinde marka yazmaksızın, ön yüzeyinde kare çıkıntıları bulunan kare form” olarak tanımlanmıştır.[2] Ritter, ilk olarak 1995 yılında Alman Patent ve Marka Kurumunda (bundan sonra DPMA olarak anılacaktır) kare şeklinde ambalajlama biçimini tescil ettirdi.[3]

DPMA kayıtlarından tescilin kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik istisnası kapsamında gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Milka’nın 2010 yılında kare şekilli çikolatalarını piyasaya sürmesiyle iki çikolata devi arasındaki uzun yargı süreci de başlamış oldu. Milka, DPMA’dan tescilli markanın hükümsüzlüğünü talep etse de, bu talep reddedildi. Daha sonra, yerel mahkemede, 2016 yılında Milka tarafından açılan dava, Milka’nın lehine sonuçlandı ve DPMA’nın kararı iptal edildi.[4] Davanın sonuçlanmasının ardından yerel mahkemenin kararı Alman Federal Mahkemesinde temyiz edildi.

Ritter’in markası kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik kapsamında tescil edildiğinden, hükümsüzlük davasında kullanılan ana gerekçe 6769 sayılı SMK kapsamındaki karşılığı 5/1-(e) bendi olan “Malın doğası gereği ortaya çıkan şeklini ya da başka bir özelliğini veya teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu olan veya mala asli değerini veren şeklî ya da başka bir özelliğini münhasıran içeren işaretler.”in tescil edilemeyeceği yönündeki hükümdür. Anılan hüküm Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da kullanım sonucu kazanılmış istisnası kapsamında değerlendirilen ret hallerinden birisi değildir.

SÜREÇ:

Milka, DPMA’dan tescilin hükümsüzlüğünü talep etti; ancak bu talebi reddedildi. Ardından, Federal Patent Mahkemesi’nde yapılan talep doğrultusunda, tescilin iptaline karar verildi. Ritter tarafından gelen itiraz üzerine, Federal Adalet Mahkemesi, Patent Mahkemesinin kararını iptal etti ve bir ürünün işaretlerinin ve şekillerinin, söz konusu ürünün yapısı gereği belirlendiğini göz önünde bulundurarak, Marka Kanunu’nun 3. kısmının (2)(1) numaralı maddesi uyarınca tescilin hükümsüzlüğü için gerekçenin mevcut olmadığına karar vererek davayı Federal Patent Mahkemesine  geri gönderdi.

Federal Patent Mahkemesi, Marka Kanununun 3. kısmının (2)(3) numaralı maddesinde yer alan tanımın kapsamında tescilin hükümsüzlüğü için gerekçenin bulunup bulunmadığını incelemeliydi. Bu maddeye göre; ürüne karakteristik değerini veren şekiller ve işaretler marka olarak tescil edilmeye uygun değildir. Ancak, incelemede kare ambalajlamanın, çikolatanın karakteristik niteliklerini (tadı, kokusu, yapımında yer alan malzemeleri) etkilemediğine karar verildi. Buna göre, Federal Patent Mahkemesi, tescilin hükümsüzlüğü için gerekçe bulunmadığını varsayarak Milka’nın talebini reddetti. Bunun üzerine Milka, Federal Adalet Mahkemesine temyiz başvurusunda bulundu.

FEDERAL ADALET MAHKEMESİ İNCELEMESİ:

  • Tescilin hükümsüzlüğüne ilişkin talep, Federal Adalet Mahkemesi tarafından reddedildi. Tescili mümkün markalar tanımında, ürüne karakteristik değerini veren şekiller ve işaretler yer almamaktadır. Marka olarak tescil edilmesi mümkün görülen ürün ambalajlamasının temel özelliği, çikolatanın kare fiziksel biçimidir. Bu biçim, satışa sunulan çikolataların tadında bir değişikliğe sebep olarak ürüne önemli bir karakteristik değer vermemektedir. Bir şeklin marka olarak tescil edilebilmesi için aranan nitelikler; söz konusu şeklin; ticari özelliği, sanatsal değeri ve bu şeklin piyasadaki diğer benzer ürünlerin ambalajlanma şekillerine göre farkı ve ayırt ediciliğidir. Üstelik, söz konusu şeklin, esas olarak estetik, sanatsal ve görsel niteliklerinin vurgulandığı bir pazarlama yönteminin geliştirilmesi de Federal Yüksek Mahkemenin göz önünde bulundurduğu kriterler arasında yer almaktaydı.
  • Daha önceden Federal Patent Mahkemesi tarafından ortaya konulan bulgulara göre, tüketicilerin büyük ölçüde, kare şeklinde ambalajlanmış çikolataları, bu şeklin ürüne “karakteristik” bir önem katması sebebiyle satın almaya karar vermediği ortaya konmuştu. Üstelik, ambalajın kare şeklinin sanatsal değeri bulunmamakla birlikte, bu şekil benzer ürünlere kıyasla önemli bir fiyat farklılığına sebep olmamaktadır.
  • Son olarak Mahkeme, Almanya’da “ürüne karakteristik önemini” veren şeklin ve formun tescil edilemeyeceğini belirterek Ritter Sport markasının uzun bir süreden beri, ürünün kare şeklini kullanarak bir pazarlama stratejisi izlediğini hatırlattı. Yargıçlar, markanın sloganında da belirtildiği üzere; (“Quadratisch. Praktisch. Gut.” = “Kare. Pratik. Lezzetli.”) Almanya’da kare şeklinde ambalajlanmış çikolatanın, tüketiciler tarafından Ritter Sport markası ile ilişkilendirildiğini ve çikolata satın alırken bu şeklin belirli bir kalite beklentisi getirdiğini belirtti.[5] Bu, her ne kadar tüketicinin kararını etkileyecek bir nitelik olarak kabul edilse de, ambalajlanma şeklinin; ürünün tadı, kıvamı, kokusu ve niteliği açısından ürüne karakteristik bir değer vermediği göz önünde bulundurularak, kare şeklinde ambalajlamanın marka olarak tescilinin hükümsüz kılınmaması gerektiğine karar verildi.

ÇIKARIMLAR:

Alman Marka Kanuna göre ambalajlama biçiminin marka olarak tescil edilebilmesinin açıkça engellenmemektedir. Ritter Sport kararının önemli bir noktası; kare şeklinde ambalajlamanın tüketici nezdindeki ayırt ediciliği, marka ile ürünü özdeşleştirmesi ve bu şeklin getirdiği muhtemel kalite beklentisidir. Federal Adalet Mahkemesinde alınan kararın aksine, geometrik bir şekil olan kare ambalajlamanın estetik açıdan değer taşımadığı ve bu yönüyle korumaya da konu olamayacağı düşünülebilir; ancak Almanya’da çikolataların kare şeklinde ambalajlanması aktardığımız karar ile birlikte  Ritter Sport markasında kalmıştır.

Alman Marka Kanununda, marka olarak tescilin mümkün olduğu nitelikler, ürünün ayırt ediciliğini ortaya çıkaran her türlü isim, görsel, şekil, üç boyutlu ambalajlama ve renk olarak belirtilmiştir. Marka tescili açısından Ritter Sport markalı çikolataların kare formu marka olarak tescil edilebilen işaretler kapsamındadır. Ayırt edici ve karakteristik bir unsur olarak kabul edilen bu şekil, tüketicilerin aklına gelen ilk ürün ya da hizmetin çağrıştırdığı marka açısından önem teşkil etmektedir. Kanun lafzından bağımsız olarak, tüketici algısının önemli olmadığına hükmün gerekçesinde yer verilmiştir. BGH kararında, tüketici algısı belirleyici bir unsur değilken, dikkate alınan unsurlar şu şekilde belirtilmiştir:

  • Söz konusu ürünün cinsi.
  • Söz konusu şeklin sanatsal değeri.
  • İlgili pazarda yaygın olarak kullanılan diğer şekillere kıyasla göre ayırt ediciliği.
  • Benzer ürünlere kıyasla önemli ölçüdeki fiyat farkı.
  • Ve söz konusu ürünün sanatsal niteliklerinin vurgulandığı bir pazarlama stratejisinin geliştirilmesi.

Alman Marka Kanunu 3. maddesi marka olarak tescil edilebilecek işaretleri ve şekilleri düzenlemiştir. İlgili hükme göre; ayırt ediciliği bulunan her türlü işaret, isim, renk, şekil, ambalajlama, üç boyutlu formlar marka olarak tescil edilebilmektedir.Gıda sektöründe, özele indirgeyecek olursak, çikolata sektöründe kullanılabilecek yaygın kalıp ve şekiller bellidir. Sektörü genel olarak ele aldığımızda ise lokal, ülkesel veya dünya çapındaki çikolata üreticilerinin genel olarak kullandığı format kare veya dikdörtgen şeklindedir. Ritter’in öne sürdüğü şirket tarihçesine göre 1932 yılında Clara Ritter, diğer çikolatalar ile aynı gramajda, ancak herkesin cebine rahatlıkla sığabilecek bir çikolata fikri öne sürer ve böylece kare çikolatanın temelleri atılır. Şirket her ne kadar böyle bir iddiada bulunsa da, kare şeklin yalnızca Ritter Sport markası için kullanılmadığı, hatta marka sahibi şirketin kuruluşundan önce de bu formu birçok çikolata üreticisinin kullanıldığı yadsınamaz. Ancak mahkemenin burada yalnızca kare şekli değerlendirmeyip pazarlama stratejisi ve ürün tanıtımına ilişkin sloganı da değerlendirdiğinde verildiği görülmektedir. Kararda, ayrıca Alman Marka Kanununun, 3. kısmının 2 numaralı maddesine göre, korumanın önündeki engelin yalnızca bütünüyle sanatsal veya dekoratif değeri olan malların şekli için değil, aynı zamanda işlevsel özelliklere sahip ürünlerin şekli için de geçerli olduğu belirtildi. BGH’nin ana kararının bir parçası olarak aynı hususun, önemli bir estetik unsurun yanı sıra temel işlevsel özelliklere sahip olan bir ürün şekli için de geçerli olduğuna karar verildi.

BGH tarafından verilen karara göre, ürünün fiziksel formunu ve dış görünüşünü, estetik ve işlevsellik açısından ayırmakta fayda var. Estetik kaygı devreye girdiğinde burada telif hukukunun alanına girilmektedir. Alman Telif Kanununun korumanın konusuna ilişkin hükmü; edebi, bilimsel ve estetik içeren her türlü çalışmanın, telif hakkının konusu olacağına yer vermiştir. (URGH P.1 SEC.2 D.1 )

Yine Alman Telif Kanunun p1. Sec2. D.2 kısmında korunabilen eserler; edebi çalışmalar, müzikal çalışmalar, koreografik çalışmalar, uygulamalı sanat ve mimari çalışmalar olarak tanımlanmış; bu eserlerin estetik kaygı bulunması şartıyla korumaya tabi olabildiği belirtilmiş, yine aynı maddenin devamında ve yedinci fıkrada teknik ve bilimsel doğasından kaynaklı illüstrasyonların, maketlerin, planlamaların ve üç boyutlu görsellerin de koruma kapsamına gireceği hüküm altına alınmıştır.

BGH’nin sanatsal ve estetik kaygıya yönelik değerlendirmesine dönecek olursak Alman Telif Kanununun 2. kısım 2. maddesi hükmü altında düzenlenen korunabilecek eserler kapsamında tasarımı, mimari çalışma, illüstrasyon ve üç boyutlu görsel kapsamına alabilmek mümkündür. Ancak kare formatının eser korumasına yönelik özgün nitelik taşımadığı aşikardır. Dolayısıyla federal mahkemenin şeklin estetik değer taşımadığına yönelik hükmü Telif Kanunu kapsamında yerindedir. Bu durumda Ritter Sport markasına ait ambalaj formunun telif hakkı kapsamında korunamayacağı anlaşılmaktadır.

Ürünün üç boyutlu kare ambalajlanması marka olarak tescil edilebildiğine göre ürünün tasarımını ve dış görünüşünü de ayrıca ele almak gerekmektedir.

Federal Adalet Mahkemesi, inceleme konusu kararda, hem estetik, hem ekonomik hem de hukuki açıdan kapsamlı bir değerlendirme yapmıştır. Ancak, alınan kararın muhtemel ekonomik sonuçları düşünüldüğünde, kare ambalajlamanın Ritter’de kalması nedeniyle, marka sahibinin, kare ambalaj kullanan diğer üreticilere karşı münhasıran her türlü talepte bulunma hakkının da bulunduğu göz ardı edilemez. Sonuç itibariyle, çikolatanın şekli belirli bir formun dışına çıkamayacağı da aşikardır. Bu karar ile birlikte Ritter’in geometrik bir form üzerinde tescil hakkını elde etmesi (tersi yöndeki iddiaların reddedilmesi), diğer çikolata üreticilerinin yaratıcılığını mümkün olduğunca ortaya koymasını gerektirecektir.

Bengisu DÜZGÜNER

bengisu.duzguner@outlook.com

Hüseyin YAŞA

huseyinys@hotmail.com

Eylül 2020


[1] https://juris.bundesgerichtshof.de/cgi-bin/rechtsprechung/document.py?Gericht=bgh&Art=en&az=I%20ZB%2042/19&nr=109107

[2] Presse : Pressemitteilungen aus dem Jahr 2020 – Quadratische Verpackung Ritter-Sport-Schokolade bleibt als Marke geschützt. (2020, July 23).

[3] BGH and Ritter Sport: Product shape with functional features. (2020, August 25). Retrieved September 08, 2020, from https://legal-patent.com/trademark-law/bgh-and-ritter-sport-product-shape-with-functional-features/

[4] Germany’s Ritter Sport wins square chocolate battle against Milka. (2020, July 23). BBC News. https://www.bbc.com/news/world-europe-53510219

[5] Presse : Pressemitteilungen aus dem Jahr 2020 – Quadratische Verpackung Ritter-Sport-Schokolade bleibt als Marke geschützt. (2020, July 23).

“BIO” Kelimesi Böcek Öldürücüleri Yanıltıcı Hale Getirebilir mi? Adalet Divanı Genel Mahkemesi “BIO-INSECT SHOCKER Kararı (T-86/19)

Entomofobi, yani isimlerini duyduğunuzda dahi endişe duymanıza sebep olan bir böcek korkunuz söz konusuysa, sizleri bu yazıdan şimdiden uzaklaştırıp, daha sonra çiçeklerle ilgili (karşılaşırsak) bir yazıyı okumaya davet edelim.

Öncelikle davanın arka planını özetleyelim:

BIO-INSECT SHOCKER kelime markasının Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’nde tescil edilmesi için 26 Kasım 2015 tarihinde bir başvuru gerçekleştiriliyor.

Başvuru kapsamında aşağıdaki mallar yer alıyor:

Sınıf 1: “Üretime yönelik biyosidal ürünler; biyosit üretiminde kullanılacak kimyasal müstahzarlar; böcek öldürücüler için kimyasal katkı maddeleri”;

Sınıf 5: “Dezenfektanlar; zararlı hayvanları yok etmek için hazırlık ürünleri; parazit öldürücüler; tıbbi veya veterinerlikte kullanım için bakteriyolojik müstahzarlar; besin takviyeleri; ilaçlı spreyler; antibakteriyel spreyler; anti-enflamatuar spreyler; böcek öldürücüler; böcek cezbediciler; böcek kovucu spreyler; böcek kovucular; böcek öldürücü müstahzarlar; böcek büyüme düzenleyicileri; böcek kovucularla emprenye edilmiş mendiller; pire tozları; pire spreyleri; pire tasmaları; pire önleyici preparatlar; hayvanlar için pire tasmaları; hayvanlar için pire tozları; biyositler; hayvanları uzak tutmak için kovucu müstahzarlar; veterinerlik ürünleri; veteriner teşhis reaktifleri; veterinerlik aşıları; veterinerlik amaçlı gıda takviyeleri; veteriner kullanımı için hijyenik müstahzarlar”;

Sınıf 31: “Canlı hayvanlar; taze meyve ve sebzeler; Malt; Hayvan içecekleri; Yemler.”

Altta ana marka olan PETVITAL ile birlikte ilgili ibarenin fiili kullanım biçimini de görebilirsiniz:

EUIPO nezdinde yapılan bu başvuru 10 Mart 2016 tarihinde ilgili ürünler için tescil ediliyor.

Sonrasında ise söz konusu markanın, tescilli olduğu ürünler için ayırt edici nitelikten yoksun, tanımlayıcı, kamu düzenine aykırı ve yanıltıcı olduğu gerekçeleriyle hükümsüzlüğü talep ediliyor ve ihtilaf nihayetinde Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin 13 Mayıs 2020 tarihli T‑86/19 sayılı kararı ile sonuçlandırılıyor.

http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=69062DB51AD8CD1D7D724348EE1E7BFD?text=&docid=226461&pageIndex=0&doclang=FR&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=10750508 bağlantısından Fransızca olarak görülebilecek kararın ana hatları ve gerekçelerini bu yazının kalan kısmında aktarmaya çalışacağım.

26 Kasım 2015 tarihinde başvurusu yapılan ve 10 Mart 2016 tarihinde tescil edilen marka için, SolNova AG 12 Mayıs 2016 tarihinde 207/2009 sayılı Tüzüğün 7 (1) (b), (c), (f) ve (g) maddelerini öne sürerek tescile karşı görüş bildirir. Ancak bu görüşler, tescilden sonra sunulduğundan dolayı EUIPO tarafından dikkate alınmaz.

Bunun üzerine SolNova AG, 25 Temmuz 2016 tarihinde, yine aynı gerekçelerle markanın hükümsüzlüğü için talepte bulunur. Hükümsüzlük talebi markanın kapsadığı tüm mallara ilişkindir.

EUIPO İptal Birimi Karar Süreci:

20 Aralık 2017 tarihinde, EUIPO İptal Birimi hükümsüzlük talebini reddeder. Ret gerekçesi olarak da hükümsüzlüğü talep edilen markanın kapsadığı mallar bakımından yeterli derecede ayırt edici olduğu ve tanımlayıcı olmadığı tespitinde bulunur. Zira EUIPO’ya göre “shocker” (şok edici) ibaresi, ilgili ürünleri doğrudan niteleyecek bir ibare değildir ve ayırt edici niteliğe sahiptir.  Ek olarak, markanın Tüzüğün 7 (1) (f) ve 7 (1) (g) maddeleri uyarınca kamu düzenine aykırı ve yanıltıcı olmadığına karar verir.

Temyiz Kurulu Karar Süreci:

SolNova, EUIPO İptal Birimi’nin bu kararına karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenir.

i)   Temyiz Kurulu ilgili hükümsüzlük talebini “tanımlayıcılık” iddiaları açısından reddeder:

– Temyiz Kurulu ilk olarak, malların çeşidi dikkate alındığında ilgili tüketici düzeyinin orta ila yüksek düzeyde olduğunu, kısmen halk ve uzmanlardan kısmen de yalnızca uzmanlardan oluştuğunu değerlendirmiştir. Aynı zamanda, markanın İngilizce kelimelerden oluşması nedeniyle ilgili tüketici kitlesinin İngilizce konuşanlardan oluşması gerektiğini vurgular.

– İkinci olarak, markanın kapsadığı bazı malların böcek öldürücüler veya böcek ilacı ürünleriyle ilgili olduğunu, diğerlerinin ise olmadığını belirtir. Zira SolNova AG de bu ürünler için markanın tanımlayıcı olduğu noktasında savunma ve iddiada bulunamamıştır.

– Üçüncü olarak, İngilizce “bio insect shocker” (biyo böcek şok edici) ibaresinin doğrudan “böcek öldürücülerin” ya da bununla ilişkili ürünlerin özelliklerini tanımlamadığını belirtir. Ancak, ilgili ibarenin bu tür ürün/ürün özelliklerini çağrıştırabilecek, imalı bir ibare olduğunu da kabul eder.  Yine de nihayetinde, anlamının daha çok yalnızca “böcekleri şoka sokarak mücadele sağlayacak ekolojik bir ürünü” tanımlayacağını ve tüketicinin de bunu anlamlandırmak için ekstra efor sarf etmesi gerekeceğini ekler. Bu bağlamda, İngilizce “shocker” ifadesinin yalnızca “şok edici bir şey” anlamına geldiğini ve “öldürmek” ya da “kovmak”tan farklı olduğunu vurgular.

– Dördüncü olarak, “bio insect shocker” ibaresinin ilgili mallar için yaygın kullanımına dair iddiaları da kabul etmez. Bu sonuçta özellikle, SolNova AG’nin sunduğu delillerin çoğu kısmının, marka başvurusunun yapıldığı tarihten sonraya ait olması etkili olur.

ii) Temyiz Kurulu hükümsüzlük talebini markanın “ayırt edici karakterden yoksun olduğu” iddiaları açısından da yukarıdaki gerekçelere dayandırarak reddeder.

iii) Temyiz Kurulu hükümsüzlük talebini “markanın kamu düzenine aykırı olduğu” iddiaları açısından da reddeder:

Çünkü SolNova AG, markanın başvuru tarihinde Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin biyosidal ürünlerin pazarı ve kullanımı ile ilgili 22 Mayıs 2012 tarihli 528/2012 sayılı Tüzüğü’nü ihlal edecek şekilde kullanımını kanıtlayamamıştır.

iv) Temyiz Kurulu hükümsüzlük talebini “yanıltıcılık” iddiaları açısından reddeder:

Solnova AG, markanın yukarıda bahsedilen Tüzüğü ihlal ettiğini kanıtlayamaması üzerine, markanın 7 (1) (g) maddesi kapsamında yanıltıcı olarak nitelendirilemeyeceği ve yanıltıcı olmayan kullanımının da mümkün olduğuna kanaat getirir.

Solnova AG, EUIPO Temyiz Kurulu’nun hükümsüzlük talebini reddetmesi kararına karşı dava açar ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nce 13 Mayıs 2020 tarihli T‑86/19 sayılı kararla sonuçlandırılır.

Genel Mahkeme, EUIPO Temyiz Kurulu kararını aşağıdaki gerekçeler bakımından yerinde bulur:  

Hükümsüzlüğü talep edilen markanın:

  1. Ayırt edici karakterden yoksun olmadığı,
  2. Tanımlayıcı olmadığı,
  3. Kamu düzenine aykırı olmadığı.

Bu bağlamda Genel Mahkeme yukarıda yer verilen hususlarda Temyiz Kurulu ile aynı yönde karar bildirir ve Kurulun bu kapsamda herhangi bir değerlendirme hatası yapmadığına kanaat getirir.

Mahkeme de “SHOCKER” (şok edici) teriminin anlamının ‘şok edici’ bir şeye atıfta bulunduğunu ve öldürme veya itmeye yönelik bir atıfta bulunmadığını tespit etmiştir. Bu nedenle, “SHOCKER” kelimesi ile böcek kovucu ürünler doğrudan ilişkilendirilemez ve aynı zamanda hükümsüzlük talebine konu malları veya bunların özelliklerini tüketiciye doğrudan çağrıştıracak nitelikte değildir.

Bu değerlendirme, aynı zamanda, bir hükümsüzlük davasında bir markanın ayırt edici karakterine ilişkin delillerin, talebe konu markanın başvurusunun yapıldığı tarih itibarıyla değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Çünkü inceleme konusu davada, hükümsüzlük talebinde bulunan tarafından sunulan deliller, davaya konu markanın başvurusunun yapıldığı tarihte “şok edici” kelimesinin böcek kovucu ürünler için genel bir kullanım olduğunu kanıtlamak için yetersiz bulunmuştur.

Bununla birlikte Genel Mahkeme, hükümsüzlük talebinin konusu markanın yanıltıcı olduğu gerekçesiyle Temyiz Kurulu kararını kısmen iptal eder.

Genel Mahkeme, Temyiz Kurulu’ndan farklı olarak hükümsüzlüğü talep edilen markanın; yanıltıcılık açısından, yanıltıcı olmadan da kullanılmasının mümkün olacağı düşünülse dahi, konu zararlı organizmaları yok etme, uzaklaştırma veya zararsız hale getirme, eylemlerini engelleme veya başka bir şekilde onlarla mücadele etmeye yönelik üretilen ve bu amaçla bir veya daha fazla aktif madde içeren biyosidal ürünler özelinde değerlendirildiğinde, yanıltma riskinin mevcut olduğu yönünde karar verir.

Böylelikle biyosidal ürün üzerinde “bio” gibi bir ifadenin varlığı, içtihat kapsamında tüketiciyi ciddi derecede yanıltma riski oluşturmaya yeterli olarak görülmüştür.

Mahkeme, “bio” kelimesinin günümüzde olumlu çağrışımlar yaratabilecek derecede bir anlam kazandığına kanaat getirmiştir. Sunulan ürüne bağlı olarak farklı bir şekilde algılanabilmesi mümkün olsa da, “bio” kelimesinin genel olarak çevreye saygı, doğal malzemelerin kullanımı ve hatta ekolojik üretim süreçlerine atıfta bulunduğu dikkate alınmıştır. Zira, markanın temel işlevinin, tüketiciye veya son kullanıcıya ilgili mal veya hizmetin asıl kimliğini garanti etmek olduğu unutulmamalıdır.

Netice olarak; Genel Mahkeme’ye göre incelenen vakada, markanın yanıltıcı olmayan bir şekilde kullanım olasılığı bulunsa dahi, bu durum yine de markanın yanıltıcı niteliğinin olmadığına kanaat getirmeye yetmeyecektir. Bu nedenle tüm mallar için hükümsüzlüğü talep edilen marka, Sınıf 1 ve Sınıf 5’te yer alan biyosidal ürünler olarak tanımlanan aşağıdaki mallar için yanıltıcı bulunur ve markanın belirtilen mallar bakımından kısmen hükümsüzlüğüne karar verilir:

Sınıf 1: “Üretime yönelik biyosidal ürünler; biyosit üretiminde kullanılacak kimyasal müstahzarlar; böcek öldürücüler için kimyasal katkı maddeleri”;

Sınıf 5: “Dezenfektanlar; zararlı hayvanları yok etmek için hazırlık ürünleri; parazit öldürücüler; tıbbi veya veterinerlikte kullanım için bakteriyolojik müstahzarlar; ilaçlı spreyler; antibakteriyel spreyler; böcek öldürücüler; böcek cezbediciler; böcek kovucu spreyler; böcek kovucular; böcek öldürücü müstahzarlar; böcek büyüme düzenleyicileri; böcek kovucularla emprenye edilmiş mendiller; pire tozları; pire spreyleri; pire tasmaları; pire önleyici preparatlar; hayvanlar için pire tasmaları; hayvanlar için pire tozları; biyositler; hayvanları uzak tutmak için kovucu müstahzarlar; veterinerlik aşıları; veteriner kullanımı için hijyenik müstahzarlar”;

Mahkemece hükümsüzlük kararı kapsamı dışında bırakılan mallar ise şu şekildedir:

Sınıf 5: “Tıbbi kullanım için gıda takviyeleri; anti-enflamatuar spreyler; veterinerlik ürünleri; veteriner teşhis reaktifleri; veterinerlik amaçlı gıda takviyeleri”

Sınıf 31: “Canlı hayvanlar; taze meyve ve sebzeler; Malt; Hayvan içecekleri; Yemler.”

Sonuç yerine:

Bundan birkaç ay önce, pandemi nedeniyle İstanbul sokakları için ilaçlama hizmetlerinin aksaması ve kanalizasyon bakımlarının düzenli yapılmaması nedeniyle, tertemiz evimize balkon giderinden tırmanan ve 1 saat içerisinde 50’den fazla kişilik ekibiyle –şaka değil– evde dans etmeye başlayan devcileyin Gregor Samsa’larla karşılaşmıştık. Can havliyle hemen bir ilaçlama ekibi çağırmıştık ve yine çok uzun da araştıramadan acilen kendimizin de uygulayabileceği ve etkili olduğuna dair kullanıcı yorumlarının olduğu bir böcek kovucu siparişi vermiştik. Açıkçası o gün ben de üstünde “BIO” yazan bir böcek kovucuya rastlasaydım, kendilerinden radyasyon zırhı bile üretilmiş olan bu arkadaşların gücünü bile bile yine de ilk seçeneğim o olabilirdi.  Sizlere aktardığım Genel Mahkeme kararı da bu anlamda beni destekler nitelikte olmuş ya da ben onu.

Aslı BAŞPINAR

Eylül 2020

asli.baspinar86@gmail.com

COĞRAFİ İŞARETLER, COĞRAFİ YER ADI İÇERİR MARKALAR VE “BOLU ÇİKOLATASI” KARARI

6769 s. Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m. 33 kapsamında yer alan düzenleme uyarınca  “doğal ve beşerî unsurların bir araya gelmesi sonucu gıda, tarım, maden, el sanatları ürünleri ve sanayi ürünlerinden bu kitapta yer alan şartlara uygun olanlar, tescil edilmesi şartıyla, coğrafi işaret veya geleneksel ürün adı korumasından” yararlanabilir.

Coğrafi işaretler, Türk Patent ve Marka Kurumu’nun yayınlamış olduğu başvuru kılavuzunda[1] da ifade edildiği üzere temel olarak benzerlerinden farklılaşmış ve bu farkı kaynaklandığı yöreye borçlu olan yöresel ürün adlarını ifade eder. Bu anlamda coğrafi işaret, belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri bakımından kökenin bulunduğu yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş bir ürünü gösteren işarettir.

Coğrafi işaret tescili ile amaçlanan, tek bir üreticiyi değil, belirli şartlar altında üretim yapan kişi ya da firmaların tümünü korumak ve özünde de coğrafi işarete konu ürünün niteliğinin bozulmayarak tüketiciye ulaştırılmasıdır. Bu anlamda tescil ile işaret üzerinde tekel yaratılma amacı güdülmemekte olup tam tersi ürünün özüne uygun olmadığı halde coğrafi işaretin ünü ve değerinden yarar sağlamak isteyenlerin önüne geçilmek istenilmektedir. Bu sayede ürüne niteliğini veren unsurların değiştirilmesinin, denetim mekanizmaları aracılığıyla engellenmesi sağlanmakta ve tek bir kimsenin değil, belli bir grubun, bölgenin, ülkenin ve genel tanımıyla kamunun kolektif menfaati korunmaktadır.

Bu nedenledir ki coğrafi işaretli ürünlerin üreticileri, ürünlerin üretimi sırasında, ürünün karakteristik özelliklerinin korunması amacıyla çoğu zaman üretim miktarını sınırlı tutarak faaliyetlerini yürütmektedirler. Bunun karşılığı olarak ise coğrafi işaretli ürünler, alternatiflerine göre genel olarak daha yüksek fiyata alıcı bulabilmektedirler. Örneğin bu konuda yazılmış bir makalede[2] sadece coğrafi işarete konu ürünlerde 2012 yılı verilerine göre, Fransa’nın 19 milyar avro gelir elde ettiği, coğrafi işaretli ürünlerin ihracatından 6 milyar avro gelir sağladığı ve bu rakamın gıda endüstrisinin yıllık toplam ihracatının %30’unu oluşturduğu belirtilmiş ve devamında coğrafi işaretli Fransız peynirlerinin, diğer peynirlere göre %30 oranında, şaraplar ise %230 oranında daha yüksek fiyata alıcı bulduklarına değinilmiştir.

Nitekim ülkemizdeki durum da farklı olmayıp yapılan araştırmalarda coğrafi işaretli bir ürün olan “Ayvalık Zeytinyağı” na olan tüketici talebinin,  coğrafi işaret niteliği göstermeyen rakiplerine kıyasla  %58  daha  fazla olduğu,  yine  aynı  ürün için tüketicilerin  %82’sinin daha  fazla ücret ödemeyi  kabul  ettikleri tespit edilmiştir. [3] 

Dolayısıyla coğrafi işaretler tüketicinin satın alım tercihlerini doğrudan etkileyen, tüketicinin piyasa koşullarına nazaran daha yüksek fiyatlar ödemeye isteyerek razı olduğu ürünlerdir. Bu ürünlerin üretimleri, karakteristik özelliklerinin hiçbir surette bozulmaması suretiyle gerçekleştirilmesi gerektiğinden, üretim maliyetlerinin artması ve bunun ürün fiyatına yansıması toplum nezdinde kabul görmüş bir durum olup bu ürünlerin herkes tarafından üretilmesi mümkün ise de üretimin belli kriterlerin korunarak yapılması da bir zorunluluktur.

Bu açıklamaların temelinde coğrafi işaret koruması ile hedeflenenin tek başına bir sınai hak tescili elde etmek olmadığı, coğrafi işaretlerin arkasında kültürel, sosyolojik, ekonomik daha birçok sebebin gözlendiği ve var olduğunun gösterilmesi yatmaktadır. Coğrafi işaretlerin SMK m. 148 uyarınca lisans, devir, intikal, haciz ve benzeri hukuki işlemlere konu olamaması ve teminat olarak gösterilememesinin nedenlerinden biri de yine bu niteliğidir.

Coğrafi işaretler ile ilgili süregelen en temel tartışma konusu da bu işaretlerin çoğu zaman coğrafi kaynak gösteren ibareler içerir markalar ile karıştırılmasıdır. Terminolojik olarak coğrafî marka kavramı kapsamına temel olarak bir coğrafî yerin adını içeren kelime markaları girmektedir.[4] Örneğin yazının da temel örneklemi olan “Bolu Çikolatası” markası, coğrafi bir yer adı olan “bolu” ve “çikolata” ürün adının kullanılması ile oluşturulmuş bir markadır. Bolu ili, çikolata ürünleri ile meşhur veya yaygın bilinirliği olan bir yer değildir. Çikolata ürünü bölgeyle özdeş hale gelmiş bir ürün çeşidi ise hiç değildir. Bu ibarenin coğrafi işaret tescili amacıyla gerçekleştirilmiş olunan C2010/047 sayılı coğrafi işaret başvurusu Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde reddedilmişken[5], aynı ibarenin tüzel bir kişi adına 2012/24176 sayısı ile marka tescil korumasına layık görüldüğü anlaşılmaktadır.

Markalar ve coğrafi işaretlerin her ikisi de, belli mal ve hizmetler için talep edilirler. Yukarıda da belirtildiği üzere aralarındaki temel farklardan biri, markaların üzerinde kullanılacağı mal ve hizmetlerin, sahibinin inisiyatifine bağlı olarak seçilmesine karşın coğrafi işaretlerde korumanın talep edildiği malların keyfi olarak seçilememesidir.[6] Bununla birlikte markaların, esas unsurlarını korumak suretiyle tescil kapsamına uygun şekilde kullanılmaları gerekirken, coğrafi işaretlerde, işarete konu ürünün coğrafi işaret kriterlerine uygun üretilmesi/kullanılması gerekmektedir.

Bu anlamda coğrafi işaretlerin, marka olarak tescilin önüne geçilmesinde toplum menfaati yer almakta olup ulusal marka mevzuatlarının çoğunda, coğrafi işaret içerir marka başvuruları mutlak ret nedenleri gözetilerek reddedilmektedir.[7] Nitekim SMK m. 5/1-i hükmünde tescilli coğrafi işaretten oluşan ya da tescilli coğrafi işaret içeren işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceği bir mutlak ret nedeni olarak düzenlenmiştir. Madde gerekçesine göre, söz konusu düzenleme ile müstakil bir sınai mülkiyet hakkı olan coğrafi işaretlerin hususiyetle korunması amaçlanmıştır. Hatta bu korumada tescilli coğrafi işaretin marka örneğinde yalnızca esas unsur olarak değil, tali unsur olarak kullanımı halinde dahi marka başvurusu reddedilecektir. Söz gelimi, Çorum Leblebisi veya Antep Fıstığı gibi ibareleri esas unsur veya tali unsur olarak içeren işaretlerin bu düzenleme ile tescili yasaklanmıştır.[8] Her ne kadar tüketici algı ve tercihlerinde, markanın esas unsuru önem taşımakta ise de markada coğrafi işaret korumasına alınmış bir ibareye yer verilmiş olunması da yine tüketici açısından bir tercih nedeni olacağından, kanun koyucu işaretin esas veya tali unsur olarak kullanımı arasında bir ayrıma gitmemiştir.

Keza SMK m.48’de de coğrafi işaretler ve markalar arasındaki ilişki özel olarak düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında “coğrafi işaretin tescilinden sonra 44 üncü maddede belirtilen biçimlerde veya tescile konu coğrafi işaretle ilgili mal veya hizmetler için kullanılmak üzere yapılan marka başvurusu reddedilir, tescil edilmiş ise dava yoluyla hükümsüz kılınabilir” düzenlenmesine yer verildiği görülmektedir.

Madde metni ve gerekçesi son derece açık olup tescil edilmiş bir coğrafi işaretin, coğrafi işaret ile ilgili mal veya hizmetleri kapsayacak herhangi bir şekilde marka tescil başvurusuna konu edilmesi bir ret; tescil edilmiş ise hükümsüzlük gerekçesi olacaktır. Coğrafi işaret tescillerinin korunması hakkındaki uluslararası düzenlemelerden biri de Paris Sözleşmesi’nin 1. mükerrer 10. maddesi olup, üye devletlerin coğrafi işaretleri haksız rekabete karşı etkili biçimde korumaları yükümlülüğünü içermekte ve haksız rekabet koruması ülkeden ülkeye farklılık göstermekte ise de ürünlerin coğrafi kökenleri bakımından halkı yanıltıcı nitelikteki kullanımların haksız rekabet oluşturduğu genel kabul görmektedir.[9]

Dolayısıyla tescilli bir coğrafi işaretin, daha sonradan herhangi bir şekilde marka korumasına konu edilememesinin temelinde de coğrafi işarete, marka başvurularında yer veren hak sahipleri lehine, tüketici algısında haksız bir menfaat temin edilmesinin önüne geçilmek istenilmesi yer almaktadır. Nasıl ki coğrafi işaret tesciline sahip bir ürün, tüketici nezdinde doğrudan kalite algısı yaratmakta ve tüketici açısından öncelikli tercih sebebi olmakta ise bu ibareyi içerir bir markanın da rakiplerine göre tercih edilme önceliği bakımından haksız bir avantaj sağlaması bu sayede önlenmeye çalışılmaktadır.

Tescilli bir coğrafi işaretin, daha sonradan marka başvurusuna konu edilememesi durumu net ve herhangi bir tartışmaya tabi olmaksızın engellenmiştir. Ancak SMK m. 48/2’de “coğrafi işaretle aynı veya benzer bir marka, coğrafi işaretin korunmasından önce iyiniyetle tescil edilmiş veya bu markanın kullanım hakkı iyiniyetle kazanılmışsa, coğrafi işaretin hak sahibine verdiği yetkiler, marka başvurusunun tesciline ve iyiniyetli kullanımına zarar vermez” şeklinde farklı bir düzenleme daha yer almaktadır.

Bu düzenlemeye göre coğrafi işaret ile aynı veya benzer nitelikte olan bir markanın, coğrafi işaret tescilinden önce iyi niyetle tescil edilmiş veya fiili kullanıma dayalı olarak işaret üzerinde bir hak elde edilmiş olması halinde coğrafi işaretten doğan hakların, önceki tescile zarar veremeyeceği ifade olunmuştur. Kanun koyucu bu düzenleme ile henüz coğrafi işaret tesciline konu edilmemiş ve coğrafi kaynak gösterme (SMK m. 5/1-c) ve tüketiciyi yanıltma (SMK m. 5/1-f) mutlak ret nedenlerine de takılmamış coğrafi yer adı içerir bir işareti, önceden tescil ettirmiş veya önceden beri kullanan hak sahiplerini korumaktadır. Söz gelimi Yargıtay  11. Hukuk Dairesi 12.03.2018T., 2016/7743E., 2018/1879K. sayılı ilamında “bolu çikolatası” markası ile ilgili olarak; “Bolu Çikolatası’ ibareli markanın 30. sınıfta yer alan “Şekerlemeler, çikolatalar, bisküviler, krakerler, gofretler.“ yönünden tescil başvurusunda bulunulduğu, davacı başvurusunun KHK m. 7/1-a hükmüne göre marka olma niteliğine sahip olduğu, dava konusu  başvurunun “Bolu” sözcüğünün coğrafi yer adı olması ve “Çikolata” kelimesinin de tescil ettirilmek istenen ürünün adı olması sebebiyle 556 sayılı KHK m. 7/1-c hükmü anlamında “Çikolata” emtiasının tescilinin mümkün olmadığı, diğer emtialar açısından bir tescil engeli bulunmadığı, ancak davacının dava konusu markayı 2001 yılından itibaren çikolata emtiası için kullandığının 2 ayrı mahkeme kararı ile sabit olduğundan 7/1-c hükmündeki tescil engelinin 7/2 hükmü sebebiyle aşılabileceği, bu nedenle kesinleşmiş mahkeme kararlarına rağmen farklı bir değerlendirme yapılmayacağı…” şeklindeki gerekçelere haiz yerel mahkeme kararını onamış ve  “BOLU ÇİKOLATASI” ibaresinin tescili mümkün bir marka olduğuna ve yine bu işaret üzerinde 2001 yılından itibaren işareti kullanan marka sahibinin hak sahibi olduğuna dikkat çekmiştir. Bu bağlamda her ne kadar “BOLU ÇİKOLATASI” markası için gerçekleştirildiği belirtilen coğrafi işaret başvurusu reddedilmiş ise de bu başvuru kabul edilmiş olunsaydı dahi, mezkur düzenlemeler uyarınca, SMK m. 48/2 uyarınca coğrafi işaret tescilinden doğan hakların, evvelden beri marka hakkını elinde bulunduran hak sahibine karşı kullanılması zaten mümkün olamayacaktı. Bu düzenleme ile kanun koyucu, coğrafi işaret tescilinden önce markasına yatırım yapmış, markasını korumuş, markasına belli bir değer kazandırmayı başarmış hak sahibini korumayı amaçlamıştır.

SMK m. 48’in son fıkrasında ise tescilli bir markanın sahip olduğu itibar, ün ve kullanım süresi de göz önünde bulundurularak bu marka ile aynı veya benzer olması sebebiyle markanın varlığına zarar verici veya gerçek kaynağı konusunda yanıltıcı olacak nitelikteki adların coğrafi işaret tesciline, önceki tarihli hak sahibinin itirazı üzerine izin verilmeyeceği düzenlenmiştir. SMK m.48/2’deki düzenlemenin farklı bir yorumu olan bu düzenleme ile tescilli marka ile aynı veya benzer nitelikteki coğrafi işaret başvurusunun, önceki markanın uzunca süredir kullanımı neticesinde elde ettiği itibar ve ün gözetilerek, marka sahibi tarafından, bu durumu ispatlaması kaydıyla, engellenebileceği düzenlenmiştir. Yine “Bolu Çikolatası” örneği çerçevesinde düzenleme ele alındığında, yukarı yer verilen Yargıtay ilamında da belirtildiği üzere evvelden beri hak sahibi tarafından kullanımı bulunan ve tescil edilmiş bu işaretin, günümüz itibariyle coğrafi işaret korumasına haiz olup olamayacağının takdiri marka sahibine bırakılmıştır. Bu anlamda marka sahibinin, “Bolu Çikolatası” ibaresi ile gerçekleştirilecek olası bir coğrafi işaret başvurusuna itiraz etmesi halinde, sahip olduğu işbu kesinleşmiş mahkeme kararları ile coğrafi işaretin tescilini engelleme olasılığı bulunduğu değerlendirilebilir. Görüleceği üzere kanun koyucu burada, herhangi bir tescilli markadan bahsetmemiş ve “itibar, ün ve kullanım süresi” kavramları ile aslında kullanım sonucu ayırt edicilik kazanma kavramına atıfta bulunarak marka sahibi için önemli bir ticari değer ve gayri maddi bir mülkiyet hakkı olan marka hakkını korumadaki menfaati, coğrafi işaret koruması ile elde edilecek menfaatten daha yüksek görmüştür.

Sonuç olarak coğrafi işaret ve coğrafi yer adı içerir markalar kimi durumlarda birbiri ile iç içe geçebilir ise de kanun koyucu getirdiği yasal düzenlemeler ile hangi durumlarda hangi hak ve menfaatin ne şekilde korunacağını açıkça düzenlemiş olup bu düzenleme kapsamında kamu menfaatinin yanı sıra coğrafi yer adı içerir şekilde tescilli bireysel marka sahiplerinin de mülkiyet hakkının varlığı da korunarak toplum/birey menfaat dengesi çerçevesinde bir denge oluşturulmuştur.

Poyraz DENİZ

Eylül 2020

poyrazdeniz@hotmail.com


[1] https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/resources/temp/6B3F914C-E72C-437C-8A30-F50C51DE0A23.pdf

[2] https://statik.tse.org.tr/upload/tr/dosya/icerikyonetimi/8920/16012018110046-2.pdf

[3] Zuluğ, A. 2010. Coğrafi İşaretli Gıdalara İlişkin Tüketici Tercihleri Üzerine Bir Araştırma: İstanbul Örneği, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir. 186s

[4] Yıldız, B.  Yargıtay Kararları Işığında Coğrafi Markalar, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:9, Sayı: 2, 2018

[5] Türk Patent ve Marka Kurumu sicil kayıtları araştırılmıştır.

[6] Coşkun, A. Coğrafi Işaretler, s. 78, Ankara – Ocak 2001

[7] Coşkun, s. 85

[8] Abacıoğlu Viskuşenko, M.Markalar Ile Ilgili Sinai Mülkiyet Kanunu’nda Yer Alan Değişiklikler, FMR 2018/1, Ankara

[9] Güneş, İ. 2012. Marka Hukuku’nda Önceye Dayali Haklar.

LOUIS VUITTON BU SEFER DAMA DESENİ DAVASINI KAZANDI!

Louis Vuitton markasının çantalarda-bavullarda kullandığı şöyle bir deseni var.

Bu desenin farklı renkleri mevcut ve gördüğünüz renk kombinasyonundaki “Damier Azur” diye anılıyor.

Geçtiğimiz yıllarda 18-78 yaş arası hanımlar arasında orjinali-taklidi bu deseni içeren çantalardan almayanı dövüyorlardı sanırım(!), yoksa bu kadar çok kadının bu çantaları takmasının başka ne anlamı olabilirdi ki? Benim için pek de heyecan uyandıran bir desen değil doğrusu, ama  alana da lafımız yok ne de olsa kişisel beğeni meselesi.  

Ama olayın marka hukuku boyutuna gelirsek tabii ki ben (de) yüz metreden yukarıdaki deseni taşıyan bir çantanın  L. Vuitton olduğunu düşünürüm. Taklit mi orijinal mi konusu ise ancak yakına gelince anlaşılıyor maalesef, çünkü evet bazı taklitler fena halde başarılı.  

L.Vuitton’un bu desenle ilgili daha evvel başı iki kez derde girmişti. Önceki ihtilaflarda aynı desenin farklı renk kombinasyonunu içeren markaların ayırt edici olmadığı VE bütün Avrupa Birliği nezdinde kullanımla ayırtedicilik kazanmadığı yönünde kararlar çıkmıştı, fakat kararların verilmesinden sonra davacılar davalarını geri çekmişti. Ama bu kez Genel Mahkeme bugün inceleyeceğimiz 10/06/2020 tarih ve  T 105/19 nolu kararıyla L. Vuitton lehine karar verdi.

Hepimizin bildiği bir gerçek var; farklı renklerde karelerden oluşan deseni (kısaca dama deseni diyelim) L. Vuitton icat etmedi. Bu aşağı yukarı insanlık tarihi kadar eski bir desen ve bugüne kadar hemen her çeşit mal üzerine farklı versiyonlarla uygulanmış durumda. Ama 18.sınıftaki mallar açısından desen ve doku kaynak olarak L.Vuitton’u  gösteriyor mu derseniz;bence kesin gösteriyor.

Louis Vuitton Malletier 2008  yılında işareti için WIPO üzerinden 18.sınıfta yaptığı 986207 numaralı uluslararası başvuruda AB’yi de seçiyor  ve marka EUIPO nezdinde sorunsuz tescil ediliyor. 2015 Yılına gelindiğinde Polonya vatandaşı Norbert Wisniewski EUIPO’ya başvurarak bahsi geçen tescile konu işaretin  ayırt edicilikten yoksun olduğu gerekçesiyle hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ediyor. EUIPO İptal Birimi hükümsüzlük talebini kabul edince L. Vuitton Temyiz Kurulu’na başvuruyor ama sonuç değişmiyor; bunun üzerine L.Vuitton dosyayı Genel Mahkeme’ye taşıyor. 

L. Vuitton temelde kısaca diyor ki;

1- EUIPO tarafından tescil edilmiş olması zaten bu işaretin doğuştan/özünde ayırt edici olduğunun en açık delilidir, bunun aksini iddia edip hükümsüzlük talebinde bulunan iddiasını ispatlamak zorundadır. Karşı tarafın bu konuda sunduğu deliller  hem çok kıttı, hem de delil gücüne sahip değildi. Buna rağmen EUIPO delillerin bahsi geçen niteliğini hiç gözönüne almadan kararını sözde çok bilinir olduğunu belirttiği gerçeklere dayandırdı. Bu durumda EUIPO marka için  yeniden bir inceleme yapmış oldu, halbuki EUIPO’nun böyle bir yetkisi olmadığı gibi zaten yaptığı inceleme de hatalı.   

2- Dosyaya kullanımla ayırtedicilik kazanmaya dair sunduğumuz deliller EUIPO tarafından doğru düzgün incelenmedi.

EUIPO bu dosyada inceleme yaparken üç boyutlu markalara ilişkin içtihada dayanmış. Genel Mahkeme de EUIPO’nun şu genel alıntısına katılıyor; belirlenmiş prensiplere göre, bir marka ancak başvuruya konu mal/hizmetlerin dahil olduğu sektörün norm ve gelenek göreneklerinden esaslı şekilde uzaklaşırsa   ve kaynak gösterme fonksiyonuna sahipse  tescil edilir. EUIPO’ya göre; dekoratif sanatlar alanında dama deseni son derece basit ve bilinen bir desen ve sayısız varyasyonuyla kullanılagelmiştir, yani bu desen 18.sınıfa giren mallar için sektörün normları ile gelenek ve göreneklerinden  uzaklaşan bir yapıda değildir. Yine EUIPO’ya göre işarette karelerin içindeki örgülü ve çözgülü yapı sanki iki farklı  yapı/dokuma birbiri içinden geçerek örülmüşçesine  bir görsel efekt yaratsa dahi bu 18. Sınıfa giren mallar açısından geleneksel bir yapıdır. 

Genel Mahkeme önce EUIPO’nun incelemede hata yapıp yapmadığına bakıyor ve diyor ki; bir marka başvurusu için  mutlak red sebepleri yönünden inceleme yapılırken- işaretin doğuştan ayırtedici olup olmadığını incelerken-   EUIPO  kendi incelemesini yapar ve kendi bildiği vakaları da gözönüne alır. Ancak  hükümsüzlük prosedürüne gelindiğinde Temyiz Kurulu artık   bu konuda yeniden inceleme yapmaz, yani  işaretin ayırt edicilik vasfına sahip olduğu varsayımsal olarak kabul edilir. Bu durumda tescilli bir markanın ayırt edici olmaması sebebiyle hükümsüzlüğüne karar verilmesini isteyen kişi   bu iddiasını ispatla yükümlüdür ve zaten ortada başvuru tarihinde de mevcut vakalar/gerçekler vardıysa bunları EUIPO’ya hatırlatmak da gene onun sorumluluğundadır. Ancak, her ne kadar tescil markanın ayırtedici olduğu varsayımının güçlü bir delili ise de, hükümsüzlük talebi halinde bu durum EUIPO’nun talepte bulunanın sunduğu delilleri incelemeyeceği VE  dava konusu marka tescile konu olduğu sırada dosyayı inceleyen uzman tarafından gözden kaçırılmış bilinen gerçekleri dikkate  almayacağı anlamına gelmez.   

Bu dosyada hükümsüzlük talebinde bulunan kişi, üzerine damalı desenler uygulanmış başkalarına ait tekstil ürünleri ve 18.sınıfa giren çanta vs emtiaların fotoğraflarını dosyaya sunmuş ve doğal olarak L. Vuitton aleyhine damalı desene ilişkin verilmiş önceki kararlara da dayanmış. (T 360/12, yayınlanmamış,  ve T 359/12 nolu dosyalar). Tabii aslında EUIPO da kararında bu önceki kararlara dayanıyor. Genel Mahkeme kararında bunları gözönüne alarak EUIPO’nun  aslında karar verirken markanın ayırt ediciliği ile ilgili yeni bir inceleme yapmadığını, talepte bulunanın sunduğu deliller ile iyi  bilinen gerçekleri gözönüne aldığını ve bununda doğru bir inceleme metodu olduğunu söylüyor.

Habire “iyi  bilinen gerçekler” kavramından bahsediyoruz, nedir bu? AB İçtihat Hukuku’na göre “iyi bilinen gerçekler”; herkes tarafından biliniyor olması muhtemel yada genel olarak ulaşılabilecek kaynaklardan edinilmesi mümkün olan vak’a ve gerçeklerdir. (24/10/2018, Bayer v EUIPO — Uni-Pharma (SALOSPIR), T 261/17, yayınlanmamış, EU:T:2018:710, paragraf 42).

Kısaca söylemek gerekirse, Genel Mahkeme; EUIPO’nun dama desenini andıran bu desenin  hep var olduğu, sektör normlarından ve geleneklerden uzaklaşmadığı, günlük yaşamda  son derece bilinen bir desen olduğu, desendeki karelerin içindeki illüzyon yaratan atkılı dokuların bu realiteye bir etkisi olmadığı yönündeki   görüşüne katılıyor + daha önceki L.Vuitton kararlarına da aynen atıf yapıyor ve diyor ki EUIPO’nun bu çok bilinen gerçekleri gözönüne almasında hukuka aykırı bir durum yok, sadece işaret tescile konu olduğunda dosyayı inceleyen uzman bunu gözden kaçırmış.

Dosyada L. Vuitton kendi aleyhine çıkmış eski tarihli kararların davaların geri çekilmesi sebebiyle kesin hüküm oluşturmayacağını, bu kararlarda dama desenine ilişkin yapılmış tespitlerin bağlayıcılığı olmayacağını iddia etse de Genel Mahkeme bunu kabul etmiyor ve diyor ki ; o kararlar olmasaydı da göz önüne alınan hususlar herkesin bildiği gerçekler zaten + önceki  davaların geri çekilmiş olması o kararların göz önüne alınamayacağı anlamına gelmez + önceki davalardaki dama desenleri renk olarak farklı olsa da bu durum eski davalardaki kararların huzurdaki dava ile bağlantısız olduğu anlamına gelmez çünkü  desen aynı desen aslında + EUIPO bu eski davaları göz önüne alarak hatalı bir inceleme yapmış değil.  Ezcümle Mahkeme EUIPO’nun markanın ayırt edicilik vasfını taşımadığına ilişkin görüşünü kabul ediyor.

Ancak bu davayı önceki L.Vuitton dama deseni kararlarından ayrıştıran asıl konu kullanımla ayırt ediciliğin kabul edilişi oluyor. EUIPO hükümsüzlük talebini kabul ederken kullanımla ayırt ediciliğin ispatlanamadığını da söylemiş ama Genel Mahkeme aynı görüşte değil.

L. Vuitton’a göre; EUIPO Temyiz Kurulu kullanıma ilişkin sunulan delilleri  markanın  2008 yılında bütün AB ülkelerinde kullanımı yönünden  tüm yönleriyle incelemedi, EUIPO bu delillerdeki ülkeleri 3 gruba ayırdı ve sadece 3. Gruba giren ülkelere ilişkin delillere bakarak aleyhte  karar verdi.L. Vuitton’a göre  EUIPO’nun 1. ve 2. Gruptaki ülkelere ilişkin sunulmuş delillerin incelenmesine gerek olmadığını söyleyerek bunları inceleme dışı bırakması hem hatalı hem de hukuka aykırı.

Kullanıma ayırt edicilik kazanma konusunda ispat yükünün marka sahibi üzerinde olduğu malum. Burada diğer vakalar yanında markayı taşıyan malların piyasadaki payı, markanın ne yoğunlukta ve ne kadar  süredir kullanıldığı gibi faktörler göz önüne alınıyor. AB nezdinde kullanım ispatının kendine özgü bölgesel bir özelliği var elbette; AB’nin üniter yapısı göz önüne alındığında kullanımla ayırt edicilik kazanmanın tüm AB nezdinde ispatı aranıyor prensip olarak, eğer marka bir AB tescili ise (25/07/2018, Société des produits Nestlé and Others v Mondelez UK Holdings & Services, C 84/17 P, C 85/17 P ve C 95/17 P, EU:C:2018:596). Tabi marka sadece bazı üye ülkeler yönünden başlangıçtan beri ayırt edicilik içermiyorsa o zaman bütün üye ülkelerde kullanımla ayırt ediciliğin ispatı gerekmiyor.Kullanımın ispatına binaen L. Vuitton EUIPO’ya satış istatistiklerinden, reklam kampanyalarına, güvenilir marka değerleme şirketlerinin yaptığı sıralamalardan , global ve Avrupa bazında piyasa payını gösteren raporlamalara kadar birçok delil sunmuş.

EUIPO dosyayı incelerken AB ülkelerini şu şekilde 3 gruba ayırmış;

  1. Grup; Almanya, İspanya, Fransa, Macaristan, İtalya, Hollanda, Polonya,Romanya, Birleşik Krallık ve İsveç
  2. Grup; Avusturya, Belçika, Kıbrıs, Danimarka, Finlandiya, Yunanistan, İrlanda, Lüksemburg, Portekiz ve Çekya
  3. Grup; Bulgaristan, Estonya, Latvia, Litvanya,Malta, Slovenya ve Slovakya

3.Grupta yer alan  ülkeler AB nüfusunun sadece %4’ünü oluşturuyor. Buralarda L.Vuitton’un mağazası yok,ancak L. Vuitton bu ülkelerde yaşayan ilgili tüketicilerin dava konusu markayı taşıyan malların kaynağının kendisi olduğunu düşüneceğini iddia ediyor ve mağazası olmasa da adresi bahsi geçen ülkelerde olan müşterilere yapılan satışlara dair faturalar, oralardaki dergilerde çıkmış reklamlar gibi deliller  sunuyor.  Ancak EUIPO bu delillerin 3. Grupta yer alan ülkelerdeki ilgili toplum kesiminin dava konusu markayı taşıyan 18. Sınıfa giren ürünlerin kaynağının L.Vuitton olduğunu düşüneceğini ispat etmediğini, dolayısıyla kullanımla ayırtedicilik kazanmanın ispat edilemediğine karar veriyor. 

Genel Mahkeme’ye göre usul ekonomisi yönünden EUIPO incelemesini 3.Grup ülkeler ile sınırlandırabilir ama buradaki sorun EUIPO’nun neden böyle bir inceleme yöntemi izlediği konusunu gerekçelendirmemiş olması. Oysa ki incelemede gözönüne alınmamış delillerin tüm AB ülkeleriyle alakası olabilir, kaldı ki ABAD’da kararlarında kullanımla ayırtediciliğin kazanılmasında her bir üye ülke için ayrı ayrı delil sunmanın hukuken mecburi olmadığına dair görüş belirtmiş.

Mesela sunulanlar arasında davacının dünyadaki en tanınan lüks segment  ürün şirketlerinden biri olduğunu ve deri ürünler sektöründe AB piyasasındaki en önemli oyuncu olduğunu ispat eden deliller mevcut. 2008-2014 yılları arasında çantalar ve seyahat çantaları alanında L.Vuitton Batı Avrupa ülkelerinde birinci ve Doğu Avrupa ülkelerinde ikinci sırada.  Yada incelenmeyen deliller arasında dava konusu markayı taşıyan ürünlere dair Slovak web sayfalarından alınmış reklamlara ilişkin çıktılar var.  Davacının 3.Gruba giren ülkelerde mağazaları bulunmaması ise kendi pazarlama ve marka stratejisinin bir parçası, yoksa bu tek başına aleyhte bir durum değil. Kaldı ki, tıpkı davacının ifade ettiği gibi,  günümüzde her şeyin elektronikleştiği bir dünyada orada bir mağazanın bulunmaması ilgili toplum kesiminin bir markayı tanımasına engel değil,  diyor Genel Mahkeme. 

Temyiz Kurulu inceleme yaparken dosyaya sunulan internet taraması sonucu elde edilmiş çıktıları da kısmen incelemiş, halbuki Genel Mahkeme’ye göre bunların tümüne bakılmalıydı.Bunun yanında L.Vuitton  dosyaya taklit mallara karşı aldığı hukuki aksiyonlara ilişkin olarak da sayısız delil sunmuş ki bu dava açtığı ülkeler arasında 3. Gruba girenler de var elbette. EUIPO bu delilleri incelerken “bu davalarda sadece işbu ihtilaftaki markayı taşıyan ürünlere el koyulmamış, başka markalar da geçiyor kayıtlarda” diyerek bunların kullanımla ayırtediciliği ispat etmeyeceğini belirtmiş. Genel Mahkeme’ye göre bu yaklaşım da hatalı çünkü herşeyden evvel sunulan bu deliller kamu otoritelerinin taklit mallara el koyulmasına dair tespitlerini içeriyor ve dava konusu markayı taşıyan mallara da el koyulduğunu belirtiyor,  ayrıca davaya konu marka başka bir markayla birlikte/kombine  kullanılarak da ayırtedicilk kazanmış olabilir, ve bir başka önemli noktada bir üye ülkede el koyulan taklit mallar başka bir üye ülkede satılacak olabilir.

Neticeten Genel Mahkeme EUIPO’nun verdiği kararı kullanımla ayırtedicilik yönünden bozuyor. Bu karar uzun zaman sonra nihayet L.Vuitton’a rahat bir nefes aldırmıştır eminim.

Özlem FÜTMAN

Ağustos 2020

ofutman@gmail.com

SOPHIENWALD; AVUSTURYA’DAN YER ADLARINA İLİŞKİN BİR KARAR

Avusturya belki şarap konusunda Fransa veya İtalya liginde değil, fakat kendine özgü üzüm türleri ve ülkeye yayılmış sabırlı ve iyi üreticileri ile yine de hatırı sayılır bir şarap endüstrisi var, öyle ki Viyana’nın hemen dışına çıktığınızda bile üzüm bağlarıyla karşılaşıyorsunuz. Bundan öte Avusturya’nın herkesçe pek de fark edilmeyen bir başka yönü var aslında; şarap kadehleri üreten ünlü markaları! Tabi bu aslında bir tesadüf değil, tarihsel olarak Bohemya’nın bir dönem Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçası olduğunu ve burasının kristal ile cam ürünlerindeki ününü biliyoruz. Bohemya artık Avusturya sınırları içinde olmasa da cam geleneği Avusturya’da da devam ediyor. Avusturya’nın dünyaca meşhur kadeh markaları arasında galiba Türkiye’de en bilineni üzüm türlerine göre tasarladığı kadehleriyle piyasada ilginç bir segment yaratan Riedel. Bir başka çok ünlü marka ise Zalto; ucuz kabul edilemeyecek fiyat skalasıyla genelde tüketicileri biraz ürküten Zalto, ürünleri elinize aldığınızda kuş tüyü gibi hafif ve inanılmaz zarif kadehleriyle insanı kendine hayran bırakıyor. Bugün odaklanacağımız davanın konusu da bir başka kadeh üreticisiyle ilgili; SOFIENWALD. 

SOFIENWALD aslında bugün Çekya sınırları içinde kalmış ve adı da Nová Ves nad Lužnicí olarak değişmiş, özellikle 19. yüzyılda cam ürünleriyle/cam üretimiyle bilinen ufak bir yerleşim.

2014 yılında kurulmuş ve Avusturya’da mukim Sofienwald AG şirketi Avusturya Marka ve Patent Ofisi nezdinde 14-21 ve 33. sınıflarda 2015 yılında aşağıdaki marka için tescil alıyor.

Bahsi geçen markanın mal listesinde “işlenmiş veya kısmen işlenmiş camlar (inşat için olanlar hariç); kadehler, cam eşyalar, porselen ve topraktan mamül ürünler” emtiaları da var.

Akabinde Avusturya Marka ve Patent Ofisi nezdinde bu marka tescilinin coğrafi kaynak belirten işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceği ve işaretin ürünlerin kaynağı konusunda tüketicileri yanıltacağı gerekçeleriyle iptali talep ediliyor; talep reddediliyor. Konu Mahkeme’ye taşınınca Mahkeme markanın iptaline karar veriyor. Mesele burada kapanmıyor ama, dosya Avusturya Yüksek Mahkemesi Oberster Gerichtshof’un (OHG) önüne geliyor nihayetinde. OHG 26.11.2019 tarihinde verdiği 4 Ob 152/19k numaralı kararıyla Viyana Bölge Yüksek Mahkemesi’nin markanın iptaline dair verdiği kararı onuyor.

OHG’nin kararında temel olarak belirttiği hususlar şunlar;

  • Chiemsee dosyasında ABAD’ın işaret ettiği gibi (birleştirilmiş dosyalar C-108/97 and C-109/97) eğer ilgili tüketiciler malları bir yer ile ilişkilendiriyorsa ya da ilişkilendirebilecekse o yer adı marka olarak tescil edilemez. Burada tüketicilerin konu markayı gördüğünde bunu tescile konu mallarla ilişkilendirip ilişkilendirmeyeceğine ve özellikle tüketicilerin bahsi geçen coğrafi ismi ve oradaki ürünlerin karakteristiğinin farkında olup olmadığına bakmak lazım. Eğer tüketici tüm bunların farkındaysa, mallarla coğrafi yeri zihninde bağıntılayabiliyorsa, diğer bir anlatımla yerin adını gördüğünde bunu o ürünler için bir coğrafi kaynak olarak algılıyorsa, yani mallarla o coğrafi yer arasında bir bağlantı olduğu izlenimindeyse-malların orada üretildiğini düşünüyorsa- o vakit  tescile izin verilmemelidir.
  • Eski-tarihi yerlerin isimlerinde, eğer ilgili toplum kesimi halen o yer ile ilgili bir ilişkilendirme yapmıyorsa, o yer adı ile ilgili olarak bu kriter uygulanmaz. Diğer yandan yer adı çoğunlukla hayali-gerçekte mevcut olmayan bir yer olarak algılanıyorsa, o zaman bu durum coğrafi anlamının dışına çıkar. Mesela küçük ve az bilinen, tarihi-kültürel-ekonomik bir önemi olmayan ya da doğal bir karakteristik özelliği bulunmadığı için sadece küçük bir bilgili kişi grubu içerisinde bilinen bir yer adının marka olarak tescilinde sorun yoktur. Diğer yandan ilgili toplum kesimi uzmanlaşmış  bir grup ise bu durumda ilgili toplum kesiminin küçük bir bölümünün algısı dahi bir markanın tesciline engel olmaya yetebilir.
  • SOPHIENWALD’in cam sanatıyla olan tarihsel bağı düşünüldüğünde, en azından Avusturya’da cam alanında uzmanlaşmış kişilerin konu markayı bahsedilen coğrafi yerle veya oradaki işlenmemiş cam malzemesiyle ilişkilendireceği ve ona bir referans olarak algılayacağı açıktır. Ayrıca tescil sahibi de zaten web sayfasında son derece açık biçimde SOPHIENWALD’deki cam yapım geleneğine atıf yapıyor; web sayfasında SOPHIENWALD ibaresinden sonra tescil alındığına ilişkin  “®” işaretinin kullanılması yapılan referansın niteliğini değiştirmiyor.

Diğer yandan 21.sınıfa giren mallar ve özellikle “kadehler” emtiası için coğrafi yerle olan ilişkilendirme son derece açık. İşarette yer alan şekil unsurları markadaki  SOPHIENWALD kelimesinin baskın unsur  olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 

Görüldüğü üzere ABAD’ın Chimsee görüşü aradan 20 yıldan fazla zaman geçtikten sonra bile coğrafi yer adlarının marka olması konusundaki ihtilaflarda yolu aydınlatmaya devam ediyor. 

Özlem FÜTMAN

Haziran 2020

ofutman@gmail.com

“Windsor Kalesi” Çay, Kahve ve Kurabiye İçin Ayırt Edici Bir Marka mıdır?

Morrissey’in Monarşi Eleştirileri Eşliğinde Bir EUIPO Temyiz Kurulu Kararı

Toplumların tarihi ve kültürel hafızaları bakımından özel önem taşıyan yapıların isimlerinin marka olarak tescil edilmesi talepleriyle gerek ülkemizde gerekse de dünyanın farklı ülkelerinde karşılaşılmaktadır. Bu tip marka tescil başvurularının kabul edilip edilmemesi gerekliliği hususunda ise farklı argümanlar öne sürülmektedir. Bir görüşe göre, bu tip isimler diğer ret gerekçeleri kapsamına girmedikleri sürece tescil edilmelidir, çünkü ticari kaynak gösterme işlevini yerine getirmelerinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bir diğer görüşe göre ise toplumun ortak kültürel değeri mahiyetinde bu tür isimlerin, bir kişinin markası olması ve üzerinde tekelci hakların kurulmasına izin verilmesi mümkün olmamalıdır. Başka bir görüş ise başvurunun kapsadığı mal veya hizmetler esasında ayırt ediciliğinin irdelenmesi gerektiğini savunmaktadır.

Bu yazıda, İngilizler için yukarıda belirttiğimiz kapsama girebilecek bir isim olan “Windsor Castle” ibaresinin yani Türkçe adıyla “Windsor Kalesi (veya Sarayı veya Şatosu)”nin marka olarak tescili talebiyle yapılan bir başvuru hakkında EUIPO Temyiz Kurulu’nca verilen kararı okuyucularımızla paylaşacağım.

Bilmeyenler için ön bilgi: İlk hali 11. yüzyılda inşa edilen “Windsor Kalesi”, İngiliz Kraliyet ailesinin ana rezidanslarından birisidir. Şu dönemdeki İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, haftasonları başta olmak üzere zamanının bir kısmını bu kraliyet yerleşkesinde geçirmektedir.



Karara geçmeden dünyaca ünlü şarkıcı Morrissey ve İngiliz Kraliyet ailesi hakkındaki birkaç kişisel gözlemimi aktaracağım. Yazının kişisel kısımlarıyla ilgilenmeyenler, bu kısımları atlayarak doğrudan kararın aktarıldığı bölüme geçebilirler.    

Okurlarımızın bir kısmının tanıdığı “Morrissey” aileden İrlanda kökenli, İngiltere vatandaşı bir şarkıcıdır. Politik alandaki muhalif ve özgürlükçü söylemleriyle de tanınan Morrissey açık bir monarşizm karşıtıdır, yönetim biçimi olarak Cumhuriyeti istemektedir ve İngiliz Kraliyet ailesi hakkındaki eleştirilerini dile getirmekten hiçbir zaman kaçınmamaktadır.

Morrissey’in Kraliyet ailesi hakkındaki demeçlerinden birkaç örnek verelim. (https://www.rollingstone.com/music/music-news/morrissey-prince-is-the-royal-that-people-love-165979/, https://web.archive.org/web/20130526222643/http://foreverill.com/interviews/1985/charming.htm, https://en.wikipedia.org/wiki/Morrissey#cite_note-349)

Kraliçe Elizabeth’in tahta çıkışının 60. yılı kutlanırken; “Bu neyin kutlamasıdır? 60 yıllık bir diktatörlüğün. O benim kraliçem değil, ben bir kul değilim.”

Şarkıcı Prince’in ölüm haberlerinin Kraliçe’nin 90. doğumgünü kutlamaları haberlerinin gölgesinde kalması üzerine; “Prince halkın sevdiği asıl soylu kişidir, buna karşın II. Elizabeth, onu isteyip istemedikleri kendilerine hiç sorulmamış kişilere dayatılmıştır.”

Kraliyet ailesi hakkında; “Onlar beleşçiden başka bir şey değiller.”

Genel olarak; “Kraliyetten gerçekten nefret ediyorum. Hep öyleydim. Saçma bir büyülü hikaye. ..Görebildiğim kadarıyla kraliyet ailesi için harcanan para yakılan paradır…Her durumda bu yanlış bir bağlılık. Faşistçe ve çok çok zalimce olduğunu düşünüyorum. ..Kraliçe 6.000 poundluk bir elbise giydiğinde halka verdiği mesaj şudur: “Bana fantastik biçimde doğuştan hükümranlık hediye edildi ve sizler sümüklü köylülersiniz.””

Morrissey’in politik mesajlarını en doğrudan biçimde verdiği şarkıların başında “Irish Blood English Heart” gelmektedir. Şarkının ismini Türkçe’ye “İrlanda kanı, İngiliz yüreği” olarak çevirmek mümkündür. Morrissey şarkıda, İrlanda kökenli birisi olarak İngiliz yüreği taşıdığını, İngiliz olmanın zehirli hissettirmediği ve bayrağın yanında utanmadan, ırkçı veya bölücü olarak nitelendirilmeden durabileceği zamanları özlediğini, İngilizlerden beklentisinin Oliver Cromwell’in ismine tükürmeleri ve onu selamlamaktan hiçbir zaman geri durmayan Kraliyet ailesini eleştirmeleri-suçlamaları olduğunu belirtmektedir. (Oliver Cromwell, İngiliz İç Savaşı’nda monarşistlere karşı savaşan parlamenter güçlerin başıdır, ancak diktatöryel bir yönetim sergilemiştir ve önemlisi Püriten bir Protestan olarak adı, çoğunluğu Katolik olan İrlandalıların üçüncü sınıf insan muamelesi gördükleri bir dönemle özdeşleşmiştir.) 

Bu kadar açıklamanın üzerine benim bayıldığım bir şarkı olan “Irish Blood English Heart”ın tadını çıkartın öncelikle.

İngiliz monarşisi, Avrupa’daki günümüz monarşilerinin hemen tamamında olduğu gibi sembolik düzeydedir, hatta bir nevi turistik materyal işlevi de görmektedir. Kraliyet ailesinin politik etkisi bulunmasa da, kendi adıma Morrissey’in söylemlerine sonuna dek katılıyorum ve saltanat meselesini kökünden halleden Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularına sonsuz bir minnet duyuyorum.

Safım belli, Morrissey’in yanındayım; Türkiye’de merakla Royal Wedding izleyip, Harry ile William’ın aşk hayatını takip edenlere de hayretle bakıyorum!  



Alman menşeili “Albert Darboven Holding GmbH & KG” firması aşağıda yer alan kelime markasının “Sınıf 16: Kağıttan filtreleme malzemeleri. Sınıf 30: Kahve, çay ve bunların ikameleri, fırıncılık mamulleri, hamur işleri ve kurabiyeler; şeker, doğal tatlandırıcılar.” malları için tescil edilmesi talebiyle Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)‘ne başvuruda bulunur.

WINDSOR-CASTLE

EUIPO uzmanı başvuruyu ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle “Sınıf 30: Kahve, çay ve bunların ikameleri, fırıncılık mamulleri, hamur işleri ve kurabiyeler.” malları bakımından reddeder. Uzmana göre “Windsor Castle” ibaresi İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in ana ikametgahının adıdır, bu özelliğiyle tüm AB’nde bilinmektedir ve aynı zamanda bir turistik mekan işlevi görmektedir. Çıkartılan mallar, bu önemli turistik merkezden alınan hediyelik eşyalar algısı yaratacaktır ve ticari kaynak gösteren bir marka olarak algılanmayacaktır. Markanın çeşitli AB ülkelerinde tescil edilmiş olmasının EUIPO uygulamaları bakımından bağlayıcılığı yoktur, dahası Birleşik Krallık’ın seçildiği uluslararası tescil bir şekil unsuru da içermektedir ve ötesinde bu başvuru Birleşik Krallık’ta kabul edilmemiştir. Ayrıca reddedilen kahve, çay, kurabiye gibi mallar İngiltere’den alınabilecek tipik hediyelerdir ve bu tip mallar için “Windsor-Castle” ibaresi ticari kaynak gösteren bir marka olmaktan ziyade, İngiltere’deki bir turistik lokasyona referans olarak algılanacaktır. 2009 yılında tescil edilmiş bir AB markası bulunsa da, o yıldan bu yana içtihat gelişmiş ve değişmiştir ve AB markalarının tescil edilebilirliği, ofisin önceki kararlarına göre değil, AB yargısınca çerçevesi çizilen mevzuata göre değerlendirilmelidir. Bu nedenlerle başvuru reddedilen mallar bakımından ayırt edici değildir.

Başvuru sahibi ret kararına karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu’nca 19 Aralık 2019 tarihinde karara bağlanır. Karar metni https://euipo.europa.eu/eSearchCLW/#basic/*///name/windsor-castle bağlantısından görülebilir.

Başvuru sahibi itirazında; “Windsor Kalesi”nde çay, kahve veya gıda üretimi yapılmadığını veya kale ile bu ürünlerin bir bağlantısının bulunmadığını, İngiliz çayına veya kahvesine ilgi duyanların Windsor Kalesi’ne değil, bu ürünleri satan dükkanlara gideceğini, reddedilen malların hediyelik eşyalar olmasının konuyla ilgisi bulunmadığını öne sürmektedir.

Temyiz Kurulu, itirazı incelemeden önce “Windsor Castle” ibaresinin bir çay karışımının adı olması gerekçesiyle, başvurunun ret gerekçeleri arasına Tüzüğün 7(1)(c) maddesinin de eklendiği konusunda başvuru sahibini bilgilendirir.

Başvuru sahibi sunduğu ek görüşte; bu isimli bir çay karışımının bulunmadığını, üç firmanın bu isimli bir karışımı piyasaya sürmesinin ek ret gerekçesini haklı hale getirmediğini, çay karışımlarının isimlerinin genellikle katkı maddelerine ve tada referans yaptığını, piyasaya bu isimle çay karışımı süren kişilerin amacının ürünlerine kraliyetle ilgili, lüks bir imaj verme çabası olduğunu, halkın “Windsor Castle” ibaresini bir çay karışımının adı olarak algılamadığını öne sürer.

Temyiz Kurulu itirazı ilk olarak ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret nedeni bakımından inceler. Öncelikli olarak ayırt edici nitelikten yoksunluk hakkındaki içtihada yer veren Kurul kararın devamında reddedilen mallar bakımından kamunun ilgili kısmının halkın geneli olduğunu belirtir.

Devamındaki tespitlerde; Windsor Kalesi’nin Britanya monarşisinin ünlü yerleşkesi olduğu, iyi korunan kalenin, saray, müze gibi bölümleri bulunduğu, Avrupa’da tarih turizminin önemli bir rotası olduğu; bu çerçevede AB’ndeki genel halkın “Windsor Castle” ibaresini ve Britanya monarşisi ile ilişkisini bildiği belirtilir.

Kurul’a göre; başvurudaki haliyle “Windsor-Castle” ibaresini görecek ortalama tüketiciler, ret kararı kapsamındaki mallar bakımından ürünlerin adı geçen şatoda satışa sunulan turizm ürünleri olduklarını düşünecek, ibareyi bu mallar bakımından ticari kaynak gösteren ayırt edici bir işaret olarak algılamayacaklardır. Buna ilaveten reddedilen malların, İngiltere’den alınabilecek hediyelik eşyalar arasında bulunduğu ve hediyelik eşyaların genel olarak tarihi değere sahip turistik yerlerde satıldığı da kararda tespit edilmiştir.

Başvuru konusu marka, “Windsor Castle” kelime unsurunun dışında ek bir ayırt edici kelime veya şekil unsuru içermemektedir. Ayrıca, ibarenin İngiliz Kraliyet ailesi sarayı dışında bir çağrışım yapmadığı da ortadadır.

Başvuru sahibinin Windsor Kalesi’nde reddedilen malların üretilmediği, kalenin bu ürünlerle ünlü olmadığı iddiası kabul edilemez, çünkü başvurunun reddedilmesinin gerekçesi bu değildir.

Başvuru sahibi “NEUSCHWANSTEIN” kararını öne sürmüş olsa da, o kararda başvuru sahibi adı geçen şatonun sahibidir, ancak incelenen başvuruda böyle bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla, söz konusu kararın emsal teşkil etmesi mümkün değildir.

Son olarak; başvuru sahibinin öne sürdüğü önceden tescil edilmiş aynı markaların varlığı yönündeki iddiası, başvuru hakkındaki ret kararının yerindeliğini etkilememektedir; şöyle ki, kararların yerindeliği değerlendirilirken kullanılacak ölçüt, önceki Ofis kararları değil, AB yargısı tarafından yorumlandığı haliyle Birlik Marka mevzuatıdır.

Sayılan nedenlerle, Temyiz Kurulu başvuru hakkında ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verilen kısmi ret kararını yerinde bulmuştur. Belirtilen ret gerekçesi yerinde görüldüğünden, 7(1)(c) bendi gereğince verilen ret kararının yerindeliği ayrıca incelenmemiş ve itiraz reddedilmiştir.

Tarihi yapıların isimlerini turistik yer adları olmaları ve hediyelik eşyaların bu tip yapılarla özdeşleştirilerek ticari kaynak gösteren markalar olarak algılanmayacakları tespitleri çerçevesinde değerlendiren yaklaşımın okuyucularımıza da ilgi çekici geleceğini düşünüyorum.



Bitirirken bir Morrissey şarkısı daha ekliyorum, bu şarkı kendisinin politize şarkılarından birisi değil.

Önder Erol ÜNSAL

Haziran 2020

unsalonderol@gmail.com

Bir Kördüğüm ki İçim, Çözdükçe Dolaşıyor: Rubik Küpü

(Görsel https://www.rubiks.com/en-us/ internet sitesinden alınmıştır.)

Marka olarak tescil kabiliyeti olup olmadığı tartışması 15 yıldır süren ve gerçek bir kördüğüme dönen Rubik Küpü markası ile karşınızdayız bugün. Yazımızda, Rubik Küpü’nün geçmişinden biraz bahsedecek, konu hakkındaki Avrupa Birliği Ofis ve Mahkemelerince verilen kararları kronolojik olarak özetleyecek ve en sonunda da karardaki tartışmalı gördüğümüz hususlara değineceğiz.

Kim buldu bu Rubik Küpü?

Orijinal ürünün internet sitesindeki bilgiye göre Macar profesör Ernõ Rubik, mimarlık öğrencilerine üç boyut kavramını daha iyi anlatmak için, 1974 yılında Rubik Küpü’nün ilk prototipini ortaya koymuştur. Rubik’in kendisinin bile bulmacayı çözmesinin bir aydan fazla sürdüğü söylenmektedir. Rubik 1975 yılında bu sihirli küpün patentini alır ve 70’lerin sonlarına doğru özellikle Macaristan’da “Magic Cube” adıyla oldukça popüler olarak pazarlanır. O zamandan bu zamana şöhretini giderek arttırır ve tüm dünyaya yayılarak dizi ve filmlerde, reklam kampanyalarında, sergilerde, festivallerde, tekstil sektöründe adından söz ettirir. Aynı zamanda tüm zamanların en çok satan oyuncağına dönüşür. Öyle ki, Rubik Küpü’nü kim daha hızlı çözecek temalı yarışmalar düzenlenir ve rekorlar kırılır.

Uyuşmazlığın hikayesi

Seven Towns Ltd. adlı firma (sonradan Rubik’s Brand Limited olmuştur ve bu yazıda “Rubik’s Brand” olarak anılacaktır), 1 Nisan 1996’da, aşağıdaki markayı – o zamanki adıyla Office for Harmonisation in the Internal Market (“OHIM” ya da “Ofis” olarak anılacaktır) nezdinde – Topluluk markası olarak 28. sınıftaki “üç boyutlu bulmacalar” için tescil ettirmek üzere başvuruda bulunur ve başvuru 162784 sayı ile kayıt altına alınıp 6 Nisan 1999’da tescil edilir.

(Görsel karar içeriğinden alınmıştır.)

Ünlü oyuncak firması Simba Toys GmbH & Co. KG (bu yazıda “Simba Toys” olarak anılacaktır) 2006 yılında, işaretin marka olabilecek işaretlerden olmadığı, ayırt edicilikten yoksun olduğu, ticaret alanında malların özelliklerini gösterdiği, malın doğası gereği ortaya çıkan şeklini ya da başka bir özelliğini veya teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu olan veya mala asli değerini veren şekli ya da başka bir özelliğini içerdiği iddialarıyla bu markanın hükümsüzlüğünü talep eder. Bu hükümsüzlük talebi (o zamanki) OHIM nezdinde hem ilk, hem de ikinci aşamada haksız bulunur.

Ofis, 1 Eylül 2009 tarihli Temyiz Kurulu kararında, hükümsüzlük talebine konu işaretin:

  • Grafik olarak yeterince temsil edildiğini ve kübik ızgaralı yapısının bir işletmenin mallarını diğerlerininkinden ayırmak için yeterli olmaması için geçerli bir gerekçe olmadığını;
  • Sektörün geleneklerinden yeterince ayrıştığını, zira kübik ızgaralı şeklin üç boyutlu bulmacalar için alışılageldik bir norm olmadığını ve ilgili mallar bakımından kendiliğinden ayırt edici olarak görülmek için yeterli özellik gösterdiğini;
  • Önceden bilgi olmaksızın, salt işaretin tüketiciler tarafından bir üç boyutlu bulmacaya benzetilmeyeceğini;
  • Kübik ızgaralı yapının, herhangi bir işlevi olsa dahi böyle bir işleve işaret etmediğini; üç boyutlu bulmacalar için herhangi bir teknik avantaj ya da etki sağlayabileceği sonucuna varmanın imkânsız olduğunu; açıkça bir bulmaca şeklini içermediğinden ve işlevleri ile hareketleri gizlendiğinden, bu şeklin malın doğasından kaynaklandığının düşünülemeyeceğini; salt kübik ızgaralı yapının ilgili mallara asli değerini veren şekli içerdiğinin söylenemeyeceğini;

değerlendirmiştir.

Bunun üzerine markanın hükümsüzlüğünü isteyen Simba Toys dava yoluna gider. Simba Toys önceki iddialarıyla paralel olarak malın şekli teknik bir sonucun elde edilmesi için zorunlu olduğundan, malın doğasından kaynaklanan bir şekil olduğundan ve mala asli değerini veren şekil söz konusu olduğundan ve ayırt edicilikten yoksun olduğundan bu işaretin marka olarak tescil edilemeyeceğini; ayrıca Ofis’in, hükümsüzlük taleplerini incelerken kendisine sunulan vakıa, delil ve iddialarla bağlı olması gerektiği prensibinin ihlal edildiğini ve bazı açılardan kararını yeterli derecede gerekçelendirmediğini ileri sürmektedir.

Genel Mahkeme, 25 Kasım 2014 tarihli ve T450/09 sayılı kararıyla, Simba Toys’un tüm iddialarını çürütür ve davasının reddine karar verir. Kararda özetle, markanın grafik gösterim şartının yerine getirildiği; işaretin ilgili sektörün normlarından yeterli derecede farklılaştığı ve bu sebeple kendiliğinden ayırt edici nitelikte olduğu; ortalama tüketicilerde – önceki bilgiye dayanmaksızın/aniden – üç boyutlu bulmacayı çağrıştırmayacağı; ürün şeklinde öne çıkan kübik ızgara yapısının herhangi bir işleve hizmet etmediği; kaldı ki sahip olabileceği işlevin de şeklin içine gizlenmiş olduğu ve işaretin grafik gösteriminde görünür olmadığı gerekçelerine değinilerek Ofis kararının yerinde olduğuna, bir diğer değişle Rubik küp markasının tescilinin geçerli olduğuna hükmedilmiştir.

Bu karar metninin tamamı işbu bağlantı üzerinden incelenebilir olup ayrıca Önder Erol Ünsal’ın, yine bu blogda yayımlanan 01 Aralık 2014 tarihli yazısında da detaylıca ele alınmıştır.

Simba Toys bunun üzerine Avrupa Birliği Adalet Divanı’na (“ABAD” ya da “Divan”) başvuruda bulunur. Birinci Daire, Hukuk Sözcüsü Maciej Szpunar’ın görüşünü de dikkate alarak, 10.11.2016 tarihli ve C30/15 P sayılı kararında, uyuşmazlık hakkındaki tüm önceki kararlardan farklı bir rota çizerek Simba Toys’un hükümsüzlük talebini reddeden EUIPO ve Genel Mahkeme kararlarının iptaline karar verir.

Daire, Genel Mahkeme’nin söz konusu malların, yani üç boyutlu bulmacaların teknik işlevini tanımlamış ve işaretin temel özelliklerinin işlevini değerlendirirken bunu dikkate almış olması gerektiğini vurgulamıştır. Bir diğer deyişle Daire, işaretin grafik gösteriminde doğrudan görünür olmasa da, ilgili malın işlevine ilişkin olan diğer ek unsurların da analizde tamamen göz ardı edilemeyeceğini belirtmiştir. Nitekim Divan’ın önceki içtihadında da ortaya koyduğu üzere, bir şeklin yalnızca grafik gösterimi üzerinden, ilgili malların fiili özelliklerine dair ek bilgi kullanılmaksızın değerlendirilmesi de sağlıklı olmayacaktır.

Buna ek olarak Daire, Rubik’s Brand’in markasının mal ve hizmet listesinin genel olarak “üç boyutlu bulmacalar” olarak belirlenmiş olduğunu ve bulmacanın rotasyon kabiliyetiyle ilgili herhangi bir sınırlandırma ya da açıklama yapılmadığını; marka sahibinin tescil koruma kapsamını bu nedenle benzer şekle sahip üç boyutlu bulmacalara karşı – bunların herhangi bir işlevi ya da rotasyon kabiliyeti olmasa da – kullanabilecek şekilde genişletebileceğini, bunun ise tescil engellerinin amacıyla örtüşmeyeceğini belirtmiştir.

Bu karar üzerine Ofis (yeni adıyla European Union Intellectual Property Office, ya da “EUIPO”), uyuşmazlığı yeniden ele alır ve 19 Haziran 2017 tarihli kararıyla, teknik bir sonucu elde etmek için zaruri olan şekli içermesi nedeniyle Rubik küp markasının hükümsüzlüğüne karar verir.

Ofis bu kararında, ilk olarak hükümsüzlüğü istenen markanın grafik gösteriminde üç önemli özelliğin ön plana çıktığını belirler. Bunları; i) genel küp şekli, ii) siyah şeritler ve küpün tüm yüzeylerinde bulunan küçük kareler ve iii) küpün altı yüzündeki farklı renkler olarak tanımlar. Devamında ise bu üç temel özelliğin teknik sonuca ulaşmak için zorunlu olup olmadığı irdeler.

İncelemenin bu ikinci kısmında Ofis, küpün yüzeylerindeki siyah şeritlerin tek tek küçük küplerin birbirinden ayrılığını gösterdiğini ve böylelikle de ürünün rotasyon işlevini ortaya çıkardığını; ızgaralı yapının markada keyfi bir özellik olmayıp, küpleri birbirinden ayıran yatay ve dikey çizgilerin kesişmesi sebebiyle doğal olarak ortaya çıktığını; rotasyon kabiliyeti için küpler arasında fiziksel bir ayrımın mecburi olduğunu ve bu rotasyonun da aslında ürünün teknik işlevini yerine getirmesi için zaruri olduğunu; dolayısıyla siyah çizgilerin teknik sonucun elde edilmesi için gerekli olduğunu belirtmiştir.

Öte yandan genel küp şeklinin, ürünü oluşturan 3×3 düzeninde bulunan küplerin birleşiminden kaynaklı olarak doğal ve zorunlu bir sonuç olduğunu söylemiş; küpün altı yüzeyindeki farklı renkler içinse, her yüzeyin farklı renkte olmasının bulmacanın amacını gerçekleştirmesi için şart olduğunu değerlendirmiştir.

Bunun üzerine Rubik’s Brand temyiz yoluyla Genel Mahkeme’ye başvurarak Ofis kararının kaldırılmasını istemiştir. 24 Ekim 2019 tarihli T-601/17 sayılı kararıyla Sekizinci Daire, Rubik’s Brand’in başvurusunu reddetmiş ve markanın hükümsüz kılınması gerektiğine dair kararı teyit etmiştir.

Bu kararında Daire, ürünün altı yüzeyindeki farklı renklerin dava konusu markanın temel özelliklerinden olmadığını belirlese de, diğer iki temel özelliğin teknik işleve hizmet etmesi sebebiyle Ofis’in bu kısmen hatalı değerlendirmesini sonuca etkisiz bulur. Bir diğer deyişle Daire, ürünün rotasyon kabiliyetinden oluşan teknik sonucu elde etmek için, bu şeklin temel özelliklerinin gerekli olduğunu ve bu sebeple marka olarak tescil kabiliyeti olmadığını değerlendirmiştir.

Rubik’s Brand, Daire’nin 2019’da verdiği bu kararın kaldırılmasını talep etmişse de, Divan’ın temyiz başvurularının incelenip incelenemeyeceğine dair ön kararı veren birimi, 23 Nisan 2020 tarihli ve C-936/19 P sayılı kararıyla, Statute of the Court of Justice of the European Union madde 58a çerçevesinde Rubik’s Brand’in temyiz başvurusunun görülemeyeceği sonucuna varır. Böylelikle markanın hükümsüzlüğüne dair karar teyit edilir.

Tartışmalı konular

Karardaki tartışmalı olan hususlardan birisi, davaya konu edilen markanın bu görünüm şeklinin, tek başına teknik işlev için zorunlu şekli içerdiği saptamasının – işaretin sicilde görünen halinden çok fazla uzaklaşması ve gerçek ürünün niteliklerine çok fazla değer biçmesidir.

Gerçekten de yukarıdaki şeklin rotasyon kabiliyeti olduğu, işaretin grafik gösteriminden tek başına anlaşılmamakta, ancak bildiğimiz Rubik Küpü ürününün zihinde canlandırılması sonucunda varlığı idrak edilmektedir. Ancak bu işaret, aslında örneğin parçaların tek tek takılıp çıkarılmasıyla, ya da yatay ve dikey küp gruplarının birbirinden ayrılıp yerlerinin değiştirilmesiyle oynanan bir üç boyutlu bulmaca da olabilir. O halde teknik işlev için zorunlu olan bir şekilden yine de söz etmek mümkün olabilecek midir – sorusu tartışılabilir.

Yahut bu markanın mal listesinde “üç boyutlu bulmacalar” değil de sadece “bulmacalar” ya da “oyuncaklar” belirtilseydi, o halde de aynı teknik işlevden söz etmek mümkün olacak mıdır?

Buna ek olarak, çıkış noktası bu 3×3 küp şekli olsa da, zaman içinde hem bizzat Rubik’s Brand hem de diğer üreticiler tarafından küp şeklinde olmayan çok farklı ürünler üretilmiştir. Bunlarda ise genel küp şekli ile siyah şeritler ve küpün tüm yüzeylerinde bulunan küçük kareler, teknik sonuca ulaşmak için aslında zorunlu değildir.

 (Görsel şu internet sitesinden alınmıştır.)

Ayrıca siyah ızgaralı yapı, görsel olarak ön planda olsa da, aslında teknik çözüm için olmazsa olmaz bir unsur değildir.

Divan bu son iki konu hakkında, aslında küp harici başka geometrik şekillere sahip olan ya da üzerinde siyah çizgiler ve ızgaralı yapı bulunmayan ürünler bulunsa da, bunun somut olaydaki işaretin, teknik sonucu elde etmek için zorunlu şekli içerdiği gerçeğini ortadan kaldırmadığını belirtmektedir. 


Ofis ve Mahkemeler arasında farklı değerlendirmelere yol açan ve özünde bu uyuşmazlığa sebep olan, aslında karşı karşıya gelen ve birbirine ağır basmaya çalışan iki yarardır. Bir yanda, bu denli orijinal bir ürünü ortaya koyan ve yıllar boyu yoğun kullanım neticesinde onun tanınmışlığını daha da arttıran marka sahibinin hakları ve diğer yanda, rakip üreticilerin ve rekabetin fiyatları düşürmesi sebebiyle kazancı olan toplum yararı.

Üreticiler tarafından belli bir konu için üretilen teknik çözümün temel koruma aracı esasen patent yoluyla olacağından ve patent ile de yalnız süreli bir koruma sağlanacağından, bu süreli koruma sona erdikten sonra aynı ürünün (teknik çözüm getiren ürünün) marka ile süresiz bir şekilde korunmasına imkân verilmesi, o teknik çözüm üzerinde ilk üreticiye bir tekel hakkı sağlayacak ve üçüncü kişilerin bu teknik çözümü serbestçe kullanma imkânını elinden alacak, bu sebeple de kamu yararına aykırı düşecektir.

Ancak öte yandan, marka olarak tescili tartışmalı hale gelen bu işaretin aslında ticari olarak marka sahibini işaret ettiği ve marka işlevini fazlasıyla yerine getirdiği de bizce açıktır. Markası için bu şekilde yoğun AR-GE, yatırım, tanıtım ve pazarlama gerçekleştiren bir firmanın bu çabasının göz ardı edilmesi de, tahmin edeceğimiz üzere marka ve ürün sahipleri/geliştiricileri için motivasyon kaybına sebep olabilecektir – ki aslında uzun vadede bakıldığında, bu da serbest piyasada farklı ürünlerin geliştirilmesini ve dolayısıyla rekabeti zedeleyeceğinden bu da kamu yararına tam uygun düşen bir çözüm değildir.

İşte bu farklı açılardan bakıldığında, her iki tarafın da haklı iddiaları olduğunu ve aslında bunların bir şekilde dengelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Ancak karar her ne kadar genel olarak tartışmaya açık olsa da, Divan’ın konu ile ilgili kararlarına baktığımızda, örneğin ilk akla gelen Lego Juris ve Philips kararları gibi, markadaki şeklin teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu olup olmadığına karar verirken, incelemenin, markanın grafik gösteriminin dışına da çıkılabileceğinin artık oturmuş bir içtihada dönüştüğünü görüyoruz. Yine daha güncel Capri Sun ve Gömböc kararları da Divan’ın bu çizgisini koruyor. Dolayısıyla şimdilik, teknik işlevi olduğu iddia edilen önceki marka sahipleri için parlak bir tablonun olmadığını söyleyebiliriz.

Güldeniz Doğan ALKAN

guldenizdogan@hotmail.com

Dilan Sıla KAYALICA

dilansilaaslan@gmail.com

Haziran 2020

“Fack Ju Göhte” yani “Lanet Olsun Sana Göhte” Kararı

Johann Wolfgang von Goethe’yi belki 18 yaşında yazmaya başlayıp bütün bir ömrü boyunca yazarak tamamladığı yapıt olan “Faust”tan; ya da belki 27 yaşındayken yazdığı “Genç Werther’in Acıları” ile bir anda bütün dünyanın gündemine oturmasından tanırsınız. Bu kitabı ile insanları derin bir melankoliye sürüklediği, intiharların artmasına neden olduğu, kamu düzenine zarar verdiği söylenen Goethe bir dönem Danimarka, İtalya ve Leipzig’de tehlikeli bulunarak yasaklanmıştı. Hatta literatürde “intihar edici davranışların taklit edici etkisini” tanımlamak üzere “Werther’s Effect”[1] diye bir kavramın çıkmasına neden olan Goethe’nin adını yaklaşık 250 yıl sonra yine bir “kamu düzenine aykırılık” kavramı ile birlikte “Fack Ju Göthe” kararı ile duyduk.

Her şey 2013 yılında Türk asıllı Alman Yönetmen Bora Dağtekin’in hem senaryosunu yazdığı hem de yönetmenliğini yaptığı “Fack Ju Göthe” filmi ile başladı. Almanya’da çok beğenilen, gişe rekorları kıran bu filmin sonrasında Fack Ju Göthe 2 ve Fack Ju Göthe 3 versiyonları da çekildi ve yine başta Almanya olmak üzere pek çok ülkede milyonlarca kişi tarafından izlendi.

Filmin yapımcısı Constantin Film Produktion GmbH 2015 yılında Fack Ju Göthe ibaresinin marka olarak tescili için EUIPO’ya başvurdu. Ancak EUIPO söz konusu başvuruyu Birlik Marka Tüzüğü 7(1)(f) maddesi uyarınca “kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı” bularak reddetti. İlgili kararda Fack Ju Göthe ibaresinin İngilizce’deki “Fuck You” küfrünü çağrıştırdığını, Alman halkı tarafından “Fick Dich” olarak algılanacağını bu kelimenin de ahlaka aykırı bir çağrışımı olduğunu, Almanca konuşan halkın “Fack Ju” ile “Fuck You” ibareleri arasında işitsel ve görsel yakınlık kuracağını belirterek marka başvurusunu reddetti. Başvuru sahibi kararı temyiz etse de, EUIPO Temyiz Kurulu verilen kararı onadı ve bu marka başvurusunun aynı zamanda Johann Wolfgang von Goethe’ye karşı ölümünün ardından hakaret içerdiğini belirterek başvurunun genel ahlaka da aykırı olduğunu belirtti.

Yapımcı şirket işbu karara karşı dava açtı açmasına, ancak Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi 25.01.2018 tarihli kararı ile Temyiz Kurulu’nu haklı buldu ve sonuç yine değişmedi.   

Mahkeme, marka başvurusunun aynı zamanda dünyaca ünlü yazar Johann Wolfgang von Goethe gibi saygı duyulan bir yazara karşı aşağılayıcı söz içerdiğini ve dahası “Göhte” şeklinde yazılarak yazım hatası yapıldığını belirterek başvurunun genel ahlaka aykırı olduğu konusunda Temyiz Kurulu ile hemfikir olduğunu belirtti.

Başvuru sahibi davacı şirket ise filmin milyonlarca kişi tarafından izlendiğini, “Fack Ju” ibaresinin yeterli ölçüde “Fuck You” ibaresinden uzaklaştığını, işaretin özgün, orijinal, eğlenceli ve hicivli bir içeriğe işaret ettiğini savundu. Ancak mahkeme sadece birkaç harfin değiştirilmesi ile oluşan ibarenin yine de “Fuck You Goethe” olarak yorumlanacağını, bu harf değişimlerinin markaya eğlence veya hiciv katmadığını belirtti. Ayrıca Almanya ve Avusturya’daki ortalama tüketicinin algısının dikkate alınması gerektiğini ve tescil talebinde bulunulan sınıflardaki mal ve hizmetlerin genel tüketiciye hitap ettiğini hatta bazı mal ve hizmetlerin doğrudan çocuklar ile gençlere yönelik olduğunu, filmin çok izlenmiş olmasının ilgili tüketiciyi kötü şekilde etkilemediği anlamına gelmeyeceğini belirterek Fack Ju Göhte başvurusunun doğası gereği kaba olduğunu ve ilgili kamuoyunun rahatsız olabileceğini varsaydı.

Bununla birlikte Mahkeme, EUIPO tarafından da belirtildiği üzere sanat, kültür ve edebiyatta ifade özgürlüğünün her zaman savunulduğunu, ancak Marka Hukukunda böyle bir kavramın mevcut olmadığına değinerek; ortalama tüketicinin bir ürün veya hizmet satın alırken markayı gördüğünde aklına filmin geleceğinin ve bu ibarenin “şaka” olarak kabul göreceğinin tespit edilemediğini belirtti.

Davacı şirketin itirazlarının dayanaklarından bir diğeri ise daha önce verilmiş “Die Wanderhure (Gezinen Fahişe)” kararıydı. Davacı, bu filmin adı marka olarak tescil edilebilmişken kendi başvurularının tescil edilememesinin yerinde olmadığını savunmaktaydı. Buna karşın Mahkeme, Die Wanderhure ibaresinin daha az saldırgan ve aşağılayıcı olduğunu, ibarenin filmin içeriğini açıkladığını, sınıf kapsamının da genel olarak sanat eserleri çerçevesinde olduğunu, ancak Fack Ju Göhte markasının hem tescil talep ettiği sınıfların kapsamının genel olduğunu hem de ibareyi gören tüketicinin markayı anında filmdeki karakter ile özdeşleştirmeyeceğini belirterek aslında çok da tatmin edici olmayan açıklamalarda bulundu.

Bu karara karşı yapımcı şirket direndi ve son kozunu da oynayarak konuyu Avrupa Birliği Adalet Divanı’na taşıdı.

Divan kararını vermeden önce Hukuk Sözcüsü Michal Bobek konuya ilişkin görüşünü açıkladı. Divan’ın mahkeme kararını bir kenara bırakarak EUIPO’nun kararını bozması gerektiğini söyleyerek bazı önemli noktalara değindi:

Bobek, ifade özgürlüğünün Marka Hukuku alanında da uygulandığını, temel amacının markayı korumak olmasa da, tüketicilere mal ve hizmetin kaynağını garanti etmek olduğunu belirtti. Aynı şekilde EUIPO’nun da asıl amacının kamu düzenini korumak olmasa da, bu kavram üzerinde bir rolü olduğunu, ancak “kamu düzeni” ile “kabul edilen ahlak ilkeleri” kavramları arasında bir ilinti olsa da değerlendirmede farklı unsurların göz önüne alınması gerektiğine değindi. EUIPO’nun mutlak ret nedenleri arasında sayılan “kabul edilen ahlak ilkelerine” dayanarak karar verdiği durumlarda; o ibarenin neden ihlal oluşturacağına inandığını açıklaması gerektiğini, bu değerlendirmenin belirli bir sosyal bağlamda temellendirilmesine ihtiyaç bulunduğunu ve bu değerlendirme yapılırken şüphe uyandıran kanıtların göz ardı edilemeyeceğini belirtti. Yani, sadece tescil talebine konu işaret kapsamında değil, konunun toplumsal algı ve bütün kanıtlar dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizerken, mevcut kararın bu standartları karşılamadığını da ileri sürdü.

Bobek ayrıca, yapımcı Constantin tarafından iddia edilen unsurların dikkate alınması gerektiğini, başvuru “kamu ahlakı” nedeniyle reddedilirken EUIPO ve Mahkeme tarafından daha ikna edici argümanlar sunulması gerektiğini ifade etti. Son olarak ise Constantin’in iddialarından biri olan daha önceki benzer bir başvuru olan “Die Wanderhure (Gezinen Fahişe)” markasının tescile izin verilmesinin nedeninin Mahkeme tarafından makul bir şekilde açıklanamadığını söyleyerek görüşünü tamamladı.

Ve sonunda beklenen an geldi; Avrupa Birliği Adalet Divanı, 27 Şubat 2020 tarihli C‑240/18 sayılı kararında, davacı Constantin’in aşağıda sayılan itirazlarını göz önünde bulundurdu:

  • Mahkemenin başvuruya konu Fack Ju Göhte ibaresini değil, Fuck You Goethe ibaresini incelediği için bireysel inceleme ilkesini ihlal ettiği,
  • Filmin adı konusunda veya filmin gençlere hitaben yayınlanmasında bir sorun yaşanmayıp gerekli izinlerin alınmış olduğu,
  • Filmin Goethe Enstitüsü’nün eğitim programına sorunsuz olarak dahil edilmiş olmasının göz ardı edilmemesi gerektiği,
  • “Fuck” and “Fuck You” kelimelerinin dilin evrimi nedeniyle ağır aşağılayıcı anlamlarını günümüzde yitirdiği, “Fucking Hell” (Hay Allah Kahretsin) ve “Macafucker” (Lanet olsun sana! Çünkü sen de annene lanet etmişsin!)[2] kelimelerinin artık marka olarak tescil edilebildiği,
  • Mahkemenin 7(1)(f) maddesini çok geniş yorumladığı, markanın bir bütün olarak değil sadece “Fuck You” ibaresi üzerinden incelendiği,
  • Başvuruya konu ibareden popüler olmayan, okul derslerini veya okuldaki hayal kırıklığını ifade eden zararsız, çocuksu ve eğlenceli bir kişiliğin anlaşılması gerektiği.

Davacının iddiaları dikkate alınarak yapılan inceleme sonucunda Avrupa Birliği Adalet Divanı tarafından verilen karardaki ana tespitler şöyledir:

  • Fack Ju Göhte ibaresinin kamu düzeni çerçevesinde değil “kabul edilebilir ahlak ilkeleri” kapsamında incelenmesi gerekmektedir ve bu ilkelerin ise Bobek’in de görüşünde belirttiği gibi sosyal bağlam dikkate alınarak o zamanın kültürel, dini ve felsefi çeşitliliğine göre değişebildiğinin göz önünde bulundurulması gerekir.
  • Fack Ju Göhte marka olarak kullanıldığında ilgili tüketicinin böyle bir işareti nasıl algılayacağını belirlemek için bütün unsurların ve iddiaların değerlendirilmesi gerekir.
  • Bu bağlamda ibarenin kötü bir izlenim bırakması 7(1)(f) kapsamında kamu düzenine aykırılık nedeni ile reddedilmesi için yeterli değildir.
  • İnceleme sırasında, ibarenin ilgili tüketici açısından o anda var olan ahlak ilkelerine ve toplum standartlarına aykırı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir ve bunun saptanması için ise ortalama tolerans ve duyarlılığa sahip makul bir kişinin esas alınması gerekir.
  • Başvuruya konu ibarenin cinsel bir çağrışımda bulunması ve kaba olmasına rağmen, aynı zamanda öfkeyi, güvensizliği ve hor görmeyi ifade etmek için de kullanıldığı bilinmektedir.
  • Almanca konuşan halk arasında aynı isimdeki filmin büyük başarıya ulaşması, filmin adının herhangi bir tartışmaya neden olmaması ve yetkili makamlarca onaylanması, gençlerin filme erişmesine izin verilmesi ve Alman dili bilgisini teşvik etmekle görevli Almanya Federal Cumhuriyeti Enstitüsü olan Goethe Enstitüsü’nün filmi eğitim amaçlı kullanması gibi davacı argümanları göz ardı edilebilecek iddialar değildir.
  • Genel Mahkeme, Almanca konuşan halkın markayı neden toplumun temel değerlerine ve standartlarına aykırı olarak algılayacağını makul bir şekilde açıklayan somut kanıtlara atıfta bulunmamıştır.

Adalet Divanı belirtilen gerekçelerle, EUIPO ve Genel Mahkeme’nin kararlarını bozmuştur. (Karar metni için bkz.: http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=223843&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&p)

Fack Ju Göhte kararı; “ifade özgürlüğü” ve “kabul edilen genel ahlak ilkelerine” dair, uzun zaman boyunca anacağımız bir karar olacaktır.

Son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1976 verdiği Handyside/İngiltere kararında geçen önemli bir noktayı hatırlatmak isterim: “İfade özgürlüğü” sadece olumlu karşılanan ve zararsız düşünceleri değil, aynı zamanda devleti ya da toplumun bir bölümünü inciten, şok eden ya da rahatsız eden düşünceleri de kapsar. Bu demokratik bir toplumu oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin bir gereğidir.”

Gözde EKER

Haziran 2020

avgozdeeker@gmail.com


[1] 1974 yılında Sosyolog David Philips tarafından kullanılan terimdir.

[2] Yiğit Özgür Karikatürü http://galeri4.uludagsozluk.com/119/cunku-sen-de-annene-lanet-etmissin_183152.jpg

Basit Geometrik Şekillerden Oluşan Markaların Ayırt Edici Niteliğine Dair Bir EUIPO Temyiz Kurulu Kararı

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) Temyiz Kurulu’nun (“Kurul”), 27 Mart 2020 tarihinde verdiği R 1780/2019-1 sayılı kararda, ek bir unsur olmadan tek başına geometrik veya basit bir şekilden oluşan marka başvurularının ayırt edici niteliği ve tescil edilebilirliği hususları incelenmiştir.

21 Mart 2019 tarihinde, Amerika’da mukim CIEE, Inc şirketi (başvuru sahibi), aşağıdaki işaretin EUIPO nezdinde Avrupa Birliği markası olarak tescili için başvuruda bulunmuştur. 35. sınıf içerisinde yer alan “Administration of cultural, educational, work, travel and volunteer exchange programs for students, teachers and professionals; business administration and management of grants, fellowships, scholarships, and awards for students, teachers and professionals participating in cultural, educational, work, travel and volunteer exchange program” hizmetleri bakımından yapılan başvuru aşağıdaki şekildedir:

İnceleme uzmanı yaptığı ilk inceleme sonrasında 12 Nisan 2019 tarihinde, başvuruya konu işaretin turuncu renkte, yaklaşık yarım daire veya kalın kavisli bir çizgiden oluştuğu; daireler, çizgiler, dikdörtgenler gibi basit geometrik şekillerin tüketiciler nezdinde bir marka algısı yaratmadığı ve bu nedenle başvuruya konu işaretin bir bütün olarak, tescil edilmek istendiği tüm hizmetler bakımından ayırt edici niteliği haiz olmadığı ve Avrupa Birliği Marka Tüzüğü (“EUTMR”) m.7(1)(b) ve m.7/2 hükmüne aykırılık teşkil hususundaki görüşünü başvuru sahibine bildirmiştir.

Başvuru sahibi, inceleme uzmanı tarafından ileri sürülen görüşe rağmen tescil talebini devam ettirmiş ve 8 Mayıs 2019 tarihinde aşağıdaki beyanları sunmuştur:

  • Marka başvurusunun basit bir geometrik şekilden farklı olarak, turuncu renkte bir gülümsemeyi tasvir eden, geniş kavisli bir çizgiden oluştuğu, markanın özel şeklinin gülümseme olması nedeniyle geometrik şeklin ötesinde kavramsal bir kimlik kazandığı, turuncu rengin parlak ve göz alıcı olduğu, söz konusu hizmetler ile ilgili olarak turuncu rengin yaygın olarak kullanılmadığı ve işarete ek bir ayırt edici karakter kattığı, bu nedenle, ilgili tüketicinin işareti “basit bir geometrik şekil” olarak değil, “parlak, turuncu bir gülümseme” olarak göreceği ve tüketici zihninde marka algısı yaratacağı,
  • Ofis’in daha önce, aşağıdaki benzer başvuruların tesciline karar verdiği, 
  • Marka başvurusunun kabul edilmemesi halinde, kullanım yoluyla kazanılan ayırt ediciliğe ilişkin kanıt sunma hakkının saklı tutulduğu.

13 Haziran 2019 tarihinde, başvurunun Avrupa Birliği Marka Tüzüğü (EUTMR) m. 7(1)(b) ve m. 7(2)  uyarınca başvuru kapsamında yer alan tüm hizmetler bakımından aşağıdaki gerekçelerle reddine karar verilmiştir:

  • Başvuruya konu işaretin turuncu, kalın kavisli bir çizgiden oluştuğu,
  • Başvuru sahibinin işaretin bir gülümseme olarak görüleceği iddiasının ikna edici olmadığı, gülümsemelerin genellikle turuncu renkte değil, dişlerin rengini yansıtan beyaz renkte olduğu, ayrıca, işaretin yüz özellikleri hakkında genel izlenimden yoksun olduğu ve başvuruya konu işaretin ilgili tüketici kitlesi tarafından kolaylıkla bir gülümseme olarak algılaması için yeterli özelliklere sahip olmadığı,
  • Başvuruya konu işaretin, kavisli bir çizgi veya turuncu bir yarım daire şeklinde basit bir geometrik şekli temsil ettiği için tüketicilerin bunu bir marka olarak değil, dekoratif bir unsur olarak algılayacağı ve ayırt edici olarak değerlendirmeyeceği.

12 Ağustos 2019 tarihinde başvuru sahibi, bu karara karşı itiraz etmiştir. İtirazda özetle şunlar ileri sürülmüştür:

  • Başvuru konusu markada yer alan kavisli çizginin açısı ve eğimi nedeniyle, ilgili tüketicinin şeklin bir gülümsemeyi temsil ettiğini derhal anlayacağı ve işaretin gülümsemeyi tasvir etmesi için beyaz rengin gerekmediği,
  • Örnek olarak, tanınmış SMILE Bank’ın bankacılık hizmetleri bakımından  şeklinde benzer bir gülümseme şekli kullandığı ve Birleşik Krallık’ta tescil ettirdiği,
  • Bilinçli tüketici kitlesinin görsel sunumda bir anlam arayacağı ve özel bir zihni çaba gerektirmeksizin, başvuru konusu markanın açısı ve genel izlenimi sebebiyle dişler yahut yüz özellikleri olmaksızın ilgili işareti gülümseme olarak algılayacağı,
  • İlgili işaretin iyi bilinen ve kullanılan bir grafik sembolü ya da daire, kare, üçgen gibi basit bir geometrik şekle sahip olmadığı, aksine belirli bir hususiyet içerdiği ve çarpıcı bir renk kullanıldığı,
  • İlgili tüketicinin başvuru konusu markayı ‘basit geometrik bir şekil’ olarak değil “parlak turuncu bir gülümseme” olarak göreceği, ayrıca turuncu rengin, söz konusu hizmetler ile ilgili olarak tipik ve yaygın olarak kullanılan bir renk olmadığı ve böylelikle son derece özenli ve dikkat düzeyi yüksek ilgili tüketici kitlesince marka olarak algılanacağı,
  • Ofisin benzer nitelikte markaları tescil ettiği,
  • Başvuru konusu işaretin asgari ayırt edici niteliğe sahip olduğu.

İtirazı inceleyen Temyiz Kurulu öncelikli olarak, marka başvurusunun reddine dayanak EUTMR madde hükmü açısından değerlendirme ve açıklamalar yapmıştır. EUTMR m. 7(1)(b) hükmüne göre ayırt edici niteliğe sahip olmayan işaretler yani bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini diğer teşebbüslerin mal veya hizmetlerinden ayırt edilmesine elverişli olmayan işaretler marka olarak tescil edilmemektedir. Kurul, aşırı derecede basit ve daire, çizgi, dikdörtgen veya sıradan bir beşgen gibi temel geometrik figürlerden oluşan bir işaretin, tek başına, tüketicilerin hatırlayabileceği bir mesaj iletmeyeceğini ve bu nedenle de tüketicilerin ilgili işareti marka olarak algılamayacağını belirtmiştir. Devamında ise, bir markanın ayırt edici fonksiyonunun ilk olarak, tescil başvurusu yapılan mal veya hizmetlere göre, ikinci olarak da tüketici algısına göre değerlendirileceği belirtilmiştir.

Devamında ise marka başvurusu kapsamında yer alan hizmetlerin hitap ettiği tüketici kitlesine ilişkin değerlendirme yapılmıştır. Kurul, başvuru kapsamında yer alan hizmetlerin hitap ettiği tüketici kitlesinin ağırlıklı olarak profesyonellerden oluştuğu ve işbu profesyonel tüketici kitlesinin dikkat düzeyinin yüksek olacağını belirtmiştir. Başvuru sahibinin itiraz ve görüşünün aksine, ilgili tüketici kitlesinin ağırlıklı olarak profesyonellerden oluşması ve dikkat düzeylerinin yüksek olmasının, bir işaretin ayırt edici karakterinin değerlendirmesinde yasal bir kriter olmadığını, gerçekten de, başvuru konusu marka kapsamında yer alan hizmetlerin tüketici kitlesinin dikkat düzeyinin, ortalama tüketiciden daha yüksek olduğu kabul edildiğinde dahi, işbu hususun markanın ayırt ediciliğine bir katkısı ve belirleyici bir etkisi olmayacağı belirtilmiştir.

Başvuru konusu markanın hitap ettiğini tüketici kitlesinin irdelenmesinin ardından Kurul, işaretin yarattığı algı değerlendirmesine geçerek; başvuru konusu işaretin turuncu renkte, kabaca bir dairenin üçte birine karşılık gelen alt kısmı olduğunu, kalın kavisli çizgiden oluştuğunu, tam bir geometrik şekil olmadığını ve basit bir geometrik şeklin bir bölümü (dairenin üçte birine karşılık gelen alt kısım) olarak tanımlanabileceğini belirtmiştir.

Kurul ilk olarak, başvuru konusu işaretin tam geometrik bir şekli ifade etmediği hususunda başvuru sahibi ile aynı kanaatte olduğunu ifade etmiştir. Devamında ise, madde 7 (1) (b) EUTMR uyarınca yapılan incelemenin, yalnızca temel geometrik şekillerden oluşan markalarla sınırlı olmadığı, aynı zamanda, son derece basit şekiller için de geçerli olabileceği belirtilerek, ayırt edici olmadıkları gerekçesiyle reddedilen marka başvurusu görsellerine örnek olarak yer verilmiştir:

Kurul ayrıca; başvuru sahibinin, uyuşmazlık konusu işaretin “basit bir geometrik şekil” olmadığı,  “gülümseme” olarak algılanacağı iddiasının ise, bir işaretin marka olarak ayırt edici ve tescil edilebilir olduğunu düşünmek için tek başına yeterli bir neden olmayacağını belirtmiş ve devamla kolayca bir gülümseme olarak algılanabilecek (29/09/2009, T-139/08, half-smiley) şeklindeki işareti içeren marka başvurusunun dahi bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini diğer teşebbüslerin mal veya hizmetlerinden ayırt etmediği gerekçesiyle reddine karar verildiğini ilave etmiştir.

Başvuru sahibinin itiraz dilekçesinde belirtilen, tanınmış SMILE Bank tarafından kullanılan ve Birleşik Krallık’ta tescilli olan  marka görseline ilişkin olarak ise; ilgili başvurunun basit kavisli bir çizgiden çok daha kompleks olduğu, kalın yarım daire çizgisinin yuvarlak uçları olduğu ve kare bir çerçevenin ortasında bulunduğu sürece gülümseme algısı verecek özellikler içerdiği ve ayrıca “gülen yüz” algısının aynı zamanda ilgili logonun “smile” ibaresini içeren tanınmış SMILE Bank tarafından kullanılmasından da kaynaklı olacağı belirtilmiş ve devamla SMILE Bank marka logosunun, başvuru konusu  işaretinin bir gülümseme olarak algılanacağı ya da bunun bir EUTM markası olarak ayırt edici ve tescil edilebilir nitelikte olduğu iddiasına emsal teşkil edecek nitelikte olmadığı eklenmiştir.

Bunlara ilaveten; başvuru konusu işaretin, tam bir daire veya başka bir geometrik şekle karşılık gelmese bile, başkaca bir ek unsur olmadıkça, tüketici nezdinde gülümseme olarak algılanması için önemli bir zihinsel çaba gerektireceği ve ilgili işaretin kabaca bir dairenin üçte birine karşılık gelen basit bir eğri olarak algılanacağı da belirtilmiştir.

Kurul ayrıca, basit çizgiler, eğriler ve kısmi çerçevelerin, ticaret hayatında ve markalarda; alt çizgi veya etkiyi arttırıcı bir öğe olarak, tüketicinin dikkatini çekmek veya markanın önemli veya ayırt edici bir öğesini öne çıkarmak amacıyla, dekoratif unsur olarak yaygın olarak kullanıldığını, bu nedenle basit kavisli çizgilerin, tüketicilerin onu yalnızca basit bir dekoratif unsur olarak algılamamasını sağlamak için, diğer markalardan ayırabilecek herhangi bir karakteristik öğeye veya çarpıcı, göz alıcı bir özelliğe sahip olmadığı sürece minimum düzeyde ayırt edici karakter sağlayan bir öğe olmadığını belirtmiştir.

Kurul, ikinci olarak, başvuru sahibi tarafından tekrar tekrar vurgulanan, turuncu rengin gösterişli tonunun başvuru konusu markaya ayırt edici karakter kattığı iddiasını incelemiştir.

Kurul, turuncu rengin dikkat çeken bir renk olduğunu ve bu nedenle de ticaret hayatında her türlü mal ve hizmetler bakımından, tüketicinin dikkatini çekmek amacıyla yaygın olarak kullanıldığını, turuncu rengin tek başına ayırt edici olarak algılanmayacağını veya bir bütün olarak markaya ayırt edici karakter katmayacağını belirtmiştir. Devamında ise turuncu rengin, tek başına basit şekil /geometrik şekil içeren markalara ayırt edici karakter katmaması gerekçesiyle reddine karar verilen aşağıdaki marka görsellerine örnek olarak yer verilmiştir:

Son olarak Kurul; başvuru sahibinin  aşağıdaki benzer başvurular bakımından

Ofis’in tescile izin verdiğini iddiası bakımından değerlendirme yapmış; ilgili marka görsellerinin yalnızca basit bir eğri, basit bir geometrik figür ya da bu figürlerin kısmi çoğalması olmadığını, aksine, Ofis tarafından tescil edilen bu işaretlerin hepsinin, geometrik figürlere ek bir yüzey veya ek şerit, virgül, nokta veya bu tür bileşenlerin kombinasyonları gibi ek öğelerle birleştirilmiş, daha kompleks şekillerden oluştuğunu, bu nedenle de eldeki uyuşmazlıkta emsal teşkil etmeyeceğini belirtmiştir.

Sonuç olarak Kurul’a göre ilgili tüketiciler, başvuruya konu işaretini, ticari kaynak gösteren bir işaret olarak değil basit, koyu, kavisli bir çizgi yani dekoratif bir unsur olarak algılayacaktır. Kurul; başvuruya konu işaretin herhangi bir ek kelime veya figüratif unsur olmadan, örneğin bir antetli kağıt, katalog veya ofis dekorunun bir parçası olarak kullanıldığında, ilgili tüketicilerin bunu basit bir süsleme, alt çizgi veya kısmi çerçeve olarak algılayacağı, “gülümseme” olarak algılamayacağı, bu bağlamda da, ayırt edici ek bir unsur içermediği ya da kullanım yoluyla ayırt edici karakter kazanmadığı müddetçe, başvurunun kapsadığı tüm hizmetler bakımından ayırt edici nitelikten yoksun olduğu görüşündedir. Dolayısıyla da başvuru hakkında verilen ret kararı yerinde görülerek başvuru sahibinin itirazı reddedilmiştir.

şeklini gördüğünüzde siz bunun bir gülümse olduğunu mu düşünürdünüz yoksa yarım bir daire mi?

Burcu YAĞAR

Mayıs 2020

avburcuyagar@gmail.com

Kelime ve/veya Şekil Unsuru da İçeren Üç Boyutlu Ürün Şekli Markalarının Ayırt Ediciliği Hakkında Avrupa Birliği Ortak Uygulama Metni Yayımlandı

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) ve Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin marka tescil otoriteleri, dönemsel olarak “Ortak Uygulama” (Common Practice) metinleri yayımlamaktadır. AB genelinde geçerli olacak ortak uygulama metinlerinden birisi de, 1 Nisan 2020 tarihinde duyurulan CP 9 numaralı “Kelime ve/veya Şekil Unsuru da İçeren Üç Boyutlu Ürün Şekli Markalarının Ayırt Ediciliğinin, Ürün Şeklinin Ayırt Edici Olmaması Halinde Değerlendirilmesi” dokümanıdır.

Ortak uygulama metninin konusu; ayırt edici olmayan bir ürün şeklinin, ambalajının veya kabının, başka bir şekil veya kelime unsuruyla kombinasyonuyla oluşturulan markaların mutlak ret nedenleri kapsamında ayırt ediciliğinin değerlendirilmesidir.

1 Nisan 2020’de yayımlanan ve yayın tarihinden üç ay sonra yürürlüğe girecek metin, uygulamanın konusu markalar bakımından AB üyesi ülke ofisleri ve EUIPO’nun ortak uygulamasını oluşturacaktır.  

Okuyucularımız çok sayıda görsel örnekle zenginleştirilmiş ve anlaşılması kolaylaştırılmış CP9 ortak uygulama metnine https://euipo.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/News/cp9/CP9_en.pdf bağlantısından erişebilir.

Ortak uygulama metninin temel tespiti; ayırt edici olmayan bir ürün şeklinin, ayırt edici olan başka bir unsur içermesi halinde, işaretin bütün olarak ayırt edici olarak kabul edileceği yönündedir. Bununla birlikte bu husus değerlendirilirken, ayırt edici kelime veya şekil unsurunun işaretteki boyutu, oranı, ayırt edici ürün şekliyle kontrastı, konumu gibi hususlar dikkate alınacak ve karar bu hususlar dikkate alınarak verilecektir.

Ayırt edici kelime veya şekil unsurunun, işaretin bütünü içindeki boyutu veya oranı değerlendirilirken; ürünün gerçek yaşamdaki boyutu değil, ofise sunulan gösterim esas alınacaktır. İşaretin bütün olarak ayırt edici olarak değerlendirilebilmesi için, ayırt edici olduğu kabul edilen unsurun gösterimde açık biçimde görülebilir olması gereklidir. Ayırt edici olan ve olmayan unsurların birbirlerine oranı için özel limitler belirlenmemiştir.

Buna ilaveten, özellikle küçük boyutlu ürünlere ilişkin piyasa alışkanlıkları da incelemede dikkate alınacaktır. Tüketiciler, özellikle küçük boyutlu ürünlerde, nispeten küçük unsurları ayırt etme alışkanlığına sahiptir ve bu tip ürünler için yapılan başvurularda ayırt edici unsurun boyutu açıkça görülebilmesini sağlıyorsa, başvuru bütün olarak ayırt edici olarak kabul edilebilecektir.

Ortak uygulama metni yukarıda yazılanlar dışında; renkler, renklerin kontrastı, ayırt edici unsurun konumu, vb açılardan da uygulamaya yön verici tespitler içermektedir. Metni olduğu gibi çevirmek yerine, incelemeyi bu aşamada okuyucularımıza bırakıyoruz.

AB üyesi ülke ofisleri ve EUIPO tarafından kabul edilen ve istisnasız uygulanacağı anlaşılan CP 9 ortak uygulama metninin, ülkemizde de Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından dikkate alınacağından eminiz. Bu bağlamda, uygulamanın farklı noktalarında yer alan okuyucularımızın CP 9 metnini dikkatli biçimde incelemesi önem arz etmektedir.

Önder Erol ÜNSAL

Mayıs 2020

unsalonderol@gmail.com

MATEMATİKSEL KEŞİF GÖMBÖC, AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI ÖNÜNDE – TEKNİK İŞLEV İÇEREN VE ÜRÜNLERE ESASA İLİŞKİN DEĞER KATAN ŞEKİLLERİN MARKA OLARAK TESCİLİ TALEPLERİNE YÖNELİK DEĞERLENDİRME

Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD”), 23 Nisan 2020 tarihli ve C-237/19 sayılı ön yorum kararında[1], ürünün kendi şeklinden oluşan üç boyutlu bir marka başvurusunda, şeklin teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu olup olmadığına karar verilirken ilgili kamu kesiminin ürünü algılayış şeklinin dikkate alınıp alınmayacağına ve bu değerlendirmenin yalnızca markanın grafik gösterimine bağlı olarak yapılıp yapılmayacağına dair değerlendirmelerde bulunmuştur. ABAD söz konusu kararı verirken ayrıca mala asli değerini veren özelliklerin neler olabileceği konusunda açıklamalar yaparak marka ve tasarım hukuku arasındaki ilişkiye değinmiştir.

Aşağıda detayları açıklanacak olan ön yorum kararı (Gömböc, C-237/19), 2008/95 sayılı AB Marka Direktifi (“Direktif”)[2] m.3(1)(e) ile ilgili önemli değerlendirmeler içermekte olup bu karar, aynı paragrafın mevzuatımızdaki karşılığı olan 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu m. 5/1(e)’in yorumlanması hususunda da yol gösterici niteliktedir.

Marka Başvurusuna Konu Olan Ürün Hakkında

Kararın detaylarına geçmeden önce, marka başvurusuna ve karara konu olan üç boyutlu şekil hakkında bilgi vermek kanaatimizce gereklidir.

Katı cisimlerdeki statik denge noktalarının sayı ve konumlarının araştırılması Arşimet zamanına kadar uzansa da, konuyla ilgili en temel sorulardan biri olan “tek bir katı cismin kaç tane denge noktası olabilir?” sorusu yakın zamana kadar cevaplanmamıştır. Denge sayısının asgari olarak dört olması gerektiğine dair güçlü göstergeler olsa da, 1995 yılında Rus matematikçi Vladimir Arnold asgari sayının iki olabileceğini iddia etmiştir. Arnold’un bu iddiası, daha önce sadece iki denge noktasına sahip bir cisim görülmediği için, birçok bilim adamını şaşırtmıştır. Ne var ki bu teori, 2006 yılında Macar bilim adamları tarafından marka başvurusuna konu ürün olan “Gömböc” ile kanıtlanmıştır.

Gömböc, aşağıdaki görselden de görülebileceği üzere, matematiksel hesaplamaların sonucu olarak çıkan bir ürün olup, köşeleri olan yuvarlak bir cisme benzemektedir.

Alüminyum Gomboc,Benzersiz Bir Matematiksel Yenilik,Kendine ...

 Gömböc, bir kararlı ve bir kararsız denge noktasına sahip ilk ve tek üç boyutlu homojen nesne olup bu özelliği sayesinde hangi konumda bırakılırsa bırakılsın kendi temel konumuna dönebilmektedir (“self-righting”).

Ürünün tanımına bakıldığında akıllara ülkemizde hacıyatmaz olarak bilinen oyuncaklar gelse de bu oyuncakların altında eski şekillerine dönebilmelerini sağlayan ağırlıklar bulunmaktadır. Oysaki Gömböc, homojen bir malzemeden oluşmakta ve dolayısıyla cismin matematiksel hesaplamalarla oluşturulan şekli, cismin ilk baştaki ana konumuna geri dönmesini sağlayan temel unsurdur.

Daha çok dekoratif amaçlarla kullanılan bu ürünün işleyişini görmek isteyen okuyucularımız aşağıda yer alan videoya göz atabilirler:

Yerel Mahkeme Süreci ve ABAD’a Yöneltilen Sorular

Gömböc’ün yaratıcısı Macar Şirket Gömböc Kft., aşağıda görseline yer verilen üç boyutlu şeklin 14.sınıftaki “dekoratif eşyalar”, 21. sınıftaki “ dekoratif kristal ve porselen eşyalar” ve 28. sınıftaki “oyuncaklar” emtiası üzerinde tescil edilmesi için Macar Fikri Mülkiyet Ofisine (“HIPO”) bir marka başvurusunda bulunmuştur.

indir.png

HIPO, marka başvurusuna konu şeklin Gömböc ürününün kendi şekli olduğu, ürünün oyuncak olarak teknik işlevinin ne şekilde yüzeye bırakılırsa bırakılsın kendisini düzeltip temel konumuna dönebilmek olduğu ve bu özelliğin de ürününün dış tasarımından kaynaklandığı tespitinde bulunmuştur. HIPO, bu nedenle şeklin bilgilendirilmiş ve makul tüketici tarafından bir marka olarak değil de, belirtilen teknik sonuca ulaşmak için gerekli olan bir şekil olarak algılanacağına karar vermiştir.  Yerel Ofis 14. ve 21. sınıflarda yer alan dekoratif eşyalar bakımından ise, Gömböc’ün ticari değerinin göz alıcı şeklinden kaynaklandığına ve bu şeklin de ürüne asli değerini verdiğine karar vermiştir. Sonuç olarak, başvuru 2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(e) paragrafı nedeniyle tümden reddedilmiştir.

Gömböc Kft’nin HIPO’nun kararına karşı yapmış olduğu itirazı birinci ve ikinci derece mahkemeler tarafından reddedilince, şirket son olarak kararı Macaristan Yüksek Mahkemesine (Kúria) taşımıştır. Yüksek Mahkeme, 2008/95 numaralı Direktif’in m. 3(1)(e)(ii) ve (iii) uyarınca meseleyi ABAD’a taşımış ve aşağıdaki soruların ön yorum kararıyla cevaplandırılmasını talep etmiştir:

“1.  Markanın yalnızca ürünün şeklinden oluşan bir işaret olması durumunda, Marka Direktifi m. 3(1)(e)(ii),

 (a) istenen teknik sonucu yerine getirmek için şeklin gerekli olup olmadığı hususunun yalnızca markanın sicilde yer alan grafik gösterimine dayanarak yapılacağı şeklinde mi, yoksa

(b) ilgili kamu kesiminin şekli algılayış biçiminin de dikkate alınabileceği şeklinde mi yorumlanmalıdır?

Bir başka deyişle, istenen teknik sonucu elde etmek için tescili talep edilen şeklin zorunlu olduğunun ilgili kamu kesimi tarafından bilinmesi değerlendirmede dikkate alınabilir mi?

2. Markanın yalnızca ürünün şeklinden oluşan bir işaret olması durumunda, Marka Direktifi m. 3(1)(e)(iii)’de yer alan ret veya hükümsüzlük sebebi,  yetkili makamın sadece ilgili kamu kesiminin ürünle ilgili algısı veya bilgisine dayanarak ilgili şeklin ürüne esasa ilişkin değer kattığı sonucuna varabileceği şeklinde yorumlanabilir mi?

3. Marka Direktifi m.3(1)(e)(iii)’de yer alan ret veya hükümsüzlük sebebi,

(a) markanın yalnızca ürünün şeklinden oluşan bir işaret olması ve bu şeklin ayırt edici niteliği nedeniyle hâlihazırda tasarım korumasından yararlanması durumunda veya

(b) ürünün estetik görünüşünün ürüne belirli bir değer kattığı durumda uygulanabilir mi?”[3].

ABAD’ın Değerlendirmeleri

Birinci Soru

Divan’a göre Temyiz Mahkemesi ilk sorusuyla, Direktifi’in m. 3(1)(e)(ii)[4]’de yer alan ret gerekçesinin değerlendirilmesinde yalnızca markanın grafik gösteriminin mi dikkate alınacağını yoksa ilgili kamu kesiminin işareti algılayış biçimi veya başka bilgilerin de dikkate alınıp alınamayacağını sormaktadır.

Bu hüküm uyarınca, sadece teknik bir sonucu elde etmek için gerekli olan şekilleri münhasıran içeren işaretler tescil edilemeyecek veya tescil edilmişlerse hükümsüz kılınabilecektir.

Divanın önceki kararları doğrultusunda, Direktif m. 3(1)(e)’nin bir ret gerekçesi olarak düzenlenmesinin nedeni, ürün kullanıcılarının rakip şirketlerin ürünlerinde de aramaları muhtemel olan teknik çözümlere veya işlevsel özelliklere ilişkin olarak tek bir kişiye marka tescili yoluyla tekel hakkı verilmesini önlemektir. Maddenin ikinci paragrafında düzenlenen işlevsel şekiller hakkındaki tescil yasağının amacı  Avrupa Birliği mevzuatı çerçevesinde belirli sürelerle korunan diğer haklara (tasarım, patent, vb.) sağlanan korumanın, kalıcı haklar sağlayan marka tescili yoluyla belirsiz sürelerle uzatılmasını engellemektir.

ABAD, m. 3(1)(e)(ii) hükmünün doğru uygulanabilmesi için kararında iki adımdan oluşan bir değerlendirme öngörmüştür. ABAD, markanın tesciline karar verecek olan yetkili makamın ilk olarak üç boyutlu şeklin esas özelliklerini belirlemesi gerektiğini, ikinci olarak ise bu özelliklerin ilgili ürünün teknik fonksiyonunu yerine getirip getirmediğine karar vermesi gerektiğini belirtmiştir.

Bu değerlendirmenin ilk aşaması ile ilgili olarak ABAD, üç boyutlu şeklin esas özelliklerinin değerlendirilmesine prensip olarak işaretin grafik görselinin incelemesiyle başlanması gerektiğini ancak yetkili makamın esas özellikleri doğru tanımlamasını sağlayacak diğer faydalı bilgilere (anketler, uzman görüşleri vb.) de başvurabileceğini ifade etmiştir. Mahkeme, ilgili kamu kesiminin üç boyutlu şekli algılayış biçiminin şeklin esas özelliklerinin tespitinde dikkate alınabileceğine karar vermiştir.

Değerlendirmenin ikinci aşaması (ilk adımda belirlenen esas özelliklerin ürünün teknik fonksiyonunu yerine getirip getirmediği tespiti) ile ilgili olarak ise Mahkeme, şeklin grafik gösteriminde ürünün yalnızca bir kısmının gözükmesi durumunda, gözüken kısım tek başına teknik sonuca ulaşmak için yeterli olmasa da, eğer istenen teknik sonuç için gerekliyse m. 3(1)(e)(ii)’nin uygulanabileceğine karar vermiştir.

Bir başka deyişle, bu ret sebebinin uygulanabilmesi için markanın grafik gösteriminde ürünün teknik sonucunu elde etmek için gerekli olan temel özelliklerinden yalnızca birinin görünür olması yeterlidir.

ABAD’a göre, ürünün teknik fonksiyonu objektif ve güvenilir bilgilere dayanarak belirlenmelidir. Mahkeme, yerel ofisin bu değerlendirmeyi yaparken ürünün teknik fonksiyonları hakkında yazılmış olan bilimsel yayınları, katalogları ve uzman görüşlerini dikkate alabileceğini belirtmiştir. Mahkemeye göre, ilgili kamu kesiminin algısı her ne kadar şeklin esas özelliklerini belirlemede dikkate alınabilecekse de, ürünün teknik fonksiyonlarının belirlenmesinde bu husus dikkate alınmamalıdır. Mahkeme tarafından ilgili kamu kesiminin söz konusu ürünün teknik özelliklerinin ne olduğunu ve işareti oluşturan ürün şeklinin ne ölçüde bu özelliklere katkıda bulunduğunu kesin olarak belirleyecek uzmanlığa sahip olamayacağına dikkat çekilmiştir.

İkinci Soru

Temyiz Mahkemesi tarafından ABAD’a yöneltilen ikinci soru ürünlere esasa ilişkin değer katan şekillerden münhasır biçimde oluşan markaların reddedileceğini düzenleyen Direktif m. 3(1)(e)(iii)’nin[5] yorumlanmasına ilişkindir.

ABAD kararında bu hükmün uygulamasının; ilgili şeklin özellikleri nedeniyle ürünün çekiciliğinin tüketiciler üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu, bu nedenle de şeklin tek bir üreticinin tekeline bırakılmasının rekabeti bozacağını gösteren objektif bir analize dayanması gerektiğini belirtmiştir. Kısacası Mahkeme, bu ret sebebinin uygulanabilmesi için tüketicinin söz konusu malları satın alma kararının büyük ölçüde işareti oluşturan şeklin özelliği tarafından şekillendiğinin nesnel ve güvenilir kanıtlarla ortaya konulması gerektiğini ifade etmiştir. Öte yandan, Mahkeme’ye göre ürünün teknik nitelikleri veya itibarı gibi şekline bağlı olmayan diğer özellikleri bu değerlendirme açısından önemsizdir.

ABAD, ortalama bir tüketicinin ürünü algılayış şeklinin tek başına m. 3(1)(e)’nin üçüncü paragrafında yer alan ret sebebinin uygulanması için belirleyici bir unsur olmadığını ancak yine de bu hususun işaretin esas özelliklerini belirlemek için yararlı bir kriter olabileceğini belirtmiştir.

ABAD’ın kararında belirtildiği üzere; yerel mahkeme, ürüne esas değer katan unsurun ürünün şeklinin matematiksel bir keşfin somut sembolü haline gelmesi olduğuna karar vermiştir. ABAD’a göre yetkili makam, ilgili kamu kesiminin markayı oluşturan şekli algılayış şeklini ve ürün hakkındaki bilgisini göz önünde tutarak şeklin bir matematiksel keşfin sembolü haline geldiğine karar verme yetkisine sahiptir.  Yetkili makam bu yönde karar verdiği için, ABAD’a göre, şeklin esas özelliğinin de bu husus olduğuna karar vermeye yetkilidir. ABAD, şeklin bu özelliğinin ürünlere esasa ilişkin değer katıp katmadığının yetkili makam tarafından değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

ABAD’ın değerlendirmesine göre böyle bir özelliğin kendi başına şeklin estetik değerleriyle ilgili olmaması Direktif m. 3(1)(e)(iii)’nin uygulanmasına engel değildir. Mahkeme, “ürünlere esasa ilişkin değer katan şekil” kavramının yalnızca sanatsal veya süs değeri olan malların şekilleri ile sınırlı olmadığının unutulmaması gerektiğini belirtmiştir. Zira Mahkemeye göre, şeklin ürünlere esasa ilişkin bir değer katıp katmadığı sorusu şeklin ilgili piyasada ortak olarak kullanılan diğer şekillerden farklı olup olmadığı da dahil olmak üzere çeşitli faktörler temelinde incelenebilecektir.

Sonuç olarak ABAD, üç boyutlu ürünün şeklinden oluşan markalarda şeklin esas özelliklerinin belirlenmesinde ilgili kamu kesiminin ürünü algılama şeklinin veya ürüne dair bilgisinin dikkate alınabileceğine karar vermiştir.

Üçüncü Soru

Yukarıda belirtilen üçüncü soru ile ilgili olarak Yerel Mahkeme’nin emin olamadığı husus tasarım korumasından yararlanan bir şeklin otomatik olarak marka korumasından istisna tutulup tutulmadığı olmuştur. Bu soruya cevap vermek için ABAD, Direktif m. 3’ün amacını bir kez daha yineleyip bu amacın çeşitli yasal koruma biçimlerinin bir arada var olmasını engellediği anlamına gelmediğini belirtmiştir. ABAD’ın kararında belirttiği üzere, tasarım hukuku ile marka hukuku birbirinden bağımsız olup aralarında bir hiyerarşi de yoktur.

ABAD’a göre bir ürünün tasarım olarak korunması, ürünün şeklinden oluşan bir marka başvurusunun otomatik olarak m. 3(1)(e)(iii) (mala esasa ilişkin değer katan şekil hali), nedeniyle reddedileceği anlamına gelmemektedir.

Temyiz Mahkemesi tarafından ABAD’a yöneltilen 3. sorunun (b) şıkkı, Direktif m. 3(1)(e)(iii)’te yer alan ret sebebinin ürünün şeklinden oluşan bir işarette, ürüne belirli bir değer katan unsurun ürünün estetik görünüşü olması durumunda uygulanıp uygulanamayacağıdır. ABAD bu hususla ilgili olarak, ilgili maddenin dekoratif bir eşyanın şeklinden oluşan işaretlere de uygulanabileceğini ancak bu maddenin ilgili işaretlerin otomatik olarak reddine sebep olmayacağını belirtmiştir.

ABAD, ürüne esasa ilişkin değer katan unsurların ürünün şeklinden kaynaklanması gerektiğini, ürünün; üretim biçiminin, içerdiği materyallerin, yaratılış hikâyesinin veya tasarımcısının bu değerlendirmede bir öneminin olmadığını ifade etmiştir.

Sonuç

ABAD bu kararıyla, Marka Direktifi m. 3(1)(e)’nin yorumlanmasına ışık tutmuştur. Özellikle de “mallara esasa ilişkin değer katan şekil” kavramı, Hauck[6] kararından sonra daha da detaylandırılarak açıklanmıştır. Karar, marka başvurusunda yer alan şeklin ürüne esasa dair bir değer katıp katmadığı değerlendirmesinde kamunun ilgili kesiminin ürünü algılayış şeklinin ya da bilgisinin yalnızca ürünün esas özelliklerinin belirlenmesinde dikkate alınabileceği ortaya koymuştur. Ne var ki karara göre, başvurunun reddedilmesi için tüketicinin ürünü almasının sebebinin büyük ölçüde şeklin esas özelliklerinden kaynaklandığının objektif ve güvenilir delillerle kanıtlanması gereklidir.

ABAD bu kararında Lego kararında[7] olduğu gibi başvuruya konu şeklin teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu olup olmadığına karar verirken markanın grafik gösteriminin dışına çıkılabileceğine karar vermiştir. ABAD’ın bu son kararına göre, ürünün esas özelliklerinin (essential characteristics) belirlenmesinde ilgili kamu kesiminin algısı dikkate alınabilecektir ancak bu özelliklerin ürüne teknik bir fonksiyon katıp katmadığının değerlendirilmesi ancak objektif ve güvenilir kaynaklara dayanılarak yapılmalıdır.

Son olarak karar, aynı şekil için tasarım ve marka korumasının bir arada bulunabileceğini ve üç boyutlu marka başvurusuna konu dekoratif şekillerin ve hatta dekoratif eşyaların otomatik olarak marka korumasından muaf tutulamayacağını belirtmiştir.

Banu Eylül YALÇIN

Mayıs 2020

eylulyalcin96@gmail.com


[1] ABAD’ın C‑237/19, EU:C:2020:296 sayılı, 23 Nisan 2020 tarihli Gömböc kararı, < http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=225524&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=8319192>

[2] 22.10.2008 tarihli (AB) 2008/95 sayılı Avrupa Parlamentosu ve Konsey Yönergesi

[3] C‑237/19 numaralı Gömböc kararı, paragraf 22.

[4]The following shall not be registered or, if registered, shall be liable to be declared invalid: signs which consist exclusively of: the shape of goods which is necessary to obtain a technical result.”

[5]The following shall not be registered or, if registered, shall be liable to be declared invalid: signs which consist exclusively of: the shape which gives substantial value to the goods”

[6] ABAD’ın C-205/13, EU:C:2014:2233 sayılı Hauck GmbH v Stokke A/S & others kararı

[7] ABAD’ın C‑48/09 P, EU:C:2010:516 sayılı Lego Juris v OHIM kararı

Adalet Divanı Genel Mahkemesi Burgu Peyniri Şekli Markasını Ayırt Edici Bulmadı

Bu karar üç boyutlu bir şekil markası başvurusunun ayırt edici karakterden yoksun olduğu ve ayırt edicilik kavramının değerlendirilmesinin nihai tüketici gözünden yapılmasının gerektiği gerekçesi ile reddine ilişkindir.

4 Haziran 2018 tarihinde, MURATBEY GIDA SANAYİ VE TİCARET A.Ş. (Muratbey), Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) nezdinde Avrupa Birliği markası başvurusunda bulunmuştur. Üç boyutlu marka statüsünde olan ve Nicé sınıflandırmasının 29. sınıfındaki “peynirler, işlenmiş peynirler” için yapılan başvuru aşağıdaki şekildedir:

25 Temmuz 2018 tarihinde, başvuruyu inceleyen uzman, başvurunun Birlik Marka Tüzüğünün 7/1-b maddesi yönünden ayırt edici karakterden yoksun olduğunu belirtmiş ve 27 Kasım 2018 tarihli karar ile başvuruyu bu maddeye dayanarak reddetmiştir.

Bu ret kararına karşı başvuru sahibi, 15 Ocak 2019 tarihinde itiraz etmiştir. Bu itiraz da 13 Haziran 2019 tarihli karar ile EUIPO Temyiz Kurulu tarafından reddedilmiştir. Temyiz Kurulu kararına karşı açılan dava, Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından 26 Mart 2020 tarihli T‑572/19 sayılı kararla sonuçlandırılmıştır. Bu yazıda anılan karar okuyuculara aktarılacaktır. (http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=224748&pageIndex=0&doclang=FR&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=2268187)

Temyiz Kurulu, başvurunun kapsadığı mallar bakımından kamunun ilgili kesiminin nihai tüketicilerden oluştuğuna kanaat getirmiştir. Uzman ret kararında, marka başvurusunun kapsadığı ürünler bakımından basit ve bilindik bir şekilden oluştuğunu belirtmiş ve buna örnekler sunarak, işbu başvurunun bu sektörde alışılan veya beklenenden bir farkı olmadığını belirtmiştir.

Temyiz Kurulu ürünün satış ve tüketimine ilişkin başka sonuçlara da varmıştır. İtiraz sahibinin gerekçelerinden olan, somut başvurunun bir yarışmada ödül alması hususunda Kurulun kararı, ödülün verildiği yarışmadaki değerlendirmenin kamunun ilgili kesiminin algısına göre yapıldığına ilişkin bir bilginin bulunmadığıdır.  

Kararın hukuki gerekçelerine bakıldığında;

Başvurunun ret gerekçesi Marka Tüzüğünün 7/1-b maddesidir. Bu maddeye göre ayırt edicilikten yoksun başvurular marka olarak tescil edilmemektedir.

Bu madde anlamında ayırt edicilik kavramı, markanın ait olduğu firmayı belli eder nitelikte olması ve ürünün diğer firmaların ürünlerinden ayırt edilmesini sağlamasıdır. (21 Ocak 2010, Audi/OHMI, C‑398/08 P, EU:C:2010:29, paragraf 33).

Bu madde bağlamında ayırt edicilik bir yandan tescili talep edilen ürünler açısından, diğer yandan kamunun ilgili kesiminin algısı bakımından yorumlanmalıdır. (29 Nisan 2004, Henkel/OHMI, C‑456/01 P et C‑457/01 P, EU:C:2004:258, paragraf 35).

Somut durumda, başvuruya konu ürünler “peynir” ve “işlenmiş peynir” olup, bu ürünler günlük tüketime uygun olduğundan, malların tüketici kesimi nihai tüketicilerdir.

Başvuru sahibinin de bu husus üzerinde aksi bir görüşü bulunmamakta olup, asıl üzerinde durduğu husus, Temyiz Kurulunun ayırt edici karakteri sadece nihai tüketici algısına göre değerlendirmesidir.

Başvuru sahibinin öne sürdüğü iddia, başvuruya konu ürünlerin aynı zamanda Avrupa Birliği içerisindeki profesyonel kesime de hitap ettiğidir. Başvuru sahibi, 2018 Dünya Süt Ürünleri İnovasyon Ödülünü alan bu marka başvurusu hakkında, bahsi geçen yarışmayı bilen profesyonel kesimin de bilgi sahibi olduğunu, dolayısıyla, somut olayda sadece son tüketicinin bakış açısının önemli olmadığını, profesyonel kesimin algı şeklinin de önemli olduğunu ileri sürmektedir.  

Somut olayda değerlendirilmesi gereken bir diğer husus da ilgili ürünler açısından, Temyiz Kurulunun dikkate aldığı son tüketicinin -bir başka deyişle Birlik genel halkının- kamunun ilgili kısmının önemli bir bölümünü oluşturmasıdır.

Bu aşamada, Temyiz Kurulunun daha adil bir değerlendirme ile nihai tüketici yerine bilgilenmiş ve makul derecede dikkatli genel halka göre ayırt ediciliği değerlendirmesi beklenebilirdi.

Bu açıdan, hatırlatmakta fayda var ki, her ne kadar ürünün kendi biçimi olan 3 boyutlu markaların ayırt edici karakterinin değerlendirilmesi, diğer kategorideki markalardan farklı olmamalıysa da; kamunun ilgili kesiminin algısı, ürünün kendi biçimi olan 3 boyutlu markalar bakımından, kullanılacağı üründen bağımsız olan kelime veya şekil markaları ile aynı değildir.  Sonuçta, ilgili ürünün ortalama tüketicisi grafik veya yazılı unsurların yokluğunda, ürünün şekline bakarak kökenini bilme alışkanlığına sahip değildir ve bu sebeple 3 boyutlu bir markanın ayırt ediciliğini anlamak bir şekil veya kelime markasına göre daha zordur.  [29 Nisan 2004, Henkel/OHMI, C‑456/01 P et C‑457/01 P, EU:C:2004:258, paragraf 38 ; 31 Mayıs 2006, De Waele/OHMI (sosis şekli), T‑15/05, EU:T:2006:142, paragraf 32].

Tescili talep edilen şeklin ayırt edici karaktere sahip olduğundan bahsedebilmek için ilk bakışta ilgili ürünün menşeini göstermesi veya ilgili markanın belirgin bir şekilde sektörün standartlarından veya alışkanlıklarından ayrılması gerekmektedir.   [26 Kasım 2015, Établissement Amra/OHMI (KJ Kangoo Jumps XR), T‑390/14, EU:T:2015:897, paragraf 15].

İtiraz edilen kararda, Temyiz Kurulu, ilk olarak başvurusu yapılan markanın ürünün kendisi olduğunu ve ayırt edicilikten yoksun olduğunu belirtmiştir.

Ayrıca, uzmanın sunduğu örnek çizimler de göstermektedir ki, bantlar halinde kesilmiş peynirlerin örgü veya bükülmüş halde sunumu ticarette bilinen bir sunum biçimidir. Temyiz Kurulu ayrıca, peynirlerin genelde küp, dilim, yuvarlak gibi farklı şekiller altında satıldığını da belirtmiştir. Bununla birlikte Temyiz Kurulu, başvurulan marka ile sektörde bilinen ve alışılmış ürün şekilleri arasında belirgin bir fark olmadığına kanaat getirmiştir.

Bu hususu değerlendiren Mahkeme, aynı veya ayırt edilemeyecek kadar aynı şekillerin piyasada olduğunu kanıtlamanın gerekli olmadığını onaylamakla birlikte, ilgili sektörde önemli bir şekil çeşitliliği olup olmadığının ve somut başvurunun da bunun bir varyasyonu olup olmadığının incelenmesi gerektiğini belirtmektedir. [28 haziran 2019, Gibson Brands/EUIPO – Wilfer, T‑340/18, EU:T:2019:455, paragraflar 35 ve 36].

Somut durumda, piyasada birçok farklı formda peynirin var olduğu anlaşılmaktadır:  küp şeklinde peynir, dilimli peynir, bükülmüş şekilde peynir gibi. Bu halde, başvurusu yapılan markanın şeklindeki basitliği de göz önüne alındığında, kamunun ilgili kesiminin bu şekli belirli bir üreticiden gelen bir ürün olarak algılamaktan ziyade, daha çok ilgili piyasadaki şekil çeşitliliğinin sonucu olduğu düşünecekleri tahmin edilmektedir.

Sonuçta, Temyiz Kurulunca belirtildiği gibi, tescilin talep edildiği 3 boyutlu şekil piyasada var olan birçok farklı şekilden biri gibi görünmektedir. 

Bu halde ilk bakışta ilgili ürünün menşeini de belirtmediğinden, başvurusu yapılan markanın ayırt edici karakteri olduğu düşünülemez. 

Ayrıca, başvuru sahibinin, başvurusu yapılan markanın kullanım yolu ile ayırt edicilik kazandığına dair veri sunmadığı görülmektedir.

Başvuru sahibi ayrıca, Temyiz Kurulunun başvuruya konu ürün şeklini yanlış bir şekilde değerlendirdiğini ve peynirin bükülmüş kayışlardan oluşan spiral bir biçiminde olduğunu belirtmektedir.

Belirtilen hususu inceleyen Mahkeme, Temyiz Kurulu kararının özellikle 12, 13. ve 20. paragraflarında, Kurulun başvuruyu sadece kayışlı bir peynir bandıyla değil, aynı zamanda örgü veya bükülmüş birçok şekil ile karşılaştırdığını tespit etmiştir. Dolayısıyla, başvuru sahibinin, şekil incelemenin eksik yapıldığı iddiası gerekçesiz sayılmıştır.

Başvuru sahibi ilaveten, başvurusu yapılan peynir şekli ile 2018 yılından yapılan bir yarışmada 2018 Dünya Süt Ürünleri İnovasyon Ödülünü aldıklarını ve bu sebeple de başvuru hakkındaki ret kararının kaldırılması gerektiğini belirtmekte ise de,  Temyiz Kurulu bu yarışmada değerlendirmenin nihai tüketici dikkate alınarak yapılıp yapılmadığının bilinmediğine kanaat getirmiştir.

Başvuru sahibi, başvuruya konu markanın sadece Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde değil, Birlik üyesi olan Almanya Patent ve Marka Kurumu nezdinde de tescilli olduğunu belirtmiş ise de; Birlik hukukunun ayrı ve özerk olması gerekçesi ile başvuru sahibinin bu itirazı da kabul görmemiştir. (17 Temmuz 2008, L & D/OHMI, C‑488/06 P, EU:C:2008:420, paragraf 58)

Tüm bunlar sonucunda Mahkeme, Temyiz Kurulu kararının Tüzüğün 7/1-b maddesini ihlal etmediği sonucuna vararak başvuru hakkındaki ret kararını onamıştır.

Mahkeme özetle üç boyutlu bir marka başvurusunun özgünlüğünün ayırt edicilik açısından önemli olduğunu kabul etmiş olmakla birlikte, yenilik ve özgünlüğün markanın hitap ettiği tüketici açısından değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getirerek, Muratbey şirketinin burgu peyniri şekil markasını ayırt edicilikten yoksun görerek reddetmiştir.

Kanaatimce, Birlik ülkelerindeki tüketiciler ve bu tüketicilerin alışık olduğu peynirler ve peynir şekillerinin çeşitliliği göz önüne alındığında, Mahkeme kararına kısmen katılmak mümkündür. Genel Mahkeme bu vakada, ürün şeklinden oluşan şekil markalarının nihai tüketici grubu açısından değerlendirmenin gerekeceği yönünde bir karara varmıştır. Ancak, bir yandan da çeşitli peynir şekillerine alışık olan tüketiciye göre, yani tüketicinin coğrafyasına da bakarak bir karara varıldığı belki düşünülebilecektir.

Gizem KARPUZOĞLU

Nisan 2020

gizem_erkarakas@hotmail.com

ÜÇ BOYUTLU MARKALARDA AYIRT EDİCİLİK KRİTERLERİ: AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI’NDAN TEREYAĞI KABI KARARI

Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD”) Genel Mahkemesi, 2 Nisan 2020 tarih ve T‑546/19 sayılı kararıyla[1], altın renkli ve üzerinde dalga şekli bulunan üç boyutlu bir kap için Avrupa Birliği marka başvurusunda bulunan başvuru sahibi Isigny-Sainte Mère ve Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) arasında görülen davada kararını verdi.

Başvuru sahibi, aşağıda görseline yer verilen üç boyutlu markanın 29. sınıfta “tereyağı” emtiası üzerinde tescil edilmesi talebiyle EUIPO nezdinde başvuruda bulunmuştur.

EUIPO, başvuruyu ayırt edici olmaması gerekçesiyle reddetmiş, başvuru sahibi tarafından bu karar, EUIPO Temyiz Kurulu önüne getirilmiş ve Kurul da 22 Mayıs 2019 tarihinde başvuru hakkında kararını vermiştir.

Temyiz Kurulu, ilk olarak başvurunun hitap edeceği kesimi belirlemiş ve başvurunun kapsadığı emtianın, Avrupa Birliği’nde makul düzeyde dikkatli olan ve normal bir bilgi seviyesine sahip olması beklenen genel halka hitap ettiğini belirtmiştir. Kurul başvuruya konu olan işaretin, tüketiciler tarafından orijinal olmayan ve piyasada bulunan benzer ambalajlardan ayırt edilmeyen bir ambalaj şekli olarak algılanacağı tespitinde bulunmuştur. Nitekim Kurul’a göre ortalama tüketiciler, herhangi grafik veya metinsel öğenin yokluğunda, ürünlerin şekline veya ambalajlarına bakarak ürünlerin ticari kaynağı hakkında varsayımda bulunma alışkanlığına sahip değildir. Bu nedenle de üç boyutlu şeklin sektördeki genel normlardan veya alışkanlıklardan önemli ölçüde farklılaşması gerekmektedir ki, bir marka olarak esas işlevi olan kaynak gösterme fonksiyonunu yerine getirebilsin.

Başvuru sahibi, redde konu şeklin pazarda yer alan çeşitli tereyağı ürünlerinden farklı olduğunu, zira ambalajda kullanılan altın renginin ve alüminyumun genelde sektörde kullanılan bir renk ve materyal olmadığını, piyasadaki tereyağlarının genelde plastik kaplarda ya da kağıt ambalajların içinde satışa sunulduğunu iddia etmiş ve bu iddialarını desteklemek için aşağıdaki tereyağı ambalaj görsellerini Temyiz Kurulu’na sunmuştur. Tereyağının genelde oval, üçgen şekilli, kare ve hatta borumsu şekillerde satışa sunulduğunu bu nedenle de başvuruya konu formun piyasadaki genel formlardan ayrıldığını iddia etmiştir.

Başvuru sahibi tarafından Temyiz Kurulu’na sunulan piyasadaki diğer tereyağı ambalajlarının görselleri

Ayrıca, başvurudaki şekli unsur olan kabartmalı dalga şeklinin yalnızca dekoratif bir unsur olarak algılanmayacağını, zira ambalajın yarısını kapsadığı için ayırt edici niteliğin varlığına ilişkin önemli bir rol oynadığını savunmuştur. Piyasadaki çeşitli tereyağı ürünlerinin genellikle düz ve kabartma özelliği olmayan ambalajlarla sunulduğunu bu yüzden kabartmalı dalga şeklinin tüketicilerin dikkatini çekeceğini ve bu nedenle de ayırt edici bir unsur olduğunu iddia etmiştir.

Temyiz Kurulu, somut olayda her ne kadar tereyağı için başvuruyla birebir aynı olan bir ambalaj örneği olmadığını kabul etse de başvuruya çok benzeyen kapların tereyağı için ve tereyağı ile aynı zamanda, özellikle kahvaltıda tüketilen reçel veya peynir gibi ürünler için de kullanıldığını belirtmiştir. Tüketiciler bu nedenle süpermarketlerde ya da yemek yenilen yerlerde tescili talep edilen şeklin benzerlerini görmeye alışkındır.  Temyiz Kurulu’na göre tereyağının küçük porsiyonlarda veya tekil kaplarda satıldığı ve bu tür kapların otellerde, barlarda ve diğer işyerlerinde sıkça kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Tereyağı da dahil olmak üzere gıda ürünlerinin farklı şekil ve renklere sahip kutularda paketlenebileceği bilinmektedir, kaldı ki yuvarlak şekilli kaplar özellikle peynir piyasasında oldukça yaygındır.  Tereyağı gibi mandıra ürünlerinin ambalajlanması bir pazarlama zorunluluğu olabileceğinden, ortalama tüketici için ambalaj ilk etapta yalnızca bir işlevi yerine getirmektedir. Bu tür bir ambalajdan oluşan üç boyutlu bir işaret, bir analiz veya karşılaştırma yapmadan ortalama tüketicinin ürünü diğer şirketlerin ürünlerinden ayırt etmesine imkan sağlıyorsa ayırt edicidir. Oysaki başvurudaki altın rengi ve kabı süsleyen dalga şekli basit dekoratif unsurlardır ve gıda ürünlerinde alışılmadık unsurlar değildir.

Tüm bu nedenlerle Temyiz Kurulu, 2017/1001 sayılı Tüzüğün[2] 7(1)(b) maddesinde belirtilen ret sebebinin aşılabilmesi için sektörün normlarından veya alışkanlıklarından basit bir farklılaşmanın yeterli olmadığı; başvurulan markanın piyasada bulunan aynı kategorideki ürünlerin olağan özelliklerinden önemli ölçüde farklı olmadığı ve bu nedenle de başvurunun marka olarak değil de herhangi bir ambalaj biçimi olarak algılanacağını ifade ederek başvuru sahibinin itirazını reddetmiştir.

Başvuru sahibi, anılan ret kararının iptali için ABAD Genel Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Başvuru sahibine göre Temyiz Kurulu, başvurusu yapılan markanın ayırt edici karakterinin inceleneceği sektörü çok geniş tanımlamıştır. Başvurunun kapsamında yalnızca “tereyağı” olduğu için sadece bu ürün için ayırt edicilik incelemesi yapılması gerekirken, Temyiz Kurulu tereyağına benzer olmayan ürünlerin (peynir, reçel vs.) ambalajlarına kararında atıf yapmıştır. Ayrıca başvuru sahibi, Temyiz Kurulu’nun yaptığı incelemede başvuruya konu markanın materyaline yani alüminyum olmasına, ambalajının altın renkli olmasına, markanın üst kısmında yer alan sızdırmaz tabakaya ve kabartmalı dalga şekline yeteri kadar ağırlık vermediğini ileri sürmüştür.

Açılan davada başvuru sahibi ayrı ayrı veya birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu unsurların tereyağı için olağandışı olduğunu böylece sektörden önemli ölçüde farklılaştığını iddia ederek EUIPO’nun hali hazırda benzer gıda ambalajlarını tescil etme kararı vermiş olmasına rağmen Temyiz Kurulu’nun işbu markanın reddi kararını neden onayladığını yeteri kadar açıklamadığını; bu nedenle de eşit muamele ve sebep gösterme yükümlülüklerini yerine getirmediğini iddia etmiştir.

 Söz konusu iddiaları inceleyen ABAD Genel Mahkemesi özetle: “ayırt edicilik incelemesinin yalnızca markanın tescil edilmek istendiği malların ait olduğu sektörle sınırlandırılması gerekmemektedir. Belirli bir ürünün tüketicilerinin, bu ürünün ambalajını algılamalarında, aynı zamanda tüketici oldukları diğer ürünler için geliştirilen pazarlama yöntemlerinin de etkili olduğu göz ardı edilemez. Dolayısıyla, markanın ayırt edici olup olmadığı değerlendirilirken, başvuruya konu markaya ve kapsadığı malların niteliğine bağlı olarak daha büyük bir sektörü göz önünde bulundurmak gerekli olabilir. EUIPO tarafından atıfta bulunulan reçel, kahve kreması, domates ezmesi gibi ürünler ekmeğe sürülebilir veya süt ürünleri olmaları nedeniyle tereyağı ile aynı mahiyettedirler. Ayrıca bu ürünler, küçük kaplardaki tereyağlarının hitap ettiği aynı tüketici kesimine yani bireylere hitap etmekte ve benzer yerlerde tüketilmektedir.”[3]  Dolayısıyla Genel Mahkeme, Temyiz Kurulu’nun başvuruya konu markanın sektörün alışkanlıklarından önemli ölçüde farklılaşıp farklılaşmadığını analiz ederken bu ürünler için kullanılan ambalajlara atıfta bulunmakta haklı olduğuna karar vermiştir.

Başvuru sahibinin ikinci iddiası ile ilgili olarak Genel Mahkeme, başvurudan kabın alüminyumdan yapıldığının anlaşılmadığını, altın renginin ürünün üstün kalitesine işaret ettiğini ve tereyağı ambalajlarında oldukça yaygın olarak kullanıldığını değerlendirmiştir. Ayrıca, başvurunun şekli ile ilgili olarak başvuruda kabın üst kısmının sızdırmaz film ile kaplandığına dair herhangi bir emare olmadığını belirterek, söz konusu formun ayırt edici olmadığına karar vermiştir. Başvuruda yer alan kabartmalı dalga şeklinin orijinal veya görülebilir olmadığını, zira dalganın görülebilmesi için kabın sağ tarafının çevrilmesi gerektiğini; bir bütün olarak ele alındığında marka başvurusunun ortalama tüketiciler tarafından bir marka olarak değil, sadece benzer ambalajların bir başka türü olarak algılanacağına karar vermiştir.

Son olarak Genel Mahkeme, başvuru sahibi tarafından kendi başvurusuna benzer olduğunu iddia ettiği tescil kararlarının EUIPO tarafından verildiğini, ne Temyiz Kurulu’nun ne de Mahkeme’nin bu kararlarla bağlı olduğunu ve her olayın kendi özelliklerine göre değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme’ye göre, bir işaretin Avrupa Birliği markası olarak tescil edilebilir olup olmadığı hususu EUIPO’nun önceki uygulamaları temelinde değil, yalnızca Birlik yargısı tarafından yorumlandığı şekliyle Tüzüğe dayanarak değerlendirilmelidir. Mahkeme ayrıca, Temyiz Kurulu’nun tarafların sunduğu tüm iddialara cevap vermek zorunluluğu olmadığını ifade ederek sadece bu sebeple Kurul’un tüm iddiaları dikkate almadığı sonucuna varılamayacağını belirtmiştir. Yukarıda açıklanan tüm sebeplerle başvuru sahibinin açmış olduğu iptal davası reddedilmiştir.

Üç boyutlu markalar, hak sahiplerine belirli bir ürün tasarımı üzerinde kalıcı bir tekel sağlama imkanı tanımaktadır. Oysaki patent ve tasarım hukuku kuralları yalnızca belirli koşullar altında ve belirli bir süre ile sınırlı olarak koruma sağlamaktadır. Bu nedenle, bu kuralların dolanılması suretiyle süresiz bir tekel hakkının oluşmaması ve marka tescilinin tasarım veya patent tescillerine bir alternatif haline gelmemesi için ABAD’ın üç boyutlu markaların ayırt ediciliği hususunda katı bir duruş sergilediğini bu karar bir kez daha ortaya koymuştur.

Banu Eylül YALÇIN

Nisan 2020

eylulyalcin96@gmail.com


[1]ABAD’ın T‑546/19, EU:T:2020:138 sayılı, 2 Nisan 2020 tarihli Isigny Sainte-Mère v EUIPO kararı, <http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=224909&pageIndex=0&doclang=FR&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=1819982>

[2] 14.06.2017 tarihli, (AB) 2017/1001 sayılı Avrupa Parlamentosu ve Konsey Tüzüğü, Official Journal of the European Union, L 154, 16.06.2017 (“Regulation (EU) 2017/1001 of the European Parliament and of the Council of 14 June 2017 on the European Union Trade Mark)

[3] Isigny – Sainte Mère v EUIPO kararı, paragraf 27-29.

Numerik markalarda ayırt edici nitelik ve tanımlayıcılığa ilişkin bir değerlendirme: EUIPO Temyiz Kurulu’nun “1742” kararı

Sözcükler, şekiller gibi işaretlerin yanı sıra numerik, yani sayısal işaretlerin de gerekli koşulları sağlamak kaydıyla marka korumasına konu olabileceği bilinmektedir. Ticaret alanında da sayıların marka işlevine uygun şekilde kullanıldığı bazı örnekler mevcuttur: Örneğin, 501 (kot pantolon), 508 (otomobil) gibi. Nitekim 6769 sayılı SMK’nın 4’üncü maddesinde “marka olabilecek işaretler” arasında “sayılar” da açıkça sayılmaktadır. Ancak, sayıların marka olarak tescil edilebilmesi için, diğer marka türlerinde olduğu gibi mal ve hizmetleri birbirinden ayırt etme vasfını taşıması, tanımlayıcı nitelikte olmaması ve Kanunda sayılan diğer ret nedenlerini taşımaması gerekmektedir. Kuşkusuz, numerik bir işaretin ayırt edici veya tanımlayıcı nitelikte olup olmadığına ilişkin değerlendirme, o işaretin tescil talebine konu mal ve hizmetlerle ilişkisi gözetilmek suretiyle, her somut olayın kendi özellikleri çerçevesinde yapılmalıdır.

Bu yazıda, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nin (EUIPO) bu konuyla ilgili güncel sayılabilecek bir kararını (EUIPO 5. Temyiz Kurulu, 8 Temmuz 2019 tarih ve R 889/2019-5 sayılı kararı) aktararak söz konusu değerlendirmeyi bir örnek üzerinden açıklamaya çalışacağız. Karara konu olan vaka şu şekilde gelişiyor:

11 Ekim 2018 tarihinde İsveç’te yerleşik Orrefors Kosta Boda AB isimli şirket (başvuru sahibi) aşağıdaki işaretin bir Avrupa Birliği Markası olarak tescili için EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur:

1742

Başvurunun eşya listesinde 21, 32, 33 ve 43. sınıflara dâhil çeşitli mal ve hizmetler bulunmaktadır. İnceleme uzmanı, başvurunun 21. sınıftaki bazı mallar (heykeller, camdan veya porselenden mamul sanatsal objeler, camdan, seramikten veya porselenden mamul ev ve mutfak eşyaları, sandıklar, kutular, vb.) ile 43. sınıfta yer alan bazı hizmetler (otel hizmetleri, restoran, catering hizmetleri, vb.) bakımından ayırt edicilikten yoksun ve tanımlayıcı olduğu gerekçesiyle başvuruyu kısmen reddetmiştir. Karar gerekçesinde, 1742 sayısının 1742 senesi olarak algılanacağını ve tüketicilerin redde konu malların antika olduğunu ve 1742’de üretildiğini; hizmetlerin ise 1742’de yapılmış tarihi bir binada verildiğini ve/veya şirketin kuruluş yılının 1742 olduğunu düşünebilecekleri belirtilmiştir. Kararda 18. yüzyılda inşa edilmiş otellerin, Avrupa’da 1700’lü yıllardan beri faaliyette olan restoranların bulunduğuna dair bazı internet içeriklerine de yer verilmiştir.

Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz etmiştir. İtirazda özetle şunlar ileri sürülmüştür:

Ofis’in, Avrupa Birliği’ndeki (AB) ortalama tüketicilerin cam, karaf, fıçı, kupa gibi malların 1742 yılına ait olduğunu düşüneceği yönündeki gerekçesi makul olmayan bir varsayımdır. Zira 1742 markası altında satılacak mallar yeni üretilen mallardır ve makul düzeyde bilgili bir tüketicinin, satın aldığı malların neredeyse 300 yıllık olduğuna inanacağını düşündürecek herhangi bir sebep bulunmamaktadır. Hizmetlerin 1742 yılından kalma binalarda verileceği varsayımı da makul değildir. Başvuru sahibi modern binalarda ticari faaliyetlerini yürütmektedir. Normal düzeyde bilgili tüketicilerin başvuru sahibi tarafından sunulan hizmetleri satın alırken, 1742 sayısını, bu hizmetlerin verildiği binaların tarihi olarak görmeyecekleri açıktır.

İtirazı inceleyen Temyiz Kurulu öncelikle tanımlayıcı işaretlerin tescil edilemeyeceğine ilişkin AB Marka Tüzüğü maddesine ve bu madde hükmünün uygulanmasına ilişkin genel ilke ve içtihatlara değinmiştir. Devamında, ret kararına konu mal ve hizmetlerin ilgili tüketicilerinin AB’de bulunan halkın genelinden, ayrıca bu malları ve hizmetleri AB’de piyasaya sunan tüm tacirlerden oluştuğunu tespit ederek ilgili tüketici kesiminin ortalama dikkat düzeyine sahip olduğunu belirtmiştir. Kurul, 1742 ibaresinin halkın bir bölümü tarafından 1742 tarihi olarak algılanabileceği konusunda uzmanla hemfikirdir. Ancak, Kurul’a göre bu tarihin neredeyse üç asır önceki bir tarih olması değerlendirmede yeteri ölçüde dikkate alınmamıştır. Bu husus, işaretin tüketiciler tarafından derhal malların üretim tarihini belirten bir işaret olarak algılanmasına engel olmaktadır. Ayrıca, başvuru konusu 1742 ibaresinin, halk tarafından derhal malların özelliğine işaret edecek şekilde algılanmasına yol açabilecek düzeyde tarihsel bir olaya ait kayıt da bulunmadığı[1] ifade edilmiştir. İlaveten, Kurul’a göre, 1742 ibaresinin halk tarafından malların miktar, büyüklük ya da fiyat gibi diğer özelliklerini belirten bir tanımlama olarak algılanacağı konusunda da bir kesinlik bulunmamaktadır. Hizmetlerin 18. yüzyıldan kalma binalarda verilebileceği göz ardı edilmemekle birlikte, buna işaret edecek “yılından”, “-den beri” veya “-den itibaren” gibi açıklayıcı ek unsurların yokluğunda, işaretin, hizmetlerin verildiği binaların tarihini gösterecek şekilde anlaşılması için belli düzeyde yorumlayıcı bir çaba gerekmektedir.

Bu nedenle Kurul, “1742” ibaresinin redde konu mal ve hizmetler yönünden tanımlayıcı nitelikte olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

Kurul, 1742 ibaresi ile mal/hizmetler arasında açık ve direkt bir bağlantı bulunmaması, 1742 ibaresinin mal ve hizmetleri sunan işletmenin kuruluş yılını gösteren bir işaret olarak algılanmasının belli bir zihni ve yorumsal çaba gerektirmesi gibi hususları göz önüne alarak ayırt edicilikten yoksunluk gerekçesiyle verilen kısmi ret kararını da yerinde bulmamıştır.

Her ne kadar ilk kararda başka bir ret nedeni bulunmasa da Temyiz Kurulu, kararın son kısmında diğer mutlak ret nedenleri yönünden, özellikle yanıltıcılık gerekçesi bakımından da kısa bir değerlendirmede bulunmuştur.  Bu kapsamda Kurul, AB’deki ilgili tüketicilerin, malların 1742 yılında üretildiğine veya hizmetlerin yaklaşık üç asırlık binalarda verildiğine inanmayacak olması nedeniyle, markanın yanıltıcı olmadığını, tüketiciler açısından gerçek veya ciddi bir yanılma riski bulunmadığını belirtmiştir. Sonuç olarak Kurul itiraz haklı bulmuş ve kısmi ret kararının iptaline karar vermiştir.

Somut olayın kendine özgü koşulları her zaman önemlidir. Şayet başvuru konusu sayı, daha yakın bir tarihe veya tarihte bilinen bir olayın senesine işaret eden bir sayı olsaydı, Temyiz Kurulu’ndan farklı bir karar çıkar mıydı? Bunun yorumunu ise okuyuculara bırakalım…

H. Tolga Karadenizli

Mart 2020, Ankara

karadenizlit@gmail.com


[1] Yazarın notu: örneğin 1789- Fransız İhtilali gibi

Bir Desen Şekli Daha Gördüm Sanki!! ABAD Genel Mahkemesi Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz? (II)

Birkaç gün önce sizlere geçtiğimiz aylarda verilen bir Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) Genel Mahkemesi kararının konusu ihtilafı aktarmış ve kararın ne yönde olabileceği hakkındaki görüşlerinizi sormuştuk. Son dönemlerde yoğun olarak tartışılan desen (pattern) markaları hakkındaki ihtilafla ilgili görüşlerini bizimle paylaşan okuyucumuz Gökhan Bozkurt‘a çok teşekkür ediyoruz. Bu yazıda Genel Mahkeme’nin söz konusu kararını sizlerle paylaşacağız, ancak öncelikle ihtilafı bir kez daha özetliyoruz.

Aşağıda görseline yer verdiğimiz şeklin tescil edilmesi talebi Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’ne iletilir. Başvurunun kapsamında “Sınıf 20: Yataklar, yatak kasaları dahil olmak üzere mobilyalar, şilteler, yastıklar. Sınıf 24: Dokunmuş kumaşlar, diğer sınıflarda yer almayan tekstil ürünleri, yatak örtüleri, çarşaflar. Sınıf 25: Giysiler, ayak giysileri, baş giysileri. Sınıf 35: Yukarıda sayılan malların pazarlanması hizmetleri.” olarak özetlenebilecek mal ve hizmetler bulunmaktadır.

EUIPO ilk inceleme sonucunda, başvuruyu ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddeder. Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenir.

Temyiz Kurulu inceleme sonucunda, başvuru hakkındaki ret kararını aşağıdaki gerekçelerle haklı bulur ve itirazı reddeder:

  • Başvuru kapsamındaki mal ve hizmetlerin ortalama tüketicileri, başvuruya konu şekli basit bir geometrik desen (eşit ölçüdeki dört kare bölünmüş bir kare, küçük karelerden üçü gri-mavinin farklı tonlarıyla, dördüncü kare ise beyaz renkle doldurulmuş) olarak algılayacaklardır.
  • Bu tip bir desen başvuru kapsamındaki tekstil ürünlerine, mobilyalara ve giysilere uygulanabilir ve bu haliyle bu ürünlerin kendi görünümünden farklı olmayacaktır.
  • Başvuruya konu desen başvuru kapsamındaki ürünlere uygulandığında, ticari kaynak gösteren bir işaret olmaktan ziyade, ürünlere ilişkin çekici bir detay olarak algılanacaktır, şöyleki ilgili sektörün norm ve geleneklerinden önemli bir ayrılış söz konusu değildir.
  • Başvuruya konu işaret, tekstil sektöründe her yerde bulunabilecek olan damalı desenlerin alışılagelmiş görünümünden farklı, dikkat çekici bir varyasyon içermemektedir.

Başvuru sahibi Temyiz Kurulu’nun itirazı reddetmesi kararına karşı dava açar, başvuru sahibinin dayandığı ana gerekçeler aşağıdaki şekildedir:

  • Başvuru, Temyiz Kurulunun iddia ettiğinin aksine ürünlerin üzerine uygulanacak bir desen değil, bir logodur. Dolayısıyla, ürünlerin üzerine uygulanacak desen tespitine dayalı tüm değerlendirmeler yanlıştır.
  • Başvuru kapsamındaki tüm mal ve hizmetlere yönelik olarak ret kararı verilmesi yerinde değildir, başvuru kapsamındaki tüm mal ve hizmetlerin reddedilmesinin ikna edici gerekçeleri yoktur.
  • Temyiz Kurulu markanın bir desen olduğundan hareketle başvuruyu reddettiyse, başvurunun ne şekilde kullanıldığını sorgulamış olmalıydı, bu yapılmamıştır ve dolayısıyla, bu hususta başvuru sahibine savunma hakkı verilmemiştir.

Dava, 3 Aralık 2019 tarihinde ABAD Genel Mahkemesi tarafından sonuçlandırılır. T-658/18 sayılı kararın http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=38D215E64E5E8D03B43BCC409D630D97?text=&docid=221241&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=7255161 bağlantısından görülmesi mümkündür ve yazının kalan kısmında Genel Mahkeme’nin kararı ana hatlarıyla okuyuculara aktarılacaktır.

Başvuru sahibi, başvuruyu oluşturan şeklin Temyiz Kurulu’nun iddia ettiğinin aksine ürünlerin üzerine uygulanacak bir desen olmadığını, bir logo olduğunu ve dolayısıyla, ürünlerin üzerine uygulanacak desen tespitine dayalı tüm değerlendirmelerin yanlış olduğunu iddia etmektedir. Buna karşın, Temyiz Kurulu’nun doğru biçimde tespit ettiği gibi, marka başvuruları piyasada kullanıldıkları halleriyle değil, başvuruya konu oldukları halleriyle değerlendirilmelidir. Buna ilaveten başvuru sahibi, başvuruyu bir logo veya etiket izlenimini doğurabilecek bir çerçeve şeklinde yapmadığı gibi, markanın ürünler üzerindeki pozisyonunu belirten bir tarifname de sunmamıştır. Dolayısıyla, başvuruya konu işaret, ürünler üzerinde desen olarak kullanım biçimi dahil olmak üzere, işaretin olası tüm kullanım biçimlerini kapsamaktadır.

Genel Mahkeme buna ilaveten, başvuruya konu desenin başvuru kapsamındaki ürünlere uygulandığında, ticari kaynak gösteren bir işaret olmaktan ziyade, ürünlere ilişkin çekici bir detay olarak algılanacağı, damalı desen şeklinin ilgili sektörün norm ve geleneklerinden önemli biçimde ayrılmadığı yönündeki Temyiz Kurulu tespitlerini de yerinde bulmuştur.

Başvuru kapsamında bulunan mallardan “Sınıf 20: Yataklar, yatak kasaları dahil olmak üzere mobilyalar, şilteler, yastıklar. Sınıf 25: Ayak giysileri, baş giysileri.” malları kumaştan yapılabilir veya kumaş parçalar içerebilir ve başvuruya konu desen bunların üzerinde kullanılmış olabilir. “Sınıf 24: Dokunmuş kumaşlar, diğer sınıflarda yer almayan tekstil ürünleri, yatak örtüleri, çarşaflar. Sınıf 25: Giysiler.” malları kumaştan yapılmaktadır ve başvuruya konu desen bu ürünlerin üzerinde de kullanılabilir. 20., 24. ve 25. sınıflara dahil yukarıda sayılan malların pazarlanması hizmetleri ise kumaştan yapılan veya yapılabilen ve üzerlerinde başvuruya konu deseni içerebilecek mallarla ilgilidir. Bu halleriyle anılan mal ve hizmetler, yeteri derecede homojen bir nitelik göstermektedir ve bu mal ve hizmetlerin tamamı için verilen ret kararı yeteri derecede gerekçelidir.

Başvuru sahibine göre; Temyiz Kurulu markanın bir desen olduğundan hareketle başvuruyu reddettiyse, başvurunun ne şekilde kullanıldığını sorgulamış olmalıydı ve bu yapılmadığından başvuru sahibine savunma hakkı verilmemiştir. Genel Mahkeme, başvuru sahibinin bu iddiasını kabul etmemiştir; şöyleki, marka başvuruları piyasada kullanıldıkları halleriyle değil, başvuruya konu oldukları halleriyle değerlendirilmelidir. Başvuru sahibi, başvuruyu kullanım şeklini gösterebilecek şekilde bir gösterim biçimi (sınırları belirli bir logo veya etiket şeklinde gösterim) tercih edebilirdi, ancak bunu başvuruyu sunarken yapmamıştır. Bu bağlamda, başvuru sahibinin başvuru aşamasında kendisinin tercih etmediği bir sınırlandırmayı, EUIPO’nun neden kendisine önermediğini sorgulaması yerinde değildir.

Genel Mahkeme yukarıda özetlediğimiz gerekçelerle, başvuru ve itirazın reddedilmesi kararına karşı açılan davayı reddetmiş ve Temyiz Kurulu kararını onamıştır. Merak eden okuyucularımız kararın daha detaylı gerekçelendirmesini yukarıda yer verdiğimiz bağlantıyı kullanarak görebilir.

Kanaatimizce, kararın en can alıcı noktası, başvurunun bir desen olmadığını, bir logo olduğunu iddia eden başvuru sahibi argümanına karşı ortaya konulan, eğer iddia ve talebiniz o yönde ise, başvuruyu da sınırları belirli bir etiket halinde veya şeklin ürünlerin üzerindeki pozisyonunu gösterir biçimde yapmış olmalıydınız tespitidir. Bir diğer deyişle, başvuru konusu işaretin gösterim biçiminin ve/veya pozisyon markalarının öneminin altı Genel Mahkeme tarafından bir kez daha çizilmiştir.

Önder Erol ÜNSAL

Şubat 2020

unsalonderol@gmail.com

Gene Bir Desen Şekli Gördüm Sanki!! ABAD Genel Mahkemesi Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz? (I)

Okuyucularımızın görüş ve yorumlarını merak ettiğimiz bir Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) Genel Mahkemesi kararını sizlerle paylaşıyoruz.

Yazı iki ayrı parçadan oluşacak; ilkinde karara dayanak Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) kararını sizlere aktaracak ve görüşlerinizi soracağız. İkinci yazıda ise, bu karara karşı açılan dava sonucunda ABAD Genel Mahkemesi tarafından alınan karara yer vereceğiz. Karar son dönemlerde yoğun olarak tartışılan desen (pattern) markaları kapsamına sokulabilir, görüşleriniz merak ettiğimizi tekrarlıyoruz.

Aşağıda görseline yer verdiğimiz şeklin tescil edilmesi talebi EUIPO’ya iletilir. Başvurunun kapsamında “Sınıf 20: Yataklar, yatak kasaları dahil olmak üzere mobilyalar, şilteler, yastıklar. Sınıf 24: Dokunmuş kumaşlar, diğer sınıflarda yer almayan tekstil ürünleri, yatak örtüleri, çarşaflar. Sınıf 25: Giysiler, ayak giysileri, baş giysileri. Sınıf 35: Yukarıda sayılan malların pazarlanması hizmetleri.” olarak özetlenebilecek mal ve hizmetler bulunmaktadır.

EUIPO ilk inceleme sonucunda, başvuruyu ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddeder. Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenir.

Temyiz Kurulu inceleme sonucunda, başvuru hakkındaki ret kararını aşağıdaki gerekçelerle haklı bulur ve itirazı reddeder:

  • Başvuru kapsamındaki mal ve hizmetlerin ortalama tüketicileri, başvuruya konu şekli basit bir geometrik desen (eşit ölçüdeki dört kare bölünmüş bir kare, küçük karelerden üçü gri-mavinin farklı tonlarıyla, dördüncü kare ise beyaz renkle doldurulmuş) olarak algılayacaklardır.
  • Bu tip bir desen başvuru kapsamındaki tekstil ürünleri, mobilyalar ve giysilere uygulanabilir ve bu haliyle bu ürünlerin kendi görünümünden farklı olmayacaktır.
  • Başvuruya konu desen başvuru kapsamındaki ürünlere uygulandığında, ticari kaynak gösteren bir işaret olmaktan ziyade, ürünlere ilişkin çekici bir detay olarak algılanacaktır, şöyleki ilgili sektörün norm ve geleneklerinden önemli bir ayrılış söz konusu değildir.
  • Başvuruya konu işaret, tekstil sektöründe her yerde bulunabilecek olan damalı desenlerin alışılagelmiş görünümünden farklı, dikkat çekici bir varyasyon içermemektedir.

Başvuru sahibi Temyiz Kurulu’nun itirazı reddetmesi kararına karşı dava açar, başvuru sahibinin dayandığı ana gerekçeler aşağıdaki şekildedir:

  • Başvuru, Temyiz Kurulunun iddia ettiğinin aksine ürünlerin üzerine uygulanacak bir desen değil, bir logodur. Dolayısıyla, ürünlerin üzerine uygulanacak desen tespitine dayalı tüm değerlendirmeler yanlıştır.
  • Başvuru kapsamındaki tüm mal ve hizmetlere yönelik olarak ret kararı verilmesi yerinde değildir, başvuru kapsamındaki tüm mal ve hizmetlerin reddedilmesinin ikna edici gerekçeleri yoktur.
  • Temyiz Kurulu markanın bir desen olduğundan hareketle başvuruyu reddettiyse, başvurunun ne şekilde kullanıldığını sorgulamış olmalıydı, bu yapılmamıştır ve dolayısıyla, bu hususta başvuru sahibine savunma hakkı verilmemiştir.

Dava, 3 Aralık 2019 tarihinde ABAD Genel Mahkemesi tarafından sonuçlandırılır.

Sizce Genel Mahkemenin kararı ne yönde olmuştur ve ret kararının yerindeliğine ilişkin olarak görüşleriniz nelerdir?

Görüşlerini bizimle paylaşacak okuyucularımıza şimdiden teşekkür ediyoruz. Genel Mahkemenin kararını birkaç gün içinde sizlerle paylaşacağız.

Önder Erol ÜNSAL

Şubat 2020

unsalonderol@gmail.com

Adalet Divanı “Sky v. SkyKick” Yorum Kararını Verdi ve Tescilli Marka Sahipleri Derin Bir Nefes Aldı (C-371/18)

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) merakla beklenen C-371/18 sayılı “Sky v. SkyKick” yorum kararını 29 Ocak 2020 tarihinde verdi.

Yorum kararına temel olan sorular ve Adalet Divanı Hukuk Sözcüsünün getirdiği yorum, tescilli marka sahiplerinin haklarına ilişkin geleceğe yönelik potansiyel tehlikeler içerdiğinden, ABAD kararının marka sahiplerine derin bir nefes aldırdığını şimdilik söyleyebiliriz.

Yorum kararına dayanak vakayı, Divana yöneltilen soruları ve Hukuk Sözcüsünün yorumunu 23 Ekim 2019 tarihinde IPR Gezgini’nde yazmıştık. O yazıyı temel alarak öncelikle konuyu ve Hukuk Sözcüsünün görüşünü hatırlatacağız ve ardından Divanın kararına geçeceğiz.


Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da oldukça agresif bir marka koruma politikası izleyen televizyon yayıncısı SKY PLC, bulut teknolojileri alanında faaliyet gösteren bir start-up firması olan SKYKICK INC firmasının “Skykick” markasını kullanarak “Sky” markalarına tecavüz ettiği iddiasıyla dava açar. SKYKICK firması tecavüz iddialarını reddeder ve bununla yetinmeyerek, tecavüz iddiasının gerekçesi “Sky” markalarının tescillerinin geçersiz olduğunu iddia eder. SKYKICK’e göre, “Sky” markalarının mal ve hizmet listelerindeki tabirlerin bir kısmı açıklık ve kesinlik şartlarını yerine getirmemektedir ve bu markaların tescil başvuruları kötü niyetle yapılmıştır.

Bu iddiaları değerlendiren Birleşik Krallık Adalet Yüksek Mahkemesi, bir noktada yargılamayı durdurur ve aşağıda temel noktalarına yer vereceğimiz soruları (soruları kelimesi kelimesine çevirmeyerek, asıl noktalarını belirteceğim), Adalet Divanı’na yönelterek yorum kararı talep eder:

I- Tescilli bir AB markası veya üye bir ülkede tescil edilmiş ulusal bir marka, mal ve hizmet listesinde yer alan tabirlerin açıklık ve kesinlik şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle kısmen veya tamamen hükümsüz kılınabilir mi?

II- Eğer birinci soruya olumlu yanıt verilirse, “bilgisayar yazılımı” gibi bir tabir çok genel midir ve açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmekte midir?

III- Bir markayı kapsadığı mal ve hizmetleri kullanım niyeti olmaksızın tescil ettirmek kötü niyet teşkil eder mi?

IV- Eğer üçüncü soruya olumlu yanıt verilirse, tescil başvurusunun malların ve hizmetlerin kullanım niyeti olan kısmı için iyi niyetle, kullanım niyeti olmayan kısmı içinse kötü niyetle yaptığı sonucuna varılabilir mi?

V- Bu soru Birleşik Krallık marka mevzuatının bir maddesinin AB Marka Direktifine uygunluğunu sorgulamaktadır. Yer vermiyoruz.

ABAD kararından önce Ekim 2019’da Adalet Divanı Hukuk Sözcüsü Tanchev detaylarına girmeyeceğimiz uzun bir değerlendirmenin ardından sorulara aşağıdaki yanıtları vermiştir:

I- Tescilli bir AB markası veya üye bir ülkede tescil edilmiş ulusal bir marka, mal ve hizmet listesinde yer alan tabirlerin açıklık ve kesinlik şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle kısmen veya tamamen hükümsüz kılınamaz. Bununla birlikte, malların ve hizmetlerin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmemeleri, bu tip tescilli markalara sağlanan korumanın kapsamı değerlendirilirken dikkate alınabilir.

II- Bununla birlikte, malların ve hizmetlerin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirememesi hali, Direktif’te ve Birlik Marka Tüzüğü’nde yer alan kamu düzenine aykırılık içerikli ret ve hükümsüzlük nedeni kapsamına girebilir, bir markanın “bilgisayar yazılımı” için tescil edilmesi de haksız ve kamu menfaatine aykırıdır . “Bilgisayar yazılımı” gibi bir tabir çok geneldir ve açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmemektedir.

III- Bir markayı kapsadığı mal ve hizmetleri kullanım niyeti olmaksızın tescil ettirmek için yapılan başvuru bazı hallerde kötü niyeti gösteren bir husus olabilir, bu hal özellikle başvuru sahibinin tek amacının üçüncü bir tarafın piyasaya girişini engellemek olması ve bu tip istismarcı başvuru stratejisini gösteren delillerin bulunması durumunda oluşacaktır, bunu saptayacak olan da ulusal mahkemelerdir.

IV- Hükümsüzlük halinin tescil kapsamındaki mal ve hizmetlerin yalnızca bir kısmı bakımından ortaya çıkması halinde, yalnızca söz konusu mal ve hizmetler hükümsüz kılınabilir.

V- Bu yanıt Birleşik Krallık marka mevzuatının bir hükmü ile ilgili olduğundan yanıtı belirtmiyoruz.

Tanchev’in yanıtları; özellikle açık ve kesinlik şartını yerine getirmeyen mal ve hizmetlerin kamu düzenine aykırılık gerekçesiyle hükümsüz kılınabileceğinin belirtilmesi, bunun yanısıra “bilgisayar yazılımı” gibi bir tabirin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmediğinin öne sürülmesi (davaya görüş sunan Macaristan, Fransa, Polonya ve Slovakya hükümetleri bu tabirin çok genel olmadığını belirtmişlerdir) ve kullanım niyeti bulunmayan mal ve hizmetler için yapılan tescillerin belirli hallerde kötü niyetli olarak değerlendirilebileceğinin belirtilmesi gibi yönleriyle tartışmalara yol açmış ve Adalet Divanının sorulara getireceği yorum merakla beklenmeye başlamıştır.



ABAD dava hakkındaki yorumunu 29 Ocak 2020 tarihinde yaptı, kararın http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=09EBAD943C28F8B0AA4A323281B28341?text=&docid=222824&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=4048612 bağlantısından görülmesi mümkündür.

ABAD kararında, ilk iki soru birlikte değerlendirilmiş ve ilk iki soruya yönelik olarak aşağıdaki yanıt verilmiştir:

Birlik Marka Direktifi ve Marka Tüzüğünün ilgili maddeleri, tescilli bir AB markası veya üye bir ülkede tescil edilmiş ulusal bir marka, mal ve hizmet listesinde yer alan tabirlerin açıklık ve kesinlik şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle kısmen veya tamamen hükümsüz kılınamaz şeklinde yorumlanmalıdır.

Daha açık bir deyişle ABAD’a göre, mal ve hizmet listelerinde yer alan tabirlerin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmemeleri, Direktif veya Tüzük’te sayılan hükümsüzlük nedenleri arasında bulunmamaktadır ve bu nedenle de tesciller bu nedenle hükümsüz kılınamaz.

ABAD yorumu bu noktaya kadar, Hukuk Sözcüsü yorumu ile aynıdır; ancak Hukuk Sözcüsü görüşü yukarıda da belirttiğimiz gibi “malların ve hizmetlerin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirememesi hali, Direktif’te ve Birlik Marka Tüzüğü’nde yer alan kamu düzenine aykırılık içerikli ret ve hükümsüzlük nedeni kapsamına girebilir, bir markanın “bilgisayar yazılımı” için tescil edilmesi de haksız ve kamu menfaatine aykırıdır . “Bilgisayar yazılımı” gibi bir tabir çok geneldir ve açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmemektedir.” değerlendirmesini içermektedir.

ABAD, bu konuda Hukuk Sözcüsü ile aynı görüşte değildir. ABAD’a göre; kamu düzenine aykırılık içerikli ret gerekçesi, tescil edilmesi talep edilen işaretin özelliklerinden soyutlanarak, malların ve hizmetlerin açıklığı ve kesinliği gibi başvuruya ilişkin özellikler açısından değerlendirilemez. Bu bağlamda, tescili talep edilen mal ve hizmetlerin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmemeleri kamu düzenine aykırı bir durum olarak kabul edilemez.

Bu yorumun tescilli marka sahiplerine derin bir nefes aldırdığı konusunda şüphemiz bulunmamaktadır.

ABAD, ilk soruyu bu şekilde yanıtladıktan sonra, “bilgisayar yazılımı (software)” gibi terimlerin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirip getirmediğini ayrıca tartışmamıştır. ABAD yorumu, bu noktada da Hukuk Sözcüsü görüşünden ayrılmaktadır.


ABAD, kararın devamında üçüncü ve dördüncü soruları birlikte değerlendirmiş ve esasen Hukuk sözcüsü ile benzer yorumu getirmiştir.

Birlik Marka Direktifi ve Marka Tüzüğünün ilgili maddeleri, bir markayı kapsadığı mal ve hizmetleri kullanım niyeti olmaksızın tescil ettirmek için yapılan başvuru, başvuru sahibinin üçüncü kişilerin çıkarlarını dürüst teamüllere uygun olmayan biçimde baltalamak veya üçüncü bir kişiyi hedef almaksızın markanın işlevlerine uygun olmayan münhasır haklar elde etmek niyetinde olması halinde, kötü niyetli bir başvuru teşkil eder şeklinde yorumlanmalıdır. Bir markayı esas işlevlerine uygun olarak kullanma niyetinin bulunmaması, tescil başvurusunda yer alan mal ve hizmetlerin sadece bir bölümüne ilişkin ise, tescil başvurusu sadece o mal ve hizmetlere ilişkin olarak kötü niyetli bir başvuru olacaktır.

Divanın üçüncü ve dördüncü sorulara ilişkin yukarıdaki yorumunun EUIPO, ulusal ofisler ve mahkemeler tarafından ne şekilde değerlendirilip uygulanacağını zaman içerisinde göreceğiz. Ancak şu ortadadır ki, kötü niyetli başvuruların tespitine ilişkin kriterler Avrupa Birliği’nde gün geçtikçe netleşmektedir ve bu kriterler kötü niyetin tespitine ilişkin marjı daraltmamakta tersine genişletmektedir.

Divanın beşinci soruya ilişkin yanıtına, tıpkı soruda olduğu gibi, sorunun Birleşik Krallık uygulamasına özgü olması nedeniyle yer vermiyoruz.

Merakla beklenen “Sky v. SkyKick” davasına Adalet Divanının getirdiği yorum, marka sahipleri açısından yıkıcı sonuçlara yol açacak gibi gözükmediğinden, Avrupa Birliği’nde marka sahiplerinin şimdilik derin bir nefes alıp beklemeye geçtiğini düşünmekteyiz.

Önder Erol ÜNSAL

Şubat 2020

unsalonderol@gmail.com

“CANNABIS STORE AMSTERDAM” MARKA BAŞVURUSU KAMU DÜZENİNE AYKIRI BULUNDU!

Avrupa Birliği Genel Mahkemesi’nde (“Mahkeme”) görülen bir davada 12 Aralık 2019 tarihinde verilen T683/18 sayılı kararda[1] “Cannabis Store Amsterdam” ibaresini içeren marka başvurusu kamu düzenine aykırı bulunarak reddedilmiştir.

Mahkeme’de görülen davanın konusu özetle şöyledir; İtalya’da mukim Santa Conte isimli bir kadın, 19 Aralık 2016 tarihinde Avrupa Birliği’nde tescil edilmek üzere “Cannabis Store Amsterdam” ibareli ve görselini gördüğünüz marka için Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (“EUIPO” veya “Ofis”) başvuruda bulunmuştur.

Marka başvurusu, Nice Anlaşması’na göre 30. sınıftaki “Pişmiş gıdalar, pastacılık ürünleri, çikolata ve tatlılar; Tuzlar, baharatlar, tatlandırıcılar ve soslar; Buzlar, dondurmalar, donmuş yoğurtlar ve sorbeler; Ara sıcak pastacılık ürünleri.”, 32. sınıftaki “Alkolsüz içkiler; Biralar ve biracılık ürünleri; İçecek yapmak için hazırlıklar.”  ve 43. sınıftaki “Yiyecek ve içecek sağlama hizmetleri.” üzerinde tescil edilmek istenmektedir. Başvuruyu inceleyen Ofis, 7 Eylül 2017 tarihinde marka başvurusunu 207/2009 numaralı Tüzük’ün (“Tüzük”) 7(1)(b) maddesi uyarınca “ayırt edicilikten yoksun olması” ve Tüzük’ün 7(1)(c) maddesi uyarınca “ürünün geldiği coğrafi kaynağı göstermesi” nedenleri ile reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 9 Ekim 2017 tarihinde bu karara EUIPO Temyiz Kurulu önünde itiraz etmiştir. Temyiz Kurulu’na giden karar için 31 Ağustos 2018 tarihinde EUIPO Temyiz Kurulu madde 7(1)(f) uyarınca marka başvurusunu “kamu düzenine aykırı” bulmuş ve Ofis’in ret kararının kapsamını genişleterek itirazı reddetmiştir.

Bunun üzerine başvurucu, söz konusu karar aleyhine Mahkeme’ye gitmiştir. Mahkemede marka başvurusunda tasvir edilen yaprakların EUIPO tarafından yanlış anlaşıldığını, EUIPO’nun gerekçelerinde açıklıktan ve tarafsızlıktan uzak olduğunu ileri sürmüştür. Marihuana maddesinin cannabis yapraklarından değil dişi cannabis çiçeklerinden elde edilen psikoaktif bir madde olduğunu, cannabis yapraklarının THC olarak adlandırılan marihuanaya uyuşturucu niteliğini veren kimyasal maddeyi içermediğini ve marihuananın bir bitki adı olmadığını ileri sürerek söz konusu karara itirazda bulunmuştur.

Bu itirazlar üzerine Mahkeme, bir marka başvurusunun kamu düzenine aykırı olup olmadığının değerlendirmesinde ilgili kesimin tescil edilmek istenen markayı nasıl algılayacağının önemli olduğunu ve tüketicinin ulaşabileceği bilgiler ışığında değerlendirme yapılması gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu davada, ilgili görselde yer alan yaprak şeklinin halk tarafından kolaylıkla uyuşturucu madde olan marihuanaya benzetilebileceğinin açık olduğu ifade edilmiştir.

Bununla birlikte, Mahkeme, marka başvurusunun reddedilmesine gerekçe olarak, tescil edilmek istenen mal ve hizmetlerde söz konusu marihuana maddesinin yaygın olarak kullanılmasını ve ortalama bir tüketicinin direkt olarak bu marka altında satılacak ürünlerde marihuana maddesinin bulunacağı düşünmesine sebep olacağını göstermiştir. “Cannabis” kelimesinin marka başvurusunda büyük harflerle ve vurgulanarak yazılması da Mahkeme’ye göre, ilgili marihuana maddesi ile ilişkilendirilme ihtimalini arttırmaktadır. Ayrıca “Amsterdam” kelimesinin, Avrupa’da “coffee shop”larında yasal olarak marihuana ürünlerinin satılmasına izin verilmesi ile ünlü bir şehre gönderme yaptığını, bu durumun marihuana maddesi ile marka başvurusunun kolayca ilişkilendirilmesine yol açtığını belirtmiştir.

Başvuru sahibi ise Amsterdam ibaresinin cannabis maddesinin kökenini göstermek için kullanıldığını, ürünlerde kullanılan ve uyuşturucu olmayan cannabis içeriğinin Amsterdam’dan ithal edildiğini, bahsi geçen “coffee shop”larda satılan ürünlerle benzer ürünler satmadığını, ilgili narkotik maddenin daha çok sigara olarak içildiğini belirtmiştir. Mahkeme ise bu iddiaya cevaben cannabis maddesinin uyuşturucu halinin içecek ve yiyeceklerle de tüketilebileceğini belirterek itirazı yerinde bulmamıştır.

Mahkeme değerlendirmesinde, kamu düzenine aykırılık kriteri çerçevesinde inceleme yapılırken, hem bütün Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin bir bütün halinde hem de ayrı ayrı her bir üye devletin narkotik maddelere karşı tutumunun birlikte değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Halkın genel olarak uyuşturucu maddelere ilişkin detaylı bilgi sahibi olmadığını söyleyen Mahkeme, THC içeren maddelerin (marihuanaya uyuşturucu vasfını veren kimyasal bileşen) yasallaştırılması ile ilgili olarak pek çok üye devlette hali hazırda tartışmalar olduğunu, bu süreçte ortalama bilgi ve dikkate sahip bir tüketicinin söz konusu marka başvurusunu gördüğünde ne anlayacağının değerlendirilmesi gerektiğini ve buna göre bir karar vermenin uygun olacağını söylemiştir.

Mahkeme, marka başvurusundaki ilgili bitkiye ait yaprak görseli, cannabis ve Amsterdam kelimelerinin bir bütün olarak değerlendirilmesini gerektiğini ve bu üç elementin bir marka başvurusunda yer almasının çok fazla referans içermesinden dolayı ilgili narkotik madde ile ilişkilendirilmesi ihtimalinin arttığını savunmuştur. Bunun yanında söz konusu dava ile ilgili olarak Mahkeme, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde cannabis maddesinden elde edilen narkotik maddelerin kullanılmasının yasak olduğunu, cannabis ürünlerinin yaygınlaşmasıyla mücadelenin çok hassas bir konu olduğunu, halkın genel sağlığını koruma amacı güden bu yaklaşımların her bir üye ülke için temel değerlerden biri olduğunu vurgulamaktadır. Pek çok Üye Devlet’te hala yasak olan bu narkotik maddenin tescil edilmesinin bu sebeplerle mümkün olmadığını ve marka başvurusunun kamu düzenine aykırı olduğunu belirterek ilgili marka başvurusunu tüm sınıflar için reddeden kararı teyit etmiştir. Ayrıca Mahkeme, başvuru sahibinin dayanak olarak gösterdiği ve EUIPO nezdinde tescilli olan “COCAINE” ve “CANNABIS STORE AMSTERDAM ORIGINAL AMSTERDAM” ibareli markalarının ileri sürülemeyeceğini çünkü ilk derece kararlarının Temyiz Kurulu ya da Mahkeme için bağlayıcı olmadığını belirtmiştir.

Hâlihazırda birçok Avrupa ülkesinde belirli miktarda THC psiko-aktif maddesinin kullanımına ve satışına izin verilmesine rağmen, Mahkeme, bu kararı ile Avrupa Birliği’nde marihuana ya da cannabis ibaresini içeren marka tescil ettirmeyi zorlaştıran bir adım atmıştır.

Bahsi geçen karar, tam da birçok Avrupa Birliği ülkesinin parlamentosunda marihuanın yasallaştırılması ile ilgili tartışmalar sürmekteyken verilmiştir. Örneğin bu konu ile ilgili güncel gelişmelerden birisi başvurucunun da vatandaşı olduğu İtalya’da gerçekleşmiştir. İtalya’da 1 Ocak 2020’den itibaren sigara ve tütün satan dükkanlar içerisinde esrarın etken maddesi olan THC’yi yüzde 0.5 oranında içeren otların ticaretinin yapılabileceği kabul edilmiştir ve şu anda İtalya’da keyfi amaçlı dahi belirli oranda THC içeren esrar satışı ve tüketimi serbest hale gelmiştir.

Mahkeme kararını 12 Aralık 2019 tarihinde vermiştir. Konunun Avrupa Birliği Adalet Divanı önüne gelmesi halinde, kararın ne yönde verileceği, tartışmaların ve gelişmelerin dikkate alınıp alınmayacağı merak konusudur…

Güldeniz DOĞAN ALKAN

Ocak 2020

guldenizdogan@hotmail.com



[1] http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=A28DCA4C81C914964B9E57703DCD8168?text=&docid=210112&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=269340

Kurtarıcı Her Zaman Kurtarmaz, Bazen Tabuta Bir Çivi Daha Çakar – Temyiz Kurullarının Resen Ret Yetkisine Bakış: EUIPO Temyiz Kurulu “Global Star Registry” Kararı

Umutlar tam olarak tükendiğinde ortaya çıkan Kurtarıcı, sinema filmlerinin vazgeçilmezidir.

Western filmlerinde Kurtarıcı, kızılderililer nihai ataklarını yaptıkları ve son savunucuları da öldürecekleri anda, uzaktan duyulan borazan sesiyle yetişen Süvari Alayı’dır.

Yüzüklerin Efendisi’nde Kurtarıcı, “Beşinci günün şafağında beni bekleyin. Şafakta doğuya bakın.” sözünü tutarak Rohirrim süvarileriyle birlikte Miğfer Dibi Savaşı’nın kaderini değiştiren Gandalf’tır.

Beklenen Kurtarıcının ortaya çık(a)madığı durumlar da elbette vardır ve gerçek yaşamda daha fazlasıyla karşımızdadır.

General Custer ve komutasındaki 7. Süvari Alayı’nın önemli kısmı, “Little Big Horn” muharebesinde kızılderililer tarafından son askerine kadar öldürülür. Custer, ölmeden önce alayın başka bir bölgeye gönderdiği kısmının son anda yetişip kendilerini kurtaracağını düşünüyordu muhtemelen.

Nazi savaş makinesi, Sovyet Rusya’yı işgalinde ilk tokadı Moskova önlerinde yedikten sonra, 1942 yılında Stalingrad’ı kuşatmıştır. Stalin’in ismini taşıyan bu şehrin alınmasının stratejik bakımdan önemi tartışılsa da, Rusları psikolojik olarak yıkacağı düşünülmektedir. Eh, Stalin de aynısını düşünüyor olacak ki, şehrin son asker ve sivil ölene kadar teslim edilmemesi talimatını vermiştir. Koskoca Alman 6. Ordusu savaşın sonunda imha edilmiş, sağ kalanlar (200.000 kişiden fazla) teslim olmuştur. 6. Ordu soğuk, açlık ve Ruslarla savaşırken son ana dek, General Manstein’ın panzer birliklerinin Rus çemberini kırarak kendilerini kurtaracağını düşünmüştür; ancak Kurtarıcı gelememiştir. (Stalingrad’la ilgili ayrı bir yazı yazacağım, bence tarihteki en dramatik muharebe.)



Bazen yetişen, çoğunlukla ise yetişemeyip hayal kırıklığı Kurtarıcıyı marka incelemesine nasıl bağlayacağız?

Kanaatimizce, Temyiz inceleme birimleri – makamları, marka incelemesinde beklenen Kurtarıcıya karşılık gelmektedir. İnceleme sonucunda verilen kararlara karşı yapılan itirazlar (veya açılan davalar), önceki kararın yerindeliğini inceleyen Kurtarıcı tarafından yapılmaktadır ve itiraz edenin (veya davacının) lehine çıkan kararlar Kurtarıcının kendisinden beklenen vazifeyi yerine getirdiği göstermektedir. İlgili makamın itirazı (davayı) reddetmesi ise, Kurtarıcının kendisinden beklenen işlevi yerine getirememesine denk düşmektedir.

Türküdeki Kara Tren’e benzeyen (Kara tren gecikir belki hiç gelmez) Kurtarıcı, bazen öyle bir şey yapar ki, bunu yapacağına keşke sadece hiç gelmesiydi denilebilir. Marka incelemesinde bunun karşılığı, Temyiz Organının verdiği resen ret kararlarıdır.

Bu yazıda Temyiz Organının verdiği resen ret kararlarına bir örneği, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’nin “GLOBAL STAR REGISTRY” kararı özelinde sizlere aktaracağız. (https://euipo.europa.eu/eSearchCLW/#basic/*///number/586%2F2019)

“NEWBURY HEALTHCAP LIMITED” firması aşağıda görseline yer verilen “GLOBAL STAR REGISTRY” markasının 14.,16. sınıflara dahil bazı mallar ve 35. sınıfa dahil bazı hizmetler bakımından tescil edilmesi talebiyle EUIPO’ya başvuruda bulunur.

Ocak 2019’da EUIPO başvuruyu 16. sınıfa dahil “gökyüzü cisimlerinin, yıldızların isimlerinin ve pozisyonlarının tanıtımı ile ilgili basılı yayınlar, kitaplar, sertifikalar, broşürler” gibi mallar ve 35. sınıfa dahil “yukarıdaki malların postayla, telefonla, internet üzerinden siparişi hizmetleri” gibi hizmetler bakımından reddeder. Ret kararının gerekçesi ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılıktır. “Global Star Registry” ibaresinin Türkçe karşılığı “global yıldız sicili”dir.

Uzmana göre başvuruda yer alan yıldız şekli, yıldız (star) kelimesine vurguyu güçlendiren bir unsurdur ve “Global Star Registry” ibaresinin yaratacağı tek algı “dünya çapında bir yıldız sicili”dir. Başvuru bu anlamı itibarıyla uzmana göre, kısmi ret kararı kapsamındaki mal ve hizmetler bakımından ayırt edici nitelikten yoksun ve doğrudan tanımlayıcıdır.

Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ve kısmi ret kararının kaldırılmasını talep eder. Başvuru sahibine göre, başvuru ayırt edici bir slogandır, tek bir işletmeyi işaret eden ayırt edici bir adlandırmadır ve başvuru sahibi sadece kelime unsuru için değil, bütüncül stilize biçim için koruma talep etmektedir.

İtiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelemeye alınır.

Temyiz Kurulu, ilk incelemenin ardından başvuru sahibine bir yazışma gönderir ve başvuruyu yanıltıcılık gerekçesiyle reddetme niyetinde olduğunu bildirir. İlgili ret maddesi, “halkı yanıltıcı mahiyette olan işaretlerin tescil edilemeyeceği” hükmünü içeren Tüzük madde 7(1)(g)’dir.

Temyiz Kuruluna göre, başvurunun verdiği mesaj açık olarak “başvuru sahibinin global bir yıldız sicili tuttuğudur”. Başvuru kapsamındaki tüm mal ve hizmetler bu tip bir yıldız siciline ilişkindir. Kurula göre, başvuru özel müşterilere ödeme karşılığında yıldızlara isim verileceği mesajını iletmektedir. Buna karşın, başvuru sahibinin yıldızlara resmi olarak isim verme yetkisinin bulunmadığı açıktır. Yıldızlara resmi olmayan isimler vermenin ise hiçbir ekonomik değeri yoktur. Özel bir işletme tarafından tutulacak bir yıldız sicili, hiçbir şey için tutulacak sicille eşdeğerdir. “Uluslararası Astronomi Derneği” websitesinde bu alanda özel faaliyet gösteren hiçbir şirketle bağlantısının bulunmadığını ve özel şirketlerce tutulan yıldız sicillerinde yıldızlara verilen isimlerin, yıldızlara veya diğer gökyüzü cisimlerine verilen bilimsel isimlerle hiçbir bağlantı veya ilgisinin bulunmadığını belirtmektedir. Temyiz Kurulu, 1999’da verdiği “International Star Registry” kararının gerekçesine de atıfta bulunmuştur.

Kurul, başvuru sahibine iki aylık süre vermiş ve 7(1)(g) maddesi çerçevesinde verilecek ret kararı hakkındaki görüşlerini sunmasını talep etmiştir.

Başvuru sahibi, bu maddeye dayanılarak verilecek ret kararının yerinde olmayacağını ve fiili bir yanıltıcılığın bulunmadığını iddia etmektedir. Buna ilaveten, 14. ve 16. sınıflarda yıldız ve gök cisimlerine atıf yapılan bölümleri kaldırarak mal listesini sınırlandırdığını ve bu yolla da ret kararının gerekçesinin ortadan kalkacağını belirtmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu, başvuru sahibinin görüşünü de dikkate alarak incelemeye devam etmiştir.

Kurul, ilk olarak Temyiz Kurulu’nun 7. madde (mutlak ret nedenleri) kapsamında ilk inceleme uzmanının öne sürmediği ret gerekçelerini resen öne sürmeye yetkisi bulunduğunu belirtmiştir.

Kurul kararında özet olarak; registry kelimesinin işaret ettiği sicil tutma faaliyetlerinin resmi veya yarı resmi bir faaliyeti işaret ettiğini, global sözcüğünün tüm çapında bir faaliyeti belirttiğini, mal listesinde yer alan sertifika kelimesinin de resmi bir hizmet yönündeki algıyı güçlendirdiğini ve yıldız anlamına gelen star kelimesiyle oluşturulan bütünün, oluşturacağı algının müşterilerin belirledikleri bir yıldız için seçecekleri ismin dünya çapında bir sicile kaydedileceği mesajını verdiğini ifade etmektedir. Oysaki, dünya çapında böyle bir yıldız sicili bulunmadığı gibi, müşterilerin talep ve ücret karşılığında yıldızlara isim verebileceğini öne sürmek yanıltıcıdır. Başvuru sahibinin yıldızlara resmi isim verme gibi bir yetkisi bulunmamaktadır.

Başvuru sahibinin, 14. ve 16. sınıflarda yıldız ve gökcisimlerine atıf yapılan bölümleri kaldırarak mal listesini sınırlandırdığı ve bu yolla da ret kararının gerekçesinin ortadan kalktığı yönündeki iddiası kabul edilemez. Çünkü, başvuru sahibi mal listesini sınırlandırmamakta, tersine belirtilen ifadeleri kaldırmak suretiyle genişletmektedir.

Başvuru sahibi, markanın henüz kullanılmadığını, dolayısıyla yasadışı kullanımdan bahsedilemeyeceğini iddia etse de; burada tartışılan konu kullanımın yasadışı olup olmadığı değil, tüketicileri yanıltıcı mahiyette olup olmayacağıdır. Başvuruda yer alan “registry” kelimesinden hareketle yukarıda yapılan açıklamalar, başvurunun yanıltıcı olduğunu göstermektedir.

Bu çerçevede, başvuru Temyiz Kurulu tarafından 7(1)(g) maddesi kapsamında tüm mal ve hizmetler için yanıltıcılık gerekçesiyle reddedilmelidir ve uzmanın ilk kararında reddetmemiş olduğu 14. sınıfa dahil mallar da ret kararı kapsamına alınmalıdır. Başvuru 7(1)(g) maddesi kapsamında tümüyle reddedildiğinden, 7(b),(c) maddeleri kapsamında verilen kısmi ret kararına karşı yapılan itirazın ayrıca incelenmesi de gerekli değildir.

EUIPO Temyiz Kurulunun yukarıda özetlediğimiz kararı, hem içeriği hem de yöntemi bakımından oldukça ilginçtir ve ülkemizde Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nca bazı durumlarda kullanılan resen ret mekanizmasıyla örtüşmektedir. Benzeşen yön, her iki Kurulun da başvuruyu ilgili daireye iade etmek yerine resen inceleyerek yeni ret gerekçelerini uygulamaları ve/veya ret kararının kapsamını genişletmeleridir; farklılaşan yön ise EUIPO Temyiz Kurulu’nun ret niyetini belirten bir ara kararı-mektubu (objection) önceden göndererek, başvuru sahibine görüş bildirmesi için süre vermesidir. Bu yöntemin daha sağlıklı olduğunu söylemek güç değildir.

Elbette, bu tip resen ret hallerinin, EUIPO, Türkiye ya da başka bir ülke fark etmez, Temyiz Kurullarına yüklenen Kurtarıcı misyonuyla örtüşmediği ortadadır.

Kurtarıcıdan ne beklenir kurtarması öyle değil mi? Kurulların resen ret kararı vermesi halinde ise, Kurullar başvurunun tabutuna çok sert birkaç çivi daha çakmaktadır. Pek sık karşılaşılan haller olmasa da, Kurtarıcıya bence dikkat edin.

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2020

unsalonderol@gmail.com

Ambalaj Kağıdı Desenlerinin Ayırt Ediciliği – EUIPO Temyiz Kurulu Kararı (II)

Birkaç gün önce, aşağıda hatırlatacağımız başvuru hakkında EUIPO tarafından ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verilen ret kararına karşı yapılan itiraz hakkındaki görüşlerinizi merak ettiğimizi belirtmiştik. Görüşünü bizimle paylaşan Büşra Altındağ Akın‘a teşekkür ediyoruz.

İlk olarak vakayı hatırlatıyor ve sonrasında ret kararına karşı yapılan itiraz hakkındaki EUIPO Temyiz Kurulu kararının ana hatlarını sizlerle paylaşıyoruz.

Aşağıda görseline yer verdiğimiz marka tescil başvurusu EUIPO’ya yapılır. Başvurunun kapsamında 16. sınıfa dahil kitaplar, boyama kitapları, hediye ambalajları, dekoratif ambalaj kağıtları, kırtasiye ürünleri, kağıtlar, paket kağıtları ve 28. sınıfa dahil küçük oyuncaklar, Noel ağacı süsleri gibi mallar bulunmaktadır.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı fao.png

EUIPO ilk derece kararı, başvurunun ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık nedenleriyle reddedilmesi yönündedir. Uzman ret kararında, başvurunun bir “desenden” oluştuğunu, başvuruya konu mallar özelinde desenlerle sıklıkla karşılaşıldığını, başvuruya konu şeklin sektördeki benzer ürünlerden önemli ölçüde farklılaşmadığını, tüketicilerin bu tip desenleri ayırt edici işaretler olarak değil, dekoratif unsurlar olarak algılama eğiliminde olduğunu belirtmektedir. (As regards the distinctiveness of the mark applied for, even if the pattern consists of a variety of geometric shapes, designs and colours, it is not considered sufficiently complex and distinctive. On the contrary, it is perceived as a typical pattern that can be found on a variety of products for decorative purposes. It is common for patterns on a number of goods, in particular on goods as such as decorative paper, bags and boxes, to include a number of colours and designs in order to make them appealing to the consumer and to the recipient of gifts. In the case at hand, it is not considered that the pattern differs significantly from the customs of the sector in order to allow consumers to identify the pattern as originating from a particular company and therefore distinguish it from patterns originating from other companies)

Başvuru sahibi, yukarıda gerekçeleri özetlenen ret kararına karşı itiraz eder. İtiraz, EUIPO Temyiz Kurulu’nun 3 Ekim 2019 tarihli kararıyla sonuçlandırılır.

Başvuru sahibinin itiraz gerekçeleri temel olarak; başvuruya konu desenin sıradışı, hayal ürünü, sektörün normlarından uzaklaşmış, tüketicilerin aklında kalabilir ve dolayısıyla ayırt edici olması, markanın birçok bileşeninin bulunması ve bu bileşenlerin kombinasyonunun basit ve temel düzeyde değil, tersine karmaşık ve hayali olması, 16. sınıfa ilişkin olarak başvuruya konu desenin tüketiciler bakımından malların kaynağını gösterebilecek bir işaret olması, başvuruda yer alan düzenli biçimde tekrar F-A-O harf dizisinin kolaylıkla algılanır ve desenin ayırt ediciliğini artırır mahiyette olması, EUIPO’nun benzer desen şekillerini önceden tescil etmiş olması ve bu pratikten neden farklılaştığını açıklaması gerektiğidir.

Temyiz Kurulu, ret kararının ve itirazın gerekçelerini birlikte değerlendirerek aşağıdaki açıklamalar çerçevesinde başvuru hakkındaki ret kararını iptal eder.

Yerleşik içtihada göre; bir markanın ayırt edici niteliğe sahip olması için özel bir düzeyde dilsel veya artistik yaratıcılık veya hayal gücü içermesi gerekli değildir. Ayırt edici nitelikten bahsedebilmek için işaretin, tüketiciler bakımından talebe konu malların veya hizmetlerin kaynağını işaret edebilmesi ve diğer işletmelerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilebilmesini sağlaması yeterlidir.

EUIPO uzmanı ret kararında başvuruya konu işaretin ayırt edici sayılabilmek için yeterince karmaşık olmadığını belirtmiştir. Bir diğer deyişle uzman, başvuruya konu işaretin ticari kaynak gösterebilme işlevi bağlamında hatırlanabilmek için çok basit olduğu görüşündedir.

Buna karşın Kurul, basit işaretler nosyonunun düz veya tek tip biçimde renklendirilmiş geometrik şekillere ilişkin olduğu, incelenen başvurunun karmaşıklığındaki işaretler için kullanılamayacağı kanaatindedir. Dolayısıyla, işaretin yeterince karmaşık olmaması, incelenen başvuru için kullanılabilecek bir ret gerekçesi değildir.

Uzmanın bir diğer ret gerekçesi, başvuruya konu işaretin kısmi ret kararı kapsamındaki mallar bakımından dekoratif bir unsur olarak algılanacağı yönündeki tespittir.

Temyiz Kurulu’na göre, dekoratif işlevin bulunması ayırt edicilik fonksiyonunu kendiliğinden dışlamamaktadır. Bir markanın dekoratif işlevi bulunsa da, aynı marka tüketicilerin malları veya hizmetleri, diğer işletmelerin mallarından veya hizmetlerin ayırt etmesini sağlayabiliyorsa, yani aynı zamanda ayırt edicilik işlevine sahipse, bu markanın ayırt edici nitelikten yoksun olduğu söylenemez. Bir diğer deyişle, dekoratif işlevin varlığı tek başına ayırt edici nitelikten yoksunluk sonucuna ulaşabilmek için yeterli değildir.

Uzman ret kararında, Ofisin dekoratif desenleri reddettiği kararları emsal göstermiş olsa da, başvuru sahibi de Ofisçe kabul edilen örnekleri itiraz dilekçesinde sunmuştur.

Temyiz Kurulu’na göre, bu tip markaların tescil edilebilirliği açısından açıkça tanımlanabilir bir pratik bulunmamaktadır. “Desen markası” olarak ifade edilen, yani belirli bir desenin ürün üzerinde tekrar edilmesinden oluşan markaların, kendiliğinden ayırt edici niteliğe sahip olup olmadığının değerlendirilmesi net bir alan değildir ve her vaka kendi şartları çerçevesinde değerlendirilmelidir.

İncelene vakada Kurulun ulaştığı sonuç; başvurunun özel bir düzeyde artistik yaratıcılığı veya hayal gücünü barındırmadığı, ancak bu markayı kısmi ret kararı kapsamındaki mallar bakımından ayırt edici nitelikten yoksun olarak kabul etmenin amacı aşar (ölçüsüz, haddinden fazla) bir yorum olacağıdır.

Belirtilen nedenlerle Temyiz Kurulu, başvurunun ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddedilmesi yönündeki kararı iptal etmiştir.

Temyiz Kurulu kararının işaret ettiği en önemli nokta kanaatimizce, desen markası (pattern marks) olarak tanımlanan marka tipinin ayırt ediciliğinin değerlendirilmesi hususundaki sınırların henüz tam anlamıyla çizil(e)mediği ve dolayısıyla her vakanın (vakalar birbirlerine benzese de) kendi dinamikleri çerçevesinde farklı sonuçlara ulaşmanın mümkün olduğudur. Bu durumun başvuru sahipleri açısından pek de tercih edilir olduğunu düşünmüyoruz.

Önder Erol ÜNSAL

Aralık 2019

unsalonderol@gmail.com

ÜÇ BOYUTLU ŞEKİL MARKANIZI ÖN PLANA ÇIKARARAK REKLAM YAPMANIZ MARKANIZI KAYBETMENİZE SEBEP OLABİLİR…

Kafatası şeklinde tasarlanmış bir şişe, votkalar için malın cazibesini/albenisi ve dolayısıyla değerini önemli ölçüde arttırarak tüketici tercihlerini kuvvetli biçimde etkileyebilir mi? Özgün şişe şeklini ön plana çıkaracak şekilde tanıtım stratejisi geliştirmek üç boyutlu şekilden oluşan markanın başına istenmeyen olayların gelmesine sebep olabilir mi? Bu yazı kapsamında, EUIPO İptal Birimi tarafından yakın zamanda alınan bir karar eşliğinde mutlak ret gerekçeleri arasında sayılan mala asli değerini verme hususunda AB Fikri Mülkiyet Ofisinin yaklaşımı ve bu yaklaşımda dikkate alınan faktörler yakından incelenerek bu sorulara cevap verilmeye çalışılacaktır.

İnceleme konusu örnek olayda, Globefill Inc. firması aşağıda görseli bulunan üç boyutlu şişe şeklini Ağustos 2016’da Avrupa Birliği nezdinde 32. sınıfa dahil “alkollü ve alkolsüz biralar; meyve suları ve meyveli içecekler; şişe sular; alkolsüz gazlı içecekler; 32. sınıfa dahil sayılan emtiaların yapımında kullanılan müstahzarlar” ile 33. sınıfa dahil “votkalar; kanyaklar; hazır alkollü kokteyller; şaraplar; cin; rom; sake; tekila; vermut; viski; damıtılmış alkollü likör bazlı iştah açıcı içecekler; anasonlu içecekler; alman içkisi; uzo; şeri ve kirş” emtiaları için tescil ettirmiştir.

Üç boyutlu marka şeffaf bir camdan yapılmış, kafatası şeklinin üst kısmında boru şeklinde şişe ağzı bulunan ve alt kısmı düz bir zeminden oluşan bir şekilden oluşmaktadır. Globefill Inc. firması aynı zamanda bu şeklin telif haklarını ve tescilli tasarım haklarını da elinde bulundurmaktadır.

fotoğraf, farklı, duvar, nesne içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Tescile konu olmuş üç boyutlu şeklin ayırt edici nitelikten yoksun olduğu (EUTMR 7/1-b) ve mala asli değerini veren şekilden (EUTMR 7/1-e-iii) oluştuğu gerekçeleriyle SKULLDUGGERY RUM LIMITED firması tarafından AB Marka Tüzüğü’nün (EUTMR) 59’uncu maddesi uyarınca EUIPO’ya hükümsüzlük başvurusu yapılarak sicilden terkini talep edilmiştir.

Bu yazının ana konusu, mala asli değerini veren şekiller olduğundan, kararda ayırt ediciliğe ilişkin yapılan değerlendirmelere ayrıca yer verilmeyecektir. Kısaca, kararda ayırt edici nitelikten yoksunluğa ilişkin olarak yapılan değerlendirmede şeklin sektörün gelenek ve normlarından yeterli ölçüde uzaklaştığından bahisle ayırt edici nitelikte olduğu belirtilmiştir.

Daha detaylı değerlendirmeler ve kararın İngilizce tam metni için : https://euipo.europa.eu/eSearch/#details/trademarks/015736622

AB Marka Tüzüğü’nün 7/1 (e) (iii) bendi (Bu düzenleme 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununda mehaz AB Hukukundan farklı olarak ayrı bentler halinde yazılmamış, “malın doğası gereği ortaya çıkan şeklini ya da başka bir özelliğini”, “teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu olan şeklini ya da başka bir özelliğini” ve “mala asli değerini veren şekli ya da başka bir özelliğini” içerme durumları tek bir bentte toplanarak 5/1 (e) bendinde düzenlenmiştir.) uyarınca mala asli değerini veren şekli ya da başka bir özelliğini münhasıran içeren işaretler marka olarak tescil edilemezler veya tescil edildikleri takdirde ise hükümsüz kılınırlar.

Hükümsüzlük başvurusu sahibi SKULLDUGGERY RUM LIMITED firması, 7/1 (e) (iii) bendinin teknik veya pratik işlev görmeyen, ancak malların albenisini fazlasıyla arttıran ve tüketici tercihlerini önemli ölçüde etkileyen malların dış görünümlerinin tekelleşmesini önlemek adına oluşturulduğunu belirtmiştir. SKULLDUGGERY firması, Globefill Inc. adına tescilli marka sicilde kaldığı sürece tescilin sağlamış olduğu koruma sayesinde, üçüncü kişilerin kafatası şeklinden oluşan şişe oluşturma fikirlerinin Globefill Inc. tarafından engellenebilir durumda olduğunu, bu sayede Globefill Inc. firmasının piyasada haksız bir yarar elde etmesi durumunun söz konusu olacağını ileri sürmüştür.

SKULLDUGGERY firması, tescil sahibinin içecek sektöründe kafatası şeklinin kullanılmasını engellemek adına tasarım olarak tescil ettirdiği şekli aynı zamanda marka olarak tescil ettirerek haksız şekilde korumayı daimi olarak uzatmak istediğini, 7/1 (e) (iii) bendinin ise tam da bu amaçla hareket edenlerle mücadele etmek amacıyla ihdas edildiğini ileri sürmüştür. Hükümsüzlük başvurusu sahibi, ayrıca ortalama tüketicilerin kafatası şeklinden oluşan şişe şeklini estetik ve sanatsal açıdan fark edeceklerini ve buna bir değer atfedeceklerini bu nedenle de marka tesciline konu şeklin ve tasarımın mevzubahis mallara asli değerini verdiğini ileri sürmüştür.

SKULLDUGGERY firması ayrıca tescil sahibinin markasını şişenin estetik özelliklerini ön plana çıkartarak tanıtım faaliyetleri yürüttüğünü de iddia etmiştir. Buna örnek olarak da, internet sitelerinde yer alan yorumları ve röportajları delil olarak göstermiştir. Bunlardan birisi, tescil sahibi firmanın kurucularından olan Dan Aykroyd’un www.drinkspirits.com sitesinde yer alan röportajından alınan bir kısımdır. Bu kısımda kendisine “Kristal Kafa Votkası (tescile konu şekil)” ürününde karşılaştığınız en önemli zorluk neydi sorusuna, “İnsanların şişeyi açması. Çoğu zaman insanların votkayı şişesi için aldığını duyuyorum, bu harika ama lütfen kafatasını kırın ve açın” şeklinde vermiş olduğu cevabı göstermiştir. Bir diğeri ise Whiskey Goldmine web sitesinde yer alan bir makalede yer alan şu ifadelerdir: “Şeffaf cam kafatası votka şişesi kesinlikle raftaki en benzersiz ve en göz alıcı votka şişesi, bu şişe satış dinamiklerini ve heyecanı körüklüyor.”

Marka tescil sahibi ise, Birleşik Krallık’ta ürününün tavsiye edilen perakende satış fiyatından daha düşük fiyata satıldığını, dolayısıyla bu hakikatin bile tek başına şeklin mala fazladan değer katmadığı hususunu ispatladığını belirtmiştir. Ayrıca, bir şeklin bu bent kapsamında redde konu olabilmesi için şeklin malların albenisini arttırması ve tüketicilerin tercihlerini önemli ölçüde etkilemesi gerektiğinden bahisle, tescil sahibi, mallarının lüks votka sektöründe ortalama fiyattan satıldığını ve şeklin ürünün albenisini az da olsa arttırsa dahi lüks votka sektöründe şeklin öncelikli olarak satın alma tercihlerini değiştirmediğini, bu yüzden ürünün şeklinin değil de ürünün kendisi olan votkanın pazar başarısını belirlediğini ifade etmiştir.

Kararda tarafların iddiaları bu şekilde özetlendikten sonra İptal Birimi şu değerlendirmelerde bulunarak hükümsüzlük talebi hakkında kararını vermiştir.

İptal Birimi, öncelikle aynı şeklin hem tasarım hem de marka olarak korunmasının kural olarak mümkün olduğunu, Tüzüğün 7/1(e) (iii) bendinin sadece mala asli değerini veren şekiller için uygulanabileceğini belirtmiştir.

Daha sonra, 7/1(e) (iii) bendinde geçen “değer” kavramının; ekonomik anlamda ticari değer dışında, estetik değer olarak da algılanması gerektiğini belirtmiştir. “Mala asli değerini veren şekil” ifadesi ile kastedilenin aslında malın satın alınma ihtimalinin öncelikle sahip olduğu görünümden veya şekilden kaynaklanıyor olması durumunun kastedildiğini, ürününün sadece görünümünün hoş veya çekici olmasının şeklin 7/1(e) (iii) bendi kapsamında redde konu olması için yeterli olmadığına değinmiştir.

Şeklin mallara asli değerini vermesinin belirlenmesinde, ilgili tüketici kesiminin algısı, ilgili mal kategorisinin doğası/niteliği, inceleme konusu şeklin ya da bir başka özelliğin sanatsal değeri, şeklin ilgili piyasada yaygın biçimde kullanılan diğer şekillerden farklılığı, benzer mallarla karşılaştırıldığında önemli derecedeki fiyat farkı olup olmadığı, inceleme konusu ürünün estetik özelliklerinin vurgulanmasına yönelik bir tanıtım stratejisinin geliştirilmiş olup olmadığı gibi faktörler dikkate alınır. (AB Adalet Divanı, 18/09/2014 tarih ve C-205/13 sayılı Tripp-Trapp kararı, § 35)

İptal Birimi, “Loudspeaker” davasını takiben (T-508/08) hükümsüzlüğü talep edilen şeklin Marka Tüzüğünün 7/1(e) (iii) bendi kapsamında redde konu olabilmesi için tamamının olumlu olarak cevaplanması gereken 5 soru belirlemiştir:

1) Tescile konu tasarım tüketicilerin tercihlerinde önemli bir unsur mudur?

2) Tescile konu tasarım oldukça özellikli bir tasarım mıdır?

3) Tescile konu tasarım tescil sahibinin markalaşma stratejisinin temel unsuru mudur ve bu tasarım ürünün çekiciliğini (değerini) artırmakta mıdır?

4) Tescile konu tasarımın estetik özellikleri tescil sahibinin ürünün tanıtımını yaparken öncelikli olarak vurgulanıyor mu?

5) Tescile konu tasarım saf ve ebedi bir heykel olarak algılanıyor mu?

İptal Birimi, hükümsüzlük talebi sahibi olan SKULLDUGGERY RUM LIMITED firmasının, tescile konu kafatası şeklinin sahibi tarafından ürünün tanıtımında tasarımın estetik özelliklerinin vurguladığını veya ön plana çıkardığını ispat edemediğine karar vermiştir. Yani İptal Birimine göre kolaylıkla ispatlanabilecek bir husus olan tescil sahibinin web sitesinde veya reklamlarında şişenin tasarımına vurgu yapan düzenli tanıtım kampanyası yürütüldüğüne dair kanıtlar sunulmamış durumdadır. Bunun yerine, sunulan dokümanlar şişenin estetik değeri üzerine yoğunlaşan düzenli pazarlama kampanyası delili olarak değerlendirmeyecek nitelikte olan etkinliklerde veya röportajlarda verilen açıklamalardır.

İptal Birimi, tescil sahibi firmanın kurucularından olan Dan Aykroyd’un www.drinkspirits.com sitesinde yer alan röportajında vermiş olduğu cevabın aslında şirket sahibinin şişe görünümü üzerinden tanıtım yapılması konusunda isteksiz olduğunu, şişeyi açarak votkayı tatmaları konusunda görüş belirttiğini, bunun da iptal başvurusu sahibinin iddiasının aksine şişe görünümünün tanıtımını değil içindeki votkanın tanıtımını sağladığını değerlendirmiştir.

İptal Birimi, tescilli şeklin hükümsüzlüğünü talep eden SKULLDUGGERY RUM LIMITED firmasının kanıtlarıyla sadece şişe şeklinin görünümünü seven insanların olduğunu gösterdiğini ancak tescil sahibinin markalaşma stratejisinin temeli olacak şekilde şişenin görünümünün ve estetiğinin tanıtımını yaptığını ve ürünün çekiciliğini ve dolayısıyla ürünün değerini arttırdığı hususlarını ispatlayamadığını belirtmiştir.

İptal Birimi, bunlara ek olarak, tescil sahibi iptal talebine karşı belirtmiş olduğu görüşünde, şişe görünümünün öncelikli niyeti lüks votka almak olan tüketicilerin tercihlerine önemli ölçüde etki etmediğini, gözler kapalı şekilde tadım testi yapılan bir yarışmada ödül kazanmak gibi ikna edici kanıtlarla bunu ispatladığını belirtmiştir. Bu yüzden, İptal Birimi, hükümsüzlük talebi sahibi tescile konu tasarımın sahibinin ürünlerinin değerini arttıran markalaşma stratejisinin temel unsuru olduğu yönündeki iddiasını ispat edemediği sonucuna vararak, hükümsüzlük talebini reddetmiştir.

Öncelikle, bu kararın iptale/hükümsüzlüğe ilişkin taleplerin incelendiği EUIPO’nun ilk inceleme birimi olan İptal Birimi tarafından alındığı, daha sonrasında EUIPO Temyiz Kurulu ve AB Genel Mahkemesi kararlarına konu olabileceği, değerlendirme ve yorumların bu yüzden değişebileceği belirtilmelidir.

Kararda da vurgulandığı üzere “Mala asli değerini veren şekil” ifadesi ile kastedilenin, aslında malın satın alınma ihtimalinin öncelikle, sahip olduğu görünümden veya şekilden kaynaklanıyor olması durumu kastedilmektedir. Diğer bir ifadeyle, mala asli değerinin verme durumunun söz konusu olabilmesi için ürünün sadece görünümünün hoş veya çekici olmasının yeterli olmadığı, gerekli olan tüketicilerin malı öncelikle, sahip olduğu görünüm/şekil sebebiyle satın alması şartının sağlanması olduğu belirtilmiştir. Her ne kadar AB Adalet Divanı ve Genel Mahkemesi, mala asli değer katmadan ne anlaşılması gerektiğine ilişkin birtakım kıstaslar getirmiş olsa da mala asli değer katma değerlendirmesinin kanaatimizce yine de belirsizlik içerdiğinin kabul edilmesi gerekir. Zira bu kapsamda değerlendirilen şekillerin belirli bir tasarımı veya görsel unsurları içerdiği, tasarım veya görsel unsurların tabiatı gereği albenisinin olması açısından ve tüketici tercihlerini olumlu yönde etkilemek adına belirli formlarda tüketiciye sunulduğu gerçeğiyle bu şekillerin de belirli ölçüde mala değer kattığının kabul edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Kaldı ki, tüketicilerin öncelikli satın alma saikinin görünümden mi ürünün kendisinden mi kaynaklandığının tespiti de oldukça zor ve tartışmalıdır.

Şöyle ki, inceleme konusu yukarıda bahsettiğimiz kararda emsal olarak bahsedilen ve aşağıda görseli bulunan marka için verilen “Loudspeaker” kararında, EUIPO ve Mahkeme, başvuruya konu şeklin ilgili sektördeki hoparlör şekillerinden önemli ölçüde farklı olduğunu kabul etmekle birlikte, bu şeklin tescile konu mallara asli değerini veren bir şekil olduğu gerekçesiyle başvurunun AB düzenlemesi Direktif m. 3/1(e)(iii) gereğince reddine karar vermiştir.[1] Ancak burada tartışmaya değer husus malın satın alınma ihtimalinin öncelikle, sahip olduğu görünümden veya şekilden kaynaklanıyor olması durumu kastedildiğine göre hoparlör alımı gerçekleştirecek tüketiciler için öncelikli satın alım kıstasının, hoparlörün sahip olduğu ses kalitesi vs. gibi teknik özellikleri mi daha ön planda olacaktır yoksa sahip olduğu fiziki görünümü mü ön planda olacaktır? Kanaatimizce, elbette ilgili ürünü salt dekoratif görünümü nedeniyle tercih edecek tüketiciler de olacaktır; ancak ses kalitesi ve teknik özellikleri nedeniyle tercih edilmesinin beklenilmesinin daha olasılıklı olduğu düşünüldüğünde, bu bent kapsamında verilen ret kararlarının tartışmaya açık olduğu belirtilmelidir.

Mala asli değerini verme değerlendirmesine ilişkin olarak dikkati çeken bir diğer husus ise şayet tescil sahibi firma reklam kampanyasında veya stratejisinde üç boyutlu şişe şeklini ön plana çıkarmış olsaydı bu durum kendi markasının hükümsüzlüğüne sebep olabilecek bir davranış olarak değerlendirilecekti. Bu anlamda, başarılı ve alımlı bir tasarıma sahip şekillerin ön plana çıkarılarak reklamının yapılması markanın geçerliliğini tehlikeye atan bir durum olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Ayrıca, kararda mala asli değeri verme durumunun ortaya çıkıp çıkmadığının tespitinde, ürünün kendisinin de önemli olduğu ve ürünün şekil ile karşılaştırıldığı da görülmektedir. Buna göre, ürünün kendisi ile şişenin tasarımının yarıştığı dahi değerlendirilebilir zira kararda ürünün votka tadım testinde başarılı olduğundan bahisle ürünün satışlarının salt şekille açıklanamayacağı hususuna da yer verilmiştir.

Avrupa Birliği nezdinde son zamanlarda verilen kararlardan görüldüğü üzere, “şekillerin veya başka bir özelliğin” mala asli değerini vermesi hususu üzerine uzun ve detaylı analizlerin/tartışmaların halen yapılmaya devam etmekte olduğu ve bu tartışmaların seyrine bakılırsa konunun bir süre daha fikri mülkiyet dünyasının gündemini işgal eden popüler konulardan biri olmaya devam edeceği düşünülmektedir. Konu ile alakalı ilgi çekici diğer kararların ve bu karar özelinde olursa temyiz taleplerinin takipçisi olacağımızı belirtmek isteriz.

Erman VATANSEVER

vatanseverman@yahoo.com

Aralık 2019


[1] AB Genel Mahkemesi, 06.10.2011, T-508/08, paragraf 73-76.

EUIPO TEMYİZ KURULU EKİM AYI ÖNEMLİ KARARI: THE MOON RACE

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Temyiz Kurulunun 2019 yılının Ekim ayında vermiş olduğu kararlar arasında yer alan ve bu yazının konusunu oluşturan karar, reklam sloganları bağlamında ayırt ediciliği ele almaktadır. Almanya merkezli Airbus Defence & Space GmbH, 5  Eylül 2018 tarihinde “” kelime markasının aşağıda yer alan hizmetlerde marka olarak tescili amacıyla başvuruda bulunmuştur:

  • Class 35 – Promoting the interest and awareness of the need for the development of space explorations through the medium of award support, mentorship and advisory projects; Incentive award programs for the selection of aerospace technologies to encourage individuals and corporations to participate in the field of space exploration;
  • Class 41 – Contests for the selection of aerospace technologies to encourage individuals and corporations to participate in the field of space exploration; conducting annual programs for presentation of awards in recognition of distinguished achievement of space exploration; organizing and conducting awards ceremonies in the field of space exploration; providing recognition and incentives by the way of awards and contests to demonstrate excellence in the field of space exploration;
  • Class 42 – Providing technology supported platforms for arranging, managing and conducting competitions in the field of space exploration.  

Söz konusu başvuru, EUIPO Uzmanı tarafından 28 Şubat 2019 tarihinde, 2017/1001 sayılı Avrupa Birliği Marka Tüzüğü (EUTMR) m.7/2 ile bağlantılı olarak 7/1(b) hükmüne aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle başvuru kapsamında yer alan tüm hizmetler için reddedilmiştir.

Başvuruyu inceleyen uzman;

  • İlgili başvurunun İngilizce dilinde iletişim kuran tüketiciler tarafından nihai amacın aya ulaşmak olduğu bir yarış olarak algılanacağını,
  • “THE MOON RACE” ibaresinin, reklam veya tanıtıcı bilginin ötesinde bir köken gösterici bir işaret olarak algılanamayacağını,
  • Sloganın verdiği mesajın, sadece söz konusu hizmetleri Ay’a ulaştırmayı hedefleyen rekabetle ilgili olduğunu vurguladığını,
  • İbarenin, başkaca ikincil veya örtülü herhangi bir anlamının bulunmadığını, ibarenin mecazi kullanımından da söz konusu edilemeyeceğini ve tüketicilere verdiği mesajın düz, doğrudan ve kesin olduğunu,
  • İşaretin kolayca ve anında ezberlenebilir nitelikte olmasının, onu ayırt edici kılmak için yeterli olmadığını,
  • Şu anda aya ulaşmak için bir yarış olmasa da teknolojinin mevcut durumu dikkate alındığında bunun mümkün olduğunu ve gerçekten günümüzde aya erişim sağlama noktasında  daha elverişli roketlerin faaliyete geçtiğini,

ifade ederek “THE MOON RACE” ibaresinin ayırt edici olmadığına karar vermiştir.

Söz konusu karara itiraz eden başvuru sahibi itiraz dilekçesinde;

  • Başvuru konusu ibarenin, içeriği analiz edilmeden bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini, başvuruyu inceleyen Uzmanın ise, ibareyi “THE MOON” (Dünya yörüngesinde yer alan astronomik cisim) ve “RACE” (bir hedefe ilerlemeyi içeren hız/ rekabet) şeklinde bölerek incelediğini,
  • İşaretin bir bütün olarak kolayca ezberlenebildiğini, çünkü şu anda mevcut olmayan bir durumu (Ay yarışını) göstermesi nedeniyle ayırt edici olduğunu,
  • İşaretin, hizmetlerin doğası veya diğer özellikleriyle ilgili herhangi bir bilgi ihtiva etmediğini,
  • İşaretin anlamının belirsiz olduğunu ve ilgili tüketici kesiminin önemli bir zihinsel çaba göstermeksizin işaret ile kapsadığı hizmetler arasında açık ve doğrudan bağlantı kuramayacağını,

ifade ederek işaretin EUTMR m.7/1(b) hükmünde ifade edilen ayırt edici karaktere sahip olduğunu iddia etmiştir.

EUTMR m.7/1(b) hükmüne göre; bir işletmenin mal ve hizmetlerini başka işletmelerin mal veya hizmetlerinden ayırt edilmesine elverişli olmayan işaretler marka olarak tescil edilememektedir. Markanın ayırt etme işlevi sayesinde, markayı taşıyan mallara veya hizmetlere ilişkin olumlu ya da olumsuz deneyimleri ışığında ürünü veya hizmeti satın alma veya almama yönünde bir tercihte bulunacaktır.

EUIPO Temyiz Kurulu; bir reklam sloganının, ilgili halk tarafından hem tamamen tanıtım amaçlı bir formül hem de başvuru kapsamındaki mal veya hizmetlerin ticari kökeninin bir göstergesi olarak algılanabilmesi halinde, ilgili sloganın ayırt edici bir karaktere sahip olduğunu ifade etmiştir. EUIPO Temyiz Kurulu; reklam sloganının tescil edilebilmesi için gerekli olan ayırt ediciliğe sahip olmasına ilişkin değerlendirmede; sloganı oluşturan ibarenin, özellikle unutulmaz olmasının veya algılanması için belli düzeyde bir hayal gücünü gerektirmesinin şart olmadığını, ancak bu özelliklerin varlığı halinde bir reklam sloganının ayırt edici karaktere sahip olma olasılığı yüksek olduğunu ifade etmiştir.

Kararda; başvuru kapsamında yer alan hizmetlere bakıldığında başvuru konusu işaretin uzay teknolojileri alanındaki uzmanları hedef aldığı, bu tür teknolojilerin son derece pahalı olması nedeniyle ilgili tüketicinin dikkat seviyesinin yüksek olacağı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, bilgilenmiş tüketicilerin esas alınmadığı promosyon işaretlerinde, tüketicinin dikkat seviyesinin görece daha düşük olduğu ve bu durumun ortalama tüketicinin söz konusu mal veya hizmetlerle ilgili tamamen tanıtım amaçlı bir işaretle veya gerçekçi bir ifadeyle karşı karşıya kaldığı zaman da geçerli olduğu belirtilmiştir.

Ayırt Edici Nitelikten Yoksunluk Değerlendirmesi:

Başvuru konusu işaret, dünyanın doğal uydusunu ifade eden “MOON” ibaresi, bir hedefe doğru ilerlemeyi içeren bir yarışma veya rekabet anlamına gelen “RACE” ibaresi ve İngilizcede bir artikel olan “THE” ibaresinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur.

EUIPO Temyiz Kuruluna göre; birleşik kelimelerden oluşan işaretler söz konusu olduğunda, o işareti oluşturan kelimelerin ayrı ayrı anlamlarına değil, kelimelerin bir bütün olarak oluşturdukları anlam dikkate alınmalıdır. Bu nedenle, bu tür işaretlerin ayırt edici karakterinin değerlendirilmesinde, kelimelerinin veya işaretin bileşenlerinin her birinin ayrı ayrı değerlendirmesiyle sınırlı bir inceleme yapılmamalıdır. Ayrıca, bu değerlendirme, tek başına ayırt edici nitelikten yoksun olan unsurların, bir bütün halinde de ayırt edici bir karaktere sahip olamayacağı varsayımına değil, ilgili işaretin ilgili tüketici nezdindeki genel algısına dayanmalıdır.  İncelenen işarette yer alan unsurlardan her birinin, kendi başına ayırt ediciliğinin bulunmaması bu unsurların bir araya getirilmesiyle oluşturulan kompozisyonların da ayırt edici olmayacağı anlamına gelmemektedir. Başka bir ifadeyle, bir ticari markanın kendine özgü karakterinin bulunup bulunmadığını değerlendirmek için, işaretin genel izlenimi göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak, bu durum, işareti oluşturan her bir unsurun ayrı ayrı incelenmesiyle işe başlanamayacağı anlamına da gelmemektedir. Çünkü genel değerlendirme sırasında, ilgili işareti oluşturan bileşenlerin her birinin ayrı ayrı incelenmesi yararlı olabilir.

EUIPO Temyiz Kurulu kararında, “ THE MOON RACE” ibaresinin, EUIPO Uzmanı tarafından öne sürüldüğü gibi “son hedefin Ay’a ulaşmak olduğu bir rekabet”, ve “Ay ile ilgili herhangi bir rekabet” anlamına geldiği, bu anlamın hemen ve açıkça anlaşıldığı, herhangi bir yorum gerektirmediği ve başvuru sahibinin de itirazında aksini kanıtlayamadığı belirtilmiştir.

Başvuru kapsamında yer alan hizmetlerin tamamının, uzay araştırma konusu ile ilgili olması nedeniyle kararda uzay araştırmaları ile ilgili bazı bilgilere yer verilmiştir. Bu kapsamda kararda, 20. yüzyılda, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği gibi birçok ülkenin, yapay uyduları yörüngeye sokulması (1957), uzaya ilk kez insan gönderilmesi veya Ay’a ilk uzay aracının indirilmesi (1959) örneklerinde olduğu gibi, uzay araştırmalarında farklı hedeflere ulaşan ilk ülke olmak için rekabet ettiğinin herkes tarafından bilinen bir bilgi olduğu; Dünya’nın tek doğal uydusu olan Ay’ın her zaman özel bir ilgi gördüğü ve uzay araştırmalarında birçok hedefin konusu olduğu ifade edilmiştir. Bu nedenle, “MOON RACE” ifadesinin uzay araştırmalarında insansız uydu veya insanlı uzay aracı göndermek gibi en önemli yarışmalardan bazılarına atıfta bulunduğu belirtilmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu, uzay araştırmalarına ev sahipliği yapan gök cisimlerinin kapsamı genişlemiş olsa bile, Dünya’nın doğal uydusu olan Ay’ın uzay araştırmalarında en önemli hedeflerden biri olmaya devam ettiğini belirtmiştir. Bunun yanında, Ay’da bir tür yaşam veya su olup olmadığı ve insanlığın orada yaşamasının mümkün olup olmadığı, hâlâ temel sorulardan biri olduğundan Ay’ın kendisinin hâlâ analiz edilmekte olduğu, Sovyetler Birliği, ABD, Fransa, Japonya, İsrail, Çin ve Hindistan gibi birçok farklı ülkenin Ay’a uydu gönderdiği ve çeşitli uzay görevlerini başlattığı; turistik/eğlence amaçlı uzay yolculuğunun yakın zamanda başladığı; 2019 yılının başında ise Çin’in “Ay’ın karanlık tarafına” indiği ve orada pamuk tohumu yetiştirdiğini bildirdiği; Mars’a seyahat eden astronotlar veya gelecekteki keşifler için Ay’ın, bir üs olarak işlev görebileceğinin bilindiği; farklı türlerdeki Ay yarışlarının gerçekleştiği ve halen devam ettiği belirtilerek; Ay’ın uzay araştırmaları için hâlâ odak noktası olduğu ifade edilmiştir. Bu nedenlerle başvuru sahibinin “MOON RACE” ibaresinin var olmayan bir şeyi gösterdiği iddiasının bir kenara bırakılması gerektiği ifade edilmiştir.

Kararda halkın başvuru kapsamındaki hizmetlerle ilgili olarak “MOON RACE” ifadesiyle karşılaştığında, bu ifadeyi yalnızca bu hizmetlerle doğrudan ilişkili tanıtım ifadesi olarak algılayacağı belirtilmiştir. Başvuru sahibinin, başvuru konusu işaretin kolayca ezberlenebilir olduğu yönündeki iddiası ise, önemli olan hususun işaretin kolayca ezberlenebilir olup olmaması değil, işaretin mal veya hizmetlerin ticari kökenini gösterip göstermemesi olduğu gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Ayrıca kararda başvuru konusu işaretin, belirsiz, sıra dışı, şaşırtıcı olmadığı, ilgili tüketici kesimine verdiği mesajın basit, doğrudan ve açık olduğu, ve bir özgünlük içermediği bu nedenle de ayırt edici niteliğe sahip olmadığı belirtilmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu’na göre, “MOON RACE” ibaresinin sadece tanıtım mesajı olmadığı savunulsa bile, ilgili işaretin EUTMR m.7/1(b) hükmü uyarınca herhangi bir ayırt ediciliği bulunmamaktadır. Çünkü işaret iletmiş olduğu mesajın, başvuru kapsamındaki hizmetlerle ilgili olarak bilgi vermekle sınırlı olduğu; bu nedenle ilgili tüketicilerin bu hizmetlerle ilgili olarak, başvuru konusu işaretle karşılaştığında, işareti ticari köken gösteren bir işaret olarak değil, tamamen bilgilendirici bir açıklama olarak göreceği değerlendirilmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu; sonuç olarak işaret bir teşebbüsün hizmetlerini başka bir teşebbüsün hizmetlerinden ayırt etme yeterliliğine ve başvuru kapsamındaki hizmetler için ticari köken gösterme işlevine sahip olmadığından, başvuru hakkında verilen ret kararının hukuka uygun ve yerinde olduğuna karar vermiştir.

Peki, aynı başvuru Türkiye’de yapılmış olsaydı Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun kararı hangi yönde olurdu 🙂 ?

Elif AYKURT KARACA

Aralık 2019

elifaykurt904@gmail.com

Ambalaj Kağıdı Deseni Sizce Ayırt Edici mi? EUIPO Temyiz Kurulu Kararı (I)

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Temyiz Kurulu, ofisin itiraza konu olan kararlarını, ilgili mevzuat ve Avrupa Birliği Adalet Divanı kararları ışığında yorumlayarak, çoğu halde ofis birimlerinin gelecekteki uygulamalarına şekil vermektedir. Ofis bünyesinde bir Temyiz Kurulu bulunmasının mantığı bu ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

Aksi durum; ofis bünyesinde bir temyiz biriminin bulunmaması, ilk aşamadaki uzman kararlarının ofisin nihai kararı olması ve bu kararlara karşı yargı yolunun kullanılmasıdır. Tercih edilen yöntem bu değildir ve EUIPO, USPTO, EPO gibi ofisler başta olmak üzere birçok önde gelen fikri mülkiyet ofisi bünyelerinde itirazları esasa yönelik olarak incelemekle yükümlü bir Temyiz Kurulu barındırmaktadır. Bu bağlamda, fikri mülkiyet ofislerinin kendi bünyelerinde var olan Temyiz Kurullarının işlevi, yapılan işlemleri şekli açıdan veya inceleme kılavuzlarına uygunluk anlamında yorumlamak değil; mevzuat ve yargı kararları ışığında, ilk derece birimlerin kararlarının yerindeliğini incelemek ve değerlendirmektir. Türk Patent ve Marka Kurumu bünyesindeki Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun işlevi de bundan farklı değildir.

Farklı ofislerdeki Temyiz Kurullarının yapısını ve birbirlerinden değişkenlik gösteren çalışma yöntemlerini incelemek bu yazının konusu değildir. (İleride yapılacak böyle bir çalışma elbette oldukça ilginç olacaktır.)

Yazıya yukarıdaki biçimde giriş yapılmasının nedeni, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, EUIPO’da da temyiz kurulu kararlarının ofisin ilk derece kararlarından farklılık göstermesinin nedenini bir ölçüde de olsun açıklamaktır. Birçok itiraz dilekçesinde, ilk derece birimlerinin karar veya kararları Temyiz Kurullarının önüne sunularak, bunlara uygun karar talep edilse de, Kurullar ilk derece birimlerinin kararları ile kendilerini çoğu halde bağlı saymamakta ve mevzuat, yargı kararları ve kendi karar silsilelerini birlikte yorumlayarak karar vermektedir.

Bu hususlar bir tarafa konulacak olursa, çoğu fikri mülkiyet ofisi bakımından, Temyiz Kurullarının ilk derece ofis birimleri kararlarını büyük oranda onadığı görülmektedir. EUIPO açısından, Temyiz Kurulu kararlarının, ofisin ilk derece kararlarını onama oranının yıllara göre dağılımı aşağıdadır:

%70-80’ler bandında gezinen onama oranları göz önüne alınınca, EUIPO açısından Ofisin ilk derece birimleri ile Temyiz Kurulu arasında yüksek düzeyde uyum bulunduğunu iddia etmek mümkündür. Ancak, bu kendiliğinden olan bir şey değildir ve büyük bir çaba ve çalışmanın sonucunda gerçekleştiği de kabul edilmelidir.

Uzun girişin ardından sorumuzu yöneltiyor ve sizlerden yorumlarınızı bekliyoruz.

Aşağıda görseline yer verdiğimiz marka tescil başvurusu EUIPO’ya yapılır. Başvurunun kapsamında 16. sınıfa dahil kitaplar, boyama kitapları, hediye ambalajları, dekoratif ambalaj kağıtları, kırtasiye ürünleri, kağıtlar, paket kağıtları ve 28. sınıfa dahil küçük oyuncaklar, Noel ağacı süsleri gibi mallar bulunmaktadır.

EUIPO ilk derece kararı, başvurunun ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık nedenleriyle reddedilmesi yönündedir. Uzman ret kararında, başvurunun bir “desenden” oluştuğunu, başvuruya konu mallar özelinde desenlerle sıklıkla karşılaşıldığını, başvuruya konu şeklin sektördeki benzer ürünlerden önemli ölçüde farklılaşmadığını, tüketicilerin bu tip desenleri ayırt edici işaretler olarak değil, dekoratif unsurlar olarak algılama eğiliminde olduğunu belirtmektedir. (As regards the distinctiveness of the mark applied for, even if the pattern consists of a variety of geometric shapes, designs and colours, it is not considered sufficiently complex and distinctive. On the contrary, it is perceived as a typical pattern that can be found on a variety of products for decorative purposes. It is common for patterns on a number of goods, in particular on goods as such as decorative paper, bags and boxes, to include a number of colours and designs in order to make them appealing to the consumer and to the recipient of gifts. In the case at hand, it is not considered that the pattern differs significantly from the customs of the sector in order to allow consumers to identify the pattern as originating from a particular company and therefore distinguish it from patterns originating from other companies)

Başvuru sahibi, yukarıda gerekçeleri özetlenen ret kararına karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenir.

Sizce EUIPO Temyiz Kurulunun kararı ne yönde olmuştur?

Yanıt ve yorumlarınızı görmekten mutlu olacağız ve Temyiz Kurulu kararına ilişkin yazımıza bu haftanın sonuna dek yer vereceğiz.

Şimdiden teşekkürler.

Önder Erol ÜNSAL

Aralık 2019

unsalonderol@gmail.com

“BLACK FRIDAY” MARKA OLURSA…

Son yıllarda gerek ülkemizde gerekse dünyada artan tüketim çılgınlığının belki de en yüksek noktaya ulaştığı, alışveriş uğruna tüketici ve satıcı tarafından çok çeşitli uğraşların verildiği güne verilen isim: Black Friday. ABD’de Şükran Günü’nden sonraki Cuma günü mağazalardaki büyük indirimler nedeniyle oluşan yoğun kalabalık, sokaklardaki trafik karmaşası, hatta ölümlere yol açmış izdihamlara yapılan bir atıf esasında “Black Friday” ismi. Günümüzde ise, sadece ABD’de değil, pek çok ülkede adeta sabırsızlıkla beklenen alışveriş günü olan bu ismi dünyanın çeşitli yerlerinden marka olarak tescil ettirmenin birçok kişinin aklına gelmiş olması bizleri şaşırtmasa gerek.

Bu yazımızda “Black Friday” ibaresinin marka olarak tescili talebiyle 2013 yılında Alman Patent ve Marka Ofisi’ne yapılan bir marka başvurusundan bahsetmek istiyoruz:

Hong Kong menşeili Super Union Holdings Ltd. Almanya’da 2013 yılında “Black Friday” ibaresi için pek çok ürünün perakendeciliği hizmetini içeren 35. sınıfın da yer aldığı bir marka başvurusu yapar ve tescilini elde eder. (Tescil no: 302013057574) Zaman içerisinde, özellikle “Black Friday” ifadesinin kullanımının artışıyla beraber marka sahibi Super Union Holdings ve markanın inhisari lisansını alan firma (www.blackfridaysale.de web sitesinin sahibi) Black Friday GmbH promosyon ve reklam amacıyla “Black Friday” ifadesini kullanan Alman piyasasındaki şirketlere markanın ihlal edildiği gerekçesiyle ihtar yollar. Söz konusu ihtar aynı zamanda firmaları “Black Friday” ibaresinin kullanımı için yüksek meblağda bir lisans sözleşmesi yapmaya da yönlendirmektedir. İhtarı alan şirketlerin bazıları  “Super Friday/ “Cyber Monday” gibi alternatiflere yönelirken bazıları ise, söz konusu markanın ayırt edici olmadığı gerekçesiyle Alman Patent ve Marka Ofisi’ne markanın hükümsüzlüğü talebiyle başvurur. Süreç sonunda, Alman Patent ve Marka Ofisi’ne içlerinde PayPal, Puma, Amazon gibi firmaların da bulunduğu pek çok firma tarafından çekişme konusu “Black Friday” markasının hükümsüzlüğü istemiyle yaklaşık 17 adet hükümsüzlük talebi gelir. Hükümsüzlük talepleri, “Black Friday” ibaresinin başvuru tahinden önce reklam/promosyon çalışmalarında pek çok firma tarafından kullanıldığına ilişkin delilleri kapsamakta ve dolayısıyla ibarenin başvuru anında da ayırt edicilikten yoksun olduğunu ileri sürmektedir.

Mart 2018 tarihinde, Alman Patent ve Marka Ofisi “Black Friday” ifadesinin reklam ve promosyon faaliyetlerinde tüm piyasa oyuncularının kullanımına açık, Almanya’da günlük dile yerleşmiş bir ibare olduğu, ticari kaynak gösterme fonksiyonunu yerine getirmediği ve ayırt edici olmadığı gerekçesiyle markanın hükümsüzlüğüne karar verir. (Decision of the German Patent and Trademark Office of 27 March 2018 (ref. no. 30 2013 057 574 – S 33/17/Lösch)) Akabinde, başvuru sahibi kararı Alman Federal Mahkemesi’ne taşır. Bu yazının yayınlandığı tarihte, Federal Mahkeme henüz kararını vermemiş olmakla beraber son duruşmada “Black Friday” ifadesinin Almanya’da başvurusunun yapıldığı 2013 tarihinde, ortalama Alman tüketiciler tarafından nasıl anlaşıldığına ilişkin bir ayırt edicilik değerlendirmesi yapılması ve bu değerlendirmenin redde konu tüm mal/hizmetler bakımından ayrı ayrı irdelenmesi gerektiğinin üzerinde durulmuştur.

Söz konusu dava ile ilgili gelişmeleri takip edecek olmakla beraber, “Black Friday” gibi, promosyon amacıyla geniş bir coğrafyada kullanılan bir ibarenin bile, geçmişteki tescilinin ortaya çıkardığı sorunlar göz önüne alındığında, benzer risklerin farklı ülkelerde, farklı ibareler bakımından da ortaya çıkma ihtimali nedeniyle firmaların kullanmayı düşündükleri ibarelerin başkası adına tescilli bir marka olup olmadığına ilişkin bir ön araştırma yapmalarının karşılaşabilecekleri sorunları bertaraf etmek adına oldukça önemli olacağını belirtmek isteriz.

Başak KARADENİZLİ

basak.karadenizli@gmail.com

Aralık 2019

-Muhafazakar Enstitü- Din, Siyaset ve Eğlence Alanlarında Bilgi Sağlama Hizmetleri İçin Doğrudan Tanımlayıcı mıdır? (USPTO Temyiz Kurulu Kararı)

Son yıllarda ülkemizde eğitim sektöründe çeşitlileşme, özel ilgi alanlarına ve küçük gruplara yönelik eğitimlerde artış gözlenmektedir. Kanaatimce bu halin sosyal medya kullanımdaki artış ve sosyal medya aracılığıyla tanıtım – reklamla da doğrudan ilişkisi bulunmaktadır.

Alanlarının gerçek uzmanı olan kişiler, fazlaca sermayeye veya kompleks iş bağlantılarına ihtiyaç duymaksızın, alanlarının ilgililerine sosyal medya aracılığıyla kolaylıkla ulaşabilmekte ve sadece eğitim amacıyla birkaç saatliğine geçici olarak kiraladıkları salon, restoran veya sınıflarda özel amaçlı eğitimlerini gerçekleştirebilmektedir. Entelektüel birikimlerini gelire dönüştüren eğitimciler ve herhangi aracı olmaksızın yetkin isimlerle doğrudan muhatap olarak istedikleri eğitimi alan kullanıcılar, bu durumdan genel anlamıyla oldukça memnundur.

Nispeten yeni sayılabilecek bu iş alanının marka tescil pratiklerine de yansıması bulunmaktadır. Eğitimin verildiği alanı gösteren isimler ile bir eğitim faaliyetini çağrıştıran kurumsal isimlerin birbirleriyle kombine edilmesiyle oluşturulan marka tescil başvurularına son yıllarda sıklıkla rastlanmaktadır. Gerçek hayatta karşıma çıkan örnekleri belirtmeyeceğim, ancak bir fikir oluşması için birkaç örneği kendim türeteyim: “Viski Akademisi”, “Yazılım Enstitüsü”, “Şiir Okulu”, “Denetim Akademisi”, “Natürmort Atölyesi”, vb.

Yukarıda örneklerle sınırlı düşünmemek kaydıyla, bu ve benzeri nitelikteki marka tescil başvurularının, mutlak ret nedenleri kapsamında reddedilip reddedilemeyeceği veya incelemede kullanılacak ölçütlerin neler olması gerektiği de tartışma konusudur. Türk Patent ve Marka Kurumu’nun 2019 yılında güncelleştirerek yeniden yayımladığı Marka İnceleme Kılavuzunda konu hakkında kısa bir bölüm bulunmaktadır:

Bu yazının gayesi, kılavuzdaki değerlendirmeleri tartışmak ve konuya yeni bir boyut kazandırmak değildir. Yazının uzun girişinin nedeni, aşağıda sizlere aktaracağımız USPTO Temyiz Kurulu kararını hangi amaçla seçtiğimizi düzgün biçimde açıklamak ve konunun Türkiye açısından da önemli olduğuna dikkat çekmektedir. Bunu gerçekleştirebildiğimizi düşünerek karara geçiyoruz.

USPTO Temyiz Kurulu’nun 8 Ekim 2019 tarihinde verdiği kararla “Conservative Institute” marka tescil başvurusunun tanımlayıcılık gerekçesiyle reddedilmesi kararını onamıştır. Kurul kararı http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-87658084-EXA-11.pdf bağlantısından görülebilir.

2017 yılında kurulan “Conservative Institute, LLC” firması “Conservative Institute” kelime markasını “Sınıf 35: Siyaset alanında global bir iletişim ağı vasıtasıyla online bilgi sağlama hizmetleri. Sınıf 41: Eğlence alanında global bir iletişim ağı vasıtasıyla online bilgi sağlama hizmetleri. Sınıf 45: Din alanında global bir iletişim ağı vasıtasıyla online bilgi sağlama hizmetleri.” için tescil ettirmek için başvuruda bulunur.

“Conservative Institute” ibaresi Türkçe’ye “Muhafazakar Enstitü” olarak çevrilebilecek bir kelime kombinasyonudur. Başvuru sahibi, muhafazakar hayat ve siyaset anlayışının ilkelerini savunmak amacıyla web sayfasında günlük içerik sunan bir kuruluştur. 2017 yılında kurulmuş organizasyonun www.conservativeinstitute.com alan adlı web sayfasından, kuruluşun ilkeleri ve amacı hakkında bilgi edinilmesi mümkündür.

USPTO, başvuyu tanımlayıcılık gerekçesiyle reddeder ve başvuru sahibi karara karşı itiraz eder. İtiraz, USPTO Temyiz Kurulu’nca incelenerek, aşağıdaki nedenlerle reddedilir.

Yerleşik içtihada göre münhasıran tanımlayıcı markalar, tescil talebine konu mal ve hizmetlerin niteliğini, kalitesini veya bir özelliğini doğrudan bildiren işaretlerdir. Bir işaretin doğrudan tanımlayıcı olması için mal veya hizmetin her özelliğini bildirmesi gerekmez, mal veya hizmetin önemli bir özelliğinin, niteliğinin veya vasfının bildirilmesi yeterlidir.

Başvuruda yer alan kelime unsurlarından “conservative (muhafazakar)”, “geleneksel görüş ve değerleri savunan, değişime karşı çıkma eğiliminde olan, muhafazarlık felsefesinden veya politik akımından gelen”; “institute (enstitü)” ise “bir amacı desteklemek için kurulmuş bir yapı; özellikle teknik konular alanında faaliyet gösteren eğitim kurumu” anlamlarına gelmektedir.

Başvuru hakkında ret kararını veren uzman, başvuru sahibinin web sitesinden topladığı kanıtları da karara ekleyerek, “muhafazakar enstitü” anlamına gelen “conservative institute” ibaresinin başvuru kapsamındaki “Sınıf 35: Siyaset alanında global bir iletişim ağı vasıtasıyla online bilgi sağlama hizmetleri. Sınıf 41: Eğlence alanında global bir iletişim ağı vasıtasıyla online bilgi sağlama hizmetleri. Sınıf 45: Din alanında global bir iletişim ağı vasıtasıyla online bilgi sağlama hizmetleri.” için doğrudan tanımlayıcı olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Ayrıca, başvuru sahibinin kendi web sayfasında da belirtildiği üzere, “conservative institute” muhafazakar hayat ve siyaset anlayışının ilkelerini savunmak amacıyla web sayfasında günlük içerik sunan bir kuruluştur.

Temyiz Kurulu; başvurunun anlamı ve başvuru kapsamında bulunan hizmetlerin niteliği dikkate alındığında, tüketicilerin başvuruya konu markanın sunulan hizmetler hakkında doğrudan mesaj ilettiğini anlayacakları görüşündedir. Daha açık ifadeyle başvuru; kapsadığı hizmetler bakımından, yani siyaset, eğlence ve din alanlarında online sağlanan bilgi hizmetleri açısından muhafazakar inançlara ve muhafazakar bakış açısına yer verildiği mesajını tüketicilere doğrudan iletmektedir. Bu bağlamda başvuru hakkında doğrudan tanımlayıcılık gerekçesiyle verilen ret kararı yerinde görülmüştür.

Başvuru sahibi, markasının muhafazakarlığı yüceltmediğini belirtse de, buradaki soru markanın muhafazakarlığı yüceltip yüceltmediği değil, kapsadığı hizmetler bakımından tanımlayıcı olup olmadığıdır ve Kurul da USPTO uzmanı gibi başvurunun kapsadığı hizmetler bakımından açıkça tanımlayıcı olduğu görüşündedir.

Temyiz Kurulu belirtilen nedenlerle başvuru hakkındaki ret kararını onamış ve itirazı reddetmiştir.

Benzeri bir başvuru, ülkemizde ne şekilde değerlendirilirdi sorusunun yanıtı elbette bu yazıda yer almıyor; ancak bu başvuru özelindeki değerlendirmelerin yerindeliği tartışmaya açık olarak da görülebilir. Görüşünü belirtmek isteyen okuyucularımızın yorumlarını duymaktan memnun olacağız.

Önder Erol ÜNSAL

Kasım 2019

unsalonderol@gmail.com

Renk kombinasyonlarının sicilde gösterim şartı konusunda AB Adalet Divanı son sözü söyledi: Renkleri eşit oranda yan yana dizmek yeterince açık ve kesin bir gösterim değildir!

Görsel: https://insights.howardkennedy.com/post/102fpgu/red-bull-has-the-blues

AB Adalet Divanı renk kombinasyonundan oluşan işaretlerin marka olarak tescil edilebilirliği hakkında merakla beklenen kararını 29 Temmuz 2019 tarihinde verdi. Karar renk kombinasyonlarının ayırt edici niteliğinin tartışıldığı bir karar değil, odak noktasında sicilde gösterim koşulu var. Mahkemece ulaşılan sonuç önemli tartışmalara gebe olacak ve AB düzeyinde uygulamada değişikliğine de yol açabilecek gibi gözüküyor.

Yazının devamında detaylarını aktaracağımız vakayı AB Adalet Divanı’nın önüne getiren idari ve yargısal süreç kısaca şöyle gelişiyor: Red Bull firmasının EUIPO nezdinde tescil edilmiş iki ayrı mavi/gümüş renk kombinasyonu markasının hükümsüzlüğü talep ediliyor. EUIPO İptali Birimi talebi kabul ediyor ve markaların hükümsüzlüğüne karar veriyor. Red Bull’un bu karara karşı yaptığı itiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından reddediliyor. Red Bull EUIPO Temyiz Kurulu kararına karşı dava açıyor ve davayı inceleyen AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi davanın reddine karar veriyor. Red Bull son kanun yoluna da başvurarak Genel Mahkeme’nin kararını temyiz ediyor ve bunun üzerine dava AB Adalet Divanı tarafından inceleniyor.

Kararı aktarmaya başlamadan önce, dava konusu Genel Mahkeme kararıyla ilgili “Red Bull’un mavi/gümüş renk markaları hakkında AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi kararı” başlıklı yazıyı Nisan 2018’de IPR Gezgininde yayımladığımızı hatırlatalım. Öncesinde ilgili yazıyı okumak / hatırlamak isteyen okurlar https://iprgezgini.org/2018/04/12/renk-kombinasyonlarinin-marka-olarak-tescili-daha-zor-hale-mi-geliyor-red-bullun-mavi-gumus-renk-markalari-hakkinda-ab-adalet-divani-genel-mahkemesi-karari/ bağlantısından yazıya erişebilirler. Ancak, önceki yazıyı okumadan devam etmek isteyenler için uyuşmazlığın özeti ile başlayalım:

15 Ocak 2002 tarihinde Red Bull firması EUIPO nezdinde bir AB markası başvurusunda bulunmuştur. Tescili istenen marka, aşağıda görüldüğü gibi iki rengin kombinasyonundan oluşmaktadır:

30 Haziran 2003 tarihinde Red Bull, söz konusu markanın kullanım sonucu ayırt edicilik kazandığını kanıtlamak amacıyla ek belgeler sunmuştur. 11 Ocak 2004 tarihinde ise markaya ilişkin olarak, Koruma mavi (RAL 5002) ve gümüş (RAL 9006) renkler için talep edilmektedir. Renkleri oranı yaklaşık %50-%50’dir.” ifadelerinden oluşan tarifnameyi sunmuştur. Başvurunun mal listesi kapsamında 32. sınıftaki “enerji içecekleri” bulunmaktadır. Söz konusu marka, kullanım sonucu ayırt edicilik kazandığı belirtilerek ve yukarıda yer verilen tarifnameyle birlikte 25 Temmuz 2005 tarihinde tescil edilmiştir.

20 Eylül 2013’te Polonya menşeli Optimum Mark sp. z.o.o. isimli firma (kısaca Optimum Mark) yukarıda belirtilen markanın hükümsüzlüğünü talep etmiştir.  Hükümsüzlük talebine gerekçe olarak, markanın grafik gösterim için aranan (açıklık, kesinlik, … ve renkleri önceden belirlenmiş ve yeknesak şekilde birleştiren bir sistematik düzen) gerekli koşulları sağlamadığını ve tescil başvurusuna eşlik eden tarifnamedeki ifadenin, iki rengin ‘yaklaşık’ %50 – %50 şeklinde çok sayıda farklı kombinasyonuna olanak sağladığını öne sürmüştür.

Red Bull’un bir diğer renk markası başvurusu da 1 Ekim 2010 tarihinde EUIPO’ya yapılmıştır. Bu markanın da görseli ve eşya listesi yukarıda belirtilen markanın aynısıdır. Başvuru 29 Kasım 2010 tarihli Bültende yayımlanmış, ancak başvuruyu inceleyen marka uzmanı 22 Aralık 2010 tarihinde renklerin marka örneği içindeki dağılımlarının belirtilmemiş olması nedeniyle eksiklik bildiriminde bulunarak bu eksikliğin giderilmesini talep etmiştir.  Red Bull firması tarafından gönderilen cevap dilekçesi üzerine, 8 Mart 2011 tarihinde söz konusu marka, mavi (Pantone 2747C) ve gümüş (Pantone 877C) renkler için aşağıdaki açıklamayla (tarifnameyle) birlikte kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğe dayalı olarak tescil edilmiştir:

“İki renk birbirine eşit oranda uygulanacaktır ve renkler birbirine bitişik (yan yana) halde dizilmiştir.” (The two colours will be applied in equal proportion and juxtaposed to each other)

27 Eylül 2011 tarihinde Optimum Mark, benzer gerekçelerle markanın hükümsüzlüğü talebinde bulunmuştur. Optimum Mark, tarifnamede yer alan “juxtaposed” ifadesinin “ortak bir sınırı olan”, “yan yana konulmuş” veya “kontrast etki için birbirine yakın duran” gibi biçimlerde algılanabileceğini, marka tarifnamesinin, iki rengin mallara ne şekilde uygulandığına ilişkin düzeni belirtmediğini, bu nedenle de gösterimin açık ve kesin olmadığını ileri sürmüştür.

EUIPO İptal Birimi, markaların gösteriminin yeterli kesinlikte olmaması nedeniyle iki markanın da hükümsüzlüğüne karar vermiştir. Kararda, markaların grafik gösteriminin çok sayıda farklı kombinasyona olanak sağladığı ve bu durumun, tüketicilerin satın alımlarını kesinlik içinde yapabilmeleri için sadece belirli bir kombinasyonu algılayıp anımsamalarına engel olduğu belirtilmiştir.

Red Bull, EUIPO İptal Biriminin kararlarına karşı EUIPO Temyiz Kurulu nezdinde itirazda bulunmuştur. Temyiz Kurulu 2 Aralık 2014 tarihli kararlarıyla her iki itirazın da reddine karar vermiştir. Kurul, Adalet Divanı’nın Heidelberger kararında ortaya koyduğu ilkelere atıf yaparak söz konusu markaların, eşlik eden tarifnamelerle birlikte değerlendirildiklerinde, yeterince kesin ve yeknesak (uniform) olmadığı tespitinde bulunmuştur. Kurul’a göre söz konusu markalar, iki rengin birbirinden farklı genel izlenime sahip çok sayıda farklı kombinasyonla tertip edilebilmelerine imkân tanımaktadır.

Red Bull tarafından EUIPO Temyiz Kurulu’nun bu kararlarına karşı açılan dava AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin 30 Kasım 2017 tarihli kararıyla reddedilmiş ve bu kararın da temyiz edilmesi üzerine dava son karar mercii olan AB Adalet Divanı tarafından görülmüştür.

Başvuru sahibi Red Bull tarafından davada beş gerekçe ileri sürülmüştür:

  • eşit muamele ilkesinin ihlali,
  • AB Marka Tüzüğünün m. 4 (marka olabilecek işaretleri düzenleyen ve sicilde gösterim koşuluna yer veren madde) hükmü ile m. 7(1)(a) (4. maddede belirtilen şartları taşımayan işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceğini düzenleyen mutlak tescil engeli) hükümlerinin ihlal edilmesi,
  • yasal beklentilerin korunması ilkesinin ihlali
  • ölçülülük ilkesinin ihlali
  • Genel Mahkemenin usul kurallarına ilişkin bazı hükümlerin ihlali

Burada, özellikle ikinci sırada yer verilen dava gerekçesi bağlamındaki tespit ve değerlendirmeler üzerinde durulacaktır. Nitekim Adalet Divanı da kararında ilk olarak ikinci dava gerekçesini ele almıştır.

Bu kapsamda Divan tarafından, öncelikle bir işaretin marka olarak tescil edilebilmesi için o işarete sağlanacak korumanın konusunun ve kapsamının açık ve kesin bir şekilde belirlenebilmesine imkân tanıyan bir gösteriminin sunulmasının gerekli olduğu hatırlatılmıştır. Eğer başvuruya yazılı bir tarifname eşlik ediyorsa, bu tarifname tescille elde edilmek istenen korumanın konusunu ve kapsamını netleştirmeye yardım etmeli; sunulan gösterim ile uyumsuz olmamalı ve sunulan gösterimin konusu ve kapsamı hakkında şüphelere yol açmamalıdır. (27/03/2019, Hartwall, C-578/17, EU:C:2019:261, para. 39-40)

Dış hat sınırları olmaksızın, münhasıran ve soyut olarak iki veya daha fazla rengin kombinasyonundan oluşan işaretlerin gösteriminin, renkleri önceden belirlenmiş ve yeknesak şekilde birleştiren bir sistematik düzen içermesi gerekmektedir. İki veya daha fazla rengin, belli bir şekil ve dış hat çizgileri olmaksızın sadece bir araya getirilmesi, ya da iki veya daha fazla renge ‘akla gelebilen her biçimde’ gönderme yapılması; gerekli kesinlik ve yeknesaklığı (uniformity) sağlamayacaktır. Bu şekildeki gösterimler birbirinden farklı çok sayıda kombinasyon yaratılmasına olanak sağlamaktadır. Bu da, tüketicilerin -ilerideki satın alımlarını kesinlik içinde yapabilmeleri bakımından- sadece belirli bir kombinasyonu algılayıp anımsamalarına engel olmaktadır. Ayrıca böylesi gösterimler, yetkili otoriteler ve ticari aktörlerin korumanın kapsamını bilmelerine de imkân vermemektedir.

Somut olayda Red Bull’a ait tescil başvurularının münhasıran mavi ve gümüş renklerin kombinasyonundan oluştuğu konusunda bir tartışma bulunmamaktadır.

Her iki işaretin de gösterimi, birbirine paralel ve yan yana dizilmiş, eşit yüzeye sahip biri mavi, diğeri gümüş renkte iki dikey blok biçiminde yapılmıştır. Bu gösterimlere birer tarifname de eşlik etmektedir. Bunlardan birincisi her bir rengin oranının “yaklaşık %50-%50” olduğunu, ikincisi ise iki rengin yan yana konulduğunu ve eşit oranda uygulanacağını belirtmektedir.

Dava konusu kararında Genel Mahkeme, ilk tescille ilgili olarak tarifnamede yer alan “yaklaşık” kelimesinin, gösterimdeki kesinlik eksikliğini destekler mahiyette olduğunu, bu durumun da ilgili renklerin farklı biçimlerde tertip edilebilmesine imkân sağladığını belirtmektedir.

Diğer tescille ilgili olarak ise Genel Mahkeme, yana yana dizilimin (juxtaposition) farklı biçimler alabileceğini, renkler eşit oranda dağılım gösterseler dahi bunların yana yana diziliminin farklı görünümlere ve yerleşimlere sebebiyet vereceğini ifade etmektedir.

Adalet Divanı, Genel Mahkeme’nin dava konusu kararındaki bu tespitlerine katılmaktadır. Söz konusu markaların tescili, önceden belirlenmiş olmayan çoklu gösterimlere yol açmakta olup yeknesak değildir. Dolayısıyla markalar, sicilde gösterim şartına ilişkin mevzuat hükmüne ve Mahkemenin “Heidelberger Bauchemie” kararında[1] ortaya koyduğu ilkelere aykırı olarak tescil edilmişlerdir.

Hatırlatmak gerekirse, Adalet Divanı, renk kombinasyonlarından oluşan markaların açık ve kesin şekilde sicilde gösterimi konusunda ilkesel nitelikteki Heidelberger kararında, dış hat sınırları olmaksızın, münhasıran ve soyut olarak iki veya daha fazla rengin kombinasyonundan oluşan markalar bakımından, grafik gösterimin “renkleri önceden belirlenmiş ve yeknesak şekilde birleştiren bir sistematik düzen” içermesi gerektiğini ortaya koymuştur. Yine aynı kararda, iki veya daha fazla rengin, belli bir şekil ve dış hat çizgileri olmaksızın sadece bir araya getirilmesinin, ya da iki veya daha fazla renge ‘akla gelebilen her biçimde’ gönderme yapılmasının; gerekli kesinlik ve yeknesaklığı (uniformity) sağlamayacağına hükmedilmiştir.

Diğer taraftan Adalet Divanı’na göre, somut olayda davacı Reb Bull’un iddiasının aksine, renklerin kombinasyonundan oluşan markaların, söz konusu renkleri önceden belirlenmiş ve yeknesak şekilde birleştiren bir sistematik düzen içermesi koşulu, bu tür markaları bir figüratif markaya dönüştürmeyecektir. Zira bu koşul, renklerin gösteriminin dış hatlarla belirlenmesinin şart olduğu anlamına gelmemektedir.

Markalar kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğe dayalı olarak tescil edilmiş olduğundan, EUIPO’nun ve Genel Mahkeme’nin, sicilde gösterim koşuluna ilişkin madde hükmü kapsamındaki değerlendirmede, markaların çeşitli tezahürlerdeki kullanımını, özellikle de söz konusu markaların fiili kullanımlarını göz önünde tutmasında bir engel bulunmamaktadır.

Belirtilen tespit ve değerlendirmeler çerçevesinde Adalet Divanı, Genel Mahkeme tarafından verilen kararı yerinde bulmuştur. Davacı Red Bull tarafından ileri sürülen eşitlik, ölçülülük ve yasal beklentilerin korunması ilkelerinin ihlali gibi diğer gerekçeler de haklı görülmemiş ve sonuç olarak davanın reddine karar verilmiştir.

Adalet Divanı’nın aktardığımız kararı bu uyuşmazlık hakkındaki nihai ve kesin karardır.  Karar kanaatimizce bir takım soruları ve tartışmaları da beraberinde getirecektir.

Aktardığımız karar ekseninde tarafımızca yapılan bazı tespitler ve ilk akla gelen meseleler şunlardır:

  • Hükümsüzlük talebine konu her iki markada da marka örneğiyle (markanın reprodüksüyonu) birlikte birer yazılı tarifname sunulmuş ve ilgili renklerin kodları da bu tarifnamede verilmiştir. Ancak marka örneği (renkler marka örneğinde görünüm olarak eşit oranda yer kaplasa dahi) ve renk kodlarının verilmesi, renk kombinasyonundan oluşan markalarda gerekli kesinlik şartını yerine getirmeyecektir. Heidelberger kararında da ortaya konulduğu üzere, bu renklerin önceden belirlenmiş ve yeknesak bir sistematik düzen içermesi de gereklidir. Kanaatimizce bu da ancak bir tarifnameyle mümkün olabilecektir.
  • Dava konusu olayda marka örneğine eşlik eden ve renklerin dağılımını “yaklaşık %50-%50” şeklinde ifade eden tarifname yeterli kesinlikte bulunmamıştır. “Yaklaşık” kelimesinin anlamı itibarıyla zaten bir kesinlik içermemesi nedeniyle bu tarifnameyle tescil edilmiş marka bakımından ulaşılan sonuç çok da şaşırtıcı değildir. Ancak, dava konusu diğer markada, marka örneğine (ve ilgili renklerin kodlarına) eşlik eden “İki renk birbirine eşit oranda uygulanacaktır ve renkler birbirine bitişik (yan yana) halde dizilmiştir.” şeklindeki tarifname de EUIPO ve AB Adalet Divanınca, sicilde gösterim koşulu bağlamında yeterli kesinliği sağlar nitelikte görülmemiştir.
  • Şu halde, renk kombinasyonlarından oluşan başvurularda; marka örneğine ve renk kodlarına eşlik eden “renklerin dağılımı eşit orandadır”, “renklerin oranı %50-%50’dir”, “renkler eşit oranda yan yana getirilmiştir” vb. yazılı açıklamaların, sicilde gösterim şartının sağlanması bakımından yeterli olmayacağı anlaşılmakla birlikte, Mahkeme kararında bu koşulların nasıl bir tarifname (veya ilave bir açıklama ya da belge) ile sağlanabileceği konusunda bir ipucu da bulunmamaktadır.
  • Dava konusu olaydaki markalarda olduğu gibi, yeterli kesinlik taşımayan tarifnamelerle (veya tarifnamesiz) olarak tescil edilmiş renk kombinasyonu markaları, Adalet Divanı’nın bu kararı neticesinde, olası hükümsüzlük taleplerine/davalarına konu edilebilecektir. Dolayısıyla sicilde gösterimi yeterli kesinliği taşımayan renk kombinasyonu markaları, bu gerekçeye dayalı olarak hükümsüzlük tehdidi altında olacaktır.
  • Renk kombinasyonunun, marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin şekilde anlaşılmasını sağlayacak şekilde sicilde gösterimi, markanın kullanımının devreye girdiği durumlar (örn. kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik, tescilli bir renk kombinasyonu markasına dayanılarak yapılan itirazda markanın kullanım ispatı talebine konu olması, vb.) bakımından da büyük önem arz edecektir.  Örneğin dava konusu markayı ele alacak olursak, renk kombinasyonunun aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi bir fiili kullanımı, tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştiren bir kullanım olarak mı, yoksa ayırt edici karakterini değiştirmeyen bir kullanım olarak mı değerlendirilmelidir?
  • İşte, tescil talebine konu işaret için marka sahibine sağlanacak korumanın konusu açık ve kesin şekilde belirlenebilir olmadığında,  diğer bir ifadeyle markanın sicilde gösterimi aranan bu koşulları sağlar nitelikte olmadığında, yukarıdaki soruya verilecek yanıt da güçleşecektir. Şüphesiz korumanın konusunun kesin ve net olarak belirli olması, bu işarete başka işaretler karşısında sağlanacak korumanın kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da etkili olabilecektir.
  • Dava konusu markalar “grafik gösterim” (graphic representation) şartının bulunduğu dönemde (önceki AB Marka Tüzüğü’nün yürürlükte bulunduğu) tescil edilmiş ve markaların hükümsüzlüğü bu mevzuat döneminde talep edilmiştir. Ancak şu an yürürlükte bulunan 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğünde, “grafik gösterim” şartı yerine “marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin şekilde anlaşılmasını sağlayacak şekilde sicilde gösterimi” şartı bulunmaktadır. Ancak kanaatimizce bu durum, kararın yürürlükteki mevzuata etkisini ve uygulanabilirliğini ortadan kaldırmayacaktır. Zira dava konusu Genel Mahkeme kararında da belirtildiği üzere, ilgili maddenin yeni lafzı, hukuki belirliliği güçlendirme amacını taşımakta olup madde hükümde yer alan ifadeler, hükmün bir önceki lafzından daha da kısıtlayıcı niteliktedir. Şöyle ki, AB kanun koyucusu, ilgili hükmün gövdesine açıkça, Adalet Divanı’nın Sieckmann (C-273/00) ve Heidelberger (C-49/02) kararlarında belirlenen ilkeleri dâhil etmiş ve böylelikle, söz konusu maddenin yeni lafzını içtihatlarla tam uyumlu hale getirmiştir. Dolayısıyla, verilen kararın yürürlükteki AB mevzuatı açısından da doğrudan etkileri olacağı ve kararın uygulama alanı bulacağı düşünülmektedir.
  • Adalet Divanı kararları, EUIPO ve AB üye ülkeleri açısından bağlayıcı niteliktedir. Dolayısıyla, başta EUIPO olmak üzere AB üye ülkelerinin fikri mülkiyet ofisleri/kurumlarının, renk kombinasyonlarından oluşan başvurulara ilişkin olarak sicilde gösterim koşulunun ne şekilde sağlanabileceğini tekrar tartışmaya açması ve uygulama kriterlerini revize etmeleri muhtemeldir.
  • Bundan böyle renk kombinasyonlarının, bilhassa AB’de ve AB üye ülkelerinde marka olarak tescilinin, sicilde gösterim şartının eksiksiz yerine getirilmesi bakımından biraz daha meşakkatli olacağı, zira inceleyici ofislerin bu tür markaları bahsi geçen husus açısından daha titiz bir incelemeye tabi tutacakları öngörülmektedir.
  • Ülkemiz açısından, 6769 sayılı SMK’nın marka hukukuna ilişkin pek çok maddesi gibi “marka olabilecek işaretler” başlığı bağlamında markanın sicilde gösterim şartını da içeren 4’üncü maddesi, AB Marka Tüzüğü’nün ilgili maddesinden alınmıştır. AB Adalet Divanı’nın bu kararı ve buna bağlı olarak AB düzeyinde olası bir uygulama değişikliğinin, mevzuatında çok benzer içerikte bir hüküm bulunan Türkiye açısından da etki ve yansımaları olacak mıdır?

Konuyla ilgili tespitleri, değerlendirmeleri ve bağlantılı olabilecek soruları çoğaltmak mümkündür.  Bu meselelerin ne şekilde çözüme kavuşacağını, ofis kararları ve mahkeme kararları ekseninde gelişip şekillenecek uygulamalar zaman içinde gösterecektir.

H. Tolga Karadenizli

Ekim 2019, Ankara

karadenizlit@gmail.com


[1] C-49/02, EU:C:2004:384

SKY – SKYKICK: ABAD Hukuk Sözcüsü Tanchev Kötü Niyetli Marka Tescil Başvuruları Hakkında Değerlendirmesini Yaptı ve Bombayı Adalet Divanı’nın Kucağına Bıraktı (C-371/18)

Adalet Divanı Hukuk Sözcüsü Evgeni Tanchev, 16 Ekim 2019 tarihinde verdiği Sky – SkyKick görüşüyle, tabir yerindeyse saatli bombayı Adalet Divanı’nın kucağına bıraktı.

Tanchev görüşünü, Birleşik Krallık Adalet Yüksek Mahkemesi’nden gelen C-371/18 sayılı ön yorum talebine ilişkin olarak vermiştir. Talebin konusunu esasen marka tescilleri kapsamında bulunan mal ve hizmetlerin gerçek kullanım niyetinin bulunmamasının kötü niyeti işaret edip etmediği, malların ve hizmetlerin açık ve belirli olmamasının hükümsüzlük nedeni olup olmadığı gibi hususlar oluşturmaktadır.

Adalet Divanı’nın ön yorum talebini nasıl yanıtlayacağı şu anda elbette bilinmemektedir; ancak karar Tanchev’in görüşü yönünde çıkarsa, Avrupa Birliği marka hukuku ve uygulamasını heyecanlı günlerin beklediğini şimdiden söyleyebiliriz. AB uygulamalarını yakından takip eden ve mevzuat ile uygulamalar bakımından yakın benzerlik gösteren Türkiye bakımından da benzer durumun ortaya çıkacağını söylemek ise hayalcilik olmayacaktır.

Hukuk Sözcüsü Tanchev’in görüşü http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=219223&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=6895863 bağlantısından görülebilir. 142 paragraflık görüşün geniş bir özeti bu yazıda yer almayacak, yazı kapsamında yalnızca Birleşik Krallık Adalet Yüksek Mahkemesi’nin sorularına ve Tanchev’in nihai yanıtlarına yer vereceğiz ve tüm AB marka camiası gibi Adalet Divanı’nın vereceği kararı beklemeye başlayacağız.

Öncelikle, görüşe temel olan vakaları kısaca aktaralım:

Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da oldukça agresif bir marka koruma politikası izleyen televizyon yayıncısı SKY PLC, bulut teknolojileri alanında faaliyet gösteren bir start-up firması olan SKYKICK INC firmasının “Skykick” markasını kullanarak “Sky” markalarına tecavüz ettiği iddiasıyla dava açar. SKYKICK firması tecavüz iddialarını reddeder ve bununla yetinmeyerek, tecavüz iddiasının gerekçesi “Sky” markalarının tescillerinin geçersiz olduğunu iddia eder. SKYKICK’e göre, “Sky” markalarının mal ve hizmet listelerindeki tabirlerin bir kısmı açıklık ve kesinlik şartlarını yerine getirmemektedir ve bu markaların tescil başvuruları kötü niyetle yapılmıştır.

Bu iddiaları değerlendiren Birleşik Krallık Adalet Yüksek Mahkemesi, bir noktada yargılamayı durdurur ve aşağıda temel noktalarına yer vereceğimiz soruları (soruları kelimesi kelimesine çevirmeyerek, asıl noktalarını belirteceğim), Adalet Divanı’na yönelterek ön yorum kararı talep eder:

I- Tescilli bir AB markası veya üye bir ülkede tescil edilmiş ulusal bir marka, mal ve hizmet listesinde yer alan tabirlerin açıklık ve kesinlik şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle kısmen veya tamamen hükümsüz kılınabilir mi?

II- Eğer birinci soruya olumlu yanıt verilirse, “bilgisayar yazılımı” gibi bir tabir çok genel midir ve açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmekte midir?

III- Bir markayı kapsadığı mal ve hizmetleri kullanım niyeti olmaksızın tescil ettirmek kötü niyet teşkil eder mi?

IV- Eğer üçüncü soruya olumlu yanıt verilirse, tescil başvurusunun malların ve hizmetlerin kullanım niyeti olan kısmı için iyi niyetle, kullanım niyeti olmayan kısmı içinse kötü niyetle yaptığı sonucuna varılabilir mi?

V- Bu soru Birleşik Krallık marka mevzuatının bir maddesinin AB Marka Direktifine uygunluğunu sorgulamaktadır. Yer vermiyoruz.

Hukuk Sözcüsü Tanchev detaylarına girmeyeceğimiz uzun bir değerlendirmenin ardından sorulara aşağıdaki yanıtları vermiştir:

I- Tescilli bir AB markası veya üye bir ülkede tescil edilmiş ulusal bir marka, mal ve hizmet listesinde yer alan tabirlerin açıklık ve kesinlik şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle kısmen veya tamamen hükümsüz kılınamaz. Bununla birlikte, malların ve hizmetlerin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmemeleri, bu tip tescilli markalara sağlanan korumanın kapsamı değerlendirilirken dikkate alınabilir.

II- Bununla birlikte, malların ve hizmetlerin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirememesi hali, Direktif’te ve Birlik Marka Tüzüğü’nde yer alan kamu düzenine aykırılık içerikli ret ve hükümsüzlük nedeni kapsamına girebilir, bir markanın “bilgisayar yazılımı” için tescil edilmesi de haksız ve kamu menfaatine aykırıdır . “Bilgisayar yazılımı” gibi bir tabir çok geneldir ve açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmemektedir.

III- Bir markayı kapsadığı mal ve hizmetleri kullanım niyeti olmaksızın tescil ettirmek için yapılan başvuru bazı hallerde kötü niyeti gösteren bir husus olabilir, bu hal özellikle başvuru sahibinin tek amacının üçüncü bir tarafın piyasaya girişini engellemek olması ve bu tip istismarcı başvuru stratejisini gösteren delillerin bulunması durumunda oluşacaktır, bunu saptayacak olan da ulusal mahkemelerdir.

IV- Hükümsüzlük halinin tescil kapsamındaki mal ve hizmetlerin yalnızca bir kısmı bakımından ortaya çıkması halinde, yalnızca söz konusu mal ve hizmetler hükümsüz kılınabilir.

V- Bu yanıt Birleşik Krallık marka mevzuatının bir hükmü ile ilgili olduğundan yanıtı belirtmiyoruz.

Tanchev’in yanıtlarının, özellikle açık ve kesinlik şartını yerine getirmeyen mal ve hizmetlerin kamu düzenine aykırılık gerekçesiyle reddedilebileceğinin belirtilmesi, bunun yanısıra “bilgisayar yazılımı” gibi bir tabirin açıklık ve kesinlik şartını yerine getirmediğinin öne sürülmesi (davaya görüş sunan Macaristan, Fransa, Polonya ve Slovakya hükümetleri bu tabirin çok genel olmadığını belirtmişlerdir) ve kullanım niyeti bulunmayan mal ve hizmetlerin tescili için yapılan başvuruların belirli hallerde kötü niyetli başvuru olarak değerlendirilebileceğinin belirtilmesi gibi yönleriyle tartışmaya oldukça açık olduğu kanaatindeyiz.

Eğer, Adalet Divanı’nın ön yorum kararı, Hukuk Sözcüsü Tanchev’in yanıtları doğrultusunda olursa (kast ettiğimiz özellikle 2. yanıttır), AB marka camiasını hareketli yeni günlere merhaba diyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. En iyisi Adalet Divanı’nın ön yorum kararı için şimdiden gün saymaya başlayalım.

Önder Erol ÜNSAL

Ekim 2019

unsalonderol@gmail.com

Bir Zamanlar Amerika’da: Yasak Maddelerin İnsan Vücuduna Aktarımı Amaçlı Malzemeler Marka Tesciline Konu Olabilir mi? USPTO Temyiz Kurulu Sözünü Söyledi

“Cannabis sativa” bitkisinin, yani çoğunluğumuzun bildiği ismiyle “hint keneviri” bitkisinin yaprakları ve tohumları uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin üretiminde kullanılmaktadır. Bu tür maddelerin kullanımı ve bulundurulması dünya genelinde çoğunlukla kanun dışıdır. Bununla birlikte, A.B.D.’nin bazı eyaletlerinde hint keneviri veya marihuananın kullanımı, belirli şartlar dahilinde yasaldır, ancak bu eyaletlerdeki durum, konu federal düzeyde marka tesciline geldiğinde problemlere yol açmaktadır. Cannabis tüketilirken kullanılan malzemelerin, tescilli markaların kapsamında korunmasına ilişkin hususlar, A.B.D. marka hukuku ve uygulamasında yoğun biçimde tartışılmaktadır.

Bu yazıda size tartışmaların önemli eksenlerinden birini göstereceğiz ve federal bir devlet kurumu olan A.B.D. Patent ve Marka Ofisi‘nin (USPTO) konu hakkındaki değerlendirmesi hakkında fikir vermeye gayret edeceğiz.

“Canopy Growth Corporation” (başvuru sahibi), 2014 yılında USPTO’ya “JUJU RX” kelime markasının “dumansız hint keneviri buharlaştırma cihazları, yani tüttürme amaçlı oral buharlaştırıcılar; buharlaşmış hint kenevirini iletme cihazları, yani tüttürme amaçlı buharlaştırıcılar” malları için tescil edilmesi talebiyle başvuruda bulunur. Başvuru sahibi, buna ilaveten aynı malların tescili amacıyla “JUJU HYBRID” başvurusunda da bulunmuştur.

USPTO uzmanı her iki başvuruyu da markaları kanunlara uygun biçimde iyi niyetli kullanım amacının bulunmaması nedeniyle reddeder.

Başvuru sahibi bu kararlara karşı itiraz eder ve itirazlar USPTO Temyiz Kurulu’nca incelenir. Kurul’un itirazlar hakkında verdiği ve bu yazıda sizlere aktarılacak olan kararın http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-86475885-EXA-19.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür.

Kurul’un, kullanım niyetine bağlı başvurulardaki önceki içtihadı, “Eğer ki, başvuruya konu mallar, Federal Kontrol Altında Bulunan Mallar Kanunu‘na (CSA) göre kanun dışı ise, bu mallar başvuru sahibince ticarette kullanılamayacağından, başvuru sahibinin malları iyi niyetle kullanımının hukuken imkansız olduğu” yönündedir.

İncelenen vakada, daha öncekilerde olduğu gibi, başvuru sahibi mallarını hint keneviri veya marihuana buharlaştırıcılar olarak tanımlamıştır. CSA’ya göre marihuana bulundurulması kanunsuz olan kontrol altındaki bir maddedir ve böyle bir maddenin insan vücuduna herhangi bir biçimde intikal ettirilmesini sağlayan her tür cihaz, donanım, alet de CSA çerçevesinde satışa sunumu veya ticari kullanımı kanun dışı olan ilaç donanımlarıdır. CSA’da marihuana, “cannabis sativa (hint keneviri) bitkisinin her tür parçası, bu bitkiden elde edilen reçine, bu bitkiden, tohumlarından veya reçinesinden üretilen her tür bileşen, ürün, tuz, türev, karışım” olarak yer almaktadır.

Belirtilen tanımlar ve inceleme konusu vakaya ilişkin kayıtlar dikkate alınınca, başvuru kapsamında hint kenevirine yapılan atıfların, CSA’da yer alan tanım kapsamındaki marihuanaya yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, hint keneviri veya marihuanayı insan vücuduna herhangi bir şekilde aktarma amaçlı malzemeler, CSA kapsamında kanun dışı ilaç donanımlarıdır ve başvuru kapsamındaki mallar da bu klasmana girmektedir.

Malların ifade ediliş biçimi, malların amacının marihuanayı veya hint kenevirini insan vücuduna aktarmak olduğunu göstermektedir. Başvuru sahibi de malların amacına yönelik bu tespite itiraz etmemektedir. Başvuru sahibinin iddiası, tescilini talep ettiği malların, devlet tarafından satışına izin verilen ve düzenlenen hint keneviri endüstrisi satıcıları veya işletmecileri için tasarlandığıdır. Bu noktada, bazı A.B.D. eyaletlerinde sağlık amaçlı marihuana ticaretinin yasal olduğu bir kez daha belirtilmelidir.

Buna karşılık USPTO Temyiz Kurulu’na göre, USPTO’ya yapılan başvurular sonucu federal marka tescili elde edilmektedir ve dolayısıyla kanunilik meselesinin, gene bir federal kanun olan CSA’ya göre değerlendirilmesi gerekmektedir.

Başvuru sahibinin bir diğer iddiası, elektronik sigaralar gibi diğer oral buharlaştırıcı cihazların marka olarak tescil edilmesi önünde engel bulunmaması ve paralel değerlendirme yapılması gerekliliğidir. Bu tip mallar CSA kapsamında kanun dışı olmadığından, paralel değerlendirme yapılması Kurul’a göre mümkün değildir.

Başvuru sahibi, üçüncü kişilere ait bazı önceki tescilleri emsal olarak göstererek markasının tescil edilmesini talep etmektedir. Kurul, bu tescillerin bir kısmının CSA’daki yasal kullanım hallerine ilişkin olduğunu, dolayısıyla incelenen vaka için emsal teşkil etmeyeceğini, bunun ötesinde her vakanın kendi halleri çerçevesinde inceleneceğini belirtmiştir. Buna ilaveten bazı önceki tesciller, incelenen başvuruyla benzer özellikler gösterse de, USPTO’nun bu tescillere izin vermiş olmasının, Kurul veya Mahkemeler açısından bağlayıcılık taşımadığının da altı çizilmiştir.

Başvuru sahibi son olarak, Cole Memo isimli federal bir direktifi işaret ederek, başvuru kapsamındaki malların kanuni olduğunu iddia etmiştir. Temyiz Kurulu, bir kanun olan CSA’nın varlığı karşısında Cole Memo direktifinin dikkate alınamayacağını, kaldı ki bu direktifin de 2018 yılında iptal edildiğini belirterek, bu iddiayı da kabul etmemiştir.

Sonuç olarak, Temyiz Kurulu başvuru sahibinin tüm iddialarını reddederek başvurular hakkındaki ret kararlarını, başvuruların kapsamındaki mallara ilişkin kullanım niyetinin kanun dışı olması gerekçesiyle onamıştır.

Karar, Cannabis endüstrisi için sevindirici olmasa da, yoğun tartışmaların yaşandığı bu alanda gelecek günlerin ne getireceğini hep birlikte göreceğiz.

Son Not: Yazıyı yazmaya başladığım andan şu ana dek aklımda Sergio Leone‘nin hayranı olduğum ve onlarca kez izlediğim Bir Zamanlar Amerika’da (Once Upon a Time in America) filmi vardı. Neden mi? Film Noodles (Robert De Niro) bir afyon evinde uyuşturucunun etkisi altındayken başlar ve finalde de Noodles gene afyon evindeyken biter. Yaklaşık 4 saat süren, flashbacklerle dolu ve yoksulluk, dostluk ve ihanet başta gelmek üzere nice kavramı bir arada sorgulatan bu filmi, izleyenler de izlemeyenler de DVD’sini edinip ilk kez veya yeniden görsün. Ve evet, Ennio Morricone‘nin müzikleri en az film kadar güzel, belki de filmin önünde, hatta bana sorarsanız tüm zamanların en iyi soundtrack albümü Bir Zamanlar Amerika’da filmine aittir. Onun da Youtube bağlantısını aşağıya ekleyeyim, tadını çıkarın!

Önder Erol ÜNSAL

Ekim 2019

unsalonderol@gmail.com

Ses Markalarının Ayırt Edici Niteliği EUIPO Temyiz Kurulu’nca İçecekler İçin Değerlendirildi

Ses markası başvurularında sıklıkla karşılaşılan ret nedeni, sicilde gösterim şartının yerine getirilememesi, dolayısıyla başvuruya konu işaretin marka olabilecek işaretler arasına girememesidir.

Sicilde gösterim şartını layıkıyla yerine getirdiği kabul edilen ses markası başvuruları, bu aşamadan sonra mutlak ret nedenleri incelemesine tabi tutulmaktadır. Mutlak ret nedenleri incelemesi aşamasına geçebilen ses markası başvurularının sayısı nispeten az olduğundan, ses markalarının hangi hallerde ayırt edici nitelikten yoksun veya tanımlayıcı olarak kabul edileceği genellikle pek bilinmemekte veya tartışma konusu edilmemektedir.

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Temyiz Kurulu’nun Temmuz 2019’da verdiği yeni bir karar, ses markası başvurularının ayırt ediciliğine ilişkin değerlendirme kriterleri hakkında net bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bu yazıda EUIPO Temyiz Kurulu‘nun söz konusu kararını sizlerle paylaşacağız.

Almanya’da yerleşik “Ardagh Metal Beverage Holdings GmbH & Co. KG” (başvuru sahibi) http://euipo.europa.eu/trademark/sound/EM500000017912475 bağlantısından dinleyebileceğiniz ses kaydının marka olarak tescil edilmesi talebiyle EUIPO’ya başvuruda bulunur. Tescili talep edilen ses, kısaca gazlı içecek içeren bir kutunun açılma sesi olarak tanımlanabilir.

Başvurunun kapsamında 6., 29., 30., 32. 33. sınıflara dahil mallar bulunmaktadır. Bu mallardan 29., 30., 32. 33. sınıflara dahil olanlar ilgili sınıflardaki içecekler (sütler, kahveler, çaylar, yoğurt bazlı, çikolata bazlı içecekler, meşrubatlar, alkollü içecekler vd), 6. sınıfa dahil olanlar ise metalden içecek kutuları, metalden kaplardır.

EUIPO uzmanı başvuruyu ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle tüm mallar bakımından reddeder. Ret kararının nedeni, gazlı ya da gazsız içecekler bakımından içecek kutusu açılış sesinin ticari kaynak gösterme vasfına sahip olmaması, 6. sınıftaki malların ise içecek kutularının kendisi olmasıdır. Uzmana göre, ticaret alanındaki rakiplerin ürünlerinin hafif düzeyde farklı sese sahip olmaları, başvurunun ayırt edici olduğu anlamına gelmemektedir. Farklılığın dikkat çekici düzeyde olması gerekir ki, incelenen vakada hal böyle değildir.

Başvuru sahibi ret kararına karşı itiraz eder. İtirazın dayandığı temel gerekçeler; kutunun açılışına ait sesteki sürpriz ve beklenmedik zaman aralığının ve sıradışı derece uzun ses düzeninin göz ardı edilmesi, sesin gazlı içecek kutularının alışıldık sesinden farklı olması, gaz içermeyen içecekler bakımından ret kararının dayanaksız olması ve tüketicilerin dikkat seviyesinin yüksek olmasıdır.

EUIPO Temyiz Kurulu itirazı incelemeye her itirazda olduğu gibi konu hakkındaki genel içtihat ve açıklamalarla başlar. Ayırt edicilik hakkında daha önce pek çok yazıda yer verdiğimiz içtihadı tekrarlamak yerine, doğrudan ses markalarının ayırt ediciliği hususundaki açıklamalara geçiyoruz.

İçtihada göre, ses markalarının ayırt ediciliğini değerlendirirken kullanılacak ölçüt, diğer marka türleri için kullanılacak ölçütten farklı değildir. Bununla birlikte değerlendirme yapılırken, kamunun ilgili kesiminin bazı marka türlerine yönelik algısının diğer marka türlerine yönelik algısından farklılık gösterdiği de dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda incelemede, toplumun kelime veya şekilleri marka olarak görmeye alışkın olduğu, ancak sadece seslerden oluşan işaretler için durumun aynı olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle, inceleme konusu başvurunun kapsadığı içecekler ve içecek ambalajları piyasasında, ürünlerin ticari kaynağının seslerin yardımıyla gösterilmesi pek alışıldık bir hal değildir.

Bu tip malları sadece bir ses markasıyla satışa sunmak belirli zorluklar içermektedir. Bu tip ürünlerde, ses markasının sadece bir sesten oluştuğu hallerde (yani müzik, nota vs olmayan hallerde), tüketicilerin sesi ürünü satın aldıktan sonra kutuyu açarken duyacakları açıktır. Markaların amacı ise tüketicilerin bilgilenmiş bir şekilde seçim yapmalarını ve olumlu deneyimlerini yeni satın alma işlemlerinde tekrarlamalarını sağlamaktır. Buna karşın sesin, ürün tüketilirken ortaya çıkması halinde, bu ses tüketicilerin satın alma kararını etkileyecek bir referans noktası olarak değerlendirilemez.

İçtihada göre, bir sesin tüketiciler tarafından ticari kaynak gösteren bir işaret olarak algılanması için belirli bir rezonansının veya tanınırlık değerinin bulunması gereklidir; aksi durumlarda ses yalnızca işlevsel bir unsur olarak algılanacak veya sese herhangi bir değer atfedilmeyecektir.

EUIPO uzmanının doğru biçimde tespit ettiği üzere, başvuruya konu sesin malların kullanımına ait bir içsel (ayrılmaz) ses olduğu hallerde, ürün şekillerinden veya bunların ambalajlarından oluşan başvurular için kullanılan değerlendirme kriterleri esas alınmalıdır. Yani ayırt ediciliğin bulunduğu yönündeki tespite varabilmek için, işaretin ilgili piyasadaki norm ve alışkanlıklardan önemli düzeyde uzaklaşmış olması şartı gözetilmeli ve/veya kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik aranmalıdır. İncelenen vakada böyle bir durum söz konusu değildir.

EUIPO uzmanı kararında, başvuruya konu sesin başvuru kapsamında bulunan mallarla doğrudan ilişkili olduğunu ve ürünlerin kullanımına ilişkin içsel bir ses olduğunu açıklamıştır ve bu tespit yerindedir. Başvuru kapsamındaki içeceklerin tamamının gazlı versiyonları olabileceğinden 29.,30.,32. ve 33. sınıflara dahil içecekler bakımından ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verilen ret kararı Kurul’a göre de doğrudur.

6. sınıfa dahil metal içecek kapları veya kaplar malları bakımından da başvuruya konu ses içsel bir özelliktir.

Başvuruya konu ses, gazlı içecek kutularını açarken çıkan sesten genel özellikleri itibarıyla belirgin biçimde farklılaşmamaktadır ve dolayısıyla tüketiciler tarafından ticari kaynak gösteren bir işaret olarak algılanmayacaktır. Başvuru sahibinin iddiasının aksine, başvuruya konu seste, tenekenin açılışıyla bükülmesi arasındaki ara, karşılaştırabilecek sesler dikkate alındığında, sesi çok açık hale getirecek derecede rezonant değildir ve aynı durum ses kaydının uzunluğu bakımından da geçerlidir.

Kurul’a göre ilgili tüketiciler, başvuruya konu sesi ticari kaynak gösteren bir işaret olarak değil, ürünlere ilişkin işlevsel bir unsur olarak algılayacaktır. Bu bağlamda, başvuru kapsadığı tüm mallar bakımından ayırt edici nitelikten yoksundur ve dolayısıyla da başvuru hakkında verilen ret kararı yerinde görülmüştür.

Ses markalarının hangi hallerde marka olabilecek işaretler arasına girebileceğinin tartışmasının ötesine geçerek, ses markalarının kapsadıkları mallar bakımından ayırt ediciliği tartışmasına giren ve bu yazının konusunu teşkil eden EUIPO Temyiz Kurulu kararının, okuyucularımızca da ilgi çekici bulunacağını umuyoruz.

Önder Erol ÜNSAL

Ekim 2019

unsalonderol@gmail.com

Flying V – Bir Kullanım Sonucu Kazanılmış (ya da Kazanılamamış) Ayırt Edicilik Kararı

Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi (“Genel Mahkeme”), 28 Temmuz 2019 tarihinde Gibson Flying V elektro gitarlarının ‘V’ üç boyutlu şekil markasının kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğini değerlendirmiştir. (T-340/18 sayılı karara buradan ulaşabilirsiniz.)

Davanın arka planı şu şekilde: 16 Haziran 2010 tarihinde, Gibson Brands, Inc. (“Gibson”) aşağıdakiüç boyutlu şekil markasının 9., 15. ve 25. sınıflardaki mal ve hizmetler kapsamında tescili için Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (“EUIPO”) başvurmuştur ve tescil 30 Kasım 2010 tarihinde gerçekleşmiştir. Ardından, 7 Ekim 2014 tarihinde, bu yazının konusu davaya müdahil olan Hans-Peter Wilfer, söz konusu markanın 15. sınıftaki “müzik enstrümanları” bakımından kısmen hükümsüzlüğü için EUIPO’ya başvurmuştur. Bunun üzerine EUIPO İptal Birimi, 21 Aralık 2016 tarihinde markanın söz konusu mallar bakımından 207/2009 sayılı AB Marka Tüzüğü madde 7(1)(b) çerçevesinde ayırt edicilikten yoksun olduğu ve Gibson’ın Avrupa Birliği çapında markanın ayırt edicilik kazandığını ispat edemediği gerekçesiyle kısmi hükümsüzlüğe karar vermiştir. Gibson, 23 Şubat 2017 tarihinde EUIPO nezdinde temyiz yoluna gitmiştir. EUIPO İkinci Temyiz Kurulu (“Kurul”), 8 Mart 2018 tarihinde temyizin reddine karar vermiştir.

http://www.gibson.com

Kurul’un temyizi ret gerekçeleri şu şekildedir: ‘V’ şekilli gövdeye sahip elektro gitarlar 1958 yılında piyasaya sürüldüğünde alışılmışın dışında olsalar da bu şekil günümüzde olası elektro gitar şekillerinden biri olarak algılanmaktadır ve artık elektro gitar sektörünün kaide ve teamüllerinden önemli ölçüde ayrılmamaktadır. Ayrıca, 2010 yılında ‘V’ şekilli elektro gitarların, Gibson Flying V modelinin taklidi olsalar dahi, başka üreticiler tarafından da üretildiği bir gerçektir. Sonuç olarak tüketiciler, satın alma kararlarını yalnızca ‘V’ şeklinin kaynak gösterme işlevine dayandırarak veremeyeceklerdir, çünkü bu şekil ayırt edici karakterden yoksundur. Kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğe ilişkin sunulan ve Almanya, İtalya ve İsveç’te yapılan anketler güvenilir olsa dahi, Avrupa Birliği’nin tamamını değerlendirmek açısından yeterli bulunmamıştır. Bulgaristan, İspanya, Hollanda, Polonya ve Birleşik Krallık’ta yapılan anketler ise bağımsız kuruluşlarca gerçekleştirilmediğinden dikkate alınmamıştır. Her halükarda, sekiz üye ülkeye ilişkin anketler de Avrupa Birliği’nin tamamı açısından değerlendirme yapmaya yetmeyecektir.

Yazımızın konusu davada Gibson, Kurul’un kullanım ile kazanılan ayırt edicilik değerlendirmesi ölçütünü düzgün uygulamadığını ve bu bakımdan da uyuşmazlık konusu kararın uygun bir gerekçeden yoksun olduğunu iddia etmektedir. Kurul’un,sektörün kaide veya teamüllerinden önemli ölçüde ayrılma şartının anlam ve kapsamını yanlış değerlendirerek yalnızca uyuşmazlık konusu markanın söz konusu mallar bakımından alışılmış şekillerden biri olup olmadığını incelediğini; halbuki, ortalama tüketicinin bakış açısını da dikkate alması gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca Gibson, Kurul’un Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’daki kullanımlara dair sunulan delillere dayanarak karar verdiğini fakat ilgili kaide ve teamül incelemesinin Avrupa Birliği kapsamında yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bunun yanı sıra, Flying V modeli gibi ikonik ve kendine has bir gitarın kaynağının sürekli olarak ilgili tüketici tarafından algılanacağını iddia etmektedir. Öncelikle, üç boyutlu şekil markalarının ayırt ediciliği için yenilik bir şart değildir. Aksine, marka ne kadar uzun süredir kullanılıyorsa ilgili tüketici nezdinde o kadar tanınmışlık edinecek ve değer kazanacaktır. Zaten orijinal Flying V gitarının üreticisi de kendisi olduğundan ve müdahil ilgili tüketicinin algısının zaman içinde değiştiğini gösteren herhangi bir delil sunmamış olduğundan Gibson, tüketicinin söz konusu şekli kendisiyle kuvvetli biçimde özdeşleştirmeye devam ettiğini iddia etmektedir.Kurul, Gibson’a göre, tescilden 4 yıl sonra uyuşmazlık konusu markanın neden ayırt ediciliğini yitirdiğini açıklamayı başaramamıştır. Diğer ‘V’ şekilli gitar üreticilerinin varlığının ilgili tüketiciler tarafından bilinmesinin markanın ayırt ediciliği üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Her halükarda, üçüncü kişiler tarafından markanın hukuka aykırı biçimde kullanımı, markanın korunması hakkının önünü kesmemelidir. Gibson’a göre müdahil, tüketicinin zihninde Gibson marka gitarlar ile üçüncü kişilerin malları arasında bir bağlantı kurduğunu gösterememiştir. Bunun aksine, tüketicinin orijinal ile taklitleri ayırt edebildiğine ilişkin makaleler dahil olmak üzere deliller sunmuştur.

İçtihat uyarınca markanın ayırt ediciliği, öncelikle tescil başvurusunun yapıldığı mal ve hizmetler açısından, ardından da ilgili tüketicinin markayı algısı bakımından değerlendirilmektedir.Malın dış görünüşünden oluşan üç boyutlu markalar açısından da bu değerlendirme diğer marka kategorilerinden farklı olmayacaktır.Ortalama tüketiciler, herhangi bir grafik ya da kelime unsuru bulunmayan ambalaj şekillerine veya genel olarak malın kendi şekline bakarak ürünlerin kaynağına ilişkin tahminde bulunma alışkanlığına sahip değillerdir, bu nedenle de üç boyutlu şekil markasının ayırt ediciliğini kanıtlamak kelime veya şekil markalarınınkinden daha zor olacaktır.Bu nedenle söz konusu değerlendirme yapılırken markanın, sektörün kaide ve teamüllerinden önemli ölçüde ayrılıp ayrılmadığı ve bu yolla kaynak gösterme işlevini yerine getirip getirmediği incelenir. Eğer ayrılıyorsa, marka ayırt edici addedilecektir. Her ne kadar söz konusu mallar “müzik enstrümanları” olsa da, söz konusu şekil bir elektro gitarın gövdesine ait olduğundan Genel Mahkeme, ayırt edici karakterin yalnızca elektro gitarlar bakımından incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.İlgili tüketiciler, Avrupa Birliği bölgesindeki profesyonel ve amatör elektro gitaristler olarak belirlenmiştir.Söz konusu mallar, kullanımı yaygın mallar kategorisine girmemekle birlikte özel mahiyetleri nedeniyle tüketicilerin dikkat seviyesi yüksek olacaktır.Piyasada kayda değer sayıda şekille karşılaşan tüketiciler tarafından, bir şeklin pazarı tanımlayan şekillerden herhangi bir tanesi olarak algılanmayıp doğrudan belirli bir üreticiye ait olduğunun anlaşılması düşük bir ihtimaldir. Genel Mahkeme, hali hazırda piyasada geniş yelpazede orijinal ve fantastik görünüşlü birçok elektro gitarın bulunmasını, belirli bir şeklin pazara hakim olan teamüllerden ayrılarak tüketiciler tarafından özgün veya orijinal olarak tanımlanma ihtimalini sınırlayan bir durum olarak görmektedir. Kurul, itiraz kapsamında sunulan delilleri inceleyip uyuşmazlık konusu marka başvurusu yapıldığı sırada piyasada geniş yelpazede değişik ve alışılmamış şekilli elektro gitar gövdeleri bulunduğuna karar vermiştir. Söz konusu deliller arasında en azından bir düzine değişik gitar gövdesinin fotoğrafları yer almakta olup bunlar geleneksel şekilden açılı ‘V’ ile ‘X’ ve hatta balta şekline kadar çeşitlidir.

Kurul’un vardığı sonuç esasen, uyuşmazlık konusu markanın tescili için başvurulduğu sırada ‘V’ şeklinin sektörün kaide veya teamüllerinden önemli ölçüde ayrılmadığıdır. 1958 yılında piyasaya ilk çıktığı zaman Flying V gitar çok orijinal olmakla birlikte 50 yıl içerisinde pazarın geliştiği ve çok çeşitli gitar gövdesi modelleriyle tanımlanabilir hale geldiği inkar edilemez. Şeklin orijinalliği, söz konusu üç boyutlu marka başvurusunun yapıldığı 16 Haziran 2010 tarihi başlangıç alınarak değerlendirilmelidir. EUIPO’ya göre, Gibson’ın taklit olduğunu iddia ettiği piyasadaki şekillerin varlığı ayırt edicilik değerlendirilmesinde önemli değildir.

Müdahil tarafından sunulan delillerin çoğunluğu her ne kadar Amerikan ve Kanadalı yayınlardan alınmış olsa da, söz konusu yayınlar AB piyasası için de bazı sonuçlara varılmasına olanak sağlayacaktır. Zira ilgili deliller Avrupa Birliği üye ülkelerinin vatandaşı olanlar dahil birçok ünlü gitaristin ve onların gitarlarının fotoğraflarını içermektedir. Bu kişiler dünya çapında performans göstermekte ve bu performanslar sırasında ister Amerika ister Kanada ister Avrupa Birliği ülkelerinde olsun aynı enstrümanları kullanmaktadır, bunun sonucunda da kullandıkları gitar şekilleri bu bölgelerde tanınır hale gelmektedir.

Elektro gitar ürünleri profesyonel ve amatör müzisyenlerden oluşan sınırlı bir tüketici grubuna yöneliktir. Bu kişilerin dikkat dereceleri, söz konusu malların özel nitelikleri ve ilgili piyasanın sınırlı ve uzmanlaşmış olduğu da hesaba katıldığında oldukça yüksektir. Özellikle profesyonel gitaristler arasından dünya çapında konserler verenler ve ünlü olanlar yüksek bir tanınmışlıktan yararlanır, aynı zamanda rol modellerdir, bu nedenle kullandıkları gitarlar ilgili toplum tarafından adeta simgesel kabul edilebilecektir. Genel Mahkeme’ye göre, elektro gitar pazarı uluslararası boyutu olan özel bir piyasa olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, esasen Kuzey Amerika’dan çıkmış olsalar dahi bu evrensel değerlerin AB tüketicileri tarafından da tanınacağı değerlendirilmiştir. Bu vakada piyasa tanımı, coğrafi açıdan değil sektörel olarak ele alınmıştır.

Kurul, uyuşmazlık konusu kararında, Genel Mahkeme’ye göre de doğru bir tespitle şu sonuca varmıştır: ilgili toplum ilgili zaman aralığında ‘V’ şekilli gitarların farklı üreticileri olduğunu biliyordu ve yalnızca ‘V’ şekline dayanarak bu malların kaynağı anlaşılamazdı.

Adalet Divanı’nın içtihadına göre, AB markasının veya sahibinin tanınmışlığı AB Marka Tüzüğü’nün 7. maddesindeki mutlak ret nedenlerini etkilemez. Kurul’un yaklaşımı ise, markanın tanınmışlığını ayırt ediciliğine karşı kullanmak olup Genel Mahkeme’ye göre doğru değildir. İşaretin kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğini tespit ederken yetkili makamlar delillerin genel olarak değerlendirmesini yapmalıdır. Bu değerlendirmeyi yaparken işaret vasıtasıyla ürünün belirli bir teşebbüse ait olduğunu ve bu ürünün diğer teşebbüslerin ürünlerinden ayırt edilebildiğini tespit etmek gerekmektedir. Markanın pazardaki hissesi ile yoğun, coğrafi olarak yaygın ve uzun süreli kullanımı, reklamı için yapılan yatırım, ilgili toplumda markayı diğerlerinden ayırt edebilenlerin oranı, ticaret odaları veya diğer ticari ve profesyonel birlikler tarafından düzenlenen beyannameler gibi etkenler bu değerlendirmede hesaba katılmalıdır.Kurul kararında, Kıbrıs ve Slovenya’da kullanıma dair yeterli delil ibraz edilmemesinden ötürü tüm AB üye ülkelerinde kullanım olmadığına hükmetmiş ve davayı reddetmiştir. Genel Mahkeme de, elindeki bütün unsurları inceleyerek kullanım sonucu ayırt edicilik için Avrupa Birliği’nin bir kısmında kullanımı yeterli görmemiş, geneline bakmıştır.

Sonuç itibariyle, sektörde Gibson’dan başka üreticilere ait ‘V’ şekilli elektro gitarların varlığı ışığında, tüketicilerin satın alma kararını vermeleri için yalnızca ‘V’ şeklinin yeterli olmadığına karar verilmiştir. Genel Mahkeme son aşama olmadığından kararın temyiz edilmesi halinde merakla sonucunu bekliyor olacağız.

Alara NAÇAR

Eylül 2019

nacar.alara@gmail.com

JAPON EKOSESİ; SİNGAPUR’DAN BİR YÜKSEK MAHKEME KARARI

İskoçlar köken meselesi konusunda çok hassaslar. Edinburg’da Princess Caddesinin sonunda bir bina var, orada klanların soy ağacı kayıtlarını saklıyorlar. Bizdeki nüfus kütüğü gibi bir sistem düşünün, fakat kayıtlar soy/klan kriteri üzerinden tutuluyor. Eskiden bu kayıtları büyük defterlerde tutarlarmış, artık bilgisayar kullanıyorlar  elbette. Klanların oluşmasının kökeninin 6. yüzyıla kadar gittiği ama işin sistemsel hale gelmesinin 12. yüzyıla tarihlendiği biliniyor.

Tartanın İskoçlar için ne anlama geldiğini layıkıyla kavrayabilmek için salt tarihsel  bilgi sahibi olmak, nasıl diyeyim, biraz kağıt üstünde kalabilir. İskoçya’yı görüp meseleyi yerinde müşahede etmek lazım, yoksa çoğu insan gibi “bu İskoçlar tartana amma da düşkün” noktasında kalınabilir. Nedir tartan? Tartan kısaca ekose deseni olarak tanımlanabilir.

Bizim için konu çoğunlukla sadece  “değişik renk kombinasyonlarında  ekose desenli kumaş” olarak algılansa da  aslında mevzunun  sağlam bir tarihi,sosyolojik, kültürel, siyasi ve  ekonomik boyutu var. Çünkü İskoçya’da hemen her bir tartan renk ve desen kombinasyonu bir klana ait, yani öyle X renkleri hoşlarına  gittiği için yapmıyorlar seçimlerini. Ayrıca her klanın kendi sembolü var ve bu sembolleri tartan kumaştan giysilerin/giysilerin üzerine sardıkları  kumaşların üzerine taktıkları iğneler ile somutlaştırıp köken belirtiyorlar. Benim bildiğim kadarıyla irili ufaklı 300’den fazla klan var İskoçya’da. Turistik olanlar dışındaki yerli köklü tartan kumaş üreten/tartandan ürün satan  mağazalara gittiğinizde zaten onlar klanların büyük çoğunluğunun renklerini ezbere biliyorlar  veya mesela siz klanınızın rengini hatırlamıyorsanız (diyelim ki Amerika’da doğmuş büyümüş ve atalarınızın renklerinden emin olmayan biriyseniz) önünüze kocaman kataloglar açıyorlar; bu kataloglardan soyadını takip ederek ailenizin tartanı ile sembolünü  bulup ona göre alışveriş yapabiliyorsunuz. Tabii İskoç değilseniz de böyle mağazalara gidip istediğiniz renk tartan almanıza engel bir durum yok; mesela ben son Edinburg seyahatimde böyle yerleşik  bir mağazaya girdim ve satıcıyı  yormamak için daha en baştan “İskoç değilim, sizce mahsuru yoksa,sadece hoşuma giden renge göre seçim yapacağım. Ayrıca bir aile sembolü yerine İskoçya’nın ulusal sembolü olan devedikeni çiçeği formunda bir iğne almak istiyorum” dedim. Bu arada,  klanları ve tartanlarını gösteren haritalar/posterler de var. Hatta aslına bakarsanız bir de tartan kayıtlarının tutulması  için Kanun ile kurulmuş bir devlet kurumu var İskoçya’da https://www.tartanregister.gov.uk/aboutUs oraya da göz atılabilir.

İskoçlar tartan kumaştan türlü çeşit ürün yapıyorlar ya da ürünleri bu kumaşlarla kaplıyorlar, yani olay sadece giysi değil; restoran ve kahvelerdeki sandalyeler, duvarlar, koltuklar, trenlerde vagonların içi , yastıklar, battaniyeler, cüzdanlar hatta kedi-köpek yatakları vs derken yer gök tartan! Giysiler konusunda ise çok kendilerine özgü ve bence çok şık tasarımları var; bunların güzel örneklerini seyretmek ve meselenin yalnızca ekose pileli etekten ibaret olmadığını  görmek  isterseniz Outlander dizisini tavsiye edebilirim. Outlander İngilizce’de, biraz sokak diliyle söylersek, chick movie (kız filmi) tadında bir yapım; fantastik , zamanlar arasında gidilip gelinen bir aşk hikayesini anlatıyor filan ama aslında arka fonunda İskoç tarihinin çok hüzünlü ve belki de en önemli kırılma noktası olan Jakobit isyanını temel alıyor. Dizi, Inverness’de başlayarak çoğunlukla İskoçya’nın Highland denen cennet bölgesinde çekiliyor. Ben diziyi Highland’in muhteşem doğası ile tartan kumaştan yapılmış  tasarımları ve aksesuarları görmek için seyrettim doğrusu! Jakobit isyanı ve tartan demişken; tartan deseni o kadar önemli ki İskoçya’da, bu isyanda İngilizler İskoçları kırıp geçirdikten sonra İskoçya’da klanlara göre tartan renkleri kullanılmasını yasaklıyorlar on yıllar boyunca. Bu davranışıyla  İngiltere  “otorite benim, ben ne dersem o olur, bana biat etmeyenin sonu da böyle olur” mesajı verdiği gibi,  İskoçları tartan konusundaki hassasiyetlerinden vurarak bir nevi  İskoç ulusalcılığını altta gördüğünü ifade ediyor. İsyanlar sırasında tüm isyancıların giydiği ve hiçbir klana ait olmayan  bir tartan deseni de var ve bu yukarıda linkini verdiğim devlet kurumu kayıtlarında o da geçiyor.

Evet, tartan böyle bir şey işte. Gerçi İrlandalılar ve Galler’den olanlar da tartan desenine çok düşkün, ama anlayacağınız İskoçların durumu daha bir değişik.

İskoçya nere Singapur nere diyeceksiniz değil mi? E o zaman hadi bizde Outlander’de olduğu gibi ışınlanalım ve Uzakdoğu’nun minik ama çok zengin ülkesi Singapur’da  neler olmuş bir bakalım.

ISETAN Japonya menşeili, yaklaşık yüz yıl evvel kurulmuş, orta üstü ve lüks segmentte dünyanın her yerinden çok sayıda değişik ürün satan,tanınmış bir çok katlı mağazalar zinciri.

ISETAN 18/06/2016 tarihinde Singapur Marka ve Patent Kurumu’na “ISETAN TARTAN” markasının 33. sınıfta “Biralar hariç, her türlü alkollü içecekler; sake” emtiasında tescili için  başvuruyor. Scotch Whisky Association (SWA) hemen “Ne? Tartan mı?” deyip başvuruya itiraz ediyor, ancak itirazı reddediliyor. SWA Temyiz Kurulu’na üst itiraz yapıyor, ama oradan da lehine bir netice çıkmayınca işi Mahkeme’ye taşıyor.

Aşağıda Singapur High Court yargıcı Sn. Lee Seiu Kin J’nin ihtilaf konusunda verdiği 28/08/2019 tarihli kararını inceleyeceğiz. SWA bu kararı, varsa, bir üst yargı merciine taşıyacaktır diye düşünüyorum, çünkü benim bile aklımda bazı sorular oluştu okuduğumda.

SWA, ISETAN TARTAN başvurusuna itiraz ederken iddialarını üç temele dayandırıyor:

1- Markanın, konu ürünlerin coğrafi kaynağı konusunda tüketicileri yanıltacağı,

2- Markanın Coğrafi İşaret Kanunu’na aykırı olduğu,

3- Markanın içinde coğrafi işaret barındırdığı.

BİRİNCİ İDDİA

Birinci iddianın değerlendirilmesi için yargıç önce “yanıltıcı marka” kavramına odaklanıyor ve İngiliz Marka Hukukunu rehber alarak diyor ki;  yanıltıcı marka, doğası gereği, toplumu mal ya da hizmetin doğası, kalitesi veya coğrafi kaynağı hakkında yanıltan işarettir ve burada yanıltma haline ilişkin yapılacak itirazların belirsiz ve hayali değil bilakis gerçek (temellere dayalı) olması gerekir. Huzurdaki olayda ilgili toplum kesimi viski içen/satın alanlardır.

SWA:

— Tartanın İskoçya’nın bir sembolü olduğunu, Singapurlu tüketicilerin de tartanı böyle bildiğini, tartanın doğrudan İskoçya ile bir bağlantıyı işaret ettiğini  iddia ediyor.

— Dosyaya başka ülkelerde verilmiş  Mahkeme kararları koyarak o ülkelerde tartan ibaresinin İskoçya dışında üretilen viskiler üzerinde kullanımının yasaklandığını belirtiyor.

Davalı ise ISETAN TARTAN markasının herhangi bir yanıltıcılık içermediğini, ortada tüketicilerin yanılacağına işaret eden gerçek bir emare bulunmadığını, tüketicilerin davalının mallarının İskoçya’dan geldiğini düşünmesinin mümkün olmadığını iddia ediyor. 

MAHKEME DİYOR Kİ;

Tartan örgü  ya da yünlü bir kumaşa uygulanan, değişik renklerde çapraz bant-çizgilerin  birbirini  keserek  tekrar ettiği bir desendir. Bu desen pek çok kültürde varsa dai bilhassa İskoç olarak ve İskoç hanedanlarının ve klanlarının bir amblemi olarak kabul edilmektedir. 2012 yılında YouGov adlı uluslararası pazarlama şirketinin yaptığı araştırmaya göre, tartan İskoçya’nın en tanınan 3. sembolüdür. Bunun yanında, Dr. Megan RaeBlakely yazdığı “Desen Tanıma ;Tartan ile İlgili  Hükümet Düzenlemesi ve Kültürün Metalaşması”  (Patternrecognition ; governmentregulation of tartan andcommodification of culture) isimli makalesinde “Tartan İskoç kültürüne derin bir şekilde gömülmüştür ve uluslararası çapta İskoç kültürünün bir simgesi olarak bilinir. Bu sembol kimlik ve lokal birlikteliğin sürdürülmesine hizmet ettiği gibi, İskoç mirasına ve soya dayalı turizme ve dahi özel ve kamusal  bilgiye olan ilginin  artmasına sebep olmaktadır.” demektedir.

Gerçi davalı tartan deseninin İrlanda gibi başka ülkelerde de kullanıldığını ifade etmiştir, ancak bundan başka da tartanın bir İskoç sembolü olduğuna karşı ciddi bir argüman ileri sürememiştir.

Dosyadaki delillerden İskoçya ile Singapur arasında devamlılık arz eden bir ilişki bulunduğu anlaşılmaktadır. Mesela;

—–Singapur’a ilk yerleşen kişi ve Singapur’un ilk kumandanı olan William Farquhuar bir İskoç’dur,

—–Singapur’un Avrupa stilindeki ilk kilisesinin adı St. Andrew olup,  bu ibadet mekanı ismini İskoçya’nın ana azizinden almıştır,

—–2006 yılında Highland Barosu Singapur’da iki gün süren “Taste of Tartan” isimli bir organizasyon düzenlemiştir,

—-2016 yılında 21.000’den fazla Singapurlu İskoçya’yı ziyaret etmiş ve İskoçya’ya 29.000.000 Sterlin para bırakmıştır.

Bu durumda Mahkeme şu kanaattedir; Singapur toplumu tartanı ve İskoç kültürünü bilmektedir + Yargıç, “Tartan” kelimesinin İskoçya’yı çağrıştırdığını kabul etmektedir.

Ayrıca Mahkeme, ISETAN TARTAN markalı viskiler, eğer İskoçya üretimi olmazsa ortalama viski tüketicisinin bunların coğrafi kaynağı konusunda yanılacağı  kanaatindedir, çünkü ortalama tüketici özellikle İskoçya ve tartana aşinadır. Bir viskinin üzerinde, ISETAN yazsa dahi,  TARTAN ibaresini gören ortalama tüketicinin aklına  İskoç viski gelecektir; bu algıyı yoğunlaştıracak olan faktörse İskoç viskisinin global bazda tanınmasıdır. Ama mesela ISETAN TARTAN viski dışında başka bir alkollü içecek üzerinde kullanılsa böyle bir durum ortaya çıkmaz.

Davalı her ne kadar markadaki ilk kelimenin ISETAN olmasından dolayı bunun İskoçya yerine Japonya’yı hatırlatacağını iddia etmişse de, Mahkeme aynı görüşte değildir. ISETAN’ın dünyanın değişik memleketlerinden ürünler satan çok katlı bir mağaza olduğu göz önüne alınırsa, ortalama tüketici burada satılan bütün ürünlerin kaynağının Japonya olduğunu düşünmez; tüketici, muhtemeldir ki, ISETAN TARTAN markalı viskilerin orjininin İskoçya olduğunu düşünür. İlk kelime ISETAN ise de, ortalama viski tüketicisi aslen ikinci kelime olan TARTAN’a odaklanır ve yanılır.

Ezcümle; davacının ilk argümanı kabul edilmiştir.

İKİNCİ ve ÜÇÜNCÜ İDDİALAR

Bence mesele coğrafi işaretle ilgili bu kısımda biraz çetrefilleşiyor.

Singapur Coğrafi İşaret Kanunu’na göre;  bir coğrafi işaretin o coğrafi yerden kaynaklanmayan bir ürün üzerinde, ürünün coğrafi kaynağı konusunda tüketiciyi yanıltacak şekilde, herhangi bir biçimde kullanılması yasaktır + bir coğrafi işaretin Paris Sözleşmesi’ne aykırı biçimde haksız rekabet yaratacak şekilde kullanılması yasaktır + alkollü içeceklere ilişkin bir coğrafi işaretin, ürünün işaretin tescil kapsamındaki  bölgede üretilmemesi halinde kullanımı yasaktır. Ayrıca, bir coğrafi işaretten oluşan ya da içinde coğrafi işaret geçen bir markanın, ürünler o coğrafi yerde üretilmiyorsa,  şarap ve diğer alkollü içecekler için tescili ve kullanımı yasaktır. Hepsi güzel maddeler doğrusu!

Peki bu olayda kullanılan ne ve bu, mevzuat çerçevesinde, bir coğrafi işaret midir?

Yapılan duruşmada SWA diyor ki; burada kullanılan “Scotch Whiskey”dir. SWA bu iddiasını desteklemek için Avrupa Birliği’nde kazandığı davaların kararlarına dayanıyor ve kullanım kapsamına dolaylı kullanımın da (indirect commercial use) girdiğini iddia ediyor ve çağrıştırma konseptinden de elbette ki bahsediyor. Fakat Yargıç bu konuda ikna olmuyor, bu kararlar “kullanım” kavramı konusunda bana yol gösterici değil diyor.

Hakim ikna olmadım deyince SWA cevaben; Singapur mevzuatı da AB mevzutı da TRIPS temeline dayanıyor, o sebeple  AB’de yapılan yorumlar göz önüne alınmalı, yani kullanım kavramı geniş yorumlanmalıdır diyor. Yargıcın buna karşı cevabı şu oluyor; aynı temele dayanıyorlar diye “kullanım” her ülkede tamamen aynı anlama gelmez, ben “kullanım” kavramını basit ve sıradan manasıyla  kabul ediyorum ki bunun içinde dolaylı kullanım ya da çağrıştırma yer almıyor +  davalının kullandığı Scotch Whiskey değil ISETAN TARTAN +  buradaki konu bir marka tescili yani davalının fiili bir kullanımı gösterilmiyor ve hatta Scotch Whiskey diye bir kullanımda bulunacağına ya da başvuru yapacağına dair bir emare bile yok ortada +  açıkça ortada ki AB mevzuatı coğrafi işaretlere Singapur mevzuatından daha geniş bir koruma veriyor.

Sonra Yargıç dönüp Tartan bir coğrafi işaret midir konusunu inceliyor ki bu kısım bence ilginç. Kanun’da coğrafi işaretin ticarette kullanılan ve malların geldiği yeri belirten “herhangi bir işaret” (any indication) olabileceği belirtiliyor. Burada Yargıç bir kitaptan alıntı yapıyor ve bence  kitaptan yaptığı alıntıdaki  çok ilginç; ben alıntıyı  kısaltarak şöyle özetleyeyim; 

“Coğrafi İşaretler çoğunlukla malların orijinini gösteren bir coğrafi yerin adını içerir. Ancak,malların orijin yeri olan toprakları-bölgeyi vs  göstermek kaydıyla,  başkaca bazı kelimeler de coğrafi işaret olabilir. Mesela Eyfel Kulesi, Çin Seddi, Taç Mahal gibi yerlerin de Fransa’dan, Çin’den ve Hindistan’dan gelen mallar için coğrafi işaret olacağı düşünülebilir.

Bu noktadan sonra Hakim’in tartan da bu kapsamdadır ve coğrafi işaret olarak kabul edilebilir demesini bekliyorsunuz değil mi? Yok, hayır, öyle demiyor! Aksine diyor ki; Eyfel Kulesi, Çin Seddi, Taç Mahal , bunların hepsi—açık biçimde ülke söylenmese de — belli bir yerle bağlantılı, halbuki tartanda böyle bir durum yok. Tartan belli bir yeri işaret etmiyor, ya da mala ilişkin bir kaliteyi, ünü veya karakteristiği göstermiyor; her ne kadar İskoçya ile bağlantılansa da neticeten tartan yukarıda tarif ettiğim gibi bir desen sadece. Coğrafi işaretin bir coğrafi yere veya lokasyona referans vermesi gerek, tartanda bu özellik yok. Dolayısıyla, coğrafi işarete dayalı temyiz taleplerini reddediyorum.

SONUÇ? Sonuçta Mahkeme birinci iddia çerçevesinde SWA’nın temyizini İskoçya’da üretilmeyen viskiler için kabul ediyor. Diğer bir anlatımla “İskoç viskisi” emtiasının  başvurudan çıkarılmasını kabul ediyor.

Bu kararı okuyunca insanın aklına türlü çeşit sorular geliyor galiba. Mesela; Eyfel Kulesi, Taç Mahal, Çin Seddi filan coğrafi işaret olabilecekse tartan niye olamıyor? Coğrafi İşaret sisteminin yaratıcısı olarak Fransızlar bu Eyfel Kulesi örneği hakkında ne düşünüyor? Sonuçta Mahkeme’nin kararı tabii, ama tartan olmaz derken bunun somut gerekçesi nedir? Tartanın ne olduğunu, önemini, Singapurluların da bunu bildiğini ifade eden Yargıç birdenbire niye “ama bir Alex değil” der gibi “ama tartan bir Eyfel Kulesi değil” deyiveriyor? (Ben bu noktada sanırım en çok Amerikan kararlarını beğeniyorum. Hakimin fikrine katılırsın katılmazsın, o ayrı konu, ama en azından kararda önceki olaylarla karşılaştırma yapılır ve Hakim mantığı çerçevesinde  verdiği kararın gerekçesini bir yere oturtur.)  Tartan sadece bir desense , o zaman Eyfel kulesi de sadece  bir kule değil midir? Hani “any sign“ coğrafi işaret olabiliyordu? Avrupalılar coğrafi işaretin kullanımı kavramını biraz fazla geniş yorumluyorlar diyen Yargıç, Eyfel Kulesi-Çin Seddi-Taç Mahal  coğrafi işaret olabilir diyen görüşten bahsederken çok geniş bir  geniş bir yoruma kararında yer vermiş olmuyor mu?

İnsanın kulağına ilk anda oksimoron gibi geliyor, ama biliyorsunuz Japon viskisi diye bir trend var son zamanlarda dünyada.Peki  bu dosya  Sn. Yargıç’ın kararına uygun olarak kapanırsa Japon Tartan’ı diye yeni bir kavram da çıkar mı acaba ortaya!!

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Eylül 2019

Dünya Kupası Öncesi Bir Tanımlayıcılık Tartışması: WEMBLEY ibaresi marka olarak tescil edilebilir mi?

 

2018 FIFA Dünya Kupası’na sadece 2 gün kaldı! Dört yılda bir düzenlenen ve dünyanın en çok seyirci çeken, en önemli spor organizasyonlarından biri olan turnuva, 14 Haziran Perşembe günü ev sahibi Rusya ile Suudi Arabistan arasındaki açılış maçının saat 18:00’deki başlama vuruşu ile start alacak ve 15 Temmuz Pazar günü oynanacak final maçıyla sona erecek.   Dolayısıyla, önümüzdeki bir ay boyunca futbol, gerek dünyada gerekse ülkemizde yoğun olarak konuşulan konuların başında gelecek. Maalesef Türkiye A Milli Futbol Takımı elemeleri geçemediği için bu dünya kupasında yer almayacak. Kupada milli takımımızı izleyemeyecek ve heyecanı daha üst düzeyde yaşayamayacak olmak üzücü olsa da, kendi adıma İtalya 1990’dan itibaren ilgiyle izlediğim Dünya Kupası’nı bu yıl da ekran başından büyük bir ilgi ve keyifle takip etmeye çalışacağım.

Yaklaşan gündem futbol ve dünya kupası olunca yazımızın da konusu tahmin ettiğiniz gibi futbolla bağlantılı olacak. Futbolla biraz ilgisi olup da WEMBLEY ismini duymayan yoktur sanırım. WEMBLEY, İngiltere’nin en büyük ve milli stadyumunun adı olup 90.000 kişilik kapasitesiyle Avrupa’nın Nou Camp’tan sonraki en büyük stadıdır. Pek çok ünlü konsere de ev sahipliği yapan çok amaçlı bir stadyum olan WEMBLEY, başkent Londra’nın Brent ilçesindeki Wembley isimli muhitte bulunmaktadır. Dolayısıyla, Wembley sadece ünlü stadyumun adı değil, aynı zamanda bu stadyumun bulunduğu Londra’daki bir muhitin/coğrafi alanın da adıdır.

Bu ön bilgilerin ardından konumuza gelelim. Yazıda aktaracağımız karar EUIPO Temyiz Kurulu’nun 16/01/2018 tarihli ve R 1415/2017-2 sayılı kararı. Kararda,  WEMBLEY ibaresinin tanımlayıcı nitelikte olup olmadığı hususu değerlendiriliyor. Temyiz Kurulu kararına konu olan vakanın özeti şöyle:

10 Ekim 2016 tarihinde Wembley National Stadium Limited (başvuru sahibi) WEMBLEY kelime markasının tescili için EUIPO’ya başvuruda bulunur. Başvurunun eşya listesinde 9, 16, 18, 25, 28, 35, 39, 41 ve 43. sınıflarda yer alan oldukça çeşitli mal/hizmetler bulunmaktadır. Başvuruyu inceleyen uzman, başvurunun 41. sınıfa dâhil bazı hizmetler bakımından (özetle: eğitim hizmetleri, eğlence hizmetleri, spor ve kültür aktiviteleri, sporla ilgili etkinlikler, konferanslar, seminerler hakkında bilgi sağlama hizmetleri, spor, eğlence, kültür ve müzik etkinliklerinin düzenlenmesi, futbol akademisi hizmetleri, televizyon programları yapım hizmetleri, yarışma ve spor etkinliklerinin düzenlenmesi ve organizasyonu, antrenörlük, oyuncu gelişimi, vb. konularda kurslar düzenleme, ödül seremonileri, bahis hizmetleri, yayıncılık hizmetleri, vb.) tanımlayıcı nitelikte ve ayırt edicilikten yoksun olduğunu bildirir yazıyı başvuru sahibine gönderir. Başvuru sahibi, aksi yöndeki karşı görüş ve cevabını EUIPO’ya sunar. Ancak uzman görüşünü değiştirmez ve bahsi geçen hizmetler bakımından kısmi ret kararı verir. Kısmi ret kararında, ilgili tüketicilerin önemli bir bölümünün, en azından Londra’daki vatandaşların, kısmi redde konu hizmetlerin sadece bir futbol stadyumu değil, aynı zamanda Londra’da bir coğrafi yerin adına işaret eden Wembley’de sağlanacağını derhal düşünecekleri; dolayısıyla WEMBLEY ibaresinin ilgili hizmetlerin coğrafi kaynağı konusunda kesin ve direkt bilgi taşıdığı; ibarenin İngilizce konuşan halk tarafından anlaşılacağı, markanın hayal ürünü, metaforik veya sıra dışı olmadığı; markanın ayırt edicilik katacak başka herhangi bir unsur içermediği; ilgili tüketicilerin marka ve redde konu hizmetler arasında doğrudan ve spesifik bir ilişki kuracağı; başvuru sahibinin halkın büyük bölümünün WEMBLEY’i coğrafi bir lokasyon olarak değil, dünyaca ünlü WEMBLEY STADYUMU’na işaret edecek şekilde algılayacağı yönündeki argümanının ikna edici olmadığı, zira başvuru sahibinin bu hususu delillerle ispatlayamadığı; Ofis’in geçmiş kararlarının somut olay yönünden bağlayıcı olmadığı ve emsal teşkil etmeyeceği; başvuru sahibinin kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğe yönelik talebinin ise koşula bağlı olması nedeniyle kabul edilebilir olmadığı gerekçelerine yer verilmiş ve başvuru 41. sınıfa dahil çeşitli hizmetler bakımından tanımlayıcılık ve ayırt edicilikten yoksunluk gerekçeleriyle kısmen reddedilmiştir.

Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz etmiştir.

Başvuru sahibinin itiraz gerekçeleri, iddia ve argümanları:

Başvuru sahibi İngiliz ulusal futbol stadyumu WEMBLEY’in sahibi ve işletmecisidir. Başvuru sahibi WEMBLEY’in kısmi ret kararına konu hizmetler bakımından ünlü veya bilinir olduğuna yönelik herhangi bir delil veya açıklama sunmamaktadır. Çünkü, (başvuru sahibine göre) WEMBLEY, kısmi ret kararına konu hizmetlerle ünlü değildir ve bu nedenle ret kararı yerinde değildir. Dolayısıyla, WEMBLEY ibaresi, redde konu hizmetlerin coğrafi kaynağını göstermemektedir. Bu bağlamda başvuru sahibi Wembley bölgesinin ekonomisinin ne ile ünlü olduğuna işaret eden Wikipedia çıktısını delil olarak sunmuştur. Bu bilgiye göre, Wembley bölgesinin, redde konu hizmetlerle ünlü olmadığı veya bu hizmetlerle ilişkilendirilebilir olmadığı açıktır.  WEMBLEY markası başvuru sahibi tarafından, tüketicilere hizmetlerin WEMBLEY Natiaonal Stadium tarafından sağlandığına işaret edecek şekilde kullanılmakta olup tüketiciler de markayı bu şekilde, Wembley National Stadium Limited’den kaynaklanan, tanımlayıcı olmayan bir marka şeklinde algılayacaklardır. Marka ilgili hizmetler için tanımlayıcı olarak görülemez. Örneğin bir tüketici, antrenörlük hizmetleri sunan bir müesseseye giderek bir “WEMBLEY” istediğinde, marka, söz konusu hizmetleri doğrudan tanımladığından, hizmeti sunan ne istendiğini anlamayacaktır. Sadece bu hizmetlerin Brent ilçesinden kaynaklanabilecek olması, markanın tanımlayıcı olduğu anlamına gelmemektedir. İlaveten, tüketiciler ünlü kent simgelerinden oluşan markaları tanımak ve bunları belirli bir etkinlik, spor takımı veya organizasyon sahibi kuruluş ile ilişkilendirmek konusunda fazlasıyla tecrübelidir. “Wimbledon” veya “Le Mans” gibi tanınan markalar bu hususa birer örnektir. Son olarak, ünlü spor mekanlarının isimleri, her zaman ülke/bölge adıyla belirtilirler.  İlaveten, bu mekânla ilişkili mal ve hizmetler, ancak o ülke/bölgeyi temsil eden tek bir kaynak tarafından sağlanır. Örneğin, sadece bir WIMBLEDON, OLD TRAFFORD ve WEMBLEY vardır ve WIMBLEDON ile OLD TRAFFORD isimleri AB Markası olarak tescil edilmiş durumdadır. Dolayısıyla, WEMBLEY ibaresi, söz konusu hizmetlerle ilgili olarak kullanıldığında, tüketiciler tarafından tanımlayıcı olarak değil, ayırt edici bir ibare olarak görülecektir, çünkü bu ibare sadece devlete ait / devlet kontrolündeki tek bir hizmet sağlayıcıya, yani Wembley National Stadium Limited’e işaret etmektedir. Yaygın kullanımı göz önüne alındığında, WEMBLEY ibaresinin, söz konusu mal ve hizmetlerle ilgili olarak kullanıldığında, gerekli minimum ayırt edicilik seviyesine erişmiş olduğu açıktır. Başvuru sahibi markayı kullanmakta o kadar başarılıdır ki, uzman hatalı olarak, ilgili hizmetler yönünden başvuru sahibi yerine ilgili coğrafi alanın ünlü olduğuna inanmıştır. Bu haliyle, marka açık şekilde ayırt edicidir ve ilgili tüketiciler tarafından sadece başvuru sahibine işaret eder şekilde görülecektir. Başvuru sahibinin kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğe ilişkin delil sunmaya yönelik açık talebine rağmen, kendisine böyle bir fırsat verilmemiştir. Dolayısıyla, bu fırsatın da sağlanması talep edilmektedir.

Temyiz Kurulu’nun tespit, değerlendirme ve gerekçeleri:

Temyiz Kurulu öncelikle, AB Marka Tüzüğünün 7(1)(c) maddesi hükmünün içeriğine, hükmün altında yatan kamu yararına ve söz konusu maddenin kapsamına giren işaretlere yönelik genel ilkelere (yerleşik yargı içtihatlarına atıfla) yer vermiştir.

Malların coğrafi kaynağını veya destinasyonunu ya da hizmetlerin icra edildiği/sunulduğu yeri göstermeye yarayan işaretlerin, özellikle coğrafi adların herkese açık kalmasında kamu yararı vardır. Şöyle ki, bu işaretler, ilgili mal veya hizmetlerin kalitesini veya diğer özelliklerini belirtebilir; ayrıca, çeşitli yollarla tüketici tercihlerini etkileyebilirler.  Örneğin, mal veya hizmetleri bir yerle ilişkilendirmek olumlu bir tepkiye yol açabilir. (15/01/2015, T-197/13, MONACO, EU:T:2015:16, § 47)

Daha belirgin olarak, sadece halihazırda ünlü olan coğrafi lokasyonları işaret eden, veya mal ve hizmetler bakımından ünlü olan ve bu nedenle ilgili tüketiciler tarafından bu mal ve hizmetlerle ilişkilendirilen coğrafi adların marka olarak tescili mümkün değildir. İkinci olarak, mal ve hizmetlerin coğrafi kaynağını belirtmek amacıyla söz konusu ibareler herkesin kullanımına açık kalmalıdır. (15/01/2015, T-197/13, MONACO, EU:T:2015:16, § 48)

Ancak, ilke olarak AB Marka Tüzüğü’nin 7(1)(c) maddesi, halk tarafından bilinmeyen veya en azından coğrafi lokasyon olarak bilinmeyen, ya da işaret ettikleri yerin türü nedeniyle, ilgili tüketicilerin mal ve hizmetlerin o yerden kaynaklandığına inanmalarının muhtemel olmadığı coğrafi adların tesciline engel olmamaktadır.  (15/01/2015, T-197/13, MONACO, EU:T:2015:16, § 49)

İlaveten, diğer tüm tanımlayıcı terimlerde olduğu gibi, uygulanması gereken test, coğrafi terimin mal ve hizmetlerin objektif özelliklerini tanımlayıp tanımlamadığıdır. Bir markanın tanımlayıcılığı, sadece ilgili mal veya hizmetler yönünden değil, aynı zamanda ilgili tüketici açısından da değerlendirilmelidir. (02/04/2008, T-181/07, Steadycontrol, EU:T:2008:86,  § 38 ve 21/05/2008, T-329/06, E, EU:T:2008:161, § 23)

Kurul, redde konu 41. sınıfa dahil hizmetlerin hem ortalama tüketicilere hem de uzman tüketicilere hitap ettiğini ve uzman tüketicilerin dikkat düzeyinin ortalama tüketicilerin dikkat düzeyinden daha yüksek olduğunu belirtmiştir.

Başvuru konusu marka, “WEMBLEY” kelimesinden oluşmakta olup, bu ibare Londra’nın Brent ilçesinin bir parçasıdır. WEMBLEY ibaresi aynı zamanda İngiliz milli futbol stadyumunun adıdır. Söz konusu stadyum, daha büyük kapasiteyle ve çok amaçlı kullanıma uygun şekilde 2007 yılında yeniden inşa edilmiştir. WEMBLEY dünyanın en ünlü statlarından birisidir ve AB’deki pek çok tüketici tarafından Londra’daki stadyumun adı olarak bilineceği varsayılmaktadır.

Ancak, WEMBLEY’in sadece stadyuma işaret edecek şekilde anlaşılmayıp, aynı zamanda redde konu hizmetler yönünden Londra’nın Brent ilçesinde yer alan daha geniş bir coğrafi alanı işaret edecek şekilde anlaşılacağını gösterir bir delile veya Kurul tarafından tespit edilen bir göstergeye rastlanmamıştır. Statlar coğrafi lokasyonlar olmasına rağmen, bunların temelde herhangi bir mal veya hizmetin özelliklerini belirtebilmesi oldukça zordur. Bir coğrafi yer adının soyut olarak herhangi bir mal veya hizmetin coğrafi kaynağına işaret eder şekilde anlaşılıp anlaşılmayacağı aynı zamanda ilgili yerin özelliklerine bağlıdır. Yerin büyüklüğü arttıkça (örneğin bir bölge veya ülke), halkın ilgili yer adı ile mal veya hizmetler arasında bağlantı kurması daha kolay olacaktır. Bir cadde veya münferit bir bina/yapı genellikle bu şartı sağlamamaktadır. (kıyasen bkz. 22/01/2015, R 28/2014-5, NEUSCHWANSTEIN,  § 18.; Genel Mahkemenin 05/07/2016 tarih, T-167/15, NEUSCHWANSTEIN, EU:T:2016:391 kararıyla onanmıştır) Kurul’un görüşüne göre, aynı durum bir ilçenin bir bölümü bakımından da geçerlidir.

Ayrıca, bir stadyumun ilgili tüketicilerce mal ve hizmetlerin coğrafi kaynağına işaret edecek şekilde algılanacağını farz etmek de güçtür. WEMBLEY’in ticari olarak tek bir hizmet sağlayıcı tarafından işletilen, belirli, tekil bir tesis olması hususu, coğrafi kaynak varsayımının önüne geçmektedir. Dolayısıyla, WEMBLEY ibaresi, hizmetlerin bu stadyumda sunulması halinde, bu hizmetlerin kaçınılmaz olarak ancak tek bir sağlayıcıdan gelmesinden ötürü herhangi bir hizmetin coğrafi kaynağını göstermeyecektir. (kıyasen bkz. 04/07/2012, R 60/2012-4, NÜRBURGRING DRIVING ACADEMY, § 16-17) Bu çerçevede, somut vakada Tüzüğün 7(1)(c) bendi uygulanabilir değildir.

Temyiz Kurulu, ayrıca Ofis’in önceki kararlarıyla bağlı olmamakla birlikte, başvuru sahibi tarafından Ofis’in verdiği önceki kararlara, örneğin TOTTENHAM ve WIMBLEDON markalarının 41. Sınıftaki hizmetler için tescile uygun bulunduğuna dair kararlara yapılan atfın, incelemeye konu vakayla ilgili olduğunu da belirtmiştir.

Karar uzmanı, markanın ayırt edicilikten yoksun olduğu sonucuna, esas olarak markanın tanımlayıcı niteliğinden ötürü ulaşmış olduğundan ve yukarıda ifade edildiği üzere marka, Tüzüğün 7(1)(c) bendinin uygulama alanına girmediğinden 7(1)(b) bendi kapsamındaki ret kararının da kaldırılması gerekmiştir.

Açıklanan gerekçelerle Temyiz Kurulu itirazın kabulüne ve kısmi ret kararının iptaline karar vermiştir.

Temyiz Kurulu’nun bu kararı almasında WEMBLEY’in ünlü stadyumun adı olarak bilinirliğinin, Londra’nın Brent ilçesindeki bir muhit olarak bilinirliğinin çok ötesinde olması ve tüketicilerin, kısmi redde konu hizmetlerle ilgili olarak bu ibareyi gördüklerinde, söz konusu hizmetlerin söz konusu coğrafi alandan kaynaklandığını düşünmelerinin olası olmaması yönündeki değerlendirmenin etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca, karar içeriğinde daha önce IPR Gezgininde paylaşılmış ve tartışılmış olan NEUSCHWANSTEIN kararına da atıf yapıldığına dikkat çekelim.

WEMBLEY marka olarak tescile giderken, futbolseverlere de yaklaşan Dünya Kupası’nın keyfini çıkarmak düşsün diyerek yazımıza burada noktayı koyalım. (not: Messi’li Arjantinspor 🙂 )

 

H. Tolga Karadenizli

Haziran 2018, Ankara

karadenizlit@gmail.com

 

 

Liverpool Futbol Kulübü, Liverpool Şehrinin Adını Marka Olarak Tescil Ettirebilecek mi?

Dünyanın en kaliteli futbol organizasyonunun İngiltere Premier Ligi (EPL) olduğu şu yıllarda tartışmasızdır. EPL takımları arasında Tottenham Hotspur (Spurs) çocukluğumdan bu yana favorimdir. Spurs taraftarlığım ve ötesi Arsenal antipatim, 1985 yılında Trabzon Anadolu Lisesi’nde hazırlık sınıfında okuduğumuz Target ders kitabında geçen bir hikayeye dayanıyor. Yazıyı kişiselleştirmenin suyunu çıkartmamak için hikayeyi burada aktarmamayı tercih ediyorum.

Spurs olmasaydı kimi desteklerdim sorusunun yanıtı ise açık: Liverpool FC, yani Liverpool Futbol Kulübü.

Futbolu en çok takip ettiğim yıllarda Ian Rush, Peter Beardsley, John Aldridge, John Barnes gibi efsane isimlerden oluşan hücum hattıyla zihnime çakılı kalmıştır Liverpool FC. Buna ilaveten taraftarlarının takımla kurduğu özdeşlik ve adanmayla da. Dünyada hangi futbol takımının “You will never walk alone” gibi bir şarkısı olabilir ki zaten? Neyse, Spurs taraftarıyım, ama yükselenim Liverpool FC diyerek bu noktada kesiyorum.  


Liverpool, İngiltere’nin batısında bir liman şehridir ve Birleşik Krallık’ın en önemli ticaret, müzik, spor merkezlerinden birisidir. (Muhtemelen okurlarımız da biliyordur, The Beatles Liverpool’da doğmuş bir müzik grubudur.)

The Beatles – Liverpool Heykeli

EPL’nin en köklü futbol kulüplerinden bir diğeri olan Everton da, Liverpool şehrindendir ve Everton – Liverpool FC maçları, dünyanın bilinen derbileri arasındadır. Bir diğer deyişle, Liverpool FC, Liverpool’un EPL’deki tek temsilcisi değildir ve dahası alt liglerde de Liverpool kökenli başka futbol kulüpleri bulunmaktadır.

Kısa bir yazı için uzun bir giriş oldu farkındayım, ancak yazının ana noktasının iyice anlaşılması için Liverpool’un sadece bir futbol takımının ismi değil, onun ötesinde Birleşik Krallık’ın en önemli ve büyük şehirlerinden birinin ismi olduğunu açıkça ortaya koymak gerekiyordu.


Liverpool FC, 20 Haziran 2019 tarihinde “Liverpool” ibaresinin çok sayıda sınıftaki çok sayıda mal ve hizmet için tescili için Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (UKIPO) iki ayrı marka tescil başvurusunda bulunur. Markaların görselinde “Liverpool” kelime unsurunu dışında ek bir kelime veya şekil unsuru bulunmamaktadır; yani markalar yalnızca “Liverpool” kelime unsurundan, bir diğer deyişle İngiltere’nin en büyük şehirlerinden birisinin isminden oluşmaktadır.

Başvurularda yer alan her mal ve hizmet grubunun sonunda “… yukarıda belirtilenler futbol sporuyla ilgilidir veya bir futbol kulübüyle bağlantılı hatıralara ilişkindir” (… all of the aforementioned relating to the sport of football, or being memorabilia in connection with a football club.) veya benzeri ifadeler yer almaktadır. Bu yolla Liverpool FC, tescilin amacının futbol sporuyla sınırlı veya ilgili olduğu alt mesajını vermektedir.

“Liverpool” başvuruları, İngiltere’de ve özellikle Liverpool şehrinde büyük tepkiye yol açar. Şöyle ki, Liverpool FC, Liverpool şehrinin sahibi olmadığı gibi, Liverpool ismi o şehrin yaşayanlarının ortak kolektif mirasıdır.

Liverpool kentinin takımlarından birisi olan Spirit of Shankly taraftarları yaptığı açıklamada: “Liverpool FC için optimistik ve kutlamalarla geçen büyüleyici bir yazın ardından, FSG (Liverpool FC’nin sahibi Fenway Sports Group’un kısaltması) tarafından gerçekleştirilen böylesine tartışmalı ve hasta düşünceli hareketin anlaşılması zordur. Bu tüm taraftar tabanını yabancılaştıracak bir harekettir. Spirit of Shankly futbol mirasımızın küstahça parasallaştırılmasına güçlü şekilde karşı çıkmaktadır. İsim FSG’nin değildir, şehrimizin ismidir, şehrin insanlarına aittir. Bu girişim durdurulmalıdır.” https://www.skysports.com/football/news/11669/11771190/liverpool-face-criticism-over-plans-to-trademark-name

City of Liverpool FC kulübü de tescil girişimine karşı çıkmaktadır: “Liverpool FC’nin yaptığı marka başvurusu çok sayıda kulübü olduğu gibi bizim kulübümüzü de etkileyecektir. Tutkulu ve bağımsız bir futbol kulübü olarak şehrimizin adını kulüp ismimizde kullanmaya hakkımız bulunmaktadır. Liverpool FC’nin kulübümüzün geleceğini tehdit etmek gibi bir niyetinin bulunmadığını anlasak da, başvurunun etkisi bu olacaktır; sadece ahlaki açıdan, hiçbir özel teşebbüsün “Liverpool” isminin sahibi olamayacağını düşünüyoruz, basitçe bu isim onlara ait değildir. Liverpool FC markanın sahibi olursa diğer kulüpler isimlerini değiştirmek veya lisans ücreti ödemek zorunda kalabilirler. Liverpool FC dün bizimle temas kurdu ve bizim veya diğer yerel futbol kulüplerinin bu başvurunun hedefi olmadığı konusunda şifai garanti verdi, biz de elbette kulüp ismimizin hedefte olmadığını kabul ediyoruz. Bununla birlikte, marka tescilinin fiiliyattaki etkisi halka ait kulübümüzün geleceğine yönelik ciddi bir tehdit olacaktır.” https://onefootball.com/en/news/liverpool-fc-face-criticism-for-attempting-to-trademark-the-word-liverpool-en-26497048?variable=20190804 ; https://www.skysports.com/football/news/11669/11771190/liverpool-face-criticism-over-plans-to-trademark-name

Liverpool FC yetkilisi Peter Moore bu tepkilere karşı açıklama yapmıştır, açıklamada aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir: “Kulübün savaşı öncelikle kıyı ötesi taklit endüstrisine karşıdır. Yapmaya çalıştığımız şey futbol kulübünü korumaktır, Liverpool kelimesinin sahipliğini elde etmeye çalışmıyoruz. Şu anda kendisini resmi Liverpool FC ürünleri olarak göstermeye çalışan büyük ölçekli taklit üretimin saldırısı altındayız. Tescil girişimimiz yerel futbola veya yerel satıcılara karşı bir saldırı değildir. Hiçbir şekilde onların peşinden koşmayacağız. Onlar isimlerini adil biçimde kullanıyorlar, dolayısıyla korkacakları herhangi bir husus bulunmamaktadır.” Moore buna ilaveten, yerel kulüplerle görüşmelerin devam ettiğini ve onların Liverpool ismini süresiz biçimde kullanabilmelerini sağlayacak yasal bir dokümanın hazırlanması konusunda Liverpool FC’nin çalışmalarının devam ettiğini belirtmiştir. https://www.skysports.com/football/news/11669/11771190/liverpool-face-criticism-over-plans-to-trademark-name

Endüstriyel futbolun yükselişinin ve egemenliğinin farkında olanlar (bu satırların yazarı dahil), Liverpool FC’nin ortalığı yatıştırma amaçlı söylemlerinin fiili gerçek karşısında pek de önemi olmadığını kolaylıkla fark edecektir. Marka tescilinin teorik olarak sonsuza dek devam etme potansiyelinin bulunması da, diğer Liverpool kulüplerinin bu yöndeki endişelerini kanaatimizce haklı kılmaktadır. Olan biten, örneğin İstanbulspor’un kendince haklı gerekçelerle “İstanbul” şehrinin ismini kendisi adına tescil ettirmek istemesine benzemektedir ve “İstanbul” kelimesi de hiç şüphesiz İstanbulspor’a değil, İstanbul’un kendisine veya yaşayanlarına aittir.

UKIPO’nun başvurular hakkındaki incelemesi devam etmektedir ve vereceği kararı bekliyoruz.

Okuyucularımızın konu hakkındaki görüşü nedir, doğrusu merak ediyoruz. Paylaşırsanız memnun oluruz.

PS: Bu yazıyı Trabzon Anadolu Lisesi’nde 34 yıl önce başlayan arkadaşlığımızın onuruna, Trabzonspor ve Liverpool fanatiği dostum Altuğ Hasanbaşoğlu’na ithaf ediyorum.

Önder Erol ÜNSAL

Ağustos 2019

unsalonderol@gmail.com

FUCT Davasında [Brunetti v Iancu] A.B.D. Yüksek Mahkemesi Kararını Verdi: İfade Özgürlüğü ve Ahlaka Aykırılık Arasındaki İlişki Nasıl Anlaşılmalı?

Dava Prosedürü

Dava, tasarımcı ve girişimci Erik Brunetti ile A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO) arasındaki uyuşmazlığa ilişkindir. Brunetti, kendi tasarımları ile ürettiği bir giyim markası sahibi olup ürünlerini FUCT markası altında üretmektedir ve FUCT ibaresinin “Friends You Can’t Trust (Güvenemeyeceğin Arkadaşlar)” ibaresinin kısaltması olduğunu iddia etmektedir.

Brunetti FUCT kelime markasını USPTO’da tescil ettirmek için başvuruda bulunmuştur. USPTO, Marka Kanunu (Lanham Act) çerçevesinde söz konusu marka başvurusunu “ahlaka aykırı ya da rezil, utandırıcı” (immoral or scandalous) olarak görmüş ve başvuruyu reddetmiştir. FUCT ibaresi USPTO tarafından, argo bir tabir olan “fucked” kelimesi ile eşsesli olarak değerlendirilmiş ve bu nedenle ahlaka aykırı görülmüştür.

USPTO, FUCT markasının “immoral or scandalous” kategorisi kapsamına girip girmediği hususunu değerlendirirken ilgili markanın toplumun kayda değer kesimince edep ve ahlak kurallarına aykırı olarak görülüp görülmediğini dikkate almış ve söz konusu markanın toplumun çoğunluğu tarafından kabul görmüş ahlak kurallarına ve duygularına aykırı olduğu sonucuna varmıştır. Karar üzerine Brunetti, USPTO bünyesinde itiraz mekanizmasını işletmiş ancak itirazı kabul görmemiştir.

USPTO bünyesindeki itiraz yollarının tüketilmesini takiben Brunetti, meseleyi İstinaf Mahkemesi (The Court of Appeals)’ne taşımıştır. İstinaf Mahkemesi, Lanham Act’ının “immoral or scandalous” marka başvurularına izin vermeyen düzenlemesinin First Amendment’ı ihlal ettiği hükmüne varmıştır. First Amendment Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın bir parçası olup, Birleşik Devletler Kongresi’nin din özgürlüğü, ifade hürriyeti gibi temel hakları ihlal edecek düzenlemeler yapmasını yasaklayan hükümlerdir. Bununla birlikte, USPTO’un talebi üzerine dava Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi (Supreme Court of the United States)’ne taşınmıştır.

Yüksek Mahkeme Kararı (588 U.S. No. 18-302, 24 Haziran 2019 )

USPTO’un başvurusu üzerine meseleyi ele alan Yüksek Mahkeme, Lanham Act’ının ilgili hükmünün (madde 2(a)) First Amendment’ı ihlal ettiği ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu hükmüne vardı. Bu karara varırken Yüksek Mahkeme ilgili hükmün, marka başvuruları arasında markanın verdiği mesaja göre bir ayrıma gittiğini ve böylesi bir ayrımın ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu belirtmiştir.

Yüksek Mahkeme mevcut hukuki ihtilafı incelerken Matal v. Tam (2017) davasındaki kararına atıf yapmış ve benzer bir yaklaşım ortaya koymuştur. Matal v. Tam davasında Yüksek Mahkeme “aşağılayıcı, küçümseyici (disparaging)” ibarelere ilişkin marka tescili yasağının bakış açısı temelli bir düzenleme (view-point based bar) olduğunu ve böylesi bir düzenlemenin ifade özgürlüğüne aykırılık oluşturduğu sonucuna varmıştır. Mevcut uyuşmazlık noktasında da Yüksek Mahkeme, “immoral or scandalous” marka başvurularının kabul edilemeyeceği yönündeki düzenlemenin bakış açısı temelli ve ayrımcılık oluşturan bir düzenleme olup olmadığını ve bu sebeple ifade özgürlüğüne aykırılık teşkil edip etmediğini inceleme konusu yapmıştır. Amerikan Hükümeti ,“immoral or scandalous” yasağı düzenlenmesinin bakış açısı temelli bir yasak olmadığını aksine söz konusu düzenlemenin objektif bir düzenleme olduğunu iddia etmiştir. Bu noktada Hükümet temsilcisi, ilgili düzenlemenin markanın verdiği/vermeyi amaçladığı mesajdan bağımsız olarak yalnızca kullandığı ifade yöntemi/metodu itibarı ile mütecaviz olan başvuruları hedef aldığını öne sürmüştür. Ancak, bu iddia Yüksek Mahkeme tarafından kabul görmemiştir. Yüksek Mahkeme’ye göre böylesi bir yaklaşım ilgili düzenlemenin ifade ettiği mana ile uyuşmamaktadır. Her ne kadar Yüksek Mahkeme yorum yöntemi ile müphem düzenlemelere açıklık getirme yetkisi taşısa da, söz konusu yetki Mahkeme’ye kanun yaratma yetkisi bahşetmemektedir. Hükümet’in iddia ettiğinin aksine ilgili düzenleme, bakış açısından bağımsız olarak “ifade yöntemini/metodunu” esas alan bir düzenleme teşkil etmemektedir. Yüksek Mahkeme nazarında Hükümet’in yaklaşımı ilgili hükmü yorumlamak değil, aksine yeni bir hüküm yaratmaktan başka bir şey değildir.

İlgili düzenlemenin “bakış açısı temelli (view-point based)” bir hüküm olup olmadığı değerlendirmesini yaparken Yüksek Mahkeme, toplum tarafından kabul görmüş değerler ile çelişen marka başvurularının reddedildiğini, bununla birlikte, söz konusu değerler ile uyum gösteren başvuruların kabul edildiğini öne sürmüştür. Bu noktada, USPTO’un aynı konuları hedef alan marka başvurularını nasıl sonuçlandırdığını esas almıştır. Örneğin, USPTO madde kullanımını destekleyen bir marka başvurusunu (Marijuana Cola, Ko Kane for beverages) “immoral or scandalous” olduğu gerekçesi ile reddederken, madde kullanımına karşı çıkan (Say no to Drugs) bir marka başvurusunu kabul etmiştir. Mahkemeye göre söz konusu örnekler, Lanham Act’ının ilgili düzenlemesinin marka başvurularının markanın ilettiği mesaj temelli bir ayrım oluşturduğunu ispat eder niteliktedir.

Yorum

Söz konusu karar, bir hukuki yaklaşımın zaman içerisinde nasıl evrilebileceğini gösterir niteliktedir. Dava konusu uyuşmazlık 10 yıl kadar önce Yüksek Mahkeme önüne gelmiş olsaydı acaba Mahkeme’nin değerlendirmesi nasıl olurdu? 2005 yılında pornografik bir websitesi tarafından yapılan Fuckingmachines ibareli marka başvurusu USPTO tarafından reddedilmiş ve ret kararına itiraz neticesinde ihtilaf İstinaf Mahkemesi tarafından incelenmiştir. İstinaf Mahkemesi 2008 yılında yapılan itirazı reddetmiştir. Yaklaşık 10 yıl kadar sonra ise benzer bir davada İstinaf Mahkemesi, söz konusu reddin dayandığı ilgiliyi düzenlemeyi ifade özgürlüğüne aykırı bulmuştur.

Her ne kadar ilgili karar argo tabir içeren bir marka başvurusunu konu almış olsa da, bu karar esas alınarak toplumun büyük bir kesimi tarafından ahlaka aykırı kabul edilen herhangi bir marka başvurusunun kabul edileceği sonucunun çıkarılmaması gerektiği kanaatindeyim. Yüksek Mahkeme’nin esas itibarı ile üzerinde durduğu husus ahlaka aykırı marka başvurularını yasaklayan hükmün ayrımcılık oluşturup oluşturmadığı ve bu sebeple ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğidir. Eğer Hükümet’in iddia ettiği şekilde, yalnızca markanın ifade yöntemini esas alan bir düzenleme söz konusu olsa idi Yüksek Mahkeme’nin yaklaşımı farklı olabilirdi. Zira böylesi bir durumda, markanın ilettiği/iletmek istediği mesaj temelinde bir ayrım söz konusu olmayacak ve toplumca kabul gören değerleri öven veya bu değerleri hedef alan başvurular aynı şekilde ele alınmış olacaktı.

Mahkemece mevcut dava kapsamında değerlendirilmemiş olmakla birlikte, söz konusu dava bir noktada birbiri ile çelişen iki hukuki konsept arasındaki ilişkinin nasıl ele alınacağını da ilgilendirmektedir: İfade özgürlüğü ve Kamu düzeni.

Bir yandan ifade özgürlüğünün olabildiğince garanti altına alınması diğer yandan ise kamu düzeninin tesisi ihtiyacı dikkate alındığında dengenin nasıl sağlanması gerektiği sorusu gündeme gelecektir. Doktrinde bazı yazarlar ahlaka ve/veya kamu düzenine dayanılarak marka başvurusunun reddedilmesinin ifade özgürlüğü kapsamında ihlal oluşturmadığını iddia etmektedir (Jonathan Griffiths, “Is There a Right to An Immoral Trade Mark?”, Ekim 2009). Zira, her ne kadar ahlaka aykırılık gerekçesi ile marka başvurusu reddedilse de markanın kullanımı engellenmemekte ve söz konusu markanın kullanımı karşısında bir cezai yaptırım uygulanmamaktadır. Ancak, bu görüşün çoğunlukta kaldığını iddia etmek zor görünmektedir. Genel kabul, başvurucunun dilediği markayı koruma altına almak istemesinin ifade özgürlüğü korumasından yararlanması gerektiği yönündedir. Ancak, yukarıda bahsedildiği üzere ne ölçüde böyle bir korumanın verilmesi gerektiği ve kamu düzeni ile arasındaki ilişkinin ne şekilde tesis edileceği sorusu hala gündem teşkil edeceğe benzemektedir.

Ahmet Şamil ÇİÇEK

Temmuz 2019

a.samilcicek@gmail.com

Adidas’ın Ünlü Logosu için Sonun Başlangıcı mı?

Adidas, ünlü üç çizgili  logosunu korumakta üçüncü kez başarısız oldu. Başarısızlığın altında yatan en önemli neden olarak, logonun ayırt edici olmadığının açıklanması ile beraber Adidas’ın hisselerinde % 1.8 oranında düşüş yaşandı.

19 Haziran 2019 tarihinde, Avrupa Adalet Divanı, Adidas’ın temyiz talebinin reddine karar vererek, EUIPO’nun markanın iptali yönündeki kararını onaylamış oldu. Ancak, bu davanın kaybedilmiş olması, Adidas’ın logosunun korumasını sürdürmesi için seçeneklerinin tükendiği anlamına gelmiyor. 

Öncelikle davayı kısaca bir özetlemek gerekirse:

18 Aralık 2013 tarihinde Adidas, EUIPO’ya aşağıda yer alan logunun bir AB markası olarak korunması için başvuruda bulundu.

Bu marka tescilinde, logo şu şekilde tanımlanmıştır: “Ürün üzerine herhangi bir yönde uygulanan, aynı genişlikte üç paralel eşit şerit çizgisinden oluşur.” Dolayısıyla, tescilli logoya baktığımızda aklımıza Adidas markası doğrudan gelmeyebilir. Aşağıda yer alan logolardan görüleceği üzere, logonun yönü değiştirildiğinde, logonun Adidas ile bütünleştiği düşünülebilir. 

Sonuç olarak marka, 25. sınıfta (giysiler; ayakkabılar, şapkalar) 21 Mayıs 2014 tarihinde, 12442166 numarası ile tescil edilmiştir. Tescilden 5 ay sonra, bir Alman ayakkabı markası olan Shoe Branding Europe BVBA unvanlı firma tarafından, markanın ayırt ediciliği olmadığı gerekçesi ile iptali talep edilmiştir. 30 Haziran 2016 tarihinde EUIPO nezdinde yer alan iptal inceleme bölümü, iptali istenen figüratif işaretin hem içsel hem de kullanım yoluyla elde edilen herhangi bir ayırt edici karakterden yoksun olduğu gerekçesiyle, markanın iptaline karar verdi. Akabinde Adidas karara itiraz etti. Ancak bu itirazda, Adidas, logosunun içsel ayırt edici karakter eksikliğine itiraz etmedi. Bunun yerine markanın kullanım yoluyla ayırt edici karakter kazandığını savundu. 7 Mart 2017 tarihinde, ikinci temyiz kurulu, Adidas tarafından sunulan delillerin markanın sonradan ayırt edicilik kazandırma hususunda yeterli olmadığı gerekçesi ile itirazı reddetti.

Adidas, EUIPO’nun son merci tarafından verilen kararı genel mahkemeye taşıdı. Davanın temelinde Adidas’ın iki itirazı yer alıyordu. Bunlardan ilki markanın yanlış yorumlanması, ikincisi ise izin verilen varyasyonlar şeklindeki kullanımdı.

Markanın yanlış yorumlanması hususunda Adidas’ın ilk argümanı, dava konusu tescilli markanın figüratif marka olmasından ziyade, bir “surface pattern” olduğu, yani logonun çeşitli boyut ve ölçülerde kullanılabileceğiydi. Ancak, mahkeme, markanın figüratif bir marka olarak tescil edildiğini ve logonun farklı açılarda ve boyutlarda modifiye edilemeyeceğine hükmetti. İkinci argüman ise, Adidas’ın logosunu farklı formlarda kullanmış olmasının, logonun ayırt ediciliğine zarar vermiyor olduğu iddiasıydı. Ancak mahkeme, sunulan delilleri inceleyerek, logonun kullanımındaki farklılıkların, farklı formlardaki kullanımın ötesinde olduğunu, farklı renklerde kullanıldığını, farklı açılar ile çizgilerin logoda yer aldığını belirterek ikinci argümanın da reddine karar verdi.

Yanlış nerede yapıldı? 

Kanaatimce, davada kırılma noktası, markanın kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğe sahip olup olmadığının incelenmesi idi. Adidas vekili tarafından, logonun kullanımını gösteren 12.000 sayfaya yakın delil dosyaya sunulmuştu. EUIPO nezdindeki temyiz kurulu, Adidas vekilini dosyaya logonun kullanımını gösterir delil sunmadaki başarısızlığı nedeniyle eleştirmiştir. Burada aslında çantalar gibi dava konusu markanın tescilli olmadığı sınıfları da kapsayan alanlarda yoğun delil sunumunun getirdiği dezavantajı görmekteyiz. İkinci olarak, dosyaya sunulan satış rakamları, reklam faaliyetleri harcanan tutarları gösteren evraklar, Adidas’ın tüm faaliyetlerini kapsayan genel evraklar idi. Bir diğer deyiş ile, sadece dava konusu logo için yapılan yatırımlar tespit edilemedi. Son olarak yapılan market anketleri, belli başlı Avrupa Birliği ülkelerini içermekteydi. Halbuki kazanılmış ayırt edicilik, tüm Avrupa ülkelerinde ispatlanmalıydı.

Aslında bu dava, markanın kullanımını gösterir delillerin nasıl toplanması gerektiğinin önemini vurguluyor. İncelenmeksizin delillerin deste deste yetkili kuruma veya mahkemeye gönderilmesinin bir “better safe than sorry” durumu olmadığını, tam tersi sonuçlara mahal verebileceğini bize gösteriyor.

Alternatif marka koruması mümkün mü? 

Peki bu dava Adidas`ın meşhur çizgili logosu için bir son olarak mı algılanmalı? Hiç şüphesiz bu davanın kaybedilmesi ile logonun koruma gücü hukuken önemli ölçüde azaldı. Her ne kadar, Adidas’ın dava konusu olan marka hariç, üç çubuklu logosunu koruduğu başka marka tescilleri var olsa da, logonun ayırt ediciliğinin olmadığının mahkeme kararı ile tespit edilmesi, Adidas’ın müspet marka tecavüzü davalarında işini bir hayli zorlaştıracaktır. Ancak, Adidas’ın logosunun korunmasının hukuken sona erdiği sonucu kati surette çıkarılmamalıdır. 

Öncelikle, Adidas’ın bu kararı temyiz ederek, davayı Avrupa Adalet Divanı`na taşıması beklenmektedir. Temyiz incelemesinde kararın değişmesi, mevcut deliller göz önünde bulundurulduğunda oldukça şaşırtıcı olur. Diğer bir yandan, Adidas bu kararı, temyize götürmese veya temyizde kaybetse bile aslında, üç çubuklu logo için hukuki koruma hala mümkün diyebiliriz.

Adidas, haksız rekabet hükümleri kapsamında, markasını aslında koruyabilir. Ancak bu yol, AB içinde bile oldukça meşakkatli bir yolculuğu beraberinde getirmektedir. Çünkü, AB hukukunda, haksız rekabet ve fikri mülkiyet ve sınai hakların sınırları konusunda henüz bir uzlaşma sağlanmış değildir. Özetle tartışmalara değinmek gerekir ise; bir markanın marka hukuku kapsamında korunamayacağına karar verilmişken, bu markayı haksız rekabet kapsamında koruyacak isek fikri mülkiyet ve sınai haklar neden var? Bu tartışmayı bir örnek ile somutlaştırmak gerekirse; LEGO oyuncakları “intro locking system” adı altında patentli bir üründü. Patent süresinin dolması ile birlikte LEGO oyuncağı marka başvurusu ile şekilsel olarak koruma altına alınmak istendi.  Avrupa Adalet Divanı’nın bu marka için vermiş olduğu karar, LEGO için haksız rekabet adı altında aslında geçerliliği olmayan bir patenti yeniden canlandıracak nitelikteydi. Mahkeme, burada aslında korunmak istenenin ürünün teknik özellikleri olduğunu belirtti. Akabinde, bunun marka koruması altında mümkün olmayacağını ancak ulusal haksız rekabet hükümleri çerçevesinde mümkün olabileceği yönünde karar verdi. (paragraf 61, Lego Juris A/S vs. Mega Brands Inc. Case C‑48/09)

Özetle sorulması gereken soru: “Marka ve patent hükümlerine göre korunmaması gereken bir ürün, haksız rekabet hükümlerine göre korunmalı mı?” AB hukukunda bu sorunun tek bir cevabı yok. Şayet  markanın bu şekilde kullanılmasının (üç çubuklu logonun diğer şirketler tarafından kullanılmasının)  tüketiciler üzerinde etkisi olacak ise diğer deyişle aldatıcı olacak ise  haksız rekabet kapsamında bir korumadan bahsedebiliriz, zira bu hususta AB direktifi vasıtasıyla uyum sağlanmıştır. Ancak, markanın tüketiciler üzerinde bir etkisinin olmaması durumunda (Adidas davasında tüketiciler üzerinde bir etkiden bahsedemeyiz, zira şirketler arası bir dava),   haksız rekabet kapsamında bir korumanın olup olmayacağı, ülkelerin fikri mülkiyet ve sınai hakların sınırları anlayışlarına göre değişiklik göstermektedir. Örneğin, Birleşik Krallık’ın bu konuda çok net içtihatları vardır. Bu içtihatlara göre haksız rekabet hükümleri, fikri mülkiyet ve sınai hakların uzatılması veya daha kapsamlı korunması amacıyla kullanılamaz (L’oreal Sa V Bellure Nv Court Of Appeal, Keene, Jacob L.JJ and Blackburne J., October 10, 2007). Bu kapsamda hem LEGO’nun hem de Adidas’ın Birleşik Krallık’ta işi oldukça zor görülüyor. Almanya`ya bakarsak durum bir hayli farklı, Alman haksız rekabet hükümlerine göre (Section 4(3) UWG), tüketiciler üzerindeki iltibas tehlikesi hariç, orijinal üreticinin itibarının, ününün haksız yere kötüye kullanılması da haksız rekabet kapsamında düzenlemiştir.Dolayısıyla Almanya’da Adidas’ın marka korunmasının haksız rekabet hükümleri kapsamında devam edebileceğini söyleyebiliriz.

Türk Hukukuna bakacak olursak, haksız rekabet hükümlerinin, Alman kanunları ile benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Zira Türk Ticaret Kanunu’nun 55. maddesi haksız rekabet hallerini sınırlayıcı olmayacak bir şekilde saymıştır ve bunlar arasında “…gereksiz yere onun tanınmışlığından yararlanacak şekilde; başkaları, malları, iş ürünleri veya fiyatlarıyla karşılaştırmak ya da üçüncü kişiyi benzer yollardan öne geçirmek,” hükmü de sayılmaktadır. Bu kapsamda, Adidas’ın logosunun gerekirse Türkiye`de haksız rekabet kapsamında korunabileceğini söyleyebiliriz.

Bu davanın etkileri neler olabilir?

Adidas tarafından açılması muhtemel, olası bir marka tecavüz davasında, karşı taraf logunun ayırt edici olmadığını ileri süreceğinden, Adidas açacağı davalarda haksız rekabet hükümlerine de dayanacaktır. Bu hükümlerin yorumlanması AB içinde de farklılık arz ettiğinden, yoğun ve uzun ulusal yargılamalar Adidas’ı bekliyor diyebiliriz.

Adidas için daha kötüsü ise ihtiyati tedbir taleplerindeki başarı oranının, bu davanın kaybedilmesi akabinde düşme ihtimalidir. Zira, AB direktifi (Enforcement Directive) kapsamında bir fikri mülkiyet ve sınai hakkın ihlal edilmesi durumunda ihtiyati tedbir kararı verilmesi açıkça düzenlenmiştir. Bu doğrultuda, Birleşik Krallık hariç diğer AB ülkelerinde, Türkiye’ye oran ile çok daha kolay, neredeyse otomatik ihtiyati tedbir kararı veriliyor. Ancak ihtiyati tedbir talebinin haksız rekabet hükümlerine dayanması durumunda, ihtiyati tedbirin bu kadar çabuk ve yüksek oranda olumlu çıkmayacağını söyleyebiliriz.

Özetle, nereden bakarsak bakalım, bu davanın Adidas markasına çok büyük zarar veren bir dava olduğu aşikardır. Adidas, logosu üzerinde marka hakkının getirmiş olduğu avantajları (hızlı ihtiyati tedbir gibi) kaybetti diyebiliriz. Ancak bu dava Adidas’ın logosunu korumayacağı anlamına gelmemektedir. Sadece korumak için daha agresif ve çetrefilli dava politikaları yürütmeye ihtiyaç duyacaktır.

İmge GÖREN

Temmuz 2019

imgegoren@gmail.com

Goethe’nin Kemiklerini Sızlatmak mı Sızlatmamak mı? “Fack Ju Göhte” Markası Hakkında Adalet Divanı Hukuk Sözcüsü Görüşü


Düşünmek kolaydır, yapmak zordur ve dünyada en zor olan şey de birisinin düşündüklerini fiiliyata geçirmesidir.Johann Wolfgang von Goethe


Büyük Alman edebiyatçı Johann Wolfgang von Goethe (1710-1782), Faust ve Genç Werther’in Acıları başta olmak üzere birçok eseriyle ülkemizde de bilinmektedir.

Yönetmeni ve ana karakteri (Bora Dağtekin – Zeki Müller) Türk kökenli Alman vatandaşları olan “Fack Ju Göhte” isimli Alman yapımı bir sinema filmi 2013 yılında gösterime girmiş ve Almanya’da büyük gişe başarısı elde etmiştir.

“Fack Ju Göhte” ifadesinin Alman toplumunda yol açtığı doğrudan çağrışımın “Fuck You Goethe” ibaresi olduğu iddia edilmektedir. “Fuck You Goethe” ifadesini Türkçe’ye çevirmeye ihtiyaç duymuyorum, tüm okuyucularımız ifadenin Türkçe karşılığını zaten biliyordur.

Filmin gişe başarısının ardından yapımcı “CONSTANTIN FILM PRODUKTION GMBH” 2015 yılında, “Fack Ju Göhte” kelime markasının tescil edilmesi talebiyle EUIPO’ya başvuruda bulunur. Başvurunun kapsamında çeşitli sınıflara dahil çok sayıda mal ve hizmet bulunmaktadır (örneğin; parfümler, yazılımlar, kırtasiye ürünleri, giyim eşyaları, gıda, telekomünikasyon hizmetleri, film yapımcılığı, spor ve kültür hizmetleri, vd).

EUIPO, başvuruyu Birlik Marka Tüzüğü madde 5(1)(f) uyarınca “kamu düzenine ve genel ahlaka aykırılık” gerekçesiyle reddeder. EUIPO’ya göre; “Fack ju” ibaresi Almanca’da, “Fuck you” ifadesi için argoda kullanılan karşılıktır, “Göhte” ibaresi ise, diğer nedenlere ilaveten 2013 yapımı hit “Fack ju Göhte” filmi nedeniyle, edebiyatçı Johann Wolfgang von Goethe’yi işaret etmektedir. “Fuck you”nun karşılığı olarak algılanacak “Fack ju” ibaresi ise, başka birisinden hoşlanılmadığını anlatan edebe aykırı bir ifadedir.

Başvuru sahibi ret kararına karşı itiraz eder. EUIPO Temyiz Kurulu, ret kararını yerinde bulur ve itirazı reddeder. Temyiz Kurulu’na göre, ret kararında yer verilen tespitlerin doğru olmasının yanısıra, başvuruda yer alan “Göhte” ibaresinin “fack ju” ibaresiyle birlikte kullanımı, dünyaca saygın Johann Wolfgang von Goethe’ye ölümünün ardından aşağılayıcı ve edebe aykırı biçimde hakaret içermektedir. Bu husus da genel ahlaka aykırılık içermektedir.

Başvuru sahibi “CONSTANTIN FILM PRODUKTION GMBH”, Temyiz Kurulu kararına karşı dava açar. Adalet Divanı Genel Mahkemesi 24 Ocak 2018 tarihli T-69/17 sayılı kararı ile Temyiz Kurulu kararını yerinde bulur ve davayı reddeder. Karar metninin http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=702905396D6CB9D527B7FF9BB1DB2E99?text=&docid=198722&pageIndex=0&doclang=DE&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=343653 bağlantısından görülmesi mümkündür.

“CONSTANTIN FILM PRODUKTION GMBH” bu noktada pes etmez ve davayı Adalet Divanı’na taşır.

Adalet Divanı dava hakkında henüz karar vermemiş olsa da, Adalet Divanı Hukuk Sözcüsü Michal Bobek dava hakkındaki görüşünü dün yani 02/07/2019 tarihinde açıklamıştır. Adalet Divanı internet sitesinde görüşe ilişkin olarak yayımlanan basın bildirisi https://curia.europa.eu/jcms/upload/docs/application/pdf/2019-07/cp190086en.pdf bağlantısından görülebilir.

Yazıya basın bildirisindeki ifadelere yer vererek devam ediyoruz:

Hukuk Sözcüsüne göre, Adalet Divanı, Genel Mahkemenin kararını bozmalı ve EUIPO Temyiz Kurulu kararını iptal etmelidir. Markaların amacı tüketicilerin malların ve hizmetlerin kaynaklarını ayırt etmesini garanti altına almaktır. Markaların birincil amacı ifade özgürlüğünü korumak olmasa da, ifade özgürlüğü açık biçimde markalar alanında da yer bulmalıdır. Buna ilaveten, EUIPO’nun birincil amacı, kamu düzenini ve genel ahlakı korumak olmasa da, EUIPO’nun bunların korunmasında rolü bulunmaktadır.

“Kamu düzeni” ve “Ahlakın kabul edilen ilkeleri” kavramları arasında kesişim bulunmaktadır, ancak Hukuk Sözcüsü bunları birbirinden ayırmakta ve değerlendirilmelerinde farklı unsurların dikkate alınması gerektiğini öne sürmektedir. EUIPO, eğer “ahlakın kabul edilen ilkeleri” gerekçesine dayanmak istiyorsa, inceleme konusu işaretin neden bu ilkelere karşı olduğunu ortaya koymalıdır. Daha da önemlisi, bu değerlendirmenin özel bir sosyal bağlamda ortaya konulması gereklidir. Belirlenmiş bir zaman ve toplumdaki genel ahlak ilkelerine ilişkin olarak yapılması gereken EUIPO değerlendirmesini teyit eden veya bu değerlendirmeyi şüpheli hale getiren fiili kanıtlar, incelemede EUIPO tarafından göz ardı edilemez. Bir diğer deyişle, bu değerlendirme sosyal algı ve bağlam dışarıda bırakılarak, yalnızca kelime işareti çerçevesinde gerçekleştirilemez. İncelenen davadaki EUIPO değerlendirmesi bu standartları karşılamamaktadır.

Hukuk Sözcüsüne görüşünün devamında, başvuru sahibi (davacı) “CONSTANTIN FILM PRODUKTION GMBH” tarafından öne sürülen “Fack Ju Göhte” filminin başarısı, filmin ismine yönelik olarak tartışma olmaması, film için usulüne uygun biçimde izin alınması ve genç izleyicilere gösterilmesi, filmin Goethe Enstitüsü’nün öğrenim programına dahil edilmesi gibi faktörlerin, EUIPO ve Genel Mahkeme tarafından yapılan değerlendirmede ne şekilde ele alındığını tartışmıştır. Sayılan faktörlerin hiçbirisi Marka Tüzüğü çerçevesinde yapılan inceleme için sonuca götürücü olmasa da, kamunun ilgili kesiminin ahlaka yönelik algısı hakkında güçlü delil teşkil etmektedir. Bunun ötesinde, EUIPO ve Genel Mahkeme inceleme konusu markanın genel ahlaka aykırılığı hakkında daha ikna edici argümanlar sunabilecekken, bu tip argümanlara kararlarda rastlanılmamıştır.

Hukuk Sözcüsü son olarak, EUIPO Temyiz Kurulu’nun genel ahlaka aykırı bulmadığı bir diğer film ismine ilişkin önceki bir kararına referansta bulunarak (Die Wanderhure (Gezinen Fahişe)), EUIPO’nun önceki kararlarına kıyasla ortaya çıkan yaklaşım değişikliğini kararında açıklayamadığını belirtmiştir.

Netice olarak Adalet Divanı Hukuk Sözcüsü Michal Bobek, “Fack Ju Göhte” başvurusunun genel ahlaka aykırılık nedeniyle reddedilmesi yönündeki EUIPO Temyiz Kurulu kararının iptal edilmesi ve bu kararı onayan Genel Mahkeme kararının bozulması gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.

Adalet Divanının bu görüşe uyup uymayacağını şimdilik bilmiyoruz ve kararı takip edeceğiz. Adalet Divanı genellikle Hukuk Sözcüsü görüşlerine uyduğundan, kararın yukarıda yer verdiğimiz görüş doğrultusunda çıkması sürpriz olmayacaktır.

A.B.D. Yüksek Mahkemesi’nin çok benzer bir konuda geçen ay (Haziran 2019) verdiği “FUCT” kararını yazmak içinse enerji toplamaya gayret ediyoruz. Görünen o ki, kime ve neye göre belirlendiği aslında çok da belli olmayan genel ahlak ilkeleri marka camiasını şu günlerde bir hayli meşgul ediyor ve etmeye devam edecek. (Günlük hayatımız bakımından da durum aynı değil mi?)

Goethe’yi de andığımız yazıyı elbette ki, “Işık, daha çok ışık” diyerek bitireceğiz.

Kararları takipteyiz!

Önder Erol ÜNSAL

Temmuz 2019

unsalonderol@gmail.com

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun “Devrim” Kararı Devrimci Bir Karar mı?

Devrim sözcüğünün anlamı Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik; İhtilal; İnkılap” olarak aktarılmaktadır. Sözcük siyasal hayattaki anlamıyla siyasi yelpazenin sol yanınca yüceltilmekte, sağ yanı tarafından ise kelimeye genellikle mesafeli yaklaşılmaktadır.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından uzun yıllar boyunca devrim kelimesi günlük hayattan neredeyse silinmiş, sakıncalı ve kamusal alanda yasaklı kelimeler arasında yerini almıştır. 20 Mart 1968’den bu yana “Türk Devrim Tarihi” olarak okutulan ders, 12 Eylül darbesinin ardından “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” adını almıştır (bkz. http://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/ai/uploaded_files/file/fevzi/ataturk_ilkeleri_inkilap_tarihi_mevzuat.pdf). 1985 yılında TRT tarafından kullanımı yasaklanan sözcükler arasında “Devrim” kelimesi de bulunmaktadır (bkz. http://www.butundunya.com/index.php?arsiv=2007/01, s.12-15 Orhan Velidedeoğlu – Yasaklanan Sözcükler).

Türk siyasal hayatının bir diğer askeri darbesi olan 27 Mayıs 1960 döneminde ise “Devrim” kelimesi, 12 Eylül’ün tam aksine kutsanan bir sözcüktür. Öyle ki, darbenin hemen ardından 1961 yılında üretilen ilk yerli otomobile “Devrim” adı verilmiştir. Başına gelen talihsizlikler sonucunda Devrim markalı otomobiller seri üretime geçememiştir. Bununla birlikte, otomobillerin öyküsü kulaktan kulağa aktarılmış, 2008 yılında gösterime giren “Devrim Arabaları” filmi ile “Devrim” markalı otomobiller herkes tarafından bilinir hale gelmiştir. Günümüzde Eskişehir’de “Devrim Arabaları Müzesi” bulunmaktadır ve otomobillerin detaylı öyküsünün, fotoğraflarının ve dönemin gazete haberlerinin http://www.devrimarabasi.com/index.html internet sitesinden görülmesi mümkündür.


“Devrim” otomobilleri 2019 yılında marka alanında verilmiş bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ile IPR Gezgini radarına takılmıştır. Kararı bana ileten Osman Umut Karaca‘ya teşekkür ederek, kanaatimce bir hayli tartışmalı sonuçlara yol açan kararı sizlerle paylaşıyorum.


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14 Şubat 2019 tarihli 2017/118 E., 2019/146 K. sayılı kararının önemli bölümlerinin ekran görüntülerini aşağıda yer almaktadır:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önündeki husus bir marka hükümsüzlüğü davasıyla ilgilidir. Türk Patent ve Marka Kurumu, “Devrim” markasını 12. sınıfa dahil mallar, yani kısaca otomobiller dahil olmak üzere taşıtlar ve bunların parçaları bakımından tescil etmiştir.

Tescilli markanın hükümsüzlüğü talebiyle dava açılmıştır. Hükümsüzlük talebinin gerekçesi 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK’nin 7/1-h bendidir, yani markanın “kamuyu ilgilendiren, tarihi ve kültürel değerler bakımından halka mal olmuş” işaretler arasında bulunduğu öne sürülerek markanın hükümsüzlüğü istenmektedir. (Aynı hüküm 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 5/1-ğ bendinde muhafaza edilmiştir.)

Yerel mahkeme hükümsüzlük talebini reddeder, ihtilaf Yargıtay’a taşınır ve Yargıtay hükümsüzlük talebini haklı bularak markanın hükümsüz kılınması gerektiğini belirtir. Yerel mahkeme direnme kararı verir ve ihtilaf Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na taşınır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yukarıdaki ekran görüntülerinden anlaşılacağı üzere hükümsüzlük kararının yerinde olduğunu tespit ederek, direnme kararının bozulması gerektiğine karar verir.

Hukuk Genel Kurulu kararında; Devrim otomobillerinin öyküsüne kısaca yer verilmekte, otomobil hakkında çekilen filmden, müzeden, ilk “Türk Yapımı” otomobil olma sıfatından bahsedilerek, Devrim otomobillerinin Türkiye Cumhuriyeti sanayi tarihinin bir parçası olması, bu hususun tüm halk tarafından benimsenmesi nedenleriyle, “Devrim” kelimesinin 12. sınıfa dahil tüm mallar (kısaca otomobiller dahil olmak üzere taşıtlar ve bunların parçaları) bakımından kamuyu ilgilendiren, tarihi ve kültürel değerler bakımından halka mal olmuş işaretler arasında bulunduğu, hiç kimsenin tekeline verilemeyeceği ifade edilmiştir.


Kararı bu haliyle, gözlerimiz dolarak, filmi hatırlayarak ve Devrim otomobillerinin hüzünlü hikayesini düşünerek okumamız mümkündür. Ancak, marka tescil sistemini ve kanunun uygulamasını esas alan gerçekçi bir okuma aşağıdaki soruları karşımıza çıkaracaktır:

1- Devrim otomobilleri ilk yerli otomobil olsa da, Devrim kelimesi burada otomobillerin markası olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla, Devrim kelimesi projeyi hayata geçirenlerce marka olarak seçilmiştir.   

2- Devrim ibaresi kelime anlamı itibarıyla tarihi veya kültürel bir değer değildir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da kararı kelimenin anlamı üzerine değil, bir Devrim markalı otomobillerin tarihçesi ve öyküsü üzerine kurmuştur.

3- Bir ürünün o alandaki ilk Türk malı ürün olması, ona otomatik veya dolaylı olarak kamuya mal olmuş, tarihi ve kültürel bir olma sıfatını kazandırmakta mıdır? Eğer öyleyse, ilk Türk deterjanının markası, ilk Türk çayının markası, ilk Türk helikopterinin markası ve diğer benzer işaretler de tarihi ve kültürel bir değer olarak kabul edilerek, hiç kimsenin tekeline verilemeyecek işaretler arasında mı kabul edilecektir?

4- Bir markanın hüzünlü bir öyküye sahip olması ve bu öykünün filminin yapılması veya müzesinin açılması (müzesi olan veya hikayesi belgesel veya sinema filmi haline getirilen çok sayıda marka vardır), o markayı kamuya mal olmuş bir işaret haline mi getirmektedir? İlerleyen günlerde hükümsüzlük davası açan kişinin, yani Devrim markalı otomobilleri 1961 yılında üreten tarafın markayı kendi adına tescil ettirmek istemesi halinde durum ne olmalıdır?

5- Tarihi veya kültürel açılardan kamuya mal olduğu, hiç kimsenin tekeline verilemeyeceği kabul edilen bir işaretin, kamuya mal olma kısmının belirli mal veya hizmetlerle sınırlandırılması doğru mudur? İncelenen vakada, Devrim kelimesinin yalnızca 12. sınıfa dahil mallar bakımından tarihi ve kültürel bir değer olduğu, kamuya mal olduğu tespit edilmiştir. Böyle bir halde “kamuya kısmen mal olma” şeklinde enteresan bir kategori ortaya çıkmaktadır ve kamuya belirli mal ve hizmetler bakımından mal olduğu kabul edilen işaretin, başka mal ve hizmetler bakımından kamuya mal olmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu durumda, “Devrim” kelimesi 12. sınıfta yer alan “taşıtlar ve parçaları” bakımından kamuya mal olmuştur, ancak 11. sınıfta yer alan “otomobil farları”, 42. sınıfta yer alan “otomobil tasarımı hizmetleri”, 9. sınıfta yer alan “otomobiller için yazılımlar”, 37. sınıfta yer alan “otomobil bakımı, tamiri hizmetleri” bakımından kamuya mal olmadığının kabul edilmesi gereklidir.

Bu bağlamda, belirli mal ve hizmetler bakımından tarihi ve kültürel bir değer olma ve kamuya mal olma şeklindeki  değerlendirme yerinde ve uygulanabilir içerikte midir?


Kişisel kanaatimiz, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, “Devrim” kelimesini tarihi ve kültürel değerler bakımından halka mal olmuş bir işaret olarak kabul etmesinin ve kararın üzerine kurulu olduğu gerekçelerin tatmin edici olmadığı yönündedir. Elbette ki, “Türk Devrimi”, “Atatürk Devrimleri”, “Fransız Devrimi” gibi Türk toplumuna veya dünya halklarına mal olmuş değerler bakımından anılan mutlak ret nedeninin ortaya çıktığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Ancak, kanaatimizce 1961 yılında marka olarak seçilen “Devrim” kelimesinin, ilk Türk malı otomobilin markası olması, filminin çekilmesi veya müzesinin açılması gibi gerekçeler, kanaatimizce münhasıran “Devrim” sözcüğüne tarihi veya kültürel değerler bakımından halka mal olma gibi bir ayrıcalık bahşetmeyecektir. Buna ilaveten, tarihi ve kültürel değerler bakımından halka mal olma yönündeki değerlendirmenin belirli mal ve hizmetler için yapılabilmesi yönündeki yaklaşım da kanaatimizce tartışmaya oldukça açıktır.

12 Mart 1971’den başlayarak, 12 Eylül 1980’den sonra da yoğunlaşarak neredeyse yasaklı hale gelen “Devrim” kelimesinin, farklı bir bağlamda da olsa, tarihi ve kültürel değerler bakımından Türk toplumuna mal olmuş bir sözcük olarak kabul edilmesi ise kaderin bir cilvesi olarak yorumlanabilir.

Okuyucularımızın karar hakkındaki yorumlarını duymaktan mutlu olacağız.

Önder Erol ÜNSAL

Temmuz 2019

unsalonderol@gmail.com        

Yedi Ölümcül Günah – Marka İtiraz Dilekçelerinde Karşılaşılan Sorunlar Üzerine Bir Deneme

Yedi Ölümcül Günah terimini sinemaseverler Se7en filminden (David Fincher, 1995), edebiyatseverler ise Dante’nin İlahi Komedyası’ndan (Dante Alighieri, Divina Commedia, 1320) hatırlayacaktır.

Esasen Hıristiyan Katolik inancında yer bulan Yedi Ölümcül Günah; kibir, açgözlülük, şehvet, öfke, kıskançlık, tembellik ve oburluktur. Bunlar insanın doğasında bulunan temel zaaflardır ve bütün suç ve günahların bu ana zaaflardan kaynaklandığı düşünülmektedir.

Se7en filminde, ismi bilinmediğinden John Doe olarak anılan ve Kevin Spacey tarafından canlandırılan dini fanatik, cinayetleri yedi ölümcül günah teması üzerinden işlemektedir. Filmin sonunda, kendisini öfke günahına yenik düşen Dedektif Mills (Brad Pitt)‘e öldürterek yedi günahı esas alan ölüm zincirini tamamlar. Film 25 yıl önce çekildiğinden spoiler vermekten çekinmedim, henüz izlemeyenler varsa bu modern klasiği mutlaka izlesin.

Dante’nin İlahi Komedyası’nın Cehennem bölümünü okumayanlar bence çok şey kaybetmiştir.

Dante’nin 9 çemberden oluşan, aşağıya doğru daralan bir yapı olarak tasvir ettiği Cehennem’in alt çemberleri daha ağır günahlar içindir ve alt katlarda cezaların ağırlığı da artmaktadır. Bu katmanlardan bir kısmı yedi ölümcül günaha göre sınıflandırılmıştır. Örneğin ikinci çember şehvet, üçüncü çember oburluk, beşinci çember öfke günahına kapılanlar içindir. Dante, Cehennem’deki yolculuğunda tarihteki birçok ünlü kişiyle karşılaşır ve bu kişilerin (günahkarların) çektikleri acılara tanıklık eder. İlahi Komedya’yı okuyun demeyeceğim, çünkü böylesine bir temel eseri tavsiye etmek hadsizlik olur.

Yedi ölümcül günahı temel alan çok sayıda başka kitap, şarkı, film, sanat eseri bulunmaktadır. Onlardan esinlenerek bu yazıda yedi ölümcül günahı marka itiraz dilekçelerine uyarlama denemesinde bulunacağız ve kendi meslek – ilgi alanımıza ilişkin deneyimlerimizi yedi ölümcül günah ekseninde aktarmaya gayret edeceğiz.

Yanlış anlaşılmasın marka itiraz dilekçelerinde yapılan temel yanlışların ve sıklıkla gözlemlenen sorunların karşılığı elbette Cehennem’de yanmak veya başka cezalar çekmek değildir. Karşılaşılacak ana sonuç öne sürdüğünüz iddiaların ve itirazlarınızın daha yüksek oranda reddedilmesidir. Gerçi bu da profesyoneller için mesleki anlamda Cehennem’i işaret ediyor sanırım. O nedenle ücretsiz endüljans (Orta Çağ’da ölümden sonra Cennet’e gidilebilmesi için kilisenin sattığı af belgesi) dağıttığımız bu yazıyı dikkatle okumanızı öneririz.

İşte marka itiraz dilekçelerinde sakınılması gereken yedi ölümcül günah ve açıklamaları:


1- OBURLUK (GLUTTONY):

İtiraz dilekçenizde oburca davranmayın ve mevzuatta sıralanan her gerekçeye itiraz dilekçesinde yer vermek için kendinizi zorlamayın. Mümkünse güçlü argümanlarınızı kullanarak kendinden emin ve ayakları yere basan kişi izlenimi verin.

Güçlü itiraz gerekçesinin kullanılması ve itiraz dilekçesinde güçlü gerekçeye konsantre olunması itirazın başarı şansını artıracaktır.

Mevcut itiraz dilekçelerinin çoğunluğunda karıştırılma ihtimali, tanınmışlık, kötü niyet, eskiye dayalı kullanım ve diğer itiraz gerekçelerine bir arada yer verilmektedir.

Ana itiraz gerekçesi karıştırılma ihtimali olsa da, diğer gerekçeler bu hususları ispatlayacak yeterli veya hiçbir belge bulunmasa da öylesine sıralanmaktadır.

Kötü niyet ve tanınmışlık argümanlarına her itirazda yer verilmesi, bu argümanları sıradanlaştırmaktadır.


2- TEMBELLİK (SLOTH):

Müvekkilin haklarını en iyi şekilde savunmak, müvekkilin tüm portfoyünü kopyala yapıştır yöntemi ile itiraz formuna geçirme tembelliği anlamına gelmemektedir. Vekilin yapması gereken portfoyü incelemek, üzerinde çalışmak ve başarı şansı daha yüksek itiraz gerekçesi markaları seçmektir.

Karıştırılma olasılığı iddiası öne sürülürken itiraz sahibinin onlarca markasına birbirinin peşisıra karmaşa içerisinde yer verilmesindense, başvuruyla daha benzer olanların öne sürülmesi veya bunların öncelikli olarak itiraz dilekçesinde yer alması isabetli olacaktır.

Başvuruyla hangilerinin daha benzer oldukları veya hangilerinin aynı veya benzer mal veya hizmetleri içerdikleri irdelenmeksizin, itiraz dilekçesinde onlarca, bazı durumlarda yüzlerce itiraz gerekçesi markanın sıralanması haliyle incelemede sıklıkla karşılaşılmaktadır.

İtiraz gerekçesi markaların başvuruyla benzerlik derecesi değerlendirilmeden, itiraz dilekçesinde kargaşa içerisinde yüzlerce markanın sıralanması incelemeyi zorlaştırdığı gibi, daha benzer olan itiraz gerekçesi markaların gözden kaçırılması riskini ortaya çıkartmaktadır.

Benzer durum, başvurunun kapsadığı mal ve hizmetlerle, aynı veya benzer mal ve hizmetlerin kapsanması hususunun göz ardı edildiği itirazlar için de geçerlidir.

Aynı veya benzer mal veya hizmetleri içeren ve başvuruyla daha benzer olan itiraz gerekçesi markalara, itiraz formunun ilgili kısmında en başta yer verilmesi gerekli ve elzemdir. Bu yöndeki filtrelemenin sadece Kuruma bırakılması, itiraz sahiplerinin haklarının gereğince savunulmaması ve itirazın gereği gibi yapılmamasıyla eş anlamlıdır.

Dolayısıyla, onlarca itiraz gerekçesi markanın öne sürülmesi yerine, başvuruyla daha benzer olan ve mal ve hizmet kapsamı en yakın olan markalara itiraz gerekçesi olarak yer verilmesi veya bunların filtrelenerek itiraz formunda başa yazılması isabetli olacaktır.  

Buna ilaveten, aynı (veya çok benzer) markanın aynı mal veya aynı tür mallar için, tescil tarihleri itibarıyla birisi kullanım talebine konu olabilecek, diğeri kullanım talebine konu olmayacak iki ayrı tesciline sahip olmanız halinde, bunlardan kullanımın ispatına konu olamayacak olanını itiraz gerekçesi olarak seçmeniz, size itirazın incelenmesi bakımından süre ve prosedürler anlamında avantaj sağlayacaktır. Aynı avantajlar ve süre – prosedür kazancı Kurum açısından da geçerlidir.

Son olarak; malların ve hizmetlerin aynı veya aynı tür olmadığı hallerde, malların ve hizmetlerin benzerliği sadece iddia edilmekle yetinilmemeli; bundan önemlisi ortaya konulmalıdır. Malların ve hizmetlerin benzerliği ispatlanırken bu hususu gösterir argümanlar öne sürülebilir ve bu tespiti içeren önceki Kurum, Mahkeme, yabancı ofis kararları itirazı desteklemek amacıyla sunulabilir.


3- ŞEHVET (LUST):

Şehvet günahı kelimenin cinsel anlamıyla tanımlanmış bir günah olsa da, biz şehveti bu yazıda aşırı ve kontrolsüz istek anlamında kullanacağız.

Bazı itiraz dilekçelerinde gerekçelerin kontrolsüz biçimde sıralandığı ve başarı motivasyonuyla kimi zaman tutkunun esiri olunduğu gözlemlenmektedir. Bu durum, özellikle tanınmışlık ve kötü niyet argümanlarında karşımıza çıkmaktadır ve Türkiye’de kimin tanıdığı belirsiz olan markalar, itiraz dilekçelerinde tutkulu biçimde tanınmış markalar olarak lanse edilmektedir. İlaveten aleyhine itiraz edilen kişiler de her durumda kötü niyetli kişiler olarak tanımlanmaktadır.

Tanınmışlık gerekçesi öne sürülmüş ise itiraz gerekçesi markanın Türkiye’deki tanınmışlığı ispatlanmalıdır.

İtiraz gerekçesi markanın yurtdışındaki kullanım ve tescillerine ilişkin yüzlerce sayfalık doküman sunulması markanın Türkiye’deki tanınmışlığına delil teşkil etmeyecektir. Öncelikli olarak Türkiye’deki kullanım ve tanınmışlık hususlarına odaklanılması yerinde olacaktır.

Ayrıca, itiraz ekinde yabancı dillerde sunulan dokümanlardan sonuca etkili olacağı düşünülenlerin, itiraz sahibince tercümesinin yaptırılarak itiraza eklenmesi yerinde olacaktır. Kurulun yabancı dildeki yüzlerce sayfa doküman içerisinden önemli olanları seçip, Türkçe’ye çevirerek inceleme yapması beklenemez.

Son olarak, başvuru ile itiraz gerekçesi marka arasında benzerlik bulunması veya bu yöndeki iddia tek başına kötü niyetli başvuru argümanını ispatlamayacaktır. Kötü niyetli başvuru iddiasının ispatlanması için ek delil ve somut hallere ihtiyaç vardır (bkz. Marka İnceleme Kılavuzu). Dolayısıyla, bu tip durumlarda kötü niyetli başvuru iddiası, itiraz dilekçesi kuvvetlendirmekten çok sıradanlaştırmaktadır.


4- AÇGÖZLÜLÜK (AVARICE):

Başvuru aşamasında açgözlü davranarak, ilgili sınıftaki tüm mal veya hizmetlerin tescilini talep etmek, incelemenin sonraki aşamalarında sorunlara yol açtığı gibi, marka sicilini kullanılmayan ve kullanılmayacak mal ve hizmetlerle dolu bir depoya çevirmektedir. Bu durumun yansımaları itiraz incelemesinde de görülmektedir.

Başvurunun mal ve hizmet listesinin, ilgili sınıftaki tüm mal ve hizmetler için yapılması yerine, başvuru sahibinin fiili ve potansiyel faaliyet alanlarıyla sınırlı tutulması, sizlere incelemenin her aşamasında fayda sağlayacaktır. Örneğin; 9. sınıfta bilgisayar yazılımları üreten müvekkil için yapılacak başvuruda, sadece o sınıfta yer aldığı için gözlüklerin tescilinin talep edildiği bir halde, yazılımlarla ilgili olmayan ve başvurunun o haline itiraz etmeyecek bir üçüncü kişi, sadece gözlükler nedeniyle başvurunuza itiraz edebilecektir. Bunun sonucu da en iyi ihtimalle tescil sürenizin uzaması, kötü ihtimalle de başvurunun reddedilmesi veya ileride olası hükümsüzlük davaları olacaktır.

35. sınıftaki satışa sunum hizmetlerinin tescilinin, 34 sınıftaki tüm mallar için neden talep edildiğinin mantıklı biçimde açıklanabildiği şu ana dek görülmemiş olsa da, fiiliyatta bu tip başvurular azımsanamayacak derecede fazladır.

Bu tip başvurular sağlıklı incelemeyi gerçek anlamda sekteye uğratmaktadır. Sistemin tüm aktörleri bakımından faydasızdır, zaman kaybına ve gereksiz işlem hacmine yol açar mahiyettedir.

Buna ilaveten, itiraz ederken de kimi hallerde mütevazi davranmak tercih edilebilir. Müvekkiliniz için önemli olan, başvuru kapsamındaki mal ve hizmetlerden sadece bir kısmının tescil edilmemesi ise, başvurunun tümüne itiraz etmek yerine kısmi itiraz yolunu tercih edebilirsiniz. Kısmi itiraz yoluyla, reddedilmesi istenen mal ve hizmetler bakımından argümanlarınızı daha sağlam gerekçelere oturtmanız mümkün olacaktır ve Kurum incelemesi de daha somut argümanlar üzerinden yapılacaktır.


5- ÖFKE (ANGER):

Se7en filminin dramatik sonunda, Dedektif Mills hamile karısını öldüren John Doe’ya karşı öfkesine hakim olamaz ve bilge dedektif Somerset’in tüm çabalarına karşın John Doe’yu öldürür. Bunun sonucunda John Doe zinciri tamamlar ve hayatını kaybetse de kazanan taraf olur. Yani öfke, kendinizi haklı hissetseniz ve eliniz güçlü olsa da, size çok pahalıya patlayabilir.

Dolayısıyla, dilekçenizi yazarken öfkeye kapılmayın, klavyenize hakim ve son derece sakin olun.

Özellikle kötü niyet iddiasını öne sürerken karşı tarafa ve nadiren rastlansa da Kuruma, uzmanlarına, mahkemelere, bilirkişilere karşı saldırgan bir üslubu tercih etmeyin, kimseye karşı tehditkar ifadeler kullanmayın. Dünya sizin markanız üzerine kurulu olmadığı gibi, saldırgan ifadeler, negatif reaksiyon da doğurabilecektir.


6- KISKANÇLIK (ENVY):

Kıskançlık günahı başka bir vekile ait itiraz dilekçesinde kullanılan formatı, ifadeleri, örnekleri birebir kopyalama fiili olarak itiraz dilekçelerinde karşımıza çıkmaktadır.

Fikri mülkiyet alanında faaliyet gösteren kişilerin intihale, içerik hırsızlığına yönelimi için, kıskançlık hafif bir tanımlama olarak kalıyor bizce. Bir gün bakarsınız aleyhinize bir intihal davası açılır, başınıza beklemediğiniz dertler çıkar. Bizce bu çeşit kıskançlıktan uzak durun, okuyarak ve çalışarak kendi özgün metin ve formatlarınızı oluşturmayı tercih edin.

Unutmadan: IPR Gezgini’nden yaptığınız alıntılar için kaynak gösterirseniz biz de seviniriz!


7- KİBİR (PRIDE):

Kibir, muhtemelen hepimizde biraz da olsun mevcuttur. Buna karşın ölçüsüz kibir, kendine aşırı güvenle birleştiğinde uzlaşma ihtimali ve başkasına el uzatma fikri ortadan kalkabilir.

Marka itirazlarının birçoğu yurtdışında sulh yoluyla çözümlenmektedir. Bunun yöntemi de tarafların yaptıkları anlaşma uyarınca mal ve hizmet listelerinde kısmi feragat yolunu tercih etmeleri, markanın devredilmesi, muvafakatname verilmesi veya itirazın geri çekilmesidir. Bu olasılıkları göz ardı etmemenizi öneririz. Bununla birlikte özellikle muvafakatnamede dikkat etmeniz gereken bazı hususlar var.

Muvafakatname istisnası sadece 5/1-(ç) bendine ilişkindir.

6ncı madde kapsamında verilen ret kararlarında, eğer başvuru sahibi ile yayıma itiraz sahibi anlaştıysa, yayıma itirazın geri çekilmesi yolu tercih edilmelidir. Yayıma itirazın, itiraz sahibince geri çekilmesi halinde, Kurul ret kararının dayanağı ortadan kalktığından, başvuru hakkındaki ret kararını kaldırmaktadır.

Bununla birlikte, dilekçede ret gerekçesi markanın sahibi ile anlaşma görüşmeleri, muvafakatname verileceği veya ret gerekçesi markanın devri gibi iddialar varsa, bunlarla ilgili gelişmelerden Kurumun bilgilendirilmesi gerekmektedir.

Muvafakatnamede noter onayı, apostil ve diğer şartlar eksiksiz biçimde yerine getirilmeli ve form düzgün biçimde sunulmalıdır.

Yayıma itirazlarda tarafların uzlaşması olasılığı mevcuttur. Bu olasılık, başvuru sahibinin gerçek kullanım niyetinin bulunmadığı, başvurusu öylesine yapılmış mal ve hizmetler bakımından özellikle güçlüdür. Mal / hizmet listesindeki yapılacak karşılıklı veya kısmi feragatlar sonucu ihtilaflar sulh yoluyla çözülebilir. Bu ihtimal göz ardı edilmemeli ve gerektiğinde sulh yolu kullanılmalıdır.

Son olarak kibirin yansıması olan aşırı özgüven sizi sakın ola ki yanlış yönlendirmesin; yayıma itiraz sonucu verilen kararlara karşı yapılan itirazların incelemesinde Kurul, itiraz sahibince sunulan gerekçelerle bağlıdır. Kurul sizin sunmadığınız ve öne sürmediğiniz gerekçeleri incelemeyecektir. Bu nedenle itiraz gerekçesi markaların ve diğer itiraz gerekçelerinin dikkatle seçilmesi ve itiraz dilekçesinde açık biçimde ifade edilmesi gereklidir.


Yedi Ölümcül Günahı, marka itiraz dilekçelerine uyarladığımız yazının sonuna geldik. Sorunlar ve beklentiler hakkında bir fikir verdiğimizi umuyoruz. Dilerseniz endüljans olarak kabul edebilirsiniz.

Önder Erol ÜNSAL

Mayıs 2019

unsalonderol@gmail.com

Kamu Kurumlarını Çağrıştıran Kelimeler Marka Olarak Tescil Edilebilir mi? USPTO Temyiz Kurulu TSA-KIT Kararı

Türkiye’de her geçen yıl artmakta olan marka tescil başvuruları, karar verilmesi güç, yeni karşılaşılan tipte başvuruları da yanında getirmektedir. Bununla birlikte, bu yazının ses, koku, pozisyon, hologram gibi geleneksel olmayan marka türlerine ilişkin olmadığını en başta ifade etmek yerinde olacaktır. Son yıllarda karşılaşılan başvuru tiplerinden birisi, genel anlamda kamu organlarına, kamusal simgelere, kamunun düzenleyici kurumlarının kullandığı standardizasyon kavramlarına, devletin önemli projelerine referanslar içeren, buna karşın kamunun organları tarafından yapılmayan başvurulardır. Bu noktada kamuyla kast ettiğimizin sadece devlet veya onun organları olmadığını, kamu yararına faaliyet gösteren ve genellikle kar amacı gütmeyen kuruluşları da kapsadığını belirtmek yerinde olacaktır.

Anılan tipteki başvuruların temel amacı, kanaatimize göre, kamusal faaliyet gösteren kuruluşlarla, başvurunun veya başvuru sahibinin bağlantısının bulunduğu mesajının tüketicilere verilmesi veya kamu tarafından aranan standartların sağlandığı algısının tüketicilerde yaratılması ve bu yollarla ticari rakipler karşısında tercih edilirlik kazanmanın yolunun açılmasıdır.

Belirtilen nitelikteki başvurular için uygulanacak ret gerekçesinin içeriği hakkında tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Uygulanması gereken ret gerekçesi, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 5/1-(f) bendi[1] mi olmalıdır yoksa aynı kanunun 5/1-(ı)[2] bendi mi tercih edilmelidir?

5/1-(f) bendi, açık olarak malın veya hizmetin niteliği, kalitesi, coğrafi kaynağı konusunda yanıltıcılığı işaret ettiğinden ve bu tip başvurularda malın veya hizmetin niteliğinin, kalitesinin, coğrafi kaynağının yanıltıcılığından ziyade, başvuru sahibinin kimliğinden kaynaklanan bir yanıltıcılık hali bulunduğundan, kanaatimizce 5/1-(f) bendi yerinde bir ret gerekçesi olmayacaktır. Bu bağlamda, bize göre, tercih edilmesi gereken ret gerekçesi 5/1-(ı) bendidir, şöyle ki başvuru sahibi kamu otoritesini kullandığı (veya onun verdiği yetkiyle faaliyet gösterdiği) intibaını vererek, tüketicileri yanıltmakta ve bu yolla -geniş anlamda- kamu düzenine aykırı biçimde hareket etmektedir. Bu husus tartışmaya açıktır ve kanaatimizce tartışılması yerinde olacaktır.

Yurtdışında da bu tip başvurularla karşılaşılmaktadır ve bu yazıda bir USPTO Temyiz Kurulu kararı özelinde A.B.D. uygulaması hakkında bilgi vermeye gayret edeceğiz.

Öncelikli olarak, A.B.D. Marka Kanunu’nda yer alan ret gerekçelerinin, Avrupa Birliği ve dolayısıyla ondan esinlenilen Türk mevzuatından farklı olduğu belirtilmelidir.

A.B.D. Marka Kanunu, madde 2(a), “Yaşayan veya ölmüş kişilerle, kurumlarla, inançlarla veya ulusal sembollerle yanlış bir bağlantı kurulmasını sağlayacak işaretlerin” de reddedileceği hükmünü içermektedir. Belirtilen hüküm, kurumlarla yanlış bir bağlantı kurulmasını sağlayacak işaretlerin reddedileceği talimatı bağlamında, yukarıda açıkladığımız husus hakkında oldukça açık bir tabloyu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, değerlendirmenin ne şekilde yapıldığı konusunda aşağıda yer vereceğimiz karar okuyucularımızı daha da aydınlatacaktır.

USPTO Temyiz Kurulu, http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-87215481-EXA-14.pdf bağlantısından görülebilecek, 24 Ocak 2019 tarihli kararı ile madde 2(a) kapsamında verilen bir USPTO kararını onamıştır.

TSA-KIT ibareli bir kelime markasının “Sınıf 21: Boş satılan şişeler” malı için tescil edilmesi amacıyla Elisabeth Stecki DBA Whineware tarafından bir başvuru yapılır. Başvurudaki “kit” kelimesinin Türkçe karşılığı “donanım, malzeme, set” kelimeleridir.

USPTO uzmanı, başvurunun A.B.D. Yurtiçi Güvenlik Bakanlığı Ulaşım Güvenliği İdaresi ile yanlış biçimde bağlantı kurulmasını sağlayacağı gerekçesiyle madde 2(a) çerçevesinde reddeder.  Bu noktada A.B.D. Yurtiçi Güvenlik Bakanlığı’nın Ulaşım Güvenliği İdaresi‘nin İngilizce karşılığının Transportation Security Administration, kısaltmasının ise “TSA” olduğu belirtilmelidir. Bir diğer deyişle uzman “TSA-KIT” ibaresini “TSA sti (donanımı)” olarak tespit ederek başvuruyu reddetmiştir.

Okuyucularımızın zihninde daha açık bir resim oluşturmak amacıyla, Ulaşım Güvenliği İdaresi‘nin, yani TSA‘nın uçaklarda sıvı taşınması ve diğer uçuş güvenliği standartlarını belirleyen idare olduğu öncelikli olarak belirtilmelidir. Bu bağlamda, uzmana göre, TSA-KIT terimi, TSA standartlarına uygun donanım ve malzemeleri işaret etmektedir ve uçuşlardaki en önemli standartlardan birisi de TSA düzenlemelerine uygun şişelerdir (bu şişeler içecek, ilaç, bebek maması, vb. taşımak amaçlı da olabilir). Uzman ve TTAB kararda, üçüncü kişilerin TSA standartlarına uygun ürünleri işaret ettikleri ticari kullanımın varlığını göstermiştir. Aşağıda örnek görseller yer almaktadır:

Dahası başvuru sahibinin kendisi de ürünlerinin önemli özelliklerinden birisinin TSA standartlarına uygunluk olduğunu belirtmektedir:

Yukarıdaki bilgiler Temyiz Kurulu kararının değerlendirme bölümünde yer alsa da, başvurunun ret gerekçesinin okuyucularımızla daha kolaylıkla anlaşılabilmesi bakımından bu bilgilere başlangıçta yer vermeyi tercih ettik.

Temyiz Kurulu değerlendirmesinde ilk olarak, madde 2(a)’nın uygulama alanını ve uygulanacak testi açıklamıştır.

Kurul’a göre, devlet (hükümet) organları, içtihat gereğince madde 2(a)’nin yanlış bağlantı kurulmasını engelleme yasağı kapsamında korunacak kişiler kapsamına girmektedir. Madde 2(a)’nın gerekçesi, madde 2(d)’nin yani karıştırılma olasılığının gerekçesinden farklıdır. Madde 2(a) kapsamında aranan husus, davalının mallarının ticari kaynağının davacı olduğu şeklinde tüketicilerde ortaya çıkacak bir algı değildir; tüketicilerin davalının mallarının davacıyla bağlantılı olduğu yönünde yanlış bir bağlantı kurması gerekmektedir. Karıştırılma olasılığı, kamuyu malların ticari kaynağı konusunda karıştırmadan korumayı amaçlarken, madde 2(a) kapsamında yanlış bağlantı kurulmasını engelleme hükmünün asıl amacı halkı korumak değil, kişilerin veya kurumların şahsiyetlerinin sömürülmesini engellemektir.

Bir terimin madde2(a) kapsamına girip girmediğini değerlendirmek için içtihatta dört aşamalı bir test bulunmaktadır. Bu testin basamakları incelenen vakaya uyarlandığında, yanıtlanması gereken sorular aşağıdaki şekilde ortaya çıkmaktadır:

(1) Başvurusu yapılan marka, başka bir kişi veya kurum tarafından daha önce kullanılan ismin veya kimliğin aynısı veya yakın derecede benzeri midir? İncelenen vakada bu kurum TSA’dır. (2) Başvurusu yapılan marka, münhasıran ve hata olmaksızın TSA’yı işaret eder biçimde mi algılanacaktır? (3) Başvuru kapsamında bulunan mallarla TSA’nın bağlantısı bulunmakta mıdır? (4) Başvuru kapsamındaki mallar bakımından marka kullanıldığında, TSA’nın ününden – bilinirliğinden dolayı, TSA’yla bağlantı kurulabileceği varsayılabilir mi?

Temyiz Kurulu, vakayı belirtilen test kapsamında değerlendirmiştir. Buna göre:

(1) Başvurusu yapılan marka, başka bir kişi veya kurum tarafından daha önce kullanılan ismin veya kimliğin aynısı veya yakın derecede benzeri midir?

TSA, Ulaşım Güvenliği İdaresi (Transportation Security Administration)’ni resmi ve gayriresmi biçimde işaret etmektedir ve bu kuruluş A.B.D. Yurtiçi Güvenlik Bakanlığı’nın bir alt birimidir. TSA, 11 Eylül sonrasında kurulmuştur ve A.B.D.’ye giren ve çıkan yolcuların tamamını incelemektedir.

Kurul’a göre, TSA-KIT ibaresi TSA kısaltmasının yakın derecede benzeridir. Kurumun kısaltması ve devamında KIT ibaresinden oluşan başvuruda, KIT ibaresi malların bir kit (set, donanım) şeklinde satıldığını işaret etmektedir.

(2) Başvurusu yapılan marka, münhasıran ve hata olmaksızın TSA’yı işaret eder biçimde mi algılanacaktır?

Başvuru sahibi TSA-KIT markasının “Boş satılan şişeler” malları için tescil edilmesini talep etmektedir. Yazının önceki bölümlerinde yer verdiğimiz ve kararda daha fazlası da bulunan görseller, başvurunun kapsadığı mallar da dahil olmak üzere, bazı seyahat malzemelerinin üçüncü kişilerce TSA seyahat düzenlemelerine uygun oldukları belirtilerek satıldıklarını göstermektedir.  

Başvuru sahibinin kendi ilanı da dahil olmak üzere, bu kanıtlar, tüketicilerin münhasıran ve hata olmaksızın TSA ibaresini ilgili hükümet kurumunu işaret eder biçimde algılayacağını göstermektedir. Tüketiciler, başvurudaki TSA referansının önemini derhal fark edecek ve anlayacaktır.  

Başvuru sahibi TSA ibaresinin başka ifadelerin kısaltması (örneğin travel sufficient alcohol) olabileceğini de öne sürse de, bu hususu ispatlar kanıtlar bulunmamaktadır. Buna ilaveten, başvuru sahibinin kurumun şişe imalatı gibi işlerle iştigal etmediği yönündeki argümanı da kabul edilemez. Daha önceden de ifade edildiği gibi, madde 2(a) kapsamında yanlış bağlantı kurulmasını engelleme hükmünün asıl amacı halkı malların ticari kaynağı konusunda karıştırılma olasılığından korumak değil, kişilerin veya kurumların şahsiyetlerinin sömürülmesini engellemektir.

 (3) Başvuru kapsamında bulunan mallarla TSA’nın bağlantısı bulunmakta mıdır? (4) Başvuru kapsamındaki mallar bakımından marka kullanıldığında, TSA’nın ününden – bilinirliğinden dolayı, TSA’yla bağlantı kurulabileceği varsayılabilir mi?

Temyiz Kurulu testin kalan iki sorusunu birlikte değerlendirmiştir.

TSA kurumunun başvuru kapsamındaki mallarla bir bağlantısının bulunmadığı açıktır; ancak, TSA’nın ünü ve bilinirliği böyle bir bağlantının kurulabileceği yönünde varsayımda bulunulmasına imkan vermektedir. Dahası, dosyada bulunan kanıtlar TSA kısaltmasının, seyahat bağlantılı ürünler sektöründe oldukça iyi bilinen bir hükümet organının kısaltması olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak; başvuruya konu marka münhasıran TSA kurumunu işaret etmektedir ve böyle algılanacaktır; TSA kurumunun başvuru kapsamındaki mallarla bir bağlantısı bulunmasa da, TSA’nın ününün ve bilinirliğinin yüksekliği nedeniyle, başvuru sahibinin TSA-KIT markasını şişeler için kullanması halinde, böyle bir bağlantı kurulabileceği varsayılabilecektir.

Temyiz Kurulu, yukarıda yer verilen gerekçeler bağlamında, başvuru hakkında verilen ret kararını onamıştır.  

Yukarıda yer verilen test ve tespitler ışığında Türkiye özeline dönülecek olursa; devletin, kamusal yönü bulunan tüzel kişilerin ve devlet organlarının itibarlarından ve şahsiyetlerinden faydalanma amacı güden başvurularla son dönemlerde artan biçimde karşılaşıldığı gerçektir. Bu tip başvuruların incelenmesinde, yukarıda belirtilen A.B.D. uygulamasındaki testlerin kullanılması, şüphesiz daha sağlıklı inceleme basamaklarının oluşturulmasını sağlayacaktır.

Önder Erol ÜNSAL

Şubat 2019

unsalonderol@gmail.com


[1] (f) Mal veya hizmetin niteliği, kalitesi veya coğrafi kaynağı gibi konularda halkı yanıltacak işaretler.

[2](ı) Kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı işaretler.

A.B.D. Temyiz Mahkemesi’nin Booking.com Kararı, ”Booking.com” Tescil Edilebilir

Ülkemizde 2017 yılından itibaren haksız rekabet kapsamında faaliyetlerinin durdurması karar verilen ve dünyanın en büyük seyahat e-ticaretlerinden biri olan Booking.com B.V. LLC şirketinin, A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO)’nin itirazlarına rağmen ’’booking.com’’ teriminin marka olarak tescil edilebileceğine dair, 4. Federal Temyiz Mahkemesi kararını verdi. Olayın geçmişine kısaca değinecek olursak.

2006 yılından itibaren Booking.com B.V. LLC şirketi ‘’booking.com” terimini kullanmakta olup, 2011-2012 yıllarında 39. ve 43. sınıflarda; ulaşım/seyahat, tur bileti rezervasyonları hizmetleri ile online otel ve rezervasyon hizmetlerinde tescil ettirmek ister.

USPTO marka uzmanı, marka başvurusunu; tanımlayıcılık, markanın korunması için gerekli olan kullanım sonucu ikincil anlam (secondary meaning) kazanmadığı ve marka tescil talebinde bulunulan terimin ayırt edileciliği ulaşmadığı gerekçeleriyle reddeder. Booking.com şirketi tarafından USPTO marka uzmanının kararına karşı yapılan itiraz, USPTO Temyiz Kurulunca (TTAB) değerlendilir ve aşağıdaki gerekçelerle reddedilir.

TTAB tarafından yapılan değerlendirmede, ‘’booking’’ kelimesinin otel ve konaklama hizmetleri rezervasyonları ve planlanması konularında jenerik bir ifade olduğunu ‘’.com’’ ifadesinin ise ticari bir internet sitesi üzerinde kullanıldığı dolayısıyla da tüketicilerin nezdinde öncelikli olarak rezervasyon hizmetlerinin anlaşıldığı ve bu hizmetleri tanımladığı ve kapsadığı belirtilmiştir. Bu karara karşı, Booking.com LLC şirketi, ’’booking.com‘’ teriminin ayırt ediciliğine ulaştığı, tescil edilebileceği gerekçeleriyle, Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi’ne TTAB kararının iptali için gider.

Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi, USPTO kararını iptal ederek, ‘’booking.com” teriminin tanımlayıcı ikincil anlamı olduğunu ve terimin tescil edilebileceğine karar verir. USPTO ise, Bölge Mahkemesi kararını terimin tescil edilebilirliği açısından hatalı olup, ‘’booking.com’’un jenerik terim olduğuna dayanarak Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi kararını temyiz eder.

Öncelikle U.S.A. Marka Hukuku (Lanham Kanunu)’na göre, bir terim tescil edilmek istenen mal veya hizmeti tanımlıyorsa, bu terim marka olarak tescil edilemez. Örneğin, ‘’Şarap’’ bir şarap markası olarak tescil edilemez fakat; ‘’Şarap’’ bir tekstil ürünü içeren bir mal sınıfında marka olarak tescil edilebilir.

Bir terimin korunabilmesi için, diğer terimlerden ayırt edici özelliğinin bulunması gerekmektedir. Genellikle markalar, belirtilen 4 kategori içerisinde yer alır: (1) jenerik, (2) tanımlayıcı, (3) çağrıştırıcı, (4) rastgele seçilmiş / fantezi terimler. Bu uyuşmazlıkta Mahkeme’ye göre, ilk iki kategoriyi içeren bir durum mevcuttur.

Yazının devamında mahkemenin gerekçelerini belirterek, davayı gören 4. Federal Temyiz Mahkemesi‘nin 04 Şubat 2019 tarihli kararına yer vereceğiz, karar metni-nin http://www.ca4.uscourts.gov/Opinions/172458.P.pdf  bağlantısından görülmesi mümkündür.

4. Federal Temyiz Mahkemesi, tarafların temyiz başvurularını incelemeye başlamadan önce iki noktaya değinir: (1) Marka tesciline konu olan terimin jenerik olup olmadığının ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı? (2) Tescil edilmek istenen terimin jenerik olup olmadığına ilişkin değerlendirme. Federal Temyiz Mahkemesi, ‘’booking.com” teriminin jenerik olup olmadığını belirlemek için aşağıdaki 3 adımlı testi uygular.

(1) Marka tesciline konu olan terimin jenerik olup olmadığının ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı? (2) Tescil edilmek istenen terimin jenerik olup olmadığına ilişkin değerlendirme. Federal Temyiz Mahkemesi, ‘’booking.com” teriminin jenerik olup olmadığını belirlemek için aşağıdaki 3 adımlı testi uygular.

(1) Terimin kullanıldığı ürün veya hizmet sınıfını belirlemek.

(2) Kamuda ilgili kesiminin sınıfı belirlemek.

(3)Terimin birincil anlamının, kamunun ilgili kesiminde ‘’booking.com”un mal ve hizmetleriyle ilişki olup olmadığı belirlemek.

Sorulması gereken soru, kamu nezdinde terimin ürünün ismi mi olduğu ve üreticiyi göstermediği midir? 6 Glover v. Ampak, Inc., 74 F.3d 57, 59 (4th Cir. 1996).

Uyuşmazlık testin 3. adımında kamunun ilgili kesiminde ‘’booking.com ‘’ teriminden ne anladığı konusunda uyuşmazlık ortaya çıkmaktadır. Mahkemece, kamunun ilgili kesiminde terimin birincil anlamının olup olmadığı incelenmiştir. Fakat, ortaya çıkan sonuca göre burada, kamunun ilgili kesiminde aşağıda belirtileceği gibi üründen ziyade kamuda ‘’booking.com‘’ terimi şirket olarak akıllara gelmektedir. USPTO’ya göre ise ‘’booking.com’’ terimi , sözlük anlamı rezervasyon anlamına gelip, kamuda da tanımlayıcı bir terim olup, tescil edilmek istenen sınıfları kapsamaktaydı.

Booking.com şirketi, Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi’ne ‘’Teflon survey’’ adı verilen yeni bir delil sunar. Teflon anketi, mahkemeler tarafından terimin tüketici anketi yaparak jenerikliğinin tespiti açısından kullanılan bir metot olarak kullanılır. Belirtmek gerekir ki, Teflon anketi bazı mahkemeler tarafından her zaman ikna edici olarak bulunmaz. Bölge Mahkemesi tarafından ciddi bir delil olarak kabul edilmiştir.

Tüketicinin marka tesciline konu olan terim konusunda ne anladığını tespit etmek için, mahkeme tüketici tanıklığı, tüketici anketleri, listeler ve sözlükler, ticari dergiler, gazeteler ve diğer yayınlardan yardım alabilir. Glover, 74 F.3d at 59. Ayrıca Mahkeme’ye göre, bir terimin tüketici tarafından anlaşılıp, anlaşılmadığını tespit etmek için, tescil edilmek istemen terimin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkeme’ye göre USPTO, “booking.com” tüketiciler nezdinde sadece bir internet sitesi olduğu, ‘’booking.com‘’ şirketi olarak anılmadığı ispatı konusunda başarısız olmuştur. Bölge Mahkemesi’nin, ‘’booking.com” şirketinin yaptığı Teflon anketinde tüketicilerin %74.8’nin bir otel rezervasyon sitesi yerinden ziyade ”booking.com”u bir şirket olarak bilindiği sonucu ortaya çıkmıştır.

USPTO, ‘’booking.com” içeren ‘’hotelbooking.com”, ‘’ebooking.com” gibi online otel rezervasyon sitelerinin bulunması tüketicilerin salt bu hizmeti anladığının bir göstergesi olduğu belirtilmiştir. Fakat, Mahkeme tarafından, ”booking.com” terimi olması sadece otel rezervasyon hizmeti olacağını anlamına gelmeyeceği, müzik bileti, tiyatro bileti gibi otel/seyahat rezervasyonu dışında hizmetlerin de sağlanabileceğini belirtmiştir. USPTO bu yönde karar verirken 2 noktaya dayanır.

(1) USPTO’nun burada dayandığı noktalardan birisi, 1888 Anayasa mahkemesi kararında tartışılmıştır. Goodyear’s Rubber Mfg. Co. v. Goodyear Rubber Co., 128 U.S. 598, 602–03 (1888). İlgili davada “.com”’ üst düzey alan adının bir, ikinci seviye alan adına (bir jenerik isme) eklenmesi asla o terimin jenerikliği değiştirmez denmiştir. Burada mahkeme sadece ticari terimler içeren ‘’Grain Company’’, ‘’ The Grocery Store’’ gibi tanımladığı mal sınıfını içeren bir terimin tescil edilemeyeceği belirtilmiştir. Fakat burada da belirtmek gerekir ki, diğer Federal Temyiz Mahkemelerin de uygulamalarında olan bir jenerik terime “.com” üst düzey alan adı eklenmesi, tüketici anketleri veya benzer deliller ile ispat edilebiliyorsa, her ne kadar jenerik olsa dahi, olarak marka tescillenebileceğine dair kararlar mevcuttur. Bkz. e.g., Advertise.com, Inc., 616 F.3d at 982; In re Hotels.com, 573 F.3d at 1304–05.

(2) USPTO, ‘’booking.com” teriminin değerlendirdiğinde ‘’booking’’ ve “.com” üst düzey alan adının iki jenerik terimin birleşiminden başka bir şey olmadığını belirtmiştir. Ayrıca, salt olarak değerlendirdiği, booking teriminin otel rezervasyonları için jenerik olduğunu, “.com” alan adı ile birleşmesiyle, kamuda ilgili tüketicinin internet rezervasyon hizmetlerinin anlaşılacağı dolayısıyla bu birleşiminde jenerik olacağı kanaatine varılmıştır.

4. Federal Temyiz Mahkemesi değerlendirmelerinde, ikinci seviye alan adına yalnızca “.com” üst düzey alan adı eklemek, onu non-jenerik yapmayacağını; terimin kamuda oluşan ve var olan terimin anlamının bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Her ne kadar alan adı ve terim kapsadığı hizmeti tanımlasa da, bu kamunun ilgili kesiminin her zaman terimin tanımladığı hizmeti anladığı anlamına gelmez. Dolayısıyla, her iki terim de ayrı ayrı jenerik olsa ve bu oluşan terim sağladığı hizmeti içerse dahi, mahkemeler diğer delilleri (tüketici anketi vb. deliller), bu olayda Bölge Mahkemesi’nin kullandığı gibi, terimin jenerik olup olmadığı konusunda kullanabileceklerdir.

4. Federal Temyiz Mahkemesi, yukarıda ana hatlarıyla açıkladığımız gerekçelerle, USPTO yönünden davayı reddetmiş, Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi ”booking.com” teriminin tescil edilebilirliği yönündeki kararını onamıştır.

Tonay Berkay Aras

Şubat 2019, San Francisco

tonayberkay@gmail.com

Yanıtlar: Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin Kararları – Siz Ne Düşünürsünüz? (2)

Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından sonuçlandırılan üç farklı dava hakkındaki yorumlarını bizlere ileten Mine Güner, @marka321b8b94505 ve Selçuk Bey’e teşekkür ediyor ve Mahkemenin kararlarını sizlerle paylaşıyoruz. 

Aşağıda öncelikle sorularımızı tekrar edecek ve devamında Mahkeme kararlarına ve gerekçelerine kısaca yer vereceğiz:

1- Aşağıda şişe şekli sizce ayırt edici nitelikten yoksun mudur?

EUIPO Temyiz Kurulu, 29.,30.32. ve 33. sınıflardaki gıda ürünlerini, alkollü ve alkolsüz içecekleri içeren aşağıdaki başvurunun “ayırt edici nitelikten yoksunluk” gerekçesiyle reddedilmesi kararını onayarak, başvuru sahibinin itirazını reddetmiştir. 

Başvuru sahibi Temyiz Kurulu kararına karşı dava açar ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından karara bağlanır. 

Sizce Genel Mahkeme’nin değerlendirmesi ne yönde olmuştur?

Genel Mahkeme 3 Ekim 2018 tarihli T-313/17 sayılı kararıyla davacıyı haklı bulmuş ve EUIPO Temyiz Kurulu kararını iptal etmiştir.

İçtihatta bu tip şişe ve ambalajların tescil edilebilirliği için belirlenen ana kriter “piyasada kullanılan ürünlerin genel şeklinden önemli derecede uzaklaşmış olmaktır.” 

İnceleme konusu şişe şeklinin kavisli ve alt-üst kısımları belirgin derecede ayrıştırılmış yapısı ürüne sadece teknik ve fonksiyonel bir özellik katmamakta, aynı zamanda estetik bir özellik kazandırmaktadır. Tüketiciler böyle bir şişe biçimine alışkın değillerdir ve şişe özellikleriyle piyasada aynı amaca hizmet eden ürünlerden belirgin biçimde farklılaşmaktadır. Bu çerçevede, inceleme konusu şişe bir bütün olarak marka olarak tescil edilebilecek asgari ayırt edicilik şartını sağlamaktadır ve aksi yöndeki Temyiz Kurulu kararı iptal edilmiştir. 

2- Karıştırılma ihtimali ve tanınmışlık gerekçeleri hakkında ne dersiniz?

Aşağıda yer alan başvuru 9, 16, 18, 25, 28 ve 41. sınıflara dahil mal ve hizmetleri kapsamaktadır ve itiraz gerekçesi “Pelikan” markasının kapsamında da aynı ve benzer mal ve hizmetler bulunmaktadır. 

Başvuruya karşı yapılan itiraz EUIPO İtiraz Birimince kabul edilir, başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından kabul edilerek ret kararı kaldırılır. Bu kez yayıma itiraz sahibi, Genel Mahkeme nezdinde dava açarak, markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunduğunu ve markaların tanınmışlık nedeniyle ilişkilendirileceğini belirterek Temyiz Kurulu kararının iptal edilmesini talep eder. 

(Başvurusu yapılan marka)
(İtiraz gerekçesi marka)

Sizce Genel Mahkeme’nin karıştırılma olasılığına yönelik değerlendirmesi ne yönde olmuştur?

Genel Mahkeme 12 Eylül 2018 tarihli T-112/17 sayılı kararıyla davacıyı haksız bulmuş ve EUIPO Temyiz Kurulu kararını onamıştır.

EUIPO Temyiz Kurulu, başvurunun baskın unsurunu “New Orleans” ibaresi olarak değerlendirerek bir hata yapmamıştır. Başvuruda yer alan “pelicans” ibaresi markada ikincil konumdadır ve bu nedenle hiç telaffuz edilmeyeceği gibi, telaffuz edilse dahi markanın son kısmı olarak “New Orleans” ibaresinin ardında yer alacaktır. Bunların yanında, markalardaki kelime sayısı ve farklılıklar da dikkate alındığında markalar işitsel olarak benzer değildir. “New Orleans Pelicans” A.B.D.’nde bir NBA takımının adıdır ve kamunun ilgili kesimince bilinen kavramsal bir bütün oluşturmaktadır, bu husus markanın şekil unsuruyla birlikte oluşturduğu bütüncül izlenimle birlikte dikkate alındığında, markalar arasında kavramsal benzerlik de bulunmamaktadır. Başvuruda yer alan “pelicans” ibaresi, başvurudaki konumu itibarıyla bağımsız bir ayırt edici unsur olmadığı gibi, bu ibare “pelikan” kelimesiyle aynı da değildir.  Belirtilen gerekçelerle markalar benzer bulunmamıştır. Markalar benzer bulunmadığından, markalar arasında karıştırılma ihtimali yoktur ve aynı nedenle başvurunun tanınmışlık nedeniyle reddedilmesi istemi de yerinde değildir. Dolayısıyla, Temyiz Kurulu kararı haklı bulunmuş ve kararın iptali istemi Genel Mahkeme tarafından reddedilmiştir. 

3- Karıştırılma ihtimali hakkında ne dersiniz?

ANTONIO RUBINI kelime markası 33. sınıftaki alkollü içecekler için tescillidir. Bu markayla aynı malları kapsayan aşağıda görseline yer verilmiş önceki tarihli RUTINI markası gerekçe gösterilerek, ANTONIO RUBINI markasının hükümsüzlüğü talep edilir.  

(Hükümsüzlük talebinin gerekçesi marka)

EUIPO İptal Birimi talebi kabul eder ve markalar arasında karıştırılma ihitmalinin bulunduğu tespitiyle, ANTONIO RUBINI markasının hükümsüzlüğüne karar verir. Bu karara karşı yapılan itiraz EUIPO Temyiz Kurulu’nca reddedilir ve bu karara karşı dava açılır.

Sizce markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunmakta mıdır ve Genel Mahkeme’nin kararı ne yönde olmuştur? 

Genel Mahkeme 11 Temmuz 2018 tarihli T-707/16 sayılı kararıyla davacıyı haksız bulmuş ve EUIPO Temyiz Kurulu kararını onamıştır. 

Şarap günlük tüketime yönelik bir üründür ve ortalama tüketicileri normal dikkat düzeyine sahiptir. 

Antonio gibi yaygın kullanımı bulunan bir kişi ismiyle birlikte, yaygın kullanımı bulunmayan bir soyisminden oluşan markalarda, kişi isminin ayırt edici gücü soyismine göre daha düşüktür. Şaraplar için asma yaprağı, kurdela ve hanedan arması gibi unsurlar markaya güçlü bir ayırt edici katmamaktadır ve dolayısıyla önceki tarihli markanın baskın unsuru “RUTINI” kelime unsurudur.

Markaların her ikisi de İtalyan orijinli soyisimleri içerse de, markalar arasında kavramsal benzerlik bulunmamaktadır.

Bununla birlikte, “RUTINI” ile “RUBINI” baskın ve ayırt edici unsurlarının görsel ve işitsel benzerlikleri dikkate alındığında, aynı mallar bakımından markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunmaktadır. Dolayısıyla, “ANTONIO RUBINI” markasının hükümsüzlüğüne ilişkin Temyiz Kurulu kararı yerindedir ve bu kararın iptali talebiyle açılan dava Genel Mahkeme tarafından reddedilmiştir.

Görüşlerini bizlerle paylaşan tüm okuyucularımıza teşekkür ediyoruz. 

Önder Erol ÜNSAL 

Aralık 2018 

unsalonderol@gmail.com

Merak Ediyoruz: Adalet Divanı Genel Mahkemesinin Üç Ayrı Kararı Hakkında Siz Ne Düşünürsünüz (1)

“Siz ne düşünürsünüz?” serimizin yeni bölümünde Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından sonuçlandırılan üç farklı davaya yer veriyor ve kararlar hakkındaki yorum ve değerlendirmenizi merak ediyoruz.

Davaların tamamı Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından bu yıl görülmüştür ve karara bağlanmıştır. Mahkeme kararlarını birkaç gün sonra sizlerle paylaşacağız ve geçen süre içinde sizlerden gelecek yorum ve yanıtları merakla bekleyeceğiz. Bu serideki sorularımıza ilişkin yanıtlar okuyucularımızca birbirlerinden farklı platformlarda (LinkedIn, Facebook, vb) paylaşıldığından, sizlerden ricamız söz konusu platformlarda verdiğiniz yanıtları, aynı zamanda sitede bu yazının altındaki yorum bölümüne de eklemenizdir. Değerlendirmeleriniz için şimdiden teşekkür ediyoruz. 

1- Aşağıda şişe şekli sizce ayırt edici nitelikten yoksun mudur?

EUIPO Temyiz Kurulu, 29.,30.32. ve 33. sınıflardaki gıda ürünlerini, alkollü ve alkolsüz içecekleri içeren aşağıdaki başvurunun “ayırt edici nitelikten yoksunluk” gerekçesiyle reddedilmesi kararını onayarak, başvuru sahibinin itirazını reddetmiştir. 

Başvuru sahibi Temyiz Kurulu kararına karşı dava açar ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından karara bağlanır. 

Sizce Genel Mahkeme’nin değerlendirmesi ne yönde olmuştur?

2- Karıştırılma ihtimali ve tanınmışlık gerekçeleri hakkında ne dersiniz?

Aşağıda yer alan başvuru 9, 16, 18, 25, 28 ve 41. sınıflara dahil mal ve hizmetleri kapsamaktadır ve itiraz gerekçesi “Pelikan” markasının kapsamında da aynı ve benzer mal ve hizmetler bulunmaktadır. 

Başvuruya karşı yapılan itiraz EUIPO İtiraz Birimince kabul edilir, başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından kabul edilerek ret kararı kaldırılır. Bu kez yayıma itiraz sahibi, Genel Mahkeme nezdinde dava açarak, markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunduğunu ve markaların tanınmışlık nedeniyle ilişkilendirileceğini belirterek Temyiz Kurulu kararının iptal edilmesini talep eder. 

(Başvurusu yapılan marka)
(İtiraz gerekçesi marka)

Sizce Genel Mahkeme’nin karıştırılma olasılığına yönelik değerlendirmesi ne yönde olmuştur?

3- Karıştırılma ihtimali hakkında ne dersiniz?

ANTONIO RUBINI kelime markası 33. sınıftaki alkollü içecekler için tescillidir. Bu markayla aynı malları kapsayan aşağıda görseline yer verilmiş önceki tarihli RUTINI markası gerekçe gösterilerek, 

ANTONIO RUBINI markasının hükümsüzlüğü talep edilir.  

(Hükümsüzlük talebinin gerekçesi marka)

EUIPO İptal Birimi talebi kabul eder ve markalar arasında karıştırılma ihitmalinin bulunduğu tespitiyle, ANTONIO RUBINI markasının hükümsüzlüğüne karar verir. Bu karara karşı yapılan itiraz EUIPO Temyiz Kurulu’nca reddedilir ve bu karara karşı dava açılır.

Sizce markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunmakta mıdır ve Genel Mahkeme’nin kararı ne yönde olmuştur? 

Değerlendirmelerinizi bekliyoruz ve birkaç gün içinde Genel Mahkeme’nin davalar hakkında verdiği kararları yazarak karşınızda olacağız.

Önder Erol ÜNSAL 

Aralık 2018 

unsalonderol@gmail.com

İnceleme Otoritesi Hatalı Kararlarını Düzeltebilir mi? USPTO “Açık Hata” Uygulaması

 

Türk Patent ve Marka Kurumu (Kurum) tarafından verilen kararların bir bölümü kararların yerindeliği, nispeten küçük bir bölümü ise kararların verildiği aşama bakımından eleştirilere konu olmaktadır.

Kararların yerindeliği tartışması, neredeyse dünya genelinde tüm tescil otoritelerinin kararları bakımından karşımıza çıkmaktadır. Benzerlik, karıştırılma olasılığı gibi öznel yönü ağır basan kararların yerindeliğinin tartışılması kanaatimizce de kaçınılmazdır ve bu yazının konusu belirtilen hususlar değildir.

İlk inceleme sonucunda Markalar Dairesi Başkanlığı tarafından ilan edilen başvuruların sonraki aşamalarda “düzeltme kararı” adı altında aynı Başkanlıkça reddedilmesi uygulaması ise tartışmanın diğer boyutunu oluşturmaktadır.

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu madde 16(3) hükmü belirtilen uygulamayı mümkün kılmaktadır: “Başvurunun, 15 inci madde ile bu maddenin birinci fıkrası hükümlerine göre reddedilmesine yayımdan sonra karar verilmesi hâlinde bu karar da Bültende ayrıca yayımlanır.”

Yukarıda yer verilen hükümde yer alan “yayımdan sonra” ifadesi, yayımdan tescile kadar olan süreçteki her aşamayı ifade etmektedir ve tescil ücretinin talep edilmesi ve ücretin ödenmesi için verilen iki aylık süre bakımından da bir istisna getirmemektedir. Bu bağlamda, Kurum’un ilk karar, yani yayım kararından sonra tescile kadar olan tüm aşamalarda yeni bir ret nedeni tespit etmesi halinde, başvurunun reddedilmesine karar verme yetkisi mevcuttur.

Bu tip kararları “düzeltme kararı” olarak adlandırarak yazıya devam ediyoruz.

Kurum’un bir düzeltme kararı ile başvurunun 5. madde hükümleri çerçevesinde reddedilmesine karar vermesi halinde kullanılabilecek yöntem ret kararının esasına karşı Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu nezdinde itiraz etmektir. Düzeltme kararı çerçevesinde başvurunun reddedilmesine karşı, Markalar Dairesi Başkanlığı bünyesinde yapılacak başkaca bir işlem veya telafi mekanizması bulunmamaktadır.

Kısaca “düzeltme kararı” olarak andığımız işlem tipinin yurtdışında bulunup bulunmadığına yönelik araştırma, karşımıza A.B.D. Patent ve Marka Ofisi’ndeki (USPTO), “açık hata (clear error)” uygulamasını getirmektedir.

Yazının devamında, USPTO’nun “açık hata” uygulamasını okuyucularla paylaşacağız.

USPTO “açık hata” uygulamasının genel ilkelerinin ve uygulama alanının https://tmep.uspto.gov/RDMS/TMEP/current#/current/TMEP-700d1e566.html bağlantısından görülmesi mümkündür. Uygulamanın anahatlarına aşağıda yer verilmiştir:

“Açık hata” terimi; USPTO uzmanının önceki bir ofis işlemi sırasında vermesi gereken bir ret kararını veya uygulaması gereken usul şartını yerine getirip getirmediğinin belirlenmesi için USPTO tarafından kullanılan idari nitelikte bir iç uygulamaya karşılık gelmektedir.

USPTO’nun politikası, uzmanın başvurunun ilk incelemesi sırasında tam bir inceleme yapması ve ilk Ofis kararında olası tüm ret nedenlerini ve eksiklikleri ortaya koymasıdır. Marka Kanunu veya Yönetmelik hükümlerini ihlal edecek bir tescil ortaya çıkmayacağı sürece USPTO yeni bir ret kararı vermeyecek veya ek şartlar öne sürmeyecektir. Ancak; örneğin, yayımdan sonra markanın kapsadığı mallar için jenerik bir adlandırma olduğunu açıkça gösteren yeni kanıtlar tespit edilirse, markanın tescili Marka Kanununun ihlali olacak ve uzmana başvurunun reddedilmesi yeni yetki verilecektir.

İç uygulama niteliğindeki “açık hata” ölçütü sadece idari bir rehberdir. Bu ölçüt, başvuru sahibine açık hatayı göstermek gibi bir yetki vermediği gibi, uzmana ret kararı için ilk aşamada ortaya koyması gerekenden daha yüksek düzeyde kanıtlar gösterme yükümlülüğü de getirmemektedir.    

Marka Kanununda ve Yönetmelikte, USPTO’nun tescilden önce yeni bir ret kararı vermesi veya usul şartı getirmesi için bir zaman kısıtlaması bulunmamaktadır. Açık hata uygulaması çerçevesinde verilen bir ret kararına karşı çıkmanın tek yolu, ret kararının esasına yönelik olarak USPTO Temyiz Kurulu nezdinde itiraz etmektir. Kurul, bu itirazı sadece ret kararının esasına yönelik olarak inceleyecektir.

USPTO’nun görevi uygun tesciller gerçekleştirmektir ve uzmanların ve diğer USPTO çalışanlarının hatalarını düzeltme konusunda geniş yetkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla; USPTO, inceleme esnasında yapılan bir hatanın Marka Kanununun veya Yönetmeliğin ihlali sonucuna yol açacağını tespit ederse, tespit edilen ret nedeninin veya şartın daha önce ortaya konulmuş olması gerekliliğini bakmaksızın, ilgili ret kararını verecek veya yeni şartı getirecektir.

Yukarıda yer verilen USPTO uygulaması, Türkiye’de karşımıza çıkan düzeltme kararları ile oldukça benzer bir uygulama biçiminin USPTO’da da mevcut olduğunu göstermektedir. Her yıl yüzbinlerce karar veren tescil otoritelerinin tüm kararlarının doğru veya değiştirilemez olduğunu öne sürmek mümkün olmadığı gibi, kanaatimizce tescil otoritelerinin hatalı kararlarını düzeltme yetkilerinin de bulunduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Yerleşik ve standart uygulamaları sahip bir Ofis olan USPTO bakımından da durumun aynı olduğu yukarıda açıkladığımız “açık hata” uygulamasından anlaşılmaktadır.

Önder Erol ÜNSAL

Aralık 2018

unsalonderol@gmail.com

 

NUSR-ET’İN (PİRUS) ZAFERİ – BİR HAREKET MARKASININ EUIPO TARAFINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Antik Yunan tarihçisi Plutark’ın kaydettiğine göre Arnavutluk-Makedonya hattında kurulu Yunan krallığı Epir’in şan şeref düşkünü kralı Pirus, kazandığı savaşta ordusunun büyük bölümünü kaybettiği için, onu tarihe geçirecek şu sözü söylemiştir; “Böyle bir zafer daha kazanırsak tamamen biteceğiz.’’

 

 

İşte bundan dolayı, nihai getirisi, kazanma yolunda ödenen bedeli karşılamayan zaferlere siyasi ve tarihi literatürde “Pirus Zaferi” deniyor. Meydanda zafer gözükür ama daha geniş bir perspektiften bakıldığında aslında bir hezimettir.

Aşağıda inceleyeceğim karara ilişkin netice gerçek bir zafer midir yoksa Pirus Zaferi midir, siz de bir düşünün bakalım.

04 Mart 2017 tarihinde D Et ve Et Ürünleri Gıda Pazarlama Ticaret A.Ş aşağıdaki hareket markasının 25,30 ve 43. sınıflarda tescili için EUIPO’ya başvuruyor.

 

 

Bu hareketi bildiniz ve hareketi yapanı tanıdınız değil mi? Resimlerdeki bizim Doğuş Grubu bünyesindeki meşhur Nusr-Et et lokantalarının kurucusu ve halen D ET şirketinin ortaklarından olan Nusret Gökçe ve kendisi buralarda çokça sükse yapmış tuz serpme hareketini yapıyor. Biliyorsunuz ki Nusret Bey bu hareketten sonra “Salt Bae” olarak anılmaya başlandı.

Başvuru  43. sınıfta, elbette ki, yiyecek-içecek sağlanması hizmetleri başta olmak üzere aşağıdaki hizmetleri kapsıyor.

Services for providing of food and drink; restaurants, self-service restaurants, cafeterias; cafés, canteen services, cocktail lounges, snack bars, catering, pubs; rental of food service equipment used in services providing food and drink; arranging temporary housing accommodations, namely hotels, motels, holiday camps, boarding houses, rental of tents, youth hostel services, room reservation services; reservation of temporary accommodation, rental of banquet and social function facilities for special occasions, namely, wedding receptions, conferences and meetings; providing day care centers; pet day care services, pet and animal boarding services.”

Koruma talep edilen renkler şöyle; siyah, beyaz, gümüş, açık kahveregi, koyu kahverengi, kırmızı, pembe, altın rengi, gri ve okre.

Marka başvuruda şu şekilde tarif edilmiş;

“Bu başvuru yaklaşık 3 saniye süren sinematik sekansdan oluşan renkli bir hareket markasıdır. Sekanstaki her bir poz yaklaşık 0,5 saniyeden oluşmaktadır.  Başlangıç pozu yukarıda belirtilen pozlardan üst sırada en solda yer alanken sonuncu poz alt sırada en sağda yer alandır.  Hareketler (yukarıdaki gösterimde yer alan) pozların soldan sağa devamıyla ve yine alt sıraya geçip soldan sağa doğru devam eder. Bütün hareketler, yukarıdaki pozlardan görüleceği üzere, bir mutfakta gerçekleşmektedir. Görüntülerde bir şef göğüs hizasına kadar kaldırılmış bir tepsi içerisine yerleştirilmiş bir et parçasına tuz serpmektedir. 

İlk görüntüde şef ayaktadır ve yukarıdan ete bakmaktadır. Şefin vücudu ete dikey biçimdedir, vücudunun sağ tarafı tepsiye yakın ve sol tarafı uzaktır.  Şefin sağ kolu etin üstündedir ve sağ elinin parmakları birlikte bir tutam tuzu tutmaktadır Sol kolu hemen hemen göğüs kafesinin yanındadır ancak sol önkolu 90 derecelik bir açı yapmaktadır.

İkinci pozda şef etin üzerinden göğsünü hafifçe sola doğru çevirmektedir.  

Sağ kolunu yukarı doğru omuz hizasına kadar ve tepside yer alan ete yatay bir biçimde kaldırmaktadır.  Sağ önkolu etin üzerinde dikey biçimde yerleşirken parmakları şimdi yukarıda ve hafifçe sağ dirseğinin gerisinde durup tuzu serpmekte, şef başını omuzuna doğru yaslamaktadır.   Sol kolu hafifçe göğüs hizasından uzaklaşmaktadır.

 Üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı pozlar şef etin üzerine tuz serperken sağ eldeki parmakların hareketini yeniden yapmakta, şefin sağ el parmakları dışında dikey pozisyonu korunmakta ve bu durum tuzun serpilmesi eylemini geliştirmekte, son iki görüntüde parmaklar doğal biçimde açılarak kalan tuzun etin üzerine serpilmesini sağlamakta ve bu şekilde hareket sonlanmaktadır.  

Etin üzerine tuz serpme işlemi sırasında şefin vücudunun diğer bölümleri çok çok az hareket etmekte, çoğunlukla ikinci pozda tarif edilen biçimdeki pozisyonunu korumaktadır.”

Dosyayı inceleyen uzman, başvuruyu 43. sınıfta yer alan Services for providing of food and drink; restaurants, self-service restaurants, cafeterias; cafés, canteen services, cocktail lounges, snack bars, catering, pubs; rental of food service equipment used in services providing food and drink; reservation of temporary accommodation, rental of banquet and social function facilities for special occasions, namely, wedding receptions, conferences and meetings”  hizmetleri bakımından ayırt edici olmadığı (ve kullanımla ayırt ediciliğin ispatlanamadığı ) gerekçesiyle reddediyor ve diyor ki;

– Marka 6 sekanssal görüntüden müteşekkil 3 saniyelik bir videodur.

– Reddettiğim hizmetler genel tüketim içindir ve tüketici kitlesi hem ortalama tüketiciler hem de alan profesyonelleridir. İşaret bir parça et üzerine tuz serpen bir şefi göstermektedir. Şefin el ve kollarının nasıl konumlandığı dikkate alınsa bile sonuçta ilgili toplum kesimi bunu bir şefin eti tuz serperek hazırlaması şeklinde sıradan ve basmakalıp bir hareket olarak algılar. Yemek pişirirken eti tuzlamak normal ve standart bir haldir. Her ne kadar değişik şefler değişik tuz serpme teknikleri geliştirebilirlerse de her halükarda hareketi izleyen kişi için bu sonuçta bir şefin yiyeceği/yemeği hazırlaması eyleminden başka bir şey değildir.

-Bu başvuru redde konu hizmetler bakımından tescil için gerekli minimum ayırtedicilik seviyesine sahip değil. Bir markanın tescil edilebilmesi için artistik ve özellikle yaratıcı niteliği olması gerekmez, ancak yenilik ve orijinallik de bir kriter değildir. Belki bu hareket markasının içeriğinin (sinematik sekanslar) piyasa için basmakalıp olmadığı söylenebilir fakat bu durum yine de konu markanın standart ve basmakalıp olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

D-ET dosyaya kullanımla ayırt ediciliğe dair aşağıdaki delilleri sunmuş;

I– 14/2/2017 tarihinde Monako’da yapılan Laureus World Sports Awards’a dair fotoğraf ve promosyon materyalleri. Nusret Bey bu fotoğrafların bir kısmında görünüyor ve tabi ki bazılarında tescil talep ettiği tuz serpme hareketini yapıyor. Ayrıca kendisinin ünlülerle verdiği pozlara ilişkin bir çok online siteden çıktılar sunulmuş.

II- Twitter, YouTube ve Instagram gibi bilinen sosyal medya sitelerinden çıktılar. Bazı sunulan eklerde post edilen içeriğin görüntüsünün 2017 yılına ait olduğuna dair görülüyor. Bazılarında Nusret Bey ile sporcular tuz serpme hareketini yapıyor ama tabi ki birçok kişi sadece hareketi yapmaya çalışıyor, becerebildiği kadarıyla. Dosyaya ayrıca kaç kişinin bu paylaşımları görüntülediğine ilişkin istatistikler de sunulmuş.

Monako’daki ve birçok Avrupa ülkesinde online olarak şefin ve tuz serpme hareketinin promosyonunun yapıldığına dair deliller de sunulmuş dosyaya ancak bunların ciddi bir bölümü başvuru tarihinden sonraya tekabül ediyor.

III- Salt Bae ile ilgili Wikipedia sayfası.

IVwww.bustle.com web sayfasından alınan çıktı.

V- Business Insider UK web sayfasından alınan çıktı.

VI– The Telegraph gaztesinden bir makale; burada futbol yıldızları başarılarını konu tuz serpme hareketini yaparak kutluyor.

VII– The Independent gazetesinin web sayfasından alınan çıktı; harekete ilişkin video hakkında.

VIII– Daily Mail’den bir makale; Salt Bae’ye 2017 yılının en fazla videosu paylaşılan starları arasında yer veriyor.

Uzman kararında özetle diyor ki; tamam anladım bu hareket biliniyor, biliniyor DA ortada ilgili toplum kesiminin önemli bir bölümünün marka başvurusundaki hareket yüzünden reddettiğim hizmetlerin kaynağının başvuru sahibi olduğunu düşüneceğine dair bir delil yok. Web sayfalarından ve sosyal medya delillerinden anladığım şey işaretin kullanıldığı ama mevzuat sadece yoğun kullanımı aramıyor ki, bu kullanım sonucunda işaretin kaynak gösterme fonksiyonu ifa eder hale gelmiş olmasını da arıyor, fakat ben olayda böyle bir hal göremiyorum.

Tabi bu karar başvuru sahibinin yüzünü güldürmüyor ve EUIPO Temyiz Kurulu’na aşağıdaki argümanlarla başvuruyorlar;

1- Bu (tuz serpme) hareketi piyasanın standart normlarından esaslı derecede sapma gösteriyor, ne lokantalarda ne de insanlar günlük hayatlarında evlerinde tuzu böyle serpmez. (Türkçesi; benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım! Allah aşkına hiç böyle tuz serpen gördünüz mü ömrünüzde?)

2- Hareket 2017 yılı başlarında uluslararası olarak jet hızıyla yayıldı ve binlerce kişi tarafından paylaşıldı. Nusret Gökçe 2017 yılının Ocak ayında internete kendisinin et keserken ve değişik bir hareketle eti tuzlarken ki görselini koydu, bu görsel adeta bir virüs gibi yayıldı. Ama asıl ün 7/01/2017 günü lokantanın Twitter hesabına yüklenen “Ottoman Steak” (Osmanlı Bifteği) videosu ile geldi, bu video Instagram’da 10 milyon kez görüntülendi ve Nusret Gökçe ikonik tuz serpme hareketi yüzünden “Salt Bae” olarak anılmaya başlandı.  İnsanlar bu marka başvurusundaki gibi etin üzerine tuz serpmeye başladılar, ünlü kişiler hareketi yaptı, meşhur/başarılı atletler kazandıkları başarıları bu hareketi yaparak kutladılar. Neticeten, hareket meşhur oldu.

3- El-kol hareketleri de hareket markaları arasındadır. Bunlar bazen kullanım yoluyla ayırt edicilik kazanır ve sıklıkla ünlü kişilerle bağlantılı olup bunlar tarafından tescil ettirilir, çünkü bu tarz kişilerin çılgınca/coşkun hareketler yaparak zaman içinde harekete ayırt edicilik katma ihtimalleri yüksektir.

4- Gökçe’nin hareketi benzersiz, tüketiciler tarafından hatırlanacak ve klasik tuz serpme hareketinden son derece uzak bir tavır içeriyor. Gökçe Ocak 2017’de yayınladığı 36 saniyelik videoda tuzu öyle bir serpiyordu ki tuz taneleri adeta fantastik bir yıldız tozu gibi dağılıyordu. Bu video 5 gün içinde 20.000’e yakın yorum aldı.

5- Deliller gösteriyor ki hareket Salt Bae olarak anılan Nusret Gökçe ile özdeşleşmiştir ve kendisi başvuru sahibine ait ünlü bir lokantalar zincirinin sahibidir. Bu lokantalar belli bir kalite ve karakteristikle, ilgili toplum gözünde, başka lokantalardan ayrışmaktadır.

6- Buradaki şef klasik bir şef gibi giyinmemiş, gözlük takıyor, yüz ifadesi ve stili çok farklı. Deliller de başvuru tarihinden evvel markanın ayırt edicilik kazandığını ve Avrupa’nın büyük bir bölümünde meşhur hale geldiğini ispat ediyor. Günümüzde bir markayı bilinir ve meşhur hale getirmenin ve promosyonunu yapmanın en iyi yolu internettir ki olayda da hareket bu yolla tanınır hale gelmiştir.

Temyiz Kurulu Ne Diyor?

43. sınıfta redde konu hizmetlerin temel hedef kitlesi genel tüketicilerdir.  Ancak bu hizmetler kısmen de olsa ticari alandaki tüketicileri de hedefler.  Bu grupların dikkat seviyesi normalden yükseğe doğru değişkenlik gösterir.

Ete tuz serpen bir şefin hareketi ilgili toplum gözünde-bazı mal ve hizmetler için- sıradan biçimde bir eti hazırlama davranışından başka bir şey olarak görülmez, yani bir ticari kaynak işaret etmez. Ancak Kurul 43. Sınıfta reddedilen bazı hizmetlerin böyle görüleceği kanaatinde değil.

Eti tuzlamak birçok et yemeğinin yapılışında gerçekleştirilen bir eylemdir. Bu proses için farklı teknikler uygulanabilir, tuz bazen et pişmeden bazense piştikten sonra ekilir.

Hangi teknik seçilmiş olursa olsun Kurul uzmanla bir konuda hemfikir; sonuçta bu, yemek pişirme dünyasında normal ve standart bir uygulama olarak algılanır. O sebeple konu markanın tesciline sadece yiyeceğe ilişkin hizmetler açısından karşı çıkılabilir.

“Services for providing of drink, rental of food service equipment used in services providing food and drink; reservation of temporary accommodation, rental of banquet and social function facilities for special occasions, namely, wedding receptions, conferences and meetings” hizmetleri oteller ya da organizasyon düzenleyiciler ile alakalıdır. Ayrıca “içecek sağlanması hizmetleri”, “yiyecek sağlanması hizmetleri”nden farklıdır.

Değişik şefler değişik biçimde ve pişirmenin farklı zamanlarında ete tuz serpebilir. Ancak ilgili toplum konu markaya baktığında işareti ete tuz serpen bir şeften başka biçimde algılamayacaktır. Markada tüketici zihninde hareketi hizmetlere bağlayacak imajinatif, çarpıcı veya acayip bir şey yok.

Başvuru sahibi şefin kollarının ve elinin hareketine vurgu yaparak bunun meşhur olduğunu iddia ediyor ama bu ikna edici bir argüman değil. Marka şefin eti tuzlamasına ilişkin, kolların hareketi markanın kendisi değil. Bizce de ortada bir ayırt edicilik yok. Hareket ilgi çekmiş olabilir ancak sonuçta tüketicilere hizmetlerin kaynağına dair spesifik bir enformasyon veya açık mesaj iletmiyor.

Mevzuat kullanımla ayırt edicilik kazanmada yoğun kullanımdan fazlasını arıyor; tüketicinin işareti konu mal/hizmetler açısından bir işletmeye bağlıyor olması lazım. Ayırt ediciliğin Avrupa’nın bütünü ya da en azından önemli bir bölümü açısından ispatı gerek.

Temyiz Kurulu Niye Böyle Düşünüyor ve Delillerle İlgili Ne Demiş?

Delillerin bazıları önceki tarihli değil.

Şubat 2017’de Monako’da gerçekleşen organizasyona ilişkin deliller sunulmuş ama Monako AB üyesi değil.

Wikipedia çıktısında Twitter hesabında Ocak 2017’de yayınlanan videodan bahsediyor; Ocak 2017 başvurudan kısa süre önceki bir tarih.

www.bustle.com’da ki makale 18/01/2017 tarihli, Business Insider’da ki makale 25/01/2017 tarihli yani bunlar da başvurudan kısa süre önce yayınlanmış.

Daily Mail’deki yazı ise Aralık 2017 tarihli.

Ezcümle; 2015,2016 gibi önceki dönemlere tarihlenmiş bir delil yok dosyada.

Ayrıca delillerle AB’nin bağını kurmak da zor. Başvuru sahibi Twitter ve Instagram hesaplarıyla popülarite iddiasında bulunuyor ama bunlar AB’de ki spesifik bir üye ülkedeki kullanımın ispatı için yetersiz; bu hesapların (hesaplardaki kişilerin) nerede mukim olduğuna dair bir delil sunulmamış.

Hareket markasına temel olan video Türkiye’de başvuru sahibinin lokantasında çekilmiş. İngiltere’de yayınlanmış makaleler bu videonun popülerliğinden bahsediyor ama İngiltere’de gerçekleşmiş herhangi bir organizasyona dair veri içermiyor.

Deliller şefin el hareketlerinin tüketicilerce konu hizmetlerin kaynağının başvuru sahibi olduğu şeklinde algılandığını ispat etmiyor.

Delillerden, ilgili kişilerden ne kadarının –ne zaman ve hangi Birlik Üyesi ülkelerden bahsedilen web sayfalarındaki içeriklere ulaştığını anlamak mümkün değil. Açıkça anlaşılan tek şey konu işaretin kullanıldığı, fakat bu tescil için yeterli değil.

NETİCE;

EUIPO 5. Temyiz Kurulu başvuru sahibinin temyiz talebini sadece aşağıdaki hizmetler için kabul ediyor;

“Services for providing of drink; rental of food service equipment used in services providing food and drink; reservation of temporary accommodation, rental of banquet and social function facilities for special occasions, namely, wedding receptions, conferences and meetings.”

Dolayısıyla sonuçta marka 25 ve 30. sınıfın tamamında, ancak 43. sınıfta kısmen tescile uygun bulunuyor.

Şimdi baştaki soruya dönelim; Nusr-Et bir et lokantası zinciri ve ana işi “yiyecek sağlanması hizmetleri”, 25 ve 30. sınıftaki mallar ancak merchandising için düşünülebilir ve bu kararla 43. sınıfta elinde kalanlar ise ancak yan/belki gelecekteki projelere ilişkin  sağlanması düşünülen hizmetler olabilir kanaatindeyim.

Bu durumda başvuru sahibi başvurduğu mal ve hizmetlerin sayısal olarak büyük çoğunluğunu elde etmiş görünse de asıl faaliyetine dair hizmeti alamıyor. Sizce bu gerçekten bir zafer mi yoksa Pirus Zaferi mi? 

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Kasım 2018

 

 

 

 

Aksi Kedi Bu Kararla Daha da Aksileşecek – USPTO Temyiz Kurulu “Grumpy Cat” Kararı

 

Önce önemli notlar:

(1) Yazıyı sonuna kadar okuyacaksınız, lütfen yazının sonundaki duyurumuzu – sürprizimizi atlamayın. Yazıyı sonuna kadar okumayacaksınız da, lütfen önce duyurumuzu – sürprizimizi okuyun. Duyuruya yanıtsız kalmamanız bizi mutlu edecek.

(2) Bugün 29 Ekim 2018, Cumhuriyetimizin 95. kuruluş yıldönümü. Cumhuriyetin kuruluşu, eşit haklara sahip bireyler olmamız için atılan ilk adımdır. Bunun bilincinde olan ve bir hanedanın kulu olmaya özlem duymayan tüm okuyucularımızın Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun. Bu yolu bize açan Mustafa Kemal Atatürk ve yol arkadaşlarını saygı ve minnetle anıyoruz.

 

 

İnternette dolaşan sevimli hayvan videolarını ve fotoğraflarını görmek, çoğunluğumuz bakımından günlük hayatımızın en keyif verici anlarından birisini oluşturmaktadır. Bu video veya fotoğrafların kahramanlarından kimisi, internet fenomeni hayvanlar olarak ünlüler kervanına katılmıştır.

“Grumpy Cat (Aksi Kedi)” lakabıyla tanınan, gerçek adı “Tardar Sauce (Tartar Sosu)” olan bir kedi hiç şüphesiz internet dünyasının en ünlü hayvanlarından birisi, belki de en ünlüsüdür.

Bu noktada sözü Wikipedia’ya bırakıyor ve Tartar Sosu’nun ne denli ünlü olduğunu anlamanıza yardımcı olmaya çalışıyoruz:

Grumpy Cat (d. 4 Nisan 2012), gerçek adı Tardar Sauce (Türkçe: Tartar Sos) olan ve huysuz yüz ifadesi ile İnternette şöhret olarak tanınan dişi kedidir. Sahibi Tabatha Bundesen, Tardar’ın Cüce kedi olması nedeniyle sürekli olarak huysuz bir yüz ifadesine sahip olduğunu belirtmektedir. Grumpy Cat, şu anda elde ettiği şöhretini ise, sahibi Tabatha’nın kardeşi olan Bryan’ın 22 Eylül 2012 tarihinde fotoğrafını Reddit’e eklemesiyle elde etti. Daha sonra görüntü tüm huysuz başlıklarında makro resim haline gelmiştir. Facebook’ta “resmi huysuz kedi (TheOfficialGrumpyCat)” sayfasının 1.000.000’un üzerinde takipçisi bulunmaktadır. Grumpy Cat, yönetmenliğini Andy Capper ve Juliette Eisner’ın yaptığı internet memeleri ve viral videolar hakkında yaptıkları Lil Bub & Friendz isimli belgeselde rol almıştır. Belgeselin galası 18 Nisan 2013 tarihinde Tribeca Film Festivali’nde yapıldı. Ayrıca Grumpy Cat BuzzFeed’de 2013 Webby Ödülleri’nde yılın internet memesi ödülünü kazandı. 30 Mayıs 2013 tarihinde ise The Wall Street Journal ön sayfasında yer almıştır. (http://www.wikizeroo.com/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvR3J1bXB5X0NhdA)

Tartar Sosu’nun bu denli ünlü olması, marka tescil başvurusunu yanında getirmiş ve 2013 yılında aşağıdaki görsele sahip iki marka tescil başvurusu USPTO’ya yapılmıştır.

 

 

Başvuruların sahibi “Grumpy Cat Limited” isimli bir firmadır, iki başvuru da aynı görselden oluşmaktadır ve başvuruların kapsamında esasen aşağıdaki mal ve hizmetler yer almaktadır:

“Sınıf 9: Komedi içeren indirebilir video dosyaları; mobil telefonlar için bilgisayar uygulama yazılımları, oyunlar ve görüntü dağıtımı için yazılımlar. Sınıf 16: Posterler, tebrik kartları, not kartları, posta kartları, takvimler. Sınıf 28: Doldurulmuş ve pelüş oyuncaklar, aksiyon figürleri, oyuncak bebekler, oyuncak hayvanlar. Sınıf 41: Eğlence hizmetleri, yani fotoğraf, ses ve video içeren web sitelerinin sağlanması hizmetleri.”

USPTO uzmanı her iki başvuruyu da tanımlayıcılık gerekçesiyle reddeder ve başvuruların kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanmadığını da belirtir. Başvuru sahibi bu kararlara karşı itiraz eder ve itirazlar USPTO Temyiz Kurulu tarafından değerlendirilir. Her iki başvuruya ilişkin olarak ret kararlarının gerekçesi ve itirazların içeriği aynı olduğundan, Temyiz Kurulu itirazları tek bir kararla 26 Ekim 2018 tarihinde sonuçlandırır. Temyiz Kurulu kararının http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-85836812-EXA-25.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür ve bu yazı Kurul kararının okuyuculara anahatlarıyla aktarılması amacıyla yazılmıştır. (Bu noktada iki hususa dikkatinizi çekmek istiyoruz: (i) Başvurular 2013 yılında yapılmıştır ve Temyiz Kurulu kararı 2018 yılının neredeyse sonunda verilmiştir. Kısaca, ofisler açısından hızlı inceleme gelişmişlikle eş anlamlı değildir. (ii) 26 Ekim 2018 tarihinde verilmiş kararı, sizlere 29 Ekim 2018 tarihinde aktarıyoruz. Hiç fena sayılmayız.)

Temyiz Kurulu kararına, Tartar Sosu’nu kısaca tanıtarak başlar ve hemen ardından tanımlayıcılık gerekçeli ret kararını değerlendirir.

Bir terim veya bu vakada olduğu gibi bir şekil, kullanılacağı mal veya hizmetlerin kalitesine, özelliğine, işlevine veya karakteristiğine ilişkin bilgiyi derhal iletiyorsa münhasıran tanımlayıcıdır. İllüstrasyon veya fotoğraf gibi resimsel tasvirler bakımından da aynı durum söz konusudur. Münhasıran tanımlayıcılığın ortaya çıkması için kelime veya şeklin bir mal veya hizmetin tüm özelliklerini tarif etmesi gerekmez, önemli bir işlevin tarif edilmesi yeterlidir. Bir şeklin tanımlayıcılığı; soyut olarak değil, tescili talep edilen mal ve hizmetlerin kullanıldığı biçim, kullanımın malların ve hizmetlerin ortalama tüketicisi üzerinde bırakacağı olası etki dikkate alınarak değerlendirilir.

USPTO uzmanının başvuruyu reddetmesinin nedeni; kedi görselinin hukuken kedi kelimesine eşit olması ve bu nedenle de 28. sınıfta yer alan kedi görünümlü oyuncaklar ve 9., 16, ve 41. sınıflarda yer alan kedi biçimli veya kedilere ilişkin içeriği ana konu (subject matter) olarak barındıran mal ve hizmetler için münhasıran tanımlayıcı olmasıdır. Uzman buna ilaveten kedi görünümlü pelüş oyuncakların, posta kartlarının ve diğer basılı kartların piyasada çok yaygın olduğunu belirtmektedir. 41. sınıfa dahil eğlence hizmetleri bakımından ise uzman; komik kedi videolarını, kliplerini, hikayelerini, kedi fotoğraflarını ve şakalarını içeren üçüncü taraf web sitelerinin bulunduğunu ve bu durumda kedi kelimesinin mal ve hizmetlerin ana konusunu ve içeriğini belirttiğini gösterdiğini ifade etmektedir.

Başvuru sahibi buna karşılık olarak, başvuruda yer alan kedi fotoğrafının, jenerik bir kedinin standart bir görünümü olmadığı gibi, başvurunun kedi ürünlerini veya kedilere yönelik hizmetleri kapsamadığını, tersine bu fotoğrafın alışılmadık görünümlü bir kedinin ayırt edici görünümü olduğunu, ayrıca bu kedinin sıradışı görünümü nedeniyle ünlü olduğunu belirtmektedir. Başvuru sahibi buna ilaveten, uzmanın başvuruda yer alan kedi şeklini hukuken kedi kelimesine eş anlamlı olarak değerlendiren yaklaşımının yerinde olmadığını ifade etmekte ve ticari rakiplerin aynı kedi şeklini kullanım gibi bir zorunluluğunun bulunmadığını öne sürmektedir.

Temyiz Kurulu incelemesinde ilk olarak, uzmanın hukuki eşdeğerler teorisini bu başvuru için uygulamasının yerinde olmadığını belirtir. Bir şekil, şeklin karşılık geldiği kavramı alıcılara aktararak şeklin kelime karşılığının hukuki eşdeğeri olabilse de, bu durum uzun süreli ve eşzamanlı kullanım sonucu ortaya çıkacaktır, oysa incelenen vakada böyle bir durum söz konusu değildir. Buna ilaveten Temyiz Kurulu, bir kedi şeklini kedi kelimesine eşdeğer olarak kabul edip, tanımlayıcılık meselesini basitçe çözmenin de yerinde olmadığı görüşündedir.

Başvuru sahibi, ticari rakiplerin hiçbirisinin aynı kedi şeklini kullanımı zorunluluğunun bulunmadığını belirtse de, başvuru sahibinin tanımlayıcı bir markanın tek kullanıcısı olmasının, münhasıran tanımlayıcılık halini ortadan kaldırmadığı içtihatta sabittir.

Başvuru sahibinin bir diğer iddiası, süper kahraman şekillerinin oyuncaklar için sorunsuz biçimde tescil edilmesi ve benzer yorumun Tartar Sosu’nun görünümü için de yapılmasıdır. Temyiz Kurulu’na göre incelenen vakada durum aynı değildir, bunun da birkaç nedeni vardır: (i) Tartışılan mesele, Tartar Sosu’nun resminin marka olup olamayacağı değil, münhasıran tanımlayıcı olup olmadığıdır. (ii) Süperman, Batman, Joker gibi karakterler kurgu karakterlerdir. Bu vakada söz konusu olan bir kurgu karakterin çizimi değildir.

Başvuru sahibi, Tartar Sosu’nun görünümünün yüksek düzeyde stilize olduğunu belirtmektedir. Temyiz Kurulu tersini düşünmektedir: Başvuru, kurgu bir karakterin çiziminden veya stilize bir imajdan değil, gerçek bir kedinin fotoğrafından oluşmaktadır.

Takiben başvurunun münhasıran tanımlayıcı olup olmadığı meselesi Kurul tarafından tartışılmıştır.

9. sınıfa dahil mallar bakımından, uzman tarafından dosyaya sunulan kanıtlar, photo bomb (bir online mobil telefon uygulaması) uygulamasının önemli özelliklerinden birisinin Tartar Sosu’nun değişik görünümlerinin fotoğraflara eklenmesi olduğunu, hava durumu uygulamasında Tartar Sosu’nun görünümünün özel bir tema olarak yüklenebildiğini, bu haliyle başvuru konusu şeklin malların önemli bir özelliği olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede, 9. sınıfa dahil mallar için verilen tanımlayıcılık gerekçeli ret kararı yerinde bulunmuştur.

Dosya kapsamında bulunan çok sayıda kanıt, Tartar Sosu’nun görünümünün pullarda, tebrik kartlarında, takvimlerde önemli bir özellik olarak kullanıldığını, bunların tümünde kedinin şeklinin ürünün karakteristik bir unsuru olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede, 16. sınıfa dahil mallar için verilen tanımlayıcılık gerekçeli ret kararı yerinde bulunmuştur.

28. sınıfa dahil oyuncaklar bakımından durum daha da açıktır. Kurul’a göre, bir oyuncağın ana özelliklerinden birisi Tartar Sosu’nun portresinden oluşması olabilir. Pelüş oyuncaklara iliştirilecek üzerinde Tartar Sosu’nun görünümünü taşıyan etiketler, tüketicilere ürünün Tartar Sosu görünümlü bir oyuncak olduğunu mesajını açıkça verecektir. Bu çerçevede, 28. sınıfa dahil mallar için verilen tanımlayıcılık gerekçeli ret kararı yerinde bulunmuştur.

41. sınıfa dahil hizmetlere gelindiğinde, dosyada bulunan kanıtlar, eğlence hizmetlerinin ana konusunun veya içeriğinin başvuruda yer alan kediyi içerdiğini ve dahası ona odaklandığını göstermektedir. Dolayısıyla, Tartar Sosu eğlence hizmetlerinin, yani videoların içeriğinin önemli bir özelliğini oluşturmaktadır. 41. sınıf hizmetleriyle bağlantılı olarak Tartar Sosu’nun resmini görecek alıcılar, başka bir düşünceye veya algıya gerek kalmaksızın, hizmetin ana konusunun söz konusu kediyle ilgili olduğunu derhal anlayacaklardır. Bu çerçevede, 41. sınıfa dahil hizmetler için verilen tanımlayıcılık gerekçeli ret kararı da yerinde bulunmuştur.

Temyiz Kurulu belirtilen gerekçeler ışığında tanımlayıcılık gerekçeli ret kararını yerinde bulmuş ve onamıştır. Kararın devamında kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik hali incelenmiştir. Kararın oldukça uzun olan ve aslında çok dikkat çekici bu kısmını bu yazıda aktarmayacağız ve belki başka bir yazıda bu iddianın neden reddedildiğini değerlendireceğiz. Bu aşamada, başvuru sahibinin kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiasının, iddianın başvuru kapsamındaki mal ve hizmetler için ispatlanamadığı gerekçesiyle reddedildiğini belirtmekle yetinelim.

Tartar Sosu’nun fotoğrafından oluşan başvurunun, kedilerle ilgisi bulunmayan başvuru kapsamındaki mallar ve hizmetler, en azından 28. sınıfa dahil oyuncaklar dışında kalan mallar ve hizmetler bakımından reddedilmesi okuyucularımıza hiç şüphesiz ilginç gelmiştir.  9. ve 16. sınıflara dahil mallar ve 41. sınıfa dahil hizmetler bakımından benim için de durum aynıdır ve bu noktada kararı içselleştirmekte güçlük çektiğimi itiraf etmem gerekiyor. Bununla birlikte, USPTO’nun filli kullanım biçimini de esas alan ve sadece kurguya dayanmayan inceleme biçiminin, kararı anlamaya çalışırken dikkate alınması yerinde olacaktır.

Yazının başlangıcında bahsettiğimiz duyuruyu yapmanın sırası şimdi geldi:

IPR Gezgini tüm canlıların ve özellikle de hayvanların dostu bir sitedir. Yakın günlerde “IP Dünyamızın İnsan Olmayan Dostları” içerikli bir yazı yayınlayacağız ve bu yazıda okuyucularımızın ve bizlerin, insan olmayan dostlarının fotoğraflarına kısa notlarla birlikte yer vereceğiz. İnsan olmayan dostunuz evinizde, ofisinizde veya sokakta sizinle hayatını paylaşan kediniz, köpeğiniz, kuşunuz, balığınız veya insan olmayan her türden arkadaşınız ve hatta yıllardır sevgiyle büyüttüğünüz bitkiniz, ağacınız olabilir. Eğer yazının bir parçası olmak istiyorsanız, insan olmayan dostunuzla bir fotoğrafınızı veya dilerseniz sadece onun fotoğrafını, bizimle paylaşacağınız kısa bir notla birlikte iprgezgini@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. IPR Gezgini, Türk fikri mülkiyet dünyasının neşeli olmaya gayret eden yüzüdür, lütfen sizler de bizimle paylaşmayı unutmayın ve neşeyi birlikte yaratalım.

Önder Erol ÜNSAL

unsalonderol@gmail.com

Ekim 2018

AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI CHRISTIAN LOUBOUTIN’in KIRMIZI RENKLİ AYAKKABI TABANI MARKASININ GEÇERLİLİĞİNİ TEYİT ETTİ

 

Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD”) 12.06.2018 tarihinde, ilk etapta sadece Fransızca ve Flemenkçe dillerinde yayınlanan, uzun süredir sonucu beklenen Louboutin’in kırmızı renk pozisyon markası ile ilgili olarak C-163/16 sayılı kararını (http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9ea7d2dc30dd2777e6ac64b64143a249907f3f306aa0.e34KaxiLc3qMb40Rch0SaxyNchz0?text=&docid=202761&pageIndex=0&doclang=en&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=1178815) verdi.

Okuyucuların hatırlayacağı üzere, 19.02.2018 tarihinde H. Tolga Karadenizli IPR Gezgini’nde söz konusu davaya konu olayı ve davada Hukuk Sözcüsünün verdiği görüş ve ek görüşü detaylı bir şekilde paylaşmıştı (https://iprgezgini.org/2018/02/19/christian-louboutinin-kirmizi-renkli-tabanlar-uzerindeki-marka-hakki-tehdit-altinda-ab-adalet-divani-hukuk-sozcusu-davada-ek-gorusunu-acikladi/).

12.06.2018 tarihli karar, ünlü ayakkabı tasarımcısı ve üreticisi Christian Louboutin’in kırmızı renkli ayakkabı tabanı markasının hükümsüzlüğü talebine ilişkin olarak Hollanda’da görülen davada, davayı görmekte olan Lahey Bölge Mahkemesi tarafından ABAD’a yöneltilen soru ve bu soruya ilişkin olarak verilen karardan ibarettir.

Christian Louboutin, Aralık 2009’da 25. sınıftaki “ayak giysileri (ortopedik ayak giysileri hariç)” malları için aşağıdaki görselden oluşan bir marka tescil başvurusu yapmış ve bu başvuru Benelüks markası olarak 6 Ocak 2010 tarihinde tescil edilmiştir. Tescil kapsamındaki mallar, 10 Nisan 2013 tarihinde, “yüksek topuklu ayakkabılar (ortopedik ayakkabılar hariç)” şeklinde sınırlandırılmıştır.

Louboutin’e ait dava konusu Benelüks markası şu şekilde tanımlanmıştır: “Bir ayakkabının tabanına aşağıda gösterildiği gibi uygulanan kırmızı renk (Pantone 18-1663TP) (ayakkabının dış hatları markanın bir parçası değildir, markanın konumunu göstermek amacıyla verilmiştir.)”.

Hollanda’da ayakkabı satıcılığı alanında faaliyet gösteren Van Haren Schoenen BV (“Van Haren”) ise, 2012 yılı boyunca kırmızı tabanlı topuklu kadın ayakkabısı satışı yapmış bir şirkettir. Louboutin, Hollanda Lahey Bölge Mahkemesinde Van Haren aleyhine marka hakkına tecavüzün tespiti davası açmış ve bu dava Louboutin lehine sonuçlanmıştır. Bu karar üzerine Van Haren, dava konusu markanın hükümsüzlüğünü talep etmiştir.

Van Haren bu talebini, 2008/95 sayılı Direktifin mala asli değerini veren şeklin marka olarak tescil edilemeyeceğini düzenleyen 3(1)(e)(iii) maddesi hükmüne dayandırmıştır. Hatırlamak gerekirse, söz konusu hüküm uyarınca “münhasıran mala asli değerini veren şekilden oluşan işaretler” reddedilir veya hükümsüz kılınır.

Van Haren’in talebini değerlendiren Lahey Bölge Mahkemesi, kırmızı taban renginin, Louboutin tarafından piyasaya sürülen ayakkabılara asli bir değer kattığı, zira bu taban renginin, müşterilerin ürünü satın alıp almama kararını büyük ölçüde etkilediği görüşündedir. Bu nedenle de, Louboutin’e ait söz konusu markanın, 2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesi kapsamına girip giremeyeceğini belirleme gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu noktada Mahkeme, davayı durdurarak ABAD’a, bu madde anlamında şekil kavramının, malların dış hatları, ölçüleri ve hacimleri gibi üç boyutlu özellikleriyle mi sınırlı olduğunu, yoksa malların rengi gibi diğer (üç boyutlu olmayan) özellikleri de mi kapsadığını sormuştur.

Divanın hukuk sözcüsü, 22 Haziran 2017 tarihinde verdiği görüşte, Louboutin’in markasının da ilgili hükümde tescili yasaklanan “şekil” kavramı kapsamında kabul edilmesi gerektiğini açıklamıştır. Hukuk sözcüsü, yalnızca bir rengin tescilinden oluşan markalarla, belli bir şeklin içine entegre edilmiş bir renkten oluşan markaların birbirinden ayrı değerlendirilmesi gerektiğini, bunlardan sadece renk tescilinden ibaret olan markaların 3(1)(e)(iii) maddesi kapsamının dışında kalacağını belirtmiştir. Bunun üzerine Divan, alışılmışın dışına çıkarak yeni bir sözlü yargılama tarihi daha vermiş, dosyayı Büyük Daire’ye göndermiştir. 14 Kasım 2017 tarihinde gerçekleşen sözlü aşamanın ardından Divan’ın hukuk sözcüsü Şubat 2018 tarihinde ek bir görüş daha vererek ilk başta verdiği görüşü tekrarlamış, Louboutin’in markasının 3(1)(e)(iii)’deki yasak kapsamına gireceğini, bu nedenle de hükümsüz kılınması gerektiğini vurgulamıştır.

Ancak bunun üzerine, ABAD, 12 Haziran 2018 tarihinde beklenmedik bir şekilde hukuk sözcüsünün tam aksi yönünde bir karara varmış ve Louboutin’in markasının ilgili madde hükmü kapsamına girmeyeceğini vurgulayarak bu madde altında hükümsüz kılınamayacağını belirtmiştir. Divan’a göre, her ne kadar ürünün şekli, tescil edilmek istenen rengin dış hatlarını belirlese de; markanın tanımından da görüldüğü üzere amacı bir şekli değil, bir rengin şekil üzerindeki uygulanışını korumak olan bir marka, şekilden ibaret olarak değerlendirilemez.

Dolayısıyla karar doğrultusunda Louboutin’in markası, yüksek topuklu ayakkabı şeklini değil, bu ayakkabı üzerine uygulanacak özel bir kırmızı rengin pozisyonunu korumayı amaçladığından, diğer bir deyişle şekil veya renk markası değil, pozisyon markası olarak korunmak istendiğinden, madde 3(1)(e)(iii)’deki şekil kavramından ibaret kabul edilemez. Bu nedenle, bu madde kapsamında markanın hükümsüz kılınması mümkün değildir. Divanı’nın bu ön yorum kararına göre artık, bir ürünün tamamına ya da belli bir bölgesine uygulanan renkten oluşan pozisyon markaları, madde 3(1)(e)(iii) uyarınca hükümsüz kılınma riski olmadan tescil edilebilecektir.

Son zamanlarda moda haberlerinden daha çok marka kararları ile gündemimize gelen Christian Loubutin kırmızı renkli topuklu ayakkabılarının marka olarak korunmasında çok önemli bir testi başarıyla atlatmış olup bundan sonra söz Hollanda Mahkemeleri’nindir.

ABAD’ın bu kararı, tescil edilebilirliği kullanım yoluyla ayırt edicilik kazanmadığı sürece oldukça zor olan tek bir rengin marka olarak tescil ettirilebilme imkanına farklı bir boyut kazandırmıştır.  Düz bir rengin herhangi bir mal ya da hizmet sınıfı için tescil ettirilmesindeki zorluk, yalnızca renkten oluşan bir pozisyon markası ile aşılabilecektir.

Güldeniz Doğan ALKAN

guldenizdogan@hotmail.com

Temmuz 2018

Renk İsimlerinin Tanımlayıcı ve Ayırt Edici Niteliği – Adalet Divanı Genel Mahkemesi “BLUE” Kararı (T-375/17)

 

Renk isimlerinin marka olarak tescil edilebilirliğine yönelik tartışmalar, en az münhasıran tek renkten veya renk kombinasyonundan oluşan markaların tescil edilmesi tartışmaları kadar yoğundur.

Renkler birçok ürün bakımından tüketicilerin ürünü tercih etmesini sağlayan önemli faktörlerden birisidir (Örneğin, kıyafetlerin renkleri). Buna ilaveten, birçok ürün bakımından da ürünün türünü veya niteliğini belirtir adlandırmalar olduklarının da kabul edilmesi gerekir (Örneğin, beyaz çay, siyah çay, yeşil çay). Buna ilaveten birçok hizmet bakımından da renk isimlerinin yaygın kullanımı bulunduğu ve hizmetlerin içeriğinin önemli karakteristiklerini bildirdikleri söylenebilir (Yeşil kelimesi, çevre dostu teknolojileri işaret eden anlamıyla birçok hizmetin niteliği bakımından çok açık ve doğrudan bir mesaj vermektedir.).

Renk isimlerinin tanımlayıcı olmadığı birçok durumdan da bahsedilebilir. Örneğin, bir rengin ismi, bir helikopter için veya matbaa makinesi için muhtemelen, bu ürünlerin alıcılarının tercihini etkileyen bir faktör olmayacak ve ürünlerin niteliğini belirtmeyecektir.

Tüm bunların dışında, bir de “Ne olacak ki?” ekolü mevcuttur. “Ne olacak ki?” ekolünün temel argümanı ise, renk isimlerinin herhangi bir kelimeden farkı bulunmadığı ve doğrudan ürünü tanımladıkları her durumun dışında (Örneğin, peynir için beyaz, et için kırmızı, vb.), renk isimlerinin herhangi bir ret engeline takılmamaları gerektiği yönündedir.

Kendi görüşümüzün “Ne olacak ki?” ekolünün çok uzağında belirterek, Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi‘nin 12 Haziran 2018 (dün) verdiği T-375/17 sayılı “Blue” kararını sizlerle paylaşıyoruz. Kararın tam metninin http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=202763&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=463006 bağlantısından görülmesi mümkündür.

Macar vatandaşı “Klaudia Patricia Fenves” aşağıda görseline yer verilen “Blue” markasının 32. sınıfa dahil “Meşrubatlar, alkolsüz içecekler” malları ve 35., 41. sınıflara dahil bazı hizmetler bakımından tescil edilmesi talebiyle “Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)”ne başvuruda bulunur.

EUIPO operasyon birimi, başvuruyu 32. sınıfa dahil mallar bakımından ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle kısmen reddeder. Bu noktada, temel bir İngilizce sözcük olan “blue” kelimesinin “mavi” anlamına geldiği belirtilmelidir. Başvuru sahibi bunun üzerine başvurusunun içeriğini “Enerji içecekleri ve izotonik spor içecekleri hariç olmak üzere, meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” olarak sınırlandırsa da, uzman ret kararı değiştirmez.

Başvuru sahibi, karara karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu’nca incelenir. Temyiz Kurulu, inceleme sonucunda itirazı aşağıda belirtilen temel nedenlerle reddeder:

i- Bir renk adı olan “blue” kelimesinin “Enerji içecekleri ve izotonik spor içecekleri hariç olmak üzere, meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” mallarının önemsiz bir özelliği olduğu kabul edilemez. Renk isimleri tüketicinin tercihi bakımından önemlidir ve dolayısıyla bir renk ismi olan “blue” ibaresinin ortak kullanıma açık kalmasının sağlanması gereklidir.

ii- Tüketiciler, “blue” ibaresini, anında ve doğrudan şekilde içeceklerin rengini bildiren bir adlandırma olarak algılayacaklardır ve bu durum ürünlerin bir özelliğinin bildirilmesi anlamına gelmektedir.

iii- Başvurudaki şekil unsurları çok sıradan ve basittir. Dolayısıyla, tüketicilerin algısına tanımlayıcı kelime unsurundan uzaklaştırmaları mümkün değildir.

iv- Belirtilen nedenlerle ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleri ret kararı yerindedir.

Başvuru sahibi, Temyiz Kurulu’nun ret kararına karşı dava açar ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nce görülerek, 12 Haziran 2018 tarihli T-375/17 sayılı kararla sonuçlandırılır.

Takip eden satırlarda Genel Mahkeme kararının satırbaşlarına yer vereceğiz:

Başvuru sahibi, ret kararının yerinde olmadığını, başvurunun tanımlayıcı olmadığını ve ayırt edici niteliğe sahip olduğunu, ayrıca başvurunun stilize yazım biçiminin, renk ve şekil unsurlarının da başvuruya ayırt edici nitelik kattığını iddia etmektedir. Başvuru sahibi, buna ilaveten “Blue” ibaresi dahil olmak üzere çok sayıda renk isminin önceden EUIPO tarafından tescil edildiğini de belirtmektedir.

Belirtilen iddialar Genel Mahkeme tarafından takip eden şekilde değerlendirilir:

i- Dava konusu “Enerji içecekleri ve izotonik spor içecekleri hariç olmak üzere, meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” mallarının ortalama tüketici kesimi, yeteri derecede bilgilenmiş, gözlemci ve ihtiyatlı ortalama tüketicilerdir.

ii- Tanımlayıcılık içerikli ret gerekçesinin amacı, marka olarak tescil edilerek tek bir işletmenin tekeline verilmemesi gereken işaretlerin tescilini engellemektedir. Dolayısıyla, bu ret nedeni, bu tip işaretlerin herkes tarafın ortak olarak kullanımını sağlayarak kamu yararına hizmet etmektedir.

iii- Yerleşik içtihada göre, bir işaretin tanımlayıcı olarak kabul edilebilmesi için, o işaretin tescil başvurusunun yapıldığı anda fiilen tanımlayıcı olarak kullanımı zorunlu değildir. İşaretin tanımlayıcı olarak kullanılabilmesi ihtimali yeterlidir. Dolayısıyla, işaretin olası anlamlarından birisinin, ilgili mal ve hizmetler için tanımlayıcı olması ret kararının verilebilmesi için yeter nedendir.

iv- İnceleme konusu başvuru “blue” kelimesinden ve stilize yazım biçimi, mavi renkte yazım, beyaz konturlar, diyagonal yazım stili gibi bir takım şekli unsurlardan oluşmaktadır.

v- “Blue (mavi)” kelimesi temel bir İngilizce sözcüktür ve malların ortalama tüketicilerinde anında ve herhangi bir ek zihinsel çaba olmadan yaratacağı algı, markanın mavi renge atıf yaptığıdır.

vi- Başvurunun mal listesini teşkil eden “meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” sektöründe, içeceklerin renklerine göre ayırt edilmesi oldukça bilinen bir durumdur ve birçok üretici ticari başarılarını artırmak için içecekleri renklerine göre ayırmaktadır. Mavi renkli içeceklerin çok sayıda örneği mevcuttur ve bu bağlamda “blue” ibaresi inceleme konusu malların önemli bir karakteristik özelliği olarak, tüketicilerin tercihini etkileyecektir. Bu çerçevede, “blue” kelimesi başvuru kapsamındaki mallar için malların rengine doğrudan atıf yapmaktadır ve tanımlayıcıdır.

vii- İnceleme konusu başvuruda yer alan figüratif unsurlar, kamunun ilgili kesimince görsel olarak yakalanacak ve akılda kalacak nitelikte unsurlar değildir. Bu çerçevede bu unsurların, tüketicilerin algısına tanımlayıcı kelime unsurundan uzaklaştıramayacağı yönündeki Temyiz Kurulu tespiti yerindedir. Tüm bunların sonucunda, başvurunun figüratif unsurları, kamunun ilgili kesiminin algısını kelime unsurunun yarattığı tanımlayıcı mesajdan uzaklaştıracak nitelikte değildir.

viii- EUIPO, Blue markasını ve diğer renk isimlerini üçüncü taraflar adına tescil etmiş olsa da, bu durum inceleme sonucunda yapılan tespitleri ve kararın yerindeliğini değiştirmeyecektir. (EUIPO yetkilerini Birlik mevzuatının genel ilkeleri çerçevesinde kullanmakla yükümlüdür. Eşit muamele ve düzgün yönetim ilkeleri çerçevesinde EUIPO benzer markalar hakkında önceden verilmiş kararları dikkate almalı ve aynı yönde karar verip vermeyeceğini dikkatle belirlemelidir. Bununla birlikte, bu ilkelerin ne şekilde uygulanacağı hukukilik ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bu çerçevede, bir markayı tescil ettirmek isteyen kişi, kendi lehine aynı kararın verilmesi talebiyle başka bir kişi adına gerçekleştirilmiş kanuni olmayan bir işleme dayanamaz. Bunun ötesinde, hukuki belirlilik ve iyi yönetim esasları çerçevesinde, markaların uygun olmayan biçimde tescil edilmesini engellemek amacıyla, her markanın incelenmesi düzgün ve kapsamlı biçimde yapılmalıdır. Buna uygun olarak, inceleme her vaka bazında ayrı olarak yapılmalıdır. Bir markanın tescil edilmesi, ilgili markanın kendi olguları kapsamında değerlendirilebilecek ve amacı, inceleme konusu markanın herhangi bir ret gerekçesi kapsamına girip girmediğini belirlemek olan özel kriterlere bağlıdır.)

ix- Netice itibarıyla Genel Mahkeme başvurunun tanımlayıcılık nedeniyle “Enerji içecekleri ve izotonik spor içecekleri hariç olmak üzere, meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” malları bakımından reddedilmesi kararının yerinde bulmuştur.

x- Tanımlayıcılık gerekçeli ret kararı yerinde bulunduğundan, Genel Mahkeme ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret kararını ayrıca incelememiş ve davanın reddedilmesine karar vermiştir.

Renk isimlerinin marka olarak tescil edilebilirliği içerikli tartışmalarda referans alınması başlıca hususlar, kanaatimizce malların ve hizmetlerin niteliği ve renk isminin mallara ve hizmetlere ilişkin tüketici tercihinde ne derece rol oynadığıdır. Bunun ötesinde, renk isminin malların veya hizmetlerin mutlak surette ayrılmaz bir özelliği olması gerekli değildir. Örneğin, “beyaz” ibaresinin arabalara ilişkin bir özellik olması şart değildir, ancak beyaz rengin tüketicinin araba satın alma tercihinde önemli bir faktör olması ret kararının verilebilmesi için kanaatimizce yeterli olacaktır. “Ne olacak ki?” bakış açısıyla -idare veya yargı kararıyla- tescil edilen markaların sonraki dönemlerde yol açtığı kaoslar (marka ismi vermemeyi tercih ediyoruz), bu noktada yeteri derecede önemli gösterge teşkil etmektedir.

Önder Erol ÜNSAL

Haziran 2018

unsalonderol@gmail.com 

 

“PLAY-DOH” KOKU MARKASI USPTO TESCİL KARARI

 

Kokuların marka olarak tescil edilip edilemeyeceği Türk hukukunda ve mehaz Avrupa Birliği (AB) hukukunda her zaman tartışma konusu olmuştur. Söz konusu tartışmanın yapı taşlarından birini Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) tarafından verilen Sieckmann kararı[1] oluşturmaktadır. İçtihat niteliğinde olan karara göre; görsel olmayan işaretlerin marka olarak tescil edilebilmesi için sicildeki gösterimlerinin açık, kesin, anlaşılır, zamana dayanıklı, değişmez, nesnel ve kendi içinde bir bütünlük oluşturacak şekilde olması gerekmektedir. Ancak kokunun kimyasal formülü, numunesi veya kokunun kelimeler yolu ile tarif edilmesi bu şartları sağlamamaktadır. Özellikle kelimeler yolu ile yapılan bir koku tarifi birden fazla koku için yapılabileceği gibi aynı kokunun farklı kişilerce farklı şekillerde tarif edilmesi de mümkündür. 22.12.2016 tarihli ve 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda (SMK) ise marka olabilecek işaretler arasında kokular açıkça sayılmamıştır. Ancak söz konusu sayım sınırlı olmadığı için kokuların marka olarak tesciline herhangi bir engel de bulunmamaktadır. SMK’nin Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin Markaların Gösterimi başlıklı 7 nci maddesinde ise kokulara yer verilmediğinden şu an için kokuların gösterimine dair bir kesinlik olmadığı sonucuna varılabilmektedir.

AB ve Türk hukukundaki bu tartışmalar ve belirsizlikler mevcutken; ABD Patent ve Marka Ofisi (USPTO) uzun yıllardır kokuları marka olarak tescil etmektedir. USPTO tarafından koku markalarına dair verilen son karar ise bu yazının konusunu oluşturmaktadır.

Çocukluğu 90’ların başlarına denk gelmiş olanlar için bir statü nesnesi olan Play-Doh oyun hamurunun çok sevilen kokusunun marka olarak tescili için 14 Şubat 2017’de başlatılan süreç geçen hafta tamamlanmıştır ve 15 Mayıs 2018 tarihinde koku markası olarak tescil edilmiştir.

 

 

Esasen koku markalarının tesciline dair USPTO tarafından verilen ilk karar Play-Doh oyun hamuru kokusuna ilişkin değildir. Sandaletler için balonlu sakız kokusu, diş fırçaları için çilek kokusu, otomobil yağları için kiraz kokusu gibi birçok koku markası başvurusu, USPTO tarafından geçmiş yıllarda tescile bağlanmıştır. Ancak verilen bu kararlardan IP dünyasında ulusal ve uluslararası platformlarda en dikkat çekeni muhtemelen Play-Doh kararı olacaktır. Üzerine oldukça fazla inceleme ve haber yapılan bu karar, Play-Doh’un çocukluk anılarımın yanında mesleki anılarım arasında yer etmesini de sağlamış oldu. Yapmış olduğum incelemede; USPTO uzmanı tarafından başvuru konusu markanın ayırt ediciliği ve kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiasının incelediği bir ön karar, kararda belirtilen hususlara dair başvuru sahibince verilen cevap ve bunlara dair kısa bir değerlendirme yer alacaktır.

Play-Doh oyun hamuru yaratıcısı Ünlü Hasbro Inc. (Rhode Island Cooporation) tarafından yapılan başvurunun mal ve hizmet listesinde 28. sınıfa dahil “oyun hamuru” malları bulunmaktadır.

Başvuru sahibi dilekçesinde kokuyu “unique scent formed through the combination of a sweet, slightly musky, vanilla-like fragrance, with slight overtones of cherry, and the natural smell of a salted, wheat-based dough.” (tatlı, hafif misk kokulu, vanilya benzeri koku ile kirazın hafif tonları ve tuzlu, buğday esaslı hamurun doğal kokusunun kombinasyonundan oluşan benzersiz bir koku) olarak tarif etmiştir.

USPTO uzmanı tescil talebini kısaca, başvuru konusu işaretin oyun hamurları için ürün tasarımının ayırt edici olmayan özelliği olan kokuyu içermesi ve kullanım sonucu ayırt edicilik iddiasına dair delillerin yetersiz olduğu sebebi ile reddetmiştir. Söz konusu karara ve bu karara karşı başvuru sahibince yapılan savunmalara, bu yazıda yer verilecek olsa da ayrıntılara http://tsdr.uspto.gov/documentviewer?caseId=sn87335817&docId=OOA20170526142952#docIndex=10&page=1 linkinden ulaşılması mümkündür.

USPTO uzmanı tarafından verilen ön karara göre; ABD Marka Yasası gereği, ürün tasarımının bir özelliğinin ayırt edici olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Çünkü tüketiciler bu tür tasarımların malların kaynağını göstermekten ziyade malları daha kullanışlı ve çekici hale getirme niyetinde olduğunun farkındadırlar. Oyun hamurları bakımından ise söz konusu ürüne koku eklenmesi pratiği, pazarda ayırt edicilik sağlamamaktadır. Bu nedenle alıcılar başvuru sahibinin ürünü ile karşılaştığında, bunu muhtemelen kaynak göstergesi olarak değil malların tesadüfi bir özelliği olarak algılayacaklardır.

Ayırt edici olmayan marka başvuruları ABD Marka Yasasına (Sections 1, 2 and 45 of the Trademark Act, 15 U.S.C. §§ 1051, 1052 and 1127)  göre kullanım sonucu ayırt edicilik kazanıldığı ispatlanmadan tescil edilememektedir.  ABD Marka Yasası 2(f) hükmüne göre ise başvuru konusu markanın kullanım yolu ile ayırt edicilik kazandığı iddiasının kabul edilebilmesi için söz konusu iddianın yapılmasından beş yıl öncesinde markanın başvuru konusu mallarda başvuru sahibince ticarette ciddi şekilde münhasır ve sürekli olarak kullanıldığının ve ayırt edicilik kazandığının kanıtlanması gerekmektedir. Bu kapsamda başvuru sahibi başvuru dilekçesinde, markanın 1955 tarihinden itibaren başvuru konusu mallarda kullanıldığına dayanarak ayırt edicilik kazanıldığını iddia etmiştir. Ancak bu iddia USPTO tarafından ayırt ediciliğinin kanıtlanması için yetersiz görülmüştür.  USPTO uzmanı çeşitli firmalara ait kokulu oyun hamuru fotoğraflarını dosyaya ekleyerek söz konusu malların piyasada genellikle kokulu olarak satıldığını belirtmiştir. Bu nedenle başvuru konusu kokunun ayırt edici olduğunu ve kaynak gösterdiğini kanıtlayan tatmin edici kanıtlar sunulmasının gerektiğini belirtmiştir. Zira beş yıllık kullanım kanıtı ayırt edici olmayan ürün tasarımı markalarının ayırt edicilik kazandığını göstermek için tek başına yeterli görülmemektedir. Bu nedenle sadece markanın uzun süre ticarette kullanılması, başvuru konusu mallarda kokunun o malın bir özelliği olarak yaygın olarak kullanıldığı göz önüne alındığında kullanım sonucu ayırt edicilik kazandığı iddiasının ispatı için yeterli görülmemiştir. Sonuç olarak başvuru sahibi tarafından başvuru ekinde sunulan kanıtlar kullanım sonucu ayırt edicilik kazandığının ispatında yetersiz bulunmuştur.

ABD yasalarına göre markanın ayırt edici olduğunu kanıtlamak yükümlülüğü başvuru sahibinde olduğu için başvuru sahibi ayırt ediciliğe ilişkin ek kanıt sunulabilecektir. Başvuru sahibinin markanın tüketiciler nezdinde kaynak gösterme işlevinin bulunduğunu da somut verilerle kanıtlaması gerekmektedir. Bu tür kanıtlar, ticarette uzun süreli kullanıma dair beyanları veya yazılı ifadeleri; reklam harcamalarını ve tüketicilerin ve/veya satıcıların, markanın kaynak gösterdiğine dair mektupları veya beyanlarıdır.

USPTO uzmanına göre başvuru sahibinin tescil başvurusu kapsamındaki malların kullanımı ile ilgili olarak bazı bilgi ve belgeleri de sağlaması gerekmektedir. Bu kapsamda başvuru sahibinden aşağıdaki taleplerde bulunulmuştur:

  1. Başvuru konusu kokunun veya herhangi bir özelliğinin tasarım, faydalı model, patent başvurusuna (süresi solan patentler ve vazgeçilen patentler dâhil) konu olup olmadığı ile ilgili yazılı açıklama.
  2. Özellikle başvuru konusu markadaki kokunun tanıtımını yapan veya ona referansta bulunan reklam veya promosyon malzemelerine dair açıklama.
  3. Başvuru konusu markanın kokusunun içeriğinin alternatif kompozisyonlarının olup olmadığı ve bu alternatif kompozisyonların eşit derecede etkili ve rekabetçi olup olmadığım hakkında yazılı beyan ve kanıt.
  4. Başvuru konusu koku içeriğinin oyun hamurunda doğal olarak bulunup bulunmadığı veya başvuru sahibinin bu içerikleri ürüne ekleyip eklemediği hakkında yazılı açıklama.
  5. Eğer başvuru sahibi katkı maddesi eklediyse, bu katkı maddesi olmadan ürünün verdiği kokunun tanımı veya numune ibrazı.
  6. Başvuru konusu kokunun diğer kokulara kıyasla işlevsel avantaj sağlayıp sağlamadığı hakkında yazılı açıklama.
  7. Başvuru sahibinin koku içeriğinin oyun hamurlarının daha uzun süre nemli kalmasına olanak sağlayıp sağlamadığı hakkında yazılı açıklama.
  8. Başvuru sahibinin koku içeriğinin oyun hamurlarının daha kolay boyanmasına veya rengini daha iyi tutmasına olanak sağlayıp sağlamadığı hakkında yazılı açıklama.
  9. Başvuru konusu koku içeriğinin başvuru sahibinin oyun hamurlarının dokusunu etkileyip etkilemediği hakkında yazılı açıklama.
  10. Başvuru konusu koku içeriğinin başvuru sahibinin oyun hamurlarının esnekliğini etkileyip etkilemediği hakkında yazılı açıklama.
  11. Önceki 4 soruya olumlu cevap veriliyorsa bu durumda başka bir kokunun en az başvuru konusu koku kadar etkili olup olmayacağı hakkında yazılı açıklama.
  12. Başvuru konusu kokunun oyun hamurları pazarındaki diğer kokular üzerinde herhangi bir avantaj sağlayıp sağlamayacağı hakkında yazılı açıklama.
  13. Başvuru sahibinin oyun hamurlarında koku kullanan herhangi bir rakipten bilgisi olup olmadığı konusunda yazılı bir açıklama.
  14. Başvuru konusu kokunun başvuru konusu mallarda buğday veya kış buğdayının kullanımının sonucu olup olmadığına dair yazılı bir açıklama.
  15. Başvuru konusu malların çeşitli renklerde olup olmadığı, birden fazla rengin söz konusu olduğu hallerde tüm renklerin kokusunun aynı mı yoksa farklı olduğu veya ürünlerin beyaz renkte satılması halinde bu ürünlerin de aynı kokuya sahip olup olmayacağı konusunda yazılı bir açıklama.

Ayrıca, başvuru sahibinden markanın tanımına dair bir takım değişiklikler yapması istenmiştir. Bu kapsamda ilk başvurusunda yer alan “unique scent formed through the combination of a sweet, slightly musky, vanilla-like fragrance, with slight overtones of cherry, and the natural smell of a salted, wheat-based dough” (tatlı, hafif misk kokulu, vanilya benzeri koku ile kirazın hafif tonları ve tuzlu, buğday esaslı hamurun doğal kokusunun kombinasyonundan oluşan benzersiz bir koku) ifadesinin “The mark is a scent of a sweet, slightly musky, vanilla fragrance, with slight overtones of cherry, combined with the smell of a salted, wheat-based dough  (tuzlu buğday esaslı hamur kokusuyla birleşen hafif kiraz kokusuna sahip tatlı, hafif misk kokulu, vanilya kokusu) şeklinde değiştirilmesi teklif edilmiştir. Bunun yanında başvuru sahibinden ticari markadaki lafzi ve şekli öğelerin doğru ve öz bir açıklamasını sunması istenmiştir.

Başvuru sahibi tarafından Ofisin söz konusu taleplerine verilen cevapta aşağıdaki ifadeler yer almaktadır:

  • Play-Doh oyun hamuru kokusunun başvuru sahibince ilk olarak 1950’de yaratıldığını ve oyun hamurlarının o tarihten itibaren sürekli olarak başvuru konusu kokuda olduğunu belirterek buna dair Play-Doh ve Playskool firmalarının Başkan Yardımcısının yazılı açıklamasını dosyaya eklemiştir.
  • Play-Doh oyun hamuru kokusunun 60 yıldan fazla süredir popüler olduğunu, çocuklar ve her yaştan yetişkinin hayran olduğu bir koku olduğunu, Play-Doh’un ayırt edici kokusunun tüketiciler arasında en sevilen ve en yaygın şekilde bilinen koku olduğunu belirtmiştir.
  • Tüketicilerin söz konusu kokuyu sadece Hasbro ile ilişkilendirdiğini ve bu koku altında satılan ürünlerin yüksek seviye kalitede olacağına dair beklenti içinde olduğunu belirtmiştir.
  • USPTO uzmanı tarafından farklı firmalara ait kokulu oyun hamurlarının bulunduğu ve oyun hamurlarının kokulu olarak satılmasının piyasada yaygın olduğuna dair yapılan açıklamalara karşı başvuru sahibi tarafından, , kiraz ve tuzlu buğday bazlı oyun hamuru kokusu kombinasyondan oluşan Play-Doh oyun hamuru kokusunun tüm bu kokulardan farklı ve eşsiz olduğu belirtilmiştir.
  • Başvuru sahibi ayrıca başvuru konusu koku markasının ayırt edici ve kaynak gösterici olduğunu ifade eden Play-Doh tüketicileri tarafından yazılan makale ve diğer açıklamaları dosya kapsamına eklemiştir.
  • Play-Doh oyun hamurlarının seksenden fazla ülkeye satıldığını; Amazon, Kmart, Target, Toys R Us gibi en büyük perakendeciler tarafından satılan ürünler olduğunu; 2004’ten beri dünya çapında yapılan satışlardan 2.2 milyar dolardan fazla kazanç sağlandığını; 2004’ten beri arasında dünya çapında yazılı, dijital ve televizyon reklamları dahil 220 milyon dolar reklam harcaması yapıldığını; Hasbro’nun facebook, instagram, twitter gibi sosyal mecralarda tüketiciler tarafından takip edildiğini; son iki yılda Play-Doh’un 42,000 den fazla kez sosyal medyada paylaşımlarında kullanıldığını; her Eylül’ün 16’sında dünya çapında milyonlarca insan ile başvuru sahibi Hasbro ‘nun Play-Doh ürününün tanıtımını yapmak ve kutlamak için Ulusal Play-Doh Günü düzenlediğini; New York Times, Fortune magazin, ABC News gibi mecralarda başvuru sahibinin talebi olmaksızın Play-Doh koku markasına dair haberler yapıldığı ve bu haberlerde Play-Doh kokusunun ayırt edici ve ikonik olarak tanımlandığını belirtmiş ve bu hususlara dair delilerini eklemiştir. Sonuçta başvuru sahibi tüm bu nedenlerle marka başvurusunun ayırt edici olduğunu ve tescil edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
  • USPTO uzmanı tarafından talep edilen ve yukarıda yer verilen on beş adet talebe karşı başvuru sahibi tarafından verilen cevapta;
    • Başvuru konusu kokunun veya herhangi bir özelliğinin tasarım, faydalı model, patent başvurusuna (süresi solan patentler ve vazgeçilen patentler dâhil) konu olmadığı,
    • Başvuru konusu markadaki kokunun, 2012-2013 yılları arasında yürütülen “Stop and Smell Play-Doh” kampanyası dahil olmak üzere yıllardır pazarlama, tanıtım materyalleri ve kampanyalarında da yer aldığı,
    • Başvuru konusu kokunun doğal olarak meydana gelmediği yani hamurun doğal kokusuna başvuru sahibince bazı içeriklerin eklendiği; söz konusu katkılar olmadığında oyun hamurunun tatsız ve yalınken vanilya ve kirazın ayırt edici notaları ile başvuru konusu kokunun tatlı ve benzersiz koktuğu;
    • Başvuru konusu koku içinde yer alan katkı maddelerinin fonksiyonel herhangi bir avantaj sağlamadığını, tek avantajının ürün kaynağı olarak başvuru sahibi firmayı belirttiği,
    • Başvuru konusu koku içinde yer alan katkı maddelerinin başvuru sahibinin oyun hamurlarının daha uzun süre nemli kalmasını; daha kolay boyanmasını veya rengini daha iyi tutmasını sağlamadığı; oyun hamurlarının dokusunu ve esnekliğini etkilemediği,
    • Başvuru konusu kokuyu taşıyan oyun hamurlarının başvuru sahibi Hasbro tarafından üretilen Play-Doh oyun hamuru markalı oyun hamurları olduğunun göstermesinin bu kokunun oyun hamurları pazarındaki diğer kokular üzerinde sağladığı tek avantaj olduğu,
    • Başvuru konusu kokunun dosya kapsamında sunulan numunelerden anlaşılacağı üzere oyun hamurlarında koku kullanan diğer firmaların kokularından farklı ve ayırt edilebilir olduğu,
    • Başvuru konusu kokunun esasen başvuru sahibince eklenen katkı maddelerinin bir sonucu olduğu ve sadece buğday kullanımı ile söz konusu kokunun oluşturulamayacağı,
    • Başvuru konusu malların çeşitli beyaz renk dahil çeşitli renklerde olacağı ve tüm renklerin aynı kokuya sahip olacağı,

ifade edilmiş ve bunlara dair yazılı açıklamalar, numune ürünler ve görseller sunulmuştur.

İncelemenin neticesinde dosyada sunulan kanıtlar ve yazılı açıklamalar kapsamında USPTO uzmanı başvuru konusu kokunun ayırt edici olduğu ve tüketicilerce ticari kaynak gösteren koku olarak algılandığı konusunda ikna olmuş ve başvuru tescile bağlanmıştır.

 

 

Sunulan delillerden ve dosya kapsamından anlaşılacağı üzere başvuru konusu koku ve söz konusu kokuyu içeren oyun hamurunun tanınmışlık düzeyi kararın verilmesinde oldukça etkili olmuştur. İncelen kararda da görüleceği üzere ABD’de koku markalarının kelimelerle gösterimi geçerli gösterim olarak kabul edilmekle birlikte bu tarz başvuruların tescil edilebilmesi için kullanım yolu ile ayırt edicilik kazanıldığının kanıtlanması gerekmektedir.

Avrupa Birliği ile Türkiye’de ise koku markalarının koku markalarının formül, numune veya kelimelerle gösterimi şimdilik kural olarak geçerli bir gösterim kabul edilmemektedir. Ancak gelecekte “sicilde gösterilebilir olma” şartının koku markaları bakımından kabul edilebilir bir şeklinin çıkıp çıkmayacağı tartışma konusudur. Bizler burada USPTO tarafından verilen kararı ve ulusal mevzuatımız bakımından koku markaları için kabul edilebilir sicilde gösterim şartının ne olabileceğini tartışırken, Hasbro kutlamalara çoktan başlayarak takipçilerinden #Playdohscent etiketi ile en sevdikleri anılarını paylaşmalarını istemiştir.

[1] ABAD: C-273/00 sayılı ve 12 Aralık 2002 tarihli Ralf Sieckmann v. Deutsches Patent und Markenamt kararı.

Elif AYKURT KARACA

elifaykurt904@gmail.com

Mayıs 2018

“La Mafia” Kelimesi Restoran İsmi Olarak Kamu Düzenine Aykırı mıdır? Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz? (2)

 

“Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker… Nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi.” (Arthur Schopenhauer)

Beklenilse ve hatta gelinen son aşamada kurtuluş olarak görülse de her kayıp, kaybedenin içinde koca bir boşluk oluşturuyor. Üç hafta önce babamı kaybetmemizin ardından acımızı paylaşan tüm IPR Gezgini okuyucularına teşekkür ediyorum. Babamı herhalde bir briç yazısıyla anmam gerekecek, onun arayışını sonraya bırakarak ikinci kısmı tamamlanamamış “La Mafia” kararına geçiyorum.

“Siz ne düşünürsünüz?” serisinin son sorusu hakkında yorumlarını bizimle paylaşan Arda Altınok, Sercem’s World ve farklı sosyal medya kanallarında yorum yapan, ancak son birkaç haftanın karmaşası içinde isimlerini şu an için hatırlayamadığım diğer okurlara teşekkür ediyorum.

Öncelikle soruyu hatırlatıyor ve devamında Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin kararını anahatlarıyla paylaşıyoruz.

İspanya menşeili “La Mafia Franchises, SL” firması aşağıda görseline yer verilen markayı 2006 yılında Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUPO  – eski adıyla OHIM)’de tescil ettirir (başvuru tarihi: 30 Kasım 2006, tescil tarihi: 20 Aralık 2007).

 

 

Markadaki kelime unsurlarından “La Mafia” ibaresi “Mafya”, “se sienta a la mesa” ibaresi ise “masada oturur” anlamına gelmektedir. Tescilli markanın kapsamında 25.,35. ve 43. sınıflara dahil mallar ve hizmetler yer almaktadır. Mallar ve hizmetler özet olarak takip eden şekildedir: “Ayak giysileri, giysiler, tişörtler, şapkalar, iş yönetimi ve organizasyonu konusunda danışmanlık hizmetleri, iş yönetimi konusunda asistanlık hizmetleri, iş yönetimi danışmanlığı hizmetleri, franchising alanında ticari yönetim asistanlığı hizmetleri, reklamcılık hizmetleri, yiyecek, içecek ve kafeteryalar alanında franchise oluşturulması hizmetleri, yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri, bar ve kafeterya hizmetleri.” 

Tescilin üzerinden 8 yıl geçtikten sonra İtalya Hükümeti; markada yer alan “Mafia” ibaresinin “kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı” bir adlandırma olduğunu, “mafia” kelimesinin suç örgütlerine verilen bir adlandırma olduğunu, marka sahibinin restoran zincirinde kullanımının İtalyan mutfağının olumlu imajını manipüle edeceğini ve kelimenin olumsuz anlamını önemsizleştireceğini öne sürerek markanın kamu düzenine ve genel ahlaka aykırılık gerekçesiyle hükümsüz kılınması talebiyle EUIPO’ya başvuruda bulunur.

EUIPO İptal Birimi talebi haklı bulur ve markayı hükümsüz kılar. Marka sahibi bu karara karşı itiraz eder, ancak itirazı EUIPO Temyiz Kurulu tarafından reddedilir.

Marka sahibi bunun üzerine hükümsüzlük kararının iptal edilmesi talebiyle Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi‘nde dava açar.

Davacının argümanları aşağıdaki şekildedir:

(i) Mafia veya bunun üyeleri, EUIPO kılavuzunda kamu düzenine aykırılık değerlendirilirken dikkate alınacağı belirtilen Konsey’in Terörle Mücadele Hakkında Özel Önlemler isimli pozisyon dokümanının ekinde yer alan terörist kişiler ve gruplar arasında bulunmamaktadır.

(ii) Marka bütün olarak değerlendirilmelidir. Markada yer alan tüm unsurlar göz önüne alındığında markanın, suç örgütlerini övme veya desteklemediği, “Baba (Godfather)” filmlerine göndermede bulunduğu açıktır.

(iii) Marka kapsamında yer alan mal ve hizmetler iletişimsel hizmetler, yani amacı mesaj iletmek olan hizmetler değildir. Dolayısıyla, marka birilerine hakaret etme, aşağılama veya onlara şok geçirtme amacıyla tescil edilmemiştir. Tersine halkın geneli, markanın bir restoran zincirinin adı olarak tescil edildiğini ve restoran temasının suç örgütleriyle ilgili olmadığını, tersine “Baba” filmlerindeki aile değerleri ve kardeşlik temasına atıf yapıldığını anlayacaktır.

(iv) Marka sahibi son olarak “Mafia” kelimesini içeren çok sayıda tescilli Avrupa Birliği ve İtalyan markası bulunduğunu belirtmektedir. Davacıya göre, EUIPO Temyiz Kurulu’nun 2012 yılında verdiği “Mafia II” ve 2015 yılında verdiği “Contra-Bando” kararları işbu davayla yakın benzerlik içermektedir.

Sorumuz bu noktada geliyor:

Sizce Adalet Divanı Genel Mahkemesi dava hakkında ne gibi bir karar vermiştir?

Adalet Divanı Genel Mahkemesi, davayı 15 Mart 2018 tarihli T‑1/17 sayılı kararı ile sonuçlandırmıştır. Karar metninin http://curia.europa.eu/juris/document/document_print.jsf?doclang=EN&text=&pageIndex=0&part=1&mode=req&docid=200262&occ=first&dir=&cid=682277 bağlantısından görülmesi mümkündür.

Genel Mahkeme kararında başvuru sahibinin yukarıda yer verdiğimiz üç argümanı da incelenir.

Mahkemeye, göre kamu düzenine ve genel ahlaka aykırılık içerikli ret gerekçesinin altında yatan kamusal fayda, kullanımları Avrupa Birliği’nde kamu düzenine veya genel kabul gören ahlaki ilkelere aykırılık teşkil edecek işaretlerin tescil edilmesini engellemektedir. Buna ilaveten, hakaret olarak algılanacak işaretler de bu fıkra kapsamında reddedilecektir.

Bir işaretin bu bent kapsamına girip girmediği değerlendirilirken, işareti hiçbir şekilde rahatsız edici bulmayan veya işaretten kolaylıkla etkilenen kesimlerin algısı değil, ortalama derecede hassasiyet ve tolerans sınırlarına sahip olan makul bir kişinin algısı esas alınacaktır. Buna ilaveten, malların ve hizmetlerin doğrudan hedef aldığı kişiler değil, bu mallar ve hizmetlerle tüketici olarak ilgisi bulunmasa da, onlarla günlük yaşamda karşılaşma olasılığı bulunan kişiler değerlendirmede esas alınacaktır.

İncelenen vakada, marka “la mafia”, “se sienta a la mesa” kelime unsurları, siyah arka plan ve gül şeklinden oluşmaktadır. “La Mafia” kelime unsuru, markadaki konumu ve boyutu itibarıyla diğer unsurlardan ayrılmış durumdadır ve Temyiz Kurulu’nca haklı biçimde tespit edildiği üzere markanın baskın unsurunu teşkil etmektedir.

Davacı, “mafia” ibaresinin Konsey’in Terörle Mücadele Hakkında Özel Önlemler isimli pozisyon dokümanının ekinde yer alan terörist kişiler ve gruplar arasında bulunmadığını belirtmektedir. Bu dokümanın amacı terörist eylemlerde yer alan kişi, grup veya kuruluşların belirtilmesidir, ancak diğer tipte suç eylemlerinde bulunan kişi, grup veya kuruluşlar bu listede bulunmamaktadır, ki diğer tipte suç eylemlerine referansta bulanan ibarelerin de kamu düzenine aykırılık içerikli ret gerekçesinin kapsamına girmesi mümkündür. Buna ilaveten EUIPO kılavuzunda yer alan örneklerin de sınırlayıcı ve kapsamı daraltıcı içerikli olmadığı da belirtilmelidir.

“La Mafia” kelimesi (Türkçesi Mafya), dünya genelinde İtalya menşeili bir suç organizasyonun ismi olarak bilinmektedir ve bu organizasyonun eylemleri İtalya dışındaki ülkelere de yayılmıştır. Bu eylemler arasında fiziksel şiddet, cinayet, tehdit, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, kara para aklama ve rüşvet de bulunmaktadır.

Genel Mahkeme’ye göre bu tip eylemler, Avrupa Birliği’nin üzerine kurulu olduğu değerlere aykırıdır ve İtalya hükümeti ve EUIPO tarafından da belirtildiği üzere Avrupa Birliği bu tip eylemlerle mücadele etmektedir. Dolayısıyla, Temyiz Kurulu kararında yer alan, “La Mafia” ibaresinin kamunun aklına bir suç örgütünü getireceği yönündeki tespit, yerindedir.

Davacı, kamunun ilgili kesiminin “La Mafia” ibaresini suçu övme olarak algılanmayacağını iddia ederken, “mafya” kelimesinin sinema ve edebiyattaki sayısız kullanımına referansta bulunmuştur. Davacıya göre markanın tescil edilmesinin amacı kamuyu şok veya rahatsız etmek değildir, tersine marka sahibi markayı tescil ettirirken “Godfather (Baba)” film serisine gönderme yapmak istemiştir. Davacı buna ilaveten, “Godfather” filmleri temalı restoranlarının İspanya’da oldukça ünlü olduğunu da belirtmektedir.

Bu hususta öncelikle, kamu düzenine aykırılık değerlendirmesinin tescili istenen veya tescil edilmiş mal ve hizmetlerden bağımsız olduğu belirtilmelidir. Buna ilaveten, bu değerlendirme markanın içsel özellikleriyle ilgili olup, markayı kullanan kişinin tutum veya davranışlarıyla bağlantılı değildir. Bu çerçevede, marka sahibinin amacının, kamuyu şok veya rahatsız etmek olmaması, amacın “Godfather” filmlerine gönderme yapmaktan ibaret olması hususu, markanın kamunun ilgili kesimince olumsuz biçimde algılanması halini değiştirmeyecektir. Buna ilaveten markadaki hiçbir unsurun belirtilen film serisiyle doğrudan bağlantısı yoktur.Buna ilaveten, markanın ün kazanmış olması ve restoranın teması gibi hususlar, kamu düzenine aykırılık değerlendirmesiyle bağlantısı bulunmayan unsurlardır. Ayrıca, edebiyat ve sinema kurgularının belirli unsurları kullanarak halkı şok veya rahatsız etmesi oldukça yaygındır, ancak bu durumun ve bununla bağlantılı olarak, Mafya hakkında çok sayıda kitap veya film bulunmasının, bu suç örgütünün yarattığı zarara ilişkin algıyı değiştirmesi mümkün değildir.

EUIPO markada yer alan kırmızı gül unsurunu, davacı tarafından öne sürüldüğünün aksine (aşk ve uyum), markanın bütünselliği içinde Mafya vahşetini karakterize eden bir unsur olarak değerlendirmektedir. Aynı durum “masada oturur” anlamına gelen “se sienta a la mesa” ibaresi için de geçerlidir, şöyle ki mafya üyeleri genellikle birlikte masada yemek yiyerek ve yemeği paylaşarak karakterize edilmektedir. Gerek kırmızı gül gerekse de yemek paylaşmak halk nezdinde pozitif imgelerdir. Dolayısıyla, başvuruda yer alan diğer unsurların Mafya faaliyetlerine olumlu bir gönderme yaratabileceği, bu yolla da suç eylemlerine yönelik algıyı önemsizleştirebileceği yönündeki EUIPO ve İtalyan Hükümeti değerlendirmesi yerindedir.

Sayılan tüm hususlar çerçevesinde markanın kamu düzenine aykırılık gerekçesiyle hükümsüz kılınması yönündeki EUIPO Temyiz Kurulu kararı, Genel Mahkeme’ye göre yerindedir.

Genel Mahkeme kararın devamında, EUIPO veya diğer ülkelerdeki tescillerin veya emsal gösterilen diğer markaların hangi nedenlerle bağlayıcı olmadığını bilindik içtihadı çerçevesinde açıklamıştır:

EUIPO, eşit muamele ve düzgün yönetim ilkeleri çerçevesinde benzer markalar hakkında önceden verilmiş kararları dikkate almalı ve aynı yönde karar verip vermeyeceğini dikkatle belirlemelidir. Bununla birlikte, bu ilkelerin ne şekilde uygulanacağı hukukilik ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bunun ötesinde, hukuki belirlilik ve iyi yönetim esasları çerçevesinde, markaların uygun olmayan biçimde tescil edilmesini engellemek amacıyla, her markanın incelenmesi düzgün ve kapsamlı biçimde yapılmalıdır. Buna uygun olarak, inceleme her vaka bazında ayrı olarak gerçekleştirilmelidir. Bir markanın tescil edilmesi, ilgili vakanın kendi şartları kapsamında değerlendirilebilecek ve amacı, inceleme konusu markanın herhangi bir ret gerekçesi kapsamına girip girmediğini belirlemek olan özel kriterlere bağlıdır.

Davacı, “Mafia” kelimesini içeren markaların İtalya’da da tescilli olduğunu öne sürmüş olsa da, Birlik marka rejimi, kendi amaçları olan otonom bir hukuki sistemdir ve herhangi bir ulusal sistemden bağımsızdır. Bu çerçevede, bir birlik markasının korunabilirliği ya da tescil edilebilirliği yalnızca ilgili birlik mevzuatı çerçevesinde değerlendirilir. Bunun sonucu olarak, ne EUIPO ne de Birlik Mahkemeleri, birlik üyesi bir ülkede veya üçüncü bir ülkede bir markanın ulusal bir marka olarak tescil edilebilirliğine ilişkin olarak alınan kararlarla bağlı değildir.

Sonuç olarak, davacının iddiaları ve dava reddedilmiştir.

Genel Mahkeme’nin “La Mafia” kararı hakkında yorumlarınızı duymak bizi memnun edecek. Bekliyoruz!

Final: Bu kadar Mafya içeriği üstüne, suç filmlerini çok sevdiğimi belirteyim ve en sevdiğim suç filmlerinden The Untouchables (Dokunulmazlar)’ın ünlü istasyon merdivenleri çatışmasını sizlerle paylaşayım. Bilen bilir, bu sahne S. Eisenstein’ın Potemkin Zırhlısı filmindeki Odessa Merdivenleri sahnesinden esinlenilmiştir, vaktiniz varsa destansı Odessa Merdivenleri sahnesini izleyin, görkemli çekim kelime anlamını orada buluyor.

 

 

Önder Erol ÜNSAL

Nisan 2018

unsalonderol@gmail.com 

“La Mafia” Kelimesi Restoran İsmi Olarak Kamu Düzenine Aykırı mıdır? Siz Ne Düşünürsünüz? (1)

 

Yeni bir “Siz Ne Düşünürsünüz?” sorusu ile karşınızdayız. Yorumlarını bizimle paylaşacak okuyucularımıza şimdiden teşekkür ederiz.

İspanya menşeili “La Mafia Franchises, SL” firması aşağıda görseline yer verilen markayı 2006 yılında Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUPO  – eski adıyla OHIM)’de tescil ettirir (başvuru tarihi: 30 Kasım 2006, tescil tarihi: 20 Aralık 2007).

 

 

Markadaki kelime unsurlarından “La Mafia” ibaresi “Mafya”, “se sienta a la mesa” ibaresi ise “masada oturur” anlamına gelmektedir. Tescilli markanın kapsamında 25.,35. ve 43. sınıflara dahil mallar ve hizmetler yer almaktadır. Mallar ve hizmetler özet olarak takip eden şekildedir: “Ayak giysileri, giysiler, tişörtler, şapkalar, iş yönetimi ve organizasyonu konusunda danışmanlık hizmetleri, iş yönetimi konusunda asistanlık hizmetleri, iş yönetimi danışmanlığı hizmetleri, franchising alanında ticari yönetim asistanlığı hizmetleri, reklamcılık hizmetleri, yiyecek, içecek ve kafeteryalar alanında franchise oluşturulması hizmetleri, yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri, bar ve kafeterya hizmetleri.” 

Tescilin üzerinden 8 yıl geçtikten sonra İtalya Hükümeti; markada yer alan “Mafia” ibaresinin “kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı” bir adlandırma olduğunu, “mafia” kelimesinin suç örgütlerine verilen bir adlandırma olduğunu, marka sahibinin restoran zincirinde kullanımının İtalyan mutfağının olumlu imajını manipüle edeceğini ve kelimenin olumsuz anlamını önemsizleştireceğini öne sürerek markanın kamu düzenine ve genel ahlaka aykırılık gerekçesiyle hükümsüz kılınması talebiyle EUIPO’ya başvuruda bulunur.

EUIPO İptal Birimi talebi haklı bulur ve markayı hükümsüz kılar. Marka sahibi bu karara karşı itiraz eder, ancak itirazı EUIPO Temyiz Kurulu tarafından reddedilir.

Marka sahibi bunun üzerine hükümsüzlük kararının iptal edilmesi talebiyle Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi‘nde dava açar.

Davacının argümanları aşağıdaki şekildedir:

(i) Mafia veya bunun üyeleri, EUIPO kılavuzunda kamu düzenine aykırılık değerlendirilirken dikkate alınacağı belirtilen Konsey’in Terörle Mücadele Hakkında Özel Önlemler isimli pozisyon dokümanının ekinde yer alan terörist kişiler ve gruplar arasında bulunmamaktadır.

(ii) Marka bütün olarak değerlendirilmelidir. Markada yer alan tüm unsurlar göz önüne alındığında markanın, suç örgütlerini övme veya desteklemediği, “Baba (Godfather)” filmlerine göndermede bulunduğu açıktır.

(iii) Marka kapsamında yer alan mal ve hizmetler iletişimsel hizmetler, yani amacı mesaj iletmek olan hizmetler değildir. Dolayısıyla, marka birilerine hakaret etme, aşağılama veya onlara şok geçirtme amacıyla tescil edilmemiştir. Tersine halkın geneli, markanın bir restoran zincirinin adı olarak tescil edildiğini ve restoran temasının suç örgütleriyle ilgili olmadığını, tersine “Baba” filmlerindeki aile değerleri ve kardeşlik temasına atıf yapıldığını anlayacaktır.

(iv) Marka sahibi son olarak “Mafia” kelimesini içeren çok sayıda tescilli Avrupa Birliği ve İtalyan markası bulunduğunu belirtmektedir. Davacıya göre, EUIPO Temyiz Kurulu’nun 2012 yılında verdiği “Mafia II” ve 2015 yılında verdiği “Contra-Bando” kararları işbu davayla yakın benzerlik içermektedir.

Sorumuz bu noktada geliyor:

Sizce Adalet Divanı Genel Mahkemesi dava hakkında ne gibi bir karar vermiştir?

Yorumlarınızı duymaktan mutlu olacağız. Yanıt ise birkaç gün sonra burada olacak.

PS: Yazının başındaki fotoğraf La Mafia restoranın Alicante şubesinden. EUIPO markayı önceden tescil edip sonra hükümsüz kıldığına göre, geçen 8 sene içinde restoran kalitesini mi bozdu veya restorana giden EUIPO çalışanları yemekleri, servisi veya fiyatları mı beğenmedi acaba? 

Önder Erol ÜNSAL

unsalonderol@gmail.com

Mart 2018

Adalet Divanı Genel Mahkemesi “Metals” Kararı (T-767/16) – Şekil + Tanımlayıcı Kelime Unsuru Kombinasyonunda Şeklin Ayırt Edici Niteliği Değerlendirmesi – Siz Ne Düşünürsünüz (2)?

 

“Siz ne düşünürsünüz?” serimizin son sorusu büyük ilgi çekti ve fazla sayıda yorum IPR Gezgini’nde, IPR Gezgini Facebook hesabında ve LinkedIn hesabında yapıldı. Yorumlarını bizimle paylaşan Mine Güner, Dilek Zeybel, O. Umut Karaca, Murat Dönertaş, Arda Altınok, Suzan Kılıç ve Hüseyin Eren‘e teşekkür ediyoruz.

Öncelikle soruyu hatırlatıyor ve devamında Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin kararını anahatlarıyla paylaşıyoruz.

Aşağıda görseline yer verilen marka tescil başvurusu kabaca, “Sınıf 1: Sınai kimyasallar (özellikle plastik, metal, seramikten mamul veya yarı mamul ürünlerin yüzeylerinin veya ambalajlarının işlenmesi için). Sınıf 2: renklendiriciler, boyalar, metallerin korunması için ürünler. Sınıf 17: Koruyucu bir tabakayla hazırlanan yarı mamul plastik ürünler. Sınıf 40: Yarı mamul ürünlerin kaplanması hizmetleri; metal kaplamalarla metal yüzeylerin kaplanması hizmetleri.”ni kapsamaktadır.

 

 

Başvurunun Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’ne yapılmasının ardından, EUIPO inceleme birimi başvuruyu ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle tümüyle reddediyor. Başvuru sahibi ret kararına karşı yaptığı itirazda, ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık tespitlerini kabul etmiyor ve başvurudaki şekil unsurunun varlığı nedeniyle de başvurunun reddedilmemesi gerektiğini belirtiyor.

EUIPO Temyiz Kurulu, başvuru sahibinin itirazını reddediyor ve başvuru hakkındaki ret kararını yerinde buluyor. Başvuru sahibi bu karara karşı dava açıyor ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin önüne geliyor.

Başvuru sahibinin iddiaları özet olarak; başvurunun şekil unsuruyla birlikte ayırt edici olduğu ve tanımlayıcı olmadığı, “metals” kelime unsurunun da ayırt edici olduğu ve tanımlayıcı olmadığı, başvurudaki şekil unsurunun tek başına aynı mal ve hizmetler EUIPO’da marka olarak tescilli olması, aynı markanın aynı mal ve hizmetler için Almanya, A.B.D. gibi ülkelerde tescilli olması ve bu kararının EUIPO’nun genel karar sistematiği ile uyuşmaması argümanlarından oluşuyor.

Sizce Genel Mahkeme bu iddiaları değerlendirdikten sonra nasıl bir karara varmıştır?

Adalet Divanı Genel Mahkemesi, davayı 16 Kasım 2017 tarihli T‑767/16 sayılı kararı ile sonuçlandırmıştır. Karar metninin http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9ea7d0f130de9645d8db7e014487a1af892c6859a343.e34KaxiLc3eQc40LaxqMbN4Pb30Re0?text=&docid=196756&pageIndex=0&doclang=FR&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=49133 bağlantısından görülmesi mümkündür.

Genel Mahkeme kararında öncelikle tanımlayıcılık gerekçeli ret kararını irdeler:

Davacı “metals” kelime unsurunun tanımlayıcı olmadığını iddia etse de, bu kelimenin neden tanımlayıcı içerikte olmadığına dair herhangi bir argüman sunmamış, sadece EUIPO nezdindeki idari süreçlerde öne sürdüğü argümanlara genel bir referans yapmıştır. Genel Mahkeme önündeki süreçlerde, idari süreçlerdeki argümanlara genel referans yapılması yeterli değildir, iddiaların en azından kısaca tanımlanmış olması gerekmektedir. Dolayısıyla, davacının markadaki kelime unsurunun tanımlayıcı olmadığı yönündeki iddiası kabul edilebilir içerikte değildir.

Markadaki şekil unsurlarına gelindiğinde; bu unsurların kelime unsurunun sol tarafında yer alan kırmızı renkteki yay şekli ve kelime unsurunun rengi ve harflerin yazım biçimi olduğu görülmektedir. Bu unsurların, kamunun ilgili kesimi bakımından, markayı bütüncül algı bağlamında kelime unsurunun tanımlayıcılığından uzaklaştırıp uzaklaştırmayacağı Genel Mahkeme tarafından değerlendirilmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu, başvuruda yer alan kırmızı yay şeklinin kolaylıkla hatırlanabilir detaylar veya aykırılık içermediği tespitini yapmış ve bu şeklin sadece bir dekoratif unsur olarak algılanacağı kanaatine ulaşmıştır. Temyiz Kurulu’na göre, kırmızı yay şekli unsuru, tüketicilerin hafızasında kalıcı olarak yer edinecek bütüncül bir mesaj oluşturmayacaktır. Temyiz Kurulu, aynı durumun harflerin rengi ve standart karakterlere çok yakın yazım karakterleri açısından da söz konusu olduğu görüşündedir.

Davacı Temyiz Kurulu’nun tespitlerine kırmızı yay şekli özelinde itiraz etmektedir.

Davacıya göre, kırmızı yay şekli basit bir geometrik şekil değildir. Mahkeme bu iddiaya karşılık olarak, Temyiz Kurulu’nun bu yönde bir tespit yapmadığını belirtmektedir. Ayrıca, basit geometrik şekillerin ayırt edici olmadığı yönündeki genel içtihat, basit geometrik şekil olmayan şekillerin tamamının ayırt edici olduğu anlamına gelmemektedir.

Temyiz Kurulu kararında açık olarak, başvurudaki şekil unsurunun kolaylıkla hatırlanabilir detaylar veya aykırılıklar içermediğini belirtmiştir. Kırmızı yay şeklinin sıradan bir gösterimi olan şekil, Temyiz Kurulu‘na göre tüketicilerin hatırlayabileceği bir mesaj iletmemektedir. Davacı, buna karşılık olarak şeklin sıradan bir şekil olmadığını ve ayırt edici olduğunu şekil hakkındaki uzun bir açıklamayla iddia etmektedir.

Genel Mahkeme’ye göre, şekle ilişkin açıklamalar ne denli detaylı ve ifade biçimi olarak yaratıcı olsa da, bu açıklamalar şeklin kırmızı bir yayın sıradan bir gösterimi olması halini ortadan kaldırmamaktadır. Şekil unsuru bu haliyle, başvuruya konu markanın kelime unsurundan kaynaklanan tanımlayıcı halini ortadan kaldırmamaktadır.

Başvuru sahibi tarafından öne sürülen çeşitli marka tescilleri de bu durumu ortadan kaldırmamaktadır.

Başvuru sahibi şekil unsurunun tek başına tescil edildiği 1271908 sayılı uluslararası tescile dayansa da;

bu marka, davaya konu marka hakkındaki Temyiz Kurulu kararı verildikten 8 gün sonra tescil edilmiştir. Bunun ötesinde içtihada göre, asgari düzeyde ayırt ediciliğe sahip olan ve hatta Avrupa Birliği’nde tescil edilmiş bir şekil markasının varlığı, bu şekli içeren bir diğer markanın ayırt edici niteliğinin değerlendirilmesinde belirleyici olamaz (Mo Industries v OHIM (Splendid), 21 Mayıs 2015, T-203/14).

Genel Mahkeme kararın devamında, EUIPO veya diğer ülkelerdeki tescillerin veya emsal gösterilen diğer markaların hangi nedenlerle bağlayıcı olmadığını bilindik içtihadı çerçevesinde açıklamıştır:

EUIPO, eşit muamele ve düzgün yönetim ilkeleri çerçevesinde benzer markalar hakkında önceden verilmiş kararları dikkate almalı ve aynı yönde karar verip vermeyeceğini dikkatle belirlemelidir. Bununla birlikte, bu ilkelerin ne şekilde uygulanacağı hukukilik ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bunun ötesinde, hukuki belirlilik ve iyi yönetim esasları çerçevesinde, markaların uygun olmayan biçimde tescil edilmesini engellemek amacıyla, her markanın incelenmesi düzgün ve kapsamlı biçimde yapılmalıdır. Buna uygun olarak, inceleme her vaka bazında ayrı olarak gerçekleştirilmelidir. Bir markanın tescil edilmesi, ilgili vakanın kendi şartları kapsamında değerlendirilebilecek ve amacı, inceleme konusu markanın herhangi bir ret gerekçesi kapsamına girip girmediğini belirlemek olan özel kriterlere bağlıdır (Avrupa Birliği Adalet Divanı, Agencja Wydawnicza Technopol v OHIM kararı, C‑51/10, 10 Mart 2011, paragraf 73-77).

İncelenen vakada, Temyiz Kurulu’nun, itirazı reddederken kapsayıcı ve detaylı bir inceleme yaptığı açıktır. Kararın önceki bölümlerinde belirtildiği üzere, Temyiz Kurulu, başvurunun tanımlayıcılık gerekçesiyle reddedilmesi gerektiğini tespit etmiştir ve Mahkeme’ye göre bu tespitler yerindedir. Dolayısıyla, başvuru sahibinin bu sonucu ortadan kaldırmak için EUIPO’nun önceki kararlarına dayanması mümkün değildir.

Davacı, başvurunun A.B.D., Almanya gibi ülkelerde tescilli olduğunu öne sürmüş olsa da, Birlik marka rejimi, kendi amaçları olan otonom bir hukuki sistemdir ve herhangi bir ulusal sistemden bağımsızdır. Bu çerçevede, bir birlik markasının korunabilirliği ya da tescil edilebilirliği yalnızca ilgili birlik mevzuatı çerçevesinde değerlendirilir. Bunun sonucu olarak, ne EUIPO ne de Birlik Mahkemeleri, birlik üyesi bir ülkede veya üçüncü bir ülkede bir markanın ulusal bir marka olarak tescil edilebilirliğine ilişkin olarak alınan kararlarla bağlı değildir.

Yukarıda sayılan nedenlerle Adalet Divanı Genel Mahkemesi, inceleme konusu başvurunun EUIPO Temyiz Kurulu tarafından tanımlayıcılık gerekçesiyle reddedilmesi kararını yerinde bulmuştur. Genel Mahkeme, tanımlayıcılık gerekçeli ret kararı yerinde bulduğundan, ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret kararının değerlendirilmesine ihtiyaç duymamıştır.

Sonuç olarak, davacının iddiaları ve dava reddedilmiştir.

Sorumuza verilen yanıtların fazlalığı ve birbirlerinden farklılığı, şekil + tanımlayıcı kelime kombinasyonundan oluşan markaların değerlendirilmesinin oldukça kafa karıştırıcı bir alan olduğunu göstermektedir. Bu konuda ek okuma yapmak isteyen okuyucularımıza IPR Gezgini’nde önceden yayınladığımız Ayırt Edici Niteliğe Sahip Olmayan Kelime Unsurları ve Ayırt Edici Niteliğe Sahip Şekil Unsurlarının Kombinasyonundan Oluşan Markaların Değerlendirilmesi Hakkında EUIPO Uygulaması (https://iprgezgini.org/2016/04/28/ayirt-edici-nitelige-sahip-olmayan-kelime-unsurlari-ve-ayirt-edici-nitelige-sahip-sekil-unsurlarinin-kombinasyonundan-olusan-markalarin-degerlendirilmesi-hakkinda-euipo-uygulamasi/) yazısını öneriyoruz.

İncelenen başvuru hakkındaki Temyiz Kurulu ve Genel Mahkeme kararına harfiyen katıldığımızı belirtmek de yerinde olacaktır.

Genel Mahkeme kararı hakkında yorumlarınızı duymak belki verimli bir tartışmanın da kapısını açabilir. Bekliyoruz!

Önder Erol ÜNSAL

Mart 2018

unsalonderol@gmail.com 

CHRISTIAN LOUBOUTIN’in KIRMIZI RENKLİ TABANLAR ÜZERİNDEKİ MARKA HAKKI TEHDİT ALTINDA: AB ADALET DİVANI HUKUK SÖZCÜSÜ DAVADA EK GÖRÜŞÜNÜ AÇIKLADI!

Ünlü Fransız moda tasarımcısı Christian Louboutin, pek çok kadının hayalini süsleyen yüksek topuklu, kırmızı tabanlı, zarif ve pahalı ayakkabı tasarımlarıyla bilinmekte olup, uzun yıllardır bu ayakkabıların dış taban bölümünde kullanılan kırmızı renk, tasarımcının bir nevi imzası haline gelmiştir.

Christian Louboutin marka ayakkabılar, kırmızı renkli dış tabanlarıyla ikonik hale gelmiş olduğundan, tasarımcının söz konusu kırmızı rengi marka tescili yoluyla koruma altına almak istemesi kaçınılmazdır.  Nitekim topuklu ayakkabıların dış tabanında yer alan bu kırmızı renk için çok sayıda ülkede marka tescil başvurusu yapılmış; Fransa, ABD, Benelüks, AB gibi çeşitli ülkelerde / bölgesel ofislerde işaretin kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazandığına karar verilerek tescil talebi olumlu sonuçlanmıştır.

Diğer bazı firmaların da kırmızı rengi ayakkabı tabanlarında kullanması nedeniyle bu renk unsuru çeşitli yargı çevrelerinde uyuşmazlık / dava konusu olmaktadır. Bu davalarda esas olarak Christian Louboutin, uzun yıllardır kadın topuklu ayakkabılarının dış tabanında kendisi tarafından kullanılan ve yıllar içinde kendi markasıyla özdeşleştirdiği kırmızı rengin başkaları tarafından kullanılmasına engel olmak istemekte, bu kullanımlarının kendisine ait marka hakkını ihlal ettiğini öne sürmektedir. Uyuşmazlığın karşı tarafları ise, esas olarak moda sektöründe kırmızı rengin bir kişinin tekeline bırakılamayacağını, bu rengin ayakkabılarda sadece dekoratif amaçlı olduğunu ileri sürmektedir.

Ancak bu yazımızın konusunu, Christian Louboutin adına Benelüks ülkelerinde tescilli bulunan kırmızı renkli ayakkabı tabanı markasının hükümsüzlüğü talebine ilişkin olarak Hollanda’da görülen davada, davayı görmekte olan Lahey Bölge Mahkemesi tarafından AB Adalet Divanına ön yorum kararı vermesi için yöneltilen soru ve bu soruya ilişkin olarak Hukuk Sözcüsü M. Szpunar tarafından verilen görüş oluşturmaktadır. Hukuk Sözcüsünün görüş ve ek görüşünün tam metnini okumak isteyen okuyucular, http://curia.europa.eu/juris/liste.jsf?language=fr&jur=C,T,F&num=C-163/16&td=ALL bağlantısından ilgili metinlere ulaşabilirler.

Vakanın özeti:

28 Aralık 2009’da Louboutin 25. sınıftaki “ayak giysileri (ortopedik ayak giysileri hariç)” malları için bir marka tescil başvurusu yapar ve marka Benelüks markası olarak 6 Ocak 2010 tarihinde tescil edilir. 10 Nisan 2013 tarihinde, tescil kapsamındaki mallar “yüksek topuklu ayakkabılar (ortopedik ayakkabılar hariç)” şeklinde sınırlandırılır.

Söz konusu marka şu şekilde tanımlanmıştır: “Bir ayakkabının tabanına aşağıda gösterildiği gibi uygulanan kırmızı renk (Pantone 18 1663TP) (ayakkabının dış hatları markanın bir parçası değildir, markanın konumunu göstermek amacıyla verilmiştir.)”

Söz konusu marka örneği aşağıda gösterilmektedir:

Van Haren Schoenen BV (Van Haren) Hollanda’da outlet ayakkabı mağazacılığı alanında faaliyet göstermektedir. 2012 yılı boyunca, Van Haren kırmızı tabanlı kadın topuklu ayakkabıları satmıştır.

Louboutin, Hollanda Lahey Bölge Mahkemesinde Van Haren aleyhine marka hakkına tecavüzün tespiti davası açmış ve tecavüzün tespiti yönünde karar elde etmiştir. Bu karara karşı, Van Haren  tarafından Benelüks Sözleşmesinin 2.1(2) maddesi uyarınca (mala asli değerini veren şeklin marka olarak tescil edilemeyeceğine ilişkin ret/hükümsüzlük gerekçesi) Louboutin’e ait markanın hükümsüzlüğü iddiasıyla itiraz edilmiştir. Van Haren, söz konusu markanın özellikle kırmızı rengi içeren iki boyutlu bir marka olduğunu, bu rengin ayakkabıların tabanına uygulandığında, ayakkabının şekline uygun olduğunu ve mallara asli değerini verdiğini öne sürmektedir.

Mahkeme, söz konusu markanın ayrılmaz bir şekilde ayakkabının tabanıyla bağlantılı olmasından ötürü basit bir iki boyutlu marka olmadığı görüşündedir. Mahkeme çekişme konusu markanın, malların bir unsuru olduğu hususunun net olduğu görüşünde olmakla birlikte, 2008/95 sayılı AB Direktifinin 3(1)(e)(iii) maddesi hükmü (mallara asli değerini veren şekillere ilişkin mutlak ret ve hükümsüzlük nedenidir) anlamında “şekil” kavramının, malların dış hatları, ölçüleri ve hacmi gibi üç boyutlu özellikleriyle sınırlı olup olmadığı ve renklerin bu kapsama girip girmediği konusunun belirsiz olduğu görüşündedir. Bu bağlamda mahkeme, eğer ilgili madde hükmünde geçen “şekil” kavramının, malların rengini kapsamına almaması durumunda, ilgili hükmün uygulanabilir olamayacağı görüşündedir. Ancak, böyle bir durumda malların işlevinden kaynaklan bir rengi barındıran markalar için sınırsız bir koruma elde etmek mümkün hale gelecektir.

Bu çerçevede, Lahey Bölge Mahkemesi, davayı durdurarak AB Adalet Divanı’na ön yorum kararı vermesi amacıyla aşağıdaki soruyu yöneltmiştir:

“2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesi hükmü anlamında ‘şekil’ kavramı, malların dış hatları, ölçüleri ve hacmi gibi (üç boyutlu olarak ifade edilmiş) üç boyutlu özellikleriyle mi sınırlıdır;  veya malların rengi gibi diğer (üç boyutlu olmayan) özelliklerini de kapsamakta mıdır?”

Davaya Almanya, Macaristan, Portekiz ve Finlandiya Hükümetleri de müdahil olmuş ve bu dört hükümetin yanı sıra Avrupa Komisyonu da uyuşmazlık konusuyla ilgili yazılı görüşlerini AB Adalet Divanına sunmuşlardır.

Hukuk Sözcüsünün Görüşü:

Hukuk Sözcüsü (Advocate General) Maciej Szpunar 22 Haziran 2017 tarihinde görüşünü açıklamıştır. Bu görüşte ilk olarak, görüş talep eden mahkemenin sorusunu yanıtlayabilmek için, öncelikle dava konusu işaretin malların şeklinden oluşan bir işaret mi, yoksa tek başına renkten (colour per se) oluşan bir işaret mi olduğunun belirlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Daha genel olarak bu dava, malların asli özellikleri üzerinde tekelleşme riskine ilişkin kaygıların, diğer marka türleri, örneğin pozisyon veya hareket markaları açısından da geçerli olabileceği gibi, potansiyel olarak malların bir özelliğinden ayrıştırılabilir olmayabilecek nitelikteki ses, koku veya tat markaları açısından da geçerli olabileceğini göstermektedir. Markanın türünden bağımsız olarak, belirli işaretlerin genel kullanıma açık bırakılmasındaki yararın göz önüne alınması önem arz etmektedir.

Davada çeşitli taraflar çekişme konusu markayı “pozisyon markası” olarak tanımlasa da, Hukuk Sözcüsüne göre, 2008/95 sayılı Direktif ve Adalet Divanı içtihatları markanın türüne ilişkin bu sınıflandırmaya herhangi bir hukuki sonuç bağlamamaktadır. İlaveten, bir markanın “pozisyon markası” olarak kategorize edilmesi, başlı başına, bu markanın malların şeklinden oluşmasını engelleyici değildir, şöyle ki, malların şeklinden oluşan işaretler, aynı zamanda malların bir parçası veya bir unsuru olan işaretleri de kapsamaktadır.

Hukuk sözcüsüne göre, ihtilaf konusu markanın hangi kategoriye girdiğinin tespiti maddi bir değerlendirme olduğundan, markanın tek başına renk markası mı, yoksa malların şeklinden oluşan, ancak aynı zamanda renk unsuru için de koruma isteyen bir marka mı olduğuna ilişkin tespit, görüş isteyen mahkemeye (Lahey Bölge Mahkemesi) aittir. Bu tespiti yapmak için mahkeme, genel bir değerlendirme yapmalı ve tescil başvurusu anında sunulan grafik gösterim ve tarifname/açıklamalar ile markanın asli özelliklerini belirlemeye yönelik diğer materyalleri göz önüne almalıdır. Öncelikle, bir markanın figüratif marka olarak tescil edilmiş olmasının, o markanın “malların şeklinden oluşan marka” olarak sınıflandırılmasına engel teşkil etmeyeceği belirtilmelidir. Diğer yandan, dava konusu markanın herhangi bir dış hatla sınırlandırılmaksızın tek başına renk için mi koruma talep ettiği veyahut tersine, korumanın markanın şekline ilişkin diğer özelliklerle bağlantılı mı olduğu hususu göz önüne alınmalıdır.

Bu noktada Hukuk Sözcüsü kendi kanaatinin, dava konusu markanın, kendi başına renk markasından ziyade malların şeklinden oluşan, ancak malın şekliyle bağlantılı olarak renk unsuru için koruma isteyen bir marka olarak değerlendirilmesi gerektiği yönünde olduğunu ifade etmiştir. Ancak, yerel mahkeme tarafından yöneltilen soruyu tam olarak cevaplayabilmek için görüşünde her iki olasılığa da ayrı ayrı yer vermiştir.

Hukuk Sözcüsü, tek başına renk (colour per se) markalarıyla ilgili olarak Adalet Divanı’nın ‘Libertel’ kararındaki içtihatlarına atıfta bulunmuş ve sonuç olarak dava konusu markanın tek başına renk markası olarak değerlendirilmesi durumunda, Direktifin 3(1)(e) maddesi kapsamına girmeyeceği görüşüne ulaşmıştır.

Takiben Hukuk Sözcüsü, dava konusu markanın, malların şeklinden oluşan, ancak malın şekliyle bağlantılı olarak renk unsuru için koruma isteyen bir marka olarak değerlendirilmesi olasılığına ilişkin analiz ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Hukuk Sözcüsü, malların yüzeyindeki bir unsura uygulanan rengin, malların şekline yansıyan bir özellik olduğu kanaatindedir. Zira, renk belirli mallar bakımından asli kullanışlı bir özellik olabilir. Bu bakımından, malların hem şeklinden hem de renginden oluşan işaretler işlevsellik açısından incelenmezse, Direktifin 3(1)(e) maddesinin temelini oluşturan genel menfaat tam olarak yerini bulmayacaktır. Dolayısıyla, Hukuk Sözcüsünün kanaatine göre, malların şekline entegre edilmiş renkleri içeren işaretler, Direktifin 3(1)(e) maddesinde öngörülen işlevsellik analizine tabi tutulmalıdır. Bu görüşü, 2019 yılında 2008/95 sayılı Direktifin yerini alarak yürürlüğe girecek olan 2015/2436 sayılı Direktifin 4(1)(e) maddesinde yer bulan ifadeyle de desteklemiştir. Şöyle ki, yeni Direktifin ilgili maddesine, 2008/95 sayılı Direktiften farklı olarak “[malların] şekli” ifadesiyle birlikte “ [malların] diğer özellikleri” ifadesi eklenmiştir. Eğer görüş isteyen mahkemenin, dava konusu markayı renk ve şekli bir araya getiren bir marka olarak değerlendirmesi durumunda, bu markanın Direktifin 3(1)(e)(iii) kapsamındaki engeller yönünden incelenebileceği ifade edilmiştir.

İlaveten Hukuk sözcüsü, “mala asli değerini veren şekil” ifadesinin yorumuyla ilgili olarak, bu tescil engeli yönünden incelemenin objektif bir analize dayanması gerektiğini, bu analizin sadece şeklin içsel / özünde bulunan değerleriyle ilgili olduğunu, ancak malların, markanın veya marka sahibinin ününden kaynaklanan çekiciliğiyle ilgili olmadığını vurgulamıştır.

Bu değerlendirmelerin ardından Hukuk Sözcüsü 22 Haziran 2017 tarihli görüşünü aşağıdaki şekilde sonuca bağlamıştır:

“2008/95/EC sayılı Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesi, malların şeklinden oluşan ve belirli bir renk için koruma talep eden işaretlere uygulanabilir olarak yorumlanmalıdır. Bu madde hükmü bağlamında, “mallara asli değerini veren şekil” kavramı, sadece şeklin içsel, özünde bulunan (intrinsic) değeriyle ilgili olup, markanın veya marka sahibinin bilinirliğinin göz önüne alınmasına olanak vermemektedir.”

Hukuk Sözcüsünün Ek Görüşü:

Hukuk Sözcüsünün görüşünden sonraki süreçte, 13 Eylül 2017 tarihinde, davayı gören AB Adalet Divanı 9. Dairesi, davanın daha fazla sayıda hâkimden oluşan Büyük Daire’ye (Grand Chamber) havale edilmesine karar vermiştir. 12 Ekim 2017 tarihinde ise Mahkeme, sözlü muhakemeyi tekrar başlatmaya karar vermiş ve ilgili tarafları yeni duruşmaya katılmaya davet etmiştir. 14 Kasım 2017 tarihinde yapılan duruşmada Louboutin, Van Haren, Almanya, Fransa, Birleşik Krallık Hükümetleri ve Avrupa Komisyonu mütalaalarını sunmuştur. Bu duruşmada taraflarca dile getirilen çeşitli hususlara da değinmek suretiyle ilk görüşteki analizlerini desteklemek üzere Hukuk Sözcüsü M. Szpunar, 6 Şubat 2018 tarihinde davadaki ek görüşünü açıklamıştır. Bu görüşte ele alınan temel hususlar aşağıda alt başlıklar halinde sıralanmıştır:

a. Dava konusu markanın tasnifi hakkındaki ek görüşler:

Duruşmada Louboutin’in açıklamaları göz önüne alındığında, dava konusu markada, renk şekli sınırlandırmakta ve bunun doğal sonucu olarak şekil, rengin dış sınırlarıyla örtüşmektedir. Dolayısıyla, Hukuk Sözcüsüne göre, somut olayda, şekil bütünüyle soyut halde veya göz ardı edilebilir önemde değildir. Taban şeklinin farklı ayakkabı tasarımlarına göre değişebilecek olmasının da önemi yoktur. Zira odak noktasını ayakkabının bir başka kısmı değil, tabanın belirli bir şekli oluşturmaktadır. Bu bağlamda, ilk olarak markanın bir bütün olarak değerlendirilmesi hususu; ikinci olarak da marka sahibine sağlanan korumanın sadece tescili istenen işaretin aynısını değil,  bununla benzer işaretleri de kapsadığı hususları dikkate alınmalıdır. İlaveten, kırmızı rengin, taban şeklinden bağımsız olarak kullanılması halinde markanın asli işlevini yerine getirebileceği ve sahibini teşhis etmeyi sağlayabileceği de şüphelidir. Marka sahibinin, tescil başvurusunu yaparken amaçladığının da bu olmadığı düşünülmektedir.

Bu çerçevede, Hukuk Sözcüsü, dava konusu markanın, tek başına renkten oluşan bir markadan ziyade; malların şeklinden oluşan ve bu şekille ilişkili olarak renk için koruma talep eden bir işaret olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündeki görüşünü yinelemiştir.

b. 2017/1431 sayılı Uygulama Yönetmeliği bağlamında markanın “pozisyon markası” olarak tasnif edilmesinin etkisi:

14 Kasım 2017 tarihli duruşmada Louboutin, markasının, 2017/1431 sayılı Uygulama Yönetmeliği’nin 3(3)(d) maddesindeki “pozisyon markası” tanımında belirtilen kriterleri karşıladığını belirtmiştir.

Oysaki 207/2009 sayılı AB Marka Tüzüğünü tadil eden ve 23 Marka 2016 tarihinde (pozisyon markasına ilişkin düzenleme içeren 2017/1431 sayılı Uygulama Yönetmeliğinin ilgili maddesinden daha önce) yürürlüğe giren 2015/2424 sayılı AB Marka Tüzüğünün, Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesinde belirtilen ret veya hükümsüzlük nedenine karşılık gelen hükmünde “münhasıran mali asli değerini veren şekilden oluşan işaretler” ifadesi yerine “münhasıran mali asli değerini veren şekil veya diğer özelliklerden oluşan işaretler” ifadesi kullanılmıştır. Böylelikle, pozisyon markalarına ilişkin düzenleme yürürlüğe girdiğinde, AB marka sistemi, bir işaretin 3(1)(e)(iii) maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için sadece şekilden oluşması gerekmediğine ilişkin düzenlemeyi hâlihazırda kabul etmiş durumdadır. Diğer yandan, Hukuk Sözcüsü, Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesinin, “şekil markalarına” değil, “münhasıran mallara asli değerini veren şekilden oluşan işaretlere” atıfta bulunduğunun altını çizmiştir.

İlaveten Hukuk Sözcüsü, 2017/1431 sayılı Uygulama Yönetmeliğinin 3(3) maddesinin, ne tescil edilebilir markaların tahdidi bir listesini, ne de ilgili maddede yer verilen marka türlerinin tanımını içerdiğini belirtmiştir. Şöyle ki, bunun devamındaki fıkralardan da anlaşılacağı üzere, m. 3(3) sadece sıklıkla kullanılan marka türlerinin, tescil prosedüründe ne şekilde gösterileceğini düzenlemektedir. Bu maddede sayılan çeşitli marka türlerinin karışımı niteliğindeki işaretler de AB marka sistemine uyumludur. Bu bağlamda, söz konusu markanın şekil markası olarak tescil edilmiş olması, o markanın “malların şeklinden oluşan marka” olarak sınıflandırılmasına engel teşkil etmemektedir.

Bu değerlendirmeler ışığında Hukuk Sözcüsü, 2017/1431 sayılı Uygulama Yönetmeliğinin 3(3)(d) maddesiyle AB marka hukuku sistemine “pozisyon markası” kavramının dâhil edilmiş olmasının, malların şeklinden oluşan ve belirli bir renk için koruma talep eden işaretler hakkında Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesinin uygulanabileceği yönündeki değerlendirmesini değiştirmeyeceği yönünde görüş belirtmiştir.

c. 2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesi ile 2015/2436 sayılı Direktifin 4(1)(e)(iii) maddesinin kapsamının karşılaştırılması:

2015/2436 sayılı Direktifle, mevcut Direktifin ilgili maddesindeki “münhasıran mali asli değerini veren şekilden oluşan işaretler”  ifadesi “münhasıran mali asli değerini veren şekil veya diğer özelliklerden oluşan işaretlerbiçiminde değiştirilmiştir.

Hukuk Sözcüsü, yeni Direktifte bu hususla ilgili olarak herhangi bir geçici maddeye yer verilmemiş olmasını, 2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesinin, şekilden oluşarak belirli bir renk için koruma talep eden işaretlere uygulanacağı şeklindeki yorumu destekleyen bir husus olarak değerlendirmiştir. Hukuk Sözcüsünün analizinin temel argümanını, ilgili maddenin temelindeki birincil ve en önemli gerekçe oluşturmaktadır.

d. 2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesinin temelindeki gerekçe:

2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesi uyarınca mallara asli değerini veren özellikleri taşıyan markalar reddedilir veya hükümsüz kılınır. Böylelikle bu madde hükmü, malların değeri üzerinde belirli bir etkisi olduğu dönem boyunca bir özelliğin, o pazardaki diğer kişilerine de açık kalmasına imkân tanımaktadır.

Malların doğasından kaynaklanan [m. 3(1)(e)(i)] veya teknik bir sonucu elde etmek için gerekli olan [m. 3(1)(e)(ii)] özelliklere ilişkin hükümlerin tersine; mallara asli değerini veren özelliklere ilişkin hüküm, tüketicinin algısı, tercihleri ve işaretin bir teşebbüs adına tescil edilmesi halinde doğacak ekonomik etki gibi bazı harici faktörlere bağlıdır. Aslında, tüketicinin algısına ilişkin belirleyici etken şekil, renk veya pozisyon markaları arasındaki ayrım değil, işaretin bütüncül olarak bıraktığı izlenime dayalı olarak malların kaynağını gösterme fonksiyonudur. Bununla birlikte, mallara asli değerini veren özelliklerin kısmen tüketici algısına göre belirlenmesi, Hukuk Sözcüsüne göre, markanın veya marka sahibinin bilinirliğinin, dava konusu şeklin mallara asli değerini verip vermediğine ilişkin değerlendirmenin bir parçası olarak dikkate alınacağı anlamına gelmemektedir.

e. 2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(b) maddesi ile ilgili olarak dava konusu markanın tasnifi:

İlk görüşünde Hukuk Sözcüsü ön yorum kararı talebi hakkında iki yaklaşım öngörmüştür. İlk yaklaşım 2008/95 sayılı Direktifin 3(1)(e) maddesinin geniş şekilde yorumlanabileceğine dayanmaktadır. İkinci yaklaşım ise, malların bir unsurundan ayrıştırılabilir olmayan veya daha az rastlanan kategorideki işaretlerin, Direktifin 3(1)(b) maddesi anlamında ayırt edici niteliğe sahip olup olmadığını ele alırken, bazı işaretlerin halka açık kalmasındaki yararın göz önünde bulundurulmasına yöneliktir. İlk görüşünde Hukuk Sözcüsü tercihini ilk yaklaşım yönünde belirtmiş iken duruşmada Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık hükümetleri ile Avrupa Komisyonu, dava konusu markanın pozisyon markası olduğu varsayımından hareketle ve pozisyon markalarının Direktifin 3(1)(e)(iii) hükmü kapsamına girmediğinden bahisle ikinci yaklaşımı savunmuşlardır.

Bu noktada Hukuk Sözcüsü, Divanın renk markalarına ilişkin Libertel kararına atıf yaparak, rengin tescilinin, aynı tür mal veya hizmetleri sunan diğer ticari aktörleri haksız şekilde kısıtlamamasına ilişkin genel menfaate aykırı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Libertel davasında mahkeme, renk markalarının ayırt edici niteliğini değerlendirirken, halkın nadiren ürünleri renklerine göre kıyaslayabilecek durumda olması nedeniyle sadece sınırlı sayıda rengi ayırt edebileceği varsayımını temel almıştır. Bu husus, belirli bir renk için koruma talep eden pozisyon markası olarak tasnif edilmiş markalar açısından da evleviyetle geçerlidir. Hukuk Sözcüsüne göre, malın kaynağını göstermek için bir ayakkabını tabanına uygulanabilecek renkler daha bile sınırlıdır, çünkü pratikte siyah, gri ve kahverengi tonları ilgili sektördeki yaygın kullanımları nedeniyle sistematik olarak ayırt edicilikten yoksundur.

Hukuk Sözcüsü ilaveten, Adalet Divanının içtihadına göre, bir işaretin ayırt edici niteliğe sahip olup olmadığına ilişkin değerlendirmede belirleyici olan faktörün, o işaretin figüratif, üç boyutlu veya diğer tür bir marka olarak tasnif edilip edilmemesi değil; işaretin dava konusu malların görünümünden ayırt edilebilir olup olmaması hususu olduğunu belirtmiştir. Buna göre, malların görünümünden ayırt edilebilir olmaksızın renk için koruma talep eden bir işaret, ancak ilgili sektörün norm veya geleneklerinden önemli ölçüde farklılaşması halinde ayırt edici olacaktır. Diğer taraftan, 3(1)(b) maddesi, 3(1)(e) maddesinden farklı olarak, kullanım sonucu kazanılan ayırt edicilik istinası ile aşılabilmekte olup, bu anlamda, 3(1)(e)(iii) maddesinin temelini oluşturan; tüketiciler tarafından aranan ve tercih edilen bir özelliğin diğer ticari aktörler tarafından kullanımının kısıtlanmamasına yönelik genel çıkar, 3(1)(b) maddesi bağlamında kalıcı olarak sağlanamamaktadır.

Sonuç:

Yukarıda yer verilen değerlendirmeler ışığında Hukuk sözcüsü ilk görüşünde ulaştığı sonucu devam ettirmiştir. Tekrar etmek gerekirse;

“2008/95/EC sayılı Direktifin 3(1)(e)(iii) maddesi, malların şeklinden oluşan ve belirli bir renk için koruma talep eden işaretlere uygulanabilir olarak yorumlanmalıdır. Bu madde hükmü bağlamında, “mallara asli değerini veren şekil” kavramı, sadece şeklin içsel, özünde bulunan (intrinsic) değeriyle ilgili olup, markanın veya marka sahibinin bilinirliğinin göz önüne alınmasına olanak vermemektedir.”

Hukuk Sözcüsünün davada birbiriyle aynı yöndeki ilk görüş ve ek görüşünü aktardıktan sonra yazımızın sonuna doğru şu hususu tekrar belirtmekte fayda var:

Mahkeme tarafından Adalet Divanına yöneltilen soru, Louboutin adına tescilli markanın mala asli değerini veren bir işaret olup olmadığına ilişkin değil;  “mala asli değerini veren şekillere” ilişkin ret/hükümsüzlük nedeninde geçen “şekil” kavramının Louboutin adına tescilli -ne tür bir marka olduğu ayrıca tartışılan- markayı da kapsayıp kapsamadığına ilişkin bir sorudur. Yani Lahey Mahkemesi, öncelikle Direktifin ilgili maddesindeki “şekil” kavramının, somut olaydaki “ayakkabı tabanına uygulanmış renk” gibi bir unsuru da kapsayıp kapsamadığını netleştirmek istemektedir. Adalet Divanından alacağı yanıt olumlu olursa, bu unsurun mala asli değerini verip vermediği ayrıca değerlendirilecektir.

Dolayısıyla, davada bu aşamadan sonra, “münhasıran mala asli değerini veren şekilden oluşan işaretlere” ilişkin ret/hükümsüzlük nedeninde yer alan “şekil” tabirinin kapsamı konusunda son sözü Adalet Divanı Büyük Dairesi söyleyecektir. Hukuk Sözcüsünün gerek ilk görüşü, gerekse ek görüşü, ilgili maddedeki “şekil” kavramının, dava konusu marka gibi “malın şeklinden oluşan ve –bu şekille bağlantılı olarak- bir renk unsuru için koruma isteyen” markaları da kapsamına alacak şekilde yorumlanması yönünde. Adalet Divanı’nın, Hukuk Sözcüsü tarafından önerilen yanıta katılması halinde bu defa markanın “mala asli değerini veren şekil” niteliğinde olup olmadığı ayrı bir değerlendirmenin konusu olacaktır.

Gelinen noktada, Louboutin’in “kırmızı taban” markalarının ciddi bir hükümsüzlük tehdidi altında olduğunu söylemek kanaatimizce çok yanlış olmayacaktır. Söz konusu markanın, 6769 s. SMK’nın 5(1)(e) (mülga 556 s. KHK m. 7/1-e) maddesine karşılık gelen hükmü kapsamında bir incelemeye tabi tutulması ve bunun devamında mala asli değerini verdiği sonucuna varılması halinde, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik de ileri sürülebilir olmayacaktır. Zira, kanaatimizce davada Louboutin’in, söz konusu markanın “pozisyon markası” olduğunu ve bu marka türünün, ilgili maddedeki “şekil” tabiri kapsamı dışında tutulması gerektiğini savunması tam da bu yüzdendir. Çünkü, markayı “mala asli değerini veren şekil” incelemesi kapsamı dışında tutacak bir karar çıkması halinde, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik yoluyla, markanın hükümsüz kılınmasını engellemesi, böylelikle kırmızı renkli tabanlar üzerindeki marka korumasını sürdürmesi mümkün olabilecektir.

Öte yandan, yazının başında Louboutin’in kırmızı taban markasının Avrupa Birliği markası olarak da tescilli olduğunu belirtmiştim.  Yazıyı hazırlarken, Benelüks’de tescilli markanın yanı sıra, AB’de tescilli marka için de iki ayrı kişi tarafından hükümsüzlük talebinde bulunulduğunu, hükümsüzlük talebinde bulunan taraflardan birisinin ise yine Van Haren Schoenen B.V. olduğunu tespit ettim. Hükümsüzlük talebi şu anda EUIPO İptal Biriminin önünde ve işlemler askıya alınmış durumda. Askıya alma sebebi ise yazımızın konusunu oluşturan davada Adalet Divanı tarafından verilen ön yorum kararının beklenmesi! Dolayısıyla, Adalet Divanı tarafından verilecek karar, sadece Benelüks markasını değil, AB markasının da kaderini belirleyecek gibi görünüyor.

Ülkemizde ise mülga 556 s. KHK 7/1-e maddesi TÜRKPATENT ve mahkemeler tarafından bugüne kadar çok nadiren uygulanmış bir ret/ hükümsüzlük nedeni.  Ne yazık ilgili maddenin kapsamı, uygulama alanı ve esasına ilişkin konularda (özellikle mala asli değerini veren şekillere ilişkin kısmı açısından) mahkemelerin de yol gösterici olabilecek, ilkesel nitelikte bir kararı bildiğim kadarıyla bulunmuyor.

6769 s. SMK’nın SMK 5(1)(e) maddesi, 2019’da yürürlüğe girecek olan yeni AB Marka Direktifi ile AB Marka Tüzüğünü mehaz alarak, “… mala asli değerini veren şekli ya da başka bir özelliğini münhasıran içeren işaretler ” ifadesine yer vermiş durumda. Şu halde SMK, mülga 556 s. KHK’nın 7/1-e maddesinden farklı olarak ilgili maddenin uygulama alanını sadece şekillerle sınırlı tutmamış. Bunu, … ya da bir başka bir özelliğini münhasıran içeren işaretler” ifadesinden anlamak mümkün. Kuşkusuz, bu ifadenin uygulamadaki karşılığının nasıl olacağı, hangi tür özelliklere uygulanabileceği zaman gösterecek…

Meraklıları için yazımızı, Louboutin’in kırmızı tabanlarının Türkiye’deki durumundan bahsederek bitirelim.

Yazımızda aktarılan davaya konu işaretin aynısı için Türkiye’de ilk olarak 2009 yılında marka tescil başvurusu yapılmış ancak Christian Louboutin tarafından yapılan başvuru “ayak giysileri” malları için ayırt edicilikten yoksun ve tanımlayıcı nitelikte bulunarak YİDK tarafından nihai olarak kısmen reddedilmiş. Karara karşı dava açılmadığından kısmi ret kararı kesinleşmiş, marka hükümden düşmüş. Christian Louboutin tarafından 2015 yılında yapılan başvuruda ise yine aynı marka örneği kullanılarak bu defa kırmızı renk unsuru için “pozisyon markası” olarak tescil talep edilmiş ancak daha sonra bu başvuru geri çekilmiş. Yani şu an için Türkiye’de Christian Louboutin’in kırmızı renkli tabanlar üzerinde bir marka koruması bulunmuyor.

Konu hakkında Adalet Divanı tarafından verilecek karar ve devamında bu kararın Louboutin’in Benelüks ve AB’de tescilli markalarına etkisini bekleyip göreceğiz. Yazıda aktardığımız sürecin devamında Adalet Divanı tarafından verilecek kararı, hatta devamında Benelüks ve EUIPO’daki uyuşmazlıklarda verilecek kararları da IPR Gezgininde paylaşmak istediğimizi belirteyim. Görünen o ki, kırmızı tabanlar marka hukuku bağlamında daha çok tartışma götüreceğe benziyor.

 

H. Tolga Karadenizli

Şubat 2018, Ankara

karadenizlit@gmail.com

 

Kaynak: http://curia.europa.eu/juris/liste.jsf?language=fr&jur=C,T,F&num=C-163/16&td=ALL

Maartje Verhoef’in Vesikalık Fotoğrafı Hakkında EUIPO Temyiz Kurulu Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz? (2)

 

“Siz Ne Düşünürsünüz?” serimizde son olarak, “Mavi Gözlü Kadın Fotoğrafı”ndan oluşan bir başvuru hakkında Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Temyiz Kurulu kararının sizce ne yönde olduğu sorusunu okuyucularımıza yöneltmiştim. Soru hakkında yorumlarını bizlerle paylaşan okuyucularımız “birgariphezarfen, Murat Dönertaş ve Muazzez Kılıç”a çok teşekkür ediyorum. Bu ilginç soru hakkında işyerinde ve çeşitli sosyal ortamlarda da çok sayıda geri dönüş aldım, ancak yazılı yorum olmadıkları için onları ayrıca paylaşamıyorum.

Vakayı ve sorumuzu kısaca hatırlatacak olursak:

“Aşağıda görseline yer verilen kadın fotoğrafından oluşan bir marka tescil başvurusu 14 Ekim 2015 tarihinde Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’ne yapılır.

 

Başvurunun kapsamında 3., 9., 14., 16., 18., 25. sınıflara dahil mallar ve 35., 41.,42. ve 44. sınıflara dahil hizmetler yer almaktadır. Oldukça uzun mal ve hizmet listesinin tercümesine burada yer vermeyeceğiz, ancak başvurunun kapsamında sayılan sınıflardaki mal ve hizmetlerinin neredeyse tamamının bulunduğunu belirtmek, okuyucularımıza başvurunun kapsamı hakkında fikir verecektir.

EUIPO Marka Birimi, başvuruyu tüm mal ve hizmetler bakımından ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle reddeder. Uzmanın ret kararında esasen, başvurunun sadece bir kadının portre fotoğrafından oluşması, başvurunun gösteriminin diğer kadınların yüzlerinden esasen farklılaşmaması, bu haliyle başvurunun gösteriminin tüketicilerin bir işletmenin mallarını ve hizmetlerini, diğer işletmelerin mallarından ve hizmetlerinden ayırt etmesi sağlama amacına hizmet etmemesi gerekçe gösterilmiştir. EUIPO uzmanı tanımlayıcılık gerekçeli ret kararını ise, mallar bakımından malların kullanım alanının belirtilmesi (kadınlara yönelik mallar), hizmetler bakımından ise hizmetin ilgili olduğu veya hizmeti sağlayan model veya moda tasarımcısının belirtilmesi gerekçesine dayandırmıştır.

Başvuru sahibi ret kararına karşı itiraz eder ve başvurunun ayırt edici niteliğe sahip olduğunu ve tanımlayıcı olmadığını belirterek ret kararının kaldırılmasını talep eder.

EUIPO Temyiz Kurulu itiraz hakkındaki kararını 16 Kasım 2017 tarihinde verir.

Bu noktada sorumuzu yöneltiyoruz. Sizce EUIPO Temyiz Kurulu itiraz hakkında ne yönde karar vermiştir? Karar sizce; itirazın reddi mi, kabulü mü, yoksa kısmen kabulü mü yönündedir?”

 

EUIPO Temyiz Kurulu, itirazı 16 Kasım 2017 tarihli kararı ile sonuçlandırır ve başvuru hakkındaki ret kararını tümüyle kaldırır.

Karar metninin https://oami.europa.eu/copla/trademark/data/014679351/download/CLW/APL/2017/EN/20171116_R2063_2016-4.pdf?app=caselaw&casenum=R2063/2016-4&trTypeDoc=Human&sourceLang=nl bağlantısından görülmesi mümkündür.

Kanaatimizce, karar tartışmaya açık tespitler içermektedir ve bu aşamada, kararı kendi adıma pek de yerinde bulmadığımı belirtmem yerinde olacaktır.

Temyiz Kurulu kararını, ayırt edici nitelikten yoksunluk değerlendirmesine ilişkin tespitleriyle birlikte aktarmaya başlıyorum:

Temyiz Kurulu, öncelikle ayırt edici niteliğin değerlendirilmesine ilişkin içtihadı ortaya koymuş ve sonrasında bu içtihadı bir kadının vesikalık fotoğrafı bakımından irdelemiştir.

Kurula göre, kişi veya kişilerin fotoğraflarından oluşan işaretlerde ayırt edici niteliğe ilişkin tespit yapmak zor olsa da, bu durum bu tip fotoğrafların ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddedilmesi zorunluluğunu yanında getirmemektedir. Yanıtlanması gereken soru, incelemeye konu fotoğrafın, kamunun ilgili kesimince derhal ticari kaynak gösteren bir işaret olarak algılanıp algılanmayacağı, yani başvuru sahibinin mal ve hizmetlerinin diğer işletmelerin mal ve hizmetlerinden ayırt etmesini sağlayıp sağlamayacağıdır. Ayırt edici nitelik değerlendirilirken orijinallik ve bireysellik karşılanması gerekli kriterler olmamakla birlikte, inceleme konusu işaretin bir işletmenin mallarını ve hizmetlerini, diğer işletmelerin mallarından ve hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması gerekmektedir. İşaretin, malların üreticisi veya hizmetlerin sağlayıcısı hakkında tam bilgi vermesi beklenmez, aranılan şart mal ve hizmetlerin, farklı ticari kaynaklardan gelen mal ve hizmetlerden ayırt edilmesinin sağlanmasıdır.

Temyiz Kurulu’na göre, inceleme konusu işaret bu şartları yerine getirmektedir. İnceleme konusu işaret, bir kadının başının normal renklerdeki ve sıradan bir zemin üzerindeki gerçek gösteriminden oluşsa da, bu görünüm başvuru kapsamındaki mal ve hizmetlerin görünümü veya şekli değildir, dolayısıyla inceleme konusu işaret, mal ve hizmetlerin görümüne bağlı bir şekilden oluşmamaktadır.

Bir kişinin vesikalık fotoğrafı, o kişinin fiziksel özelliklerini ortaya koyan benzersiz görünümüdür. Kişinin ismi ve soyadının yanısıra, vesikalık fotoğrafı da o kişiyi tanıtmaya yarayan ve başkalarından ayırt edilmesini sağlayan bir unsurdur. Bu nedenle de Kurula göre, inceleme konusu işaret, markanın asli işlevi olan mal ve hizmetlerin, başka işletmelerin mal ve hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlama asli işlevini yerine getirebilecektir.

Temyiz Kurulu belirtilen açıklamalar çerçevesinde ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret kararını kaldırmıştır.

Temyiz Kurulu’nun tanımlayıcılık konusunda değerlendirmesi ise anahatlarıyla aşağıdaki şekildedir:

Başvuru bir kadının başının fotoğrafından oluşmaktadır.

Bir işaretin tanımlayıcılık gerekçesiyle reddedilebilmesi için, kamunun ilgili kesiminin işaret ile tescili talep edilen mal ve hizmetler arasında yeteri derecede doğrudan ve özel bir ilişki kurması gereklidir.

Kararı veren uzmana göre; 3.,14.,18. ve 25. sınıflara dahil mallar bakımından bu ilişki mevcuttur, şöyle ki bir kadının yüzünün fotoğrafından oluşan başvuru, malların kimin kullanımına yönelik olduğunu göstermektedir. 16. sınıfa dahil bazı mallar bakımından da malın konusuna ilişkin bilgi verilmektedir. 35., 41., 42. sınıflara dahil hizmetler bakımından ilgili model veya moda tasarımcısı işaret edilmektedir ve 44. sınıftaki bazı hizmetler bakımından hizmetleri veren kişi gösterilmektedir.

Temyiz Kurulu’na göre; bireylerin fotoğraflarının veya şekillerinin yaygın biçimde kullanıldığı ve özellikle de kişisel bakım, giyim, moda sektörleriyle bağlantılı malların ambalajları üzerinde veya hizmetlerin sunum biçiminde yer aldığı bir gerçektir. Bu tip şekiller, özel kişileri gösterse de, çoğunlukla insanların sıradan gösteriminden başka bir şey değildir ve bunun sonucunda bu şekillerin malların veya hizmetlerin genel hedef kitlesini gösterir referanslar olarak değerlendirilmesi olasıdır.

Bununla birlikte incelenen vakadaki şekil, bir bireyin eşsiz yüz hatlarını gösteren vesikalık fotoğraf biçimindeki bir gösterimdir. Bu nedenle Kurula göre, kamunun ilgili kesiminin işaret ile mallar ve hizmetler arasında doğrudan ve özel bir ilişki kurması beklenemez. Bu kadın fotoğrafını görecek kişiler, mal ve hizmetlerin hedef kitlesi ile doğrudan bağlantı kurmayacaktır. Tüm malların veya hizmetlerin erkeklere veya kadınlara yönelik olduğu gerçektir, dolayısıyla bu fotoğraf görüldüğünde 3.,14.,18. ve 25. sınıflara dahil malların kadınlara yönelik olduğu sonucu kesin biçimde ortaya çıkmayacaktır. Kaldı ki, kadın ismiyle ürün sunan markaların (Carolina Herrera) erkek koleksiyonu olduğu gibi, tersi durum da (Giorgio Armani, Ralph Lauren) mevcuttur. 16. sınıfa dahil mallar bakımından verilen ret kararı ise, bu tip ürünlere kullanıcının fotoğrafının sonradan eklemesi nedeniyle yerinde değildir. Ayrıca, hizmetler bakımından verilen ret kararına gerekçe olarak gösterilen “şeklin hizmeti sağlayanı göstereceği” argümanı, şeklin ticari kaynak gösterir biçimde algılanabileceği sonucuna varılmasına yol açmaktadır.

Belirtilen nedenler kapsamında Temyiz Kurulu tanımlayıcılık gerekçeli ret kararını yerinde bulmamıştır.

Bu tespitlerin sonucunda, Temyiz Kurulu başvuru hakkında verilen ret kararını kaldırmıştır.

Kanaatimizce, başvuru hakkında verilen karar tartışmaya oldukça açıktır. Özellikle, 3. sınıfa dahil mallar, devamında 14.,18. ve 25. sınıflara dahil mallar için başvuruya konu fotoğraf bizce de ürünlerin kadınlara yönelik olduğu mesajını açık olarak vermektedir. Hele ki, saç bakım ürünleri, kozmetik malzemeler, şampuanlar gibi ürünler bakımından, kamunun ilgili kesiminin söz konusu doğrudan ve özel bağlantıyı kurması bizce hiç de güç olmayacaktır. Ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verilebilecek başvurunun tümüyle reddedilmesi kararı ise, kişilerin vesikalık fotoğrafları hakkında genel bir bakışı içerecektir, anlaşılan o ki, EUIPO Temyiz Kurulu, bu tip fotoğrafları ticari kaynak gösterir şekiller olarak görmektedir. Bu husus daha genel bir kabulü onaylamak veya tümden dışlamak anlamındadır ve tartışmalı bir husustur.

Okurlarımızın ne düşündüğünü doğrusu çok merak ediyoruz. Temyiz Kurulu kararı da ortadayken, yorumlarınızı paylaşmanızdan memnuniyet duyacağız.

Bu yazıda bonus olarak ise başvuruyu oluşturan fotoğrafın Hollandalı model Maartje Verhoef‘e ait olduğu bilgisini veriyoruz. Yazıyla çok ilgilenen bazı okurlarımız (onlar kendilerini bilir) fotoğrafın kime ait olduğunu sormuştu, ne mutlu onlara ki, meraklarını da giderdik.

https://www.google.com.tr/search?q=maartje+verhoef&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ved=0ahUKEwizm4O99afZAhUFJVAKHc8tDWAQsAQIMQ&biw=1920&bih=1109

Önder Erol ÜNSAL

unsalonderol@gmail.com

Şubat 2018

 

 

 

Mavi Gözlü Kadın Fotoğrafı Hakkında EUIPO Temyiz Kurulu Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz? (1)

 

“Limp Bizkit” grubunun 2003 yılında yeniden yorumlayarak listebaşı yaptığı “Behind Blue Eyes (Mavi Gözlerin Arkasında)” şarkısının asıl sahibi İngiliz “The Who” grubudur. Şarkının Limp Bizkit yorumunu daha çok sevdiğimi belirterek, bir mavi gözlü kadın fotoğrafını konu alan yeni “Siz Ne Düşünürsünüz?” sorumuza geçiyorum.

Aşağıda görseline yer verilen kadın fotoğrafından oluşan bir marka tescil başvurusu 14 Ekim 2015 tarihinde Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’ne yapılır.

 

Başvurunun kapsamında 3., 9., 14., 16., 18., 25. sınıflara dahil mallar ve 35., 41.,42. ve 44. sınıflara dahil hizmetler yer almaktadır. Oldukça uzun mal ve hizmet listesinin tercümesine burada yer vermeyeceğiz, ancak başvurunun kapsamında sayılan sınıflardaki mal ve hizmetlerinin neredeyse tamamının bulunduğunu belirtmek, okuyucularımıza başvurunun kapsamı hakkında fikir verecektir.

EUIPO Marka Birimi, başvuruyu tüm mal ve hizmetler bakımından ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle reddeder. Uzmanın ret kararında esasen, başvurunun sadece bir kadının portre fotoğrafından oluşması, başvurunun gösteriminin diğer kadınların yüzlerinden esasen farklılaşmaması, bu haliyle başvurunun gösteriminin tüketicilerin bir işletmenin mallarını ve hizmetlerini, diğer işletmelerin mallarından ve hizmetlerinden ayırt etmesi sağlama amacına hizmet etmemesi gerekçe gösterilmiştir. EUIPO uzmanı tanımlayıcılık gerekçeli ret kararını ise, mallar bakımından malların kullanım alanının belirtilmesi (kadınlara yönelik mallar), hizmetler bakımından ise hizmetin ilgili olduğu veya hizmeti sağlayan model veya moda tasarımcısının belirtilmesi gerekçesine dayandırmıştır.

Başvuru sahibi ret kararına karşı itiraz eder ve başvurunun ayırt edici niteliğe sahip olduğunu ve tanımlayıcı olmadığını belirterek ret kararının kaldırılmasını talep eder.

EUIPO Temyiz Kurulu itiraz hakkındaki kararını 16 kasım 2017 tarihinde verir.

Bu noktada sorumuzu yöneltiyoruz. Sizce EUIPO Temyiz Kurulu itiraz hakkında ne yönde karar vermiştir? Karar sizce; itirazın reddi mi, kabulü mü, yoksa kısmen kabulü mü yönündedir?

Yorumlarınızı mutlaka bekliyoruz, EUIPO Temyiz Kurulu kararına birkaç gün sonra yer vereceğiz.

Bonus olarak ise aşağıda “Behind Blue Eyes” şarkısına yer veriyoruz, yoksa “Mavi mavi masmavi, gözleri boncuk mavi” daha mı uygun olurdu? Bilemedim!

 

http://www.youtube.com/watch?v=oOX3Uor500o

 

Önder Erol ÜNSAL

unsalonderol@gmail.com

Şubat 2018

Vigeland’ın Heykellerinin Marka Olarak Tescili Mümkün müdür? EFTA Mahkemesi ve Norveç Sınai Mülkiyet Ofisi Temyiz Kurulu Kararları Işığında Değerlendirme

 

Tarihi ve kültürel değerler bakımından topluma mal olmuş işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceği hükmü birçok ülkenin marka mevzuatında yer alan bir mutlak ret nedenidir. Bununla birlikte hükmün uygulama alanı kimi durumlarda tartışmalara yol açmaktadır. Bu yazıda inceleyeceğimiz karar, hükmün Norveç Sınai Mülkiyet Ofisi (NSMO) ve Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) mahkemesi tarafından nasıl değerlendirildiğini ortaya koyacaktır.

Vakayı aktarmaya başlamadan önce ilk olarak, EFTA’nın Avrupa Birliği üyesi olmayan Norveç, İsviçre, İzlanda ve Lihtenştayn devletlerinin üyesi olduğu bir bölgesel ekonomik örgüt olduğunu ve EFTA mahkemesinin bu örgütün yargı organı olduğunu belirtmemiz yerinde olacaktır.

“Gustav Vigeland” 1943 yılında hayatını kaybetmiş Norveçli ünlü bir heykeltıraştır. Vigeland’ın eserlerinin çoğunluğu Norveç’in başkenti Oslo’daki Vigeland heykel parkında yer almaktadır. Vigeland parkında Gustav Vigeland’ın 214 heykeli bulunmaktadır. Oslo’nun en önemli turistik alanlarından birisi olan Vigeland heykel parkında açık havada sergilenen eserlerden en ünlüleri arasında, “Öfkeli Çocuk”, “Monolith” gibi eserler yer almaktadır:

 

 

 

Vigeland heykel parkının da içinde bulunduğu Frogner parkı, Oslo’nun en büyük parkıdır ve Oslo Belediyesi’ne aittir.

Gustav Vigeland, 1943 yılında hayatını kaybettiğinden eserleri üzerindeki telif hakları 1 Ocak 2014 tarihinde sona ermiştir.

Oslo Belediyesi, 2013 yılında aralarında Öfkeli Çocuk, Monolith gibi eserlerin görsellerinin de yer aldığı 90 civarı Vigeland eserinin marka olarak tescil edilmesi talebiyle NSMO’ya talepte bulunur. NSMO bu başvuruları ayırt edici nitelikten yoksunluk, tanımlayıcılık ve mallara asli değerini katan işaretler arasında olma gerekçeleriyle kısmen reddeder. Kısmi ret kararları kapsamında, adi metallerden mamul ürünler, değerli metallerden mamul ürünler, kağıt ve basılı malzemeler yer alırken; oyunlar ve oyuncaklar gibi mallar reddedilmemiştir. (Kısmi ret kararının mantığını anlayamadığımı bu aşamada belirtmeyelim. Y.N.)

Oslo Belediyesi, ret kararlarına karşı itiraz eder ve itirazlar inceleme için NSMO Temyiz Kurulu’nun önüne gelir. Temyiz Kurulu, itirazlar hakkında karar vermeden önce işlemleri durdurur ve EFTA Mahkemesi’nin görüşüne başvurur. EFTA Mahkemesi’ne yöneltilen altı soru hakkında mahkeme 7 Nisan 2017 tarihinde görüşünü bildirir. Mahkemenin yanıtlarının http://www.eftacourt.int/uploads/tx_nvcases/5_16_Judgment_EN.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür. Temyiz Kurulu sorularının üzerinde yoğunlaştığı konu, kamuya mal olmuş sanat eserlerinin marka olarak tescili taleplerinin kamu düzenine aykırılık gerekçesiyle reddedilmesinin gerekip gerekmediğidir.

EFTA Mahkemesi’ne yöneltilen sorulardan en önemlilerinden birisi, telif hakkı koruma süresi dolan bir eserin marka koruması talebine konu edilmesinin kamu düzenine aykırı olup olmadığıdır. Mahkemenin bu soru için yaptığı yorum, belirtilen eylemin her durumda kamu düzenine aykırılığından bahsedilemeyeceği, ancak bazı eserlerin bir ulusun kültürel mirası olarak kabul edilebileceğinden hareketle, bu tip eserlerin marka korumasına konu edilmesinin kamu düzenine aykırılığından söz edilebileceğidir. Bu yöndeki incelemeninse ,her vaka bazında ayrı biçimde yapılması gerekmektedir ve incelemede eserin ilgili ülkedeki statüsü, algılanma biçimi ve marka başvurusu kapsamında bulunan mal ve hizmetlerin niteliği dikkate alınmalıdır. Buna ilaveten bir eserin toplum değerlerine gerçek ve yeterli derecede ciddi bir tehdit oluşturması durumunda da, bu eserden oluşan veya onu içeren işaretin marka olarak tescilinin kamu düzenine aykırı olduğu kabul edilebilecektir.

EFTA Mahkemesi’nin görüşünü dikkate alan NSMO Temyiz Kurulu başvurular hakkındaki kararını 13 Kasım 2017 tarihinde verir (karar için bkz. https://lnkd.in/ezP8cpG). Temyiz Kurulu kararında tüm başvuruları kamu düzenine aykırılık nedeniyle reddeder. Temyiz Kurulu’na göre, başvuruları oluşturan eser görselleri, Norveç toplumu için önemli kültürel değerlerdir ve marka olarak tescil edilmeleri yerinde olmayacaktır.

Kurul kararında, telif hakkına konu eserlerin ayırt edici karakterinin olabileceği ve marka tesciline konu olabilecekleri belirtilmiştir. Buna karşın Kurul, telif hakkına konu olabilecek eserlerin marka olarak tescilinin bazı hallerde, telif hakları korumasının üzerine kurulu olduğu sınırlı süreli koruma ilkesi ile çelişebileceğini belirtmiştir. Şöyle ki, telif haklarına sınırlı süreli koruma verilmesinin gerekçelerinden birisi, eserin koruma süresi dolduktan sonra kamuya açık (kamu malı) haline gelmesini sağlamaktır. Buna karşılık telif haklarına sağlanan sınırlı süreli koruma sona erdikten sonra, marka tescili yoluyla teorik olarak sınırsız süreli koruma sağlamak, telif hakkı sahibine rekabeti engelleyici haksız avantajlar verebilecektir. Temyiz Kurulu’na göre, bu tip durumlarda marka tescili talebinin kamu düzenine aykırı olarak değerlendirilmesi mümkündür.

Temyiz Kurulu, Vigeland’ın eserlerinin marka olarak tescil edilmesi taleplerini yukarıda sayılan faktörler ışığında değerlendirdiğinde, aşağıdaki sonuçlara ulaşmıştır:

Oslo Belediyesi’nin Vigeland’ın eserlerinin marka olarak tescili talebiyle yaptığı başvurular, kamu düzenine aykırılık nedeniyle reddedilmelidir. Şöyle ki, bu eserler Norveç toplumunun ortak kültürel mirası niteliğindedir. Vigeland’ın eserlerinin marka olarak tescil edilmesi yoluyla edinilecek münhasır haklar, Oslo Belediyesi’ne sadece haksız rekabet avantajları sağlamayacak, aynı zamanda toplumun söz konusu eserlere erişim hakkını da sınırlayabilecektir.

EFTA Mahkemesi kararı ve bu karar ışığında oluşturulan NSMO Temyiz Kurulu kararı, kanaatimizce birkaç noktayı açıkça ortaya koymaktadır. Birincisi, telif hakkı koruma süresi dolan eserlerin marka olarak tescil edilmesi ilkesel olarak mümkündür. İkincisi ise, bu eserlerin toplum açısından önemli kültürel değere sahip olmaları, örneğin bir ulusun kültürel mirası niteliğinde olmaları halinde, tescil taleplerinin kamu düzenine aykırılık nedeniyle reddedilmesi mümkündür.

NSMO Temyiz Kurulu, başvuru sahibinin Oslo Belediyesi olması hususunu ise ret kararının yerindeliğini değiştiren bir husus olarak görmemiştir (bkz. kararın 24. paragrafı). Kurul’a göre, Oslo Belediyesi marka olarak tescil yoluyla Vigeland’ın sanat eserleri üzerinde kontrol sağlamak istemektedir, bu istek eserlere ve parka yapılan yatırımlar dikkate alındığında anlaşılabilir niteliktedir ve muhtemelen başkalarının eserleri kamu düzenine aykırı biçimde kullanması riskini azaltacaktır. Bununla birlikte bu tip bir istek veya niyet, marka kanunuyla korunan hiçbir meşru çıkarı teminat altına almamaktadır. Tersine, böyle bir isteği veya niyeti dikkate alarak tescili gerçekleştirmek, telif haklarının sınırlı koruma süresine tabi olmasının altında yatan düşünce ve temel toplumsal faydayla da çelişecektir.

Son yıllarda ülkemizde de karşımıza çıkan ortak tarihi ve kültürel değerlerin marka olarak tescil edilmesi taleplerinin değerlendirilmesinde, yukarıda kısaca aktarmaya çalıştığımız karar ve gerekçelerinin dikkate alınması kanaatimizce yerinde olacaktır.

Önder Erol ÜNSAL

Şubat 2018

unsalonderol@gmail.com 

(Bu yazı ilk olarak GOssIP dergisinin 46. sayısında yayımlanmıştır.)

Googlelamak Fiili Google Markasını Jenerik Hale Getirir mi? A.B.D. Temyiz Mahkemesi Google Kararı

Sıradan bir iş gününde Google‘u kaç kez kullanıyorsunuz?

Ya da evde dinlenirken veya arkadaşlarınızla dışarıdayken merak ettiğiniz herhangi bir konuyu veya gideceğiniz restoranı nereden araştırıyorsunuz?

Bu sorulara karşı vereceğimiz yanıtlar, muhtemelen hepimize şunu gösterecektir:

Google bugünlerde hepimizin hayattaki en büyük yardımcısıdır ve onu ziyaret sıklığımız, hayatımızdaki herhangi birini ziyaret sıklığımızdan çok daha fazladır.

Hayatımızın bu denli içinde olan Google, Türkiye’de de googlelamak şeklinde bir fiilin türetilmesine yol açmıştır. Bir çoğumuz “Yakınlarda pizzacı var mı internet arama motorlarından bakar mısın?” demek yerine “Mahalledeki pizzacıları googlelar mısın?” demeyi tercih ediyoruz. Peki bu fiili durum, Google markasını jenerik bir marka haline getirmekte midir?

Bu soru, A.B.D.’nde tartışılmış ve 9. Bölge Temyiz Mahkemesi tarafından karara bağlanmıştır. İlgi çekici davayı bu yazı boyunca anahatlarıyla aktarmaya çalışacağım.

29 Şubat – 10 Mart 2012 tarihleri arasında Chris Gillespie isminde bir şahıs içinde Google kelimesi geçen 763 alan adını kendi adına kaydettirir. Alan adlarının tamamı Google kelimesini içermektedir ve bunun yanında bir ürün, kişi, marka, firma ismine yer verilmiştir. Örnekler: googledisney.com, googlebarackobama.com, googlenewstvs.com, vb.

Google markasının sahibi “Google, Inc.” alan adı tescillerine karşı, Google markasını ve kötü niyet gerekçelerini öne sürerek şikayet gerçekleştirir. Şikayeti değerlendiren Ulusal Tahkim Forumu (National Arbitration Forum), belirtilen gerekçeleri haklı bulur ve alan adlarının Google, Inc.’e devredilmesine karar verir.

Bu kararın ardından, David Elliott isimli bir şahıs, sonradan da Chris Gillespie‘nin katılımıyla, Google markasının iptal edilmesi talebiyle Arizona Bölge Mahkemesi’nde dava açar. Davacılara göre, “Google kelimesi tüm dünyada internet araması yapmayı tanımlayan jenerik bir ifade haline gelmiştir” ve bu nedenle jenerik hale gelmiş Google markasının iptal edilmesi gerekmektedir. Arizona Bölge Mahkemesi davayı reddeder ve davacılar bu karara karşı temyiz yolunu kullanır.

Yazının devamında tarafların argümanlarını ve mahkemenin gerekçelerini belirterek, davayı gören 9. Bölge Temyiz Mahkemesi‘nin 16 Mayıs 2017 tarihli kararına yer vereceğiz, karar metninin http://cdn.ca9.uscourts.gov/datastore/opinions/2017/05/16/15-15809.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür.

Davacılar, iptal talebinde iki ana argümana dayanmaktadır:

(i) İlk derece mahkemesi, Google kelimesinin fiil olarak kullanım biçimini dikkate almamıştır.

(ii) Davacılar tarafından sunulan kanıtlar yeteri derecede değerlendirilmemiştir.

Temyiz Mahkemesi analizine, marka koruması talep edilebilecek terimleri dört kategoriye bölerek başlamıştır: Jenerik, tanımlayıcı, çağrıştırıcı ve rastgele seçilmiş / fantezi terimler. Mahkeme’ye göre, bu davada ilk ve son kategorideki terimler, yani jenerik ve rastgele seçilmiş / fantezi terimler değerlendirilmelidir.

Jenerik terimler, belirli bir mal veya hizmetin ismini ifade eden, genel anlamda tanımlayıcı kelimelerdir ve ilgili malın veya hizmetin ticari kaynağını gösterme özellikleri olmadığından, marka olarak korunmaları mümkün değildir. Rastgele seçilmiş / fantezi terimlerin ise koruma talep edilecek mal veya hizmetlerle bağlantısı bulunmamaktadır, dolayısıyla doğaları gereği ticari kaynak gösterme vasfına sahiplerdir.

Bununla birlikte, geçerli bir markanın sahibi, geçen zaman için jenerikleşmenin (genericide) kurbanı olabilir. Jenerikleşme, halkın bir markanın ticari kaynağına bakmaksızın, o markayı belirli tipteki mal veya hizmetlerin jenerik adı olarak kullanmaya başlaması halinde ortaya çıkar. Bu tip markalara A.B.D.’nde örnek olarak Aspirin, Cellophane, Thermos markaları verilebilir. Bunlar bir dönem rastgele seçilmiş / fantezi kategorisindeki korunabilir markalar iken, halk bunları zaman içerisinde marka olarak kullanıldıkları mallar ile özdeşleştirmiş ve bu malların jenerik adı olarak kullanmaya başlamıştır. Buna karşın, halkın bir markayı belirli bir tipte bir ürünün ismi olarak kullanmaya başlaması tek başına ve derhal, bir markayı jenerik hale getirmez. Bir marka ancak “tescilli markanın kamunun ilgili kesiminde yarattığı birincil anlamın, ticari kaynağına hiç bakılmaksızın, belirli tipte bir mal veya hizmetin ismi haline gelmesi” durumunda jenerik hale gelmiş olarak kabul edilir.

Bu durumun tespiti için uygulanacak teste “kimsin / nesin testi” (who are you / what are you) adı verilmiştir. Eğer kamunun ilgili kesimi, bir markayı belirli mal ve hizmetlere ilişkin olarak “kimi veya ürünün nereden geldiğini” tanımlar biçiminde anlıyorsa, marka halen geçerlidir. Buna karşın, aynı kesim bir markayı belirli mal ve hizmetlerin “ne” olduğunu tanımlar biçimde anlıyorsa, marka jenerik hale gelmiştir. Dolayısıyla, sorulması gereken soru, “Terimin anlamının kamunun ilgili kesimi nezdinde (şu anda) ürünün ismi mi olduğu ve üreticiyi göstermediği midir?

Davacıların ilk argümanı, ilk derece mahkemesinin “Google” teriminin fiil olarak kullanımını göz ardı etmesidir.

Temyiz Mahkemesi’ne göre bu argüman iki açıdan yerinde değildir.

Birincisi, jenerik hale gelme iddiası mutlak surette belirli tipte mal veya hizmetlere ilişkin olmalıdır. Davacıların iddiası, Google ibaresinin internette arama yapma eylemi için jenerik bir fiil haline gelmesidir, buna karşın iddianın belirli bir mal veya hizmetle ilişkisi bulunmamaktadır. A.B.D. Marka Kanunu (Lanham Kanunu)’nda “bir markanın malların veya hizmetlerin jenerik adı haline gelmesi nedeniyle iptal edilmesinin talep edilebileceği” ve uygulanacak testin “tescilli markanın (belirli) malların veya hizmetlerin jenerik adı haline gelip gelmediğinin değerlendirilmesi” olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla, mevzuata göre jenerikleşme belirli mal veya hizmetlere ilişkin olmalıdır. Bu şart, fantezi markaların yaşayabilirliğinin sağlanması bakımından da önemlidir, çünkü aksi durumda belirli bir mal için fantezi yani tescil edilebilir olan bir terim, başka bir mal için jenerik olması nedeniyle, korunabileceği mallar bakımından da jenerikleşme tehlikesi içerisinde olacaktır.

İkincisi, bir terimin fiil olarak kullanılması, o terimin kullanımını otomatikman jenerik kullanım haline getirmemektedir. Davacılar, bir kelimenin ancak sıfat gibi kullanımı halinde markasal kullanımının söz konusu olacağını belirtmektedir. Lanham Kanunu’nda jenerikleşme testi hakkında değişiklik yapılırken, markaların ikili (dual) işlevinden bahsedilmiştir. Buna göre, markalar bir ürünü isimlendirme ve aynı zamanda ticari kaynağını belirtme amacına hizmet eder. Buna göre, bir ürün emsalsiz ise, ürün için seçilen markanın, o ürünün ismi olarak kullanılması kaçınılmazdır. Ancak bu durum markanın jenerik hale geldiği sonucunu ortaya çıkarmaz. Bu şekilde Kongre, bir kişinin bir markayı isim olarak ve aynı zamanda kaynak belirten bir marka olarak kullanabileceğini de göstermiştir. Bu yazıda detayına girmeyecek olsak da, Temyiz Mahkemesi’nin önceden verdiği “Coke” kararına sıklıkla atıf yaparak, bu argümanı reddettiğini belirtmemiz yerinde olacaktır. (Coke kararında yer verilen tespitleri okumak isteyen okurlarımızın yukarıda yer verdiğimiz bağlantıyı kullanarak karar metnini incelemeleri önerilir.)

Davacıların ikinci argümanı, ilk derece mahkemesinin Google teriminin jenerik hale geldiğini ispatlamak için sundukları delillerin yeterince incelememesidir.

Temyiz Mahkemesi’ne göre, yukarıda da belirtildiği üzere, jenerik hale gelme iddiası mutlak surette belirli tipte mal veya hizmetlere ilişkin olmalıdır. Google terimi bir fiil olarak jenerik biçimde ve arama motorları arasında ayırım gözetmeksizin kullanılsa da, bu durum bize ilgili terimin, internet arama motorlarının isimlerine ilişkin olarak kamu tarafından ne şekilde algılandığı hakkında bir fikir vermeyecektir. Bir diğer deyişle, davacılar tarafından sunulan kanıtlar, halkın çoğunluğunun “Google” terimini bir fiil olarak kullandığını gösterse de, bu faktör tek başına markanın belirli mal veya hizmetler için jenerik hale geldiğini göstermeyecektir.

Davacılar tarafından sunulan kanıtlar, Google teriminin internet arama motorları için jenerik biçimde kullanımını göstermemektedir ve tekrar etmek gerekirse yalnızca fiil olarak kullanımı ortaya koymaktadır. Bu husus, jenerik hale gelme iddiasının mutlak surette belirli tipte mal veya hizmetlere ilişkin olması zorunluluğu ile birleştiğinde, davacıların kanıtların yeterince incelenmediği yönündeki iddiası da reddedilmiştir. (Temyiz Mahkemesi’nin bu husustaki oldukça kapsamlı değerlendirmesi, yukarıdaki karar bağlantısından detaylarıyla görülebilir.)

Temyiz Mahkemesi, yukarıda anahatlarıyla açıkladığımız gerekçelerle davayı reddetmiş ve ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.

Davacılar bu karar üzerine Yüksek Mahkeme’ye başvurmuştur, ancak Yüksek Mahkeme davacıların dilekçesini esastan görüşmeyi reddetmiştir. (https://arstechnica.com/tech-policy/2017/10/supreme-court-wont-nullify-google-trademark-in-genericide-challenge/)

Jenerik marka teriminin, ülkemizde de oldukça hoyrat ve bilinçsiz biçimde kullanıldığı kişisel gözlemimizdir. Oldukça güçlü markalar olan ve sahibince de sıkı biçimde korunan bazı markalar, ülkemizde ortada jenerikliğe ilişkin bir karar veya sahibinin markayı terk etmesi gibi bir veri olmaksızın, jenerik markalar arasında örneklendirilmektedir. Bir markanın başarısının veya sektöründeki ilk markalardan birisi olmasının, markanın jenerik hale gelmesi gibi bir sonuca yol açmayacağı, yukarıda yer verdiğimiz Temyiz Mahkemesi kararından da açıkça görülmektedir.

Hayatımızın bir parçası olan googlelamak eylemi hakkında detaylı açıklama içeren kararın okuyucularımızın da ilgisini çektiğini umuyoruz.

Önder Erol ÜNSAL

Şubat 2018 

unsalonderol@gmail.com

 

ROMANTİK ALMANYA, ROMANTİK YOL, ROMANTİK MÜZİK; NEUSCHWANSTEIN DAVASINDA HUKUK SÖZCÜSÜ GÖRÜŞÜ

Müzikte Romantik Dönemin en önemli bestecilerinden Brahms’ın 3. Senfonisinden bir bölümü,

http://www.youtube.com/watch?v=ERF45KiPOwI

Ya da bir diğer romantik dönem bestecisi Mendelssohn’un keman konçertosunu  dinleyerek,

http://www.youtube.com/watch?v=K67o86CS5uo

okumak hoş olur diye düşündük. Lütfen istediğiniz linke tıklayınız!

 

Bundesverband Souvenir — Geschenke — Ehrenpreise eV v EUIPO (Case C‑488/16)

 

 

Başlıkta “Romantik” lafını görünce bazılarınızın “Romantik mi? Almanya’nın nesi romantik olabilir ki?”  diye düşündüğünüzü duyar gibiyim, ama bence çok yanılıyorsunuz. Almanya’da, kuzeyde Würzburg’dan başlayıp güneyde Füssen’de sonlanan ve “Romantik Yol” diye bilinen güzergah dünyanın belki de en güzel gezi rotalarından biridir. Küçük ve inanılmaz güzellikteki kasabaları, masalsı kaleleri-şatoları, etkileyici doğasıyla burası  Almanya hakkında zihninizdeki imajı yer ile yeksan edecektir, kesin bilgi! Bana inanmıyorsanız üstteki resme bir daha bakın!

Resimdeki şatonun adı “Neuschwanstein”, kendisi Romantik Yol’un  simgesi ve en bilinen yapısıdır; Kral Ludwig II’nin talimatıyla 1869-1886 arasında yapılmış, ancak o tarihlerde tamamlanamamıştır. Neuschwanstein, “yeni kuğu taşı” ya da “kuğu’nun yeni taşı” demek. Kim demiş Almanlar romantik değildir diye, isminde “kuğu” geçen bir şatoları dahi var! Ayrıca şu an dinlemekte olduğunuz Brahms ve Mendelssohn’da birer Almandır!

Bugün Walt Disney şirketinin logosunda gördüğünüz şato Neuschwanstein şatosundan “esinlenerek” oluşturulmuştur. Neuschwanstein Şatosu 2012 yılında Almanya’da basılmış olan İki Euro’luk metal paraların üstünde de yer almıştır. Velhasılı, Neuschwanstein gerçek bir masal şatosudur; daha doğrusu masal şatoları ondan esinlenerek oluşturulmuştur.

TARTIŞMA NEREDEN BAŞLADI?

2011 Senesinde Freistaat Bayern (Bavyera Bölgesi yönetimi) EUIPO’ya başvurarak NEUSCHWANSTEIN kelime markasının 3, 8, 14, 15,16, 18, 21, 25, 28, 30, 32,33,34,35, 36, 38 ve 44 sınıflarda tescilini talep etti. Marka hiçbir sorunla karşılaşmaksızın 10144392 numarasıyla tescil edildi.

Markada yer alan NEUSCHWANSTEIN kelimesi gerçekten de meşhur şatonun ismine refere ediyordu ve şatonun bulunduğu Schwangau kasabası başvuru sahibinin idari yönetimi altındaydı.

Tescilin tamamlanmasından iki ay sonra, Şubat 2012’de,  hediyelik eşya-kutlama eşyaları vs üreten, satan, ithal edenlerin kurduğu Bundesverband Souvenir — Geschenke — Ehrenpreise eV(BSGE) isimli Birlik, EUIPO’ya başvurarak markanın hükümsüzlüğünü talep etti.

BSGE,  NEUSCHWANSTEIN’ın tescil için gerekli ayırt ediciliği taşımadığını, tescil edildiği emtia ve hizmetler için coğrafi kaynak gösteren bir ibare olduğunu ve markanın kötü niyetle tescil ettirildiğini iddia etti. EUIPO İptal Birimi BSGE’nin talebini reddetti.

BSGE,EUIPO nezdinde kararı temyiz etti, ama  Temyiz Kurulu’ndan da lehine bir karar çıkmadı. Bunun üzerine BSGE Genel Mahkeme’ye başvurarak EUIPO kararının iptalini ve konu markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etti.

GENEL MAHKEME NE DEDİ?

2016 yılında verdiği kararla Genel Mahkeme BSGE’nin davasını reddetti. Mahkeme’ye göre;

—NEUSCHWANSTEIN şatosu her şeyden öte bir müzedir, yoksa markanın tescile konu olduğu malların üretildiği, hizmetlerin sunulduğu bir yer değildir. Dolayısıyla marka bu mal/hizmetler için coğrafi kaynak gösteremez.

–Tescile konu mal/hizmetler günlük yaşamda kullanılan mal/hizmetlerdir. Bunlar “hediyelik eşyalardan” ya da “turistlerle ilgili diğer hizmetlerden” farklıdır. Tescile konu olan kelime fantazi bir kelimedir ve konu olduğu mal/hizmetler için tanımlayıcı bir yönü yoktur.

–Ayrıca BSGE, objektif biçimde, Freistaat Bayern’in tescile konu mal/hizmetlerin en azından bazılarının BSGE veya başkaca 3. Kişiler tarafından pazarlamasının yapıldığını da ispat edememiştir; yani kötü niyet ispat olunamamıştır.

BSGE kararı Temyiz etti.

TARAFLAR NE DİYOR,  HUKUK SÖZCÜSÜ NE DİYOR?

Tartışılan 1. Mesele

BSGE’ye göre; Genel Mahkeme, tescile konu mallar  Neuschwanstein (şatosunda) üretilmediği ve hizmetler orada sunulmadığı için ortada coğrafi kaynak gösterme olmayacağını söylüyor. Böyle bir analiz/yorum coğrafi kaynak göstermeye ilişkin  mutlak ret nedeninin altında yatan toplum menfaatini ve önceki içtihat hukukunu gözardı ettiğinden hatalı. (Tahmin edeceğiniz gibi “içtihat” derken BSGE özellikle Windsurfing Chiemsee kararından (C 108/97 ve C 109/97, EU:C:1999:230)bahsediyor.)

Neuschwanstein şatosu coğrafi olarak yeri belli/tespit edilebilir bir mekandır ve tescile konu mal/hizmetlerin “pazarlaması” orada yapılmaktadır; bu yüzden coğrafi yer/kaynak işaret eder.

EUIPO’ya Göre; Genel Mahkeme’nin yorumunda  hatalı bir yön yoktur. Dosyada, konu markanın spesifik olarak hediyelik eşyaların veya  belli hizmetlerin pazarlanması için kullanıldığını ve bu sebeple ilgili toplumun bunu coğrafi kaynak gösterecek biçimde algılayacağını ispat eden bir delil mevcut değildir. Tescile konu mallar her gün kullanılan emtialara ilişkindir , bunların herhangi bir spesifik karakteri yoktur ve ancak üzerlerine NEUSCHWANSTEIN kelimesi koyulduğunda/ basıldığında hediyelik eşya haline gelmektedirler.

Freistaat Bayern’e Göre; Genel Mahkeme’nin yorumu doğrudur. Coğrafi yer adlarının marka olarak tescili ancak işaret objektif biçimde konu mal/hizmetler için tanımlayıcı ise reddedilebilir; ancak huzurdaki olayda böyle bir durum yoktur.Davaya konu markayı duyduğunda/gördüğünde ilgili kişilerin olumlu hislere veya pozitif çağrışımlara kapılması ve dahi konu mal/hizmetlerin pazarlamasının şatoda yapılıyor olması NEUSCHWANSTEIN işaretini hukukun aradığı manada coğrafi orijin gösterir hale getirmeye yeterli değildir.

Hukuk Sözcüsü’ne Göre; Malların/hizmetlerin coğrafi kaynağını işaret eden bir ibareyi münhasıran içeren markaların tescili  engellenir. Bu hususun da içinde yer aldığı maddenin koyuluşundaki toplumsal  amaç, kolektif marka olsun veya kompleks ve grafik özellikler içerir olsa da; mal/hizmetlerin karakteristiği ile ilgili tanımlayıcı ibare veya  işaretlerin toplumca özgür biçimde kullanılmasını sağlamaktır. Böylece tescil yoluyla bunların bir kişinin tekeline verilmesi engellenmeye çalışılır. Özellikle coğrafi orijin gösteren işaretlerin tescili konusundaki yerleşik içtihat da bu tip tescillerin önlenmesinde kamu menfaati bulunduğunu belirtir çünkü bu tip işaretler bir kaliteyi veya malların karakteristiğini işaret ederler ve bir çok değişik biçimde tüketici zevklerini/kararlarını  etkilerler, örneğin mallar ile belli bir coğrafi yer arasında bağlantı kurarak olumlu dönüşler sağlarlar.

İşte zaten bu kamu menfaatini göz önüne alarak  Mahkemeler şu hususun tespiti gerektiğini işaret etmişlerdir; bir yeri işaret eden coğrafi isim ilgili kişilerin zihninde, halihazırda veya potansiyel olarak, markanın konu olduğu mal/hizmetlerle bağlantılı/ilişkili  görülüyor mu görülmüyor mu? Eğer görülüyorsa, o taktirde marka başvurusu reddedilmelidir.

Başvurunun reddedilebilmesi için o (coğrafi) ismin kaynak göstermesi gerekir, diğer bir anlatımla mal/hizmetlerle coğrafi isim arasında bir bağlantı olmalıdır; aksi halde, bir coğrafi yerin adı olma hali otomatikman kaynak gösterme fonksiyonu ifa etmez. Mesela hiç kimse “Montblanc” (markalı) kalemlerin Montblanc isimli dağdan geldiğini(kaynağının orası olduğunu)  düşünmez.

Ancak, yine içtihadın işaret ettiği gibi, mal/hizmet ile coğrafi yer adı arasındaki bu ilişki sadece ve ancak mallar o yerde üretiliyorsa  veya üretilebiliyorsa kurulur diye bir kural da yoktur. Bağlantı,  malların orada yaratılması veya tasarımının yapılması gibi başka yollarla da kurulabilir.  (Hukuk Sözcüsü bu noktada açık biçimde Windsurfing Chiemsee kararına atıf yapıyor)

Huzurdaki olayda Genel Mahkeme’ye göre;  Neuschwanstein şatosu  bir coğrafi lokasyon değil bir müze lokasyonudur ki bu haliyle de ana fonksiyonu kültürel mirasın korunmasıdır, yoksa hediyelik eşya üretmek veya bunların pazarlanmasını yapmak ya da ilgili hizmetleri sunmak değildir. Ek olarak Genel Mahkeme, Neuschwanstein şatosu orada üretilmeyen ancak sadece turistlere pazarlaması şatoda yapılan hediyelik eşyalarıyla tanınan bir yer de değildir demektedir. O sebepledir ki Genel Mahkeme NEUSCHWANSTEIN işaretinin  coğrafi orijini işaret etmediği kanaatine varmıştır.

BSGE,  Neuschwanstein şatosunun bir coğrafi lokasyon olduğunu, ilgili toplum gözündeki yüksek bilinirliğinden dolayı şatonun üzerine konumlandırıldığı Schwangau kasabasının isminin dahi önüne geçtiğini söylemektedir. Oysa bu argümanların hiçbirinin bir önemi yoktur, burada bakılması gereken husus  markayı oluşturan işaretin konu olduğu mal/hizmetler için coğrafi kaynak gösteren bir yönü bulunup bulunmadığıdır.

Yine yukarıda belirtilen argümanlara dayanarak BSGE, Genel Mahkeme’nin  hediyelik eşyaların sadece pazarlamasının şatoda yapılıyor olmasının mal/hizmetleri NEUSCHWANSTEIN’a bağlamak için yeterli olmadığını söyleyerek hata yaptığını ve böyle bir yorumun Windsurfing Chiemsee kararına aykırı olduğunu iddia etmektedir. Ancak, BSGE’nin görüşüne katılmak mümkün değildir çünkü;

–hukuki açıdan bakıldığında, tescile konu  mallar hediyelik eşya değil sadece Nice sınıflandırmasına göre o sınıflarda yer alan t-shirt, bıçak, tepsi vs gibi mallardır. Nice Anlaşması’nda “hediyelik eşyalar” diye bir sınıf yoktur; böyle bir sınıf mevcut olsaydı da zaten içeriği o kadar geniş olurdu ki özel bir kategori malı tanımlamak imkanı olamazdı. Hediyelik eşyalar bir insanı, bir mekanı, bir olayı hatırlatır ve bunlar insan duygularını çağırır/çağrıştırır. Oysa insani duygular bir marka tescilinin kapsamı içine alınamaz çünkü bunlar mevzuat uyarınca mal/hizmet değildir. Dolayısıyla, BSGE’nin iddiasının aksine, burada konuşulan hediyelik eşyaların coğrafi orijini değil her gün kullanıma uygun mallardır.

—  Malların pazarlamasının şatoda yapılıyor olmasının gerekli bağlantıyı kurmaya yeterli olduğu ve Genel Mahkeme’nin Windsurfing Chiemsee kararına aykırı karar verdiği görüşüne de katılmıyorum. Windsurfing Chiemsee kararı son derece açıktır; mal/hizmetler ile coğrafi yer arasındaki bağlantı kurulması için illa ki üretimin orada yapılması şart değildir, örneğin, malların orada yaratılması,  tasarımlanması da aynı bağlantıyı kurar.

Ama bunun anlamı, hediyelik eşyalar için dahi,   pazarlamanın orada yapılması illa da ortada BSGE’nin iddia ettiği gibi mal/hizmetlerle coğrafi yer arasında  bağlantı var demek değildir.

Ayrıca BSGE’nin de kabul ettiği gibi dava konusu markayı taşıyan malların Neuschwanstein şatosu dışında başka yerlerde de satılması mümkündür; tek başına bu durum dahi konu  markayı taşıyan bir malın pazarlamasının yapıldığı yerin mutlaka o malı  Neuschwanstein şatosuna bağladığı  anlamına gelmediğini göstermektedir.

Sonuç olarak, pazarlama yapılan yer tek başına coğrafi kaynak göstermeye/böyle bir bağlantı kurmaya yeterli değildir; çünkü malların satıldığı yer malların kalitesini ve diğer başka karakteristiğini tanımlar olmadığı gibi, ilgili toplum da bu malların kalitesini ve özelliklerini bunları aldığı yere  bağlamamaktadır. Tam tersine, eğer bir mal belli bir yerde üretiliyorsa, yaratılıyorsa, tasarımlanıyorsa ve tüketici de bu malların bazı özellikleri olduğunu düşünüyorsa (mesela teknik, geleneksel veya el sanatları açısından) o zaman o mallarla  o coğrafi yeri birbirine bağlar. Örneğin tüketici, Limoges porseleni ile belli bazı kalite özelliklerini birbirine bağlayacak/ilişkilendirecektir,  o sebeple de porselen eşyalar için “Limoges” coğrafi orijin konusunda tanımlayıcıdır.

BSGE davada ,konu mallar Neuschwanstein Şatosu’nda satılıyor veya hizmetler burada sunuluyor diye toplum bunların bazı özelliklere/kalitelere sahip olduğunu düşünüyor diye bir iddia da ileri sürmemiştir.  Zaten Genel Mahkeme’nin de işaret ettiği gibi, Neuschwanstein Şatosu sattığı hediyelik eşyalar veya sunduğu hizmetlerle bilinen bir yer değildir.

Bu sebeplerledir ki, NEUSCHWANSTEIN tescile konu olduğu mal/hizmetler için coğrafi kaynak gösteren bir ibare olarak kabul edilemez ve Genel Mahkeme’nin yorumlarında hukuka aykırılık yoktur.

Tartışılan 2. Mesele

BSGE’ye Göre; Genel Mahkeme’nin NEUSCHWANSTEIN işaretinin konu mal/hizmetler için ayırt edici olduğu şeklindeki görüşü hatalıdır; hediyelik eşyaların üstüne NEUSCHWANSTEIN kelimesinin basılması bunları şatonun civarında satılan diğer mallardan ayırt etmeye yetmez.

Genel Mahkeme, NEUSCHWANSTEIN’ın hem müze lokasyonu olan şatoyu hem de konu markayı işaret ettiğini söyleyerek mantıksal olmayan bir gerekçe ileri sürmüştür. Yine Genel Mahkeme’nin mantığa uymayan bir diğer gerekçesi ise konu markanın tesciliyle Freistaat Bayern’in tescile konu mal/hizmetlerin kalitesini kontrol edebileceğini söylerken, bir yandan da  NEUSCHWANSTEIN’ın konu olduğu mal/hizmetlerin karakterine işaret eden bir ibare olmadığını belirtmesidir.

EUIPO ve Freistaat Bayern’e Göre; Bu tip argümanlarla BSGE , NEUSCHWANSTEIN markasının  ayırt edici vasfını bir kez daha tartışmaya açmaya çalışmaktadır yoksa BSGE’nin hukuki olarak sorduğu bir soru yoktur.

EUIPO’ya göre iş hayatında müzeler veya kültürel/turistik yerleri işleten şirketler arasındaki yaygın uygulama bunların bazı malları ilgili yerin adıyla pazarlamaları ve bu isimleri/adları da marka olarak tescil ettirmeleridir.

Freistaat Bayern’e göre; tüketici de bugün bilmektedir ki artık  müzeler  ve turistik yerler sadece kültürel eğlence fonksiyonunu yerine getirmemekte, bunun bir tamamlayıcısı olarak bulundukları yerin adıyla mal da üretip satmaktadırlar. Dolaysıyla Genel Mahkeme’nin NEUSCHWANSTEIN kelimesinin sadece şatoya refere etmediği, aynı zamanda tescile konu mal/hizmetlerin ticari kaynağını gösterdiği yönündeki  değerlendirmesi hukuka uygundur.

Hukuk Sözcüsü’ne Göre;  EUIPO ve Freistaat Bayern haklıdır. Nice sınıflandırmasında “hediyelik eşyalar” diye bir klasman bulunmadığı, tescile konu malların hediyelik eşyalardan farklı olduğu-sunulan hizmetlerin turistlerle ilgili hizmetlerden farklı olduğu, konu marka altındaki malların şatoda üretilmediği sadece pazarlamasının burada yapıldığı, hizmetlerin tamamının da şatoda sunulmadığı hususları birer vak’a olup, BSGE’de bunlara itiraz etmemiştir.

Olayda, NEUSCHWANSTEIN malların/hizmetlerin coğrafi kaynağı konusunda tanımlayıcı değilse, o zaman prensip olarak Freistaat Bayern’in müzenin bulunduğu lokasyonu adına marka olarak tescil ettirmesinde bir engel yoktur. Ki bu durumda yerin adıyla markanın aynı olması da son derece normaldir.

Nice Anlaşması hediyelik eşya diye bir mal/hizmet sınıfı tanımlamadığına göre, Genel Mahkeme’nin NEUSCHWANSTEIN işaretinin tescile konu olduğu günlük  mal/hizmetler için tanımlayıcı olup olmadığını incelemesi doğrudur. Çünkü yerleşik içtihada göre bir markanın tanımlayıcı değil, işareti taşıyan mal/hizmetleri başkalarınınkinden ayırt etmesi gerekmektedir.

Genel Mahkeme tamamen fantazi bir kelime olan ve “kuğunun yeni taşı” anlamına gelen bir işaretin tescile konu olduğu mal/hizmetler için tanımlayıcı olmadığı ve mal/hizmetlerin karakteristiğini tanımlamadığı görüşünü serdederken hatalı davranmamıştır.

BSGE ısrarla mal/hizmetleri NEUSCHWANSTEIN işaretine bağlayan tek unsurun bunların aynı adlı şatonun civarında pazarlanması olduğunu söylemektedir. Halbuki yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, pazarlama konu mal/hizmetlerin karakteristiği değildir. İlgili kişiler bu mal/hizmetleri ancak üzerlerine NEUSCHWANSTEIN işareti koyulduğunda piyasadaki diğerlerinden ayırt etmektedir.

Hem EUIPO hem de BSGE, NEUSCHWANSTEIN’ın bir reklam aracı ve slogan olduğunu ileri sürmüşse de Genel Mahkeme bu argümanı reddetmiştir. Buna karşın Genel Mahkeme işaretin ilgili kesim açısından mal/hizmetlerin ticari kaynağını işaret ettiğini ve şatoya yapılan bir ziyarete referans verdiğini belirtmiştir. Bu ikili fonksiyon kaçınılmaz biçimde müzenin sahibinin müzenin lokasyonunu marka olarak tescil ettirmesi neticesini doğurmaktadır, ki zaten buna engel olacak bir durum da mevcut değildir. Bu bağlamda, Genel Mahkeme NEUSCHWANSTEIN işaretinin ayırt edici karakterinin dayanağını kanıtladığı gibi, ilgili toplum kesiminin marka altındaki mal/hizmetleri Freistaat Bayern ile ilişkilendireceğini de gerekçelendirmiştir. Mahkeme’nin değerlendirmesinde hukuka aykırılık yoktur.

Dolayısıyla BSGE’nin temyiz talebinin reddine karar verilmesi uygun olacaktır.

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Ocak 2018

Burada İletişim Bozukluğu Yaşamıyoruz – Avrupa Birliği’nde Yeni Marka Türlerinin Gösterimi Hakkında Ortak Bildirge

 

“What we’ve got here is failure to communicate…” şeklinde başlayan efsanevi repliği hapishane filmleri hayranları kadar, Guns n’ Roses grubunun Civil War şarkısını sevenler de bilir. Başlangıcının Türkçe karşılığı, “Burada yaşadığımız iletişim bozukluğudur…” olan konuşmanın Cool Hand Luke filmindeki orijinal haline aşağıda yer veriyoruz ve sonrasında da Avrupa Birliği’nde marka alanında hiçbir iletişim problemi yaşanmadığını gösteren yazımıza başlıyoruz.

 

 

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) ve birlik üyesi ülke ofisleri 4 Aralık 2017 tarihinde “Yeni Marka Türlerinin Gösterimi Hakkında Ortak Bildirge (Common Communication on the Representation of New Types of Trade Marks)” isimli dokümanı yayınlandı.

2015/2436 sayılı yeni Birlik Marka Direktifi’nin getirdiği en önemli yeniliklerden birisi, marka tanımından grafik gösterim zorunluluğunun kaldırılmasıdır. Aynı yenilik Birlik mevzuatındaki gelişmelere paralel olarak hazırlanan 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda da yer almaktadır. Bu yenilik, genel olarak alkışlarla karşılanmış olmakla birlikte, grafik gösterim şartının yerini ne türde bir değerlendirmenin alacağı Türkiye kadar, Birlik üyesi ülkelerde de tartışma konusuydu.

EUIPO öncülüğünde hareket eden Avrupa Birliği üyesi ülkelerin fikri mülkiyet ofisleri, bu konudaki tartışmaları belirli ölçüde ortadan kaldırmak ve farklı ulusal ofislerin yanısıra EUIPO uygulamasının anlaşılmasını sağlamak amacıyla sürdürdükleri görüşmeleri, Aralık 2017’de  “Yeni Marka Türlerinin Gösterimi Hakkında Ortak Bildirge” ile sonuçlandırdı.

Bildirge mevcut dönemdeki durumu göstermekle birlikte, bildirgenin düzenli aralıklarla güncellenmesi ve yeniliklerin bu yolla kullanıcılara duyurulması planlanmaktadır. İlk güncelleme için öngörülen tarih 1 Haziran 2018’dir.

Bildirgenin içeriğinde aşağıdaki unsurlar bulunmaktadır:

  • Her bir Ofis’in kabul etmeyi planladığı marka türleri.
  • Bu marka türlerinin tanımları.
  • Ses, hareket, multimedya ve hologram markaları için kabul edilen elektronik dosya biçimleri.
  • Bu unsurlara her bir Ofis özelinde yer verilen tablolar.

Ortak Bildirge’nin https://euipo.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/contentPdfs/about_euipo/who_we_are/common_communication/common_communication_8/common_communication8_en.pdf bağlantısından, ekinin ise https://euipo.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/contentPdfs/about_euipo/who_we_are/common_communication/common_communication_8/Annex_en.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür.

6769 sayılı SMK’nın yürürlüğe girmesinin ardından ülkemizde yapılan bazı sunumlarda, grafik gösterim şartının kaldırılmasının otomatikman koku veya tat gibi markaların da kabul edilmesi sonucuna yol açtığı belirtilmiş olmakla birlikte, Ortak Bildirge EUIPO ve AB üyesi ülkelerde henüz bu sonuca varılmamış olduğunu göstermektedir. Bir diğer deyişle, koku ve tat markaları bakımından AB düzeyinde kabul edilebilecek gösterim biçimi henüz mevcut değildir. Bu aşamada, Ortak Bildirge’de ismi geçen ve ne şekilde kabul edilebileceği yönünde açıklamalara yer verilen marka türleri ve tanımlarının tablosuna aşağıda yer verilmesi yerinde olacaktır.

 

EUIPO ve AB üyesi ülkelerin, marka ve tasarım konusundaki uygulamalarını ve değerlendirmelerini birkaç yıldır Ortak Bildirgeler yoluyla duyurmaları, sistem kullanıcıları ve AB uygulamalarını takip etmeye çalışan bizler bakımından oldukça yararlı bir yöntem halini almıştır.

Yazıyı bitirirken bonus olarak filmdeki repliğin tamamına ve bu replikle başlayan Guns n’Roses’ın Civil War şarkısına yer verelim. Vakti zamanında çok dinledik, anısını yaşatalım.

What we’ve got here is failure to communicate. Some men you just can’t reach. So you get what we had here last week. Which is the way he wants it. Well, he gets it. I don’t like it anymore than you men. Burada yaşadığımız iletişim bozukluğudur. Bazı kişilere ne yapsanız da ulaşamazsınız. Sonunda geçen hafta yaşadığımızla karşılaşırsınız ki bu onun istediği yoldur ve onun karşılığını görmüştür. Beyler, ben de bunu sizden fazla sevmiyorum.” 

 

http://www.youtube.com/watch?v=O1fHxPY3TJo

Önder Erol Ünsal

Ocak 2018

unsalonderol@gmail.com 

ŞAMPANYA GÜLDÜ, CAVA AĞLADI! EUIPO TEMYİZ KURULU CAVARIANE KARARI

 

Daha önce  sitemizde şampanya ile ilgili bir davaya ilişkin (Champagner sorbet) Hukuk Sözcüsü görüşü ve ABAD kararına yer vermiştik, şimdi ise İspanyolların meşhur köpüklü şarabı CAVA’ya dair bir EUIPO Temyiz Kurulu kararıyla huzurdayız. (EUIPO Fourth Board of Appeal R 54/2017-4)

İHTİLAFIN ÖZETİ

Ocak 2016’da, Hollanda menşeili NowNew Next şirketi EUIPO nezdinde CAVARIANE kelime markasını “gıda için zeytinyağları, sirke, şaraplar” için tescil ettiriyor.

Şubat 2016 ‘da ise CAVA coğrafi işaretinin ve CAVA üreticilerinin haklarının korunması için kurulmuş Consejo Regulador del Cava (CRC) EUIPO’ya yaptığı başvuruyla konu markanın “ şaraplar” emtiası için hükümsüzlüğünü talep ediyor.

CRC hükümsüzlük talebini, CAVA’nın 1986 yılından beri köpüklü şarap için tescilli bir coğrafi işaret olmasına, CAVA’nın tanınmışlığına ve konu markanın birebir CAVA ibaresini içinde barındırmasından dolayı hiç tescil edilmemesi gerektiğine dayandırıyor.

Kasım 2016’da EUIPO İptal Bölümü CRC’nin talebini reddediyor ve kısaca diyor ki; 1308/2013 sayılı Tüzüğün 103. Maddesi koruma altındaki bir coğrafi işaretin  suistimal edilmesi, taklit edilmesi, kullanımın tescilli coğrafi işareti çağrıştırması hallerinde uygulanır, oysa olayda bunlardan hiçbiri yoktur. EUIPO ayrıca CAVA’nın her zaman “CAVA JUVE y CAMPS”, “CAVA GRAN CODORNIU BRUT” vs gibi diğer kelimelerden ayrı kullanıldığını, ancak hiçbir zaman başka bir kelime içinde birleşik yer almadığına dikkat çekiyor ve tüketicinin CAVARIANE markasını gördüğünde kelimenin içindeki CAVA ibaresini görmek için özel çaba sarf etmesi gerektiğini, yani Tüzük maddesinde aranan “çağrışım “ kıstasının burada uygulanamayacağını belirtiyor. Ayrıca ret kararında CAVA kelimesinin “mağara, kav, şarap mahzeni” anlamına geldiğine de işaret ediliyor.

Bunun üzerine CRC, EUIPO nezdinde temyiz yoluna başvuruyor.  Temyiz talebinde CRC’nin argümanları şöyle;

-a- Özellikle aynı olan “köpüklü şaraplar” emtiası açısından çağrışım ihtimali çok daha yüksektir.

-b- Konu marka içinde birebir CAVA kelimesini ihtiva etmektedir

-c- PORT CHARLOTTE ihtilafının aksine, olayda ki markada CAVA kelimesi ayrı yazılmamıştır. CAVARIANE kendi başına anlam ifade eden bir kelime değildir.

-d- Alkollü içecekler genelde kalabalık ve gürültülü ortamlarda sözlü olarak sipariş verilir ve bu sırada kelimenin bütün olarak veya  “CAVA-ARIANE” biçiminde hecelenerek söylenmesinin bir önemi yoktur.

-e- Verilen ret kararı içindeki bazı ifadeler birbiri ile çelişir durumdadır,

-f- CAVA’nın İspanyolca’daki asıl anlamı tescilli olan coğrafi işarettir yoksa “şarap mahzeni” değildir. İspanyolca da “şarap mahzeni” kelimesi “bodega” dır.

-g- CAVA’nın satış miktarının yüksekliği düşünüldüğünde, konu marka şaraplar için de CAVA’nın ününden haksız yararlanacaktır.

(Açıkçası bu iddiaları okuduğumda  PORT CHARLOTTE kararına neden dayanıldığını anlamakta zorlandığımı ifade edeyim. Bana göre o karar CRC’nin lehine bir emsal değildir. Nitekim yazının ilerleyen bölümlerinde göreceğiniz gibi EUIPO Temyiz Kurulu da benimle aynı görüşü paylaşmış.)

Buna göre CRC’nin talepleri;

1-Hükümsüzlük talebinin ilk talep edildiği şekilde kabul edilmesi

2- Hükümsüzlük talebinin reddine dair verilen kararın kaldırılması

3- Hükümsüzlük talebinin doğru şekilde yapıldığının kabulüne karar verilmesi

4-Konu markanın “köpüklü şaraplar (yarı-köpüklü şaraplar dahil)” emtiası yönünden hükümsüzlüğüne karar verilmesi

EUIPO TEMYİZ KURULU KARARI

Önce bir meseleye dikkat çekmek lazım, Temyiz Kurulu kararına başlarken “Temyiz talebi (teknik olarak) kabul edilebilir durumda, ama düzgün formüle edilmemiş” diyerek dosyalamadan memnuniyetsizliğini gösteriyor. Kurul, öncelikle bazı taleplerin birbiriyle ve olaydaki argümanlarla çeliştiğini söylüyor ve incelenmesi kabul edilebilecek yegane talebin 2 numaralı talep olduğunu dolayısıyla  dosyayı sadece bu talep açısından inceleyeceğini söylüyor.

Ayrıca Kurul, Tüzük maddesi 7 (1) (j) nin şu anki metnine dayanılmasının mümkün olmadığını, çünkü bu maddenin olaydan sonra ve dahi hükümsüzlük talebi dosyalandıktan sonra değişikliğe uğrayarak şimdiki haline geldiğine işaret ediyor.

Ezcümle, amiyane deyimle,  Kurul diyor ki;  taleplerin birbiriyle çelişiyor ve iddialarınla da uyuşmuyor,  doğru dürüst dosyalama yapmamışsın, dayandığın maddeleri yanlış veya eksik yazmışsın,  ama ben yine de hukuken uygun maddelere göre tek bir talebini inceleyeceğim.

(Bence biz TPMK’ya müteşekkir olmalıyız, görüyorsunuz ki EUIPO bizim Kurumumuz kadar anlayışlı değil, sözünü sakınmıyor!)

Temyiz Kurulu önce ilgili Tüzük maddesini (madde 7) açıklıyor, buna göre; “şaraplar” emtiasını içeren bir başvuruda marka eğer şaraplar için tescilli bir coğrafi işaretten oluşuyorsa ya da içinde böyle bir tescilli coğrafi işaret geçiyorsa ve başvuranın şarapları o coğrafi işaretli yerden gelmiyorsa, marka başvurusu reddedilir ya da tescil edilmişse hükümsüzlüğüne karar verilir.

Kurul daha sonra “çağrışım” (evocation) kavramına odaklanıyor ve  tüketicide “çağrışması gerekenin” coğrafi kaynak olması gerektiğini söylüyor. Kayıtlara göre,  CAVA coğrafi işareti tek bir kelime olarak yani “CAVA” biçiminde İspanya’da 10 değişik yeri kapsar şekilde köpüklü şaraplar için tescil edilmiş ve bu yerlerin büyük çoğunluğu Katalan bölgesinde. CRC vekili CAVA’nın piyasada başka şekillerde (başka kelimelerle birleşik biçimde)kullanıldığına dair bir delil de sunmuş değil.

Kurul’a göre, CAVA gerçekten de köpüklü şaraplar için tescilli bir coğrafi işaret olsa da son derece iyi bilinen bir başka durum daha var ki o da şu; CAVA aynı zamanda İspanyolca sözlüklerde yer alan bir kelime.İspanyolcası “cava” olan bu kelime, Fransızca’da “cave”, İngilizce’de ise “şarap mahzeni” olarak geçiyor.

Dolayısıyla Kurul’a göre; CAVA sadece İspanya’da belli yerlerde üretilen bir köpüklü şarap değil, aynı zamanda sözlüklerde geçen ve günlük kullanımı olan, özellikle şaraphanelerin (bodegas) şaraplarını sakladıkları/muhafaza ettikleri yerin de adı.

Hükümsüzlük talebi reddedilirken EUIPO, CRC’nin iddiasının aksine, CAVARIANE kelimesinin anlamlı bir biçimde bölünemeyeceğini belirtmiş. Bu konuda Temyiz Kurulu şöyle düşünüyor; CAVARIANE kelimesi AB dilleri içinde anlamı olan bir kelime değil, dolayısıyla ortalama tüketicinin bunu bölmeye çalışması için makul bir sebep yok, CRC’nin  iddia etiği gibi “CAVA” ve “RIANE” diye bir bölünme yapılsa dahi yine ortaya anlamı olmayan RIANE diye bir kelime çıkıyor.

Kaldı ki meseleye böyle bakarsak zaten kelimenin çok daha değişik biçimlerde de ayrıştırılması mümkün diyor Kurul, mesela “CAV” ve “ARIANE” (ki ARIANE bir kadın ismidir) , ya da “CA” ve “VARIANE” , yada “CAVARI” ve “ANE” gibi. Kurul bu bölünmelerde ortaya çıkan kelimelerin de ikna edici bir anlamı olmadığını ve CRC’nin belirttiği şekilde  bir bölünmeyi kabul etmeyen EUIPO kararının doğru olduğunu belirtiyor.

Kelime başka bir biçimde okunmaya çalışıldığında ise ortaya “CAVIAR” ve “ANE” diye bir durum çıkıyor, bu halde ise işaret tamamen apayrı başka bir mal ile bağlantı kuruyor ; Caviar (havyar).

Dolayısıyla, Kurul’a göre,  kelimeyi bölmeye çalışmak işin esası yönünden bir anlam ifade etmiyor ve ortalama tüketicinin algısına uymuyor. Ayrıca durumun belirtildiği biçimde olmadığına yani tüketici algısının bu biçimde şekillenmeyeceğine dair CRC’nin dosyaya sunduğu hiçbir somut delil de mevcut değil. (Kurul, CRC’nin bu konuda delil sunma zorunluluğu altında olmadığını kabul ediyor, ama yine de  EUIPO’nun görüşünü değiştirmeye neden olacak bir delil sunulmadığını not düşüyor)

CRC’nin sunduğu tüm deliller CAVA coğrafi işaretinin kullanımına dair ve sunulan delillerin tümünde CAVA kelimesinin ayrı yazıldığı/kullanıldığı ve hiçbir zaman bir bileşik kelimenin içinde yer almadığı, başka bir kelimenin içine entegre edilmediği görülüyor.

Bunun dışında Kurul Cava’nın sözlüklerde geçen ve gündelik dilde kullanılan anlamlarının da şarap üretimi ve saklanmasıyla alakalı olduğuna vurgu yaparak, bu durumun CAVARIANE kelimesiyle CAVA coğrafi işaretinin karıştırılma riskini  düşürdüğünü söylüyor.

CRC incelemede İspanyol tüketicilerin göz önüne alınması gerektiğini ve CAVA coğrafi işaretinin İspanya’da çok yoğun biçimde kullanıldığını iddia ediyor. Kurul’a göre, bu argüman yerinde olmakla beraber sözlük anlamı bulunan cava kelimesinin de aynı şekilde yoğun kullanıldığını unutmamak lazım.Diğer üye AB ülkelerinde ise böyle bir durum mevcut değil ve CRC’nin bu argümanının diğer üye ülkeler için geçerliliği yok.

Kurul’a göre, PORT CHARLOTTE kararının huzurdaki olayda emsal olma vasfı yok. PORT CHARLOTTE kararında PORT ve CHARLOTTE kelimeleri ayrı yazıldığı halde ortada bir karıştırma ihtimali/tecavüz  olmayacağına karar verilmişken, huzurdaki gibi tek kelimeden oluşan bir marka açısından karıştırma olacağını varsaymak mümkün değil.

Geriye kalan yegane argüman, tüketicinin CAVARIANE kelimesi içinde CAVA kelimesini fark edeceği/tanıyacağı; Temyiz Kurulu bunun nasıl gerçekleşeceğini anlayamadığını, konu markanın ne şekilde coğrafi işareti çağrıştıracağını da göremediğini belirtiyor. Çağrışımdan bahsedebilmek için markanın coğrafi işaretle belli seviyede bir benzerliği olması gerektiği gibi, aynı zamanda indirekt olsa dahi işaretle korunan coğrafi orijini akla getirmesi lazımdır. Huzurdaki olayda çağrışımın kabul edilebilmesi için tüketicinin zihninde bu kelimeyi İspanya’da CAVA coğrafi işareti altında üretilen köpüklü şaraplarla bağlantılı görmesi ya da en azından CAVARIANE markasıyla  satılan şarapların İspanyol bir  orijini olduğunu düşünmesi gerekir. Halbuki, Kurul’a göre,  ortada böyle bir risk yoktur; en azından görülmektedir ki konu marka İspanya ile bağlantı kurmaya neden olabilecek  herhangi bir unsur veya görünüm içermemektedir. Bu durumda ise Kurul İspanyol tüketicilerin CAVA coğrafi işareti altında satılan köpüklü şaraplara ne kadar aşina olduğu veya CAVA’nın ne kadar meşhur olduğunun bir önemi olmadığını söylüyor.

Neticeten Kurul, hükümsüzlük talebini reddeden EUIPO kararının  yerinde olduğunu belirtiyor ve Temyiz talebini reddediyor.

Bakalım bu noktadan sonra CRC ihtilafı bir üst mercilere taşıyacak mı, takipteyiz!

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Ocak 2018

MERMERİN ŞARKISI; YER ADLARININ MARKA OLMASI HAKKINDA İNGİLTERE’DEN BİR KARAR

Diocletianus’un sarayı

 

İngiltere’de Mermeren Kombinat AD v Fox Marble Holdings PLC [2017] EWHC 1408 ihtilafında Yargıç Hacon’un verdiği karar yer adlarını içeren markalara ilişkin geçmişte AB’de verilmiş önemli kararları bir kez daha anımsamamıza sebep olurken, bir yandan da kaleme alınışındaki sistematik ve akıcı dil ile karar yazımının ne kadar önemli bir mesele olduğunu düşündürüyor bize.

İHTİLAFIN ÖZETİ;

Davacı Mermeren, Makedonya’nın güneyindeki Prilep şehrinin bulunduğu  bölgede 1950 yılından beri mermer çıkarıp satan bir şirket. 1950 yılında devletçe alınan bir karar ile Prilep bölgesinde yer alan Chaska, Debreshite, Skrka ve Sivec’de mermer çıkarma izni davacıya verilmiş.

Sivec 1970 tarihli haritalarda bölgede bir dağ geçidinin adı olarak geçerken, aynı zamanda jeoloji haritalarında  mermer yataklarının bulunduğu bir yer olarak işaretlenmiş.

Esasen, Roma İmparatorluğu zamanından beri Prilep şehrinin bulunduğu coğrafyadan mermer çıkarılıyor; bu mermerler beyaz rengi ve homojen görünümüyle özellikle heykel yapmaya son derece uygun olduğundan çok tanınıyor. Sadece heykellerde değil örneğin Roma İmparatoru  Diocletianus’un sarayında da Prilep’den gelen mermerler kullanılmış. Günümüzde ise bölgenin mermerleri Abu Dabi’de ki meşhur Şeyh Zeyd camisinde kullanıldığı gibi, üst gelir grubu tüketicilerin evlerinde de kendine yer buluyor.

Mermeren  EUIPO nezdinde 19 sınıfta , diğer mallar yanında, “her türlü mermerler” emtiasını kapsayan, 012057915 numaralı SIVEC kelime markasının sahibi. Markanın başvuru tarihi 09/08/2013.

Davalı Fox ise; 2011 yılında İngiltere’de kurulmuş ve yine mermer sektöründe çalışan bir şirket. Fox’un da Makedonya’da Prilep bölgesinde mermer ocakları var.

Taraflar arasındaki ihtilaf Fox’un “SIVEC” ismi altında mermer satmasıyla başlıyor.

Taraf İddialarının Hukuki Temelleri  

Mermeren davada Birlik marka tesciline tecavüz edildiğini iddia ediyor.

Fox buna karşı; SIVEC adı altında mermer sattığını kabul ediyor,  ancak ortada bir marka tecavüzü bulunmadığını iddia ediyor ve Mermeren’in marka tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ediyor. Hükümsüzlük talebini ise şuna dayandırıyor; SIVEC ayırt edicilik vasfı taşımamaktadır, tescil edildiği (mermer) emtiasının coğrafi kaynağını gösteren bir ibaredir çünkü SIVEC mermer çıkarılan coğrafi yerin adıdır, SIVEC ticarette herkesin kullanımına açık bir kelimedir ve Mermeren vaki tescili kötü niyetle yaptırmıştır.

Mermeren;  Fox’un hiçbir iddiasını kabul etmiyor ve kendisinin (önceki) kullanımla SIVEC kelimesine ayırt edicilik kazandırdığını, ayrıca coğrafi kaynak gösteren bir ibare tescil edilmişse bile tescilden sonraki kullanımla buna ayırt edicilik kazandırıldığında zaten hükümsüzlüğüne karar verilemeyeceğini öne sürüyor.

Taraflar dosyada pek çok karara atıfla iddialarını temellendirmeye çalışıyorlar. Fox, özellikle “eski dostumuz “ Windsurfing Chiemsee Productions- und Vertriebs GmbH v Boots- und Segelzubehör Walter Huber, Birleştirilmiş davalar C-108/97 ve C-109/97, EU:C:1999:230, kararına atıf yapıyor. Hatırlanacağı gibi, Windsurfing Chiemsee dosyasında ABAD, yer adlarının marka olarak tesciline dair  ana kriterleri netleştirmişti. Fox ayrıca OLDENBURGER, T-295/01, EU:T:2003:267 gibi başka kararlara da değiniyor.

Buna karşın Mermeren ana referans olarak Peek & Cloppenburg KG v OHIM, T-379/03, EU:T:2005:373; [2006] ETMR 33. Kararını alırken , Spear v Zynga, Doublemint gibi kararlara da atıf yapıyor.

Yargıç Hacon, tarafların dayandıkları kararlar yanında, bir yandan da üç boyutlu şekil markaları/ürünlerin şeklinin marka olarak tescil edilebilmesine dair kararlardan alıntılar yapıyor. Bu kararlarda her ne kadar yer adlarının marka olarak tescili tartışılmıyorsa da kullanımla ayırt edicilik konusunda yapılacak inceleme ve uygulanacak kriterler açısından dikkate alınmalarının uygun olacağını belirtiyor.

İhtilafın çözümünde Yargıç Hacon’un incelemeye esas aldığı kriterler şu şekilde özetlenebilir;

—(önceki)kullanımla ayırt edicilik kazanma için ihtilafa konu markanın başvurusunun yapıldığı tarihteki duruma bakılmalıdır. Olayımızda bu tarih 09/08/2013’dür.

—- Kıstas alınacak “ilgili kişiler” Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayanlardır. Makedonya bir AB ülkesi olmadığı için bu değerlendirmede Makedonların, Prilep bölgesinde yaşayanların ya da SIVEC dağ geçidine yakın oturanların algısı göz önüne alınamaz ve bunlar “ortalama tüketici olarak düşünülemez. (Hakim  kararda SIVEC’in gerçekten mevcut bir yer olduğunu kabul ediyor ancak, SIVEC dağ geçidi bölgesi için “obscure” yani “kuytu, ücra” tanımlamasını kullanıyor) . Prilep ve civarında yaşayanlar hem küçük bir nüfus hem de zaten onların SIVEC’in bir dağ geçidi ve/veya mermer yatakları bölgesi olduğunu biliyor olduğu açık; ancak önemli olan yerel halkın görüşü değil AB ülkelerinde yaşayanların görüşü/algısıdır.

—Önemli bir diğer kriter de şudur; kelime/işaret görüldüğünde  markanın konu olduğu mal/hizmetlerin tek bir kaynaktan/kişiden/işletmeden geldiğini işaret ediyor mu? Bir başka deyişle kullanım yoluyla, ilgili kişiler yada en azından onların önemli bir bölümü markanın kullanıldığı mal/hizmetin tek bir kaynaktan geldiğini düşünüyor mu yoksa malın/hizmetin orjininin “o yer” olduğunu mu düşünüyor? Dolayısıyla konu, işaretin marka olarak kullanılmasından  öte  bu kullanım neticesinde ürün/hizmetlerin tek bir kaynağı işaret eder bir algı yaratıp yaratmadığı noktasına bakmak gerekiyor. Esasen oluşan algının realite ile uyuşması da önemli değil yani gerçekte öyle bir yer mevcut olabilir veya olmayabilir, mühim olan ilgililerin bunu nasıl “algıladığıdır”

—– Bir “yer adı” ne kadar yüksek bilinilirliğe sahipse, kullanımla ayırt ediciliğin kabulü için o denli uzun ve yoğun bir markasal kullanımın ispatı şarttır. SIVEC “kuytu, ücra” bir yer olduğundan, olaydaki inceleme eşiğinin bu denli yüksek olması gerekmez.

—– Kimin “ilgili kişi” olduğu ya da bunların ne kadarının incelemede temel alınacağı tanımlanmamıştır, ancak burada kastedilen de minimis den fazla bir orandır ancak bunun illa ki ilgililerin yarısından fazlası  olması gerekmez.İlgili kişi için yine “konu edilen mal/hizmetlerin ortalama tüketicisi” kriterine dayanılacaktır; SIVEC dosyasında ki “ortalama tüketici”, Avrupa Birliği’nde mermer işinde  uzmanlaşmış olanlar veya binalar için malzeme seçmeye çalışan müşterilere yol gösteren mimar-içmimar gibi kişilerdir.

—-Markanın ayırt edicilik kazanıp kazanmadığı incelemesinde şu noktalara bakılabilir ; markanın piyasa payı, markanın ne kadar süredir ve hangi yoğunlukla ne kadar yaygın kullanıldığı, markanın promosyonu için ne kadar yatırım yapıldığı, markayı taşıyan malların tek bir işletmeden geldiğini düşünen ilgili kişilerin  oranı, ticaret odalarından/endüstriden veya ilgili alandaki derneklerden alınan görüşler. Tüm bu kriterlere rağmen Mahkeme değerlendirme yaparken şüpheye düşerse, ulusal hukuklara bağlı olarak, kamuoyu araştırmalarından da yaralanabilir.

Kriterler Olaya Uygulandığında;

Yargıç dosyada iki noktaya ve tarihe bakacağını söylüyor;

1-Coğrafi yer adı içeren işaret başvuru tarihinde (09/08/2013) kullanımla ayırt edicilik kazanmış mıydı?

2-Herhalükarda tescilden sonraki kullanım neticesinde marka hükümsüz kılınamayacak hale gelmiş miydi? (bu incelemenin sebebi Mermeren’in buna ilişkin maddeye de dayanmasıdır). Bu noktada incelemede göz önüne alınacak tarih davalının hükümsüzlük iddiasını ileri sürdüğü tarihtir ki olayımızda bu 07 Mart 2016’dır.

Fox davada 1950-2011 arasının göz önüne alınması gerektiğini, çünkü 2011 yılına kadar Mermeren’in SIVEC’in sadece kendisinden gelen mallara ilişkin bir işaret olarak kullanıldığını belirtecek herhangi bir çaba içinde olmadığını, ancak 2011 yılında şirketin COO’su olarak atanan kişinin SIVEC’in Mermeren’e bağlı bir işaret olması gerektiğini düşündüğünü ve aynı yıl oluşturduğu şirket el kitapçığında SIVEC’e şirkete ait bir marka olarak yer verdiğini iddia ediyor. Fox’un iddiasına göre SIVEC 2011 yılına kadar İtalya’nın Toskana bölgesinden çıkan CARRERA mermeri gibi jenerik/bir mermer türü/mermerin çıktığı yer olarak kullanılıyordu. 2011 ile EUIPO’ya başvurunun yapıldığı 2013 Ağustos ayına kadar-bu kadar kısa sürede-kullanımla ayırt edicilik kazanılması mümkün değildir. Ayrıca Mermeren tarafından düzenlenmiş bazı faturalar sunan Fox, bunlarda SIVEC veya BLANCO SIVEC şeklindeki kullanımın mermerin cinsini belirttiğini iddia ediyor.

Her iki tarafta, yazılı deliller dışında,  üçer tanık gösteriyorlar yargılamada. Ancak Fox’un tanıklarından biri (bir Fox çalışanı) verdiği beyan ile davalıyı son derece zor bir duruma düşürüyor zira beyanında  “mermer satın alanların SIVEC’in bir yer olduğunu bilemeyeceğini” söylediği “talihsiz ” bir cümle sarfediyor!

Yargıç, şahit beyanlarını dinlediğini fakat sunulan yazılı delillere daha fazla önem atfettiğini belirtiyor.

1950-2011 Arası Dönem

1-Bu döneme ilişkin yegane delil Mermeren tarafından AB’de yaşayan müşterilere kesilmiş faturalar.

Faturalarda SIVEC, BIANCO SIVEC gibi ifadeler geçiyor ve bunların bazılarında BIANCO SIVEC ® işaretiyle beraber kullanılmış.Ancak kesilen faturalarda hiçbir zaman SIVEC kelimesinin yanında  ® işareti kullanılmamış. Mermeren’in COO’su çarpraz sorguda müşterilerin burada SIVEC’i marka olarak algıladığını çünkü  BIANCO’nun İtalyanca’da beyaz demek olduğunu ve yaygın kullanımı bulunduğunu beyan ediyor. Yargıç her ne kadar bunu makul bir açıklama olarak kabul etse de diğer  yandan BIANCO SIVEC’in 1998 yılında birçok ülkede marka olarak tescil edildiğini, fakat SIVEC’in Makedonya’da ancak 2011 yılında tescil edilmiş olduğunu ve uluslararası başvurunun da 2012 de yapıldığını not düşüyor.

Yargıç 2011 yılından evvel SIVEC’in AB’de marka olarak kullanılmamış olduğunu, dolayısıyla o tarihe kadar kullanımla bir ayırt edicilik kazandığından söz edilemeyeceğine kanaat getiriyor. Muhtemelen bazı tüketicilerin o tarihe kadar SIVEC’i Makedonya’da bulunan ve belli tipte mermerin çıkarıldığı bir yer olarak algıladığını, diğer tüketicilerin ise (SIVEC diye bir yer olduğunu bilmeyenlerin) de bunu bir mermer türü olarak algıladığını belirtiyor.

2011-Ağustos 2013 Arası Dönem

1-Davacı 2010 yılı itibariyle Mermeren’in SIVEC markasının reklam ve tanıtımına özel önem verdiğini gösteren deliller sunuyor dosyaya. 2011 yılında şirket kimliğine ilişkin bir el kitapçığı hazırlanıyor ve bunun içinde Mermeren’in markalarına bir bölüm ayrılıyor. El kitapçığında SIVEC,  ® işaretiyle birlikte kullanılıyor.

2-Mermeren 2011,2012,2013 yıllarında katıldığı fuarlara ilişkin deliller sunuyor. Her ne kadar bunların çoğu  AB ülkelerinde yapılmış fuarlar değilse de özellikle Xiamen (Çin) de yapılan mermer fuarına Avrupa’dan çok sayıda kişi iştirak ediyor ve bu  fuar alanında dünyanın en büyük iki fuarından bir tanesi.  Sunulan delillerde fuarlarda SIVEC’in yoğun biçimde görünür olduğu, hatta bazen MERMEREN’den bile büyük yazıldığı ve Dubai ile Çin’deki fuarlarda ® işareti ile kullanıldığı görülüyor fotoğraflarda.

3- Mermeren’in Verona/İtalya’daki mermer fuarına katılımına ilişkin deliller çok önemli. Çünkü bu fuar AB’de gerçekleşiyor, hem mermer konusunda dünyanın en önemli fuarı hem de 2012,2013,2014,2015 yıllarındaki katılımlarda SIVEC ve BIANCO SIVEC ® işareti ile birlikte kullanılmış.

Hakim bu delilleri inceledikten sonra 2013 Ağustos’a kadar ki dönemde ilgili kişilerin SIVEC’i Mermeren’e ait bir marka olarak algıladığına inandığını belirtiyor ve (markanın başvuru tarihinde) kullanımla ayırt edicilik kazandığı kanaatine varıyor.

Ağustos 2013 – Mart 2016 Arası Dönem

Sunulan deliller bu süreçte SIVEC’in Mermeren’e aidiyetine dair algının daha da yükseldiğini ve bunun için Mermeren’in ve distribütörlerinin kesintisiz bir çaba gösterdiğini  işaret ediyor. Yargıç bu noktada Fox’un satışlarının bu algıda ciddi bir değişiklik yapmadığı kanaatine varıyor.

SONUÇ;  

1-09/08/2013 tarihinde SIVEC markasının Mermeren adına tescili Tüzüğe aykırı değildir.

2- 2010 yılına kadar SIVEC bir coğrafi orijini gösterse de bu tarihten sonra (2011-2013) kullanım sonucunda durum tersine dönmüştür. Başvuru tarihinde marka ayırt edicilik kazanmış haldedir. Marka bu özelliğini 07 Mart 2016’ya kadar da korumuştur.

3-Markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesi talebi reddedilmiştir.

Bu karar bana TPMK nezdinde mermer türleri, mermer çıkarılan yerlerin adını içeren tescilleri hatırlatmıyor değil. Ancak tabi ki her başvuruya 3. kişi görüşü sunmak mümkün olmuyor maalesef!

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Aralık 2017

Ayı Etinizi Nasıl Alırdınız? Adalet Divanı Genel Mahkemesi “Ayı” Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz (2)?

 

Geçtiğimiz hafta yayınladığımız “Ayı Etinizi Nasıl Alırdınız? Adalet Divanı Genel Mahkemesi “Ayı” Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz (1)?” başlıklı yazıda okuyucularımıza Adalet Divanı Genel Mahkmesi’nce görülen “Ayı kararı” hakkında bilgi vermiş ve davanın olası sonucu hakkındaki yorumlarını talep etmiştik.

Karar ve dava hakkında yorumunu bizlerle paylaşan okuyucumuz Ceren Aytekin’e teşekkür ediyoruz.

Mahkemenin kararını paylaşmadan önce, dava verilerine aşağıda bir kez daha yer veriyoruz:

Aşağıda görseline yer verilen başvurunun 29.,30.,31. ve 33. sınıflardaki çok sayıda mal için tescil edilmesi talebi EUIPO’ya yapılıyor.

 

 

Rus dilindeki yukarıda kelimenin Türkçe karşılığının “Ayı” olduğunu belirtelim.

EUIPO uzmanı başvurunun anlamını dikkate alarak, başvuruyu 29.,30.,31. sınıflara dahil bazı mallar bakımından tanımlayıcılık ve ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeleriyle reddediyor. Reddedilen mallar arasında, “Sınıf 29: Etler, et bazlı hazır yemekler, sosisler, jambonlar, vb. Sınıf 30: Pateler (kolaya kaçıp börek diyelim), pate bazlı hazır yemekler. Sınıf 31: Canlı hayvanlar.” yer alıyor.

Başvuru sahibi kısmi ret kararına karşı itiraz ediyor, ancak EUIPO Temyiz Kurulu itirazı reddediyor.

Temyiz Kurulu’nun ret kararını onamasının gerekçeleri; başvuruya konu “Ayı” anlamına gelen işaretin, kısmi ret kararı kapsamındaki malların ayı etinden oluştuğu, ayı eti içerdiği veya ayı eti tadı benzeri bir tadı içerdikleri mesajını doğrudan vermesi ve bu nedenle de malların türüne açık ve doğrudan referans içermesidir. Buna ilaveten Kurul, incelemenin Avrupa Birliği’nin resmi dilleriyle sınırlı olmadığını ve Birlik içerisindeki Rusça konuşan tüketicilerin de incelemede dikkate alınması gerektiği görüşündedir.

Başvuru sahibi bu karara karşı dava açıyor, dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nce görülüyor ve 19 Temmuz 2017 tarihinde karara bağlanıyor.

Bu noktada aşağıdaki verileri sizlere sunalım:

1- Rusça, Avrupa Birliği’nin resmi dillerinden birisi değildir.

2- Başvuru Latin karakterinden değil, Kıril karakterlerinden oluşmaktadır.

3-  Başvuru sahibi bu markayla piyasaya “Ayı eti” sunmadığını belirtmektedir ve ayı eti satışının Avrupa Birliği’nde kanunen yasak olduğunu iddia etmektedir.

4- Başvuru sahibi “Ayı” kelimesini marka olarak seçmesinin nedenini, Ayıların gücüne, kudretine, büyüklüğüne atıf yapma isteği olarak ortaya koymaktadır.

 

Adalet Divanı Genel Mahkemesi davayı 19 Temmuz 2017 tarihinde T-432/16 sayılı kararı ile sonuca bağlamıştır. Karar metninin http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9ea7d2dc30d6a75543ee0d654c7e9193ed76e90b2636.e34KaxiLc3qMb40Rch0SaxyMchn0?text=&docid=192985&pageIndex=0&doclang=FR&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=527504 bağlantısından görülmesi mümkündür.

Genel Mahkeme, davacının taleplerini ve davayı aşağıdaki gerekçelere dayanarak reddetmiştir:

İlgili tüketici kesimin bakımından mutlak ret nedenleri kapsamına girebilecek bir işaretin varlığından bahsedebilmek için  incelemenin Avrupa Birliği’nin resmi dillerine indirgenmesi mümkün değildir ve incelenen vakada, mutlak ret nedenlerinin ortaya çıkıp çıkmadığının Birlik içindeki Rusça konuşan tüketiciler dikkate alınarak tespit edilmesi gerekmektedir. AB’de önemli sayıda vatandaş Rusça’yı anlamaktadır ve özellikle Baltık ülkelerinde yerleşik bazı tüketiciler bakımından Rusça anadil gibidir. Buna ilaveten,  Rusça “Медведь (ayı)” sözcüğü, Rus dilini  yabancı bir dil olarak öğrenen tüketicilerin bildiği (aşina olduğu) bir sözcüktür ve Rusça temel kelimeleri ve Rus folklörü, sanatı, edebiyatı ve sporunda kullanılmaktadır. Bu çerçevede, kısmi ret kararı kapsamında bulunan mallar bakımından “Медведь (ayı)” sözcüğünün, malların ayı etinden oluştuğu veya ayı eti tadına benzer bir tada sahip olduğu mesajını verdiği yönündeki EUIPO Temyiz Kurulu tespiti yerindedir. Başvuru sahibinin, ayı hayvanının gücüne, kudretine, büyüklüğüne atıf yapıldığı ve markanın bu şekilde algılanacağı yönündeki iddiasıysa, yukarıda açıklanan ana algıyı değiştirmeyecektir. Belirtilen nedenlerle Genel Mahkeme, EUIPO Temyiz Kurulu’nun tanımlayıcılık ve ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret kararını yerinde bulmuş ve başvurunun reddedilmesi kararını onamıştır.

Genel Mahkeme kararını bu şekilde aktardıktan sonra, vakayı ve zihnimizdeki soruları Türkiye bakımından değerlendirmeyi yerinde buluyoruz:

1- Rusça Avrupa Birliği’nin resmi dillerinden birisi değildir.

2- Avrupa Birliği’nde yaklaşık 6,2 milyon Rusça konuşan kişi yaşamaktadır (http://culturas.fi/en/conference2016) ve bu sayı Avrupa Birliği’nin toplam nüfusuna (511 milyon 805 bin 100 kişi – https://www.ntv.com.tr/dunya/avrupa-birliginin-nufusu-aciklandi,L0DikR3ldkqqNMdNkbNhxw) oranlandığında, karşımıza %1,2 oranı çıkmaktadır. Başka bir kaynağa göre ise bu oran %6’dır (http://www.wikizero.org/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvTGFuZ3VhZ2VzX29mX3RoZV9FdXJvcGVhbl9Vbmlvbg).

3- EUIPO güncel marka kılavuzunda da başvurusu yapılan kelimenin tanımlayıcılık (veya diğer mutlak ret nedenleri) gerekçesiyle reddedilebilmesi için bu kelimenin mutlak surette AB resmi dillerinden birisinde olmaması gerektiği açık olarak belirtilmektedir. (https://euipo.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/contentPdfs/law_and_practice/trade_marks_practice_manual/WP_2_2017/Part-B/04-part_b_examination_section_4_absolute_grounds_for_refusal/part_B_examination_section_4_chapter_4/TC/part_B_examination_section_4_chapter_4_Descriptive_tm_7-1-c_tc_en.pdf s. 4 – Should there be convincing evidence that a given term has a meaning in a language other than the official languages of the Union and is understood by
a significant section of the relevant public in at least a part of the European Union, this term must also be refused pursuant to Article 7(2) EUTMR (judgment of 13/09/2012, T-72/11, Espetec, EU:T:2012:424, § 35–36). )

4- Yukarıda karardan (hem EUIPO Temyiz Kurulu hem de Genel Mahkeme kararlarından) anlaşılacağı üzere, toplam AB nüfusuna oranla %1-6’lık yüzde önemli bir orandır, çünkü bu yüzdenin tekabül ettiği kişi sayısı milyonlarla ölçülmektedir. Dolayısıyla, bu ilkenin Rusça bakımından uygulamasına bakıldığında, Rusça’nın Avrupa Birliği’nde %1 veya % 6 oranında bilinmesinin yeterli bir düzey olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.

5- Bu noktada Türkiye’deki tartışmalara dönülecek olursa, ülkemizde halen İngilizce başta olmak üzere bazı yabancı dillerin yeterli düzeyde bilinip bilinmediği argümanları çerçevesinde, İngilizce tanımlayıcı kelimelerin tescil edilip edilemeyeceği içerikli tartışmalarla karşılaşmaktayız ki ülkemizde artık İngilizce’nin anaokulu düzeyinde öğretildiği ve bilinirlik oranının %1-6’dan çok daha yüksek olduğu ortadadır. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz dönem ve şartlarda, bu tartışmayı ve İngilizce’nin yeteri düzeyde bilinmediği argümanını yerinde bulmadığımızı önemle belirtmemiz gerekmektedir.

6- İngilizce, Fransızca, Almanca, vb. Batı dillerini bir tarafa bırakıp ülkemizde milyonlarca Suriyeli sığınmacının yaşadığı gerçekliğine dönülecek olursa, kanaatimizce Arapça’nın da önemli bir başlık olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Şöyle ki, milyonlarca Arapça bilen ve konuşan kişi, şu dönemde Türkiye’de yıllardır yaşamaktadır ve bu yerleşim süreklilik arz etmektedir. Türk vatandaşı olup Arapça bilen ve konuşanlar da dahil edildiğinde, ülkemizce Arapça’yı anlayanların ve konuşanların oranı muhtemelen %5-6’dan yüksek olacaktır. Benzer bir yorumun Kürtçe bakımından yapılması da pek tabi mümkün olacaktır. Dolayısıyla, ortaya çıkan soru mutlak ret nedenleri incelemesinin, Türkiye’de bilinen ve konuşulan bu gibi diller bakımından da yapılmasının gerekli olup olmadığıdır ki, kanaatimizce bu sorunun yanıtı Evet olmalıdır.

7- Bir diğer tartışmalı alan ise, ülkemize her yıl gelen milyonlarca turistin varlığı göz önüne alınacak olursa, bu turistlerin anadilleri, özellikle de toplam içindeki en büyük sayıyı oluşturan Rusların dili bakımından bir değerlendirme yapılmasının gerekip gerekmediğidir. Rus turistlerin en sık gittiği Antalya kasabalarından birisinde bir deri dükkanı sahibi, Rusça deri kelimesini Kıril alfabesinde Türkiye’de marka olarak tescil ettirip, sonra yüzbinlerce Rus turistin alışveriş yaptığı aynı ilçenin aynı çarşısında diğer deri mağazalarının bu kelimeyi kullanmasını engellemek için hukuki yollara başvurduğunda, diğer iyi niyetli kullanıcıların hakları bakımından sanırız ki dillerin bilinirlik düzeyine ilişkin tartışmalar pek de önem arz etmeyecektir.

8- Bu noktada kendi pozisyonumuzu, dillerin bilinirlik düzeyinin yüksekliği gibi bir dayanaktan ziyade, iyi niyetli tacirlere yönelik olası haksızlıklara yol açmamak nihai amacı çerçevesinde konumlandırdığımızı belirtmek yerinde olacaktır. Elbette ki, bu konumlandırma ve dayandığı argümanlar tartışmaya açıktır.

Yukarıdaki argümanlara ilişkin değerlendirmeleriniz olursa, bunları yazının altına yorum olarak yazarsanız seviniriz.

Önder Erol ÜNSAL

Aralık 2017

unsalonderol@gmail.com 

 

 

Ayı Etinizi Nasıl Alırdınız? Adalet Divanı Genel Mahkemesi “Ayı” Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz (1)?

 

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) tarafından tanımlayıcılık ve ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeleriyle verilen bir ret kararına karşı açılan dava ve dava sonucunda Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından verilen karar, “Siz Ne Düşünürsünüz?” serimizin dördüncü sorusunu oluşturuyor.

Aşağıda görseline yer verilen başvurunun 29.,30.,31. ve 33. sınıflardaki çok sayıda mal için tescil edilmesi talebi EUIPO’ya yapılıyor.

 

 

Rus dilindeki yukarıda kelimenin Türkçe karşılığının “Ayı” olduğunu belirtelim.

EUIPO uzmanı başvurunun anlamını dikkate alarak, başvuruyu 29.,30.,31. sınıflara dahil bazı mallar bakımından tanımlayıcılık ve ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeleriyle reddediyor. Reddedilen mallar arasında, “Sınıf 29: Etler, et bazlı hazır yemekler, sosisler, jambonlar, vb. Sınıf 30: Pateler (kolaya kaçıp börek diyelim), pate bazlı hazır yemekler. Sınıf 31: Canlı hayvanlar.” yer alıyor.

Başvuru sahibi kısmi ret kararına karşı itiraz ediyor, ancak EUIPO Temyiz Kurulu itirazı reddediyor.

Temyiz Kurulu’nun ret kararını onamasının gerekçeleri; başvuruya konu “Ayı” anlamına gelen işaretin, kısmi ret kararı kapsamındaki malların ayı etinden oluştuğu, ayı eti içerdiği veya ayı eti tadı benzeri bir tadı içerdikleri mesajını doğrudan vermesi ve bu nedenle de malların türüne açık ve doğrudan referans içermesidir. Buna ilaveten Kurul, incelemenin Avrupa Birliği’nin resmi dilleriyle sınırlı olmadığını ve Birlik içerisindeki Rusça konuşan tüketicilerin de incelemede dikkate alınması gerektiği görüşündedir.

Başvuru sahibi bu karara karşı dava açıyor, dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nce görülüyor ve 19 Temmuz 2017 tarihinde karara bağlanıyor.

Bu noktada aşağıdaki verileri sizlere sunalım:

1- Rusça, Avrupa Birliği’nin resmi dillerinden birisi değildir.

2- Başvuru Latin karakterinden değil, Kıril karakterlerinden oluşmaktadır.

3-  Başvuru sahibi bu markayla piyasaya “Ayı eti” sunmadığını belirtmektedir ve ayı eti satışının Avrupa Birliği’nde kanunen yasak olduğunu iddia etmektedir.

4- Başvuru sahibi “Ayı” kelimesini marka olarak seçmesinin nedenini, Ayıların gücüne, kudretine, büyüklüğüne atıf yapma isteği olarak ortaya koymaktadır.

Sizce Genel Mahkeme’nin tanımlayıcılık ve ayırt edici nitelikten yoksunluk konusundaki değerlendirmesi ne yönde olmuştur? Veya siz karar verici pozisyonunda olsaydınız EUIPO ile aynı değerlendirmeyi yapar mıydınız?

Yorum ve değerlendirmeleriniz için şimdiden teşekkürler. Genel Mahkeme kararını takip eden yazıda iki gün içinde paylaşacağım.

Önder Erol ÜNSAL

Kasım 2017 

unsalonderol@gmail.com 

“DYKES ON BIKES” – Siz Ne Düşünürsünüz(2)? – İlan Kararı ve Gerekçesi

 

“DYKES ON BIKES” başvurusu hakkındaki USPTO Kararı “Siz Ne Düşünürsünüz?” serimizin 3. sorusuydu. Bu yazıda başvuru hakkındaki ret kararının ardından verilen kararı sizlere aktaracağız.

Soruyu yönelttiğimiz yazıya yaptıkları yorum ve değerlendirmeler nedeniyle, Kübra Önem, İpek Hanım, Arzu Bekem, Işıl Selen Denemeç ve Filiz Özdiler‘e teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Meseleyi önceki yazımızdan aktarma suretiyle kısaca hatırlayacak olursak:

“Aşağıda görseline yer verilen “DYKES ON BIKES” marka tescil başvurusu USPTO’ya 28/04/2015 tarihinde yapılıyor. Başvurunun kapsamında 41. sıınfa dahil çeşitli hizmetler bulunuyor. Bunlar arasında; motosiklet kullanma alanında eğitim, sosyal eğlence etkinliklerinin organizasyonu, festival, sokak fuarı düzenleme tipinde eğlence hizmetleri başta geliyor. Hizmetlerin bir kısmının lezbiyen, biseksüel, cinsiyet değiştirmiş, vb. yönelim ve kimlikleri olanların onurlarını güçlendirme amaçlı olduğu da hizmet listesinde belirtiliyor. Merak edenler için İngilizce hizmet listesinin tamamını aşağıdaki şekildedir: “Education services, namely, providing workshops and instruction in the field of motorcycle riding and maintenance; Entertainment services in the nature of arranging social entertainment events; Entertainment services in the nature of organizing, arranging and conducting motorcycle riding excursions; Entertainment services in the nature of organizing and conducting parade contingents, community festivals, parade and festival events, street fairs, in-person learning forums, seminars,parties and rallies, all for educational, cultural and entertainment purposes, to support, organize and motivate women motorcyclists everywhere to do the same, thereby fostering pride in a wide variety of sexual orientations and identities, namely, lesbian, bisexual and transgender; Entertainment services, namely, participation in parade contingents, community festivals, parade and festival events, street fairs, in-person learning forums, seminars, parties and rallies, all for educational, cultural and entertainment purposes, to support, organize and motivate women motorcyclists everywhere to do the same, thereby fostering pride in a wide variety of sexual orientations and identities, namely, lesbian, bisexual and transgender; Organizing events in the field of motorcycle riding for cultural or educational purposes; Providing a website featuring entertainment information.”

 

 

“DYKES ON BIKES” işaretinde yer alan “dyke” kelimesinin Türkçe karşılığı lezbiyen kelimesinin argodaki kullanımı oluyor. Bir diğer deyişle dyke, argoda lezbiyenin karşılığı olarak kullanılıyor ve biz de bunu, Türkiye’de lezbiyenin argodaki karşılıklarından olan “lezboş” olarak çevirmeyi tercih ediyoruz. “DYKES ON BIKES” ibaresinin tam karşılığı bu durumda “MOTOSİKLET (BİSİKLET) ÜZERİNDE LEZBOŞLAR” olarak ortaya çıkıyor.

Bu noktada başvuru sahibi “SAN FRANCISCO DYKES ON BIKES WOMEN’S MOTORCYCLE CONTINGENT”in kar amacı gütmeyen lezbiyen bir motosiklet topluluğu olduğunu da belirtmeliyiz. Bir diğer deyişle, başvuru sahibi lezbiyenlerden oluşan bir topluluktur.

USPTO uzmanı başvuruyu ilk aşamada, “dykes” kelimesini aşağılayıcı bir tabir olarak değerlendirerek “aşağılayıcı markaların tescil edilemeyeceği” yönündeki kanun maddesine dayanarak reddediyor. Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz ediyor.

Sizce USPTO Temyiz Kurulu’nun kararı ne yönde olmuştur?”

Öncelikle şunu belirtmemiz gerekiyor ki, USPTO Temyiz Kurulu bu itiraz hakkında bir karar vermemiştir.

Şöyle ki, ilk yazımıza yapılan yorumlarda da belirtildiği üzere (bkz. Işıl Selen Denemeç, Kübra Önem yorumları), mesele aynı dönemde A.B.D. Yüksek Mahkemesi (SCOTUS) önünde incelenen “THE SLANTS” davasıyla bağlantı içermektedir. “THE SLANTS” başvurusu da tıpkı “DYKES ON BIKES” başvurusu gibi, aşağılayıcı – incitici (disparaging) markaların tescil edilemeyeceği hükmünü de içeren Lanham Yasası madde 2(a) gereğince reddedilmiştir. “THE SLANTS” başvurusunun sahibi bu konuyu yargıya taşımış ve dava en sonunda ilgili ret gerekçesinin, ifade özgürlüğünü garanti altına alan A.B.D. Anayasası First Amendment hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle SCOTUS’un önüne gelmiştir.

“THE SLANTS” başvurusunun USPTO sürecini IPR Gezgini’nde önceden yazmıştık, ilgilenenler https://iprgezgini.org/2015/01/11/uspto-temyiz-kurulu-the-slants-karari-irklari-asagilayici-terimlerin-marka-olarak-tescili-mumkun-mudur/ bağlantısından yazıyı inceleyebilirler. Dava hakkındaki SCOTUS kararını henüz yazma fırsatı bulamadık, onu da en kısa sürede yazmayı planlıyoruz.

“DYKES ON BIKES” başvurusunun reddedilmesi kararına karşı yapılan itiraz, ilgili ret gerekçesinin iptal talebiyle SCOTUS’un önünde olması nedeniyle, anayasaya aykırılık iddiası hakkındaki SCOTUS kararı verilinceye kadar USPTO tarafından beklemeye (suspension) alınmıştır.

 

 

SCOTUS ilgili davada Anayasa’ya aykırılık iddiasını kabul edip, Lanham Act’in aşağılayıcı – incitici markaların tescil edilemeyeceği yönündeki hükmünü ifade özgürlüğüne aykırılık nedeniyle iptal edince bekleme kararı kaldırılmış, devamında “DYKES ON BIKES” başvurusu hakkındaki ret kararı da kaldırılarak, başvurunun ilan edilmesine karar verilmiştir.

 

 

Yukarıda yer verilen açıklamalardan anlaşılacağı üzere, “DYKES ON BIKES” başvurusu hakkındaki ret kararı, USPTO Temyiz Kurulu kararı verilmesine gerek kalmadan kaldırılmıştır.

Bu noktada, ilk yazımızda neden Temyiz Kurulu kararı ne yönde olmuştur şeklinde yanıltıcı bir soru sorduğumuz ve neden bu vakayı seçtiğimiz sorulabilir. Bunun birden fazla yanıtı var:

1- Yazı hazırlayacağım günden hemen bir gün önce Ankara Valiliği il genelinde LBGTİ etkinliklerini süresiz olarak yasakladı. Karar esasen genel ahlak, kamu düzeni ve bir takım toplumsal duyarlılıklar gibi gerekçelere dayandırılmıştı. İçselleştiremediğim bu idari karar hakkında düşünürken, bağlantılı bir konuda yazmayı yerinde buldum.

2- Süregelen davaların bekletici mesele sayılıp sayılamayacağı Türk marka inceleme sistemi pratiklerinde sıklıkla tartışılan bir konu. Bu konudaki kişisel görüşlerimi ayrı bir yazıda belirtmeyi yerinde bulmakla birlikte, USPTO pratiğinde bekleme kararlarına bir örnek vermenin yerinde olacağını düşündüm.

3- Uzun zamandır yazmayı düşünüp yazamadığım “THE SLANTS” davası hakkındaki SCOTUS kararını ve aşağılayıcı – incitici markaların tescil edilemeyeceği yönündeki yasa hükmünün A.B.D.’nde anayasa tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğü ilkesine aykırılık gerekçesiyle iptal edildiğini bu şekilde hatırlatmış olmayı tercih ettim.

Görüşlerini paylaşan okuyuculara tekrar teşekkür ediyorum ve eğer varsa, ek değerlendirmeleri bekliyorum. Siz Ne Düşünürsünüz serisinin bir sonraki yazısında görüşmek üzere.

Önder Erol ÜNSAL

Kasım 2017

unsalonderol@gmail.com 

“DYKES ON BIKES” – USPTO Temyiz Kurulu Kararı – Siz Ne Düşünürsünüz(1)?

 

Siz ne düşünürsünüz serimizin üçüncü sorusu A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO) kararları arasından geliyor.

Aşağıda görseline yer verilen “DYKES ON BIKES” marka tescil başvurusu USPTO’ya 28/04/2015 tarihinde yapılıyor. Başvurunun kapsamında 41. sıınfa dahil çeşitli hizmetler bulunuyor. Bunlar arasında; motosiklet kullanma alanında eğitim, sosyal eğlence etkinliklerinin organizasyonu, festival, sokak fuarı düzenleme tipinde eğlence hizmetleri başta geliyor. Hizmetlerin bir kısmının lezbiyen, biseksüel, cinsiyet değiştirmiş, vb. yönelim ve kimlikleri olanların onurlarını güçlendirme amaçlı olduğu da hizmet listesinde belirtiliyor. Merak edenler için İngilizce hizmet listesinin tamamını aşağıdaki şekildedir: “Education services, namely, providing workshops and instruction in the field of motorcycle riding and maintenance; Entertainment services in the nature of arranging social entertainment events; Entertainment services in the nature of organizing, arranging and conducting motorcycle riding excursions; Entertainment services in the nature of organizing and conducting parade contingents, community festivals, parade and festival events, street fairs, in-person learning forums, seminars,parties and rallies, all for educational, cultural and entertainment purposes, to support, organize and motivate women motorcyclists everywhere to do the same, thereby fostering pride in a wide variety of sexual orientations and identities, namely, lesbian, bisexual and transgender; Entertainment services, namely, participation in parade contingents, community festivals, parade and festival events, street fairs, in-person learning forums, seminars, parties and rallies, all for educational, cultural and entertainment purposes, to support, organize and motivate women motorcyclists everywhere to do the same, thereby fostering pride in a wide variety of sexual orientations and identities, namely, lesbian, bisexual and transgender; Organizing events in the field of motorcycle riding for cultural or educational purposes; Providing a website featuring entertainment information.”

 

 

“DYKES ON BIKES” işaretinde yer alan “dyke” kelimesinin Türkçe karşılığı lezbiyen kelimesinin argodaki kullanımı oluyor. Bir diğer deyişle dyke, argoda lezbiyenin karşılığı olarak kullanılıyor ve biz de bunu, Türkiye’de lezbiyenin argodaki karşılıklarından olan “lezboş” olarak çevirmeyi tercih ediyoruz. “DYKES ON BIKES” ibaresinin tam karşılığı bu durumda “MOTOSİKLET (BİSİKLET) ÜZERİNDE LEZBOŞLAR” olarak ortaya çıkıyor.

Bu noktada başvuru sahibi “SAN FRANCISCO DYKES ON BIKES WOMEN’S MOTORCYCLE CONTINGENT”in kar amacı gütmeyen lezbiyen bir motosiklet topluluğu olduğunu da belirtmeliyiz. Bir diğer deyişle, başvuru sahibi lezbiyenlerden oluşan bir topluluktur.

USPTO uzmanı başvuruyu ilk aşamada, “dykes” kelimesini aşağılayıcı bir tabir olarak değerlendirerek “aşağılayıcı markaların tescil edilemeyeceği” yönündeki kanun maddesine dayanarak reddediyor. Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz ediyor.

Sizce USPTO Temyiz Kurulu’nun kararı ne yönde olmuştur? Karara yarın veya takip eden gün yer vereceğiz, bu aşamada yorumlarınızı bekliyoruz.

Yorum ve değerlendirmeleriniz için şimdiden teşekkürler.

Önder Erol ÜNSAL

Kasım 2017

unsalonderol@gmail.com

 

Rousseau’nun Doğa Durumu Halinin Türk Marka İnceleme Sistemine Uyarlanması – Sarkastik Bir Deneme

 

Fransız düşünür J.J. Rousseau (1712-1778), toplum sözleşmeci filozofların ilki olmasa da, muhtemelen kuramıyla en çok iz bırakanıdır. Rousseau, Fransız Devrimi dönemini görememiştir, ancak devrimi gerçekleştirenlerin düşünsel altyapılarını etkileyerek siyasi tarihe de güçlü bir iz bırakmıştır. Bu yazıda Rousseau’nun toplum sözleşmesi kuramına dayanak doğa durumu halini, hiç de iddialı olmayan ve daha çok sarkastik bir biçimde, Türk marka inceleme sisteminin marka benzerliğine ilişkin kavramlarına uyarlamaya çalışacağız. Bu yazıda yapacağımız benzetme ve tespitler ironi amaçlıdır, ciddiye alınması gibi bir beklentimiz bulunmamaktadır; ancak aşağıda detaylı biçimde yer vereceğimiz durum ironik bir değerlendirmeyi kesinlikle hak etmektedir.

Rousseau’nun kuramına göre, insanlar doğa durumunda eşitlik ve özgürlük temellerine dayalı mutlu bir yaşam sürmektedir. Bununla birlikte, “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘bu bana aittir’ diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun kurucusu oldu” ifadesinde gördüğümüz özel mülkiyet kavramı, mutlu doğa durumunu bozdu. Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte, doğa durumu ve doğa durumunun ana belirleyicisi olan eşitlik hali de ortadan kalktı. Eşitlik halinin ortadan kalkması, insanları toplum sözleşmesini yapmaya ve uygar toplumu meydana getirmeye mecbur bıraktı.

 

 

Rousseau’da doğa durumunu, bu şekilde kısa ve çok eksik biçimde aktardıktan sonra uyarlama düzlemimizin ikinci öğesini kısaca açıklayalım.

Gerek 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu gerekse de yürürlükten kalkmış 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK, önceden tescilli veya başvurusu yapılmış bir markayla aynı veya ayırt edilemeyecek derecede benzer olan ve aynı veya aynı tür malları veya hizmetleri içeren yeni başvuruların, Türk Patent ve Marka Kurumu (Kurum) tarafından resen reddedileceği hükmünü içermektedir. Buna ilaveten her iki mevzuatta da,  önceden tescilli veya başvurusu yapılmış bir markayla aynı veya benzer olan ve aynı veya benzer malları ve hizmetleri içeren, bunun sonucunda da karıştırılma ihtimali mevcut olan yeni başvuruların, Kurum tarafından ilana itiraz üzerine reddedileceği hükmü yer almaktadır.

Bu noktada ortaya çıkan sonuçlar, Kurum’un:

i- Aynı veya aynı tür malları ve hizmetleri içeren aynı ve ayırt edilemeyecek derecede benzer markaları resen reddedeceği,

ii- Aynı veya benzer malları ve/veya hizmetleri içeren aynı veya benzer markaları ise ancak ilana itiraz üzerine reddedeceğidir.

Marka mevzuatımızın yurtdışı kaynaklarını oluşturan uluslararası metinlerde geçen ve neredeyse tüm dünyada kabul edilmiş olan aynı veya benzer marka kavramlarına ilişkin bir tanımlama sıkıntısı bulunmasa da, ülkemize ait uydurma bir kavram olan ve yurtdışında eşine rastlanılmayan “ayırt edilemeyecek derecede benzerlik” kavramı gerek tanımlama gerekse de uygulama anlamında sıkıntılara yol açmaktadır.

Son yıllarda Yargıtay kararları tarafından şekillendirilen Yargı ve Kurum kararları, ayırt edilemeyecek derecede benzerlik kavramını, aynılık kavramıyla neredeyse eş düzeye indirgemiş, buna karşın ayırt edilemeyecek derecede benzerlik kavramı ile benzerlik kavramı arasında çok büyük bir mesafe olduğunu kabul etmiştir. Bu yaklaşıma göre, Kurum resen yaptığı benzerlik incelemesinde aynılığı veya neredeyse aynılığı araştırmalıdır, bunu aşan bir yaklaşım resen benzerlik incelemesinin konusu değildir ve ancak ilana itiraz üzerine yapılan karıştırılma olasılığı incelemesinin konusu olabilecektir. Yaklaşımın temel kavramsal kabulü, resen yapılan incelemenin karıştırılma olasılığını araştırmadığıdır. Ancak bu yaklaşım, “Resen benzerlik incelemesinde araştırılan karıştırılma olasılığı değilse nedir?” sorusunun yanıtını vermekten acizdir. Şöyle ki, markalar ve mallar / hizmetler aynı ise karıştırılma mutlaktır ve ayrıca bir ihtimalin varlığının araştırılmasına gerek yoktur. Bu ikili aynılık halinin dışındaki tüm hallerde araştırılması gereken husus karıştırılma ihtimalinin olup olmadığıdır ve dünyada bunun alternatifi başka bir kavram bulunmamaktadır. Dolayısıyla, resen benzerlik incelemesinde araştırılan husus karıştırılma ihtimalinin varlığı değildir, bu araştırma ilana itiraz üzerine yapılacak incelemenin konusudur argümanı, kavramsallaştırılabilme kabiliyetten yoksun, sadece pratik arayışları giderebilme amacına hizmet eden temelsiz bir yaklaşım özelliği göstermektedir. Konu hakkındaki görüşlerimizi daha detaylı ve açıklayıcı biçimde, IPR Gezgini’nde önceden yazdığımız -“Ayırt Edilemeyecek Derecede Benzerlik” Kavramının Eleştirisi (https://wp.me/p43tJx-3a)- başlıklı yazıda görebilirsiniz.

Rousseau’nun doğa durumu halinin, Türk marka inceleme sistemiyle ne tip bir bağlantı içerebileceği sorusu bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu aşamadan sonra aktaracağımız tüm değerlendirmeler deneyseldir ve ironi barındırmaktadır. Bu nedenle çok da ciddi gözlerle okunmaması önemle rica olunur.

Yukarıda yer verilen yaklaşım ve mevcut durumu kavramsallaştırabilme ihtiyacı bizi şu sonuca götürmektedir: Belirli bir grup mal ve hizmetin ortalama tüketicileri belirli ve yasanın herhangi bir maddenin incelenmesi esasına göre değişmeyecek olsa da, Türk marka inceleme sisteminde bu tüketicilerin iki markayı (i) birbirleriyle karıştırmayacakları, (ii) birbirleriyle karıştıracakları iki ayrı paralel evren mevcuttur.

Ortalama Türk tüketicileri, Kurum’un resen inceleme yetkisinde olan 5/1-(ç) bendi evreninde son derece dikkatli, her markayı birbirinden ayırt edebilen bir durumun içinde yaşamaktadırlar ve bu andan itibaren biz bu durumu Türk tüketicilerinin doğa durumu olarak anacağız. Türk tüketicilerin doğa durumunun belirgin özelliği, aynı mal ve hizmet için tescilli bir kelime markasına aşina olan tüketicilerin, bu markanın altına üstüne sadece bir şekil eklense bile, önceden tanıdıkları kelime markasını bu kez şekil içeren aynı kelime markasıyla karıştırmamaları veya herhangi bir biçimde ilişkilendirmemeleridir. Kısaca, bu tüketiciler doğa durumunda o denli zeki ve külyutmazlardır ki, hiçbir markayı birbirleriyle karıştırmadıkları gibi, iki markayı birbirleriyle ayırt edilemeyecek derecede benzer bulmaları için markaların aynı olması gerekmektedir.

Doğa durumu tüketicilerinin temsili resimleri aşağıdadır ve bu görseller, doğa durumu, yani 5/1-(ç) bendi incelemesinde dikkate alınması gereken tüketici grubunun genel zeka ve dikkat düzeyi hakkında okuyucularımıza çok açık bir fikir verecektir:

 

 

Yargıtay yorumlarını okuyarak çerçevesini çizdiğimiz doğa durumu tüketicilerinin bakış açısını kesinleşmiş bir Yargıtay kararı ve bu kararın öznesi başvuru ve ret gerekçesi marka bakımından örneklemek, doğa durumunu hukuki terimlerle algılayabilmeyi (bence algılayamamayı) sağlayacaktır.

Kurum tarafından 556 s. KHK döneminde reddedilen aşağıdaki başvuru ve yanındaki ret gerekçesi marka önce ihtisas mahkemesi, sonrasında da Yargıtay tarafından ayırt edilemeyecek derecede benzer bulunmamıştır. Yargıtay kararının ilgili kısmına markaların altında yer verilmiştir:

 

Yargıtay kararı esas alındığında, şu husus öne çıkmaktadır: Kelime unsurları ve hizmetler aynı olsa da (ki Taurus kelimesinin ayırt edici gücü oldukça yüksektir – Y.N.), özel kaligrafi ve “üç adet boynuz” şekli markaları birbirlerinden ilk bakışta ayırt edilebilecek hale getirmektedir. Dolayısıyla, bu farklılık, markaları 7/1-(b) (şimdi 5/1-(ç)) anlamında ayırt edilemeyecek derecede benzerlik halinden çıkartmaktadır ve bu nedenle başvuru hakkında ret kararının verilmesi yerinde değildir. Kısaca, Yargıtay’ın bu kararına göre, markaların resen gerçekleştirilen benzerlik incelemesi aslında gazetelerin bulmaca eklerinde 3-5 yaş arası çocukların çözmesi için yayınlanan “Resimler arasındaki 3 farkı bulun” oyununun daha ötesinde bir incelemeyi gerektirmemektedir.

Bu noktada Türk marka evreninde doğa durumunu şöyle tahayyül etmek gerekmektedir:

Doğa durumunda her biri birer Einstein olan ortalama Türk tüketicileri, örneğin Taurus markasını duyarlarsa “Haaa evet orayı biliyorum, ancak o bahsettiğin yer 3 boynuzlu Taurus mağazası değil, üç boynuzlu Taurus ile boynuzsuz Taurus birbirlerinden farklı sahiplere ait farklı markalar, ben tüm o şekilleri zihnime kaydettim. Hepsi birbirinden farklı, üç boynuzlu Taurus, 5 boynuzlu Taurus’tan da farklı, 7 boynuzlu Taurus da hiç alakası olmayan başka bir kişinin mağazası aslında.” diyebilecek dikkat, zeka ve hafıza yeteneklerine sahiptir.

Bununla birlikte, toplum sözleşmesi yapılması ve doğa durumundan çıkış ortalama Türk tüketicilere pahalıya patlamaktadır.

Doğa durumundan çıkışın nedeni, başvurunun ilan edilmesi ve ilana karşı itiraz edilmesidir.

İlana karşı itiraz ve incelemenin 6769 s. SMK madde 6 (556 s. KHK madde 8) kapsamında yapılması Türk marka inceleme sisteminde doğa durumunun terk edilmesi anlamına gelmektedir. Rousseau’da doğa durumundan ayrılış eşitliğin ve özgürlüğün kaybedilmesi anlamına gelirken, Türk marka incelemesi sisteminde ilana itiraz, yani doğa durumunun terk edilmesi akıl, dikkat ve zekanın yitirilmesine karşılık düşmektedir.

Resen benzerlik incelemesi aşamasında her markayı birbirinden ayırt edilebilen mikro Einsteinlar olan Türk tüketicileri, ilana itiraz edildiğinde, her markayı birbirinden ayırt edilebilme yeteneklerini ve bir ölçüde akli yeteneklerini kaybederek sürüler halinde gezen zombielere veya “Taht Oyunları (Game of Thrones)” dizisindeki “Ak Gezenler (White Walkers)”e dönüşmektedir. Bu dönüşümün yansıması da -bir zamanlar keskin zeka sahibi olan ve her markayı birbirinden ayırt edebilen- ortalama Türk tüketicilerin artık her markayı birbirleriyle karıştırabilecek bir sürüye evrilmesidir. Doğa durumundan çıkmış, yani marka bülteninde ilan edilen başvurularla karşılaşmış ortalama Türk tüketicilerin temsili görselleri aşağıda yer almaktadır:

 

 

Doğa durumundan çıkan ortalama Türk tüketicilerin ne tip markaları birbirleriyle karıştırdıkları, gene Yargıtay kararlarıyla örneklendirilebilir, ancak bu arayışa bu yazıda girmeyeceğiz. Zaten, çoğunluğu alan çalışanları, vekilleri ve avukatları olan IPR Gezgini okuyucuları bu tip örneklere fazlasıyla aşinadır. Kaldı ki, altını çizmeye çalıştığımız husus, ilana itiraz sonrası yapılan karıştırılma olasılığı incelemesinde aşırıya kaçan benzerlik kararları verilmesi değil; resen benzerlik incelemesinin içinin boşaltılıp, çocuklar için hazırlanan resimler arasındaki farkları bulun oyununa indirgenmesi yönündeki -kanaatimizce son derece hatalı ve hak sahipleri açısından tehlikeli- yaklaşımdır.

Rousseau’da doğa durumunun terk edilmesi toplumun ortaya çıkmasına karşılık düşerken, bizim analojimizde resen incelemeden yani doğa durumundan çıkış zekanın kaybedilmesi ve sürüye dönüş anlamına gelmektedir. Aynı markaları karşılaştıran aynı tüketiciler, 5. madde evreninden 6. madde paralel evrenine geçişle, benliklerini kaybederek aslında başka kişilere dönüşmektedir.

5. ve 6. madde incelemesi arasındaki farkı aynı tüketicilerin bakışı açısından açıklamanın zorluğunu da, böylelikle ortadan kaldırıyoruz, çünkü bizim analizimizin sonucuna göre, başvurunun bültende ilan edilmesi paralel evrene geçiş anlamına gelmektedir ve markaları karşılaştıracak kişiler, artık aynı kişiler değildir. Böylelikle de, 5. ve 6. maddedeki ayrımı teorik olarak kolaylıkla açıklayamayan uygulayıcılara, teorik bir altyapı da sunmuş oluyoruz.

Teorik altyapıyı yukarıdaki şekilde ortaya koyabilmenin mutluluğu, sanırım bana bir süre yetecek. Rousseau’yu mezarında tersine döndürmüş olsam da, yazıyı yazmaktaki niyetimin ironi olduğunu bilmesi muhtemelen bana kızmasını engelleyecektir.

 

Önder Erol ÜNSAL

Kasım 2017

unsalonderol@gmail.com 

 

Üç Boyutlu Meyve Suyu Ambalajı Şekli Markası Alman Federal Patent Mahkemesi Önünde (2)– Mahkemenin Kararı

 

“Üç Boyutlu Meyve Suyu Ambalajı Şekli Markası Alman Federal Patent Mahkemesi Önünde – Siz Ne Düşünürsünüz? (1)” başlıklı yazıya (https://wp.me/p43tJx-HQ) gösterilen ilgi ve gelen yanıtlar beni fazlasıyla sevindirdi. Umarım yeni başlattığımız soru – tartışma içerikli seri yazıların devamı da başlangıcı gibi katılımcı olur.

Zaman kaybetmeksizin, dünkü yazının konusu ihtilafı hatırlatmak ve sonrasında ihtilaf neticesinde Alman Federal Patent Mahkemesi tarafından verilen kararı aktarmak istiyorum. Kararı aktarırken, Marques Class 46 bloğunda (https://www.marques.org/class46/) 12/10/2017 tarihinde yayınlanmış ve Birgit Clark tarafından yazılmış “German Federal Patent Court: CAPRI SUN 3D mark” makalesindeki ifadelere yer vereceğim. Şöyle ki, mahkeme kararı Almanca ve 30 yıl önce haftada iki saat yardımcı dil olarak öğrendiğim Almancam maalesef, “Ich gehe in die Schüle” diyebilmenin ötesine geçmiyor.

Aşağıdaki görselden oluşan 3 boyutlu ambalaj şekli markası, “Sınıf 32: Alkolsüz içecekler, meyve suları, meyveli içecekler, meyve nektarları.” mallarını kapsayacak biçimde, yıllar önce Alman Patent ve Marka Ofisi (DPMA) tarafından tescil ediliyor.

 

Tescilli markanın hükümsüzlüğü talebi DPMA’ya iletiliyor. Hükümsüzlük talebinin gerekçesi, markanın “Bir teknik sonucu elde etmek için gerekli olan bir şekilden münhasıran oluşmuş işaretlerin tescil edilemeyeceği” hükmüne aykırı olarak tescil edilmiş olması. Hükmün bizdeki karşılığı 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu madde 5(1)(e), eski 556 s. KHK madde 7/1-(e). Hükümsüzlük talebi sahibi şu iddiayı öne sürüyor: “Markanın genel izlenimini oluşturan özelliklerin hepsi teknik bir sonucu elde etme amaçlıdır veya malların genel doğasından kaynaklanmaktadır. Bu özelliklerin bir kısmı önceden patent korumasına konuyken, şu anda patent koruma süreleri dolmuş durumdadır.”

DPMA, hükümsüzlük talebini yerinde buluyor ve markayı hükümsüz kılıyor. Marka sahibi bu karara karşı dava açıyor ve dava Alman Federal Patent Mahkemesi (AFPM) tarafından görülüyor. AFPM, 28 Haziran 2017 tarihli kararında (https://dejure.org/dienste/vernetzung/rechtsprechung?Gericht=BPatG&Datum=28.06.2017&Aktenzeichen=26%20W%20(pat)%2063/14) aşağıda yer verilen tespitler çerçevesinde hükümsüzlük kararını yerinde buluyor ve davayı reddediyor:

Teknik olarak belirlenmiş şekillerin marka koruması kapsamı dışında bırakılması, sadece malların kendi şekilleri bakımından değil, kendi şekilleri bulunmayan (sıvı, toz, vb.) ve satış için ambalajlanma gerektiren malların ambalaj şekilleri bakımından da geçerlidir (ECJ – Henkel kararı, C-218/01). AFPM’ye göre, teknik şekilleri marka koruması kapsamının dışında bırakmanın altında yatan mantık, patent veya tasarım koruması ile sınırlı süre korumaya konu olabilecek teknik çözümleri, marka tescili yoluyla sonsuz ve sınırsız biçimde münhasır korumaya konu etmemektedir (ECJ – Lego ve Philips/Remington kararları, C-48/09, C-299/99). Aynı teknik sonuca farklı alternatif şekillerle ulaşılabilse de, bir şeklin teknik bir sonuca ulaşma amaçlı olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte, markada önemli bir fonksiyonel olmayan unsurun (örneğin bir dekoratif unsur) bulunması halinde, şekil marka koruması kapsamı dışında bırakılamaz (ECJ – Yoshida kararı, C-421/15). Ana özellikler (essential characteristics) terimi, markanın en önemli özelliklerine yapılan atıf biçiminde anlaşılmalıdır. Bu özellikler her vaka bazında ayrı ayrı tespit edilmelidir.

İncelenen vakada, markayı oluşturan 3 boyutlu şeklin ana özellikleri, markanın kamunun ilgili kesimini oluşturan ortalama tüketicilerin (meyve suları alıcıları ortalama tüketicilerdir), markaya görsel yaklaşımı esas alınarak tespit edilmelidir. Buna göre, şeklin 6 ana özelliği tespit edilmiştir:

1- Dik biçimde duran bir ambalaj. (Teknik özellik: Bu yolla ambalaj satış raflarına dik biçimde yerleştirilebilir.)

2- Ambalajın yan kısımlarında ve tepesinde düz köşeler. (Teknik özellik: Güvenli biçimde kapatmaya izin veriyor.)

3- Oval biçimli katlanmayan taban. (Teknik özellik: Sabitlik sağlıyor.)

4- Aşağıya doğru hafifçe incelen yuvarlak yumru biçimi. (Teknik özellik: Sıvıyı ambalaj içerisine doldurma etkisi.)

5- Yan taraflarda incelen köşeler. (Teknik özellik: Ambalaj bir kez doldurulduğunda kaçınılmaz sonuç.)

6- Esnek, şeffaf olmayan materyalden yapılmış olma. (Teknik özellik: Basınç ve şok emme, depolama alanı kazanımı, atık hacmi azaltma gibi teknik avantajlar.)

Buna karşın, şeklin düz kenarları teknik bir özellik olarak kabul edilmemiştir. Şöyle ki, bu özellik içecek ambalajlarında on yıllardır kullanılmaktadır. Aynı şekilde, içecek sanayinde uzun süredir yaygın biçimde kullanılan dörtgenel şeklin de ana özellik olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

AFPM, son olarak Belçika’da Brüksel Ticari Mahkemesi’nin, aynı markanın ambalajındaki düz yan biçimin fonksiyonel olmayan bir özellik olarak değerlendirilmesi ve bunun sonucunda benzer bir ambalajın marka hakkına tecavüz olarak değerlendirilmesi yönündeki kararını emsal olarak kabul etmediğini belirtiyor. Şöyle ki, AFPM’ye göre bu karar, ECJ’in ve Alman Federal Adalet Mahkemesi’nin, aynı teknik etkinin alternatif şekillerle sağlanabilmesinin önemli olmadığı yönündeki içtihatlarıyla uyumlu değildir.   

Sonuç olarak AFPM, DPMA’nın markanın hükümsüz kılınması yönündeki kararını yukarıda sayılan gerekçelerle onamıştır.

Kararı kısaca bu şekilde aktardıktan sonra, soruyu içeren dünkü yazıma değerli yorum ve katkılarını sunan Burak TEMİZER, İbrahim KIZILIRMAK, Mine AKARSU ve Ozan Ali YILDIZ’a teşekkürlerimi bir kez daha sunuyorum. Karara ilişkin tartışılacak ek hususları bu yazının altındaki olası yorumlarda tartışabiliriz. Umarım, katkı ve yoruma açık, -planlanan- yeni yazı serimiz, daha da katılımcı ve paylaşımcı bir atmosfer oluşturmamıza yardımcı olur.

Önder Erol ÜNSAL

Kasım 2017

unsalonderol@gmail.com 

Üç Boyutlu Meyve Suyu Ambalajı Şekli Markası Alman Federal Patent Mahkemesi Önünde – Siz Ne Düşünürsünüz? (1)

 

IPR Gezgini’nde ben ve diğer site yazarları şu ana dek yüzlerce yabancı ofis ve mahkeme kararını yabancı dillerden çevirerek ve yorumlayarak okuyucularımıza aktardık. Bu tip yazılar, genellikle uzun bilgi aktarımı temeline dayandığından, şu ana dek sitede okuyucularımızın katkı veya yorumlarını sıklıkla al(a)madık. Bu eksikliği gidermek için bugünden başlayarak yeni bir yazı modelini denemenin yerinde olacağını düşündüm.

En kısa şekilde özetleyecek olursam, fikri mülkiyet hakları alanında, yabancı ve ulusal bir ofis veya mahkeme kararının konusu başvurunun veya tescilin görselini paylaşacağım, ardından ihtilaf konusu meseleyi kısaca aktaracağım ve paylaşımın sonunda sizce bu ihtilaf ne şekilde sonuçlanmıştır sorusunu yönelteceğim. Elbette, beklenti okurlarımızın yorum ve görüşlerini, her yazının altında yer alan “yorum” bölümünde site okuyucuları ile paylaşması olacak. Bir veya iki günlük beklemenin ardından, ilgili ofis veya mahkeme kararını ve ihtilafın sonucunu yazacağım ve bu yolla yapılan yorumların ilgili mahkeme veya ofisin yaklaşımı ile ne derecede örtüştüğünü görebileceğiz. Site takipçilerinin kendilerine ilginç gelen ve paylaşmak istedikleri ofis veya mahkeme kararlarını iprgezgini@gmail.com adresine göndermeleri, sizlerden gelecek karar ve soruları da paylaşmamızın yolunu açacak. Böylelikle, siteyi daha paylaşımcı ve interaktif hale de getirebiliriz diye düşünüyorum. Aslında bu modeli, IPR Gezgini’nin Facebook hesabında (https://www.facebook.com/IPRGezgini – bu hesapta sitede paylaşmadığım bazı haber, duyuru ve içeriğiğe yer veriyorum, dileyenler bu hesabı da takip edebilir) birkaç kez denemiştim ve sonuç oldukça iyiydi. Bakalım sitede sonuç nasıl olacak?

İlk vaka bu açıklamanın ardından gelsin!

Alman Federal Patent Mahkemesi, aşağıda görseline yer verilen üç boyutlu meyve suyu ambalajı şeklinin hükümsüzlüğü talebini inceleyip karara bağladı. Konu hükümsüzlük davası olduğu için markanın Almanya’da tescilli olduğu ve hükümsüzlük iddiasının tescilli markaya yöneltilmiş olduğu zaten anlaşılmıştır.

Markanın kapsamında korunan mallar takip eden şekilde: “Sınıf 32: Alkolsüz içecekler, meyve suları, meyveli içecekler, meyve nektarları.”

Şekil, 3 boyutlu marka olarak tescil edilmiş ve ambalaj çoğumuzun yakından tanıdığı Capri Sun meyve sularına ait. Hükümsüzlük iddiasına bulunan tarafın iddiası, markanın teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu olan şekilden oluşması. Dolayısıyla, mahkeme de esasen bu iddiayı tartışarak karar veriyor.

 

 

Sizce Alman Federal Patent Mahkemesi’nin kararı ne yönde olmuştur ve Mahkeme kararını verirken hangi argümanlara dayanmış olabilir? Daha da önemlisi, sizin konu hakkındaki değerlendirmeniz ne yönde olurdu?

Yorum ve değerlendirmelerinize merakla beklemekteyim. Mahkeme kararının ne yönde olduğunu ve mahkemenin temel argümanlarını yarın paylaşacağım.

Yorumlarınızı yazının altına yazmayı unutmayın lütfen, değerlendirmeleriniz için şimdiden teşekkürler.

Önder Erol Ünsal

Kasım 2017

unsalonderol@gmail.com