Ay: Aralık 2021

2022’ye Merhaba Derken!

Welcome 2022 2022 New Year Happy New Year Sparkling Black ba - pling.com

Kral Öldü Yaşasın Yeni Kral!

2020 yılı biterken 2021 yılını büyük beklenti ve umutla karşılamıştık. Çok muhtemelen 2021 yılı da beklentilerimizi yerine getiremedi ve bizi tam anlamıyla mutlu edemedi. Her şeyden önce Pandemi devam ediyor ve yaşama ilişkin kısıtlılık halleri halen hayatımızın merkezindeki yerini koruyor. Neyse ki 2021 yılı bize Covid-19 aşılarını da getirdi ve tahminimizce bu satırları okuyanların çoğu aşılarını olup gelecek günlere bir nebze de olsun güvenle bakmaya başladı.


Pandeminin ilk yılı, yani 2020, IPR Gezgini için rekorlar yılıydı, evde geçen karantina günleri, çoğumuzu daha fazla okumaya, üretmeye ve yazmaya yöneltti. Bunun bize yansıması da rekor sayıda yazı yayımlanması ve ziyaretçi istatistiği oldu. 2021 yılının başlarında da durum aynıydı, ancak Mayıs 2021’de başlayan karantina gevşemesi ve bahar / yaz rahatlaması halleri site istatistiklerine de doğrudan yansıdı. Gene de 2021 yılını tüm yıllardan daha fazla sayıda ziyaret sayısıyla kapatıyoruz ve bu bizi çok mutlu ediyor.

Yazı sayımız 2020 yılına kıyasla düşmüş olsa da, 2021 yılında yayımladığımız toplam 139 adet içerik (yazı, haber, duyuru), haftasonları yayın yapmadığımızı da düşününce, yaklaşık iki günde bir içerik yayımlamak demek ve yazdıklarımızın niteliği düşünülünce bu gerçekten önemli bir sayı. Dolayısıyla, yazarlarımızı, siteye katkı sağlayanları, site editörlerini tebrik ediyor ve şımarıkça da olsa kendimizi alkışlıyoruz.


2021 yılına ilişkin bir diğer gözlemimiz ise dışarıdan aldığımız katkılarla ilgili. IPR Gezgini, yeni mezunlardan ve hatta halen üniversitesi öğrencisi olan kişilerden yazılar aldı. Bu daha önce karşılaştığımız bir durum değildi, sitenin konuk yazarları arasına katılan bu yeni grup bizi fazlasıyla memnun etti. Bunu hem sitenin izlenirliğinin artmasına hem de fikri mülkiyet alanının yeni mezunlarda ve öğrencilerde artan oranda rağbet görmesine yoruyoruz.


2021 yılına ilişkin bir diğer gözlemimiz, fikri mülkiyet alanında yayın yapan / yazı yayımlayan platformların sayısındaki artış oldu. Farklı formatlarda (blog, şirket web sitesi, eğitim platformu benzeri yapılar) yayın yapan bu platformların sayısındaki artış bizi doğrusu mutlu etti, hepsine “Welcome to the Club!” diyoruz ve kendilerine uzun yıllar sürecek özgün ve objektif yayın hayatları diliyoruz.


2018-2019 yıllarında birkaç kez yaptığımız IPR Gezgini buluşmalarına 2020 yılında Pandemi nedeniyle ara vermiştik, 2021 yılının sonlarına doğru Kasım ayında Ankara’da yeni bir buluşma yaptık. Tahmin ettiğimizin üzerinde katılımın (yaklaşık 60-70 kişi) gerçekleştiği buluşma, birkaç paragraf önce belirttiğimiz teorinin sağlaması gibiydi, çünkü katılanların yarısına yakını, alana henüz başlayan veya ilgi duyan yeni mezun arkadaşlarımızdı ve Türkiye’de fikri mülkiyet camiası ile tanışmanın adresi olarak bizim etkinliğimizi seçmişlerdi. Buluşmadan sonra bizim kulağımıza gelen bir Covid-19 vakası olmadı, umarız da öyledir :)) 2022 yılında buluşmalara Ankara ve İstanbul’da devam etmeyi planlıyoruz, farklı planlarımız da olabilir.


2021 yılında başladığımız Söyleşiyoruz serisi de çok dikkat çekiciydi. Türkiye’de fikri mülkiyet dünyamızın önde gelen, simge isimleriyle gerçekleştirdiğimiz söyleşiler 2022 yılının başında da devam edecek. (https://iprgezgini.org/category/soylesiyoruz/)


2021 yılının ilk yarısında çokça ilgi gören Clubhouse buluşmaları da yaptık ve güncel fikri mülkiyet konularını Clubhouse platformunda canlı olarak tartıştık. Buluşmalara 2021 yılının ikinci yarısında ara verdik, ancak 2022 yılında da bu buluşmalara devam etmek niyetindeyiz.


Her zaman söylediğimiz gibi IPR Gezgini yeni yazarların katkılarına açık, bizlerle iprgezgini@gmail.com adresinden temasa geçmekten çekinmeyin, yazılar standartlarımızı karşıladığı sürece sitede yer bulacaktır.


Son olarak; bizler IPR Gezgini’nde karşılık beklemeden yazıyor ve bunu yıllardır yapıyoruz. Yazılarımızın birçoğu yurtdışındaki önemli mahkeme kararları ve güncel gelişmelerle ilgili, bu kararları / gelişmeleri yabancı dillerden okuyup, analiz etmek ve sonrasında da aktarmak yoğun emek gerektiriyor. Yazdıklarımızın herhangi bir referans gösterilmeksizin kitaplarda, makalelerde, bloglarda ve bilirkişi raporlarında kullanılması bizi gerçekten üzüyor. Yazılarımızı kullananların bize referans vermelerini özellikle rica ediyoruz, halihazırda bunu yapanlara da çok teşekkür ediyoruz.


Sözü daha fazla uzatmadan 2022 yılının tüm okurlarımıza ve IPR Gezgini ekibine sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini diliyoruz. Umarız ki 2022 yılında site buluşmalarında görüşebiliriz.

Yeni yılınız kutlu olsun!

IPR Gezgini

Aralık 2021

iprgezgini@gmail.com

NFT ile MARKA HAKLARI BIRKIN ÇANTALARI İÇİN ÇATIŞIYOR: HERMÈS v. METABIRKINS

MetaBirkins" and bootleg fashion in the metaverse - HIGHXTAR.

2021 yılında hayatımıza hızlı bir giriş yapan NFT (non-fungible token) kavramının ne olduğu, nasıl kullanılacağı, gelecekte hayatımızı hangi biçimde şekillendirebileceği ve en nihayetinde ne tip hukuki sorunlara yol açabileceği konusunda bugüne dek çok sayıda yazı yazıldı ve konu hakkında kısa sürede, soyutlamalar düzeyinde de olsa, bir yazın oluştu.

Gelinen günde NFT’lere ilişkin hukuki sorunlar, bizim ilgi alanımız olan fikri mülkiyet hakları konusunda yavaşça kendini göstermeye başladı. IPR Gezgini’nde geçtiğimiz günlerde NFT’lerin telif hakları boyutunda yol açtığı güncel bir ihtilaf (Quentin Tarantino v. Miramax) sizlere aktarılmıştı. Bu yazıda ise NFT’lerin marka haklarıyla çatışmasına ilişkin güncel bir ihtilaf okuyucularla paylaşılacaktır.

Tekrarlardan kaçınmak ve meselenin özünü en yalın haliyle aktarabilmek amacıyla, bu yazıda NFT kavramına ilişkin tanımlar, açıklamalar yapılmayacaktır; bunları okuyup öğrenmek isteyenlerin IPR Gezgini’nde önceden yayımlanan “NFT ve Telif Hakkı” veya “NFT ve Sanal Mülkiyet” başlıklı yazıları incelemeleri yerinde olacaktır.


NFT’lerin tescilli marka haklarıyla çatışmasına ilişkin ilk ve dikkat çekici ihtilaflardan birisi Aralık 2021 itibarıyla, dünyaca ünlü moda devi “Hermès” ile NFT yaratıcısı “Mason Rothschild” arasında yaşanmaktadır. İnternette NFT alım satımına aracılık eden “OpenSea” isimli satış platformu da ihtilafın tarafların birisidir.

Hermès’in en ünlü ürünlerinden birisi “Birkin” modeli kadın çantalarıdır. İsmini İngiliz aktris/şarkıcı Jane Birkin’den alan çantalar, statü sembolü haline gelmiş, oldukça pahalı (fiyatlar yaklaşık 10.000 Dolar’dan başlamaktadır) ve kimi modelleri için yıllarca süren bekleme listelerine sahip ürünlerdir. Elbette ki, Birkin çantaların taklitleri de bir hayli fazladır ve Hermès bu taklitlerin engellenmesine yönelik büyük çaba harcamaktadır.

Types Of Birkin Bags Online Sale, UP TO 50% OFF

Mason Rothschild, MetaBirkins isimli NFT serisinin yaratıcısıdır ve kendisini sanatçı olarak tanımlamaktadır. MetaBirkins, bir NFT pazarı olan OpenSea’de satışa sunulmuş 100 adet Birkin çanta görünümlü NFT’den oluşan bir koleksiyondur.


MetaBirkins’in ilk NFT satışı yaklaşık 10 Ethereum’a (yaklaşık 40.000 Dolar) yapılmıştır.


Rothschild, bu satışın ardından 6 Aralık 2021 tarihinde Yahoo Finance’e verdiği görüntülü röportajda (röportaj için bkz.: https://news.yahoo.com/nft-artist-metabirkins-project-aims-200930209.html) Birkin çanta temalı NFT’leri yaratmasının nedenini “… benim için Hermes’in Birkin çantalarından daha ikonik bir şey yok. Çantaların gerçek hayatta sahip olduğu illüzyonun aynısını dijital toplulukta yaratıp yaratamayacağıma ilişkin bir deney yapmak istedim.” sözleriyle açıklamaktadır. Rothschild aynı röportajda kendisine ait MetaBirkins koleksiyonunun Opensea’da satışa sunulmasının ardından kendi koleksiyonunu taklit eden NFT’lerin ortaya çıktığını belirterek bu durumdan da şikayet etmekte ve taklit bir ürüne 40.000 Dolar harcanmaması gerektiğini ifade etmektedir. (…Actually, like before my collection dropped, there was a bunch of like counterfeit NFTs that weren’t from my collection. We’re in the process of like verifying mine on OpenSea. But we had like $35,000, $40,000 in volume of people buying fake versions of my MetaBirkin. So, yeah, like counterfeits are definitely there. I’m hoping that these platforms have more of a connection with the artists moving forward, so, you know, they don’t lose out on that kind of hype and people don’t get scammed and end up spending, you know, $40,000 on a fake.)

Rothschild’ın MetaBirkins ismiyle piyasaya girişi, Birkin modeli çantaların NFT’lerini satışa sunması, Yahoo Finance’e röportaj vermesi ve bu röportajda taklitlerden şikayet etmesi(!) gibi hususlar, Hermès’i bu konuda bir açıklama yapmaya ve devamında tedbir almaya yöneltmiştir.

Bir Hermès yetkilisi 10 Aralık tarihinde Financial Times’a yaptığı açıklamada, Hermès’in Mason Rothschild’ı Birkin çantalarını metaverse’de ticarileştirmek konusunda yetkilendirmediğini veya buna onay vermediğini belirterek, Rothschild’in NFT’lerinin Hermès’in fikri mülkiyet ve marka haklarını ihlal ettiğini ve Hermès ürünlerinin metaverse’teki taklitlerine örnek teşkil ettiğini ifade etmiştir. (bkz. https://decrypt.co/88431/birkin-handbag-creator-hermes-calls-metabirkin-nfts-trademark-infringement)

Hermès’e göre, MetaBirkins tüketicileri yanıltacak ve MetaBirkins NFT’leri resmi Hermès ürünleri olmakları halde müşterilerde o yönde bir algıya yol açacaktır. Diğer yandan da olayın maddi bir boyutu vardır, MetaBirkins koleksiyonunun değeri OpenSea’ye göre yaklaşık 936.000 Dolar’dır ve hukuki tedbir almadığı takdirde Hermès bu paradan tek bir Dolar bile alamayacaktır.

Hermès bu açıklamayla yetinmemiş, OpenSea ve Rothschild’a ihtarname göndermiştir. Bu ihtarnameler sonucunda OpenSea’de MetaBirkins satışları durdurulmuştur.

Rothschild, bunun üzerine 23 Aralık 2021 tarihinde Instagram’daki kişisel ve MetaBirkins hesaplarından herkese açık 3 ayrı mektup yayımlar. Mektuplardan biri OpenSea’ye, biri Hermès’e, birisi de genel olarak kullanıcılara yöneliktir. Sırayla okuyalım:

1- OpenSea mektubu:

Rothschild bu mektupta; OpenSea’nin MetaBirkins koleksiyonunu ihtarnameyi aldıktan sonra ve fakat bir yargı kararı olmadan platformdan kaldırmasını ve kendisine bu aksiyon öncesinde bir uyarı gönderilmemesini eleştirmektedir. Buna ilaveten OpenSea’nin sanatçılar ve koleksiyonerler için yenilikçi bir platform olarak oluşturulmuşken ve gelişimi sanat camiasının desteğine bağlıyken, sanatçıların yanında durması gerektiğini de ifade etmektedir.

2- Hermès mektubu:

Rothschild, “atarlı” olarak tarif edebileceğimiz ve fakat Hermès’e işbirliği için göz kırpan mektubunda, kendisinin sanatçı kimliğini ve sanatçının özgürlüğü fikrini ön plana çıkartmakta, Hermès’e de dünyadaki gelişmeleri kaçırmamasını önermektedir.

Satırbaşları:

– İhtarnamenizi aldım. Sanatımdan rahatsızlık duyduysanız üzgünüm, ama bir sanatçı olarak sanatımı yarattığım için özür dilemeyeceğim.

– Farkında olduğunuz gibi Anayasa bana dünyayı yorumlama biçimim temelinde sanat yaratmaya ilişkin her hakkı vermektedir… Bu anlayış çerçevesinde MetaBirkins bir moda – kültür simgesinin oyun içeren bir soyutlamasıdır. Ünlü bir kültürel temas noktasının biçimini, maddeselliğini ve ismini yeniden yorumladım… Amacım her zaman kültüre olumlu katkısı bulunan sanat projeleri yaratmaktır.

– Sanat söz konusu olduğunda, MetaBirkins’lerimi NFT olarak satmak onları fiziksel sanat ürünleri olarak satmak gibidir. Dünyadaki ve sanat kültüründeki gelişmeler hakkında sizi eğitmek benim işim olmamalıdır.

– Hareket halinde olan bir yenilik ve evrim dalgası var, moda alanında bir güç merkezi olarak rolünüz, yaratıcıların ve sanatçıların başını ezmek değil, onları güçlendirmek olmalıdır. Yapacaklarınız, metaverse’de sanatın geleceğinin belirlenmesine yardım edecektir. Bu inanılmaz hareketin parçası olabilirsiniz.

3- Halka sesleniş:

Rothschild son olarak kamuya seslenmektedir:

– … Bana güvendiğiniz ve bu yolculuğun bir parçası olduğunuz için teşekkür ederim.

– Sanat ve NFT alanında önemli bir geçiş anına çok çabuk ulaştık. Burada karşımıza iki seçenek çıkıyor.

– İlki benim Hermès’in tehditleri karşısında geri adım atmam ve MetaBirkins’e son vermem. İkincisi ise benim de takip etmeye meyilli olduğum seçenek, yani bulunduğum noktada direnmem.

– Büyük bir kurumsal şirket olarak Hermès benim kaynaklarımı gölgede bırakıyor, ancak güçlerini kötüye kullanmalarına izin verilemez.

– O halde buradan nereye gidiyoruz? Bu soru sadece ben, siz, NFT yaratıcıları veya onların patronlarından oluşan topluluk için değil. Bu soru yeni ve gelişen alanlarda güçlü oyuncular olmak isteyen platformlar ve şirketler için.

– Hermès’le birlikte tüm seçenekleri incelemeye hazırım. Bununla birlikte, sanat camiasının bir platformla, örneğin OpenSea’yle, bir ilişki kurduğunda ve bu ilişkiyi büyüttüğünde, ilgili platformun da karşılık olarak sanatın ve sanatçıların güçlenebileceği güvenli bir ekosistem yaratacağından emin olmak istiyorum.


Rothschild üç ayrı mektubuyla üç ayrı gruba kendi mesajlarını iletmiş ve kendisine çok açık biçimde, bir sanat özgürlüğü öncüsü rolü biçmiştir.

Benim bulunduğum yerden ise tablo tam anlamıyla öyle gözükmemektedir. Şöyle ki, Rothschild’in bahsettiği Anayasa’da da yer alan ifade / sanatçı özgürlüğü kavramının, fikri mülkiyet haklarıyla çatışma oluşması halindeki konumu, yani bu olaydaki yeri, ilgili olayın kendi koşulları çerçevesinde farklılık gösterebilmektedir. Bu noktada, yazıyı daha da uzatmamak için olası argüman ve savunmaları başka bir yazıya bırakarak duruyoruz.


Hermès ihtarnamesinin ardından şu ana dek bir dava açmamıştır, ancak açacağı olası davanın gidişatının ve kararın tüm fikri mülkiyet camiası tarafından merakla takip edileceği açıktır. Bununla birlikte, NFT karşısında marka hakkı konulu davaların yakın gelecekte karşımıza sıklıkla çıkacağı bugünden kolaylıkla kestirilebilir. Buna ilaveten, tüm dünyada ikon haline gelmiş bir lüks tüketim ürününü, üründen daha pahalıya (incelenen olayda yaklaşık 40.000 Dolar’a) NFT olarak satmak mümkünse, NFT pazarının lüks markalara, lüks tüketim ürünlerine benzerlikleri ön plana çıkartarak gelecekte daha da genişleyeceğini tahmin etmek hiç güç değildir.

Bana öyle geliyor ki, yakın gelecekte, özellikle tanınmış markaların sahiplerine, yeni başvurular yapmaları ve önceden tescilli ettirdikleri markaların mal listelerine ilgili malın sanal veya NFT versiyonunu da eklemelerini önermek gerekecek.

Bakalım dünyada ve Türkiye’de NFT ve marka haklarının çatışması konusunda yakın gelecekte ne gibi ihtilaflar ve davalar göreceğiz. Yakın takipte kalacağız!

Önder Erol ÜNSAL

Aralık 2021

unsalonderol@gmail.com

MARKA İLETİŞİMİ VE ONE SECOND POINT TEORİSİ

Prolog olarak Wittgenstein’ın büyük sorusu ile başlamak sanırım doğru olur: Hiç kelime ve rakam kullanmadan bir insan hesap yapabilir mi?  Bazı felsefeciler buna ilkel kabilelerde belki cevabını verseler de, çağdaş dünyada bu mümkün mü? Burada devreye giren imgelem kavramını irdelemekte fayda var. İngilizcede ‘imagination’ kelimesi etimolojik olarak Latince ‘imaginatio’ kavramına temellenmekte. Türkçe karşılığı imgelem olan ‘imagination’ hayaldeki resim, benzerini taklit etmek, kopyalamak anlamına geliyor. Alman etimolojisinde ise ‘einbildung’ olan imgelem ‘fantezi, illüzyon, kuruntu, hayal, halüsinasyon’ kavramlarına da denk gelmektedir. Dilsel süreç içinde anlam yüklemelerinin değişim göstermesi dil doğasında vardır. Yukarıdaki çözümlemeye imge ‘image’ eklendiğinde ise yirminci yüzyılda başka bir fotoğraf çıkıyor karşımıza. Dilbilim ve göstergebilimdeki çözümlemeler ile felsefenin ilişkisi bu dönemde en yüksek düzeyini yaşamıştır. Öyle ki ‘image’ kavramını Platon’un ‘idea’sından başlatma cüretkarlığını gösterdiğinizde bir felsefe tarihi kronolojisi çizmiş olursunuz. 

Markanın bilgisinin saçaklı (İng. fuzzy) olması onu çoğu bilgi dallarından ayıran bir özelliktir. Bilgi felsefesi açısından baktığımızda ise, bilimsel bilginin akışı gündeliğin bilgisini değiştirir. Bu paradigma değişimi kişi çağında hissetmese bile bu değişim onun gündeliğini oluşturur. Farkında olma durumu bile onun gündelik davranış örüntülerinde zorlama bir değişimi öngörür.

Avustralya fiziki coğrafyası gereği zorlu bir kıta. Kıyılarındaki büyük yarlar onu güvenlik açısından bazı tedbirler almaya zorlar. Gelgitlerin hızlı olduğu kıtada insan yerleşimlerinden uzakta balık tutmaya gidenleri bir tabela karşılar. Tabelanın birinci grafiğinde balık tutan mutlu bir adam vardır. İkinci grafikte adam yoktur. Büyük harflerle ‘One Second Point’ yazar tabelada. Alttaki açıklama ise nereye geldiğinizin farkında mısınız? diye sorar. Metin devam eder: ‘Bundan sonra yapacaklarınız sizin sorumluluğunuzdadır. Avustralya hükümeti bundan sonra atacağınız adımlardan sorumlu değildir.‘ En önemli uyarıyı da sona saklamışlar: Hiçbir yardım çağrınıza cevap verilmeyecektir. Bu olguyu marka iletişimine yordadığımızda ise bize yeni ufuklar açmaktadır.  Tıpkı yanlış pazarlama iletişimi stratejileri yapan bir markanın zihinde anlık yok olması gibi.

One Second Point (Olup Olmama Durumu) Teorisi: Pazarlama iletişimi araçlarında sözel ve görsel mesaj iletilirken markanın kişinin algısından (hedef kitleden) düşme (yok olma) durumudur. Markanın bu düşme durumu hedef kitlesinin görsel hafızasında silinmesidir. Bu markanın hedef kitle açısından öldüğü anlamı çıkmasa da, bulunduğu yere gelmesi için daha fazla pazarlama iletişimi yapması anlamına gelir. Markalar açısından ‘one second point’ durumu marka bilgisinin kişide arkeolojik bir kalıntıya dönüşmesidir. Bunun bilgisinin somut verisi ise satışlarında gözlemleniyor olması onun bu olguyu ‘rasyonel’ çözümleneceği anlamına gelmiyor. Marka bunu çoğu zaman pazarlama stratejileri ile dengelese de onun hedef kitle ile artık bağı kopmuştur. Yani ‘one second point’ bir anlamıyla da hedef kitlenin zihin kütüphanesinde olan markanın iletişim kazasına uğramasıdır. Günümüzde emosyonel olarak işleyen markanın bilgisini aşırı rasyonelleştirmek ona zarar vermektedir. Ben sevmem/kullanmam/hoşlanmam tutumlarının altında markanın kişide düşme durumunu imler.

Teoriye en uygun örneği markalar üstünden vermek gerekir ama yasal zorunluluktan dolayı bu mümkün değil. Teoriye denk olmasa da aşağıdaki örnek sanırım yeterli olur. Çünkü marka görselinin/imgesinin hedef kitlede düşmesi onun kör noktasına denk gelmektedir.  Örnek olarak sağlıklı bir toplum hedefini desteklemek için yapılan sigarayı bırakma kampanyalarını gösterebiliriz.  Bu kampanyaların en büyük stratejilerinden biri olan sigara kutularına sigaradan hastalananların görsellerinin basılmasıdır. Kampanya önce ‘kabul edilebilir’ görseller içermekteydi. Beklenen etki görülmemiş olacak ki görsellerin etki dereceleri artırıldı. Bu noktada ise ‘one second point’ sarmalına düştü kampanya. Bu durum hala devam etmektedir. Yapılan körleme araştırmada içiciler her an tüketmek için taşıdıkları sigara kutularındaki görselleri hatırlamıyorlar. Verilen cevaplar irdelendiğinde iki grup karşımıza çıkıyor. Birinci grup sigaranın zararını gören fotoğraflara ilk çıktıklarında dikkatlice baktıklarını, sonrasında ise ara sıra gözleri takıldığını belirtiyorlar. İkinci grup ise ilk çıktıklarında şöyle bir incelediklerini ama daha sonra hiç bakmadıklarını (Tr. bakarkör) belirtmişlerdir. İkinci grubu içtikleri sigara kutusu ile kontrol testi yaptığımızda ise sigara kutusu üstündeki imgeyi %93 bilemedikleri ortaya çıkmıştır.

Biliyoruz ki artık karşımızda yirminci yüzyılın insanı yok. Yirmi birinci yüzyılın pazarlama iletişimi ‘cemaati-marka’ olgusuyla karşı karşıyadır. Marka toplulukları sınır tanımadığı gibi kişide benzer davranış örüntüleri ve tutumları geliştiriyor. X (Vosvos vb.) araba kullananlar başka bir coğrafyada o markayı kullanan topluluklarla ilişki geliştirebildikleri gibi, aralarındaki kopmaz duygusal bağ ile gündelik akışlarını da düzenleyebiliyorlar.  Markaların gelecekte nasıl ve neye evrileceğini gösteren bu olgu yeni bir pazarlama iletişiminin de kapılarını aralamaktadır. Pazar araştırmalarında ve marka test deneylerinde: Neden satın alıyoruz? sorusuna verilen ‘bilmiyorum, ama seviyorum’ cevaplarının altında tutuma ve tutundurmaya ilişkin tüm çözümlemeler bizi markanın hedef kitle ile kurduğu duygusal bağa götürmektedir. Onun yerine bunu denemek ister misiniz sorusundaki keskin ‘hayır’ı sadece risk kavramı ile açıklamak yeterli değildir.

Bu olguyu markaya yordadığımızda ise hedef kitlenin markayı silme durumunu onu ortadan kaldırma olarak çözümleyemeyiz. Fiil olarak ortadan kaldırma gerektiğinde kullanmayı içerir. Rafa kaldırma tüketicide saklama anlamına gelir. Bunu Hegel’in temel diyalektik kavramı ‘Aufhebung’ (ortadan kaldırma) ile temellendirmek mümkündür. Hegel’e göre doğanın yadsıması ile Ruh’un yadsıması arasında fark vardır.  Bu fark Ruh’un öldürümünün diyalektik olmasında yatar. Doğa öldürdüğünü tamamen yok eder; geriye bir şey kalmaz öldürülenden. Ruh öyle değildir; bir biçimde saklar öldürdüğünü. Ruhun diyalektik öldürümününe karşılık gelen sözcük Aufhebung’dur. Ona göre ortadan kaldırılmış olan aynı zamanda saklanmıştır. Saklanmış olan dolayımsızlığını yitirmiştir; ancak yok edilmemiştir. Her tarih kesitinde farklı anlam yüklemeler ve yorumlara uğrayan imgelemi İngiliz dil felsefecisi Peter Frederick Strawson (1919-2006) üç semantik alana indirger:

  1. Zihinsel imgelem,
  2. İcat olarak imgelem,
  3. İnanç ve yanılsama olarak imgelem.

Bu kategorik çözümlemeyi yaparken Strawson İngilizceden yola çıkar ve Platon’nun hem hakiki temsil hem de yanıltıcı görünüm anlamına gelen phantasia’dan yararlanır. Phantazesthai (görünme, ortaya çıkma, görünür olma) fiili ve phantasis (vizyon) phantasma (fantazma) sözcükleri doğrudan yanıltmacayla ilgili değildir. Bunlar doğrunun ve yanlışın koşullarıdır. Phantasma özünde ‘imge’ değil ‘görünen şeydir’, ‘temsil’den önce ‘sunuş’ ile ifade edilir. Bu durum Helenistik çağa kadar imgeyi uyku ile uyanıklık arasında kişiyi ziyaret eden görünümleri ifade eder. Sonuçta imgenin sunuştan (presentation), (representation) temsile dönüşmesi görünür olma halinin bir öncülü değil sonucudur.

Marka açısından ise olup olmama durumu ile ortadan kaldırma durumu aynı değildir. Ortadan kaldırma Türkçede de ilerde lazım olur düşüncesiyle bir tarafta tutulur, saklanır, korumaya alınır. One second point teorisine göre düşme geri gelmeyecek şekilde yok olmaktır. Düşme durumundan dönme ise markanın başka bir şeylere bürünüp gelmesidir ki; artık ilk tözden bahsedilemez.

Beynimizin kötü anıları silme ve olumluya dönüştürme özelliği düşünüldüğünde kopyacı beyin kütüphanesinde marka rafları oluştururken nasıl davrandığı nöro-psikolojinin araştırma alanı olsa da; buradan çıkaracağımız sonuç beynimizin olumlu marka deneyimlerine özel raflar açtığıdır. Marka imgesi ile karşılaşan beyin kütüphanesinde ‘one second point durumu’ yaşamışsa kişi marka için harekete geçmemektedir.

Epilog olarak; marka tutundurma öncüller üstüne bir kabul dizgesidir. Öncüller yaratılmak istenen ihtiyacın şiddeti değil, söylemin hedef kitlenin anlam dünyasında yer bulmasıdır.

Kemal ÇİFÇİ

Aralık 2021

cifcikemal@gmail.com

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun Ceza Hükümlerinde Yapılan 21.12.2021 Tarihli Değişiklik ve Muhtemel Etkileri

25.12.2021 tarihli ve 31700 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 21.12.2021 tarihli ve 7346 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un yayımı tarihinde yürürlüğe giren Çerçeve Madde 1 hükmü ile 05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun (FSEK) ceza hükümlerinden biri olan m.72 hükmü, başlığı ile birlikte değiştirilmiştir.

FSEK m.72 hükmü, 23.01.2008 tarihli ve 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m.139 hükmüyle değiştirilerek bu yazıda inceleyeceğimiz değişiklikten önceki hâlini almıştı. FSEK m.72 hükmünde yapılan son değişiklikle birlikte, suç için öngörülen cezada bir değişiklik olmamasına rağmen suçu oluşturan eylemlerin ve hükümle koruma altına alınan hakların kapsamı genişletilmiştir.

Yapılan değişikliğin, bir kapsam genişlemesi olduğuna ilişkin ilk işaret, hükmün başlığında karşımıza çıkmaktadır. Nitekim değişiklikle birlikte “koruyucu programlar” ibaresi “teknolojik önlemler” olarak değiştirilmiştir. Başlıktaki “etkisiz kılmaya yönelik hazırlık hareketleri” ifadesinin, “etkisiz kılma” şeklinde değiştirilmesinin ise ceza hukuku terminolojisine uygun olsa da amaca uygun olmadığı değerlendirilmektedir. Zira Kanun Koyucu, teknolojik önlemleri etkisiz kılacak araçların kullanılıp kullanılmadığına, etkisiz kılmanın gerçekleşip gerçekleşmediğine bir önem atfetmeksizin, bizatihi bazı ürün ve araçların varlığına ve bunların çeşitli işlemlere tabi tutulmasına sonuç bağlamıştır.

Yapılan değişiklikle birlikte, maddenin korumasına dâhil olan hakların kapsamı genişletilmiştir. Değişiklikten önce yalnız bilgisayar programları hükmün kapsamında iken, değişiklikten sonra FSEK’te yer alan hakların tamamı kapsama alınmıştır.

Değişiklikten önce yalnız hukuka aykırı çoğaltmanın önüne geçilmesine yönelik programlar kapsamda iken değişiklikten sonra hukuka aykırı kullanım kontrolünü sağlamaya yönelik, sınırlı sayıda olmamak üzere erişim kontrolü ve şifreleme gibi koruma yöntemleriyle çoğaltım kontrol mekanizmalarıyla sağlanan teknolojik önlemlerin tamamı kapsama alınmıştır.

Değişiklikten önce program ve teknik donanımları üretmek, satışa arz etmek, satmak veya kişisel kullanım amacı dışında elde bulundurmak suçu oluşturan eylemlerken, değişiklikten sonra korumayı işlevsiz kılacak ürün ve araçları imal veya ithal etmek, dağıtmak, satmak, kiraya vermek, ticari amaçla elde bulundurmak, ürün ve araçların reklamını, pazarlamasını, tasarımını veya uygulamasını yapmak suçu oluşturan eylemler olarak belirlenmiştir. Bu aşamada dikkat çekici değişikliklerden biri, “kişisel kullanım dışında elde bulundurmak” istisnasının, “ticari amaçla elinde bulunduranlar” ibaresinin mefhumu muhalifinden çıkarılabilecek örtülü bir istisnaya dönüştürülmesidir.

Değişiklikle birlikte suçu oluşturan eylemlerin sayısında artış olsa da eylemler karşısında öngörülen ceza miktarı değişmemiştir. 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) m.7/2 hükmüne göre; yapılan değişikliğin, önceki düzenlemeye göre lehe hükümler içermemesi nedeniyle devam eden soruşturma, kovuşturma ve infazlar ile değişiklikten önce işlenen ancak henüz soruşturmasına başlanmamış suçlar bakımından bir etkisinin olmayacağı değerlendirilmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki TCK m.7/1 hükmüne göre; değişiklikten önce gerçekleşen ve kanun değişikliğiyle birlikte ilk kez suç sayılan eylemlerden birini işleyenlere, FSEK m.72 kapsamında herhangi bir ceza verilmesi mümkün değildir. İncelemeye konu kanun değişikliğine ilişkin karşılaştırma tablosu aşağıda yer almaktadır:

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Aralık 2021

YER SAĞLAYICILARIN TELİF HAKKI İHLALİNDEN SORUMLULUĞU: ABAD’IN YOUTUBE VE CYANDO KARARI


How To Properly Upload Videos To YouTube in 2021 - YouTube

Yer sağlayıcı, 5651 sayılı İnternet Kanunu uyarınca, hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan ve işleten kişidir. Diğer bir ifadeyle, içeriklerin belirli bir sunucuda depolanması veya kaydedilmesi faaliyetleri yer sağlamadır [1]. Sosyal medya platformları ile video, görsel, ses ve benzeri içeriklere ev sahipliği yapan web siteleri yer sağlayıcıdır.

Pek çok yerel ve uluslararası mevzuatta, yer sağlayıcıların, dijital alan sağladıkları içeriklere ilişkin sorumluluğunun bulunmadığı veya sınırlı sorumluluğunun bulunduğu düzenlenmiştir. Bu kapsamda, içerik sağlayıcıların erişime sunduğu içeriklerin üçüncü kişilerin telif hakkını ihlal etmesi halinde, yer sağlayıcıların herhangi bir denetim yükümlülüğü bulunmadığı ve yalnızca içerik sağlayıcıya ulaşılamayan bildirimlerde, ilgili içeriklere yönelik aksiyon alabileceği sıklıkla görülmektedir.

Yer sağlayıcıların sağlanan içeriklere yönelik denetim yükümlülüğüne ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Özellikle yer sağlayıcılar ve diğer İnternet aktörleri, sağlanan içeriklerin hem sayı hem de hacim bakımından çok fazla olması ve İnternet’in kişilerin özgürce paylaşım yapabileceği sanal bir alan olarak değerlendirilmesi sebebiyle; denetim yükümlülüğünün gerçekçi ve uygulanabilir olmadığını savunmaktadır. Gerçekten de, YouTube’a her dakika toplam 300 saatlik video içerik yüklendiği düşünüldüğünde, YouTube’un her bir içeriği eser sahipliği bakımından denetlemesi mümkün olmayacaktır [2].

Öte yandan; yer sağlayıcıların içeriklere ilişkin hiçbir denetim yükümlülüğü olmaması, eser sahipleri bakımından kaçınılmaz olarak hak kayıplarına neden olacaktır. Öyle ki, halihazırda yayınlanmış veya henüz umuma arz edilmemiş eserlerin içerik sağlayıcılar bakımından denetimsiz surette paylaşımı, eserlerden haksız yararlanılmasıyla sonuçlanacaktır. Bu durum da fikri hakların korunmasının temel mantığına tezat düşecektir.

22 Haziran 2021 tarihli ve C:2021:503 sayılı Avrupa Birliği Adalet Divanı (Adalet Divanı)  ön kararında (preliminary ruling), yer sağlayıcının telif hakkı ihlali teşkil eden eserlere ilişkin sorumluluğu değerlendirilmiştir. Ön kararda, C-682/18 ve C-683/18 sayılı davalar birlikte değerlendirilmiş; yer sağlayıcıların statüsü, içerik sağlayıcıların aktivitelerine katılımı ve ihlallere karşı mevcut durumda aldıkları önlemler incelenmiştir [3].

Adalet Divanı, 2001/29/EC sayılı Bilgi Toplumunda Telif Hakları ve Bağlantılı Hakların Belirli Yönlerinin Uyumlaştırılması Hakkında Direktif (“Telif Hakları Direktifi”) ile 2001/31/EC sayılı E-Ticaret Direktifi kapsamında iki farklı bakış açısı ile değerlendirme yapmıştır. Zira, iki direktifin arasındaki ilişkinin, kişilerin hak ve menfaatleri arasındaki dengeden kaynaklandığını ifade edilmiştir.

Telif Hakları Direktifi’nin 3.maddesi uyarınca, eser sahiplerinin menfaatini korumak adına, üye devletlerin aracılara (sağlayıcılara) karşı gerekli tedbir ve önlemleri belirlemesi zorunludur. E-Ticaret Direktifi uyarınca ise; yer sağlayıcılar, içerik sağlayıcılara teknik, otomatik ve edilgen biçimde aracılık hizmeti sağlamalı; içerik sağlayıcının faaliyetlerine etken biçimde katılmamalıdır. Ancak ihlalin açıkça bilinebilir (belirgin) olması veya yer sağlayıcının ihlal konusunda bilgisi olması halinde, sağlanan içeriklere ilişkin gerekli önlemleri bizzat alması gerektiği düzenlenmiştir.

C-682/18 sayılı davada, yayın hakları Frank Peterson’a ait Nemo Studios’da bulunan A Winter Symphony albümünün 2008 turnesindeki performansın ses kayıtlarının YouTube’da izinsiz yayımlanması, uyuşmazlığın konusunu oluşturmaktadır. YouTube ilgili uyuşmazlıkta yer sağlayıcı olduğunu ve buna rağmen fikri hakların korunması için yeni teknolojiler ve kurumsal politikalar ile gerekli önlemleri aldığını savunmuştur. Öyle ki, YouTube Topluluk Kuralları ve kullanım koşulları kapsamında fikri hakların önemine ilişkin kullanıcısını bilgilendirdiğini ve Content Verification Program sayesinde ihlal içerikli videoların eser sahibi tarafından tespit edilip raporlanabileceğini ifade etmiştir. Peterson ise YouTube’un Öne Çıkan Videolar gibi seçeneklerle ihlal teşkil eden içerikleri öne çıkararak paylaşımına dahil olduğunu belirtmiştir.

C-683/18 sayılı davada ise, Cyando adlı görsel içerik platformunda yayın hakları Elsevier’de olan eserlerin yayınlanması uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır. Cyando’ya anonim kullanıcılar video yükleyebilmekte ve platformda yer alan videoları genellikle ücretsiz olarak indirebilmektedir. Cyando’nun kullanıcı politikasında her ne kadar telif hakkına tâbi bir içeriğin platformda paylaşılması yasak olsa da, anonimlik ve videoları ücretsiz yükleme ve indirme seçenekleri dolayısıyla, ihlal teşkil eden içerikler platformda yer alabilmektedir. İki davada da yargılama aşaması, yer sağlayıcıların içeriklere ilişkin önbilgisinin olmaması ve paylaşımda aktif katılımının bulunmaması sebebiyle yer sağlayıcılar lehine sonuçlanmıştır.

Adalet Divanı, ön kararında içerik sağlayıcıların ve yer sağlayıcıların faaliyetlerinin kesişim noktalarını yorumlamıştır. Video paylaşım platformundaki içerik sağlayıcıların faaliyetini umuma iletim olarak değerlendirmiştir. Bu kapsamda yer sağlayıcının faaliyetinin, içeriklerin sağlanması bakımından teknik, otomatik ve edilgen (pasif) kalması gerektiği vurgulanmıştır. Dolayısıyla yer sağlayıcının içerikten sorumlu olmaması için ilk kriter, içerik sağlama faaliyetinde aktif rol almamasıdır.

İkinci kriter ise, yer sağlayıcının ihlale ilişkin spesifik bilgisi olmamasıdır. Başka bir deyişle, yer sağlayıcı; ilgili içeriğin telif hakkı ihlali teşkil ettiğini açıkça bilebilecek durumda olup, içeriğin kaldırılmasına yönelik herhangi bir aksiyon almadıysa, içeriğin barındırılmasında aktif rol almış olur. Zira, ihlal teşkil eden içerik bilinçli olarak web sitesinde sunulmaya ve bu nedenle eser sahibinin eserden kaynaklanan haklarını ihlal etmeye devam edilmekte ise, bilmeme durumu söz konusu olmayacaktır. Bu kapsamda alınması gereken aksiyona ilişkin E-Ticaret Direktifi’nin 14. maddesi uyarınca içerik kaldırma ve erişim engelleme biçimlerinin tayini üye devletlere bırakılmıştır.

Pek tabii, ihlal teşkil ettiği öne sürülen bir içeriğin ifade özgürlüğü sınırları içinde kalması da mümkündür. Bu nedenle ihlal hakkında bilgilendirilen yer sağlayıcının doğrudan aksiyon alması da bazı durumlarda içerik sağlayıcının haklarını ihlal edebilecektir.

Adalet Divanı, yukarıdaki hususları değerlendirerek, video paylaşım platformlarının videoların paylaşım ve dolaşımına açıkça katkıda bulunmaması halinde yer sağlayıcı sıfatını devam ettirmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu nedenle, yer sağlayıcı, yalnızca ihlale ilişkin spesifik bir bilgisinin olması, bildiği halde ihlal teşkil eden içeriği kaldırmaktan veya teknolojik raporlama mekanizmaları sunmaktan imtina etmesi veya içeriği kontrol edecek biçimde sağlaması hallerinde sorumlu tutulabilecektir.

Sonuç olarak, her ne kadar yer sağlayıcıların bildirim sonrası içeriğe yönelik önlem alma veya önleyici çözüm mekanizmaları sunmaları beklense de; içeriğin paylaşımında aktif rolün bulunmaması halinde, telif hakkı ihlalinden sorumlu tutulmayacakları anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, ön karar, yer sağlayıcıların içeriklere ilişkin sürekli denetim yükümlülükleri bulunmadığını göstermektedir.

Anlaşılacağı üzere bu yaklaşım, yer sağlayıcılarının dijital alan sağladığı içeriklerin hacmi ve e-ticaret hayatının gereklilikleri gözetilerek benimsenmiştir. Ancak gitgide yaygınlaşan video, müzik ve sosyal medya platformlarının sayıca artışı düşünüldüğünde, pek çok eser sahibinin bu kapsamda hak kaybına uğraması muhtemeldir. Zira, eser sahiplerinin sürekli içerik takibi yapması ve her seferinde yer sağlayıcılara karşı aksiyon alması da, eser sahiplerinin menfaatini olumsuz etkileyecektir.

Nur Sena SEVİNDİ

Aralık 2021

senasevn@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Harun Demirtaş, Hizmet Sağlayıcıları ve Aracı Hizmet Sağlayıcılarının Yükümlülükleri, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015.

[2] https://fortunelords.com/youtube-statistics/ adresi üzerinden erişilmiştir.

[3] Judgment of the Court (Grand Chamber), C-682/18 – YouTube and Cyando, 22 June 2021, https://curia.europa.eu/juris/liste.jsf?num=C-682/18 adresi üzerinden erişilmiştir.


QUENTIN TARANTINO İLE MIRAMAX ŞİRKETİ, PULP FICTION FİLMİNİN NFT KOLEKSİYONU KONUSUNDA DAVALIK OLDU!

NFT: il manoscritto di Pulp Fiction all'asta, Tarantino in tribunale


Dünyaca ünlü yönetmen Quentin Tarantino, kültleşmiş filmi “Pulp Fiction”ın daha önce görülmeyen yedi sahnesini ve orijinal el yazısı senaryosunu Gizli NFT formatında satışa çıkaracağını duyurunca filmin yapım şirketi Miramax, Tarantino’ya telif hakkı, marka ve sözleşme ihlali gibi birçok suçlama ile dava açtı. Hollywood’un ünlü avukatlarını karşı karşıya getiren bu davanın sonucu Non-Fungible Token’lar adına da emsal bir karar olacağa benziyor. Peki Fikri Mülkiyet kapsamında hangi taraf haklı?



“Tarantino’nun zihninden sırlara sahip olacaksınız.” ifadesi ile satışa sunulan NFT’ler Opensea üzerinden satılacak. Oldukça talep gören bu NFT’lerden şu an satın almak isterseniz bekleme listesine adınızı yazdırmanız gerekiyor. Bu sanat eserleri Pulp Fiction’ın daha önce görülmemiş el yazısı senaryosundan sahneler ve Tarantino’nun sesli yorumunu içeriyor.  Söz konusu sanat eserlerinin ‘’Gizli NFT’’ formatında satışa sunulacağı belirtildi. Gizli NFT veri gizliliğine sahip ilk blok zinciri olma özelliğini taşıyor ve kullanıcılar ile sahip olunan eserin güvenliğini sağlıyor. Özetle Tarantino’nun Gizli NFT’leri yalnızca film yapımcısının daha önce hiç görülmemiş “Pulp Fiction” içeriğini korumakla kalmıyor, aynı zamanda nihai sahiplerin kimliğini de koruyor. Bu özelliği ile de Pulp Fiction NFT’leri ‘’Bugüne Kadarki En Büyük NFT Koleksiyonu’’ nitelendirmesini hak ediyor. Ancak henüz satılamıyor çünkü önce görülmesi gereken bir davası var.

1994 yılında filmin yapımını üstlenen Miramax adlı yapım şirketi, filmin yönetmeni olan Tarantino’nun bu eser üzerinden bireysel olarak kazanç sağlamasını hukuka aykırı bularak yaklaşmakta olan satışın durdurulmasını talep ediyor. Filmin yapımını üstlenen taraf olduğu için bu koleksiyonun da sahibi olarak anılabileceğini herhangi bir sorunda bunun ticari markalarına zarar verebileceğini iddia ediyor. Bunun yanında Tarantino’nun yönetmen olarak filmin senaryosundan kesitler yayınlama hakkı olduğunu kabul ediyor ancak bunun NFT’leri kapsamadığını söylüyor. Tarantino ise kendisine tanınan hakkı kullandığını, kullanmamış olsa dahi yeni bir alan olan dijital pazarın düzenlenmediğini iddia ediyor. Tam bu noktada bu davanın sonucu bundan sonraki davalar açısından NFT’lerin hukuki statüleri ve bundan sonra nasıl pazarlanacakları konusunda önem arz ediyor.

Tüm dünya ‘’Sinema eseri yapımcının mıdır, yönetmenin midir?’’ sorusuna  cevap aramıştır. Günümüzde yönetmenler, hem ülkemizde, hem Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tamamında, hem de işin başkası için yapıldığı haller (work made for hire) istisna olmak üzere ABD’de, eser sahibi olarak kabul edilmektedirler. Çünkü çekilen görüntüye hususiyeti yönetmen katar ve sanat eserini de hususiyet oluşturur.

Yapımcı ise esere hususiyetini katmaz ya da yaratıcı bir katkıda bulunmaz ancak oluşacak zararlardan sorumlu olması sebebi ile kanunen önem atfedilmiştir. Bu durumda yapımcı bağlantılı hak sahibi olarak eserin çoğaltılması, dağıtılması, satılması, kiralanması çoğaltma ve yayma hakkı hususlarında izin verme veya yasaklama; ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletime ve yeniden iletime izin verme hususunda hak sahibidir.  Yönetmen ise eser sahibi olarak bu haklara sahiptir. Dolayısı ile somut olayda da karşılaşıldığı gibi faaliyet alanlarında ortaklık olması sebebiyle tarafların uyuşmazlık yaşaması çok olağandır. İlgililerin arasındaki anlaşmalar ile çözülebilecek olan bu sorun dijital sanatın hayatımıza yeni girmiş olması sebebiyle 1994 yılına ait Pulp Fiction filmi bakımından taraflar arasında düzenlenmemiştir. Bu sebeple söz konusu davanın sonucu daha da merak uyandırmaktadır.

Davanın sonucunu bizler de merakla bekliyoruz!

Beste BAYRAK

Aralık 2021

bayrakbeste@gmail.com


KAYNAKÇA

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46625.pdf

https://tarantinonfts.com/

https://www.google.com.tr/amp/s/www.nytimes.com/2021/11/17/business/miramax-tarantino-nft-pulp-fiction.amp.html

https://www.google.com.tr/amp/s/www.cnbc.com/amp/2021/11/02/quentin-tarantino-to-offer-seven-uncut-scenes-from-pulp-fiction-as-nfts.htmlhttps://www.google.com.tr/amp/s/deadline.com/2021/11/quentin-tarantino-lawsuit-pulp-fiction-nft-miramax-1234875529/amp/

Marka ve Patent Vekilliği Sınavları Hakkında Birkaç Not ve İzlenim



Marka ve/veya Patent Vekilliği unvanını elde etmek Türkiye’de son yıllarda bir hayli zorlaştı. 2015 yılı öncesinde başvuru kitapçıklarına kısaca göz gezdirerek katılan neredeyse herkesin kazandığı sınavlar, 2015 yılından bu yana % 3- 4 arasında gezinen başarı oranlarıyla iyice göz korkutur hale dönüştü. Bu yazıda, 2015 yılı sonrasında sınavların evrildiği hal, çoğunlukla serbest akış biçiminde bir tarzla değerlendirilecektir.



5000 sayılı Patent ve Marka Vekilliği ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun’un 30. maddesine göre; “Sınai mülkiyet hakları ve geleneksel ürün adları ile ilgili danışmanlık yapma ve Kurum nezdinde başvuru sahipleri adına işlem yapma yetkisinde olan gerçek veya tüzel kişiler patent, faydalı model ve entegre devre topoğrafyası konularında patent vekilleri; marka, coğrafi işaret ve geleneksel ürün adları konularında marka vekilleri; tasarım konusunda ise hem patent vekilleri hem de marka vekilleridir.”

Aynı maddenin ikinci fıkrasının (f) bendine göre, gerçek kişilerin patent vekili veya marka vekili olabilmesi için gerekli şartlardan birisi de “Patent vekilliği veya marka vekilliği sınavlarında başarılı olmak”tır. Dördüncü fıkraya göre patent vekilliği ve marka vekilliği sınavları, iki yılda bir Türk Patent ve Marka Kurumu Yönetim Kurulu kararıyla yapılır. Anılan sınavlara ilişkin usul ve esaslar ise Kanuna göre bir Yönetmelik’le düzenlenecektir.

Sınavlara ilişkin düzenlemeleri de içeren Patent Vekilliği ve Marka Vekilliği Sınav, Sicil ve Disiplin Yönetmeliği ise https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=38501&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5 bağlantısından görülebilir.

2015 yılından bu yana sınavlar iki aşamalı olarak düzenlenmektedir. Çoktan seçmeli sorulardan oluşan Genel Yeterlik Sınavının ardından, bu sınavda başarılı olanların katılabileceği açık uçlu sorulardan oluşan Mesleki Yeterlik Sınavı yapılmaktadır. Mesleki Yeterlik Sınavında da başarılı olanlar başarılı oldukları sınavın türüne göre Marka veya Patent Vekilliği unvanını kullanmaya hak kazanmaktadır.

Patent ve Marka Vekilliği Sınavlarının soruları 2015 yılından bu yana Türk Patent ve Marka Kurumu (Kurum) tarafından hazırlanmaktadır ve anılan yıldan bu yana sınav soruları önceki yıllara kıyasla oldukça zorlaşmıştır. 2015 yılı öncesinde çeşitli üniversiteler tarafından hazırlanan sınavlar, gerek soruların özensizliği ve basitliği, gerekse de maddi hatalar nedeniyle iptal edilen soru sayısının fazlalığı gibi gerekçelerle yoğun biçimde eleştirilmiş ve Kurum son kertede sınav sorularını kendisi hazırlamaya başlamıştır.

2015 yılı öncesinde sınavlara biraz hazırlanarak giren neredeyse herkesin başarılı olduğu bir zorluk derecesi söz konusu iken; 2015, 2017, 2019 ve son olarak 2021 yılı sınavları birbirinden zorlu olmuştur ve başarı oranı 2015 yılı öncesine kıyasla dramatik derecede düşmüştür.

Sınav sorularının 2015 yılı öncesine kıyasla nitelikli hale gelmesi neredeyse kimse tarafından eleştirilmese de, başarı oranlarının 2015 yılından bu yana %5’in altında olması ve soruların büründüğü zorluk derecesi özellikle sınavlara girenler tarafından kıyasıya eleştirilmektedir.

Yazının devamında 2015 sonrası dönemdeki sınavlara ilişkin izlenimler maddeler halinde belirtilecektir. Bu noktada, bu satırlarının yazarının 2017 yılında Marka Vekilliği Sınavına girip başarılı olduğu, gerek geçmiş gerekse de güncel dönem soruları hakkında bilgi sahibi olduğu da belirtilmelidir.



A- Genel Yeterlik Sınavında başarı oranı bu denli düşükken Mesleki Yeterlik Sınavına neden ihtiyaç duyulmaktadır?

İki aşamalı sınavların mantığı genel olarak; ilk aşamada genel bilgi düzeyinin ölçülmesi ve yeterli düzeyde genel bilgiye sahip olmayan grubun elenmesinin ardından, ikinci aşamaya kalan adayların teknik/mesleki yeterliği sahip olup olmadığının ölçülmesidir.

2015, 2017, 2019 ve başarı oranını henüz bilmesek de tahmin ettiğimiz kadarıyla 2021 yılı Marka ve Patent Vekilliği Sınavlarında birinci aşama sınavları o denli zor ve başarı oranları öylesine düşüktür ki, ikinci aşama sınavlara neden ihtiyaç duyulduğu sorusu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Sınavlara katılan kişi sayısı Marka veya Patent başlıklarına göre değişmekle birlikte, kabaca 3000-4000 kişi arasından yalnızca 100-200 kişinin birinci aşamayı geçtiği sınavlar açısından, ikinci aşama sınavının varlık nedeni sorgulamaya açık hale gelmektedir.

B- Yeni ve Zor vs Eski ve Kolay

“Kazanılmış hak” veya “dün dündür bugün bugündür” denilebilir ve elbette ki kazanılmış haklara saygı gösterilmesi gerekir; ama hakkaniyet gereği bu meselenin üzerinde ciddi biçimde düşünülmelidir. Şöyle ki, 2015 öncesi dönemde patent veya marka vekilliği unvanını elde etmiş olanların yeni sınav dönemi soruları ile karşılaşması halinde dramatik sonuçların görüleceği çok açıktır.

Türkiye, 2010’lu yıllardan başlayarak sınai mülkiyet hakları başvurularındaki sayıların artışı ile gururlanmakta ve bunu olumlu bir gösterge olarak kullanmaktadır. Bunun karşısında ise 2015 yılından başlayarak vekillik unvanını elde edebilenlerin sayısında büyük bir azalma bulunmaktadır. Bu durum uzun vadede piyasanın bozulmasını ve sektörde çalışıp vekillik unvanını elde edemeyenlerin rekabet gücünün düşmesi sorununu yanında getirebilir mi emin değiliz. Ancak, şunu görebiliyoruz ki, sektörde faaliyet gösteren veya göstermek isteyen bazı firmalar, sadece adlarını ve elektronik imzalarını kullanacakları yetkili vekiller aradıklarını belirterek internette ilan vermeye başlamıştır.

Bir diğer deyişle, sınavların zorluk derecesinin yükseltilmesi daha nitelikli başvuru veya işlem yapılması sonucunu otomatikman sağlamamakta, sektör kendi dinamikleri içerisinde farklı ve daha tehlikeli arayışlar içerisine de girmektedir.

Tehlikeli sulara girmeden burada duruyorum, ancak üzerinde düşünmeye ve çalışmaya değer bir konu öyle değil mi?

C- Sınırlı Mevzuat vs Yeni Soru Üretilmesi İkilemi

2021 yılı Marka Vekilliği Genel Yeterlik Sınavına baktığımızda çok sayıda sorunun Kurum İnceleme Kılavuzu esas alınarak hazırlandığını kolaylıkla görebiliyoruz.

Kurum İnceleme Kılavuzunun, Mahkemeleri bağlamadığı açıkken ve bu tip Kılavuzların sınai mülkiyet ofislerinin Temyiz Kurulları bakımından bağlayıcı olup olmadığı tartışılırken (https://iprgezgini.org/tag/marka-inceleme-kilavuzu/), yanıtları ancak bu Kılavuzlarda bulunabilecek soruların objektif ölçücülüğü kanaatimizce tartışmaya açıktır.

Diğer yandan mevzuatın kapsamı ve sınırları belliyken çoktan seçmeli yeni soru hazırlamanın zorluğu da ortadadır.

Bu noktada, açık uçlu ve uygulamaya yönelik soruların yoğunlaştığı Mesleki Yeterlik Sınavının, yani ikinci basamak sınavının daha belirleyici olduğu bir sınav yöntemi kurgulanması gerekliliği kanaatimizce ortaya çıkmaktadır. Burada asıl ölçümün ikinci basamak sınavında yapılması üzerine kurgulanmış bir sınav sisteminden bahsetmekteyiz. Aksi durum gelecek yıllarda birinci aşama sınavında aynı zorluk derecesinin korunması endişesiyle, yanıtını Kurum veya WIPO uzmanlarının bile bir anda veremeyeceği sorular türetilmesi anlamına gelecektir.

D- Yanıtını kimsenin bilemediği soru iyi ve ölçücü bir soru mudur?

Soru; yabancıların dediği şekliyle self-explanatory yani kendisini açıklıyor.

Sınavlara katılanlar sınav süresi, soruların uzunluğu ve zorluğu gibi hususları sıklıkla şikayet konusu etmektedir. Sektörde 20 küsur yıldır çalışan, devlet, özel sektör ve uluslararası örgüt tecrübesi olan birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki sorular Türkiye standartları ve hakkaniyet çerçevesinde gerçekten oldukça zordur. Soruların zor olması elbette sınavdaki başarı düzeyinin düşüklüğünün tek başına açıklaması olmayacaktır (o zaman daha fazla çalışılsın denebilir). Bununla birlikte; bu tip sorular için verilen sınav süresinin darlığı ile soruların uzunluk ve zorluk derecesinin karşılaştırılması ve sürenin buna göre tayin edilmesi yerinde olacaktır.

E- Gerçekçi Hazırlık Yöntemleri

Birinci aşama soruları, yani Genel Yeterlik Sınavı soruları ise ilan edilmektedir. Bu sınava hazırlık için; sınava hazırlık kitapları ve kurslar bulunmaktadır.

Sınav sorularına kabaca baktığımızda, soruların detaylarda, Kurum Kılavuzunda yoğunlaştığı ve gittikçe zorlaştığı görülmektedir. Buna karşın, piyasada mevcut hangi kursun veya kitabın bu soruların yanıtları hakkında bilgi içerebileceği konusunda gerçekten kuşkumuz mevcuttur. Şöyle ki, marka vekilliği sınavı esas alınırsa, sınav sorularının marka mutlak ve nispi ret nedenlerinin ve uluslararası marka tescilinin detayları konularında yoğunlaştığı bir sınav bakımından, marka mutlak ve nispi ret nedenlerinin ve uluslararası marka tescilinin birkaç saatlik PPT sunumlarıyla aktarıldığı bir kursun veya üçer-beşer sayfayla anlatıldığı bir kitabın, mevcut sınav formatı bakımından amaca hizmet ettiğinin iddia edilmesi imkansızdır. Bu noktada susup, yanıtı sınava hazırlanan ve girenlere bırakmak yerinde olacaktır.

İkinci aşama, yani Mesleki Yeterlik Sınavı soruları kamuya ilan edilmediğinden ve halihazırda 2021 yılında bu sınavlar için hazırlıklar devam ettiğinden, konu hakkında bu aşamada yorum yapmamayı tercih ediyoruz.



Başlıkların ve tartışılması gereken konuların sayısı kesinlikle artırılabilir, ancak yazdıklarımızı bir başlangıç noktası olarak kabul ederek bu aşamada ekleme yapmayacağız.

Buna ilaveten, Aralık ayı sonunda Mesleki Yeterlik Sınavına katılacak tüm adaylara başarılar diliyor ve sonraki yılların sınavlarında yukarıda bahsettiğimiz, kanaatimizce yapısal hale dönüşmüş sorunların giderilmesini umuyoruz.


Tehlikesiz sulara ve birinci dünya sorunlarına dönelim; nerede kalmıştık, yapay zeka eser veya buluş sahibi olabilir mi acaba :))

Önder Erol ÜNSAL

Aralık 2021

unsalonderol@gmail.com

WIPO FİKRİ HAKLAR GÖSTERGELERİ 2021





2020 yılı patent, faydalı model, marka, endüstriyel tasarım, bitki çeşitleri, coğrafi işaret, yaratıcı ekonomiler konularındaki verileri içeren göstergeler, WIPO tarafından “WIPO Intellectual Property Indicators 2021” olarak yayınlanmıştır.

Söz konusu göstergelere; https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_941_2021.pdf adresinden ulaşılabilir.

Göstergeler birden çok konuyu içerdiği için çok kapsamlıdır. Bu nedenle bu yazımızda, yalnız patentler ve faydalı modeller konusuna yer verilecek ve diğer konular ayrı yazılarda ele alınacaktır.

WIPO Göstergelerinde patentler ve faydalı modeller konusunda tablolar ve grafikler kullanılmış, açıklayıcı ifadelere yer verilmiştir.

Bir ön bilgi vermek amacıyla tablo ve grafiklerde yer alan konuların başlıkları aşağıda sunulmuş ve kolay bulunması için paragraf numaraları yanlarına yazılmıştır.

WIPO göstergelerinde patentler ve faydalı modeller konusunda sunulan bazı konular aşağıda yer almaktadır:

[1] Patentler ve faydalı modeller konusunda, dünya çapında gerçekleşen başvurular ilk üç ülkenin sayıları ve % oranları (Key Numbers)

[2] Patent başvurularında ilk 20 ülke ve yabancı başvuruların yüzdesi

[3] Patentler, markalar ve tasarımlar konularında yurt içinde ve yurt dışına yapılan başvuru sırası (Tablo 1) ile yurt içinde yapılan başvuru sırası (Tablo 2)

[4] 2020 yılında yapılan başvuru, verilen patent, yaşayan patent ile bekleyen başvuru sayıları

[5] Dünya çapında yerli ve yabancı yapılan başvuru ve verilen patent sayıları 2006-2020

[6] Patent başvuru ve verilen patent sayılarında kıtaların durumu 2010 ve 2020

[7] Teknoloji alanlarında yayınlanmış dünya çapında patent başvuruları 2009, 2014 ve 2020

[8] Enerji teknolojilerinde ilk 10 patent başvuruları 2010-2019

[9] Kadın buluşçuların PCT başvurularında durumu 2006-2020

[10] Yaşayan patent sayıları ve yabancıların yüzdesi 2020

[11] İlk 20 ofiste potansiyel olarak bekleyen başvurular ve incelemeci sayıları, 2020

[12] PCT başvuru sayıları ve ilk 20 ofis, 2020

[13] PPH Hızlandırılmış Patent İşlemleri, 2020

[14] Faydalı model başvuru sayıları ve ilk 20 ülke



[1] Buluşlara verilen belgelerden biri olan patentler konusunda, 2019 ve 2020 yıllarında gerçekleşen dünya çapındaki başvuru sayılarında ilk üç ülke, bu ülkelerde yıllık artış oranı ve toplam üzerinden aldığı pay aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Açıklanan bu verilere göre 2020 yılında dünya çapında patent başvurusu 3,278,700 olup, bu başvuruların %46,7 kadarı Çin’de yapılmıştır.  ABD ve Japonya’da yapılan patent başvuruları bu yüzdeye eklenince %73,7 gibi çok yüksek bir orantı oluşmaktadır.  Yaklaşık 170 kadar olan diğer ülkelerin patent başvurularından aldığı payın toplamı ise yalnız %27,3 kadardır. Bu değerler patent başvuruları konusunda ileri teknolojiye sahip ülkelerin sayısal üstünlüğü göstermektedir. 

Dünya çapında yapılan patent başvuruları buluşlar konusundaki rekabeti açıklamaktadır. 2016 yılından itibaren dünya çapında yapılan toplam patent başvuruları üç milyondan fazladır. Faydalı model başvurularında, Çin’den kaynaklanan artış nedeniyle, üç milyon sayısı ilk kez aşılmıştır.  Konunun önemi nedeniyle söz konusu tablo, önceki dört yıl da eklenerek, aşağıda sunulmuştur.

2020 yılında yapılan patent ve faydalı model başvuruları toplamının 5,276,810 olması Ar-Ge ve Ür-Ge faaliyeti yapanların dikkat etmeleri gereken bir konu olmuştur. Bu başvuruların yayınlananları tekniğin bilinen durumuna dahil olacağı için yeni başvurularda karşı referans olabilecektir. 


[2] WIPO yayınında patent başvurularında ilk 20 ülke ve yabancı sahipli başvuruların yüzdesi, A8 grafiğinde gösterilmiştir. 1,497,159 başvuru ile Çin ilk sırada ve 8,158 başvuru ile Türkiye 20 inci sırada yer almıştır.

Patent başvurularında yabancı sahipli başvuruların yüzdeleri de aynı grafikte gösterilmiştir.  Hong Kong 98,0 ile ilk sırada ve Türkiye %2,9 ile yirmi ülke içinde son sırada yer almıştır. Yerli ve yabancı sahipli patent başvurularına ilişkin yüzdeler, yabancıların Türkiye’ye çok az başvuru yaptıklarını göstermektedir.

2020 yılında Çin’de yapılan 2,926,633 faydalı model başvurusundan Türkiye’ye yapılan faydalı model başvurusu yalnız 8 adettir. WIPO göstergelerinde Çin’in bir yılda yurt dışına yaptığı başvuru sayısı yaklaşık 100 bin kadardır. Türkiye bu sayı içinden fazla pay alamamıştır. Örneğin, Türk Patent ve Marka Kurumu Resmi İstatistiklerine göre, 2020 yılında Türkiye’ye Çin’den yapılan patent başvuru sayısı 299 olmuştur.


[3] Patentler, markalar ve tasarımlar konularında, yurt içinde ve yurt dışına yapılan başvuru sırası    (Tablo 1) ile yurt içinde yapılan başvuru sırası (Tablo 2) göstergelerde ayrı ayrı verilmiştir. Türkiye yurt içi ve yurt dışına sıralamasında 23 üncü ve yurt içi sıralamasında 14 üncü sıra yer almıştır.

WIPO patent başvurularını değerlendirirken, yurt içinde yapılan patent başvuruları ile yurt dışına yani diğer ülkelere yapılan patent başvurularının toplamını alarak bir sıralama yapmak ve bu sıralamayı yalnız yurt içinde yapılan sıralamayı ayrıca vermektedir.  

Yurt içinde ve yurt dışına yapılan patent, marka, tasarım başvuru sıralaması

Yurt içinde yapılan patent, marka, tasarım başvuru sıralaması


[4] WIPO göstergelerinde 2020 yılında yapılan patent başvuru sayılarına ek olarak aynı yıl ne kadar patent verildiği, yaşayan patent sayıları ile bekleyen başvuru sayıları da açıklanmıştır. 20 ülkenin yer aldığı Tablo, azalan patent başvuru sayılarına göre sıralanmıştır:

Patent başvurularına ilişkin WIPO tarafından açıklanan verilere göre, 2020 yılında işlem yapılan başvurular, verilen patentler, reddedilen ve geri çekilen başvurular, incelemeci sayıları ile ilk ve son karar süreleri aşağıdaki Tabloda düzenlenmiştir.  Tabloda işlem yapılan başvuru sayılarına göre sıralama yapılmıştır. Çin’in 1,085,208 işlem sayısı ile ilk sırada yer aldığı Tabloda Türkiye 6,232 işlem sayısı ile 16 ıncı sırada yer almıştır.


[5] Dünya çapında yerli ve yabancı yapılan başvuru ve verilen patent sayıları 2006-20

Yukarıda verilen iki grafik, yerli ve yabancı sahipli patent başvuruları ve verilen patentlerde,  yerli sahipli patent başvuru sayılarına oranla yabancı sahipli patent başvuru sayılarının fazla değişmediğini göstermektedir. Konuya dünya çapında toplam sayılar açısından bakıldığında, 15 yıllık dönemde yabancı sahipli başvuru oranının %29 ila %40 aralığında olduğu görülecektir. Bu sonuç yerli sahipli patent başvurularının daha çok olduğunu göstermektedir.


[6] Patent başvuru ve verilen patent sayılarında kıtaların durumu 2010 ve 2020

WIPO Göstergelerinde yer alan 2010 ve 2020 yıllarına ilişkin verilere göre, gerek patent başvuruları ve gerekse verilen patentlerde sayısal olarak sıralama Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa olarak gerçekleşmiştir.

Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarında başvuru ve patent sayılarının artmasına karşılık Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarının yerli sahipli başvuru oranı ve dünya toplamındaki payı azalmıştır.  Çin Halk Cumhuriyeti’nin patent başvuru ve verilen patentlerdeki artışına paralel olarak, Asya Kıtasının da sayıları ve payı artmıştır.  

2020 yılında Asya kıtasının dünya toplamındaki payı, patent başvurularında %66,6 ve verilen patentlerde %58,1 olmuştur.  


[7] Teknoloji alanlarında yayınlanmış dünya çapında patent başvuruları 2019

Teknolojinin tüm alanlarında buluşlar gerçekleştiği ve buluşların bazılarına patent başvurusu yapıldığı ve patentlerin alındığı istatistiklerde görülmektedir. WIPO IP Indicators 2021 yayınında, hangi teknoloji alanlarında patent başvurularının yoğunlaştığı konusunda da istatistikler yer almıştır. Yayınlanmış patent başvurularının 2009, 2014 ve 2019 yıllarına ilişkin istatistikleri, elektrik mühendisliği, enstrümanlar ve kimya alanlarında yoğunlaşma olduğunu göstermektedir. WIPO yayınındaki istatistiklere göre düzenlenen aşağıdaki Tabloda, 100 binden çok patent başvurusu yapılan teknoloji alanları gösterilmiştir.


[8] Enerji teknolojilerinde ilk 10 patent başvuruları 2010-2019

WIPO IP Indicators 2021 yayınında 2010 – 2019 enerji teknolojileri konusundaki, yakıt hücreleri, jeotermal, rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi olmak üzere dört teknoloji alanında patent başvurusu yapan ilk 10 şirket ve bu şirketlerin patent başvurusu sayılarını açıklanmıştır.

WIPO yayınında açıklanan dört enerji teknolojisi alanında Japon şirketlerinin toplamda en çok patent başvuru yapanlar olduğu görülmektedir. Söz konusu enerji ile ilgili teknolojiler alanında yedi ülkenin patent başvuruları listeye girmiştir.    


[9] Kadın buluşçuların PCT başvurularında durumu 2006-2020

WIPO IP Indicators 2021 yayından kadın buluşçuların yaptığı uluslararası patent başvurularında artış olduğunu belirtmektedir. Kadın buluşçuların teknoloji alanlarında yapılan başvurulardaki payı A36 grafiğinde gösterilmiştir.

Çeşitli teknoloji alanlarında kadınların uluslararası patent başvurularında %7,7 ila %29,5 yer aldıkları grafikte görülmektedir.


[10] Yaşayan patent sayıları ve yabancıların yüzdesi 2020

Yaşayan patentlerin sıralamasında ABD ilk sırayı almıştır. Verilen patentlerin yerli-yabancı sahipli olması bakımından konu değerlendirildiğinde ABD’deki yaşayan patentlerin %51.6 sının yabancılara ait olduğu görülmektedir. WIPO tarafından yayınlanan yukarıdaki grafik incelendiğinde, verilen patentlerin yerli-yabancı sahipli olması durumunun ülkeye göre değiştiği görülecektir. Örneğin, yabancıların yaşayan patentlerdeki payı Çin’de %25,5, Birleşik Krallık’ta %92,6 kadardır. Grafikte yer alan Almanya, İrlanda ve Belçika toplam sayıları beyan etmiş; Çin, Japonya, Kore, İtalya ve Rusya’da yerli patent oranı yüksek, grafikteki diğer ülkelerde yerli patent sayıları çok düşüktür. Yaşayan patent sayılarının 100 binden çok olduğu ülkeler listeye alındığı için, Türkiye (88,753)  bu listede yer almamıştır.  


[11] İlk 20 ofiste potansiyel olarak bekleyen başvurular ve incelemeci sayıları, 2020

Bir ülkeye yapılan patent başvurusu, bir yıllık süreçte yapılan işlemler,  patent incelemeci ile bekleyen patent başvurusu sayıları arasında bağlantı söz konusudur. Örneğin Çin’de 2020 yılında 1,497,159 patent başvurusu yapılmış, aynı yıl 1,085,208 başvuru incelenmiş ve 1,024,935 başvuru bekleyen (pending) olarak beyan edilmiştir. Bu konuyu değerlendirirken geçmiş yıllardan kalan başvuruları da dikkate almak gerekecektir.  Bu kadar çok patent başvurusu yapılan bir ülkede patent incelemeci sayısının da yeterli olması gerekirdi.  Çin’de bu sayı 13,704 olup, en çok incelemeci çalıştıran patent ofisinin  Çin  olduğu gerçektir.

Grafik A46, 20 ülkenin patent incelemeci sayılarını  vermektedir. Türkiye’de beyan edilen patent incelemeci sayısı 193 olup, grafikte 13 üncü sırada yer almıştır.


[12] PCT başvuru sayıları ve ilk 20 ofis, 2020

Patent İşbirliği Andlaşması kapsamında uygulanan Uluslararası Patent Başvuru Sistemi’ne 154 ülke üyedir. Birden çok ülkede patent almak isteyen buluş sahiplerine kolaylık sağlayan bu sistemi tercih edenlerin sayısı yıllar itibariyle artmaktadır. WIPO istatistiklerine göre, 2019 yılında 265,800 uluslararası patent başvurusu yapılmıştır.

Araştırma ve ön inceleme işlemleri uluslararası aşamada tamamlanan uluslararası patent başvuruları, genellikle 30 uncu ayda ulusal aşamaya geçerek ulusal patent alabilmektedir. 

2020 yılında Çin, ABD, Japonya, Kore ve Almanya’nın 10 binden çok uluslararası patent başvurusu yaptığı bu sistemde, ilk 20 ülke grafikte belirtilmiştir. Türkiye 1,705 uluslararası patent başvurusu ile grafiğin 16 ıncı sırasında yer almıştır.


[13] PPH Hızlandırılmış Patent İşlemleri, 2020

Hızlandırılmış Patent İşlemleri (PPH), bazı patent ofisleri arasında uygulanan bir düzenlemedir. Başvuru sahibinin talebi üzerine, istemleri bir ofiste patent verilebilir olduğu tespit edilen bir patent başvurusu, diğer ofiste hızlandırılmış bir incelemeden geçmeye hak kazanır. Kısaca PPH olarak adlandırılan Patent Prosecution Highway; patent ofislerinde karşılıklı işlem gören ve belirli şartları sağlayan başvuruların işlemlerinin ofisler arasında imzalanan ikili anlaşmalar yoluyla hızlandırıldığı bir sistemdir.

WIPO IP Indicators 2021 adlı yayının A51 grafiğinde PPH uygulanan ülkeler ve bu ülkelerdeki patent başvurusu sayıları belirtilmiştir. Söz konusu grafik, 2020 yılında 15 ülkede PPH uygulandığını ve uygulanan toplam patent başvuru sayısının 30,686 olduğunu belirtmektedir.


[14] Faydalı model başvuru sayıları ve ilk 20 ülke

Buluşları korumak üzere verilen bir diğer sistem olan faydalı model kapsamında yapılan başvurularında 2020 yılı dünya çapında toplam sayı 3,000,110 olmuştur. Bu faydalı model başvuru sayısı içinde, 2,926,633 başvuru ile Çin liderdir ve %97,6 paya sahiptir. Faydalı model başvurularında ilk üçe giren Almanya (12,318) ve Rusya Federasyonu (9.195) ülkelerindeki başvuru sayıları Çin’in bu konudaki üstünlüğü kanıtlamaktadır.

WIPO IP Indicators 2021 adlı yayında, 2020 yılında 3,000,110 faydalı model başvurusu yapıldığı ve bu sayının 2,980,440 kadarının yerli sahipli ve 19,670 kadarının yabancı sahipli olduğu belirtilmiştir.

WIPO IP Indicators 2021 adlı yayının A54 grafiğinde faydalı model başvuru sayıları, yerli ve yabancı durumları ve gelişim yüzdeleri belirtilmiştir.  Buluşları korumak için verilen bir belge türü olan faydalı model belgesi sistemi, patent belgesi sistemi kadar aktif değildir. Faydalı model sisteminde yerli sahipli başvurular karşısında yabancı sahipli başvurular azdır.

Faydalı model belgesi sisteminin de uygulandığı Türkiye, WIPO göstergelerinde ilk 20 ülke arasında, 3,627 başvuru ile 8 inci sırada yer almıştır.


Mehmet Kaan DERİCİOĞLU

Aralık 2021

Aydınlanma An’ı Yanılgısı

“Sonucu uzun zamandır biliyorum, ancak ona nasıl ulaşacağımı henüz bilmiyorum.”

Carl Friedrich Gauss

Newton’ın kafasına elma düşmüş ve bir anda yerçekimini bulmuş. Arşimet hamamda yıkanırken suyun kaldırma kuvvetini bulup Evreka diye bağırarak dışarı fırlamış. Hepimizin küçükken öğrendiği bu hikâyeler kulağa gerçekten hoş geliyor. Hatta çocuklara bilimi sevdirmek için ilginç hikâyelerin etkili olduğu da söylenebilir. Eskiden dinlediğimiz bu hikâyelere günümüzde güncel yenileri ekleniyor ve biz bunlara inanmaya devam ediyoruz. Ancak hemen hemen her çığır açıcı buluş, keşif ya da fikri böyle bir aydınlanma an’ı (“Epifani”, “Evreka an’ı” ya da “Aha! an’ı”) ile ilişkilendirmek ne derece doğrudur?

Şekil 1: Sosyal medyada karşılaştığım Newton’la ilgili bir görsel

Hepimiz güzel ve çarpıcı hikâyelerden hoşlanırız. Dâhi bir bilim insanının bir aydınlanma an’ı ile bir anda daha önce kimsenin aklına bile gelmeyen bir şeyi düşünüp alanında çığır açmasına dair bir hikâye gerçekten heyecan vericidir. Ne de olsa dâhi olmak, çalışkan olmaktan çok daha havalıdır. Son 20 yılını tekdüze bir şekilde sabah akşam evinde tek bir konuda çalışarak geçiren, sürekli alanıyla ilgili kitaplar okuyan birisinin hikâyesi ise -sonunda çığır açan bir buluşa imza atsa bile- bırakın heyecanı bizde esneme hissi yaratabilir. Bu tür bir hikâye, pek heyecan verici olmayabilir, ancak kahramanların gerçek yolculuğu her zaman birçok zorluk, sıkı çalışma ve öğrenme ile dolu olmuştur.[1]

eBay kurucuları aslında bireylerin birbirleriyle serbestçe ticaret yapabilecekleri bir piyasa ekonomisi yaratmak isteğiyle hareket etmişlerdi ancak bu amaç gazetecilere çok ilginç gelmediği için tanıtımlarında pek bir fayda sağlamamıştı. Daha sonra kurucularının nişanlısının PEZ şeker kutularını satabilmesi için şirketi nasıl yarattığı hakkında uydurulan aşk dolu hikâye sayesinde basında istedikleri gibi yer alabildiler. Gerçek hikâye, âşıklar arasında oluşan ilham perisi gibi bir hikâye kadar güzel değildi.[2]

Genellikle TÜRKPATENT’le ilgili röportaj yapmak için gelen gazetecilerin çoğunun da ilk sorduğu sorulardan biri “İlginç buluşlar geliyor mu?” oluyor. Yaptıkları haberi ilgi çekici kılmanın bir yolunu bulmaları gerekiyor, zira Kurum istatistikleri ya da güncel hukuki gelişmeler sıradan okuyucuyu pek çeken unsurlar değil.

2018’de bir İngiliz Telekom şirketinin ortaya koyduğu istatistiklere göre insanlar uyanık oldukları süre boyunca ortalama 12 dakikada bir cep telefonlarını kontrol etmektedir.[3] Artık konsantrasyonumuzu uzun süre korumak günümüz koşullarında oldukça zor. İnsanların dikkatini çekmek için artık daha çok çaba gerekiyor. Bir yerde sunum yaparken, karşımızdakine ilgi çekici bir şeyler anlatmak isterken, ya da yazdığımız yazıyı daha ilgi çekici hale getirmek için çarpıcı hikâyelerden yararlanırız. Günümüz koşullarına da oldukça uygundur bu tavrımız. Her gün bize sunulan tonlarca bilginin bombardımanı altındayız. Hiçbir şeye vaktimiz yok. Bu nedenle bilgiyi bir an önce edinmek istiyoruz. Zira pek kimsenin zorunlu olmadıkça 500 sayfalık bir kitabı okuyacak, hatta 2 saatlik bir filmi izleyecek kadar tahammülü bile kalmadı. Çoğumuz bir dakikalık videoların, tek sayfalık infografiklerin esiri olduk. On beş dakikada kuantum mekaniği, iki haftada İngilizce öğrenin, mutlu bir yaşam için beş basit kural vb. iddialarla ortaya çıkanlar oldukça ilgi görüyor. Peki her şeyi böylesine aşırı basitleştirmenin (oversimplification) bir zararı var mı?

İnsanlar bu aydınlanma anlarına ve bir gecede elde edilen başarı hikâyelerine devamlı maruz kaldıkça, bunlara inanmaya başlıyorlar. Bu hikâyeler mucitlerin hiç de gerçekçi olmayan beklentiler oluşturmasına neden oluyor. Bu da bugünlerde pek çok mucidin yaşadığını gördüğümüz çok yaygın bazı sorunlara yol açıyor. Örneğin bazı mucitler, işe koyulmaya başlamadan önce genellikle mükemmel fikrin veya ilhamın gelmesini bekliyorlar, ki bunun ne yazık ki hiçbir anlamı yoktur. Sorunun ne olduğunu bile bilmiyorsanız, birdenbire nasıl mucizevi bir çözüm bulabilirsiniz? Fikirler, gerçekten anlamlı bir problem üzerinde çalışmaya başladığınızda size gelecektir. Mikroişlemcinin (Intel 4004) mucitlerinden biri olan Marcian Hoff şöyle söylemiş: “Her zaman müthiş bir aydınlanma an’ı veya bir atılım beklentisi içindeyseniz, muhtemelen bu asla olmayacak. Bunun yerine, yapmanız gereken konunun üzerinde çalışmaya devam etmek. İyi görünen bir şey bulursanız, devam edin.”[4]

Bu hikâyelerin yol açtığı bir başka sorun da mucitlerin işin zor kısmının fikri bulmak olduğunu düşünmesine sebep olmasıdır. Müthiş fikirlerin aniden bir gecede başarıya dönüşmesini beklerler ve bu gerçekleşmediğinde, fikirde yanlış bir şeyler olduğunu düşünürler ya da fikirden tamamen vazgeçerler.[5]

Üstelik bu yanılsamalar sadece mucitlerle de sınırlı değildir. Yöneticiler de bu hikâyeleri bilirler ve üstelik harika fikirlerin kısa sürede çok para kazandırması gerektiğine inanırlar. Oysa başarı için uzun vadeli planlama, bütçe ayırma, yıllarca sıkı çalışma ve ısrarcılık gerekir. Şimşek hızında büyümenin simgesi olan Facebook’un bile, büyük bir işletme olması zaman almıştı. İlk sürümün piyasaya çıkmasından sonra, genel halkın kaydolmasına bile izin verilmesi üç yıl sürmüştü ve şirketin anlamlı gelir elde etmeye başlaması daha uzun yıllar almıştı.[6]

Bu hikâyeler farklı kişilerde farklı etkiler yaratabiliyor. Bazı insanlar büyük icatların/parlak fikirlerin yalnızca dâhiler tarafından geliştirilebileceğini düşünmeye başlıyor. Bazıları ise şansı olan, doğru zamanda doğru yerde olan herkesin bunu başaracağına inanmaya başlıyor. Her iki durumda da formülün en önemli bileşeni göz ardı ediliyor: Çok çalışmak.

Bilimsel makale sayısının 50 milyonu[7] (her yıl 2.5 milyon artıyor), patent başvuru sayısının 150 milyonu (her yıl 3.3 milyon artıyor)[8] geçtiği günümüzde yenilikleri takip ederek bunların üzerine çığır açıcı nitelikte bir şeyler eklemek giderek zorlaşıyor. ABD Patent Ofisinin eski Başkanlarından biri tarafından 1899’da söylendiği iddia edilen (ancak sonrasında doğru olmadığı ortaya çıkan) o meşhur “icat edilebilecek her şey icat edildi” sözü[9] elbette hiçbir zaman gerçek olmayacak ancak günümüzde artık bilim insanları aynı konuda uzun yıllar çalışarak çok spesifik bir alanda belki insanlığa çok küçük de olsa bir katkı sağlayabiliyor. (bkz. Şekil 2) Mucitler yine belki ömür boyu çalışarak ve birikimlerinin çoğunu harcayarak kendilerini adadıkları icatlarını gerçekleştirmek istiyorlar ancak yaptıkları bazen zaten mevcut çok sayıda çözüm yoluna bir alternatiften ya da pek kimsenin ilgisini çekmeyecek yeni bir geliştirmeden öteye gidemeyebiliyor.

Şekil 2: “Bilginin sınırlarını genişletmek” (Matt Might)[10]

Bu tür ani başarı hikâyelerini dinlemek bizi motive mi ediyor, yoksa gerçeklerle karşılaştığımızda bizi yıldırıyor mu? Oysa aydınlanma an’ı hikâyeleriyle büyümüştük, belki biz de bir anda bir deha pırıltısı göstererek çığır açan bir buluş/girişim/yenilik ortaya koyabiliriz?

Maalesef hiçbir şey bu kadar basit olmuyor. Bu aşırı basitleştirme yanılgısı bizi hiç çalışmadan çabalamadan başarıya ulaşabileceğimize inandıran bir başka etken. Yalnızca parlak bir fikir bulmak da yetmiyor. Başarıya ulaşmak için yatırımcı bulmak, ikna etmek, boş zamanları feda etmek, reddedilme karşısında ısrar etmek ve bütün bunları bir başarı garantisi olmadan yapmak gerekebilir. Bunları yaparken hala “sanayide devrim yaratacak”, “milyar dolarlık bir iş yaratacak” veya “bir gecede zengin edecek” bir fikir peşinde koşmak ise kişiyi kısa zamanda bıkkınlığa sürükleyebilir. A.B.D.’de yapılan bir araştırmaya göre start-up dünyasında, oldukça başarılı bir start-up başlatma ihtimalinin 10.000’de bir olduğu tahmin ediliyor.[11]

Da Vinci’nin, Edison’un ya da Jeff Bezos’un hayatını sığ bir şekilde tamamen farklı koşullar altında taklit ederek başarıya ulaşmak mümkün değildir.[12] Elizabeth Holmes’un başına gelen de bir bakıma budur.[13] Yalnızca parlak bir fikrinizin olması başarı için yeterli değildir. Örneğin 1960’larda yayınlanan Star Trek televizyon dizisinde cep telefonu fikri kullanılmıştı. Ancak söz konusu teknolojinin gelişmesi ve kullanılabilir hale gelmesi on yıllar aldı, dizideki fikirden yola çıkan dâhi biri diziyi izler izlemez bir aydınlanma an’ı yaşayarak hemen cep telefonunu icat etmedi.

Hatta bazen doğru kişilerin doğru yerde olması, çok çalışması ve sebat etmesi de başarıya ulaşmada yeterli olmayabiliyor. İlk akıllı telefonu geliştiren ekip olarak kabul edilen General Magic’in hikâyesi buna iyi bir örnektir. 1990’ların başında dönemin en parlak mühendislerini bir araya getiren şirket dokunmatik ekranlı akıllı telefonların pek çok özelliğini geliştirdikleri bir modeli piyasaya sürmüştür ancak başarılı olamayıp batmıştır. Bu başarısızlıkta kuşkusuz en büyük sebep pazarın o dönemde henüz hazır olmamasıdır, zira kullanıcılar akıllı telefona ilgi duymamıştı çünkü o tarihte henüz internet altyapısı akıllı telefonların özelliklerini desteklemekte yetersizdi. Çok az web sitesi vardı ve akıllı telefonun şu anda en çok kullanılma sebepleri arasında olan internetten video izleme, müzik dinleme ya da sosyal medyayı kullanma vb. pek çok özellik o tarihte mevcut değildi. Her ne kadar General Magic başarılı olamasa da onun açtığı yoldan devam eden diğer firmalar 15 yıl kadar sonra piyasanın da hazır olmasıyla büyük başarılara ulaşmaya başlamıştır.[14]

Şu sıralar popüler olan “Billion Dollar Code” dizisinde Google Earth’ün 2001 yılında piyasaya sürülmesinden yıllar önce aynı özellikleri kendilerinin geliştirdiğini iddia eden bir grup Alman gencin hikâyesi anlatılıyor.[15] Hikâyeleri çok farklı olsa da diziyi izlerken aklıma General Magic geldi.

Elmaya geri dönelim. Newton elmanın düştüğünü görünce yerçekimini bulmadı. Çiftliğin bahçesindeki bir elma ağacının altında oturmuş, Ay’ı Dünya’nın yörüngesinde tutan şeyin ne olduğunu düşünüyordu. O düşüncelere dalmışken yere bir elma düştü. Kafasına çarpmadı ama şu içgörüyü tetikledi: Elmaları düşüren kuvvet aynı zamanda Ay’a da etki eden kuvvet olabilir mi? İnsanlar elmaları yere düşüren şeyin “yerçekimi” olduğunu zaten biliyordu. Newton’un merak ettiği şey ise şuydu: Yerçekimi sadece dünyaya özgü bir olgu mu, yoksa uzay boyunca uzanıp Ay’ı da etkileyebilir mi?[16] Newton’ın yerçekimi üzerinde çalışan birçok başka çağdaşı da vardı ve Newton kesinlikle onların çalışmalarına oldukça aşinaydı, hatta bazıları onun teorisinin anahtar kavramları haline geldi. Ancak kütle çekiminin matematiksel olarak nasıl işlediğini ispatlaması 20 yıllık yoğun bir çalışmanın ardından yayınladığı Principia kitabıyla gerçekleşebildi.[17]

Şekil 3: Newton’un Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica’sının ilk baskısının bir kopyası

Sıkı çalışma, kişisel risk ve fedakârlık yerine, doğru zamanda doğru yerde olacak kadar şanslı insanlara harika fikirlerin geldiğini düşünmek daha rahatlatıcıdır. Newton’ın hikâyesinde başrol Newton’a bile ait değildir: Üzgün, isimsiz, intihara meyilli bir elmadır![18]

Arşimet’in hikayesinin de anlatılandan farklı olduğu Galileo dahil pek çok kişi tarafından dile getirilmiştir.[19] Olay, gerçekleştiği iddia edilen tarihten 200 yıl sonra ilk kez kaleme alınmıştır ve anlatılan yöntemle Arşimet’in problemi çözmesinin pratikte mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.[20] Arşimet’in hidrostatiğin gelişimindeki rolü elbette yadsınamaz, ancak uzun zaman alan çalışmaları bir anlık aydınlanmayla açıklamak pek doğru olmayacaktır.

Eski hikâyelerde geçen olayların yaşandığı koşulları tam hayal edemiyor oluşumuz da bu hikâyelerdeki çabayı hafife almamıza neden olabiliyor. Arşimet’in zamanı bize o kadar eski geliyor ki, zaten o dönemde doğru dürüst hiçbir şey keşfedilmemiş ki düşüncesiyle Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetini bir bakışta bulmasını normal karşılıyoruz. Onun şartlarını kendi çağından koparıp günümüz şartlarında değerlendiriyoruz. Neredeyse onun devrinde yaşasaydık kesin bizim de aklımıza gelirdi diyeceğiz. Oysa “günümüzde o kadar çok şey keşfedilmiş ki, icat yapmak eskisi gibi kolay değil” yanılgısı her devirde mevcuttu.

Steve Jobs’ın Xerox’u ziyareti, 3M firmasının post-it’i icadı, Nespresso kapsüllerinin, cırt-cırtın, lazerin icadı… Bütün bunların hikayesi gerçekten etkileyici ama hiçbirinde bir anlık bir aydınlanmayla ortaya konan bir buluş yok. Hepsinde uzun yıllar süren çalışma, girişimcilik, başarısızlık, yeniden deneme, ısrar, özveri ve çok çalışmak var.

World Wide Web’i (WWW) icat eden kişi olarak bilinen Tim Berners-Lee gazetecilerin kendisine her zaman Web’in icat edilmesini sağlayan o aydınlatıcı fikrin ne olduğunu sorduklarını söylediğini, onlara bir Evreka an’ının olmadığını söylediğinde ise hüsrana uğradıklarını anlatır. Berners-Lee yaptığı buluşun uzun süreli bir birikim sonucu kademeli şekilde oluştuğunu ifade eder.[21]

Her Şeyin Teorisi (The Theory of Everything) filminde, Stephen Hawking bir şöminede parlayan közlere bakarken ısı yayan kara delikleri hayal ediyor ve bir sonraki sahnede, önceki teorinin aksine, kara deliklerin parçacıklar sızdıracağını, küçüleceğini ve sonra patlayacağını söylüyor. Gerçekte ise, Hawking parlayan korlardan değil, iki Rus fizikçinin çalışmalarından ilham almıştır. Sonuca ulaşmak için Hawking, kuantum teorisinin ilgili öğelerini ve Einstein’ın yerçekimi teorisini dikkatli bir şekilde birleştiren zor matematiksel hesaplamalar yapmak zorunda kalmıştır.[22]

1928’de Alexander Fleming laboratuvarına geldiğinde gizemli bir küfün petri kaplarını kirlettiğini ve büyütmeye çalıştığı bakteri kolonilerini yok ettiğini fark etti, kalıbı incelemeye karar verdi. Fleming bu şekilde penisilinin kâşifi olarak bilinmeye başladı. Parlak bir zihin, çok önemli bir aydınlanma anıyla karşılaşır ve “Evreka!” Dünya sonsuza dek değişir. Ne yazık ki, işler gerçekten böyle yürümüyor. Pasteur’ün de söylediği gibi “gözlem alanında şans, yalnızca hazırlıklı zihinlerden yanadır.”[23] Gerçek şu ki, inovasyon asla tek bir olay değil, bir keşif, mühendislik ve dönüşüm sürecidir. Penisilin 1945’e kadar ticari olarak mevcut değildi ve ilaç aslında Fleming’in keşfettiğinden farklı bir küf türüydü. Semmelweis, Pasteur ve Koch’un çalışmalarıyla ortaya çıkan deneyimlerin Fleming’in sonuca ulaşmasında rol oynadığı yadsınamaz. Üstelik penisilin günümüzde çığır açan bir buluş olarak kabul edilse de icat edildiği dönemde pek ses getirmemiştir ve insanlarda hastalıkların tedavisinde kullanılması için çok sayıda farklı disiplinden bilim adamının büyük laboratuvarlarda uzun yıllar çalışması ve deneyler yürütmesi gerekmiştir. Aslında, penisilinin geliştirilmesi bir değil, bir dizi aydınlanma an’ını içeriyordu. Dünyayı gerçekten değiştiren tek bir Evreka an’ı değil, birçoğudur.[24] Otomobilin, radyonun, telefonun, ampulün, uçağın vb. mucidi olarak kitaplarda yalnızca birer kişinin isminin geçmesi aslında biraz yanıltıcıdır. Bu icatların gelişim sürecini incelediğimizde aslında gerçekten kimin icat ettiğini bulmanın ne kadar zor olduğunu fark ederiz.

Bir bilim müzesini gezdiğimizde teknolojinin bir alanındaki gelişmelerin nasıl yüzyıllar boyunca şekillendiğine tanıklık ederiz. Patent dokümanları da teknolojinin nasıl geliştiğinin en canlı örneğini sunar. Patent veritabanlarında[25] belli bir alanda yapılacak basit bir aramayla bile teknolojinin zaman içinde nasıl evrildiğini fark edebilirsiniz. Çamaşır makinesi ile ilgili buluşları ele alalım. Kasım 2021 itibariyle çamaşır makinesi patent sınıflarına dahil olan başvuru sayısı dünyada yaklaşık 200.000 civarındadır.[26] Bir cihaz üzerinde 200.000’e yakın fikir üretilmiş!  Şekil 4’te 200.000 patent arasından benim seçtiğim 7 tanesini sıraya konmuş şekilde görüyorsunuz. Bir başkası farklı sayıda ve farklı yıllara ait başka patentleri de seçebilirdi. Her sıralamada oluşan gelişim süreci farklı ilerlerdi. Zira teknolojinin gelişimi düz bir çizgide gerçekleşmez. Örneğin bir cihazın bazı dönemler daha hızlı bir gelişim gösterdiği, bazı dönemler yavaşlama yaşadığı olur. Gelişim de hep aynı yönde olmaz, zamanla farklı yönlere gidebileceği gibi aynı zaman içinde farklı bölgelerde farklı şekilde de gelişebilir. Örneğin üstten yüklemeli çamaşır makineleri A.B.D.’de, önden yüklemeliler Avrupa’da daha popüler olmuştur. Bazen de belli bir özellik cihaza dahil edilir ve sonrasında terk edilir.  

Şekil 4: Çamaşır makinesinin son 250 yıldaki evrimine patent dokümanları üzerinden şahit olabilirsiniz

Evimizde kullandığımız çamaşır makinesinde belki yüzlerce buluşun etkisi vardır ve bunların çoğu bir çamaşır makinesi üretmek amacıyla icat edilmemiştir. Günümüzün çamaşır makinesi plastik, elektronik devreler, elektrik, motor, tambur vb. pek çok unsurun geliştirilmesiyle ortaya çıkmış bir cihazdır. Bu tür bir cihazın geliştirilmesi sırasında bir tane “sihirli an” yoktur, bu cihazlar çok sayıda buluş fikrinin üst üste konulmasıyla ortaya çıkmıştır. İnternet, Tim Berners-Lee’nin World Wide Web’i oluşturmak için kullandığı sisteme yaklaşmadan önce elektronik, ağ oluşturma ve paket anahtarlama yazılımlarında yaklaşık 40 yıl süren bir gelişimi gerektirmişti.

Google’ın kurucuları ilk arama motorunu icat etmediler, arama motoru yıllar önce icat edilmişti. Amazon’un kurucuları da internetten alışverişi icat etmemişti. Tıpkı Apple’ın ilk akıllı telefonu icat etmediği gibi. Çoğu yenilikçi gibi, bilimsel, teknolojik veya girişimcilik anlamında bir dizi fırsatı fark ettiler ve bunlardan yararlanmaya başladılar.[27]

Aydınlanma an’ı diye bir şey yoktur demiyorum elbette vardır, ancak bu size bir anda durduk yere gelmez. Aydınlanma yaşayan kişi büyük ihtimalle uzun süredir düşündüğü bir probleme bir çıkış yolu bulmuştur ve bu yol uzun sürecek bir çalışmanın daha başlangıcıdır. Aydınlanma anlarının rolüne aşırı değer veriyoruz, çünkü bizi iyi hissettiriyor, ancak bunların anlatılma biçimleri, yaratıcılığın ve başarının nasıl gerçekleştiğine dair iyi belgelenmiş tarihi çarpıtıyor. Aydınlanma anları, sadece bir ilham kaynağı değil, ortaya konan çabanın bir sonucudur. Aydınlanma anından önce genellikle uzun süreli bir düşünme ve çalışma söz konusudur. Bu çalışmaların çoğunda ilgili konuda önceden ortaya konan çalışmaların incelenmesi ve değerlendirilmesi de vardır. Aydınlanma anından sonra gelişen fikri başarılı kılmak için de uzun süreli çalışma gerekir.

Bu hikâyelerin yaratıcılıktan çaldıkları şey, herhangi bir aydınlanma an’ı gerçekleşmeden önce yapılması gereken sıkı çalışma ve disiplinin es geçilmesidir. Yaratıcılık, aramızda yaşayan, icat eden, yenilik yapan bazı süper insan türlerine özgü bir şey değildir. Dâhi olarak gördüğünüz ve hayranı olduğunuz birinin hayatına ayrıntılı bir şekilde baktığınızda, sergilediği yaratıcılık düzeyine ulaşmak için tüm hayatı boyunca inanılmaz derecede sıkı çalışmış olduğunu ve kendisinden pek çok fedakârlık yaptığını görürsünüz.[28]

Bir patent başvurusu değerlendirilirken de mucidin buluşu ne şekilde yaptığı irdelenmez. Buna bir istisna geçmişte ABD Patent sisteminde bir süreliğine gerçekleşmişti. 1941-1952 tarihleri arasında buluş basamağı değerlendirmesinde kullanılan kriterlerden biri “deha parıltısı” (flash of genius[29]) testiydi. Buna göre bir mucidin aklına yaratıcı bir eylemin, bir şeyleri kurcalarken değil, bir “deha parıltısı” ile gelmesi gerekiyordu.[30]

1952 yılında gerçekleştirilen patent yasası revizyonunun ardından buluş basamağı ile ilgili maddeye eklenen şu ifade ile bu testin kullanımı sona ermiştir: “Patentlenebilirlik, buluşun yapılma şeklinden olumsuz etkilenmez.”[31]

Aslında daha 1800’lerde bir buluşun ne şekilde gerçekleştirildiğinin Kanun önünde bir öneminin olmadığı ifade edilmiştir: “Bir şeyin basit ya da karmaşık olmasının bir önemi yoktur; icat ister tesadüfen, ister uzun ve zahmetli bir süreç sonunda, isterse bir anlık bir zihin çakmasıyla gerçekleşmiş olsun, Kanun icadın gerçekleşme sürecine değil, gerçeğe bakar.”[32]

EPO’nun buluş basamağının objektif olarak değerlendirilmesi amacıyla geliştirdiği “problem- çözüm yaklaşımı”nda buluşun nasıl gerçekleştirildiği (uzun yıllar çalışma sonucu mu yoksa bir aydınlanma anında mı ortaya çıktığı) dikkate alınmaz. Zira değerlendirme çözümden ve buluşun hangi şartlarda gerçekleştiğinden arındırılmış olmalıdır ki bir geri görüş yanılgısına (hindsight bias) düşülmesin.

Gerçekten de buluşun bir aydınlanma an’ı, bir deha parıltısı ile mucide bir anda gelip gelmediği son derece sübjektif bir bakış açısıdır. Zira burada anlatılan örneklerde olduğu gibi çoğu çığır açıcı buluş sanki bir anda mucidinin aklına gelmiş gibi görünmesine rağmen aslında altında uzun yıllar alan bir hazırlık süreci vardır. Üstelik bir buluşun patentlenebilmesi için illa da çığır açıcı olması gerekmez. Dünyada gelmiş geçmiş 150 milyona yakın patent dokümanı olduğu düşünüldüğünde bunların kaç tanesinin alanında çığır açtığını söyleyebiliriz?

Aydınlanma an’ını, yapılan işin son parçasının yerine oturduğu an olarak görebiliriz. Ancak, son parça diğerlerinden daha büyülü değildir ve diğer parçalarla bağlantısı olmadan hiçbir büyüsü yoktur. Son parçayı önemli kılan yerine oturmuş diğer parçalardır. Yapbozu yeni baştan yaptığınızda son parça da değişecektir. Asıl olan elma ya da sihirli bir an değil, onun öncesinde ve sonrasında yapılan çalışmadır.[33] Yapbozu bitirdiğinizde oluşan resim size yol gösterecek uzun bir çalışmanın kapısını açacaktır.

Şekil 5[34]: Aydınlanma an’ı, yapılan işin son parçasının yerine oturduğu andır. Ancak, son parça diğerlerinden daha büyülü değildir ve diğer parçalarla bağlantısı olmadan hiçbir büyüsü yoktur.

Aslında son parça yerine oturduğunda oluşan his iki nedenden ileri gelir. İlki, saatlerce (veya yıllarca) süren yatırımın ödülü olmasıdır. Yapboz parçasını yerine oturtmak gibi basit bir eylemle karşılaştırıldığında, yüzlerce parça değerindeki çalışmanın getirisini daha çok hissederiz. İkinci neden, yenilikçi çalışmanın yapbozlar kadar öngörülebilir olmamasıdır,  son yapboz parçasını yerleştirirken bu an’ın farkındasınızdır ama aydınlanma anının ne zaman geleceğini bilmenin bir yolu yoktur. Yoğun sisin içinde bir dağa tırmanmak gibi, zirveye ulaşmak için ne kadar gitmeniz gerektiğini asla bilemezsiniz. Aniden hava temizlendiğinde ve zirvede olduğunuzda, müthiş bir hisse kapılırsınız.[35]

Ayrıca yapbozların aksine fikirler evreni sonsuz farklı şekilde birleştirilebilir, bu nedenle buluş yapmanın zor olmasının bir sebebi, sadece çözümü değil, çözülmesi gereken sorunu bulmaktan ileri gelir. Bir gün belirli bir soruna yönelik buluş yapmak için kullanılan parçalar, bir başka gün farklı bir sorunu çözmek amacıyla tekrar buluş yapmak için yeniden kullanılabilir.[36]

Aydınlanma an’ını kabaca “öncesi”, “o an” ve “sonrası” olarak üç safhaya ayırabiliriz. Aydınlanma öncesinde, sorunu anlamak ve konuya vakıf olmak için saatler veya günler harcanır. Bir mucit, “Dünyada buna benzer başka neler var?” ve “Benimkine benzer bir problemi kim çözdü?” gibi sorular sorabilir, ilgili alanda öğrenebildiği her şeyi öğrenmeye çalışır. Sonra, bilginin sindirildiği, deneylere ve zorlu çözümlere yönelik girişimlere yol açan bir kuluçka dönemi başlar. Bazen kuluçka sırasında ilerleme durduğunda ve güven azaldığında uzun duraklamalar olur. Bu, “ilham perisini kaybetmek” olarak adlandırılan bir deneyimdir. Büyük aydınlanmalar, eğer gerçekleşirse, kuluçkanın derinliklerinde meydana gelir; duraklamaların sebebi, mucidin gözlemlediklerini yakalamaya çalışan zihninden kaynaklanıyor olabilir. Derin sessiz dönemler, ilgisiz şeyler yapmak için harcanan zaman genellikle yeni fikirlerin yüzeye çıkmasına yardımcı olur. Umut verici bir fikir bilinçaltımızdan çıkıp aktif zihnimize yükseldiğinde, başka bir yerden gelmiş gibi hissedebiliriz çünkü örneğin araba kullanırken bilinçaltı düşüncelerimizin farkında olmayız.[37]

Uzun yıllar Microsoft’ta mühendislik ve yöneticilik yapan Scott Berkun, tutkuyla çalışmanın başarıya ulaşmada en önemli unsur olduğunu, ancak çalışma sırasında mola vermenin de önemini vurgular. Newton gibi ağaçların altında oturmak ya da Arşimet gibi banyoda dinlenmek, zihnin dolaşmasına ve bilinçaltını serbest bırakmasına izin verir. Bazen aylaklık da yaratıcılık için gereklidir. Tabi kastettiğimiz tembellik değil. Bazı işkolik mucitler/sanatçılar, aynı anda birden fazla proje üzerinde çalışarak, bir proje üzerinde çalışmayı bırakıp diğerine geçmek suretiyle mola vererek zamanı etkin bir şekilde kullanırlar. Edison, da Vinci, Michelangelo ve van Gogh, düzenli olarak farklı projeler arasında geçiş yaparak muhtemelen zihinlerini yeni aydınlanmalar için hazırladılar.[38]

Aydınlanma an’ından bu kadar bahsetmişken sizi bu duyguyu hissetmeden bırakmayalım. Şekil 6’da meşhur dokuz nokta problemini görüyorsunuz. Kaleminizi kaldırmadan dört adet düz çizgi çizerek ve geçtiğiniz yerden bir daha geçmeden bütün noktaları birbirine nasıl bağlarsınız?

Şekil 6: Dokuz nokta problemi

Aydınlanma an’ını daha iyi hissedebilmek için mümkün olduğunca çok (3-4 dakika) vakit ayırarak kafa yormanızı tavsiye ederim. Soruyu çözemedikten sonra cevabı buradan inceleyebilirsiniz. Cevabı gördüğünüzde bir aydınlanma an’ı yaşayıp yaşamadığınızı yorumlara yazabilirsiniz. 100 yıl kadar önce ortaya atılan bu problem iyi tanımlanmış bir problemdir, açıkça belirtilmiş bir amacı vardır ve problemi çözmek için gerekli tüm bilgiler mevcuttur. Bu problem aynı zamanda psikologlar tarafından aydınlanma an’ını incelemek için kullanılan klasik bir uzaysal problemdir. 2-3 dakikalık bir zaman sınırı olan bir laboratuvar ortamında, beklenen çözüm oranının %0 olduğu bildirilmiştir.[39]

Küçükken oynadığım dört parçalı bir tangram setinde bütün şekilleri oluşturmayı başarmıştım ancak günlerce uğraşmama rağmen T şeklini çıkaramamıştım. Cevabı gördüğümde tam anlamıyla bir aydınlanma yaşadığımı dün gibi hatırlarım.

Eskiden bu tür anları daha güçlü yaşardım. Şimdilerde sosyal medya yalnızca bir kibriti oynatıp eşitliği sağlayın, boş kutuya hangi sayı gelmeli vb. bilmecelerle dolu ve hiçbirinin cevabı beni artık şaşırtmıyor. Yoksa bir aydınlanma an’ı körlüğü mü yaşıyorum bilmiyorum. Belki de aydınlanma eşiği yükselmiştir.

Başarının üç sırrı merak, çok çalışma ve sebattır vb. bir sloganla bitirebilmeyi çok isterdim ama yazı boyunca eleştirisini yapmaya çalıştığım aşırı basitleştirme yanılgısına düşürürdü beni bu. Zaten başarıdan ne kastettiğinize göre (çok para kazanmak, çok ünlü olmak, büyük bir ödül almak, alanında en iyi olmak, adını tarihe yazdırmak, statü kazanmak vb.) de cevaplar değişir.

Nasıl iyi bir girişimci ya da mucit olunur bilmiyorum ama geçmişteki başarılı insanların hayatına baktığımızda hepsinde ortak olan tek şeyin hayatları boyunca çok çalışmış olduklarını görüyoruz. Çalışmanın önemini zaten herkes bilir ancak kimse hatırlamak istemez. Üstelik çalışmak size başarıyı garanti etmeyecektir, zira başarı için çalışmak gerek koşul olsa da maalesef çoğu zaman yeter koşul değildir. Ancak bu durum çalışmanın önemini azaltmaz. Yazıyı Edison’un meşhur sözüyle bitirelim:

“İcatlarımın hiçbiri tesadüfen ortaya çıkmadı. Karşılanmaya değer bir ihtiyaç gördüğümde onu çözene kadar deneme üstüne deneme yaparım. Başarının yüzde biri ilham ve yüzde doksan dokuzu terdir.”

Mustafa Güney ÇALIŞKAN

Aralık 2021

guneycaliskan@gmail.com



DİPNOTLAR

[1] The Fallacy of the Aha Moment & Overnight Success in Innovation, Jesse Nieminen, Mar 19, 2020, https://www.viima.com/blog/the-aha-moment-fallacy

[2] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.6.

[3] The lost art of concentration: being distracted in a digital World, Harriet Griffey, Sun 14 Oct 2018, https://www.theguardian.com/lifeandstyle/2018/oct/14/the-lost-art-of-concentration-being-distracted-in-a-digital-world

[4] Kenneth A. Brown, Inventors at Work: Interviews with 16 Notable American Inventors (Microsoft Press, 1988).

[5] The Fallacy of the Aha Moment & Overnight Success in Innovation, Jesse Nieminen, Mar 19, 2020, https://www.viima.com/blog/the-aha-moment-fallacy

[6] The Fallacy of the Aha Moment & Overnight Success in Innovation, Jesse Nieminen, Mar 19, 2020, https://www.viima.com/blog/the-aha-moment-fallacy

[7] 21st Century Science Overload, http://blog.cdnsciencepub.com/21st-century-science-overload/

[8] World Intellectual Property Indicators 2019, https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_941_2019-chapter1.pdf

[9] Tracing the Quote: Everything that can be Invented has been Invented, Dennis Crouch, January 6, 2011, https://patentlyo.com/patent/2011/01/tracing-the-quote-everything-that-can-be-invented-has-been-invented.html

[10] https://matt.might.net/articles/phd-school-in-pictures/

[11] Why ‘Overnight Success’ Is A Myth, Carolyn Gregoire, 09/08/2014, https://www.huffpost.com/entry/the-illusion-of-overnight_n_5759966

[12] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.8.

[13] Bkz: Theranos Davası – Patent Sisteminin Suçu Var mı?, Mustafa Güney Çalışkan,

[14] Konuyla ilgili “General Magic (2018)” belgeseli izlenebilir: https://www.imdb.com/title/tt6849786/

[15] The Billion Dollar Code (2021), https://www.imdb.com/title/tt15392100/

[16] Q&A: Discovery of Gravity, November 20, 2017, https://sky-lights.org/2017/11/20/qa-discovery-of-gravity/

[17] The Fallacy of the Aha Moment & Overnight Success in Innovation, Jesse Nieminen, Mar 19, 2020, https://www.viima.com/blog/the-aha-moment-fallacy

[18] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.4.

[19] Arşimet’in Evraka Anının Hikayesi Ne Kadar Doğru?, https://www.matematiksel.org/arsimedin-evreka-aninin-hikayesi/

[20] Fact or Fiction?: Archimedes Coined the Term “Eureka!” in the Bath, David Biello on December 8, 2006, https://www.scientificamerican.com/article/fact-or-fiction-archimede/

[21] Tim Berners-Lee, Weaving the Web (HarperCollins, 1999)

[22] It Is, in Fact, Rocket Science; Leonard Mlodinow; May 15, 2015, https://www.nytimes.com/2015/05/16/opinion/it-is-in-fact-rocket-science.html

[23] In the fields of observation chance favors only the prepared mind.

[24] The Eureka Moment Myth, GREG SATELL, https://www.inc.com/greg-satell/why-you-shouldnt-wait-for-a-eureka-moment.html

[25] Şu siteyi deneyebilirsiniz: https://worldwide.espacenet.com/

[26] 04.11.2021 tarihinde EPO patent veritabanlarında (D06F1, D06F3, D06F5, D06F7, D06F9, D06F11, D06F13, D06F15, D06F17, D06F18, D06F19, D06F21, D06F23, D06F25, D06F27, D06F29, D06F31, D06F33, D06F34, D06F35, D06F37, D06F39, D06F41) sınıfları sorgulanarak yapılmıştır.

[27] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.14.

[28] The Problem with Epiphany, Newton, Archimedes and Creativity, https://barriebramley.com/epiphany-newton-archimedes-creativity/

[29] Aynı isimli film patent konusuyla ilgili ender filmlerden biridir: Flash of Genius (2008), https://www.imdb.com/title/tt1054588/ ; Ancak filmde geçen olay 1960’larda gerçekleştiği için aslında deha parıltısı testinin çoktan kalktığı bir dönemle ilgilidir. Sanırım dikkat çekici bir başlık olması açısından filmin ismini bu şekilde koydular.

[30] Cuno Engineering Corp. v. Automatic Devices Corp., 314 U.S. 84 (U.S. 1941)

[31] 35 U.S. Code § 103

[32] Earle v. Sawyer, 4 Mason 16 (C. C. D. Mass. 1825).

[33] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.8.

[34] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.9, Şekil 1-2.

[35] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.8.

[36] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.9-10.

[37] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.10-11.

[38] The Myths of Innovation, Second edition, Scott Berkun, s.11-12.

[39] Eureka effect, Wikipedia, https://en.wikipedia.org/wiki/Eureka_effect ; ayrıca bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Thinking_outside_the_box

BATMAN KARAKTERİNİN YARASA SEMBOLÜ KOSTÜMLER İÇİN AYIRT EDİCİ MİDİR?

EUIPO TEMYİZ KURULU HÜKÜMSÜZLÜK TALEBİNİ REDDETTİ



En ünlü kurgusal süper kahramanlardan biri olan Batman, zengin iş insanı Bruce Wayne’in gizli kimliğidir. Anne-babasının trajik ölümüne tanık olduktan sonra kendisini suçla savaşmaya adayan Bruce Wayne, gizli kimliğinin ilhamını penceresine çarpan bir yarasadan almıştır.

İlk defa 1939 yılında ortaya çıkan süper kahraman, o zamandan bu yana çizgi roman serisi devam ettiği gibi, onlarca film, televizyon dizisi ve video oyununda yer almıştır. Batman figürleri ve meşhur yarasa amblemi de zamanla ticarileşmiş, Batman evreninden birçok unsur tasarım ve marka tesciline konu olmuştur. Batman’e ilişkin markalar, oyuncaklardan, oyun konsollarına, kırtasiye eşyalarından kostümlere kadar geniş bir şemsiyedeki birçok mal üzerinde kullanılmıştır.

Batman’in kostümü Batsuit’ün yarasadan aldığı ilhamı, kostümün başlık, pelerin ve kol kısımlarında görmek mümkündür. Bunlara ek olarak kostümün göğsünde de elips içine alınmış kolları açık bir yarasa figürü yer almaktadır.

Bahsi geçen figür, bilinen adıyla, “Bat-insignia” elips içine alınmış kolları açık bir yarasa temsilinden oluşmaktadır:

Söz konusu yarasa amblemi, en çok tanınan popüler kültür sembollerinden biridir.

Bu yazıda sizlere, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) Temyiz Kurulu’nun, yarasa ambleminin Batman kostümleri açısından tanımlayıcı olduğu iddiasına dayanılarak yapılan hükümsüzlük talebine ilişkin kararından (R 1447/2020-2 sayılı karar) bahsedeceğiz.

“Detective Comics”, veya bilinen kısaltılmış adıyla “DC Comics” (marka sahibi), aşağıdaki görselden müteşekkil tescilli birlik markasının sahibidir.

Marka 2 Şubat 1998’de EUIPO nezdinde tescil edilmiş ve süreleri içinde yenilenmiştir. Tescil kapsamında 9, 14, 16, 21, 24, 25, 28, 30, 32 and 41. sınıflardaki mal ve hizmetler bulunmaktadır.

2019 yılında ise tasfiye halindeki “Commerciale Italiana S.R.L.” (hükümsüzlük talebi sahibi), EUIPO İptal Birimi nezdinde markanın ayırt edicilikten yoksun ve tanımlayıcı olduğundan bahisle kısmen hükümsüzlüğünü talep etmiştir.

İptal Birimi öncelikle tarafların iddia ve savunmalarına değinmiş ve sonrasında tanımlayıcılığa ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.

Uyuşmazlığın bu aşamasını aşağıdaki gibi özetlememiz mümkündür:

  • İki tarafa göre de ihtilaf konusu markanın, tüketici tarafından Batman karakteriyle ilişkilendirildiği hususunda tartışma bulunmamaktadır. İptal Birimi bu noktada Batman’in 1939’da yaratılışından beri yayımcısı DC Comics ile yakından ilişkili olduğunu belirtmiştir. Karakter’in uzun ömrü, kitap, çizgi roman, TV dizisi ve sinema filmi uyarlamaları göz önünde bulundurularak ilgili kamunun markadaki “yarasa sembolünü” tanıyacağı görüşü yerinde kabul edilmiştir. Batman kelimesi ve ona ait “yarasa sembolü”, kamu tarafından Bill Finger ve Bob Kane tarafından yaratılan çizgi karaktere yapılan gönderme şeklinde anlaşılmaktadır.
  • Hükümsüzlük talebi sahibine göre işaret, kamu tarafından bir ticaret markası olarak değil Batman karakterine ilişkin bir süsleme olarak algılanacaktır. Bu itibarla işaret, bir Batman kostümü giymeye, yani malın kullanım amacına gönderme yapmaktadır.
  • Fakat, marka sahibi, markayı, kendi franchise’ına ait mallar ile diğer firmalara ait malları ayırmak için kullandığını belirtmiştir. Birlik markası başka bir çizgi roman karakteriyle değil, Batman’le ilişkilendirilecektir ve bu sebeple doğal olarak ayırt edicidir. İptal Birimi, bu konuda marka sahibiyle aynı fikirde olmuş ve ihtilaf konusu markanın bir yarasanın doğal tasviri olmaktan öte yüksek derecede stilize edilmiş bir işaret olduğunu belirtmiştir.
  • Marka sahibi ayrıca, DC Comics’in, seksen yıla dayanan geçmişi düşünüldüğünde, dünyaca ünlü bir çizgi roman yayımcısı olmasından ve Batman dahil birçok ünlü süper kahraman karakterini içeren materyaller üretmesinden bahisle, bu yayınlar ve içerdikleri karakterler bakımından, Avrupa Birliği’nin geneli de dahil olmak üzere dünya çapında bilinir olduklarını iddia etmiştir. Batman ve sembolleri  DC Comics tarafından birçok eşya ve lisanslı tüketici ürünleri üzerinde ticari olarak kullanılmaktadır. Marka sahibine göre, 25. ve 28. sınıflardaki ilgili malların tüketicileri, yarasa ambleminin herhangi bir kullanımını, DC Comics’ten kaynaklanan bir kullanım ve/veya DC Comics ile olan bir ilişkiden kaynaklanan kalite göstergesi olarak algılamaktadır.
  • Her iki tarafça sunulan deliller de Batman karakterinin ortaya çıkışı ve tarihini açıklamakta ve onu yayımcısı DC Comics ile illişkilendirmektedir. Deliller, yarasa ambleminin mallar için tanımlayıcı olabileceğine işaret etmemektedir. Kaldı ki tüm atıflar Batman karakterinin Birlik dahil dünya genelindeki itibarını gösteren oldukça önemli ve bilinir kaynaklardan oluşmaktadır. Sonuç olarak İptal Birimi ihtilaf konusu Birlik markasının, marka sahibinin yoğun kullanımı nedeniyle ilgili kamu tarafından yalnızca DC Comics’in Batman karakteri ile ilişkilendirileceği ve başka herhangi bir çizgi roman veya süper kahraman hikayesi veya franchise ile ilişkilendirilmeyeceği sonucuna ulaşmıştır.
  • Bu durumda yarasa ambleminin kamu nezdinde bilinir olması ihtilafa konu markanın da ayırt edicilikten yoksunluk iddiası için bir temel oluşturmayacağı ortadadır. Hükümsüzlük talebi sahibinin bu iddiaları esas olarak Temyiz Kurulu’nun Pinokyo kararına dayanmaktadır. Ancak İptal Birimi’ne göre, marka sahibince de belirtildiği üzere “Pinokyo” kararı uyuşmazlığa uygulanabilir değildir. “Pinokyo”, çocuklara yönelik bir öykünün başlığı olup sadece bu öyküye referans eden bir ibare olarak “dile girmiştir”. Böylece marka özellikle bu öyküye atıfta bulunabilecek mallar bakımından hükümsüz kılınmıştır. Mevcut uyuşmazlıkta, marka yalnızca DC Comics’in Batman karakteriyle ilişkilendirilecektir. Zira hem görünüşte hem de davranışta onu halk tarafından tanınabilir kılan belirli özellikler taşıması, herhangi bir kurgusal karakterin özüdür. Mevcut uyuşmazlıkta tüketiciler ilgili malların marka sahibinin izniyle satışa çıkarıldığını varsayacaktır.
  • Kurgusal karakterin ‘yarasa amblemi’ taşıyan bir kostümle ilişkilendirilmesi, uyuşmazlık konusu markanın ihtilaflı malların özellikleri hakkında bilgi aktardığı anlamına gelmemelidir. Bir amblemin ticari marka olarak gerçek kullanımı, onun mallara veya ambalajlarına iliştirildiği anlamına gelir. Amblem ayırt edici olduğundan, tescil edilmemesi için yasal bir gerekçe yoktur. Markanın gerçek kullanımının değerlendirilmesi, bir geçersizlik gerekçesi değil, iptal gerekçesidir ve bu nedenle mevcut yargılamayla ilgisi yoktur.
  • Hükümsüzlük talebi sahibi ayrıca, markanın ürünlere eklendiğinde yalnızca dekoratif bir işlev göreceğini ve bu nedenle malların menşeinin bir göstergesi olarak algılanamayacağını ileri sürmüştür. İptal Birimi, markanın dekoratif bir işlevi yerine getirebilmesinin, herhangi bir ayırt edici özelliği reddetmek için tek başına yeterli olmadığını belirtmiştir. Tipik dekoratif öğeler, şeritler, noktalar ve/veya herhangi bir desen türü gibi tüketicilerin ortak kullanımları nedeniyle ayırt edemediği öğelerdir. Hükümsüzlük talebine konu markanın belirli özellikleri göz önüne alındığında, tüketicilerin markayı giyim eşyaları veya diğer herhangi bir tür mal üzerine basıldığında tamamen dekoratif olarak algılayacaklarını varsaymak için hiçbir neden yoktur. Dekoratif amaçlar için kullanılsalar bile, öğeler halk tarafından ayırt edici olarak kabul edilebilir ve bu nedenle ticari bir kökene işaret edebilir.
  • Hükümsüzlük talebi sahibi uyuşmazlık konusu markanın tanımlayıcı niteliğine ilişkin argümanları ayırt edicilik iddialarının tekrarından ibarettir ve itiraz edilen işaretin ayırt edici olmadığı varsayımına dayanmaktadır. Ancak, yukarıda görüldüğü gibi, marka İptal Birimi tarafından ilgili mallar için ayırt edici görülmüştür; bu nedenle, hükümsüzlük talebi sahibinin markanın tanımlayıcılığına ilişkin argümanı temelsiz bulunmuştur.

İptal Birimi’nin, 21 Mayıs 2020 tarihli kararında hükümsüzlük talebini reddetmesi üzerine hükümsüzlük talebi sahibi bu kararı temyiz etmiştir. Dosya, EUIPO 2. Temyiz Kurulu’nun önüne gelmiştir.

Hükümsüzlük talebi sahibi temyiz aşamasında önceki argümanlarını tekrar etmekle birlikte aşağıdaki iddialarda bulunmuştur:

  • Yarasa ambleminin, Batman kostümünün bir parçası olduğu, karakterin çıkışından beri açıkça ortadadır. Sembol ilgili kamu kesimince derhal, malların bir süsleme unsuru ve ürünlerin amacını veya özelliklerini belirten tanımlayıcı bir işaret olarak algılanacaktır.
  • Bir kostümün göğüs kısmındaki  markası kaynak gösterir şekilde değil, çizgi filmlerdeki orijinal Batman kostümünün bir kopyasının parçası olarak anlaşılacaktır.
  • Marka başvurusu hükümsüzlük talebinin yöneltildiği mallar bakımından kullanım sonucu ayırt edicilik (ikinci bir anlam) kazanmamıştır.
  • Marka sahibi, markasının doğrudan bir karakterle ilişkilendirmesini önlemek için hiçbir faaliyette bulunmamaktadır. Zira belirli durumlarda -markanın ticari kaynak olarak algılanmama ihtimali bulunduğunda- bu sembolleri kullanma zorunluluğu bulunmaktadır. Ancak marka sahibinin, bu zorunluluğa rağmen markasını TM ve ® sembolleri olmadan kullandığı görülmektedir.
  • Bu gibi durumlarda ürünler üzerinde kullanılanacak bazı ibarelerin/şekillerin marka hakkı gibi münhasır haklardan arındırılmış olması, kamu yararı gereğidir. Batman’in ünlü karakterinin telif haklarının sona ermesinden sonra herkes onun ünlü kostümüne gönderme yapan kostümler üzerinde uyuşmazlık konusu markayı kullanmakta özgür olmalıdır.

Marka sahibinin bu iddialara karşı yanıtları ise aşağıdaki şekilde olmuştur:

  • Yarasa ambleminde bulunan son derece stilize yarasa tasviri, doğası gereği ayırt edicidir ve marka sahibi tarafından mallarını diğer teşebbüslerin mallarından ayırmak için yaygın olarak kullanılmaktadır.
  • Tüketiciler yarasa amblemini marka sahibinin mallarını diğer eğlence franchise’larından ayıran bir özellik olarak görmektedir ve tüketicilere belirli mal ve hizmetlerin marka sahibi tarafından lisanslandığı bilgisi verilmektedir. Üçüncü kişiler yarasa amblemini giysiler üzerinde kullanmakta serbest olsaydı, bu durum marka sahibinin yarasa ambleminin kaynak gösterme işlevini (ve muhtemelen yatırım, reklam ve iletişim işlevlerini de) etkilerdi. Batman’in bir karakter olarak popülerliği, markayı geçersiz kılmamakta aksine kaynak gösterme işlevini güçlendirmektedir. Bu nedenle tüketiciler yarasa sembolünün kaynağını tanımakta ve DC Comics’in markası olarak güvenmektedir.
  • Markanın ayırt edicilikten yoksun olduğu düşünülse bile kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandığı sunulan delillerden anlaşılacaktır.

Temyiz Kurulu yukarıda özetlenen bilgi, iddia, delil ve dokümanların ışığında temyiz talebini incelemiş ve aşağıda belirtilen gerekçelerle talebi reddetmiştir:

  • Markanın Batman’in göğsündeki sembolle ilişkilendirileceği hususu tartışmasızdır. Ancak Batman karakteri her zaman yayımcısı DC Comics ile ilişkilendirilmiştir. Hükümsüzlük talebi sahibi, uyuşmazlık konusu markanın başvuru tarihinde piyasada marka sahibinden izin alınmadan kullanıldığına dair kanıt sunmamıştır.
  • Hükümsüzlük talebi sahibi, yarasa ambleminin bir kostüm üzerinde kullanılması durumunda kaynak gösterme işlevi sağlamayacak ve orijinal Batman kostümünün süslemesi olarak anlaşılacak kadar ünlü olduğuna dair iddialarını, Adalet Divanı’nın C-48/05 sayılı Opel kararına dayandırmaktadır. Bu iddia da yine, yarasa ambleminin diğer firmalar tarafından belirtilen mallar üzerinde kullanıldığı kanıtlanmadığı için Kurul tarafından dayanaksız görülmüştür.
  • Temyiz Kurulu’na göre Batman karakterinin popülerliği markayı geçersiz kılmamaktadır, aksine yarasa ambleminin kaynak gösterme işlevini güçlendirmektedir. Tüketiciler yarasa ambleminin kaynak gösterme işlevini tanımakta ve onun DC Comics’in markası olduğuna güvenmektedir.
  • Markanın ® sembolü ile birlikte ya da sembol olmadan kullanılmasının bir önemi yoktur. Zira bu sembolün kullanımı, müşterilere işaretin marka olarak kullanıldığına ilişkin bilgi verme amaçlıdır ve isteğe bağlıdır.

Yukarıda yer verilen tüm açıklamalar ve gerekçeler doğrultusunda EUIPO Temyiz Kurulu, tescilli markanın ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle hükümsüz kılınması yönündeki talebi reddetmiştir.

Kurul tarafından incelenen bir diğer husus da hükümsüzlük talebinin kapsamına yönelik sınırlandırmanın İptal Birimi tarafından kabul edilmemesi kararına karşı yapılan itirazdır.

Hükümsüzlük talebi başlangıçta 25. sınıftaki “şapkalar ve başlıklar; ceketler; gömlekler; sweatshirtler; tişörtler; kısa bluzler; eldivenler ve tek parmaklı eldivenler; pantolonlar; kostümler; terlikler; terlik çorapları; çoraplar; tangalar; sandaletler; ayakkabı ve botlar; kumaş kemerler.” ve28. sınıftaki “maskeler (spor için olanlar hariç); tuhafiye düğmeleri; tuhafiye eşyaları ve parti şapkaları” mallarına yöneliktir.

Hükümsüzlük talebi sahibi, talep tarihinden sonraki görüşlerinde incelemenin kapsamını aşağıdaki şekilde daraltmak istemiştir:

25. sınıf: Batman karakteriyle ilgili ve/veya Batman karakterini temsil edecek şekilde giyilmesi amaçlanan kostümler, tiyatro kostümleri, maskeli balo kostümleri, dans kostümleri, Cadılar Bayramı kostümleri, karnaval kostümleri, maskeli balo kostümleri, maskeler ve/veya tam elbiseler, başlıklar, korseler, pantolonlar, tulumlar, külotlu çoraplar, kemerler, ayakkabılar, galoşlar ve pelerinler.

28. sınıf: Batman karakteriyle ilgili ve/veya Batman karakterini temsil edecek şekilde giyilmesi amaçlanan maskeler, süs düğmeleri, kotilyonlar için eşyalar ve parti şapkaları.

Hükümsüzlük talebi sahibi her ne kadar talebin kapsamını daraltma hakkına sahip olsa da güncel uyuşmazlıkta sınırlanmak istenen terimler, İptal Birimine göre tescilli markanın kapsamı ile tam olarak örtüşmemektedir. Bu çerçevedeki İptal Biriminin kapsamdaraltmayı gerekli görmediği yönündeki değerlendirmesi Kurul tarafından yerinde bulunmuştur.

Kurul’a göre “baş giysileri” terimi, “şapkalar ve başlıklar”a kıyasla daha geniş bir kategoridir. Ayrıca marka 25. sınıftaki “korseler, pantolonlar, tulumlar, külotlu çoraplar, kemerler, galoşlar ve pelerinler”  ile 28. sınıftaki “kotilyonlar için eşyalar” için tescilli değildir. Bu sebeple bu mallar üzerinde hükümsüzlük talebinde bulunulamaz.

İkinci olarak, markanın yalnızca belirlenen mallar bakımından hükümsüz kılınması durumunda, daraltmada kullanılan ifadeler hukuki belirsizliğe yol açacaktır. Bir ürünün Batman karakteriyle ilgili olup olmadığının ve/veya Batman karakterini temsil edecek şekilde giyilmesinin amaçlanıp tasarlanmadığının tanımlanması özneldir ve malların açık ve kesin bir özelliği değildir. Bir bütün olarak “kostümler”in hükümsüz kılınması, Batman karakteriyle ilgilli ve/veya Batman karakterini temsil edecek şekilde giyilmesi amaçlanan belirli kostüm türlerinin hükümsüz kılınması ile kyaslandığında, hükümsüzlük talebi sahibinin lehinedir.

Bu sebeplerle İptal Birimi’nin incelemeyi talep formunda belirtilen mallar üzerinden devam ettirmesi de, Temyiz Kurulu’nca haklı bulunmuştur.


En nihayetinde, Temyiz Kurulu hükümsüzlük talebi sahibinin itirazlarını yerinde bulmamış, itirazı reddetmiş ve İptal Biriminin kararını onamıştır. Karar çıkartılan birincil sonuç, EUIPO’ya göre,  bir işaretin popüler kültürün ünlü figürlerinden olmasının tek başına bu işaretin ayırt edicilikten yoksun bulunması için yeterli bir sebep teşkil etmeyeceğidir.

Cansu ÇATMA BİLEN

cansucatma1@gmail.com

Melike Gülşah YARDIMCI

mgulsahyardimci@gmail.com

Aralık 2021