Ay: Eylül 2018

SON POZ; MARILYN MONROE FOTOĞRAFLARININ TELİFİ KİME AİT? (1)

 

1982 yılında basılmış The Last Sitting isimli kitapta ünlü fotoğrafçı Bert Stern olayları şöyle anlatıyor “1962 yılında Vogue (dergisi) benimle bir kontrat yaptı. Buna göre ben Vogue için yılda 100 sayfalık çekim yapacaktım, ve bunlardan başka kendim içinde ayrıca 10 sayfalık çekim yapma hakkım vardı. Kontrat uyarınca  bana bu çekimleri gerçekleştirmem için yeterli bütçe ayrıldı. Bir proje için Roma’ya giderken aklıma birden bir fikir geldi; “Marilyn Monroe’nun Vogue’da basılmış  harika bir fotoğrafı!”. Roma’ya varınca hemen New York’taki asistanım Vicki’yi aradım “Marilyn Monroe’nun ajansını  ara  ve  Marilyn bana Vogue için poz verir mi sor, ayrıca Vogue’un kütüphanesine gidip kontrol et bakalım daha evvel Marilyn’i fotoğraflamışlar mı” dedim. Vicki ertesi gün arayarak “Marilyn poz vermeyi kabul etti. Vogue’da fikrini onayladı, daha evvel Marilyn’i hiç fotoğraflamamışlar” dedi.

New York’a döndüğümde çekimleri Los Angeles ‘da ki Bel-Air otelinde yapmaya ve Marilyn’i “sadece Marilyn” olarak fotoğraflamaya karar verdim. İstediğim görüntüleri yaratmanın yolu bir illüzyon oluşturmaktan geçiyordu, Vogue’u aradım, “bana üzerinde geometrik desenler olan ama arkadaki cismi de gösteren (transparan) eşarplar bulabilir misiniz” dedim”.

Stern’in anlatımıyla hikaye işte böyle başlıyor …..Bert Stern bahsettiği fotoğrafları 1962 yılının Haziran ayında çekti, Marilyn Monroe ise bundan yaklaşık iki ay sonra  5 Ağustos 1962 günü  vefat etti. Conde Nast’ın sahibi olduğu Vogue dergisi bu çekimlerden 6 adet fotoğrafı 1 Eylül 1962 tarihli sayıda yayınladı.

Google görsellerde The Last Sitting diye ararsanız karşılaştığınız fotoğrafların çoğuna aşina olduğunuzu göreceksiniz çünkü bunlar gerçekten de Monreo’nun ikonik fotoğraflarıdır.  Monroe gibi döneminin en çok takip edilen yıldızı olan bir kadın bu çekimi sadece resimler Vogue’da basılacak diye mi kabul etmiştir sanıyorsunuz? Hayır, elbette ki burada Bert Stern faktörü de önemlidir. Bert Stern dünyaca meşhur bir fotoğrafçıdır, hem ticari hem de artistik sayısız fotoğraf çekmiştir ve bugün kimin çektiğini düşünmeden aşina olduğumuz sayısız ünlü fotoğrafı da ona aittir; fotoğrafını çektiği yıldızlar arasında Sophia Loren, Audrey Hepburn, Elizabeth Taylor ilk batında akla gelenler.

Hadi devam edelim hikayeye, bakalım eşarplar Stern’ın eline geçtikten ve Monroe ile Stern Bel-Air otelinde buluştuktan sonra neler olmuş. O Haziran ayında Stern, Monroe’yu 3 ayrı günde fotoğraflamış ve ortaya 2571 adetlik bir  fotoğraf serisi çıkmış! Bu fotoğrafların tümü kısaca The Last Sitting yani Son Poz olarak biliniyor. Aşağıda gün gün, Stern’in anlatımlarına dayanarak, fotoğrafların nasıl çekildiğini anlatayım size.

 

ÇEKİM GÜNÜ 1; EŞARPLAR, MÜCEVHERLER YADA HİÇBİRŞEY….

İlk günkü buluşmada sadece Stern ve Monroe var; Stern ışığı, mizanseni vs aklınıza gelen her şeyi bizzat ayarlıyor ve Monroe’yu değişik şeffaf  eşarplar arkasında, sahte mücevherlerle ya da bunların hiçbiri olmadan en saf haliyle görüntülüyor. Akabinde NY’a dönüp fotoları tab ediyor ve Conde Nast’ın direktörü Alex Liberman’a götürüyor. Liberman fotoğrafları çok beğeniyor, Vogue’un  bu fotoğraflardan basacağını söylüyor ama derginin Stern’den ayrıca siyah-beyaz moda fotoğrafları çekmesini de istediğini ekliyor. Akabinde Vogue, Monroe ile konuşarak yeni fotoğraf randevuları ayarlıyor.

 

ÇEKİM GÜNÜ 2; NARİN MARILYN, ZARİF MARILYN ve  MODA POZLARI

İkinci çekim gününde Stern otelde üç odalı bir suit tutuyor, çekim boyunca tüketmek içinde içecekler ayarlıyor (içecekten kasıt kasalarca Dom Perignon ve  Chateau Lafite-Rothschild yalnız). Bu kez Vogue Stern’ın yanına bir kuaför ve derginin editörlerinden Babs Simpson’u da gönderiyor.  Stern diyor ki “Vogue’un bu kişileri benimle göndermesi işin ciddileştiğini gösteriyordu. İlk çekimleri yaparken neyi nasıl istiyorsam yapmama hiç karışmadılar, ama şimdi benim (iyi) bir iz üstünde olduğumu fark etmişlerdi  ve hedefledikleri şeyi alacaklarından emin olmak istediler. Simpson ve ben daha evvel de defalarca birlikte çalışmıştık, onu özellikle seçtiklerinden emindim çünkü  Babs beni en yüksek derecede yaratıcılığımı göstermeme imkan verecek derecede serbest bırakan ama aynı zamanda kontrolü de bir şekilde elinde tutan biriydi”

Elbette ki öyle! Dünyanın en önemli moda-yaşam ve güzellik dergilerinden birinin direktörü olan Liberman’ın ve Vogue ekibinden fotoğrafları gören diğerlerinin ellerindeki cevheri fark etmemesi mümkün mü? Bunların büyük ses getirecek fotoğraflar olacağını anladıkları kesin. Simpson o gün Monroe’nun poz verirken giyeceği elbiseleri de yanında getiriyor. O gün çekilen fotoğraflar “moda pozları” olarak anılıyor. Monroe bu fotoğraflarda son derece elegan, zarif, naif ve bugün hatırlanan imajından bambaşka bir halde, deyim yerindeyse,  “uslu” görünüyor. Ben, görece daha az biliniyor olsalar da, bu fotoğrafları çok beğeniyorum ama Stern o günkü çekimden çok da mutlu olmamış, zira diyor ki ”bu pozlar benim orijinal fikrimin tam tersine gitmek anlamına geliyordu. Vogue, Marilyn’i güzel elbiseler içinde görmek istedi. Halbuki ben tam tersini düşünüyordum, Marilyn bu değildi.”

Çekim tamamlandıktan sonra Monroe bu kez Vogue’un kabul etmediği giysiler içinde Stern’e poz vermeye devam etmeye karar veriyor ve Stern, Babs Simpson’u odadan çıkarıyor. Stern anlatısında diyor ki “odada yalnızdık. Saçın nasıl taranacağını veya hangi elbisenin giyileceğini söyleyen kimse yoktu yanımızda. Marilyn bana dönüp dedi ki “ne yapmak istiyorsun?”. O noktada Stern kendi kafasında Monroe’yu nasıl görmek istiyorsa ona göre özgürce deklanşöre basmaya başlıyor.

 

ÇEKİM GÜNÜ 3; SADECE MARILYN. DEKLANŞÖRE BASTIM, VE O BENİMDİ

İki gün sonra Monroe ve Stern Bel-Air oteline üçüncü çekim için dönüyorlar. Stern , o gün aklında ne şekilde çekim yapılacağına dair bir imaj olmadığını söylüyor ama hatırladığı şu “bu , tıpkı Steichen’in çektiği (Greta) Garbo fotoğrafı gibi, sonsuza kadar yaşayacak bir siyah beyaz fotoğraf olacaktı”. Otele vardıklarında Stern asistanına, kuaföre ve Simpson’a direktifler vererek istediği pozu çekmek için gerekli ortamı sağlıyor ve fotoğrafı yukarıdan bir noktadan çekiyor. Daha sonra diyor ki “istediğim şeyi gördüm, deklanşöre bastım ve o benimdi”.

Stern NY’a dönerek stüdyo asistanı olan Gar’a fotoğrafların tab edilmesi konusunda süpervizörlük yapıyor. “Gar fotoğrafların nasıl benim sevdiğim gibi tab edileceğini bilirdi ve ben ona paranın satın alabileceği en iyi karanlık odayı kurmuştum“. Karanlık odada çalışırlarken Vogue’dan arıyorlar ve Monroe’nun çekilen bütün fotoğrafları onayladığını bildiriyorlar. Bunun üzerine Stern 30 tane fotoyu seçiyor ki bunların arasında en önemsediklerinden biri olan Monroe’nun sadece başının göründüğü poz da  var. Birkaç hafta sonra Vogue bu fotoğraflardan altı tanesini Eylül sayısında basıyor, Stern basılmak için seçilen fotoğrafları ilginç buluyor çünkü  fotoğrafların tümünde Monroe siyah giysiler içinde, giysiler ve arka planlar karanlık, resimlerde elegan bir kalite var;  Stern’e göre fotolar tuhaf ve ürkütücü çünkü Marilyn hayattayken çekilmiş ama adeta Marilyn’in  ölümünün sinyali gibi.

Şimdi; bu kadar önemli fotoğraflar, en azından bir kısmı, daha o tarihlerde Stern hayattayken ABD Telif Hakları Ofisi’nde tescil edilmiştir diyorsunuz değil mi? Hayır öyle bir şey olmuyor.

1980 yılına gelindiğinde Stern bir yayınevi ile fotoğrafların bir kısmının kitap formunda basılması için sözleşme imzalıyor. Sözleşmede Stern “eserlerin (fotoğrafların) tek hak sahibi” olarak geçiyor ve fotoğrafların 3. Kişilerin hakkını ihlal eder bir vasfı olmadığı belirtiliyor. Kitap, “The Last Sitting” adıyla 1982 yılında basılıyor, içinde 100 fotoğraf yer alıyor, kitap aynı yıl ABD telif ofisine tescil ettiriliyor ve Stern kitabın içindeki fotoğrafların sahibi olarak belirtiliyor.

Kitap basılmadan kısa süre önce Vogue kitaptan seçilecek bazı resimlerin ve metinlerin dergide ön yayın hakkını alarak 1982 yılı Eylül sayısında yayınlıyor.

1992 yılında Stern bu kez bir Avrupalı yayıncıyla anlaşıyor. Bu anlaşma neticesinde “Marilyn Monroe; The Complete Last Sitting” isimli kitap  basılıyor ki bunun içinde 2.571 resmin tamamı var ,ama kitap için ABD’de telif tescili yaptırılmıyor.

Takip eden yıllarda Stern NY’da sergiler açıyor , bir galeri aracılığıyla yada kendisi fotoğrafların bazılarının çoğaltılmış nüshalarını satıyor, ayrıca bazı fotoğrafların kitaplarda filmlerde vs kullanılmasına izin veriyor ki bu izin verdikleri arasında Conde Nast’a ait Vanity Fair gibi dergilerde var.

1997 yılında Stern Conde Nast’a ait Allure dergisinde seriden tek bir fotonun izinsiz basıldığından bahisle telif hakkı ihlali davası açıyor,  ancak daha sonra kendisine ufak bir telif ücreti ödenmesi karşılığında davasından vazgeçiyor. Bu dava sırasında taraf avukatları arasında bazı yazışmalar oluyor , Conde Nast’ın avukatı yazdığı bir mektupta “Stern bu fotoların telif hakkının kendisine ait olduğunu iddia ediyor ama  1982 tarihli kitapta bizzat kendisi Conde Nast ile bir kontrat yaptığını söylüyor. Bizim elimizde   böyle bir kontrat yok, bu durumda 1962 yılında geçerli Telif Yasası uyarınca  telif haklarının  Conde Nast’a ait olması mümkün. Elinizde sözleşme varsa derhal sunun ” diyor. Stern’in avukatı cevabında ellerinde böyle bir sözleşme olmadığını, telifin ise Stern’e ait olduğunu söylüyor.

Stern 2013 yılında ölüyor.

 

2016 yılına geldiğimizde  New York Güney Bölgesi Mahkemesi’nin önüne bir dava geliyor. Bu davada taraflar ve  iddiaları şöyle;

Davacılar: Bert Stern adına kurulmuş vakfın temsilcisi olarak Stern’in eşi ve Stern’in prodüksiyon şirketi BSP Production (BSP).

Davacılar; fotoğrafların telif hakkı  Stern’e aitti ve onun ölümünden sonra haklar bize geçti, davalılar bazı fotoğrafları orijinal haliyle ya da modifiye ederek izinsiz şekilde çoğaltıp Amazon-EBay gibi platformlarda satarak telif hakkı ihlalinde bulundu, bu durum tespit edilsin ve ayrıca bize tazminat ödensin diyorlar.

Davalılar:  Lisa Lavender ve Lynette Lavender  (Lavenderler).

Lavenderler de bir karşı dava açarak diyor ki; BSP EBay’e ihtarname gönderdi ve orada sattığımız fotoğrafların telif hakkı ihlali anlamına geldiğini söyledi, bizi yanlış tanıttı ve itibarımızı sarstı. Bu fotoğrafların telif hakkı Conde Nast şirketine aittir, Bert Stern hiçbir zaman telif hakkı sahibi olmadı  çünkü fotoları  ücret karşılığında Conde Nast’ın sahibi olduğu Vogue dergisi için çekmişti. Hem zaten bir an için telifin Stern’e ait olduğu varsayılsa dahi, Stern hayattayken bir çok fotoğrafı bize hediye etmiş ve bunların bizim tarafımızdan çoğaltılmasına, üzerlerinde değişiklik yapılmasına, satılmasına vs. izin vermişti.

Sonra ne oluyor peki? Onun için ikinci yazıyı beklemeniz gerekecek. Çünkü bugün sizinle paylaşmaya başladığım New York Güney Bölgesi Mahkeme kararı 51 sayfaydı. Ne kadar kısa tutmaya çalışsam da neticede ortaya 8 sayfalık bir yazı  çıktı. Ben de bunun üzerine yazıyı bölüp iki ayrı günde yayınlamaya karar verdim.

Hikaye şimdilik bu kadar yani. Arkası yarın!

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Eylül 2018

Yarışlarda Bir Gün: Yarış Atlarının İsimlerinin Tescili Koşulları ile Marka Ret Nedenleri Arasındaki Benzerlikler

 

Queen grubunun 1976 yılında piyasaya sürdüğü “Yarışlarda Bir Gün (A Day at the Races)” albümü, şarkıların konusunun at yarışlarında geçtiği tematik bir albüm değildir. Albüm adını, tıpkı bir önceki “Operada Bir Gece (A Night at the Opera)” albümünde olduğu gibi “Marx Kardeşler (Marx Brothers)” tarafından çekilmiş bir sinema filminin adından almaktadır.

 

 

Cumartesi gününü üniversiteden arkadaşlarımla Ankara Hipodromu’nda at yarışı izleyerek geçirdiğim için ve bu yazının, az sonra gireceğim, ana konusu yarış atlarıyla ilgili olduğundan, aklıma hemen gelen “Yarışlarda Bir Gün” albümünü anarak yazıya başlamak istedim. Konuya girmeden önce tüm okurlara bir gün hipodromda at yarışı izlemelerini öneririm; canlı ve eğlenceli bir ortamda yiyerek, içerek ve yarış izleyerek iyi vakit geçireceğinizden hiç şüpheniz olmasın.

 

 

Son dönemlerde marka başvurularının reddedilmesi kararlarına karşı yapılan itirazlarda öne sürülen başlıca argümanlardan birisi, marka olarak tescil edilebilecek anlamlı kelimelerin tükendiğini ve başvuru sahiplerinin çaresizce var olan markalara yakın kelimeleri marka olarak seçtikleridir. Anlamlı tek sözcüklerden oluşan markalar bakımından bu argümanın büyük oranda doğru olduğunu kabul etmek yerinde olacaktır. Buna karşılık, marka seçiminde yaratıcılık ve sınırlar, anlamlı tek bir kelimeden oluşan markalarla sınırlı değildir. Yaratıcılığın sınırlarının bulunmadığının kanaatimizce en önemli göstergelerinden birisi ise yarış atlarının isimleridir.

İlginiz olsun ya da olmasın mutlaka bir gün at yarışı izlemiş veya bir yarış gazetesine göz atmışsınızdır.

 

 

Yarış gazetesinde rastladığınız at isimleri mutlaka dikkatinizi çekmiş olmalıdır. Kendi adıma yarış atlarının isimlerine göz attığımda, bu nasıl bir yaratıcılık sorusu anında aklıma geliyor. Google’da yarış atı isimleri şeklinde bir sorgulama yapmanızı ve Ekşi Sözlük’te konu için açılan başlığı (https://eksisozluk.com/yaris-ati-isimleri–269012) incelemenizi öneririm, isimlerdeki yaratıcılığa hayran kalacağınıza eminim. Yarış atları için isimlerinin neye göre seçilip kaydedildiği ise ortaya çıkan ikinci soru oluyor. Dolayısıyla da bu sorunun yanıtının araştırılması IPR Gezgini için vazife olarak ortaya çıkıyor.

Yarış atlarının isimlerinin seçimi ve kaydı konusundaki düzenleme, Türkiye Jokey Kulübü (TJK)’nün internet sitesinden erişebileceğiniz 2011 tarihli “SAFKAN ARAP VE İNGİLİZ ATLARININ SOY KÜTÜĞÜ, KAYITLARI, İTHALAT VE İHRACATI HAKKINDA YÖNETMELİK”te yer almaktadır (http://medya.tjk.org/medyaftp/pdf/Soy_Kutugu_Yonetmeligi.pdf). Bu düzenlemeyi incelediğimizde aklımıza ister istemez marka tescilinde ret nedenleri geldi, çünkü her iki düzenleme de şaşırtıcı benzerlikler içeriyor.

Yönetmeliğin “Soykütüklerine Kaydedilecek Atlara İsim Verilmesi” başlıklı 19. maddesi takip eden düzenlemeleri içermektedir:

(1) Soy kütüğüne kaydedilecek İngiliz tayların, ana ve baba isimleri esas alınarak Safkan İngiliz Atı Soy Kütüğüne isimsiz olarak kayıtları yapılabilir. Ancak, tayın iki yaşını doldurduğu yılın son gününe kadar, at sahipleri tarafından tayın isminin tescil ettirilmesi zorunludur.

(2) Safkan Arap atlarında ata verilecek ismin tescil belgeleriyle birlikte yazılarak Bakanlığa gönderilmesi mecburîdir. Safkan Arap atları isimsiz olarak tescil edilemez.

(3) Verilecek isimler, boşluklar dahil safkan Arap atlarında yirmi yedi harf, İngiliz atlarında on sekiz harfi geçemez. Tescil ettirilen isim değiştirilemez.

(4) İsim verilirken;

a) Kullanılması korumaya alınmış ve yasaklanmış,

b) Kullanılma hakkı mahfuz olan,

c) Karışıklığa sebep olabilecek veya dini ve sosyal nedenlerle kullanılması uygun olmayan,

ç) Ticarî ve reklam maksadı ile kullanılmak istenen,

d) Kendisi ya da yakınlarınca izin verilmedikçe kişilerin adları olan, isimlerin kullanılmamasına dikkat edilir.

(5) Yaşayan atların tescil edilmiş isimleri, bu isimlere yazılış ve okunuş yönünden benzerlik gösteren isimler ve aygır isimleri ölümlerini takip eden on beş yıldan önce, kısrak isimleri ölümlerini takip eden on yıldan önce, diğer atların isimleri ise ölümlerini takip eden beş yıldan önce kullanılamaz.

(6) İsimlerin başına ve sonuna rakam konulamaz.

(7) İthal atların isimlerinin, yukarıda belirtilen şartlara aykırılık teşkil etmesi durumunda, isimlerin kayıtlı olduğu ülke soy kütüğü otoritesi ile mutabakata varılarak Bakanlıkça isimleri değiştirilebilir.


Yarış atı isimlerine yönelik düzenlemenin, 6769 sayılı Kanun kapsamında düzenlenmiş marka ret nedenleriyle benzerlikleri nedir diye soracak olursanız, gözümüze çarpanları kısaca aşağıda sıralayalım:

(1) Kullanılma hakkı mahfuz olan yani, başka atlara verilen isimlerin, yeni bir yarış atı ismi olarak kullanılması mümkün değildir. Aynı düzenleme önceden tescilli markaların aynısının tescil edilemeyeceği hükmü çerçevesinde marka mevzuatında da karşımızdadır.

(2) Karışıklığa sebep olabilecek isimler kullanılmaz, bundan anladığımız da başka yarış atı isimleriyle aynı olmasa da benzer olan isimlerin yeni bir yarış atının ismi olarak kullanılamayacağıdır. Bu düzenleme de karıştırılma ihtimalinin karşılığı değil midir?

(3) Dini veya sosyal nedenlerle kullanılması uygun olmayan isimler yarış atlarına verilemez; bunun karşılığı da bizce marka mevzuatında düzenlenmiş dini, tarihi, kültürel değerler veya kamu düzenine – genel ahlaka aykırı olmayan markaların tescil edilemeyeceği hükmüdür.

(4) Kullanılması korumaya alınmış veya yasaklanmış isimler yarış atlarına verilemez; sanırız ki bunun eşdeğeri de koruma altına alınmış işaretlerin tescil edilemeyeceği yönündeki marka mevzuatı hükmüdür.

(5) Kendisi ya da yakınlarınca izin verilmedikçe kişilerin adları olan isimlerin yarış atı olarak kullanılmamasına dikkat edilir; bu kez nispi ret nedenleri kapsamında düzenlenen eşdeğer Tescil başvurusu yapılan markanın başkasına ait kişi ismini, ticaret unvanını, fotoğrafını, telif hakkını veya herhangi bir fikri mülkiyet hakkını içermesi hâlinde hak sahibinin itirazı üzerine başvuru reddedilir.” hükmü aklımıza geliyor.

(6)Yaşayan atların tescil edilmiş isimleri, bu isimlere yazılış ve okunuş yönünden benzerlik gösteren isimler ve aygır isimleri ölümlerini takip eden on beş yıldan önce, kısrak isimleri ölümlerini takip eden on yıldan önce, diğer atların isimleri ise ölümlerini takip eden beş yıldan önce kullanılamaz.” hükmü de bize yenilenmemiş (yani ölmüş) olsa da, itiraz halinde yeni başvuruların reddedilmesine gerekçe olabilecek markalar içerikli ret gerekçesini hatırlatıyor.

(7) Marka mevzuatında karşılığı olmasa da, “Ticarî ve reklam maksadı ile kullanılmak istenen isimlerin yarış atlarına verilemeyeceği” yönündeki hüküm de kanaatimizce dikkat çekicidir. Böylelikle, bir markayı karalama amaçlı kullanımlar, örneğin girdiği her yarışta finişi göremeyecek derecede kötü bir ata “Coca Cola” isminin verilmesi suretiyle markanın itibarının zedelenmesi veya şampiyon olma potansiyeli olan bir ata, sponsor bir markayla aynı ismin verilmesi suretiyle markanın reklamının yapılması engellenmektedir.


Şaşırtıcı öyle değil mi? En azından ilk okuduğumda bana öyle gelmişti.

Yarış atı isimlerinin neden bu kadar özgün ve yaratıcı olduğu hususunda, sanırım okuyucularımız (tıpkı bende olduğu gibi) bir aydınlanma yaşamıştır diye düşünüyorum.

Bunları okuduktan sonra daha da meraklandım ve yurtdışındaki düzenlemeler nasıldır acaba diyerek araştırmaya giriştim. Konu hakkında en çarpıcı ve detaylı düzenlemeye Avustralya’da rastladım. İtiraf etmeliyim ki, Avustralya’daki düzenleme bizdeki çoğu kanun veya yönetmelikten daha açık ve detaylı hükümler içeriyor.

Avustralya Yarış Atı Sicil Otoritesi, yarış atlarının isimlerini hem tescile hem de iptal etmeye yetkilidir. Yukarıda Türk uygulamasında karşılaştığımız ret nedenlerinin tamamı Avustralya’da mevcut olduğu gibi, orada yarış atlarının isimlerini tescil etmemek için farklı gerekçeler de mevcuttur. Örneğin okunması veya telaffuzu zor olan isimler, sadece rakamlardan veya yazılışlarından oluşan isimler, FBI, UFO, X RAY gibi yaygın kullanımı olan kısaltmalar, tescilli markalar veya şirket isimleri, vd. yarış atlarına isim olarak verilemez (Detaylar için bkz.: http://www.racingaustralia.horse/RoR/Forms/Horse_Naming_Policy.pdf?id=2).


İlaveten, Türkiye Jokey Kulübü’nün internet sitesinde yer alan Yarış Atı İsmi Sorgulama motorunun da bağlantısını vereyim. Belki birkaç sorgulama –  araştırma yapmak istersiniz. (http://www.tjk.org/TR/YarisSever/Query/Page/Atlar?QueryParameter_OLDUFLG=on)

 

 

Han Solo, Dexter, Doctor House, Gandalf, Aragorn, Legolas, Jon Snow, Arya Stark gibi aklınıza gelen ne kadar popüler kurgu karakter adı varsa, hepsi Türkiye’de bir yarış atının tescilli ismi durumunda.


Biraz da zihin jimnastiği yapalım:

En sevdiğim kurgu karakterlerden birisi olan “Arya Stark” şu anda Türkiye’de üç yaşındaki bir yarış atının adı olarak tescilli.

 

 

“Taht Oyunları” kitap serisinin veya dizisinin hak sahipleri TJK nezdinde bu ismin tesciline karşı itiraz edebilir mi? Keza “Arya Stark” tüm yarışları kaybeden bir sütçü beygiri olabilir ve bu da kahraman Arya’mızın dünya çapındaki namını zedeleyebilir.

Veya tam tersi durumda, “Arya Stark” isminin marka olarak tescili için kitap ve dizinin hak sahipleri Türk Patent ve Marka Kurumu’na başvuruda bulunurlar ve mesela hediyelik figürleri, yani at figürlerini de kapsayan bu başvuruya karşı, yarış atı “Arya Stark”ın sahipleri itiraz edip “Bizim atımız çok başarılı onun hediyelik eşyalarını piyasaya süreceğiz, bakın yarış atı sicilinde de 3 yıldır tescilliyiz.” derlerse ne olacak? (Sanırım bu iş dönüp dolaşıp Kurum uzmanı olarak benim de önüme gelebilir.) 

Sizler ne dersiniz? Bu tip durumlar oluşabilir mi ve yorumunuz her iki durum için ne yönde olur?


Yarışlarda bir gün geçirince konu nereye kadar gitti. Doğrusu ben şaşkınım ulaştığım bu noktadan.

Queen’in “A Day at the Races” albümünü anarak başlamıştık, albümdeki en sevdiğim şarkıyla bitireyim.

 

 

Yazarken oldukça keyif aldım ve öğrendikçe şaşırdım, umarım sizler de okurken, biraz da olsa, aynı hislere kapılmışsınızdır.

Önder Erol ÜNSAL

Eylül 2018

unsalonderol@gmail.com

AIPPI Turkey’den Marka, Tasarım ve Patent Uluslararası Başvuru Eğitimleri Dizisi

Fikri Mülkiyet Hakları Koruma Derneği (AIPPI Turkey), 15-19 Ekim 2018 tarihlerinde İstanbul’da, marka, tasarım ve patent konularında uluslararası başvuru ve tescil sistemlerinin detaylı tanıtımına yönelik bağımsız modüllerden oluşan 3 ayrı eğitim düzenleyecek.

 

 15 Ekim tarihinde Uluslararası Marka Başvuru ve Tescil Prosedürleri – Madrid Sistemi Eğitimi ile başlayacak seminerler dizisinde, ikinci gün 16 Ekim tarihinde Uluslararası Tasarım Başvuru ve Tescil Prosedürleri – Lahey Sistemi Eğitimi gerçekleştirilecek. 17-18 Ekim tarihlerinde ise EPO Başvuru Prosedürleri ve Asli Hukuk Temelleri Eğitimi ile seminer dizisi sona erecek.

 

 

http://ipacademy.aippiturkey.org/main/course-detail/5 adresinden program detaylarının, eğitimcilerin, katılım koşullarının ve eğitim programının yerinin görülmesi mümkündür.

 

 

İlgilenenlerin “Tarihi Not Etmesi” bizce yerinde olacaktır.

 

IPR Gezgini

Eylül 2018

iprgezgini@gmail.com

Bilmem Gereken Bir Şey mi Var? Alıcı ve Satıcılar için Online Pazaryeri (İnternet Sitesi) Sağlama Hizmetleri Ne Ola ki?

 

HAYIR: 80’ler hayranı değilim, tersine o yılları estetik düşmanlığının doruk noktası olarak görür ve kendimi stil ve zevk olarak daha çok 90’lar insanı olarak tanımlarım.

EVET: 80’lerin çok fazla güzel yönü vardır ve bunlardan birisi de Duran Duran’dır. Çoğu insan Duran Duran’a boyband’lerin atası olarak baksa da, grup benim için deha sahibi ve ilham vericidir.

Fikri mülkiyet bağlantısına çok sevdiğim bir Duran Duran şarkısından geçeceğiz.

“Is there something I should know? (Bilmem gereken bir şey mi var?)”, grubun tarzını yansıtan en güzel şarkılardan birisidir ve nakarat kısmında şu sözler geçer:

Please, please tell me now – Lütfen, lütfen bana şimdi söyle
Is there something I should know? – Bilmem gereken bir şey mi var?
Is there something I should say? – Söylemem gereken bir şey mi var?
That would make you come my way – Benim yolumu izlemeni sağlamak için

Şarkı da aşağıda buyurun dinleyin.

 

 

Yaptığım işe kafa yorar ve anlamadığım şeyleri sorgulamayı tercih ederim. Anlamadığım konularla karşılaşınca da aklıma “Bilmem gereken bir şey mi var?” sorusu ve şarkısı gelir. Anlamadığım meselelerden birisini de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Marka Sınıflandırma Tebliği’nin 35. sınıfının ilk grubunda aşağıdaki hizmetlerle karşılaşırız (koyu renkli kısma konsantre olun lütfen):

“Reklamcılık, pazarlama ve halkla ilişkiler ile ilgili hizmetler, ticari ve reklam amaçlı sergi ve fuarların organizasyonu hizmetleri, reklam amaçlı tasarım hizmetleri; alıcı ve satıcılar için online pazaryeri (internet sitesi) sağlama hizmetleri.

Alıcı ve satıcılar için online pazaryeri (internet sitesi) sağlama hizmetleri.” sanırım ki şu anlama geliyor; internette bir site kuruyorsunuz ve orada alıcı ve satıcılar bir araya geliyor.

Peki, ne için?

Alıcı ve satıcılar herhalde internette sohbet etmek, tanışmak, bir gönül ilişkisine başlamak veya eğitim amaçlarıyla değil; satıcılar açısından mallarını veya hizmetlerini alıcılara sunmak, alıcılar açısından da mal veya hizmetleri görmek, bunlar arasından da varsa kendilerine en uygun olanı seçmek için bir araya geleceklerdir.

Bir diğer deyişle, ortada mal veya hizmetin alıcıya sunumu yoluyla alıcının alım gerçekleştirmesini sağlamak amacı olmadığı sürece Alıcı ve satıcılar için online pazaryeri (internet sitesi) sağlama hizmetleri.” anlamlı bir hizmet tanımı olmayacaktır.

Eğer birisi, Alıcı ve satıcılar için online pazaryeri (internet sitesi) sağlama hizmetleri.”yle kast edilen, böyle bir sitenin elektronik altyapısını oluşturmak veya siteyi hazırlamaktır derse, bu durumda hizmetin 35. sınıfta değil, 42. sınıfta yer alması gerektiğini peşinen belirtelim.

Bu noktada 35. sınıfın son grubuna gidiyoruz:

“Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için malların …( Bu kısımda mal veya mal grubu belirtiniz.)… bir araya getirilmesi hizmetleri (belirtilen hizmetler perakende, toptan satış mağazaları, elektronik ortamlar, katalog ve benzeri diğer yöntemler ile sağlanabilir).”

Peki, bu hizmet nedir?

Satıcılar, bir takım malları alıcılara perakende, toptan satış mağazaları, elektronik ortamlar, katalog ve benzeri diğer yöntemlerle sunarlar ve alıcılar da bu malları inceleyerek kendileri için uygun olanı araştırırlar. Dilerlerse alırlar, beğenmezlerse veya kendilerine uygun değilse de almazlar. Kısaca bu gruptaki hizmetler satışa sunum hizmetleridir, satış hizmetin bir parçası değildir; yani bu hizmet grubu kısaca malların satışa sunumu hizmeti olarak tanımlanabilir.

Satışa sunum hizmetin tanımından da görüleceği üzere perakende, toptan satış mağazaları, elektronik ortamlar, katalog ve benzeri diğer yöntemlerle sağlanabilir. Bir diğer deyişle bir online pazaryeri (internet sitesi) aracılığıyla satışa sunum gerçekleştirilebilir.

Soru bu noktada geliyor?

Alıcı ve satıcıları bir internet sitesi aracılığıyla bir araya getirdiğiniz Alıcı ve satıcılar için online pazaryeri (internet sitesi) sağlama hizmetleri.” ile bir internet sitesi aracılığıyla da verebileceğiniz “Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için malların …( Bu kısımda mal veya mal grubu belirtiniz.)… bir araya getirilmesi hizmetleri.” arasında amaçları bakımından nasıl bir farklılık vardır? Bu hizmetler aynı tür ve daha ötesinde aynı hizmetler değil midir?

Benim için bu sorunun yanıtı; her ne kadar farklı ifadelerle yazılmış olsalar da her iki hizmetin de aynı olduğu, dolayısıyla da farklı değil aynı gruplarda yer almaları gerektiği yönündedir.

Bu aşamada da “Bilmem gereken bir şey mi var? (Is there something I should know?)” sorusu ve şarkısı benim aklıma geliyor. 

Sizler ne dersiniz: Sizce bu hizmetler aynı veya aynı tür hizmetler değil midir veya aksi fikirdeyseniz, aralarındaki farklılık nedir?

Bilmem gereken bir şey mi var?

Önder Erol ÜNSAL

Eylül 2018

unsalonderol@gmail.com

 

 

GLEISSNER YİNE SAHNEDE! BİRLEŞİK KRALLIK’TAN MANGO v. YANGO KARARI

 

Hepinizin geçmiş bayramı kutlu olsun, umarım tatilde güzelce dinlenebilmişsinizdir. Beni sorarsanız, tatilde durup dururken aklıma şöyle sorular düştü: “Michael Gleissner nerelerde? Hiç sesi soluğu çıkmıyor, acaba gene hangi Marka-Patent Kurumları nezdinde kimlerle düello içinde?”  

Eve dönüp araştırma yapınca gördüm ki kendisine bağlı şirketlerden biri yakın zamanlarda İngiltere’de yine bir karara konu olmuş, ancak bu anlatacağım meselede son gülen Gleissner olmuş.

Michael Gleissner kimdi diyenlere ufak bir hatırlatma, kendisi hakkında Şubat ayında bir yazı yazmıştım:  https://iprgezgini.org/2018/02/01/yetenekli-bay-ripley-catch-me-if-you-can-bu-yazida-gecen-isimleri-aklinizda-tutun-cunku-bir-gun-sizin-de-karsiniza-cikabilir-sonra-ozlem-soylememisti-bilmiyordum-demeyin/  Malum, Gleissner birkaç yıldır Fikri Mülkiyet camiasında “meşhur” olmuş bir kişi.

Şimdi anlatacağım ihtilafta olaylar şöyle:

I– İngiltere’de YANGO International Limited isimli şirket Birleşik Krallık Marka ve Patent Ofisi’ne (UKIPO),  YANGO kelime markasının 03,14,16,25,26,38 ve 41. Sınıflarda tescili için başvuru yapıyor. Başvuru incelemeyi sorunsuz geçip ilana çıkıyor.

II– İlan üzerine  MANGO markalarının sahibi Consolidated Artists B.V. şirketi itiraz ediyor. Dayandığı markalar şunlar:   

 1. Marka: EUIPO nezdindeki 9850785 numaralı 

 

2. Marka: EUIPO nezdindeki 13453576 numaralı 

3. Marka: Önceden tescilli olmayan MANGO kelime markası. İtiraz eden bu tescilsiz markayı 01/01/2000 tarihinden beri Birleşik Krallık’da 09,14,18,25. sınıflara giren mallar ve bunların perakende satışa sunumu hizmetleri için kullandığını, markasının meşhur olduğunu ileri sürüyor.

İtiraz edene göre YANGO kendi markalarına benziyor, tüketiciyi karıştırma yoluyla yanıltacak ve itiraz edenin markasına da zarar verecek.

Başvuru sahibi verdiği cevapta sadece iddiaların hiçbirini kabul etmediğini söylüyor. İtiraz sahibi dosyaya delil sunarken, başvuru sahibi hiçbir delil sunmuyor.  

Netice: İtiraz reddediliyor! Ret kararını veren uzman şöyle diyor:

Bence tüketiciler bu markaları, markaları taşıyan mal/hizmetlerin kaynağını karıştırmaz ve  bunları birbiriyle bağlantılı görmez. Evet MANGO ve YANGO kelimeleri beşer harften oluşuyor ve bunlardaki dört harf (ANGO) ortak, fakat baştaki ilk harflerin farklı olması işaretleri görüntüsel, okunuş ve kavramsal açılardan farklılaştırıyor. 

YANGO yaratılmış bir kelime. Ancak MANGO’nun bilinen bir anlamı var; tropikal bir meyve/ağaç. İtiraz edenin 3. markası düz halde yazılmış bir kelime markası ve bu marka 1.ve 2. Markalara göre YANGO markasına daha çok benziyor (yazılış-görünüm olarak). Fakat MANGO-YANGO arasında ki bu anlam/konsept farklılığı karşısında ileri sürülen iddiaları kabul etmek mümkün değil.

İtiraz edenin 2. markasındaki MAN kelimesi yüzünden ben incelemeyi itiraz edenin 1. markası üstünden yapacağım çünkü 1. marka YANGO’ya daha benzer duruyor.


 

ile YANGO karşılaştırıldığında: 

a- Genel görünüm olarak YANGO yaratılmış (uydurma) bir kelime. İtiraz edenin markasının ise sözlüklerde yer alan bir anlamı var + tabii ki aslolan kelimenin kendisi ama yazılışta harflerdeki kesikler biçiminde boşluklar bulunması göz ardı edilecek bir unsur değil ve genel görünümü etkiliyor, itiraz edenin markası figüratif.

 b- Görünüş olarak ben markaları en fazla orta derecede benzer buluyorum. Tüketiciler markanın sonundan çok başına dikkat eder ve burada da başlangıç harfleri farklı.

 c- Sesçil/okunuş değerlendirmesinde de ben en fazla orta derecede benzerlik olduğu görüşündeyim çünkü başlangıçtaki M ve Y harflerinin okunuşu duyuluşu değiştiriyor.

 d-Kavramsal benzerlik açısından; ortalama tüketici MANGO kelimesinin bir meyvenin (ve ağacın) adı olduğunu bilir. YANGO’nun ise bir anlamı yok, yaratılmış bir kelime. Markalar kavramsal açıdan benzer değil.

MANGO kelimesi, tescilli olduğu mal/hizmetler açısından,  doğası gereği makul derecede bir ayırt edici karaktere sahip. Kullanım açısından ise güçlenmiş ayırt ediciliği var, özellikle giysiler ve bunların perakende satışı yönünden ayırt ediciliği yüksek.  

Uzman şöyle devam eder: Taraf markalarındaki bazı mallar aynı (mesela giysiler), itiraz edenin 1. markası giysiler ve bunların satışı için yüksek ayırt ediciliğe sahip. Bunlar itiraz edenin lehine faktörler. Bu malların ortalama tüketicisi daha çok görünüme bakarak karar verir ama okunuş/duyuluşun da karar mekanizmasında rolü vardır. Taraf markaları arasında görünüm ve duyuluş açısından belli bir benzerlik olduğunu kabul ediyorum. Fakat ortada kavramsal benzerliğin olmadığını da söyledim yukarıda; eğer karşılaştırılan iki işaretten en az birinin açık ve belli bir anlamı varsa, tüketici bunu derhal algılar ve bu durum görünüm ile okunuş/duyuluştaki benzerliğin önüne geçer. Bütün bu faktörleri birlikte değerlendirdiğimde ben ortada bir karıştırma ihtimali olduğunu düşünmüyorum. 

Bahsi geçen malların tüketicisi genel tüketicilerdir. Hizmetlerin müşterisi ise tüketiciler olabileceği gibi bu sektörde çalışan iş sahipleri de olabilir. Ancak her halükarda başvuruya konu mal/hizmetlerin muhatabının çok seçici ve yüksek dikkat seviyesine sahip olacağını düşünmüyorum, belki hizmetler için bir parça daha dikkatli bir alıcı kitlesinden söz edebiliriz.

Sayılan tüm tespitlerin neticesinde uzman itiraz reddeder.  

Mango kararı Temyiz ediyor ve diyor ki:

1- Görünüm karşılaştırması yapılırken uzman hata yaptı, çünkü kelime markası tescilleri o kelimenin mümkün olan her font ve şekilde yazılışını da kapsar.

2- Kavramsal karşılaştırmanın en önemli faktör olduğu yönünde değerlendirme yapıldı ve bu hatalıdır.

3- Mal – hizmet karşılaştırmasında da uzman hata yaptı, çünkü burada yer alan bazı mallar içinde fiyatı son derece düşük olanlar da var ve bunlar için ortalama tüketicinin dikkat seviyesi (daha) düşüktür.

4- Biz itirazda bulunurken başvuru sahibinin Michael Gleissner ile bağlantısı olduğunu, Gleissner’in şirketlerinin UKIPO önünde sayısız ihtilafa taraf olduğunu ve bu durumun analizlerde göz önüne alınması gerektiğini belirttik, ancak uzman bu noktayı hiç dikkate almadı, hatta kararında bundan hiç bahsetmedi/tartışmadı.

Queen’s Counsel Kararı;

1- Dosyayı inceleyen Queen’s Counsel ilk önce Gleissner ile ilgili meseleye değiniyor ve diyor ki; ben uzmanın karar verirken bu meseleye değinmemekle hata yaptığını düşünmüyorum. Temyiz duruşmasına  katılan itiraz eden vekilinin de kabul ettiği gibi, böyle bir noktanın temyizin esası yönünden dikkate alınabilirliği yoktur, dikkate alınmak zorunda da değildir. Bu durumda ben artık bu husus hakkında daha fazla bir şey söylemeye gerek duymuyorum.

2- Doğru, bir kelime markası tescil edildiğinde farklı font ve biçimlerde kullanılabilir, prensip olarak. Ama unutmamak lazım ki uzman önce 1. marka ile genel görünüm karşılaştırması yapmış, 1. marka ise düz harflerle yazılmış MANGO kelimesi değil ve kelimenin yazılış biçiminin (görünümünün) dikkate alınmış olması da doğru. YANGO ise düz harflerle yazılmış ve hiçbir grafik görünümü yok, ayrıca yaratılmış bir kelime halbuki MANGO’nun—işaret edildiği gibi—bir anlamı var. Bana göre markalar görünüm olarak orta derecede benzerlik taşıyor ve bence de ilk harfler fark yaratıyor.

Ayrıca uzman net  biçimde karıştırma ihtimali için göz önüne alınacak faktörleri doğru biçimde belirtmiş ve uygulamış.

3- Bu durumda bence yapılan incelemede bir hata yok. Uzman dosyayı incelerken önceki Mahkeme kararlarına ve genel prensiplere uygun davranmış.

Gördüğünüz gibi bu sefer ibre Gleissner’dan yana dönmüş. Tatil bitti, gene takipteyiz!

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Eylül 2018

 

“IPR Gezgini Seçme Yazılar – 1” Kitap Olarak Basıldı

 

IPR Gezgini’nde beş yıldır, toplamda ise yedi yıldır devam fikri mülkiyet bloğu yazarlığı serüvenimde, en sık karşılaştığım sorulardan birisi “Yazdıklarını neden kitap haline getirmiyorsun?” şeklindeydi. Bu sorunun benim için tam ve net bir yanıtı yoktu. Sanırım buna yönelik bir çabaya girmemek ilk yanıtım olacaktı.

2018 yaz aylarında Lykeion Yayınları’ndan gelen içten öneri beni bu konuda cesaretlendirdi ve meyvesi de “IPR Gezgini Seçme Yazılar – 1” başlığındaki bir kitapla Eylül 2018’de karşınıza çıktı.

Henüz yayınlanan kitap IPR Gezgini’ndeki yazılarımdan bir seçmedir. Seçilen yazılar rastgele değil, kitabın sistematik bir bütün oluşturması amaçlanarak derlenmiştir.

Seçilen 26 yazının ana konusunu, markaların tescilinde kullanılan malların ve hizmetlerin sınıflandırılması amaçlı Nicé sınıflandırması, malların ve hizmetlerin benzerliği, ayırt edici gücü bulunmayan veya zayıf işaretlerin karıştırılma olasılığına etkisi hususları ve bu konulardaki önemli Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD), Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) ve A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO) kararları ve uygulamaları oluşturmaktadır. 

Sınıflandırma ve malların ve hizmetlerin benzerliği konuları kanaatimce, Türk marka uygulamasında ihmal edilen ve işin özüne girilmeden şekilci biçimde değerlendirilen meselelerdir. Oysa malların ve hizmetlerin benzerliği karıştırılma olasılığının kurucu unsurlarından birisidir, bu niteliğiyle de derinlemesine inceleme ve irdeleme gerektiren bir konudur. Kitapta, sınıflandırma ve malların ve hizmetlerin benzerliği hususları başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz biçimde detaylarıyla tartışılmaktadır.

Türkiye’de marka konusunda yazılmış eserlerin neredeyse tamamı, markanın tanımı, işlevleri, mutlak ve nispi ret nedenlerinin sıralanması ve bunlara birkaç örnek verilmesi şeklinde, adeta teamül haline gelmiş başlangıçlara sahiptir. Bu kitapta öyle bir başlangıç olmadığı gibi, kitap herkese hitap etme düşüncesiyle de yazılmamıştır; tersine bu kitap, marka incelemesi alanında belirli bir düzeye gelmiş, konuyu derinlemesine öğrenmek veya bilgilenmek isteyen okuyuculara yöneliktir.

Kitabın dağıtımı yayınevlerine ve kitapçılara yapılıyor. Kitabı edinmek isteyenler için şu anda verebileceğim bağlantı aşağıda:

https://www.seckin.com.tr/kitap/612936778

Kitabı alırsanız sevinirim elbette.

Seri devam edecek umarım.

Önder Erol ÜNSAL

Eylül 2018

unsalonderol@gmail.com