Etiket: markanın kullanımı

Üç Boyutlu Şekil Markalarının Ciddi Kullanımının Kanıtlanmasındaki Zorluklar

Ferrari Örneği C 30 743 sayılı EUIPO İptal Birimi Kararı

“Arkanda neyin kaldığının bir önemi yoktur.”

(What’s behind you doesn’t matter.)

Enzo FERRARI

Bu yazının konusu olan uyuşmazlık için belki de en uygun söz manidar şekilde Enzo Ferrari tarafından söylenmiştir. Dünya tarihine soyadı ile damga vuran nadir insanlardan biri olan Enzo Ferrari, Nicolaus August Otto’nun 1867 tarihinde dört zamanlı çalışan motoru icat etmesinden bu yana gelmiş geçmiş en pahalı araç olan 250 GTO’nun üreticisidir. Bahsettiğim 1963 model 250 GTO Ferrari, bir klasik otomobil için ödenen en yüksek bedel olan 70 milyon dolarlık fiyatla kendine alıcı bulmuştur. Bunun yanı sıra, bir açık arttırmada satılan en pahalı araba unvanı ise 48 milyon dolarla 1962 tarihinde üretilen 250 GTO Ferrari’ye aittir. Fiyatlardan da anlaşılacağı üzere, 250 GTO model Ferrariler zamanımızın en değerli ve sembolik arabalarındandır.

Ferrari firmasının 1962-1964 yılları arasında ürettiği bu model arabalardan sadece 39 adet bulunmaktadır. Öte yandan bu arabalar ilk defa piyasaya sürüldüğünde sadece 18 bin dolara alıcı bulurken, yaşadığım şehir olan Ankara’da o zamanlar denemesi yapılan ve Devrim adı verilen Türkiye’nin ilk yerli otomobilinden söz ediliyordu.

Enzo Ferrari’nin “Tüm Zamanların En Büyük Ferrarileri” listesinde ilk sırada yer alan 250 GTO modeli ile ilgili kötü bir talihinin olduğunu söylemek gerekir. Bunun sebeplerinden birincisi; arabalar üretildikten hemen sonra İtalya’da işçi ayaklanmalarının başlamasıdır. Bu ayaklanma, bir krizin başlamasına ve Ferrari firmasının neredeyse batmasına yol açmıştır. İşçilerin fabrikalarda çalışmayı reddetmesi sonucu Ferrari ekonomik açıdan büyük bir sıkıntıya girmiş ve 1969 yılında %90 hissesini bir başka İtalyan otomobil firması olan Fiat’a satmak zorunda kalmıştır. O tarihten sonra Enzo kendi kurduğu şirkette bir çalışan olarak hayatına devam etmek zorunda kalmış ve hatta arabaların laneti o kadar büyük olmuş ki Enzo Ferrari’nin ölümünden neredeyse 30 yıl sonra bile şirketinin peşini bırakmamıştır.

250 GTO model arabaların görünümü Ferrari şirketi adına 29/09/2008 yılında Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nde tescil ettirilmiştir. Üç boyutlu şekil markası olarak tescil edilen bu marka 12., 25. ve 28. sınıflarda yer alan malları kapsamaktadır.

Ares Performance AG isimli bir İsviçre şirketi, bu markanın ciddi bir biçimde kullanılmadığını öne sürerek 12/12/2018 tarihinde EUIPO’ya markanın iptali için başvuruda bulunmuştur.

İddialardan birincisi 12. sınıfta yer alan otomobil ve yedek parçaları açısından bu markanın gerçek bir kullanımının bulunmadığı yönündedir. İsviçreli şirket söz konusu araçların 1964’den bu yana üretilmediğini, buna bağlı olarak yedek ve ilgili parçaların da üretiminin yapılmadığını iddia ederek, 2007 tarihinde yapılan marka başvurusunun kullanma amacı olmadan ve kötü niyetle yapıldığını ileri sürmüştür.

İkinci olarak 25. ve 28. sınıflar açısından, markanın çocuk tişörtleri, oyuncak ve model arabalar dışında herhangi bir kullanımının bulunmadığı, dolayısıyla markanın tescilli bulunduğu neredeyse tüm mallar bakımından iptali istenmiştir.

Buna karşılık Ferrari şirketi, arabaların fiyatları göz önüne alındığında alım-satımının yalnızca çok zengin ve kısıtlı bir kesime hitap etmesinden dolayı çok nadir yapılabildiğini, bununla orantılı olarak araçların otomobilden çok bir koleksiyon parçası olarak sergilenmesi sebebiyle yedek ve benzeri parçaların da satışının normale oranla daha az gerçekleştiğini, ancak buna rağmen boya ve benzeri bakım servislerinin de Ferrari tarafından halen yapıldığını ifade ederek kendini savunmuştur.

Buna ek olarak, arabaların satışının iptal talebi yapılmadan önce yakın tarihlerde gerçekleştiği ve bu tarz ikinci el alım-satımların da Direktifin 7(1) maddesi uyarınca markanın kullanımına girdiği belirtilerek, bu tarz klasiklerin otomobil marketinde niş bir alan kaplamasına rağmen hala önemli bir yere sahip olduklarına da dikkat çekilmiştir.

Yine şirket 25., 28. sınıf malları açısından kullanımı kanıtlamak üzere belirli delil ve belgeler sunmuştur. İşin trajik olan kısmı ise Ferrari şirketinin 25. sınıf malları bakımından delil olarak yalnızca bir adet çocuk tişörtü sunabilmesidir.

Tüm açıklamalar nezdinde EUIPO İptal Birimine sunulan deliller şu şekildedir:

  1. 1962-1964 yılları arasında üretilen 250 GTO Ferrari arabaların alım satımlarının sadece Amerika Birleşik Devletleri ve bazı Avrupa ülkelerinde yapıldığını gösteren evraklar,
  2. Araçlara yapılan servis hizmetlerinin ve ilgili yedek parçaların   ve  ibareli markalar üzerinden yapıldığını kanıtlar belgeler,
  3. 25. sınıf emtiaları açısından sunulan deliller olan bir t-shirt  , 25. sınıfta yer alan mallar olmasalar da bir kravat iğnesi  ve bir kol düğmesi
  4. 16/06/2015 ve 22/12/2015 tarihleri arasında Ferrari’nin internet sitesinde yer alan 250 GTO modelinin 6 tane küçük araba minyatürlerinin tanıtıldığı katalog,
  5. Keith Bluemel isimli ünlü otomotiv uzmanının görüşü,
  6. 18/10/2018 ve 20/12/2018 tarihleri arasında Bburago oyuncak şirketi tarafından üretilen toplam 128 adet 250 GTO model ve oyuncaklardır.  

Bu delil ve savunmaların ardından İptal Birimi, kararında kullanım kanıtlarını ayrı ayrı incelemiş ve bir değerlendirmede bulunmuştur. İptal Birimi incelemesini yaparken markanın hangi yer ve zaman aralığında kullanıldığına, markanın kullanım amacına ve tescilli bulunduğu sınıftaki mallar ile bağlantısına bakmıştır.

Buna göre, İptal Birimi, 28. sınıfta yer alan mallar bakımından İtalya, Hollanda, İspanya ve Polonya yani Avrupa bölgesinde 2017 ve 2018 tarihleri arasında oyuncak araba ve model araba satışlarının yapıldığını kabul etmiştir.

25. sınıf açısından delillerin incelenmesi sonucunda çocuk tişörtünün ciddi kullanımı kanıtlamadığına kanaat getirmiştir.

Son olarak uyuşmazlık içinde Ferrari adına en önemli noktada olan 12. sınıf mallar (otomobil ve ilgili parçaları) bakımından ilgili uyuşmazlık zaman aralığı olan 2008-2018 tarihleri arasında iptali talep edilen markanın gerçekçi biçimde ciddi kullanım kanıtları sunulmadığı, sunulan yedek parça ve boyama hizmetlerinin ise  ve  markaları adı altında tüketici ile buluştuğuna kanaat getirmiştir.

Sonuç olarak, EUIPO İptal Birimi 250 GTO model aracın görünümünden oluşan 3 boyutlu şekil markasının sadece oyuncak araba ve araba modelleri üzerinde ciddi kullanımının bulunduğuna karar vererek, diğer bütün mallar açısından söz konusu markayı iptal etmiştir. Fakat bu karar nihai olmayıp, Ferrari tarafından itiraz yolu açıktır ve de karara karşı itiraz edilmiştir. Bu bağlamda itiraz gelecek günlerde EUIPO Temyiz Birimi tarafından incelenecektir.

İptal Biriminin verdiği karardan kanaatimizce çıkan sonuç şudur:

Dünyanın en meşhur ve tanınmış araba marka ve modellerinden biri bile olsa, markanın korunması aşamasında, ciddi kullanımın gerçekçi bir şekilde kanıtlanamadığı durumlarda marka iptal edilecektir. Bu kararda üç boyutlu bir şekil markasının kullanımının kanıtlanmasının da ne kadar zor olduğu da görülmektedir; özellikle dünyaya damga vurmuş nitelikte bir açık arttırma satışının bile markanın ciddi kullanımını ispatlama bakımından yeterli bulunmaması, bu konudaki ispat külfetinin ne denli ağır olduğunu açıkça göstermektedir.

Onurcan TUTAR

Eylül 2020

tutaronurcan@gmail.com

Genel Mahkeme EUIPO Temyiz Kurulu’nun Kullanmama Sebebiyle İptal Talebinin İtiraz Sürecini Durdurmayacağı İle İlgili Kararını İptal Etti –

Genel Mahkeme (“Mahkeme”), T-162/18 sayılı, Beko Plc (“Beko”) tarafından Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) ve Acer, Inc. (“Acer”) aleyhine açılan davayı 14 Şubat 2019 tarihinde kabul etti[1].

2019’un başlarında verilen bu karara konu uyuşmazlığın oldukça uzun bir mazisi bulunuyor. Her şey Beko’nun 6 Nisan 2007 tarihinde “ALTUS” ibareli Avrupa Birliği (o dönemde Topluluk) Markası başvurusu yapmasıyla başlamıştır. Bu başvuruya karşı Acer, önceki tarihli ve tescilli 22 adet “ALTOS” ibareli Avrupa Birliği Markalarına dayanarak itiraz etmiştir. EUIPO İtiraz Kurulu, Beko’nun itiraza konu “ALTUS” marka başvurusunu Acer’in 2 dayanak markasıyla benzer bularak, itirazı kısmen kabul etmiştir.

Beko, İtiraz Kurulu’nun bu kararını EUIPO Temyiz Kurulu’na taşımış ve her iki dayanak markaya ilişkin olarak yerel Mahkemelerde kullanmama sebebiyle iptal davalarının süregeldiğini belirterek, Temyiz Kurulu önündeki yargılama sürecinin askıya alınması, iptal davalarının bekletici mesele yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bu sırada işbu davalara konu dayanak markalar yerel Mahkemelerce kullanılmamaları sebebiyle iptal edilmiştir. Temyiz Kurulu buna dayanarak İtiraz Kurulu’nun kararını kaldırmış ve itirazın diğer dayanak markalar açısından incelenmesi için uyuşmazlığı İtiraz Kurulu’na geri göndermiştir. Bunun üzerine İtiraz Kurulu, Acer’in başka bir “ALTOS” dayanak markası ile Beko’nun “ALTUS” marka başvurusunu benzer bulmuş ve itirazı bu markaya dayanarak kısmen kabul etmiştir.

Beko, İtiraz Kurulu’nun bu kararını da Temyiz Kurulu’na taşımış ve bu dayanak markaya karşı yerel fikri mülkiyet ofisinde kullanmama sebebiyle iptal prosedürü başlatma niyetinin olduğunu belirterek, Temyiz Kurulu nezdindeki yargılama sürecinin yine askıya alınması gerektiğini belirtmiştir. Devamında buna ilişkin işlemleri başlattığını gösteren belgeler de sunmuştur. Ancak Temyiz Kurulu işbu Mahkeme kararına konu edilen kararıyla, Beko’nun sürecin askıya alınması talebi ve temyizini bu defa reddetmiştir, markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle İtiraz Kurulu’nun kararını onamıştır. Bu karardan sonra ise yerel fikri mülkiyet ofisi Acer’in markasının söz konusu sınıflarda ciddi şekilde kullanımı ispatlanamadığı gerekçesiyle markanın kullanmama sebebiyle iptal edilmesine karar vermiştir.

Beko, Temyiz Kurulu’nun bu kararına karşı Mahkeme nezdinde dava açmış ve bu kararın iptal edilmesini, sürecin askıya alınması için uyuşmazlığın EUIPO’ya iade edilmesini ve/veya Mahkeme’nin süreci askıya almasını talep etmiştir. Genel Mahkeme, sürecin askıya alınmasına ilişkin taleplerin kabul edilemez olduğunu belirtmiş ve yalnızca ilgili kararın iptali yönünden esasa ilişkin inceleme yapmıştır.

Mahkeme önünde tartışılan kararında Temyiz Kurulu, itiraza dayanak olan ve nihayetinde iptal edilen “ALTOS” markasının, itiraza konu “ALTUS” markasının yayınlandığı tarihte, 5 yıldan az süredir tescilli olduğunu, bu nedenle karar tarihinde iptal edilebilir olsa bile itiraza dayanak olarak gösterilebileceğini değerlendirmiştir. Ayrıca, itiraz sürecinin kullanmama sebebiyle iptal taleplerine dayanılarak durdurulmasının (ve dolayısıyla uzatılmasının), kullanmama sebebiyle iptal süreçlerinin başlatılamayacağı –markanın tescilinden itibaren başlayan-  ilk 5 yıllık koruma periyodunu anlamsızlaştırdığı ve böylece marka başvuruları itiraza konu edilen tarafları itiraza konu dayanak markalar 5 yıllık süreci doldurana dek itiraz sürecini uzatmak için teşvik edeceğini belirtmiştir.

Davacı Beko ise, itiraza dayanak markanın kullanılıp kullanılmadığı değerlendirmesinin yapılması gereken tarihin kararın verildiği tarih olması gerektiğini iddia etmiştir. Ayrıca, bu dosya bazında uyuşmazlığın çözülmesi için taraflara süre (“cooling off period”) verildiğini ve yerel fikri mülkiyet ofisi nezdinde görülen kullanmama sebebiyle iptal prosedürünü uzatan tarafın davalı Acer olduğunu hatırlatarak, Temyiz Kurulu’nun somut olayın şartlarını dikkate almadığını ve başvuru sahibinin niyetinin irdelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Ek olarak, daha önce Temyiz Kurulu’nun diğer iki marka için kullanmama sebebiyle iptal süreçlerinin sonuçlarının beklenmesi kararı verdiğini ve bu markaların da itiraza konu edilen “ALTUS” markası yayınlandığında 5 yıllık koruma periyodunun içinde olduğunu hatırlatarak, Temyiz Kurulu’nun kararlarının çelişkili olduğunu iddia etmiştir.

Genel Mahkeme, Temyiz Kurulu’nun itiraz prosedürünün durdurulup durdurulmamasına ilişkin geniş bir takdir yetkisi olduğunu ve taraflar arasındaki menfaat dengesi sağlandığı takdirde buna ilişkin bir talebin reddedilebileceğini belirterek aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmuştur:

  • İtiraza dayanak “ALTOS” markasının itiraza konu “ALTUS” markasının yayına çıktığı anda geçerliliğini koruması yeterli değildir, EUIPO’nun itiraz hakkında karar verdiği anda da geçerli olması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, itiraz görülürken marka geçerliliğini yitirirse, itiraza ilişkin değerlendirme amaçtan yoksun kalmış sayılacaktır. Bu nedenle, gerek İtiraz Kurulu gerekse Temyiz Kurulu’nun, itirazın yapıldığı tarih ile kararın verildiği tarih arasında, markaların durumuna ilişkin değişiklikleri dikkate almaları gerekmektedir.
  • Temyiz Kurulu başvuru sahibinin menfaatlerini olayın bütünü içerisinde dikkate almamış ve uygun şekilde değerlendirmemiştir. Temyiz Kurulu’nun bu kapsamda taraf menfaatlerini usulünce tartmak amacıyla itiraza dayanak markanın kullanmama sebebiyle iptal edilip edilmeyeceğine ilişkin prima facie bir değerlendirme yapması gerekmektedir.
  • Temyiz Kurulu’nun itiraza dayanak markanın itiraza konu marka yayımlandığı tarihte 5 yıllık koruma süresinin içinde olduğunu belirterek, kullanmama sebebiyle iptal talebinin itiraz sürecini durdurmasının markaya tanınan –markaya karşı kullanmama öne sürülemeyecek- 5 yıllık periyodu anlamsızlaştıracağı değerlendirmesi hatalıdır. Somut olayda itiraza dayanak markanın bu 5 yıllık koruma süresi 2010 yılında dolmuştur. Kullanmama sebebiyle iptal talebi ise 2017 yılında yapılmıştır. Dolayısıyla itiraza dayanak “ALTOS” markasının 2012 – 2017 yılları arasında kullanıldığının ispat edilmesi gerektiğinden, 5 yıllık koruma süresiyle herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.
  • Temyiz Kurulu’nun kullanmama sebebiyle iptal talebi nedeniyle itiraza ilişkin sürecin askıya alınmasının marka başvuruları itiraza konu edilen tarafları itiraza konu dayanak markalar 5 yıllık süreci doldurana dek itiraz sürecini uzatmak için teşvik edeceğini belirten değerlendirmesi hatalıdır. Temyiz Kurulu’nun, genel değerlendirmeler yapmanın yanı sıra somut olaya özgü şartları dikkate alarak, tarafların kötü niyetle süreci uzatmak gibi bir niyetinin olup olmadığını değerlendirmesi gerekir. Kullanmama sebebiyle iptal prosedürünün itiraz derdestken başlatılmış olması ve buna dayanarak itiraz sürecinin askıya alınmasının talep edilmesi,  itiraza konu marka başvurusu sahibinin kötü niyetli olduğu sonucuna varmak için yeterli değildir.  
  • Tarafların kendi iradeleriyle anlaşarak uyuşmazlığın çözülmesi için bir süre verilmesini kabul ettiklerini ve bu sürenin sonuna gelindiğinde itiraza dayanak “ALTOS” markasının zaten 5 yıldan uzun süredir tescilli olduğu dikkate alınmalıdır.

Mahkeme, bu değerlendirmeler ışığında Temyiz Kurulu’nun kararını uyuşmazlığa geniş bir çerçeveden bakarak tarafların menfaat dengesini dikkate almaması ve somut olaya özgü koşulları değerlendirmemesi sebebiyle hatalı bulmuştur ve tümden iptal etmiştir.

Uyuşmazlığın 2008 yılında Acer tarafından, Beko’nun “ALTUS” ibareli marka başvurusuna itiraz edilmesiyle başladığı ve günümüze kadar sürdüğü dikkate alındığında, itiraza dayanak markaların sürecinin tamamında ciddi şekilde kullanılıyor olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Genel Mahkeme’nin bu değerlendirmesi,  özellikle yabancı ülkelerde yapılan başvurularda benimsenmiş olan “markanın hangi mal/hizmet üzerinde kullanılacaksa, yalnızca onun üzerinde sınırlı olarak başvurulması/tescil edilmesi gerektiği” anlayışının bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Gerçekten de marka sahipleri, markalarına karşı kullanmama sebebiyle iptal talebinde bulunulamayacak olan 5 yıllık süreye güvenerek, markalarını kullanmadıkları mal/hizmetler üzerinde, başkalarının tescilini engelleyememelidir.

Ülkemizde ise Türk Patent ve Marka Ofisi (“TÜRKPATENT”) ile özellikle Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemeleri (“Mahkemeler”) nezdinde yürütülen süreçlerin uzunluğu dikkate alındığında, bu prensip ve anlayışın yerleşmesinin önemi azımsanmamalıdır. Gerçekten de bir uyuşmazlık sonuçlanana kadar itiraza dayanak marka, itiraza konu markanın tescil edilmek istendiği mal/hizmetler üzerinde kullanılmıyorsa, üçüncü kişilerin o mal/hizmetler üzerinde markalarını tescil ettirmesinin engellenmesi haksız olacaktır.

Ancak, itiraz sahiplerinin dayanak markalarını uyuşmazlık süreci boyunca da kullanması gerekliliği, itiraza konu edilen başvuru sahipleri tarafından bu durumun suistimal edilmeye açık olduğu – örnek olarak süreci mümkün olduğunca uzatmak, vs. gibi -gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Bunun önüne geçilebilmesi için tarafların gerçek niyetlerinin yorumlanması konusunda TÜRKPATENT’e ve Mahkemelere önemli bir görev düşecektir…


Güldeniz Doğan ALKAN

guldenizdogan@hotmail.com

Mart 2019

[1]http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=C8E68C16CFE3E3FD86775CE67EAC0505?text=&docid=210771&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=1961731

“Marka Hukukunda Kullanmama Nedeniyle İptal Müessesesinde Yaşanan Güncel Gelişmeler ve Sorunlar Paneli”nden İzlenimler

 

AIPPI Turkey tarafından düzenlenen “Marka Hukukunda Kullanmama Nedeniyle İptal Müessesesinde Yaşanan Güncel Gelişmeler ve Sorunlar Paneli” 9 Mart 2018 tarihinde İstanbul’da The Marmara Taksim Otel’de gerçekleştirildi.

Oldukça yoğun ilgiyle karşılanan panele 200 kişinin üzerinde katılım vardı ve sanıyoruz ki katılan herkes panelden memnuniyetle ayrıldı.

 

AIPPI Turkey Yönetim Kurulu Başkanı Rıza Ferhan Çağırgan tarafından yapılan açılış konuşması, esasen Ocak 2018’de beklenmedik bir anda hayatını kaybeden AIPPI Turkey Başkanı Sertaç Köksaldı’yı anmaya adanmıştı. Bu vesileyle Köksaldı fikri mülkiyet camiası tarafından bir kez daha hatırlandı.

Panelin diğer açılış konuşması, hazırlık komitesi üyelerinden Deniz Merve Ersoy Pınar tarafından yapıldı. Pınar konuşmasında sorunu kısaca tanımladı, süreç boyunca ortaya çıkan görüşleri kısaca hatırlattı ve mahkeme kararlarından birkaç örneği ortaya koydu.

 

Panel bölümü, oturum yöneticisi Özlem Fütman tarafından başlatıldı ve konuşmacılar Prof. Dr. Hamdi Yasaman, Prof. Dr. Tekin Memiş, Doç. Dr. Hayrettin Çağlar, Yrd. Doç. Dr. Tamer Pekdinçer, Yrd. Doç. Dr. Rabia Eda Giray, Fethi Merdivan (Hakim), Önder Erol Ünsal (MAPADER YK Başkanı) ve Türkay Alıca (Emekli Hakim – Avukat), oturum yöneticisi tarafından yöneltilen soruları yanıtlayarak, konu hakkındaki görüş ve birikimlerini dinleyicilerle paylaştılar.

 

 

Saat 13.00’de başlayıp 18.00’de sona eren panel, konunun derinlemesine tartışılması bakımından faydalıydı.

Anayasa Mahkemesi’nin 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. Maddesini iptal etmesinin ardından, 556 sayılı KHK döneminde ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu döneminde açılan kullanılmama nedeniyle iptal davalarının akıbetinin ne olması gerektiği elbette dinleyicilerin merakını en çok çeken gündemdi.

Doğrusunu söylemek gerekirse, panelde Doç. Dr. Hayrettin Çağlar dışındaki konuşmacıların tamamı 6769 sayılı SMK döneminde açılan davalar bakımından bir sorunun bulunmadığı ve davaların SMK hükümleri uyarınca görülmesi gerektiği görüşündeydi.  Doç. Dr. Hayrettin Çağlar ise, SMK’na ek bir madde konulmadığı sürece 6769 sayılı SMK döneminde açılan davaların da reddedilmesi gerektiğini, dolayısıyla 2022 yılından önce kullanılmama nedeniyle iptal davalarının görülemeyeceği yönündeki görüşünü tekrarladı. İtiraf etmeliyiz ki Çağlar, “ben tek siz hepiniz” performansını hiç terlemeden başarıyla yürüttü.

556 sayılı KHK döneminde açılan davalar bakımından panelin bir bölümü bu tip davaların da reddedilmemesi gerektiği görüşündeyken, panelin kalan kısmı (belki de çoğunluğu), bu davaların hukuki boşluk nedeniyle reddedilmesinin yerinde olduğunu ve dolayısıyla mahkemelerin bu yönde şu ana dek verdikleri kararlarda hukuken haklı olduğunu öne sürdü.

Toplantı sonucunda oluşan genel manzara, bu tartışmanın artık sonlanması gerektiği, yargının vereceği kararlarla bu belirsizliği ortadan kaldırmasının zamanının geldiği yönündeydi. Özellikle, 6769 sayılı SMK döneminde açılan davaların bir kısmının reddedilmeden görülmeye devam ettiğini öğrenmek, dinleyicilerin yüreğine bir nebze su serpti.

Toplantıda öne sürülen görüşlerin ve konuşmaların detayına bu yazıda girmeyeceğiz. Bununla birlikte, toplantıda yapılan bir duyuru çerçevesinde, AIPPI Turkey’in panelin çözümlemesini yaptıktan sonra, paneli kitap olarak yayınlayacağı haberini okuyucularımıza verebiliriz.

Fikri mülkiyet camiasının tüm enerjisini çeken ve 6769 sayılı SMK hakkında başka bir konunun tartışılmasına imkan vermeksizin, tüm gündemi domine eden bu önemli konu hakkında düzenlenen panel için AIPPI Turkey’e ve panel organizasyon ekibine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

IPR Gezgini

iprgezgini@gmail.com

Mart 2018

 

 

Kavisli Kenara Sahip Yoga Matı Şekli Kullanım Sonucu Ayırt Edici Niteliği Nasıl Kazanabilir? USPTO Temyiz Kurulu Yoga Matı Şekli Kararı

 

Kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik istisnası; ulusal marka mevzuatımızda ayırt edici nitelikten yoksunluk, tanımlayıcılık ve ticaret alanında ortak kullanıma açık olma içerikli mutlak ret nedenleri kapsamına giren işaretlerin reddedilmesinin istisnasını teşkil eden bir hükümdür. Aynı istisna, ulusal mevzuatımıza kaynak teşkil eden Avrupa Birliği marka düzenlemelerinde ve A.B.D. marka mevzuatında da mevcuttur.

Ulusal uygulamamızda, yukarıda belirtilen ret nedenleri kapsamında reddedilmiş neredeyse her başvuruya karşı yapılan itirazlarda, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik istisnası bir itiraz gerekçesi olarak öne sürülmektedir. Bu iddialar genellikle yetersiz ve hatta kimi zaman hiçbir dokümanla desteklenmemiş olduğundan, belirtilen iddiaya dayalı itirazlar çoğunlukla reddedilmektedir. Bununla birlikte, yabancı ofis ve mahkeme kararlarını da sıklıkla inceleyerek devam eden mesleki tecrübem çerçevesinde, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik istisnasını ispatlamanın yabancı ofislerde Türkiye’ye kıyasla çok daha zor olduğunu belirtmem yerinde olacaktır.

Okumakta olduğunuz yazı kapsamında, A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO) Temyiz Kurulu’nun, bir ürün şekli markasına ilişkin olarak kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiasını incelediği bir karar değerlendirilecektir. Yazıda, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik istisnasına ilişkin olarak USPTO’da uygulanan genel ilkeler de belirtileceğinden, yazının okuyucularımızın ilgisini çekeceğini düşünüyoruz.

“Lululemon Athletica Canada Inc.” unvanlı başvuru sahibi, 7 Ağustos 2015 tarihinde aşağıda görseline yer verilen işaretin tescil edilmesi talebiyle USPTO’ya başvuruda bulunur. Başvurunun kapsamında 28. sınıfa dahil “Yoga matları” malları bulunmaktadır.

 

 

Başvurunun tarifnamesinde aşağıdaki açıklamalar yer almaktadır: “Başvuru, dikdörtgen şeklinde bir yoga matının üç boyutlu şeklinden oluşmaktadır. Yoga matının bir köşesi kavisli, diğer üç köşesi dik açılıdır. Yoga matının düz köşeleri ve diğer kısımları kesik çizgilerle gösterilmiştir ve kesik çizgilerle gösterilen bölüm markanın korunması talep edilen kısımlarını oluşturmamaktadır.”

USPTO uzmanı başvuruyu, şeklin ayırt edici olmayan bir ürün şekli olması ve başvuru sahibinin kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliği ispatlayacak yeterli kanıt sunmaması nedenleriyle reddeder. Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ve itiraz USPTO Temyiz Kurulu’nca incelenir. USPTO Temyiz Kurulu’nun 22 Haziran 2017 tarihli kararı, bu yazı kapsamında okuyuculara aktarılacaktır, kararın tüm metninin http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-86718537-EXA-10.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür.

Temyiz Kurulu değerlendirmesine kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik incelemesine ilişkin genel ilkeleri sıralayarak başlar:

İnceleme konusu vakanın da konusunu oluşturan ürün şekilleri kendiliğinden ayırt ediciliğe sahip değildir ve ancak kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğin ispatlanması halinde tescil edilebilir. Kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliği ispatlama yükümlülüğü başvuru sahibine aittir. Kullanım sonucu ayırt edicilik, markanın ticari yaşamda esas olarak münhasır ve devamlı kullanımı suretiyle kazanılabilir. Başvuru sahibi kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliği ispatlamak için, ürün şeklinin tüketicilerin zihninde oluşturacağı birincil algının ürünün kendisi değil, ürünün ticari kaynağı olduğunu göstermelidir.

Kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik doğrudan veya dolaylı kanıtlarla gösterilebilir. Doğrudan kanıtlar arasında fiili tanıklık, beyanlar veya tüketici anketleri bulunmaktadır. Dolaylı kanıtlar ise, tüketici yaklaşımının anlaşılmasına imkan sağlayabilecek, kullanım yılı sayısı, satış ve reklam miktarı veya benzeri nitelikte markanın tüketicilere yaygın biçimde erişimini gösteren kanıtlardır.

Kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliği ispatlamak için sunulması gereken kanıtların yeterlilik derecesine ilişkin belirlenmiş bir kural yoktur, bununla birlikte ürün şekilleri söz konusu olduğunda yükümlülük (sunulması gereken kanıt miktarı) daha ağırdır. İnceleme konusu işaretin ayırt edici nitelikten yoksunluğunun derecesinin yüksekliği ile kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğin ispatlanması için sunulması gereken kanıtlar doğru orantılıdır. Bunun sonucu olarak, özellikle tescili talep edilen işaretin bir ürün şekli olması durumunda, uzun süreli esas olarak münhasır biçimde kullanımın gösterilmesi bile kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğin ispatlanması için yeterli olmayabilir.

İncelenen vakada, başvuru sahibi tescilini talep ettiği şeklin, başvuru kapsamındaki mallar için esas olarak münhasıran ve devamlı biçimde kullanımı suretiyle, marka olarak ayırt edici hale geldiğini öne sürmektedir.

Başvuru sahibi iddiasını kanıtlamak için tescili talep edilen yoga matı şeklinin fotoğraflarını, web sitesi çıktılarını ve şirket fikri mülkiyet hakları yetkilisinin beyanını itirazına eklemiştir. Beyanda aşağıdaki hususlara yer verilmiştir:

  • Başvuru sahibi tescili talep edilen yoga matı şeklini 5 yılı aşkın süredir ticarette kullanmaktadır.
  • Başvuru sahibi tescili talep edilen yoga matı şeklini, kendi internet sitesinde ve diğer internet platformlarında ve sosyal medya sitelerinde tanıtmaktadır.
  • Başvuru sahibinin internet sitesinde yer alan ve tescili talep edilen yoga matını tanıtan bir video Ocak 2013’ten bu yana 14.000’den fazla kez izlenmiştir.
  • Tescili talep edilen yoga matı şekli, iki magazin web sitesinde haber olmak dahil olmak üzere medyanın yoğun ilgisiyle karşılaşmıştır.
  • Başvuru sahibi tescili talep edilen yoga matı şeklini tanıtmak için önemli kaynaklar harcamıştır.
  • Başvuru sahibi tescili talep edilen yoga matı şeklini taşıyan ürünlerden 1.340.000 adet satmıştır.

Başvuru sahibi bunlara ek olarak kendi web sitesinden ve diğer web sitelerinden tescili talep edilen yoga matı şeklini yorumlayan görüşler sunmuştur. Bu görüşlerde yoga matı şeklinin oldukça olumlu yorumlar aldığı görülmektedir. Yorumlarda tescili talep edilen yoga matı şekli yer almaktadır. Bununla birlikte bu fotoğraflar dışında sunulan kanıtların hiçbirinde tescili talep edilen yoga matının şekline atıf bulunmamaktadır. Başvuru sahibi, tüketicileri ürün şekline özel olarak yönlendiren biçimde reklam (look for advertisement) yapıldığını gösteren kanıtlar sunmamıştır ve kanıtlar arasında tescili talep edilen yoga matı şekline ait yorumlara rastlanılmamıştır.

Temyiz Kurulu kararında, başvuru sahibinin yoga matı fotoğraflarına ilaveten üçüncü taraflara ait yoga matı şekillerine de yer verilmiştir. Üçüncü tarafların yoga matlarında da kavisli kenarların kullanıldığı görülmektedir.

Temyiz Kurulu bu tespitlerin ardından kanıtlara ilişkin değerlendirmesini sunmuştur.

Başvuru sahibi ayırt edici markasının üç dik açılı, bir de kavisli kenara sahip dikdörtgen bir yoga matı şekli olduğunu öne sürmektedir. Bir kenarın kavisli olması yoga matının ayırt edici bir özelliği değildir, karar içeriğinde yer alan üçüncü taraf yoga matı fotoğrafları da bunu göstermektedir. Tüketicileri başvuru sahibinin yoga matlarının bir kenarının kavisli olduğuna yönlendiren reklamlar olmadığı sürece, tüketicilerin başvuru sahibinin yoga matlarının bu özelliğini, değil tek bir ticari kaynakla özdeşleştirmeleri, fark etmeleri bile beklenemez. Sunulan kanıtlardan hiçbirisi (reklamlar, yorumlar, medyadaki haberler, vs.) tescili talep edilen yoga matının bir köşesinin kavisli olmasına atıfta bulunmamaktadır ve dolayısıyla şeklin ayırt edici nitelik kazandığını göstermemektedir.

Başvuru sahibinin reklam harcamalarına ilişkin kanıt sunulmamıştır. Başvuru sahibinin itirazında önemli harcamalar yapılmış olduğu belirtilse de, bu belirsiz bir ifadedir ve somut kanıtlar bulunmamaktadır. Başvuru sahibi web sitesinde yer alan videonun 14.000 kez izlendiğini belirtilmiş olsa da, izlemelerin kaç ayrı birey tarafından yapıldığına ve başvuru sahibi web sitesine erişim sayısına yer verilmemiştir.

Başvuru sahibinin 1.340.000 adet yoga matı satması etkileyici olsa da, ticari başarı, alıcıların ürün şeklini mutlak olarak ticari kaynak gösterir biçimde değerlendirdiklerini ispatlamayacaktır. (Braun markalı blender ürünleri için yoğun tüketici talebi, halkın blender ürününün şeklini Braun’la özdeşleştirdiği sonucuna varılmasını sağlamayacaktır [Braun Inc. v. Dynamics Corp., 975 F.2d 815, 24 USPQ2d 1121, 1133 (Fed. Cir. 1992)]). Temyiz Kurulu kararının devamında, çeşitli mahkeme ve kurul kararları kaynaklı içtihadı sıralamıştır:

“Kanıtlar esasen, başvuru sahibinin yüksek miktardaki satışlarının ürünün çok talep görmesinin sonucu olduğunu göstermektedir.

Satışlardaki yükseklik, ürünün kaynak gösterir biçimde algılanmasından çok ürünün popülerliğinin göstergesidir.

Başvuru sahibinin satış başarısı, başvuru sahibinin kaliteli bir ürünü rekabetçi bir fiyatta sunmasıyla ilgilidir.

Başvuru sahibinin satışları etkileyici olsa da bu, tüketicilerin markayı tanımasını değil, sadece ürünün artan popülaritesini gösterebilir.”

İncelemenin neticesinde Temyiz Kurulu aşağıdaki sonuca ulaşmıştır:

İncelenen vakada sunulan kanıtlar, başvuru sahibinin yoga matı şeklinin tüketicilerce ticari kaynak gösteren bir şekil olarak algılandığını sonucuna varılmasını sağlamamaktadır. Sunulan tüm kanıtlar dikkate alındığında, başvuru sahibinin üç kenarı dik, bir kenarı kavisli yoga matı şeklinin Marka Kanunu Bölüm 2(f) uyarınca kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla, başvurunun reddedilmesi kararı Temyiz Kurulu’nca onanmıştır.

Yazının başında da belirttiğimiz gibi Türkiye’de kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiası, ayırt edici nitelikten yoksunluk, tanımlayıcılık ve ticaret alanında ortak kullanıma açık olma gerekçeleriyle reddedilmiş neredeyse her başvuruya karşı yapılan itirazlarda öne sürülmektedir. Bu iddiayı ispatlamak için yeterli derecede olmayan ve hatta hiç kanıt sunulmaması ise bu itirazların genel özelliğidir. USPTO Temyiz Kurulu’nun yukarıda yer verilen değerlendirmeleri, bu iddianın A.B.D.’nde ispatlanmasının özelikle de ürün şekillerinden oluşan işaretler bakımından oldukça güç olduğunu ortaya koymaktadır. Yüksek satış miktarları söz konusu olsa bile, yüksek satış miktarlarının ürünün ticari başarısını gösterdiği, ancak ticari başarının ürünün tüketicilerce kaynak gösterir bir marka olarak algılandığını ispatlamayacağı yönündeki mahkeme ve Temyiz Kurulu içtihatları çok dikkat çekicidir.

Net tespit ve ilkelere yer veren bu kararın okuyucularımızın da ilgisini çekeceğini düşünüyoruz. Yoga yapan okuyucularımız USPTO Temyiz Kurulu kararını nasıl değerlendiriyor acaba?

Önder Erol Ünsal

Temmuz 2017

unsalonderol@gmail.com

Kullanmama Savunması 3 – Aynı Markanın Yeniden Tescili Halinde Kullanım Zorunluluğun Başlangıç Tarihi Eski Tarihli Markaya Göre mi Tespit Edilir? (EUIPO Temyiz Kurulu Kabelplus Kararı)

kabelplus

10 Ocak 2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun marka alanında getirdiği en önemli yeniliklerden birisi “kullanmama savunması” olarak adlandırdığımız prosedürdür. Kullanmama savunması hakkında IPR Gezgini’nde önceden yazdığımız iki yazıda (Sınai Mülkiyet Kanunu ile Marka İtiraz Süreçlerinde Bir Yenilik: Kullanmama Savunması – http://wp.me/p43tJx-BK ; Kullanmama Savunması 2 – Kullanımı İspatlanmış Malları veya Hizmetleri Esas Alarak İnceleme İlkesi – http://wp.me/p43tJx-BX), yeniliği tanımlamış ve tartışmış olduğumuzdan, bu yazıda tekrardan kaçınacağız ve aynı hususları bir kez daha yazmayacağız.

Konu hakkındaki ilk yazımız olan “Sınai Mülkiyet Kanunu ile Marka İtiraz Süreçlerinde Bir Yenilik: Kullanmama Savunması – http://wp.me/p43tJx-BK yazısının sonlarında “Bununla birlikte, tahminimizce gerçekleşmesi oldukça olası bir hareket tarzı yeni uygulamanın yol açması umulan iyi niyetli beklentileri belirli ölçüde ortadan kaldırabilir. Şöyle ki, kullanmama savunmasından etkilenmek istemeyen marka sahipleri 5 yıllık kullanımın gerçekleşmesi zorunluluğundan kaçınmak için aynı markaların başvurularını aynı mal ve hizmetler için 5 yılda bir yineleyerek ve dolayısıyla aynı markayı aynı mal ve hizmetler için 5 yılda bir yeniden tescil ettirerek kullanım yükümlülüğünün getireceği zorluklardan kaçınmak isteyebilir.” öngörüsüne yer vermiştik. Sınai mülkiyet camiasının fısıltı gazetesine kulak verdiğimizde, birçok marka vekilinin müvekkillerinden tescil tarihinden bu yana 5 yıldan fazla süre geçmiş markaların başvurularının yeniden yapılması yönünde talimatlar aldığını duyduğumuzdan, bu öngörünün gerçekliğe dönüşmekte olduğunu da fark ettik. Dolayısıyla, önümüzde yanıtlanması gereken yeni bir soru oluştu, acaba bu tip durumlarda kullanmama savunmasını yıllardır uygulayan Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) ne yapmaktadır ve önceki kararlar ne yöndedir?

Konuyu araştırırken EUIPO Temyiz Kurulu’nun 2014 yılında verdiği oldukça ilginç bir kararla karşılaştık ve bu kararı vakit geçirmeden okuyucularımızla da paylaşmak istedik. Aşağıda detaylarına yer vereceğimiz kararın EUIPO açısından içtihat niteliğini kazanıp kazanmadığını şu an için bilmiyoruz (ve henüz incelemedik), ancak kararı aktararak yeni bir tartışmayı alevlendirmeyi de kendimize görev addediyoruz.

Sınai Mülkiyet Kanunu’na ilişkin Yönetmelik henüz yürürlüğe girmediğinden ve daha da önemlisi Türk Patent ve Marka Kurumu’nun İnceleme Kılavuzunun ilgili bölümünün ne tip düzenlemelere yer vereceği şu anda bilinmediğinden, içinde bulunduğumuz ortamın halihazırda heyecanlı, ancak belirsizliklere gebe olduğu ortadadır. Böyle bir ortamda yeni tartışmaların ortaya çıkmasının da kanaatimizce zarardan çok faydası bulunmaktadır.

Yazı boyunca açıklayacağımız R 1260/2013-2 sayılı EUIPO Temyiz Kurulu kararının İngilizce tam metninin https://euipo.europa.eu/eSearchCLW/#basic/*///name/kabelplus bağlantısından görülmesi mümkündür.

Avusturya menşeili “KABELPLUS AG” firması 30 Nisan 2012 tarihinde “KABELPLUS” kelime markasının tescil edilmesiyle talebiyle EUIPO (o dönemki adıyla OHIM)’ya başvuruda bulunur. Başvurunun kapsamında 38. sınıfa dahil “Telekomünikasyon hizmetleri, telekomünikasyon ağlarının işletilmesi, internet sağlayıcısı hizmetleri, fiber optik ağlar aracılığıyla iletişim hizmetleri, radyo, televizyon ve internet erişimi için kablo bağlantısının sağlanması hizmetleri, televizyon programları yayıncılığı hizmetleri.” yer almaktadır.

KABELPLUS

Başvurunun ilan edilmesinin ardından Fransız menşeili “GROUPE CANAL+, SA and CANAL+ FRANCE, Société anonyme à directoire et conseil de surveillance”, 18 Eylül 2012 tarihinde başvurunun ilanına karşı itiraz eder. İtiraz gerekçesi markalar Fransa’da tescil edilmiş 38. sınıfa dahil hizmetleri de kapsayan CANAL PLUS; CANAL +; PLUS; canal markalarıdır.

İtiraz gerekçesi markaların tescil tarihleri 2009 ve 2010 yıllarıdır, dolayısıyla EUIPO incelemesinin yapıldığı tarihte, bu markaların tescil tarihlerinden bu yana 5 yıllık sürenin geçmediğine okuyucularımızın özellikle dikkat etmeleri gerekmektedir.

Başvuru sahibi 19 Nisan 2013 tarihli dilekçesi ile itiraz sahibinin itiraz gerekçesi markalarının Topluluk Marka Tüzüğü hükümleri gereğince kullanımına ilişkin kanıt sunulmasını talep eder. Başvuru sahibi bu talebini yaparken aşağıdaki iddiaları öne sürer:

“İtiraz gerekçesi markaların tescil tarihleri esas alındığında, bu markalar tescil tarihleri bakımından itiraz konusu başvurunun ilan tarihi itibarıyla 5 yıllık sürenin geçmemiş olduğu görülmektedir.  Bununla birlikte, itiraz gerekçesi markalar daha önceden aynı ülkede tescil edilmiş markaların aynılarının tekrardan yapılmış başvuruları sonucu tescil edilmiş markalardır. Dolayısıyla, bu markalar henüz 5 yıllık süre dolmamış olsa da kullanımın ispatı şartına konudur. Başvuru sahibi bu iddiasını ispatlamak için aynı markaların Fransa’da “telekomünikasyon hizmetleri” için 2005, 1986, 1982, 1995 yıllarında tescil edilmiş olduklarını ispatlayan dokümanları da sunar. Başvuru sahibine göre, yukarıda belirtilen tarihlerde tescil edilmiş markalar, itiraz gerekçesi markaların aynısıdır ve aynı ve benzer hizmetler için tescil edilmişlerdir. Dolayısıyla başvuru sahibine göre, itiraz sahibi markalarını kullanım süresi içerisinde kullanmamakta, ancak bunları yeni yapılan başvurulara karşı itiraz gerekçesi olarak kullanabilmek için aynı markaların başvurusunu yinelemekte ve bunları yeni tarihlerle tescil ettirmektedir. İtiraz sahibinin bu stratejisi, başvuru sahibine göre kötü niyetlidir. Temyiz Kurulu, önceden verdiği “PATHFINDER” kararında itiraz edilen başvurunun ilan tarihinden geriye giden süre 5 yıldan kısa olsa da, bu tip markalarda da (aynı markanın başvurusunun yenilenmesi) itiraz sahiplerinin kullanıma ilişkin kanıt sunması gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla, itiraz sahibinin itiraz gerekçesi markaların kullanımına ilişkin kanıt sunması gereklidir ve itiraz sahibinin bu kanıtları sunmaması durumunda markalar arasında karıştırılma olasılığı ortaya çıkmayacaktır.”

EUIPO ilana itiraz inceleme birimi, başvuru sahibinin yukarıda belirtilen iddialarını yerinde bulmaz ve itiraz sahibinin kullanıma ilişkin kanıt sunması gerektiği yönündeki başvuru sahibi talebini reddeder. Talebin reddedilmesinin gerekçesi ise itiraz gerekçesi markaların tescil tarihleriyle, itiraz edilen başvurunun ilan tarihi arasındaki sürenin 5 yıldan kısa olmasıdır.

Başvuru sahibi, kullanıma ilişkin kanıt sunulması yönündeki talebinin reddedilmesi üzerine bu karara karşı itiraz eder. İtiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenir. Yazının kalan kısmında EUIPO Temyiz Kurulu’nun kararı aktarılacaktır.

Başvuru sahibi, Temyiz Kurulu’na sunduğu itirazda yukarıda belirtilen argümanlarını tekrarlamaktadır. Başvuru sahibine göre, itiraz gerekçesi markalar, itiraz sahibinin 5 yıllık kullanım süresi dolan markalarının kullanım sürelerini yeniden başlatmak amacıyla yapılmış başvurulara dayalı tescillerdir. Şöyle ki, itiraz gerekçesi olarak gösterilen markalar itiraz sahibine ait eski tarihli markalarla aynıdır, başvuru kapsamındaki itiraza konu hizmetler esas alındığında aynı hizmetleri kapsamaktadır ve tescilin geçerli olduğu bölge bakımından aynı bölgeye ilişkindir. İtiraz sahibinin, itiraz gerekçesi markaların 5 yıllık kullanım süresini aynı markaların başvurusunu sürekli biçimde yeniden yapmak suretiyle uzatmasının hiçbir meşru gerekçesi olamaz ve bu nedenle itiraz sahibinin itiraz gerekçesi markalarının kullanımına ilişkin kanıt sunması gerekmektedir.

İtiraz sahibi Temyiz Kurulu’na sunduğu görüşünde, başvuru sahibinin itirazının reddedilmesini ve itirazın kullanımına ilişkin kanıt sunulmasına gerek kalmaksızın esastan incelenmesini talep etmektedir. İtiraz sahibine göre, Marka Tüzüğü hükümleri açıktır ve bu hükümlerin işbu itiraz bakımından da uygulanması gereklidir, Temyiz Kurulu’nun önceki tarihli “PATHFINDER” kararı özel bir duruma ilişkindir ve işbu incelemeye emsal teşkil etmesi mümkün değildir. PATHFINDER vakasında, itiraz sahibi aynı markayı, aynı mallar için bir kez daha tescil ettirmiştir ve ilk tescil hiç kullanılmamıştır. Oysa, incelenen vakada, itiraz sahibinin markalarının kapsadığı mal ve hizmetler genişletilmiştir ve markalarda “telekomünikasyon hizmetleri”nin bulunması hususu, yeni markayı diğerinin yeniden başvurusu haline getirmez. Bir diğer deyişle, itiraz sahibinin markaları itiraz sahibinin önceki markalarının kullanım süresini yeniden başlatmak amacıyla yeniden başvurulmuş halleri değildir. Başvuru sahibinin iddiaları kabul edilirse, önceden kullanılan markaların mallara ve hizmetlere ilişkin olarak yeni tabirler kullanılarak güncellenmesi (yeni versiyonun tescil ettirilmesi) imkansız hale gelecektir. Ayrıca, itiraz sahibi markalarını telekomünikasyon ve yayıncılık alanlarında 5 yıldan uzun süredir yoğun biçimde kullanmaktadır.

Temyiz Kurulu tarafların iddialarını takip eden şekilde değerlendirmiştir:

Topluluk Marka Tüzüğü ve Marka Direktifi, önceden tescil edilmiş markaların başvurusunun yeniden yapılmasını engelleyen hükümler içermemektedir. Bununla birlikte, Tüzük ve Direktif’e göre gerek AB markalarının gerekse de AB üyesi ülkelerde tescil edilen ulusal markaların, tescil tarihinden başlayacak 5 yıllık süre içerisinde ilgili bölgede kullanılması gereklidir. Kullanılmama halinde Tüzük veya Direktif’te yer alan yaptırımlar uygulanacaktır. Bu yaptırımlardan birisi de, kullanılmayan markaların itiraz süreçlerinde yeni başvurulara karşı ileri sürülememesidir. Topluluk Marka Tüzüğü’nde de bu içerikte düzenleme yer almaktadır.

İncelenen vakada, itiraz gerekçesi markaların tescil tarihleriyle itiraza konu markanın bültende ilan edildiği tarih arasındaki süre 5 yıldan kısadır. Dolayısıyla, vakaya ilk bakışta başvuru sahibinin itiraz gerekçesi markaların kullanımına ilişkin kanıt istenmesi yönündeki talebinin kabul edilmesi mümkün değildir.

Bununla birlikte, Adalet Divanı’nın C-40/01 sayılı kararının 42. paragrafında Hukuk Sözcüsü Ruiz-Jarabo, yetkili makamları tek amaçları başkalarının benzer işaretleri ileride tescil ettirmesine engel olmak olan ve meşru hiçbir marka işlevini yerine getirmeyen “savunma” veya “stratejik” amaçlı tescillere karşı mücadeleye davet etmiştir (Aynı husus Temyiz Kurulu’nun PATHFINDER kararında da ifade edilmiştir.).

Bir marka tescil edildikten sonra aynı markayı bir kez daha tescil etmek, markayı kullanım yükümlülüğünü ve bundan kaynaklanan yaptırımları, kanuni süreleri belirsiz biçimde uzatarak uygun olmayan ve hileli biçimde engellemek sonucuna yol açabilir. Bu yolla da, Birlik hukukunun eşit ve tek tip uygulamasından beklenen etki ortadan kaldırılabilir. Bu tip yeniden başvurular hukuka karşı hile niyetiyle yapılmıştır ve kanuna karşı hilenin ve hakların kötüye kullanımının engellenmesinin genel ilke olarak kabul edildiği Birlik Hukuku çerçevesinde, bu tip başvurular yoluyla yaptırımlardan kaçınmak mümkün değildir.

Marka mevzuatında yer alan, tescil tarihinden başlayan 5 yıllık süre, marka sahibine markasını tescil kapsamında mallar ve hizmetler için kullanıma hazırlanma ve piyasaya sürme için makul bir süre verme amacıyla konulmuştur. Marka sahibi bu süre içerisinde kullanıma ilişkin zorunluluklar hakkında endişelenmeden hazırlıklarını yapabilecektir.

Bununla birlikte, kullanıma ilişkin kanuni süreyi, aynı markanın sicilde yeni bir tescil numarasıyla yer alması yoluyla uzatmak için hiçbir meşru gerekçe bulunmamaktadır. Bu noktada, Kurul birlik kanun koyucularının 5 yıllık kullanım süresini yenileyebilmek için bir düzenleme öngörmediklerini de hatırlatmalıdır. Tersine, Tüzük ve Direktif’te yer alan “önceki marka” terimi gerçek anlamıyla algılanmalıdır. “Önceki marka” şu ya da bu tescil numarasını taşıyan marka değil, aynı mallar veya hizmetler için, aynı bölgede tescil edilmiş, aynı marka olarak kabul edilmelidir.

İncelenen vakada yanıtlanması gereken soru, itiraz gerekçesi olarak gösterilmemiş itiraz sahibinin önceki markalarının, itiraz sahibine ait itiraz gerekçesi markalarla aynı olup olmadığıdır. Bunun yanıtlanması için, itiraz sahibinin itiraz gerekçesi olarak gösterdiği markaların kendisine ait diğer markaların aynılarının yeniden başvurusu olup olmadıklarının tespit edilmesi gereklidir.

Bu noktada, Temyiz Kurulu itiraz sahibi markalarına ilişkin aşağıdaki tabloyu sunmuştur. Bu tabloda, purported re-filings (yeniden başvuru olduğu iddia edilen markalar) sütununda itiraz sahibinin itiraz gerekçesi olarak sunduğu markaları, corresponding earlier registrations (karşılık gelen önceki tesciller) sütununda ise itiraz sahibinin daha eski tarihli markaları yer almaktadır:

kabelplus-tablo

Temyiz Kurulu, başvuru sahibinin itirazını yukarıda yer verilen tablo esasında değerlendirmiştir.

Kurula göre, tabloda yer alan son çift hariç, ilk üç çift aynı markalardan oluşmaktadır.

Tabloda yer alan tüm çiftler “telekomünikasyon hizmetleri”ni kapsamaktadır.

Üçüncü olarak tüm markalar aynı coğrafi bölgede geçerli olacak biçimde tescil edilmiştir.

Son olarak, corresponding earlier registrations (karşılık gelen önceki tesciller) sütununda yer alan tüm markaların tescil tarihleriyle, itiraza konu markanın bültende yayın tarihinin arasındaki sürenin 5 yıldan fazla olduğu, bir diğer deyişle bu markaların itiraz gerekçesi olmaları halinde, kullanımın ispatının talep edilebileceği belirtilmelidir.

Bu noktada, tartışılması gereken bir diğer husus, çiftleri oluşturan markaların kapsamlarıdır. Her çiftin “Sınıf 38: Telekomünikasyon hizmetleri”ni kapsadığı açık olsa da, çiftleri oluşturan markaların kapsamlarında diğer mallar ve hizmetler bakımından fark bulunmaktadır. İtiraz sahibi buna dayanarak, markaların kapsamlarının farklı olduğunu, dolayısıyla da yeni markaların aynı markanın yeniden başvurusu olarak kabul edilemeyeceğini öne sürmektedir.

Buna karşın, yeniden başvurular yukarıdaki tabloda da görüleceği üzere eski markalarla, “Sınıf 38: Telekomünikasyon hizmetleri” bakımından aynı hizmetleri kapsamaktadır. Dolayısıyla, markalar bu hizmetler bakımından aynıdır. En açık haliyle, itiraz sahiplerinin yeniden başvurusu yapılan bir markaya sadece yeni mal ve hizmetler ekleyerek, kullanım şartının üstünden gelmeleri kabul edilemez. Kaldı ki, eklenen mal ve hizmetlerin kısmi feragat ve bölünme yoluyla sonradan ortadan kaldırılması da mümkündür.

Toparlamak gerekirse Temyiz Kurulu, yukarıda yer verilen tablonun son çiftini oluşturan markalar muhtemelen hariç olmak üzere, itiraz gerekçesi markaları, itiraz sahibine ait 5 yıllık kullanım zorunluluğu süresi dolmuş önceki tarihli itiraz sahibi markalarının yeniden başvuruları sonucu tescil edilmiş markalar olarak kabul etmektedir. Buna dayalı olarak, Temyiz Kurulu’na göre, itiraz sahibi bu markaların kullanımına ilişkin kanıt sunmak zorundadır.

Sayılan tüm gerekçeler çerçevesinde Temyiz Kurulu, EUIPO itiraz birimi kararını iptal etmiş, itiraz sahibinin itiraz gerekçesi markaların kullanımına ilişkin kanıt sunması gerektiğine hükmetmiş ve itiraz biriminin yukarıdaki tablonun son çiftini oluşturan markalar bakımından markaların aynılığı hususunu değerlendirerek, bu markanın da yeniden başvuru olarak değerlendirip değerlendirilemeyeceğini belirlemesini istemiştir. Eğer bu marka açısından da yeniden başvuru tespitine varılırsa, itiraz birimi bu marka bakımından da kullanımın ispatını talep edecektir.

Kullanmama savunmasının ülkemizde ne şekilde uygulanacağını, başlangıçta Yönetmelik ve Türk Patent ve Marka Kurumu uygulama kılavuzu, sonrasında da mahkeme kararları gösterecektir. Uygulama belirlenirken, yurtdışındaki uygulamaların da dikkate alınması gerektiği açıktır. Bu yazı boyunca açıklamaya çalıştığımız “KABELPLUS” kararında yer verilen ilkelerin, EUIPO bakımından içtihat teşkil edip etmediğini ve 2014 yılına ait bu kararın günümüzde de uygulama alanı bulup bulmadığını şu anda bilmiyoruz. Bu hususu EUIPO’da araştırıp daha detaylı bilgiye erişmeye çalışacağız. Kararda yer verilen ilkelerin, şu anda uygulanıp uygulanmamasından bağımsız olarak, bu ilkeler tekrar edilen başvurulara ilişkin olarak kafamızda oluşan sorularla EUIPO’da da karşılaşıldığını ve bunların yanıtlarının arandığını göstermektedir. Kullanmama savunmasıyla ilgili bu önemli karar ve tespitleri okuyucularımızın da ilgiyle değerlendireceğini tahmin ediyoruz.

Önder Erol Ünsal

Şubat 2017

unsalonderol@gmail.com

556 Sayılı KHK’nın 14. Maddesi de Anayasa Mahkemesi Tarafından İptal Edildi – Karar ve Kısa Değerlendirme

smashing

Sınai Mülkiyet camiasının son günleri, TBBM tarafından kabul edilen 6769 sayılı “Sınai Mülkiyet Kanunu”nun Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girişini beklemek ve kanunun uygulama şeklini gösterir Yönetmelik için görüş hazırlamakla geçerken, bugün Resmi Gazete’de yayınlanan bir Anayasa Mahkemesi iptal kararı camianın gündemine bomba gibi düştü.

556 sayılı KHK’nın 14. maddesi “Markanın Kullanılması” başlığını taşımakta ve takip eden hükmü içermektedi(r)(ydi):

Madde 14 – Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir.
Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir:
a) Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması,
b) Markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması,
c) Markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması,
d) Markayı taşıyan malın ithalatı.

Anayasa Mahkemesi, 6 Ocak 2017 tarihli 29940 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanan kararı ile yukarıda yer verilen hükmü, Anayasa’ya aykırılık gerekçesiyle iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi kararının http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/01/20170106.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/01/20170106.htm bağlantısından görülmesi mümkündür.

14-3

14-madde

Yukarıda yer verilen ekran görüntüleri; 14. maddenin marka hakkını düzenlediği, marka hakkının bir mülkiyet hakkı olduğu, mülkiyet hakkının Kanun Hükmünde Kararnameler ile düzenlenemeyeceği, bu bağlamda anılan hükmün Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçeleriyle, 14. maddenin Anayasa’ya aykırılık nedeniyle iptal edildiğini göstermektedir.

Mevcut durumda, tescil tarihinden itibaren 5 yıl içinde kullanılmayan markaların iptali talebiyle açılan davalar, KHK’nın 14. maddesine dayandırılmakta ve bu madde kapsamında incelenmekteydi. Şöyle ki, 556 sayılı KHK’nın “Hükümsüzlük Halleri” başlığını taşıyan 42. maddesinin birinci fıkrası (c) bendi, Anayasa Mahkemesi’nin 9/4/2014 tarihli 2013/147 esas sayılı kararı ile iptal edilmiştir. 2014 yılında iptal edilmiş 42/1-(c) bendinin içeriği ve iptal gerekçesine aşağıda yer verilmektedir:

(Madde 42 – Aşağıdaki hallerde markanın hükümsüz sayılmasına yetkili mahkeme tarafından karar verilir:)

42c

42c1

Geçmişte 42/1-(c) maddesine dayanılarak 14. madde uyarınca kullanılmayan markaların hükümsüzlüğüne karar verilirken, Anayasa Mahkemesi’nin 2014 yılındaki iptal kararının ardından, kullanılmayan markalar için 14. madde uyarınca iptal kararları verilmeye başlanmış ve markanın kullanılmaması halindeki iptal/hükümsüzlük yaptırımı uygulamaya alanı bulmaya devam etmiştir. Bununla birlikte, bugün yayınlanan Anayasa Mahkemesi iptal kararı, 14. maddeyi de ortadan kaldırmıştır ve şu anda markanın kullanımı hali tanımlı olmadığı gibi, kullanılmayan markalara karşı uygulanabilecek herhangi bir yaptırım da kalmamıştır.

Sınai Mülkiyet Kanunu’nun çok kısa süre içinde yürürlüğe girmesi beklense de, halihazırda 556 sayılı KHK hükümleri çerçevesinde görülmekte olan veya karara bağlanmış olsa da hakkındaki karar henüz kesinleşmemiş olan kullanmama nedeniyle marka iptali davalarının, Anayasa Mahkemesi iptal kararı sonrası ne şekilde işlem göreceği tarafımızca olduğu kadar, dava tarafları, vekilleri ve sınai mülkiyet camiasınca da merak edilmektedir. Eğer bu tip davalar, ilgili hükmün iptal edilmiş olması nedeniyle reddedilirse oldukça yüksek sayıda mağduriyet oluşacağı şüphesizdir.

Bu konuda takdir yetkisi bize ait olmasa da, aklımıza ilk gelen soru Türkiye’nin de tarafı olduğu Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPs) madde 19’un görülmekte olan davalara ilişkin olarak doğrudan uygulama alanı bulup bulamayacağıdır:

Markayı Kullanma Koşulu

(1) Tescilin idame ettirilmesi için markanın kullanılması gerekli ise, tescil sahibi tarafından markanın kullanılmasını önleyen engellerin varlığına dayalı olarak geçerli nedenler ileri sürülmedikçe, tescil ancak markanın kullanılmadığı kesintisiz en az üç yıllık bir süre geçtikten sonra iptal edilebilir. Marka ile korunan mal veya hizmetlere uygulanan ithalat kısıtlamaları veya hükümetçe uygulanan başka koşullar gibi, markanın kullanılmasına engel oluşturan ve marka sahibinin iradesinden bağımsız olarak doğan koşullar, markanın kullanılmaması için geçerli nedenler olarak kabul edilecektir.

(2) Bir markanın, sahibinin kontroluna tabi olarak bir başka şahıs tarafından kullanılması, markanın tescili idame ettirmek amacıyla kullanımı olarak kabul edilecektir.

Bu soru sabah iptal kararını yorumlayan TPE avukatlarıyla yaptığımız sohbette ortaya çıktığından, kendilerine (O. Umut Karaca, Adem Sarıpınar, Gökhan Ergül) bu yazıya da yansıttığım bu beyin jimnastiği için teşekkür ediyorum.

TRIPs Anlaşması, taraf ülkelerin fikri mülkiyet hakları konusunda oluşturacakları mevzuatın asgari koşullarını düzenleyen bir çerçeve anlaşma olmakla birlikte oldukça zorlama bir yorum, TRIPS tarafı Türkiye’nin doğrudan bu anlaşmaya referansta bulunarak iptal kararı sonrası oluşan yasal boşluğu ortadan kaldırmasını belki sağlayabilir. Takdir yetkisi mahkemelerde olmakla birlikte, okuyucularımız bu konuda ne düşünüyor doğrusu merak ediyoruz?

Uzun hayatını her tür sevinç, üzüntü, macera ve sürprizle yaşayan, birçok uzvunu iptal davalarıyla kaybeden 556 sayılı KHK’nın sahnelere sessiz biçimde veda edeceğini düşünmüyorduk değil mi? Şöyle bitirelim, 556 sayılı KHK tam da kendisine yakışır bir vedayla bizleri yanaklarımızdan öperek (!) sahnelerden çekiliyor. Gittiğin yerde rahat uyu, biz kulaklarını çınlatmaya devam edeceğiz.

Önder Erol Ünsal

Ocak 2017

unsalonderol@gmail.com

 

 

Sınai Mülkiyet Kanunu ile Marka İtiraz Süreçlerinde Bir Yenilik: Kullanmama Savunması

192-9

 

Uzun yıllardır kanunlaşması beklenen “Sınai Mülkiyet Kanunu”, bu yazının hazırlandığı tarihte TBMM tarafından kabul edilmiş, ancak henüz Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmemiştir.

Ülkemizde marka, patent, tasarım ve coğrafi işaretler alanında yeni bir dönemi başlatacak “Sınai Mülkiyet Kanunu”, anılan alanlarda birçok yeni düzenleme içermektedir. Bu yazı kapsamında ele alınacak yenilik, yayıma itirazların incelenmesinde itiraz gerekçesi markaların kullanımına ilişkin getirilen düzenlemedir.

Sınai Mülkiyet Kanunu’nun “Yayıma itirazın incelenmesi” başlığını taşıyan 19. maddesinin ikinci fıkrası takip eden düzenlemeyi içermektedir:

192-1

 

Hükmün referansta bulunduğu 6ncı maddenin birinci fıkrası, 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname madde 8/1 kapsamında düzenlenmiş karıştırılma ihtimalidir. Yeni kanun madde 19(2)’nin atıfta bulunduğu madde 6(1) takip eden içeriktedir:

192-2

 

Madde 6(1)’e kısa ve öz bakış, bu hükmün eski 8/1 ile içerik olarak neredeyse aynı olduğunu göstermektedir. Buna karşın yeni kanun madde 19(2) kapsamında getirilen yeniliğin eski kanun hükmünde kararnamede karşılığı bulunmamaktadır. Madde 19(2) Avrupa Birliği marka mevzuatında hükümler esas alınarak düzenlenmiştir. Hükmün kaynağının 2015/2436 sayılı Avrupa Birliği Marka Direktifi’nin “Yayıma İtiraz Süreçlerinde Kullanmama Savunması” başlıklı 44. maddesinden görülmesi mümkündür:

192-3

 

Sınai Mülkiyet Kanununun gerekçesine bakıldığındaysa, madde 19(2)’nin takip eden şekilde gerekçelendirildiği görülmektedir:

192-4

 

Gerekçeden, yeni düzenlemenin amacının tescilli markaların piyasada etkin şekilde kullanımının sağlanması ve yayıma itiraz müessesenin afaki veya kötü niyetli bir şekilde kullanılmasının engellenmesi olduğu anlaşılmaktadır.  Türkiye’de tescil edilmiş markaların birçoğunun, başvurunun kapsadığı sınıflardaki neredeyse tüm mallar ve hizmetler bakımından yapıldığı ve tescil edilen malların ve hizmetlerin çoğunun kullanılmadığı, buna karşın bu tip markaların kullanım niyetiyle yapılmış iyi niyetli yeni başvuruların resen veya yayıma itiraz üzerine reddedilmesine neden olduğu göz önüne alındığında, yeni düzenlemenin gerekçesi ve amacı kanaatimizce oldukça yerindedir.

Yazının kalan bölümünde Avrupa Birliği marka mevzuatındaki adlandırmayı takip ederek, madde 19(2) kapsamında getirilen yeniliği “Kullanmama Savunması (non-use defence)” olarak anacağım. Savunma adlandırmasının nedeni, bu hükmün getirdiği düzenlemenin yayıma itiraz halinde, başvuru sahibince itiraz gerekçesi markalara karşı öne sürülebilecek bir karşı argüman olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu noktada kullanmama savunması hükmüyle getirilen yeniliklere ve bunların kısa analizine geçecek olursak:

Öncelikli olarak, Sınai Mülkiyet Kanunun madde 19(2)’nin yayıma itiraz gerekçesi markaların gerçek kullanımına bağlı olarak itirazın kabul edilip edilemeyeceğini düzenlediğini söylemek yerinde olacaktır. Madde 19(2), kullanmama savunmasının yapılabileceği halleri belirli şartlara bağlamıştır.

Kullanmama savunmasının yapılabilmesi için getirilen ilk şart, itiraz gerekçesi markanın itiraza konu başvurunun, başvuru veya rüçhan tarihinde Türkiye’de en az beş yıldır tescilli olmasıdır. Bir diğer deyişle, itiraz konusu başvurunun yapıldığı tarihten (veya rüçhan tarihinden) geriye doğru sayılacak süre esas alındığında, itiraz gerekçesi marka 5 yıldan kısa süreli bir tescilse, kullanmama savunması argümanı öne sürülemeyecektir. Bu durumda, kullanmama savunması ancak yukarıda belirtilen tarihte 5 yıldan uzun süreli tescil konumunda olan itiraz gerekçesi markalara karşı öne sürülebilecektir.

Bu noktada akla gelen soru, itiraz gerekçelerden birisi (itiraza konu başvurunun tarihi esas alındığında) 5 yıldan kısa, diğeri 5 yıldan uzun süreli tescilse durumun ne olacağı olabilir. Bu tip durumlarda, kullanmama savunması öne sürülse dahi, bu savunma sadece 5 yıldan uzun süreli itiraz gerekçesi marka bakımından geçerli olacak, buna karşın 5 yıldan kısa süreli itiraz gerekçesi markaya karşı öne sürülemeyecektir. Dolayısıyla, yayıma itiraz sahiplerine önerimiz, eğer itiraz inceleme süreçlerini uzatmak istemiyorlarsa ve itiraz gerekçesi markaları (itiraz edecekleri markaya benzerlikleri bakımından) birbirinin aynıysa, (itiraza konu başvurunun tarihi esas alındığında) 5 yıldan uzun süreli tescillerini itiraz gerekçesi olarak öne sürmeyi ciddi şekilde değerlendirerek kararlarını vermeleridir. Şöyle ki itiraz, itiraz gerekçesi markalardan birisi bakımından derhal incelenebilir haldeyken, itiraz gerekçesi diğer markaya karşı kullanmama savunmasının öne sürülmesi, hiç şüphesiz itiraz inceleme sürecini zaman olarak oldukça uzatacaktır.

Düzenlemede dikkati eken bir diğer husus, itiraz gerekçesi markanın itiraz konusu mallar veya hizmetler bakımından Türkiye’de ciddi kullanımının ispatlanması gerekliliğidir. Bir diğer deyişle, itiraz konusu mallar veya hizmetler bakımından itiraz sahibince gerçekleştirilecek “göstermelik kullanım”ın dikkate alınmayacak olmasıdır. Ciddi kullanım, yeni Sınai Mülkiyet Kanununun 9. Maddesinde takip eden şekilde düzenlenmiştir:

192-5

 

Yukarıda yer verilen hüküm bağlamında hangi tip kullanımın ciddi kullanım olarak kabul edileceği belirtilmemiş olmakla birlikte, mevcut yargı kararları ve yeni adıyla Türk Patent ve Marka Kurumu’nun uygulamaları bu değerlendirmenin maddi şartlarını belirleyecektir.

Hükümde açık olarak ciddi kullanımın Türkiye’de gerçekleşmesi şartı aranacağından, Türkiye dışındaki kullanımın ispatlanması veya buna ilişkin deliller sunulmaması itirazı kabul edilebilir kılmayacaktır. İtiraz sahibinin Türkiye’de markasının ciddi kullanımın ispatlaması şarttır.

Bu noktada, kanunun uygulama şeklini gösterir Yönetmelik’te de kullanımı ispata yönelik düzenlemelerin yer alması gerektiğinin belirtilmesi yerinde olacaktır.

Kullanmama savunması düzenlemesinde yer alan bir diğer önemli nokta, yukarıda belirtilen tarihler ve ciddi kullanım ilkesi bağlamında itiraz gerekçesi markanın kullanımının ispatlanmış olduğu hallerde, itirazın ancak kullanımın ispatlanmış olduğu mallar veya hizmetler esas alınarak inceleneceği yönündeki hükümdür. Bu noktada akıllara gelen soru, yeni adıyla Türk Patent ve Marka Kurumu’nun her yıl yayınladığı mal ve hizmet Tebliğleriyle düzenlenmiş alt gruplar esas alındığında, ciddi kullanımın ilgili gruptaki mallardan veya hizmetlerden sadece birisi veya birkaçı için ispatlandığı hallerde, başvuru kapsamında bulunan aynı alt gruba ait diğer mal veya hizmetlerin de ret kararı kapsamına alınıp alınmayacağıdır. Şüphesiz Kurum uygulaması gelecek günlerde bu sorunun yanıtını da verecektir.

Madde 19(2) kapsamında en açık olan hüküm, (yukarıda sıkça anılan tarihler esas alındığında) Türkiye’de ciddi kullanımı ispatlanamamış veya kullanmamaya ilişkin haklı nedenler ileri sürülememiş itirazların reddedileceğidir.

Kullanmama savunmasının tek uygulama alanı yayıma itiraz süreçleri ve dolayısıyla idari süreçler olmayacaktır. Sınai Mülkiyet Kanunu madde 25(7)kapsamında hükümsüzlük hallerinde ve de madde 29(2) kapsamında marka hakkına tecavüz sayılan fiiller hükmünde de paralel düzenleme görülmektedir. Bir diğer deyişle anılan hükmün yargı süreçlerinde de karşılığı bulunmaktadır:

 

192-7

 

192-6

 

Yeni Sınai Mülkiyet Kanunu ile çalışma yaşamımıza girmek üzere olan “Kullanmama Savunması”nın ne şekilde uygulanacağına gelecek günlerde yayınlanacak kanunun uygulama şeklini gösterir Yönetmelik ve Türk Patent ve Marka Kurumu’nun uygulama kılavuzunda yapılması gerekli olan açıklamalar ışık tutacaktır. Amacını ve gerekçesini oldukça yerinde bulduğumuz düzenlemenin, uygulamasının da sistem kullanıcılarını memnun edecek standartlarda gerçekleşmesini umuyoruz.

Bununla birlikte, tahminimizce gerçekleşmesi oldukça olası bir hareket tarzı yeni uygulamanın yol açması umulan iyi niyetli beklentileri belirli ölçüde ortadan kaldırabilir. Şöyle ki, kullanmama savunmasından etkilenmek istemeyen marka sahipleri 5 yıllık kullanımın gerçekleşmesi zorunluluğundan kaçınmak için aynı markaların başvurularını aynı mal ve hizmetler için 5 yılda bir yineleyerek ve dolayısıyla aynı markayı aynı mal ve hizmetler için 5 yılda bir yeniden tescil ettirerek kullanım yükümlülüğünün getireceği zorluklardan kaçınmak isteyebilir. Bu tip hallerde ne yapılabileceği üzerinde gerçekten kafa yormak gerekmektedir. Kullanım zorunluluğundan kaçınmak için yapılan başvurular kötü niyetli başvuru olarak değerlendirilebilir mi şeklinde soruların ortaya çıkması hiç şüphesiz beklenmelidir. Bu sorunun yanıtın kendi adıma henüz düşünmedim. Okuyucularım ne düşünür bilemiyorum?

Önder Erol Ünsal

Aralık 2016

unsalonderol@gmail.com

 

 

 

Avrupa’da Markaların Kullanılmamasından ve Mal ve Hizmet Listelerinin Genişliğinden Kaynaklanan Sorunlar – Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi Raporu

cluttering

Kullanılmayan veya kullanılması olası olmayan mal ve/veya hizmetler için marka tescil ettirmek suretiyle, marka sicilini kullanılmayan mal ve hizmetlerle dolu bir çöplüğe dönüştürme pratiği ülkemizde yerleşik hale gelmiştir. Bu tip kullanılmayan markalar, sonraki dönemlerde iyi niyetli üçüncü kişilerin yeni marka tescil başvurularının reddedilmesine gerekçe teşkil ederek, ilana itirazlara gerekçe gösterilip gereksiz iş hacmi yaratarak ve kullanılmama nedeniyle hükümsüzlük davalarına konu olup mahkemelerin iş yükünü artırarak, her aşamada sorunlara ve verim kaybına neden olmaktadır.

Kullanılmayan mal ve hizmetlerin tescili sonrasında yaşanan problemler, sadece Türkiye’ye özgü değildir. Problem Avrupa’da da yaşanmaktadır ve sorunun nedenlerinin tespitinin yanısıra, çözüm olarak geliştirilecek stratejiler de tartışılmaktadır. Problemin en net biçimde tanımlandığı ve tartışıldığı sayısal verilere dayalı rapor, 25 Ağustos 2015 tarihinde Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi (UKIPO) tarafından yayınlanmıştır. “Avrupa’da Markaların Yığılması ve Kullanılmaması (Cluttering and Non-use of Trade Marks in Europe)” başlığını taşıyan rapora https://www.gov.uk/government/uploads/system/uploads/attachment_data/file/455252/TM-cluttering-report.pdf bağlantısından erişim mümkündür. UKIPO raporu, Georg von Graevenitz, Richard Ashmead ve Christine Greenhalgh isimli alan uzmanlarına (akademisyen ve marka vekili) hazırlatmıştır. Soruna ilişkin nedenlerin, yasal çerçevenin, niceliksel – niteliksel verilerin ve tespitlerin ve vekil görüşlerinin yer aldığı rapor kanaatimizce örnek bir çalışma niteliğindedir ve dikkatle değerlendirilmesi yerinde olacaktır.

Raporda yer alan tespitleri ve sonuçları burada özetlemek yerine raporu öncelikle okuyucularımızın inceleyip değerlendirmesini tercih ediyor ve ulaştıkları sonuçları zihinlerinde Türkiye’ye de uyarlamalarını umuyoruz.

Ülkemizde, aynı problemin dramatik boyutlara ulaştığı ve marka incelemesinin büyük oranda, “hiç kullanılmayacak malları / hizmetleri içeren markalara karşı, hiç kullanılmayan malları / hizmetleri içeren markalarca yapılan itirazları değerlendirme” şeklinde bir hayali oyununa dönüşmekte olduğu ortadadır. Bu haliyle, 12. sınıf için marka tescil başvurusu yapan her başvuru sahibinin hava taşıtlarını, trenleri, 9. sınıfta başvuru yapan her kişinin bilgisayarları tescil ettirdiği, ancak gerçek yaşamda böyle markaların var olmadığı ülkemizde, konu hakkında bazı tedbirlerin alınması gerektiği açıktır. Şöyle ki, vardığımız noktada fantezi dünyalarda geçen TV dizilerinin gerçeklikle bağlantısı, Türkiye’deki marka tescil başvurularının mal listesi kapsamlarının gerçeklikle bağlantısıyla neredeyse eşit durumdadır.

Gerçeklikle bağlantısını yitirmiş temsili marka uzmanı.
Gerçeklikle bağlantısını yitirmiş temsili marka uzmanı.

 

Marka tescil başvurusu hazırlayıp müşterilerini yönlendiren marka vekili ve avukat okuyucularımızın konuyu gerçeklik ve gerçekçi kullanım niyeti perspektiflerinden değerlendirip, aşağıda yorumlar bölümünde görüşlerini paylaşmalarından IPR Gezgini memnuniyet duyacaktır.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

 

Yabancı bir Ülkeden İnternet Üzerinden Alışveriş Fikri Mülkiyet Haklarına Tecavüzü Engeller mi? Adalet Divanı “Blomqvist v. Rolex” Önyorum Kararı (C-98/13)

genuinefakewatches

Avrupa Birliği Adalet Divanı tarafından 6 Şubat 2014’de verdiği C-98/13 sayılı “Blomqvist v. Rolex” önyorum kararı markanın kullanımı ve gümrük bölgesinde tescilli markaya tecavüz hallerine ilişkin açıklamalar getirerek konu hakkındaki bazı belirsizlikleri ortadan kaldırmıştır.

Önyorum kararına dayanak sorunun geçmişi aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Danimarkalı Bay Blomqvist 2010 yılında internet üzerinden Çin menşeili bir online alıveriş sitesinden Rolex markalı olduğu belirtilen bir saat satın alır. Online alışveriş sitesine siparişin verildiği ve ödemenin yapıldığı sayfa İngilizce’dir. Satıcı saati posta yoluyla Hong Kong üzerinden gönderir.

Koli Danimarka gümrüğüne ulaştığında gümrük yetkilileri koliyi inceler, ürünün taklit bir ürün olduğundan şüphe ederek gümrük işlemlerini askıya alır ve Rolex firması ile Bay Blomqvist’i konu hakkında bilgilendirir.

Saatin taklit olduğunu tespit eden Rolex firması, yürürlükteki Gümrük mevzuatı çerçevesinde gümrükte bekleme süresinin uzatılmasını ve ayrıca Bay Blomqvist’ten taklit saatin imhasına muvafakat etmesini talep eder. Bay Blomqvist saati yasal yollarla aldığını belirterek saatin imha edilmesine muvafakat etmez.

Rolex bunun üzerine mahkemeye başvurur ve ilk derece mahkemesi Rolex’in talebini haklı bularak, tazminat ödenmeksizin saatin imhasına karar verir. Bay Blomqvist kararı temyiz eder.

Temyiz talebini inceleyen Yüksek Mahkeme, gümrük yönetmeliğinin talebe konu hükümlerinin uygulama alanı bulabilmesi için, öncelikle Danimarka’da korunan bir telif veya marka hakkının çiğnenmesi ve belirtilen çiğnemenin aynı üye ülkede (Danimarka’da) gerçekleşmesi şartlarının bulunması gerektiği belirtir. İlaveten, Bay Blomqvist saati kişisel kullanım için satın aldığından ve bu nedenle Danimarka telif hakkı ve marka kanunlarını çiğnemediğinden, Yüksek Mahkemeye göre, satıcının Danimarka telif hakkı ve marka kanunlarını çiğneyip çiğnemediği sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede, Yüksek Mahkemeye göre incelenen vakada belirlenmesi gereken, telif hakkı direktifi çerçevesinde kamuya dağıtımın veya marka direktifi çerçevesinde ticaret sırasında kullanımın gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Belirtilen tespitlerin ardından Yüksek Mahkeme işlemleri durdurur ve Adalet Divanına önyorum kararı verilmesi amacıyla 5 adet soru yöneltir.

Bahsedilen 5 soruya karşılık olarak Adalet Divanı tek bir yanıt verdiğinden, sorular tek tek tercüme edilmeyecek ve Adalet Divanı kararı, karar içeriğindeki açıklamalara yer verilerek aktarılacaktır, buna karşın soruları merak eden okuyucuların kararın aslından (http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9ea7d2dc30dca1917c1d725f47e3b12ff919ce9273e0.e34KaxiLc3qMb40Rch0SaxuMc390?text=&docid=147506&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=161206) soruları incelemesi mümkündür.

Adalet Divanına göre Danimarka Yüksek Mahkemesi sorularıyla, fikri mülkiyet haklarına tecavüz değerlendirilirken başvurulan, telif hakkı direktifi madde 4(1) kapsamında kamuya dağıtım “kamuya dağıtım” ve marka direktifi maddeler 5(1)-(3) ve 9(1)-(2) anlamında “ticaret sırasında kullanım” kavramlarının açıklığa kavuşturulması talep etmektedir.

İncelenen vakada, üye bir ülkede yerleşik bir alıcıya, üye olmayan bir ülkede yerleşik bir online satış sitesi tarafından satılan ürünlere ilişkin olarak satılan ürünlerin fikri mülkiyet haklarının sahiplerinin, bu ürünler üye ülke bölgesine girdiği anda, Gümrük tüzüğü kapsamında haklarını kullanıp kullanamayacağı değerlendirilmektedir. Daha net bir ifadeyle, üye bir ülkede yerleşik bir alıcının, üye olmayan bir ülkede yerleşik bir online satış sitesinden yaptığı alışverişte, satışa konu ürünler üye ülke bölgesine girdiği anda, bahsedilen satış, kamuya dağıtımın veya ticaret sırasında kullanımın bir biçimi olarak kabul edilebilir mi sorusu, değerlendirmenin esasını oluşturmaktadır.

Tescilli bir marka sahibi, Topluluk Marka Direktifi doğrultusunda, markası kapsamında bulunan mallarla veya hizmetlerle aynı veya benzer mallar veya hizmetler bakımından, kendi markasıyla aynı veya benzer işaretlerin üçüncü kişilerce kullanımını engelleme hakkına sahiptir.

Telif Hakkı Direktifi doğrultusunda eser sahiplerine eserlerinin orijinallerinin veya kopyalarının satış veya diğer yollarla kamuya dağıtımını engelleme veya kontrol etme münhasır hakkı verilmiştir. Kamuya dağıtım, satış sözleşmesinin sonuçlandırılmasından başlayarak halktan bir kişiye performans yoluyla iletimine dek devam eden bir eylemler serisidir. Dağıtıma konu malların üye bir ülkede telif hakkıyla korunduğu durumlarda, bir tacir, kendisi veya onun adına kamuya dağıtım anlamında değerlendirilebilecek faaliyetlerden sorumludur.

Yukarıdaki hususlara uygun olarak Avrupa Birliği mevzuatı çerçevesinde, üye bir ülkede satışın, telif hakkı direktifi anlamında kamuya dağıtım veya marka direktifi anlamında ticaret sırasında kullanım olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu tip kamuya dağıtım, satış sözleşmesinin veya sevkiyatın tamamlandığı anda ispatlandığının kabul edilmesi gereklidir.

İncelenen vakada, Rolex, Danimarka’da telif ve marka haklarının sahibidir ve inceleme konusu saat, Gümrük tüzüğü anlamında taklit ve korsan ürün konumundadır. İlaveten, incelenen vakada, satıcı Danimarka’da yerleşik olsaydı, satışın ticari amaçla yapıldığı halde, ticaret sırasında kullanımın veya kamuya dağıtımın ortaya çıkmış olacağı açıktır. Dolayısıyla, incelene vakada cevaplanması gereken soru, satışa konu ürünlerin üye olmayan bir ülkede kurulu bir online satış sitesi aracılığıyla satışı durumunda telif hakkı veya marka sahibinin haklarını kullanıp kullanamayacağı sorusu olarak ortaya çıkmaktadır.

Adalet Divanının, C-324/09 sayılı L’Oreal kararında belirtildiği üzere, bir web sitesinin markanın tescilli olarak korunduğu bölgeden erişilebilir durumda olması, ürünlerin o bölgede yerleşik tüketiciler hedef alınarak yönelik olarak satışa sunulduğu sonucuna varılması için yeterli değildir.

Bununla birlikte, Adalet Divanının C-495/09 sayılı Philips kararı paragraf 57’de belirtildiği üzere, üye olmayan bir ülkeden gelen malların, korumanın var olduğu üye ülkenin sınırlarına girmesinden önce, belirtilen mallara ilişkin olarak satış, satışa sunum veya reklam yollarıyla ticari bir fiil gerçekleştirilerek, koruma kapsamındaki haklara tecavüzün gerçekleşmesi mümkündür.

Bu çerçevede, Avrupa Birliğinde marka, tasarım veya telif hakkı yoluyla korunan ürünlerin taklidi veya kopyası olan ve üye olmayan bir ülkeden gelen mallar, bu ürünlerin Avrupa Birliğinde satışa sunum niyetinin ispatlanması halinde “taklit veya korsan ürünler” olarak sınıflandırılabilir. Bu hususu ispatlayan kanıtlar arasında, diğerlerinin yanısıra, malların Avrupa Birliğinde bir müşteriye satıldığını veya satış için önerildiğini veya bu amaçla reklamının yapıldığını ispatlar nitelikte kanıtlar da bulunabilir.

İncelenen vakada, inceleme konusu ürünlerin Avrupa birliğinde bir müşteriye satıldığı açıktır, bu nedenle bu malların online bir satış sitesinde satıma sunulması veya AB gümrük alanına erteleyici bir prosedürle girmesi gibi hususlarla kıyaslamaya gerek bulunmamaktadır. Satışın üye olmayan bir ülkede kurulu bir web sitesi aracılığıyla yapılması hususu tek başına, mallara ilişkin olarak fikri mülkiyet haklarının sahibi olan kişiyi kendisine gümrük tüzüğüyle sağlanan hakları uygulamaktan yoksun bırakmaz. Hak sahibinin haklarını uygulamasına ilişkin olarak, malların satıştan önce, Avrupa Birliği tüketicilerini hedef alan bir satış teklifinin veya reklamın konusu olduğunu göstermesine gerek bulunmamaktadır.

Bütün sayılanların ışığında, Danimarka Yüksek Mahkemesince sorulan soruların yanıtı aşağıdaki biçimde oluşmuştur:

“Fikri mülkiyet haklarına tecavüz içerdiğinden şüphelenilen mallara ilişkin gümrük tedbirleriyle ilgili 1383/2003 sayılı Topluluk Tüzüğü, üye bir ülkede yaşayan bir kişiye, üye olmayan bir ülkede kurulu bir online web sitesi aracılığıyla satılan mallara ilişkin olarak, malların edinilmesi sonucunda malların üye ülke bölgesine girdiği andan itibaren, fikri mülkiyet hakkı sahiplerinin kendilerine tüzükle tanınan hakları kullanabileceği biçiminde yorumlanmalıdır. Buna ilaveten –ek bir şart olarak-, malların ilgili üye ülkenin tüketicilerini hedef alan satış öncesi bir satış teklifinin veya reklamın konusu olması yönünde bir gereklilik bulunmamaktadır.”

Adalet Divanının “Blomqvist v. Rolex” kararının açık olmayan bir alanı iyice netleştirerek, fikri mülkiyet hakkı sahiplerini sevindirdiği kanaatimizce açıktır.

Önder Erol Ünsal

Şubat 2014

Tanınmış Tescilli Markanın Kullanımı v. İfade Özgürlüğü Çatışması – LEGO Markasının Kullanımı ile ilgili bir Örnek Olay

legoblackpearl

Yazdığım konuların oldukça teknik ve çoğunlukla da sıkıcı olduğu yönünde çevremden kimi zaman eleştiriler alıyorum. Bu eleştiriler yazdığım konulara yabancı olanlar bakımından büyük oranda doğru olmakla birlikte, çalışma alanımın teknik yönü dikkate alındığında, yazdıklarımı daha ilginç veya eğlenceli hale getirmek için elimden maalesef çok şey gelmiyor.

Gene de, internette bazen rastladığım marka veya genel hatlarıyla fikri ve sınai haklar konularıyla ilgili ilginç haberler, konunun yabancılarına da ilginç gelebilecek özellikler içeriyor. Bana çok dikkat çekici gelen, ama okuyucular için ne denli ilginç olacağını tahmin edemediğim aşağıdaki haberi de sizlerle paylaşmak istedim.

Çocuk sahibi olsaydım, çocuğuma alacağım, ama daha çok kendi oyuncağım olarak kullanacağım başlıca ürünler  “LEGO” markalı oyuncak yapı blokları olurdu. Küçük yaşlardan bu yana hayranlıkla takip ettiğim ve özellikle son yıllardaki “Star Wars” serilerini hayranlıkla vitrinlerden izlediğim “LEGO” ürünleri benim için bir oyuncaktan fazla anlama geliyor.

“LEGO” hayranlarının sadece birkaç kişiyle sınırlı olmadığının farkında olan kişiler içinse “LEGO” markasının kullanımı kimi zaman kişisel reklam aracı olabiliyor. Aşağıda aktaracağım ihtilaf, gerek “LEGO” markasını gerekse de “marka hakkına tecavüz iddiasını” içerdiği için benim için özellikle dikkat çekici oldu. İhtilafı anahatlarıyla, World Trademark Review dergisinin internet sitesinde 05/02/2014 tarihinde John van der Luit-Drummond tarafından yayınlanan haberden (www.worldtrademarkreview.com) ve yabancı gazetelerin internet sayfalarından aktardığımı öncelikle belirterek, konuya giriyorum.

Yıldızı son yıllarda parlayan bir porno film oyuncusu olan “Christy Mack” kişisel twitter hesabından 23 Ocak 2014 tarihinde takip eden duyuruyu yapar: “Lego’ları kullanarak beni en iyi biçimde oluşturacak kişiye blow job yapacağım.”; “Yarışma 1 Mart’ta sona erecektir.” (Blow job’un anlamını bilmeyenler internetten araştırabilir.) Söz konusu iki tweet’in ekran çıktıları aşağıda yer almaktadır (anlaşılabilir nedenlerle Christy Mack’in profil resmini keserek yayınlıyorum. bkz. http://elitedaily.com/news/world/porn-star-christy-mack-announces-shell-give-a-to-whoever-makes-best-lego-creation-for-her/mack

Christy Mack’in popüler gündemde kalmak amacıyla yapıldığı aşikar olan yarışmasından haberdar olan LEGO hukuk departmanı derhal harekete geçer. LEGO hukuk departmanı Mack’le iletişime geçer ve LEGO markasının kullanımından vazgeçilmesini talep eder. Mack, LEGO’dan gelen uyarı üzerine yarışmaya ilişkin tweet’ini kaldırır ve 28 Ocak 2014 tarihinde takip eden tweeti yayınlar: “Blow job yarışması, avukatların twitter içeriğimi beğenmemesi nedeniyle iptal edilmiştir. Bana kalırsa bunun nedeni yarışmayı kazanamamış olmalarıdır.”

 mack

World Trademark Review dergisinin görüştüğü Frank Jorgensen isminde bir avukata göre, Christy Mack ve LEGO arasındaki ihtilaf, fikri haklarla – ifade özgürlüğü arasında ortaya çıkan çatışmanın belirgin bir örneğidir. Jorgensen’e göre; “Christy Mack bir porno yıldızıdır ve ifade özgürlüğünü kullandığı öne sürülebilir. Faaliyeti kendi açısından yarışma yoluyla halkın ilgisini çekme anlamında bir pazarlama başarısı olmakla birlikte, (tartışmaya açık olarak) LEGO markasından haksız avantaj sağlamaktadır.”

Jorgensen, yarışma bir birey tarafından başlatılmış olsa da, Christy Mack’in kendisinin de bir marka olduğunu, yarışmanın ticari yönünün bulunduğunun kabul edilebileceğini, bunun ise hizmetlerin değişimi olarak adlandırılabileceğini belirtmektedir. Bunun ötesinde, Mack, ürünlerin genel ismi olarak kabul edilebilecek “yapı blokları” terimini kullanmak yerine açık olarak “LEGO” markasını kullanmıştır. Ürünün ismi olan “yapı blokları” teriminin yerine dünyaca ünlü “LEGO” markasının kullanılması daha fazla dikkat çekecektir ve bu tanınmış “LEGO” markasının ayırt edici karakterinden veya ününden haksız fayda sağlanması anlamına gelecektir. Bu yolla, tanınmış markanın cazibesinden, ününden ve prestijinden hiçbir çaba sarf edilemeden faydalanılacak ve finansal karşılığı ödenmeden,  LEGO’nun markasını yaratmak ve geliştirmek için sarf ettiği emek sömürülecektir.

Christy Mack’in, LEGO hukuk biriminin uyarısı üzerine yarışmayı iptal etmesi ve LEGO markasının “kullanımına” son vermesi taraflar arasındaki ihtilafın mahkeme önüne taşınması engellemiştir. Bir marka profesyoneli olarak, işin doğrusu, bu tip bir davanın sonucunu görmeyi ve mahkemenin yorumunu öğrenmeyi tercih ederdim. Bu tip bir davanın sonucunun, sosyal medyada marka haklarının korunması, ifade özgürlüğü karşısında sınai mülkiyet haklarının durumu ve tanınmış markanın itibarından haksız fayda sağlanması gibi birbirinden bağımsız konuların bir arada değerlendirilmesi anlamında dikkat çekici olacağı muhakkaktır.

Umarım bu kez sıkıcı olmayan bir konuda yazmayı başarabilmişimdir. Kendi adıma yazarken çok eğlendim.

Önder Erol Ünsal

Şubat 2014   

“Kapatmak” ve “Veni Vidi Vici”

VeniVediVeci_S

(Görsel http://teemarto.com/index.php?cPath=6 adresinden alınmıştır.)

Türkiye’de marka tesciliyle elde edilen hakların niteliği ve marka tescilinin amacı konusunda son yıllarda ciddi bir kavrayış problemi ortaya çıkmış durumdadır. Problem en basit haliyle, markayı herhangi bir mal veya hizmet için kullanmadan markadan kazanç sağlamaya yönelik zihinsel ve fiili çaba olarak tanımlanabilir.

Üçüncü kişiler adına yurtdışında tescilli ve belirli düzeyde bilinirlik elde etmiş, ancak Türkiye’de tescilli olmayan markaları tespit ederek bu markaları tescil ettirmek ve sonradan bu markaları asıl sahiplerine satarak gelir sağlamak yukarıda belirtilen kazanç sağlama çabasının bir boyutunu oluşturmaktadır. Türk marka tescil sistemi aktörlerinin (idare – yargı – hak sahipleri – vekiller) üzerinde yoğun mesai ve enerji harcadıkları önemli konulardan birisinin bu tip kötü niyetli tescil talepleri hakkında verilecek kararlar olduğu ise ortadadır. Bu konu uzun biçimde tartışılmaya değer olmakla birlikte, bu yazının konusunu oluşturmamaktadır.

Markayı ilgili mallar veya hizmetler için kullanmadan veya markayı kullanmaya yönelik herhangi bir çaba sarf etmeden markadan kazanç sağlama çabasının bir diğer boyutunu ise “kapatmak” fiili bağlamında inceleyeceğiz.

“Kapatmak” fiili özellikle son yıllarda Türk marka vekillerinin bir bölümünün favori sözcüğü haline gelmiştir. “Markayı tüm sınıflarda kapattık…”, “Gıda alanındaki 3 sınıfı da kapattık, hizmetlerden hangilerini kapatmamız gerekir?” şeklinde başlayan sorular ve takip eden yorumlar marka uzmanlarının iş yaşamlarının beylik diyaloglarını oluşturmaktadır. Soruya “Kapatmak ile kastınız nedir?” veya “Neyi kapatıyorsunuz, eğer kastınız tüm mallar / hizmetler için markayı tescil ettirmek ise bunların ne kadarını kullanacaksınız?” veya “Kapatma dediğiniz işle maksadınız nedir, ne elde edeceksiniz?” şeklindeki karşıt sorular ise genellikle yanıtsız bırakılmaktadır.

“Kapatmak” fiilinin Türk Dil Kurumu sözlüğünde yer alan haliyle 6 anlamı bulunmaktadır:

“1. -i Bir malı değerinden aşağı bir karşılıkla elde etmek.

2. -e Kapamak.

3. Bir kadınla nikâhsız yaşamak.

4. Yayımını yasak etmek, yayımına son vermek.

5. Herhangi bir yerin bütün masraflarını üstlenip başkalarını içeri almadan isteği doğrultusunda eğlenmek.

6. Bitirmek, unutturmak, söz edilmesini engellemek.”

Bu anlamlardan çağrışım bakımından Türk marka literatüründeki kullanıma en benzer kullanımın “Bir kadınla nikâhsız yaşamak.” biçimindeki kullanım olduğu şüphesizdir. Nasıl ki, yukarıda yer verilen anlamdan hareketle erkek egemen günlük dilde  “karı – kız kapatmak”  gibi terimler yerleşik hale geldiyse, “markayı kapatma” fiili de bu kullanımın bir alt kümesi olarak -en azından marka vekillerinin bir bölümü bakımından- marka incelemesi teknik diline yerleşmek üzeredir. (Marka incelemesinin kendisine özgü dili hakkında yazılmaya değer efsanevi terimler içermektedir. Bu terimlerin çoğunluğunun nereden kaynaklandığı, enstitünün eski çalışanları emekli olmadan önce özellikle incelenmelidir. Bu incelemeyi sonraya bırakarak, şimdilik efsanevi terimlerin birkaç örneğini vermekle yetinelim: müddet, müddet olmak, hıfız, kodlama, yayın şansı vermek, vs.)

Markanın belirli mallar / hizmetler için tescil edildiği, bu mallar / hizmetler için kullanılması gerektiği, Türkiye’de bu tip kullanımın gerçekleşmesi için 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında öngörülen yasal sürenin tescil tarihinden itibaren 5 yıl olduğu ve yabancı ülke mevzuatlarında da markanın kullanılması zorunluluğunun belirtildiği veri iken, Türkiye’de “marka kapatma” olarak adlandırılan tescil pratiği çerçevesinde kullanım şartı göz ardı edilerek markaların tescil edilmesi tercih edilmektedir. Bu durumun en önemli sonucu ve aynı zamanda göstergesi ise sistem kullanıcılarına hangi malların / hizmetlerin hangi sınıflarda yer aldığını göstermek amacıyla hazırlanan sınıflandırma tebliği listeleri kopyala – yapıştır yöntemiyle kullanılarak, neredeyse tüm başvuruların ilgili sınıf veya sınıflardaki tüm malları / hizmetleri kapsayacak biçimde yapılmasıdır. Kullanılmama nedeniyle tescilli markanın iptali sadece mahkeme kararıyla gerçekleştiğinden ve idarenin bu yönde karar verme yetkisi bulunmadığından, kullanılmayan veya kullanılması niyeti dahi bulunmayan çok sayıda mal / hizmet kopyalama işleminin neticesi olarak tescil edilmekte, bu tip mallar / hizmetler için yapılan inceleme ve sağlanan koruma ise sicili şişirmek dışında herhangi fayda sağlamamaktadır. Bu pratikten en zararlı çıkan kesimin ise kullanacakları ve bu nedenle tescil ettirmek istedikleri markaları, kullanılmayan tescilli markalar nedeniyle tescil ettiremeyen ve uzun süreli mahkeme süreçlerini göze alamayan iyi niyetli girişimciler olduğu ortadadır.  

Markayı ilgili mallar veya hizmetler için kullanmadan veya markayı kullanmaya yönelik herhangi bir çaba sarf etmeden markadan kazanç sağlama konusunda geçtiğimiz günlerde gazetelerde karşılaştığım (muhtemelen sizlerin de okuduğu) bir haber dikkat çekici niteliktedir. Haberin dikkat çekici olmasının nedeni olayın Türkiye’de bir ilçe belediye başkanı tarafından gündeme getirilmesidir. Haberi özetlemek yerine http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1084939&CategoryID=77 adresinden olduğu gibi aktarıyorum:

“Zile Belediyesi, Roma İmparatoru Julius Sezar’ın, Tokat’ın Zile ilçesinde söylediği “Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)” sözü için Türk Patent Enstitüsü’nden marka tescil belgesi aldı.

Tarihi kaynaklarda Roma İmparatoru Julius Sezar’ın Zile’deki 4 bin yıllık tarihi kalede söylediği “Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)” sözünün marka tescili, Zile Belediye Başkanı Lütfi Vidinel’in 2,5 yıllık çalışması sonucunda Türk Patent Enstitüsü’nden alındı.

Belediye Başkanı Lütfi Vidinel, konuyla ilgili olarak tarihi Zile Kalesi’nde AA muhabirine yaptığı açıklamada, Zile’nin Anadolu’daki cazibe merkezlerinden biri olduğunu söyledi.

Julius Sezar’ın Roma’dan Zile’yi almak için geldiğini ifade eden Vidinel, “Sezar binlerce askeriyle Zile’ye geliyor. Pontuslularla yaptığı kanlı savaşın ardından Zile Kalesi’ni alıyor. Yanında bulunduğumuz taşa, tarihin en kısa sözü olan ‘Veni, vidi, vici’ ifadesi ile övüncünü Roma’ya bildiriyor. Sezar’ın söylemiş olduğu bu söz tarihi bir hakikattir” diye konuştu.

-“Tescili 10 yıl boyunca Zile Belediyesi’ne ait”- 
Sezar’ın söylediği bu tarihi sözün patentini almak için bir süre önce çalışma başlattıklarını belirten Vidinel, şunları kaydetti:

“Sezar’ın Zile Kalesi’nde söylediği ‘Veni, vidi, vici’ sözünün marka tescilini aldık. Bu tescili Şubat ayında aldık, bu sözün tescili 10 yıl boyunca Zile Belediyesi’ne ait. Bizim istediğimize göre her 10 yılda tescil yenilenecek. Bu tescili belediye olarak kültür ve turizmde kullanacağız. Dünyanın her yerinde satılan bir sigara firması, ambleminde Sezar’ın Zile’de söylediği ‘Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)’ sözcüğünü kullanmakta. Bu sözün tütün ve tütün mamullerinde kullanma hakkı sadece Zile Belediyesi’nde. Biz firma ile görüşeceğiz. ‘Veni, vidi, vici’ sözünün yanına ya ‘Zile’ yazacak, ya da sattığı her sigaradan, hukuki zeminde, yarım kuruş da olsa almak için gayret göstereceğiz. Elde edeceğimiz parayı, sigaradan dolayı sağlığını kaybeden insanlarımızın tekrar sağlığına kavuşması için harcayacağız. Bu sözcüğü kullanan tüm firmaların Zile Belediyesi ile anlaşma yapma mecburiyetleri vardır.”

-Sezar ve Zile- 

Tarihi kaynaklarda, Roma İmparatoru Julius Sezar’ın Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharnake ile Zile Altıağaç mevkisinde çok kanlı bir savaş yaptığı belirtiliyor.

 İki tarafın da büyük kayıplar verdiği savaşı Roma İmparatoru Sezar’ın kazandığı, bunun üzerine dünyaca ünlü “Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)” sözünü söyleyerek durumu Roma’ya bildirdiği ifade ediliyor. Julius Sezar, Zile’de kaleye taş bir kitabe yaptırarak dünyaca ünlü sözünü yazdırıyor.

Antik çağlarda kurulmuş, höyük üzerinde inşa edilmiş, akropol özelliğine sahip bir Roma kalesi olan Zile Kalesi’nin kuzeydoğusunda kayalıklara oyulmuş, Roma  dönemine ait küçük bir tiyatro da bulunuyor.”

Çok ünlü bir sigara markasının uzun yıllardır sigara kutuları üzerinde ana markayla birlikte “veni vidi vici” ibaresini kullandığı birçok kişi tarafından bilinmektedir. Bu husus bilinmekte iken belediyenin tescili yalnızca “eğitim ve öğretim, kültürel, sportif, vb. hizmetlerin” yer aldığı  41. sınıf ve “tütün ve tütün mamulleri”nin yer aldığı 34. sınıf için gerçekleştirmesi son derece dikkat çekicidir. Bilindiği kadarıyla da Zile ilçesinin tütün ve tütün mamulleri ile bir ilintisi de bulunmamaktadır. Zile belediyesinin “veni vidi vici” ibaresi üzerindeki hak sahipliği iddiası ise Sezar’ın bu cümleyi Zile’de kurmuş olduğu verisine dayanmaktadır. Kısaca, “veni vidi vici” ibaresi önceden Zile belediyesi tarafından tütün ve tütün mamulleri (veya diğer ürünler için) marka olarak kullanılmamıştır, ünlü bir firma bu ibareyi sigara paketleri üzerinde uzun yıllardır Türkiye’de ve dünyada kullanmaktadır, Zile ilçesinin tütün veya tütün mamulleri ile ilintisi bulunmamaktadır ve belediye başkanı açıklamasında firmanın ambalajlarında Zile kelimesini kullanmaması halinde, firmanın ürettiği her sigaradan yarım kuruş da olsa almak için gayret göstereceklerini ifade etmiştir. Belediye başkanının açıklaması ve veriler ışığında, ünlü sigara markası dikkate alınarak tütün mamullerinin tescil için özellikle seçildiği, amacın markayı tütün mamulleri için kullanmadan marka tescili yoluyla kazanç sağlamak olduğu sonucuna ulaşmak güç olmayacaktır. Diğer taraftan açıklama sonucu, Zile belediyesinin markasından haberdar olan ve tescilin ne amaçla elde edildiğini öğrenen ünlü sigara firmasının markanın hükümsüz kılınması için hukuki işlemlere başlaması ise şaşırtıcı olmayacaktır.

Zile belediye başkanının, ilçesine ek bir gelir sağlamak veya ilçenin bilinirliğini artırmak için bu açıklamayı yaptığını düşünmek yerinde olacaktır, ancak belediye başkanının marka tescili konusunda aldığı profesyonel danışmanlık hizmetinin içeriğini de sorgulamak gereklidir. Bu değerlendirmeyi ise yazının bütünlüğü içerisinde okuyuculara bırakmayı tercih ediyorum.  

Önder Erol Ünsal

Nisan 2012

Avrupa Birliği Adalet Divanı “Colloseum v. Levi Strauss” Ön Yorum Kararı – Bileşke Markalarda Gerçek Kullanım Sorunu

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) tarafından 18 Nisan 2013 tarihinde verilen C-12/12 sayılı “Colloseum v. Levi Strauss” ön yorum kararı “gerçek kullanım (genuine use)” kavramını bileşke markalar bakımından değerlendirmektedir.

İhtilafın taraflarından Levi Strauss firması “erkekler, kadınlar ve çocuklar için pantolonlar, gömlekler, bluzlar ve ceketler” mallarını kapsayan aşağıdaki markanın sahibidir (bu marka yazı boyunca Adalet Divanı kararında yer aldığı haliyle “Marka no: 3” olarak anılacaktır):

 

Levi Strauss firmasının sahibi olduğu bir diğer marka ise, tarifnamesinde pozisyon markası olduğu belirtilmiş olan aşağıdaki markadır (bu marka yazı boyunca Adalet Divanı kararında yer aldığı haliyle “Marka no: 6” olarak anılacaktır):

 

Marka no: 6 için, bu markanın cebin şekli ve rengi için münhasır haklar sağlamayacağı yönünde bir kayıt sicile işlenmiş durumdadır. Marka no: 6 kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik istisnası kapsamında tescil edilmiştir.

Levi Strauss firması belirtilen markaların dışında “giyim eşyaları” için “levi’s” kelime markasının da sahibidir. 

 

İhtilafın diğer tarafı Colloseum firması ise piyasaya Colloseum, S. Malik ve Eurgiulio maraklı jean pantolonlar sunmaktadır. Bu pantolonlar sağ arka ceplerinin sağ yanına dikili kumaştan yapılmış kırmızı dikdörtgen etiketler üzerinde ilgili markayı veya “SM Jeans” ibaresini taşımaktadır.

Levi Strauss firması mahkemeye başvuruda bulunarak, Colloseum firmasının bu pantolonları piyasaya sunmaktan veya pazarlamaktan men edilmesini veya bu ürünlerin bahsedilen amaç doğrultusunda toplatılmasını talep etmiştir. Colloseum ise buna karşılık olarak Marka no:6’nın kullanılmaması hususunu ileri sürmüştür.

İlk Derece Mahkemesi, Levi Strauss’un talebini kabul etmiş ve bir üst mahkeme, Colloseum’un temyiz talebini reddetmiştir. Bunu üzerine dava Bundesgerichtshof’a (Federal Adalet Mahkemesi)  taşınmıştır, bu mahkeme, Marka no: 6’nın geçerli olduğunun kabul edilmesi durumunda, bu marka ile Colloseum tarafından piyasaya sürülen pantolonlar arasında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkabileceğini, dolayısıyla dava sonucunu etkileyecek esas saptamanın Marka no: 6’nın gerçek kullanıma konu olup olmadığı tespiti olacağını belirtmiştir. Marka no: 6, 10 Şubat 2005 tarihinde tescil edilmiştir ve bu tarihten itibaren geçen 5 yıl içerisinde Marka no: 6, gerçek kullanıma konu olmamışsa, Temyiz Mahkemesinin duruşma tarihi olan 18 Şubat 2010 tarihinden önce, marka sahibinin hakları ortadan kalmış olacaktır.

Dolayısıyla, Bundesgerichtshof’un yanıtlaması gereken soru, Marka no: 6’nın Topluluk Marka Tüzüğü (CTMR) madde 15(1) anlamında gerçek kullanıma konu olup olmadığıdır. CTMR’ın bahsedilen maddesi takip eden biçimdedir:

“(1) Tescili takip eden 5 yıl süre içerisinde, sahibi, Topluluk Markasını, tescil kapsamındaki mallar veya hizmetler bakımından Toplulukta gerçek kullanıma konu etmezse  veya kullanıma beş yıllık süre boyunca kesintisiz biçimde ara verilirse, kullanmama konusunda makul nedenler olmadıkça, Topluluk Markası bu Tüzükte belirtilen yaptırımların konusu olur. 

(2) Aşağıdakiler paragraf (1) anlamında gerçek kullanım sayılacaktır:

(a) Bir Topluluk Markasının tescile konu halindeki ayırt edici karakterini değiştirmeyen, yalnızca unsurlarında farklılık olacak biçimdeki kullanımı.”

Bundesgerichtshof’un inceleme sırasındaki sonraki tespiti, Levi Strauss’un, Marka no: 6’yı, yalnızca Marka no: 3 biçiminde kullandığıdır. Bu çerçevede, değerlendirmenin özünü, diğer bir markanın parçalarından birisinden müteşekkil olan ve söz konusu diğer markanın kullanımı sonucu ayırt edici hale gelmiş tescilli bir markanın, diğer markanın kullanımı esas alınarak, Tüzüğün 15(1) maddesi uyarınca gerçek kullanıma konu olup olmadığı hususunun belirlenmesi oluşturmaktadır.

Bundesgerichtshof’a göre, Marka no: 3 ve no: 6, markaların ayırt edici karakterini değiştirmeyen, yalnızca unsurlardaki farklılık nedeniyle birbirlerinden ayrışmamaktadır. Dolayısıyla, markaların tüzük madde 15(2) çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. 

Bundesgerichtshof’un bir diğer değerlendirmesi ise, Levi Strauss’un pantolonları piyasaya sürerken, kırmızı dikdörtgen etiket üzerinde LEVI’S kelimesini kullanmasının, Marka no: 6 ve LEVI’S kelime markası birlikte Marka no: 3’ü oluşturduğundan, Marka no: 6’nın ve LEVI’S kelime markasının gerçek kullanımı sonucuna yol açtığının, düşünülebileceği yönündedir. Bu durumda ortaya çıkan soru, bir markanın (A) başka bir markayla (B) bir arada kullanıldığı, halkın bu iki markayı birbirinden bağımsız ayırt edici işaretler olarak algıladığı ve bu iki markanın kombinasyonun, tek başına, tescilli bir marka (C) olduğu bir durumda, bu markanın (yani A markasının), CTMR madde 15(1) anlamında gerçek kullanıma konu olduğunun kabul edilip edilemeyeceğidir.

Bu aşamada, Bundesgerichtshof işlemleri durdurmuş ve Avrupa Birliği Adalet Divanına takip eden soruları ön yorum kararı verilmesi talebiyle göndermiştir:

“Topluluk Marka Tüzüğü madde 15(1) aşağıdaki anlamlara gelecek şekilde yorumlanabilir mi: 

1-    Bileşik bir markanın parçası olan ve bu bileşke markanın kullanımı sonucu ayırt edici hale gelmiş bir marka, bileşke markanın tek başına kullanılması halinde, bu markaya bağlı hakları koruyacak biçimde kullanılabilir.

2-    Bir markanın (A), yalnızca diğer bir markayla (B) birlikte kullanıldığı, halkın iki markada bağımsız işaretleri görebildiği, ve ilaveten iki markanın birlikte tek bir marka (C) biçiminde tescilli olduğu bir halde, o marka (A) kendisine bağlı haklar korunacak şekilde kullanılabilir”.

Adalet Divanı soruları bir arada değerlendirmiş ve takip eden basit ifadeye indirgemiştir: “CTMR madde 15(1)’de belirtilen gerçek kullanım şartı, tescilli bir markanın, bileşeni olduğu bir bileşke markanın kullanımı sonucu ayırt edici hale gelmesi ve yalnızca o bileşke marka yoluyla kullanılması durumunda veya tescilli bir markanın, yalnızca başka bir markayla birlikte kullanılması ve ayrıca, bu iki markanın kombinasyonunun, tek başına tescilli bir marka olması durumunda, yerine getirilmiş sayılır mı?” 

Adalet Divanı değerlendirmesinde ilk olarak, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik hususunda C-353/03 sayılı “Nestle” kararında yaptığı değerlendirmeyi hatırlatmıştır.  Buna göre, ayırt edici karakterin kazanılması, tescilli bir markanın parçası veya bileşeni olarak kullanımdan veya tescilli bir markanın ayrı bir markayla birlikte kullanılmasından kaynaklanabilir. İki durumda da, bu kullanım sonucunda, kamunun ilgili kesiminin, başvuruya konu marka kapsamında bulunan malları veya hizmetleri, belirli bir işletmeden gelen mallar veya hizmetler olarak algılaması yeterlidir. Dolayısıyla, ayırt edici niteliğin kazanılması bakımından, işaretin tescilli bir markanın parçası olarak kullanılması veya başka bir tescilli markayla birlikte kullanılması önemli bir husus değildir. Adalet Divanı, Nestle kararında bu tespitlere ek olarak, yukarıda yer verilen değerlendirmenin genel nitelikte olduğunu ve önceki bir markayla karıştırılma olasılığı hususu değerlendirilirken önceki markanın ayırt ediciliğinin belirlenmesinde de kullanılabileceğini belirtmiştir.

Adalet Divanına göre, CTMR’in amacı ve madde 15(1) hükmünün yazım biçimi dikkate alındığında, Nestle kararında yer verilen değerlendirmenin “gerçek kullanım”  kavramı bakımından da kullanılması gerekmektedir. 

Kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik değerlendirmesine konu kullanımın, marka tescili gerçekleşmeden önceki kullanımla ilgili olduğu açıktır. Buna karşılık, madde 15(1) çerçevesinde “gerçek kullanım” tescilden sonraki 5 yıllık kullanım süresiyle ilgilidir. Dolayısıyla, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik kapsamında tescil için öngörülen kullanıma, madde 15(1) anlamında tescilli marka sahibinin haklarının korunması için gerekli olan kullanımın belirlenmesi için dayanılamaz. Bununla birlikte, Nestle kararı, paragraflar 27-30 çerçevesinde, markanın kullanımı kelime anlamı itibarıyla, markanın bağımsız kullanımını ve markanın başka bir markayla bütün oluşturacak biçimdeki kullanımını veya başka bir markayla birlikte kullanımını kapsar. 

Adalet Divanına göre, kullanım kriteri, marka hakkının ortaya çıkması için gerekli kullanım ile tescilli marka hakkı korumasının sürdürülmesi için gerekli kullanımın ayrıştırılması yoluyla değerlendirilemez. Bir işaretin kullanım biçimi yoluyla o işaret marka koruması elde edilmesi mümkünse, aynı kullanım biçimi korumanın sürdürülmesinin sağlayabilir içerikte olmalıdır.

Davaya katılan Birleşik Krallık ve Almanya hükümetlerinin ve Avrupa Komisyonun belirttiği üzere, yalnızca bileşke bir markanın parçası olarak veya başka bir markayla birlikte kullanılan tescilli bir marka, CTMR madde 15(1) anlamında “gerçek kullanım” terimi kapsamına giren, ürünün kaynağını gösterir kullanım olarak algılanmalıdır.  

Yukarıda yer verilen tüm değerlendirmelerin ışığında Adalet Divanı, Bundesgerichtshof tarafından kendisine yöneltilen soruları takip eden biçimde yanıtlamıştır:

“Topluluk Marka Tüzüğü madde 15(1) kapsamındaki gerçek kullanım şartı, tescilli bir markanın, bileşeni olduğu bir bileşke markanın kullanımı sonucu ayırt edici hale gelmesi ve yalnızca o bileşke marka yoluyla kullanılması durumunda veya tescilli bir markanın, yalnızca başka bir markayla birlikte kullanılması ve ayrıca, bu iki markanın kombinasyonunun, tek başına tescilli bir marka olması durumunda yerine getirilmiş sayılabilir.”

Adalet Divanının yukarıda açıklanmaya çalışılan ön yorum kararı, kanaatimizce, “gerçek kullanım” kavramı konusundaki kafa karışıklarını, özellikle bileşke markalarda rastlanan kullanımın niteliğini sorusunu ortadan kaldırarak çözebilecek niteliktedir. Adalet Divanı C-353/03 sayılı “Nestle” kararında kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik kavramındaki kullanım şartı için uyguladığı kriterleri, işbu ön yorum kararında gerçek kullanım kavramı bakımından da uygulamış ve bileşke – kombinasyon niteliğindeki markalara uygulanacak markanın kullanım biçimine ilişkin değerlendirmenin, diğerinden (kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik incelemesindeki markanın kullanım biçimine ilişkin değerlendirmeden) farklı olmaması gerektiğini dile getirmiştir. Adalet Divanının basit olan yol olarak tanımlayabileceğimiz bu yöntemi tercih etmesinin, kavram ve uygulama karışıklıklarını da önleyebilecek, prosedürleri sadeleştirebilecek nitelikte bir karar olduğunun özellikle altı çizilmelidir.

Önder Erol Ünsal

Mayıs 2013

unsalonderol@gmail.com