Ay: Ocak 2020

Yapay Zeka Buluş Sahibi Olmalı mı Olmamalı mı? EPO’ya göre bu mümkün değil!

Teknolojinin gelişmesi ve hayatımızdaki bir çok işin otomasyonu ile birlikte yapay zekalar da gündemimizi sürekli meşgul eder hale gelmiştir. Yapay zekanın günlük hayatımızda sahip olduğu alanın gittikçe büyümesi ile birlikte, yapay zekaya kişilik verilip verilmemesi meselesi de hukuk camiasında sıkça konuşulan bir konu haline gelmiştir. Şüphesiz yapay zekaya kişilik hakkı tanınması, yapay zekanın hak ve borç altına girmesine imkan tanıma amacına hizmet edecektir. Konuya ilişkin olarak yapay zekanın eşya olarak benimsenmesinden tutun da, yapay zekaya kişilik hakkı tanınmasına kadar birçok farklı görüş benimsenmekle birlikte, yapay zekaya özel gerçek ve tüzel kişiden farklı olan bir “elektronik kişilik” tanınması ilk kez Avrupa Parlamentosu’nun 27 Ocak 2017 tarihli raporunda bir dizi öneri ve tavsiye arasında resmi olarak gündeme getirilmiştir[1]. Bu konuya ilişkin tartışılacak birçok husus olmakla birlikte, yazımızın kapsamını yalnızca EPO’nun 27 Ocak 2020 tarihinde verdiği yapay zekanın buluş sahibi olamayacağına ilişkin gerekçeli kararı ile sınırlandırmak istiyorum.

Geçtiğimiz yıllarda DABUS isimli bir yapay zekanın buluşları, yapay zekanın sahibi tarafından patent başvurularına konu edilmişti. Patent başvurularında, başvuru sahibi olarak yapay zekanın sahibi buluş sahibi olarak ise DABUS gösterilmişti. EP 18 275 163 ve EP 18 275 174 sayılı patent başvurularının, buluş sahibi olarak gösterilen DABUS’un yapay zeka olması ve patent başvurusunda buluş sahibinin gerçek kişi olmasının hukuki bir gereklilik olması nedeniyle EPO tarafından sözlü yargılama esnasında reddedildiği açıklanmıştı. Sözlü yargılama esnasında verilen kararda gerekçe olarak, yapılan başvurularda buluş sahibinin bir yapay zeka olmasının Avrupa Birliği Patent Sözleşmesi’nde (daha sonra “EPC” olarak anılacaktır.) yer alan buluş sahibinin insan olmasına ilişkin hukuki gereklilikle çeliştiği belirtilmişti.

Kararın dayanağına ilişkin bir fikrimiz olsa da gerekçeli kararı merakla bekliyorduk. Nihayet, 27.01.2020 tarihinde  Avrupa Birliği Patent Ofisi’nin (bundan sonra “EPO” olarak anılacaktır.) yapay zekanın buluş sahibi olarak gösterildiği patent başvurularının reddine ilişkin gerekçeli kararını verdi.  

Hatırlayacağınız üzere, her iki patent başvurusunda da, buluş sahibi olarak “DABUS” ismi ile yapay zeka gösterilmiş ve başvuru sahibi Dr. Stephen Thaler, yapay zekanın sahibi kendisi olduğundan, yapay zeka tarafından üretilen fikri mülkiyet haklarının kendisine ait olduğunu belirtmişti.


EPO tarafından verilen kararlarda kısaca aşağıdaki sonuçlara varmıştır:

1) Avrupa patent sisteminin hukuki çerçevesinin incelenmesi sonucunda, başvuru formunda belirtilen buluş sahibinin gerçek kişi olması gereklidir. Buluş sahibinin gerçek kişi olması gerekliliği, yerel mahkeme kararları ile uyumlu, uluslararası camiada kabul edilen ve uygulanabilir niteliktedir.

2) Buluş sahibinin belirtilmesi özellikle belirtilen buluş sahibinin meşruiyeti ve bu ünvana bağlı haklardan yararlanabilmesi için zorunludur.  Bahsi geçen hakların kullanılmasının ancak buluş sahibinin kişilik hakkı olmasına bağlı olduğundan, ne gerçek ne de tüzel kişiliği olmayan yapay zekanın belirtilen haklardan yararlanması mümkün olmayıp, buluş sahibi olarak gösterilmesi de söz konusu değildir.

3) Yapay zekaya yalnızca bir isim vermenin hukuki kişilik yaratmadığından yapılan başvuruda EPC’de belirtilen şartlar sağlanmamıştır.

Karara ilişkin gerekçelerin ayrıntılı açıklamalarına geçmeden önce kısaca olayı hatırlatalım.

Olayın Özeti:

Patent başvuruları İngiltere Patent Ofisi nezdinde yapılmış ve 17.10.2018 tarihinde EPO’ya yönlendirilmiş, EPO’ya yönlendirilen başvuru formunda, buluş sahibi kısmının doldurulmaması üzerine, EPO tarafından, başvuru sahibinden eksikliği başvuru tarihinden itibaren 18 ay içinde gidermesi talep edilmiş, eksikliklerin süresi içinde giderilmemesi halinde başvurunun reddedileceğine ilişkin bilgi verilmişti. Bunun üzerine, başvuru sahibi tarafından buluş sahibinin bir çeşit yapay zeka olan DABUS olduğu, başvuru sahibinin ise DABUS’un sahibi olduğundan, DABUS’un Avrupa patenti üzerindeki haklarının işveren olarak kendisine ait olduğunu belirtmiştir. Daha sonra ise bu açıklamasını düzelterek, yapay zekanın sahibi olduğundan haklarına halef olduğunu, bu nedenle de Avrupa patentine ilişkin tüm hakların sahibinin kendisi olduğunu belirtmiştir.

Başvuru sahibi, buluşun daha önce herhangi bir insan tarafından yapılmamış olmakla birlikte, buluşun DABUS’un kendi fikri ile oluşturulduğunu belirtmiş ve bu nedenle buluş sahibinin DABUS olarak belirtilmesi gerektiğini, DABUS’un sahibinin, DABUS’un buluşuna ilişkin haklara halef olduğunu ve bu talebinin patent sistemiyle uyumlu olduğunu ileri sürmüştür.

13.09.2019 tarihinde ilgili başvurulara yönelik sözlü yargılama yapılacağına karar verilmiştir. Yargılamanın konusu; başvuruda belirtilen başvuru sahibi bilgilerinin EPC’de belirtilen hukuki gereklilikleri sağlamaması, bu nedenle eksik olması, buluş sahibi belirtilirken, isim, soyisim ve adres bilgilerinin bulunması ve buluş sahibinin gerçek kişi olması gerekliliği olarak belirtilmiştir.

Bunun üzerine başvuru sahibi tarafından 25.10.2019 tarihinde, EPC m. 19’da buluş sahibinin insan olması gerektiğinin belirtilmediği ve m. 19’un amacının düzgün bir şekilde buluş sahibinin tanımlanması olduğu iddiasında bulunmuş ve isim soyisim ve adres beyanının gerekliliğinin, tek isimli kişilerin de buluş sahibi olarak belirtilmesini de engelleyeceğinin altını çizmiştir. Yine, başvuru sahibi EPC’nin hazırlık süreci ve gerekçesi incelendiğinde yasa koyucunun amacının yapay zekaların buluş sahibi olarak belirtilmesini engelleyici bir yapıda olduğu sonucuna varılamayacağını, patentlenebilirlik koşullarının EPC’nin 52-57. maddelerinde, TRIPS ve Strazburg Anlaşmasına paralel şekilde düzenlendiğini, EPC m. 19un usule ilişkin bir madde olduğu, yapay zeka tarafından yaratılan bir ürünün patentlemesine engel teşkil edecek şekilde maddi bir şekilde yorumlanmaması gerektiğini savunmuştur.

Başvuru sahibi, yapay zeka DABUS’un başvuru konusu ürünlerin gerçek yaratıcısı olduğunu belirtmiştir. Patent hukuku uyarınca, buluş sahibinin gerçek buluş sahibi olarak belirtilmesi gerektiğini, buluş sahibi olmayan birinin buluş sahibi olarak gösterilmesinin bu gereklilikle çelişeceğini belirtmiştir. Başvuru sahibi; her ne kadar yapay zekanın maddi veya manevi hakkı olmasa da, bunun tek başına yapay zekanın bir buluş sahibi olarak kabul edilmesine engel olmaması gerektiğinin, zira buluş sahipliğinin söz konusu hakların varlığından önce tanımlanması gereken bir unsur olduğunun altını çizmiştir. Son olarak başvuru sahibi, her ne kadar yapay zekanın buluş sahipliğinin düzeltilmesine rıza göstermesi mümkün olmasa da, bunun EPC’nin 21. maddesinin uygulanmasını ve yapay zekanın buluş sahibi olarak kabul edilmesini engellememesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Söz konusu başvuru 06.11.2019 tarihinde yayınlanarak başvuruda buluş sahibinin henüz belirtilmediği ve buna ek olarak da buluş sahibine ilişkin ünvanın EPC m. 81 ve m. 19’da belirtilen şartları sağlamadığı belirtilmiştir.

25.11.2019 tarihinde sözlü yargılama gerçekleştirilerek yargılama sonucunda patent başvurularının reddine karar verilmiştir.

Karara ilişkin gerekçeler aşağıda sırasıyla açıklanmaktadır.

1. Buluş sahibinin, buluş sahibine ilişkin ek bir dilekçe ile belirtilmesi:

Başvuru, buluş sahibinin bir makine olduğunu belirttiğinden, EPC m. 81 ve anlaşmanın ikinci bölümünde yer alan buluş sahibinin düzeltilmesi başlıklı m.19(1)de belirtilen şartları sağlamamaktadır.

EPC m. 81’de Avrupa patent başvurusunda, buluş sahibinin belirtilmesi gerektiği, başvuru sahibi ile buluş sahibinin aynı kişi olmadığı durumlarda da buluşa ilişkin hakların neden başvuru sahibine ait olacağına ilişkin ek bir belge ile açıklanması gerektiği düzenlenmiştir.

Kararda yalnızca makineye DABUS ismi vermenin bu gerekliliklerini yerine getirmeyeceği açıkça ifade edilmiştir. Yine, cansız varlıklara verilen isimlerin gerçek kişilere verilen isimlerle denk tutulmasının mümkün olmadığı, gerçek kişilere verilen isimlerin tek veya daha fazla isimden oluştuğuna bakılmaksızın yalnızca kişileri tanımlamak amacıyla değil aynı zamanda kişilik haklarından yararlanan hakları kullanabilmelerine de hizmet ettiği[2] ancak cansız olan varlıkların isimlerinin kendilerine böyle bir hak tanınmasının söz konusu olmayacağı[3] da vurgulanmıştır.

Kararda ayrıca, EPC’nin hukuki çerçevesi dikkate alındığında EPC’de yalnızca gerçek kişi, tüzel kişi ve tüzel kişiliği bulunan kurumlara belli çerçevede haklar tanındığı, hatta patentin tescil edilmesi sırasında başvuru sahipliği bakımından kişiliği olmayanlara bir hak tanınmadığı, buluş sahipliği bakımından ise yalnızca gerçek kişinin gösterilmesinin mümkün olduğu belirtilmiştir.

EPO, tarihi yasal sürece bakıldığında, yasama işlemleri sırasında buluş sahibinin yalnızca gerçek kişi olacağının açıkça belirtildiğini, ayrıca sözleşmenin hazırlık çalışmaları incelendiğinde, tutarlı olarak buluş sahibinin yalnızca gerçek kişi olacağının belirtildiğini belirtmiş ve hatta çalışma dökümanlarında tüzel kişinin de buluş sahibi olabilmesi belirtilmiş olmasına karşın çalışmanın son halinde bu olasılığın yer almadığının görüldüğünü, bunun da yasa koyucunun buluş sahibini gerçek kişi olarak belirtmekteki niyetini açıkça ortaya koyduğunu belirtmiştir.

EPO kararında, yapay zeka veya makinelerin gerçek ve tüzel kişilere kıyasla, herhangi bir hukuki kişilikleri olmadığından şu an için bir hakları olmadığını[4] belirtmiştir. Yine, hukuki kişiliğin gerçek kişilere bir insan olma, tüzel kişilere ise yasal olarak kurulma koşulu ile sağlanmakta[5] olduğu, insan olmayan kişilere kişilik hakkı verilmesinin, ancak özel yasal düzenleme veya içtihat sonucunda gündeme gelebileceği, yapay zekalar için ne özel bir kanun düzenlemesi ne de bir içtihatın var olmadığı, bu nedenle de hukuken kişiliği olmayan yapay zeka veya makinelerin buluş sahibi olmasından kaynaklı olarak, buluş sahibi olarak gösterilme veya buluş sahibi olarak belirtilme gibi haklarının bulunmasının söz konusu olmadığı kararda belirtilmiştir.

Kararda, EPO içtihatlarına bakıldığında, buluş sahibinin gerçek kişi olduğunun sabit olduğu, bu güne kadar EPO’nun herhangi bir tüzel kişinin buluş sahibi olarak gösterilme talebi ile karşılaşmadığını ancak böyle bir taleple karşılaşmamanın tüzel kişilerin buluş sahibi olarak gösterilme ihtimali olarak yorumlanmasına imkan vermediğinin altı çizilmiştir. Yine, tüm EPC’ye taraf ülkelerde de benzer yaklaşımın kabul edildiği, hiçbir taraf devlet tarafından yapay zekaya buluş sahibi olma hakkı verilmediği bu nedenle uygulamada bir bütünlük olduğu belirtilmiştir.

2. Buluştan doğan hakların buluş sahibi olan yapay zekanın sahibine ait olduğunun belirtilmesi:

Başvuru sahibi tarafından yapılan açıklamalarda önce başvuru sahibi, DABUS’un haklarına işvereni olduğu için sahip olduğunu daha sonra ise DABUS’un sahibi olduğu için DABUS’un buluş sahibi olduğu patentten doğan fikri mülkiyet haklarının kendisine ait olduğunu belirtmiştir. EPO kararında, her iki açıklamanın da EPC m. 81 ve m. 60(1)’de belirtilen şartları sağlamadığını, yapay zeka veya makinelerin ne çalıştırılmasının ne de haklarını haleflerine devretmesinin mümkün olmayacağını belirtmiştir.

“Yapay zeka ve makinelerin hukuki bir kişiliği olmadığından bir iş sözleşmesine taraf olabilmeleri mümkün olmamakla birlikte yalnızca başkaları tarafından sahip olunabilmektedir. Yine, kendi ürünü üzerinde hakkı olmayan bir yapay zeka veya makinenin hakkını devretmesi de mümkün değildir. Bu nedenle, yapay zekanın sahibinin yapay zekanın buluş sahibi olduğu ürünler üzerinde hakkı olduğu sonucuna da varılamaz. Herhangi bir ürün sahibi için o ürünün semerelerine de sahip olduğu kanunen düzenlenmiş olsa da, bu buluş sahipliği ve buluş sahipliğinin tanıdığı haklarla eş tutulmamalıdır[6].”

3. Buluş sahibinin belirtilmesi ve patentlenebilirlik

Buluş sahibinin belirtilmesi patent başvurusunda bulunması gereken unsurlarından biridir. Başvurunun şekli olarak incelenmesi tescil sürecinin bir parçası olup, buluşa ilişkin yapılan patentlenebilirlik incelemesinden ayrılmaktadır.

Başvuru sahibi tarafından, yapay zekanın veya makinelerin buluş sahibi olarak belirtilmesinin engellenmesinin, yapay zeka ve makineler tarafından yaratılan patentlenebilir ürünlerin patentlenmesinin engelleyeceği, bunun da EPC’nin 52-57. maddeleri, TRIPS m. 27 ve Strazburg Anlaşması’na aykırılık teşkil edeceği belirtilmiş ve ortada patentlenebilr bir buluş var ise patent hukukunun bir buluş sahibi olduğunu varsayması gerektiği ileri sürülmüştür.

EPO, şekli gerekliliklerinin incelenmesinin her başvuruda esasa ilişkin incelemeden önce ve ondan bağımsız olarak yapıldığını, henüz patent başvurusuna konu ürünün patentlenebilirliğinin incelenmesine ilişkin bir yorumda bulunulmadığını, aksine patentlenebilir bir başvuru olmasının hiçbir şekilde buluşa ilişkin başvurunun şekli gereklilikleri sağladığı şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir.

4. Kamunun buluşun gerçek sahibinin kim olduğunu bilme hakkı

EPO, başvuru sahibinin kamunun buluşun gerçek sahibinin kim olduğunun belirtilmesi gerekliliğine ilişkin iddialarına karşı; EPC’nin yasal çerçevesi incelendiğinde, kamuya gerçek buluş sahibine ilişkin bilgi sunmanın, kamuya ilgili patente karşı buluş sahipliğine ilişkin dava açılmasının mümkün hale getirilmesi anlamına geldiğini belirtmiştir[7].

Başvuru sahibi her ne kadar, buluş sahibinin sadece gerçek kişi olabilmesinin yapay zeka veya makineler tarafından yapılan buluşlara ilişkin olarak kamunun buluşun gerçek sahibini bilmesini engelleyeceğini belirtse de; EPO, gerçek buluş sahibinin doğruluğunu sağlayan bir kurum olmamakla birlikte, gerçek buluş sahibinin belirtilmesi gerekliliğinin amacının, yalnızca buluş sahipliğine ilişkin olarak üçüncü kişilere itiraz hakkı tanımak ve gaspı engellemek olduğunu ifade etmiştir. Yine EPO, buluş sahibinin kim olduğuna ilişkin itirazların da yerel mahkemelerde çözümlenen bir husus olduğunu, EPO’nun yalnızca verilen karar doğrultusunda başvuruda yer alan buluş sahibi bilgisini düzelterek yayınladığını belirtmiştir.

5. Sonuç

EPO tarafından verilen karardan alınması gereken noktalar özetle aşağıdaki gibidir:

– EPC’nin hukuki yorumu sonucunda, Avrupa Patent başvurusunda buluş sahibinin gerçek kişi olması zorunludur.

– Patent başvurusunda buluş sahibinin belirtilmesi, buluş sahibinin meşruiyeti ve buluş sahibinin ünvanından doğan haklarını kullanabilmesini sağlama amacını taşıdığından, hukuki kişiliği olmayan yapay zeka veya makinelerin bu haklardan yararlanması mümkün değildir.

– Son olarak, yapay zeka veya makineye bir insan ismi vermek bu gerekliliğin aşılması için yeterli değildir. EPO kararı, mevcut yasal düzenlemelere göre geçerli bir karar olsa da, karar aslında başvuru sahibinin cevabını aradığı soruya bir yön vermemektedir. EPO’nun kararda genel olarak çekimser bir tavır sergilediği görülse de, yapay zekanın buluş sahibi olarak belirtilmesinin, ancak yapay zekaya bir kişilik hakkı tanınması ile mümkün olabileceğine ilişkin de kapıyı aralık bıraktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Karar mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde hukuka uygundur, ancak sözleşmenin yapıldığı yıllarda, buluş sahibinin bir yapay zeka olacağı fikrinin tartışıldığını söylemek söz konusu olmadığından, hukuk kurallarının zamanın ihtiyaçlarına uygun olarak uyarlanması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Ayrıca doktrinde özellikle sorumluluk hukuku bakımından yapay zekanın hak ve borç altına girmesi gerekliliğinin sıkça tartışıldığı da görülmektedir[8]. Bunun, gelecek açısından elzem olduğu düşünüldüğünde, hukuk kurallarının gereken şekilde uyarlanması ihtiyacı bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

İnci ERBİLEN

Ocak 2020

inc.erb@hotmail.com



[1] Avrupa Parlamentosu, Medeni hukuk kurallarının robot teknolojisine uyarlanmasına ilişkin öneri ve tavsiyeler içeren (2015/2103(INL) sayılı raporu. (https://www.europarl.europa.eu/doceo/document/TA-8-2017-0051_EN.html)

[2] EPO 18 275 163.6 sayılı patent başvurusu hakkında verilen 27.01.2020 tarihli kararı paragraf 22.

[3] EPO 18 275 163.6 sayılı patent başvurusu hakkında verilen 27.01.2020 tarihli kararı paragraf 22.

[4] EPO 18 275 163.6 sayılı patent başvurusu hakkında verilen 27.01.2020 tarihli kararı paragraf 27.

[5] EPO 18 275 163.6 sayılı patent başvurusu hakkında verilen 27.01.2020 tarihli kararı paragraf 27.

[6] EPO 18 275 163.6 sayılı patent başvurusu hakkında verilen 27.01.2020 tarihli kararı paragraf 27.

[7] EPC m. 61.

[8] Yapay zekaya hukuki kişilik tanınmasına ilişkin ayrıntılı açıklamalar için Bkz. Dr. Seda KARA KILIÇARSLAN, “Yapay Zekanın Hukuki Statüsü ve Hukuki Kişiliği Üzerine Tartışmalarhttps://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/775111

“CANNABIS STORE AMSTERDAM” MARKA BAŞVURUSU KAMU DÜZENİNE AYKIRI BULUNDU!

Avrupa Birliği Genel Mahkemesi’nde (“Mahkeme”) görülen bir davada 12 Aralık 2019 tarihinde verilen T683/18 sayılı kararda[1] “Cannabis Store Amsterdam” ibaresini içeren marka başvurusu kamu düzenine aykırı bulunarak reddedilmiştir.

Mahkeme’de görülen davanın konusu özetle şöyledir; İtalya’da mukim Santa Conte isimli bir kadın, 19 Aralık 2016 tarihinde Avrupa Birliği’nde tescil edilmek üzere “Cannabis Store Amsterdam” ibareli ve görselini gördüğünüz marka için Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (“EUIPO” veya “Ofis”) başvuruda bulunmuştur.

Marka başvurusu, Nice Anlaşması’na göre 30. sınıftaki “Pişmiş gıdalar, pastacılık ürünleri, çikolata ve tatlılar; Tuzlar, baharatlar, tatlandırıcılar ve soslar; Buzlar, dondurmalar, donmuş yoğurtlar ve sorbeler; Ara sıcak pastacılık ürünleri.”, 32. sınıftaki “Alkolsüz içkiler; Biralar ve biracılık ürünleri; İçecek yapmak için hazırlıklar.”  ve 43. sınıftaki “Yiyecek ve içecek sağlama hizmetleri.” üzerinde tescil edilmek istenmektedir. Başvuruyu inceleyen Ofis, 7 Eylül 2017 tarihinde marka başvurusunu 207/2009 numaralı Tüzük’ün (“Tüzük”) 7(1)(b) maddesi uyarınca “ayırt edicilikten yoksun olması” ve Tüzük’ün 7(1)(c) maddesi uyarınca “ürünün geldiği coğrafi kaynağı göstermesi” nedenleri ile reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 9 Ekim 2017 tarihinde bu karara EUIPO Temyiz Kurulu önünde itiraz etmiştir. Temyiz Kurulu’na giden karar için 31 Ağustos 2018 tarihinde EUIPO Temyiz Kurulu madde 7(1)(f) uyarınca marka başvurusunu “kamu düzenine aykırı” bulmuş ve Ofis’in ret kararının kapsamını genişleterek itirazı reddetmiştir.

Bunun üzerine başvurucu, söz konusu karar aleyhine Mahkeme’ye gitmiştir. Mahkemede marka başvurusunda tasvir edilen yaprakların EUIPO tarafından yanlış anlaşıldığını, EUIPO’nun gerekçelerinde açıklıktan ve tarafsızlıktan uzak olduğunu ileri sürmüştür. Marihuana maddesinin cannabis yapraklarından değil dişi cannabis çiçeklerinden elde edilen psikoaktif bir madde olduğunu, cannabis yapraklarının THC olarak adlandırılan marihuanaya uyuşturucu niteliğini veren kimyasal maddeyi içermediğini ve marihuananın bir bitki adı olmadığını ileri sürerek söz konusu karara itirazda bulunmuştur.

Bu itirazlar üzerine Mahkeme, bir marka başvurusunun kamu düzenine aykırı olup olmadığının değerlendirmesinde ilgili kesimin tescil edilmek istenen markayı nasıl algılayacağının önemli olduğunu ve tüketicinin ulaşabileceği bilgiler ışığında değerlendirme yapılması gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu davada, ilgili görselde yer alan yaprak şeklinin halk tarafından kolaylıkla uyuşturucu madde olan marihuanaya benzetilebileceğinin açık olduğu ifade edilmiştir.

Bununla birlikte, Mahkeme, marka başvurusunun reddedilmesine gerekçe olarak, tescil edilmek istenen mal ve hizmetlerde söz konusu marihuana maddesinin yaygın olarak kullanılmasını ve ortalama bir tüketicinin direkt olarak bu marka altında satılacak ürünlerde marihuana maddesinin bulunacağı düşünmesine sebep olacağını göstermiştir. “Cannabis” kelimesinin marka başvurusunda büyük harflerle ve vurgulanarak yazılması da Mahkeme’ye göre, ilgili marihuana maddesi ile ilişkilendirilme ihtimalini arttırmaktadır. Ayrıca “Amsterdam” kelimesinin, Avrupa’da “coffee shop”larında yasal olarak marihuana ürünlerinin satılmasına izin verilmesi ile ünlü bir şehre gönderme yaptığını, bu durumun marihuana maddesi ile marka başvurusunun kolayca ilişkilendirilmesine yol açtığını belirtmiştir.

Başvuru sahibi ise Amsterdam ibaresinin cannabis maddesinin kökenini göstermek için kullanıldığını, ürünlerde kullanılan ve uyuşturucu olmayan cannabis içeriğinin Amsterdam’dan ithal edildiğini, bahsi geçen “coffee shop”larda satılan ürünlerle benzer ürünler satmadığını, ilgili narkotik maddenin daha çok sigara olarak içildiğini belirtmiştir. Mahkeme ise bu iddiaya cevaben cannabis maddesinin uyuşturucu halinin içecek ve yiyeceklerle de tüketilebileceğini belirterek itirazı yerinde bulmamıştır.

Mahkeme değerlendirmesinde, kamu düzenine aykırılık kriteri çerçevesinde inceleme yapılırken, hem bütün Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin bir bütün halinde hem de ayrı ayrı her bir üye devletin narkotik maddelere karşı tutumunun birlikte değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Halkın genel olarak uyuşturucu maddelere ilişkin detaylı bilgi sahibi olmadığını söyleyen Mahkeme, THC içeren maddelerin (marihuanaya uyuşturucu vasfını veren kimyasal bileşen) yasallaştırılması ile ilgili olarak pek çok üye devlette hali hazırda tartışmalar olduğunu, bu süreçte ortalama bilgi ve dikkate sahip bir tüketicinin söz konusu marka başvurusunu gördüğünde ne anlayacağının değerlendirilmesi gerektiğini ve buna göre bir karar vermenin uygun olacağını söylemiştir.

Mahkeme, marka başvurusundaki ilgili bitkiye ait yaprak görseli, cannabis ve Amsterdam kelimelerinin bir bütün olarak değerlendirilmesini gerektiğini ve bu üç elementin bir marka başvurusunda yer almasının çok fazla referans içermesinden dolayı ilgili narkotik madde ile ilişkilendirilmesi ihtimalinin arttığını savunmuştur. Bunun yanında söz konusu dava ile ilgili olarak Mahkeme, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde cannabis maddesinden elde edilen narkotik maddelerin kullanılmasının yasak olduğunu, cannabis ürünlerinin yaygınlaşmasıyla mücadelenin çok hassas bir konu olduğunu, halkın genel sağlığını koruma amacı güden bu yaklaşımların her bir üye ülke için temel değerlerden biri olduğunu vurgulamaktadır. Pek çok Üye Devlet’te hala yasak olan bu narkotik maddenin tescil edilmesinin bu sebeplerle mümkün olmadığını ve marka başvurusunun kamu düzenine aykırı olduğunu belirterek ilgili marka başvurusunu tüm sınıflar için reddeden kararı teyit etmiştir. Ayrıca Mahkeme, başvuru sahibinin dayanak olarak gösterdiği ve EUIPO nezdinde tescilli olan “COCAINE” ve “CANNABIS STORE AMSTERDAM ORIGINAL AMSTERDAM” ibareli markalarının ileri sürülemeyeceğini çünkü ilk derece kararlarının Temyiz Kurulu ya da Mahkeme için bağlayıcı olmadığını belirtmiştir.

Hâlihazırda birçok Avrupa ülkesinde belirli miktarda THC psiko-aktif maddesinin kullanımına ve satışına izin verilmesine rağmen, Mahkeme, bu kararı ile Avrupa Birliği’nde marihuana ya da cannabis ibaresini içeren marka tescil ettirmeyi zorlaştıran bir adım atmıştır.

Bahsi geçen karar, tam da birçok Avrupa Birliği ülkesinin parlamentosunda marihuanın yasallaştırılması ile ilgili tartışmalar sürmekteyken verilmiştir. Örneğin bu konu ile ilgili güncel gelişmelerden birisi başvurucunun da vatandaşı olduğu İtalya’da gerçekleşmiştir. İtalya’da 1 Ocak 2020’den itibaren sigara ve tütün satan dükkanlar içerisinde esrarın etken maddesi olan THC’yi yüzde 0.5 oranında içeren otların ticaretinin yapılabileceği kabul edilmiştir ve şu anda İtalya’da keyfi amaçlı dahi belirli oranda THC içeren esrar satışı ve tüketimi serbest hale gelmiştir.

Mahkeme kararını 12 Aralık 2019 tarihinde vermiştir. Konunun Avrupa Birliği Adalet Divanı önüne gelmesi halinde, kararın ne yönde verileceği, tartışmaların ve gelişmelerin dikkate alınıp alınmayacağı merak konusudur…

Güldeniz DOĞAN ALKAN

Ocak 2020

guldenizdogan@hotmail.com



[1] http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=A28DCA4C81C914964B9E57703DCD8168?text=&docid=210112&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=269340

Kurtarıcı Her Zaman Kurtarmaz, Bazen Tabuta Bir Çivi Daha Çakar – Temyiz Kurullarının Resen Ret Yetkisine Bakış: EUIPO Temyiz Kurulu “Global Star Registry” Kararı

Umutlar tam olarak tükendiğinde ortaya çıkan Kurtarıcı, sinema filmlerinin vazgeçilmezidir.

Western filmlerinde Kurtarıcı, kızılderililer nihai ataklarını yaptıkları ve son savunucuları da öldürecekleri anda, uzaktan duyulan borazan sesiyle yetişen Süvari Alayı’dır.

Yüzüklerin Efendisi’nde Kurtarıcı, “Beşinci günün şafağında beni bekleyin. Şafakta doğuya bakın.” sözünü tutarak Rohirrim süvarileriyle birlikte Miğfer Dibi Savaşı’nın kaderini değiştiren Gandalf’tır.

Beklenen Kurtarıcının ortaya çık(a)madığı durumlar da elbette vardır ve gerçek yaşamda daha fazlasıyla karşımızdadır.

General Custer ve komutasındaki 7. Süvari Alayı’nın önemli kısmı, “Little Big Horn” muharebesinde kızılderililer tarafından son askerine kadar öldürülür. Custer, ölmeden önce alayın başka bir bölgeye gönderdiği kısmının son anda yetişip kendilerini kurtaracağını düşünüyordu muhtemelen.

Nazi savaş makinesi, Sovyet Rusya’yı işgalinde ilk tokadı Moskova önlerinde yedikten sonra, 1942 yılında Stalingrad’ı kuşatmıştır. Stalin’in ismini taşıyan bu şehrin alınmasının stratejik bakımdan önemi tartışılsa da, Rusları psikolojik olarak yıkacağı düşünülmektedir. Eh, Stalin de aynısını düşünüyor olacak ki, şehrin son asker ve sivil ölene kadar teslim edilmemesi talimatını vermiştir. Koskoca Alman 6. Ordusu savaşın sonunda imha edilmiş, sağ kalanlar (200.000 kişiden fazla) teslim olmuştur. 6. Ordu soğuk, açlık ve Ruslarla savaşırken son ana dek, General Manstein’ın panzer birliklerinin Rus çemberini kırarak kendilerini kurtaracağını düşünmüştür; ancak Kurtarıcı gelememiştir. (Stalingrad’la ilgili ayrı bir yazı yazacağım, bence tarihteki en dramatik muharebe.)



Bazen yetişen, çoğunlukla ise yetişemeyip hayal kırıklığı Kurtarıcıyı marka incelemesine nasıl bağlayacağız?

Kanaatimizce, Temyiz inceleme birimleri – makamları, marka incelemesinde beklenen Kurtarıcıya karşılık gelmektedir. İnceleme sonucunda verilen kararlara karşı yapılan itirazlar (veya açılan davalar), önceki kararın yerindeliğini inceleyen Kurtarıcı tarafından yapılmaktadır ve itiraz edenin (veya davacının) lehine çıkan kararlar Kurtarıcının kendisinden beklenen vazifeyi yerine getirdiği göstermektedir. İlgili makamın itirazı (davayı) reddetmesi ise, Kurtarıcının kendisinden beklenen işlevi yerine getirememesine denk düşmektedir.

Türküdeki Kara Tren’e benzeyen (Kara tren gecikir belki hiç gelmez) Kurtarıcı, bazen öyle bir şey yapar ki, bunu yapacağına keşke sadece hiç gelmesiydi denilebilir. Marka incelemesinde bunun karşılığı, Temyiz Organının verdiği resen ret kararlarıdır.

Bu yazıda Temyiz Organının verdiği resen ret kararlarına bir örneği, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’nin “GLOBAL STAR REGISTRY” kararı özelinde sizlere aktaracağız. (https://euipo.europa.eu/eSearchCLW/#basic/*///number/586%2F2019)

“NEWBURY HEALTHCAP LIMITED” firması aşağıda görseline yer verilen “GLOBAL STAR REGISTRY” markasının 14.,16. sınıflara dahil bazı mallar ve 35. sınıfa dahil bazı hizmetler bakımından tescil edilmesi talebiyle EUIPO’ya başvuruda bulunur.

Ocak 2019’da EUIPO başvuruyu 16. sınıfa dahil “gökyüzü cisimlerinin, yıldızların isimlerinin ve pozisyonlarının tanıtımı ile ilgili basılı yayınlar, kitaplar, sertifikalar, broşürler” gibi mallar ve 35. sınıfa dahil “yukarıdaki malların postayla, telefonla, internet üzerinden siparişi hizmetleri” gibi hizmetler bakımından reddeder. Ret kararının gerekçesi ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılıktır. “Global Star Registry” ibaresinin Türkçe karşılığı “global yıldız sicili”dir.

Uzmana göre başvuruda yer alan yıldız şekli, yıldız (star) kelimesine vurguyu güçlendiren bir unsurdur ve “Global Star Registry” ibaresinin yaratacağı tek algı “dünya çapında bir yıldız sicili”dir. Başvuru bu anlamı itibarıyla uzmana göre, kısmi ret kararı kapsamındaki mal ve hizmetler bakımından ayırt edici nitelikten yoksun ve doğrudan tanımlayıcıdır.

Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ve kısmi ret kararının kaldırılmasını talep eder. Başvuru sahibine göre, başvuru ayırt edici bir slogandır, tek bir işletmeyi işaret eden ayırt edici bir adlandırmadır ve başvuru sahibi sadece kelime unsuru için değil, bütüncül stilize biçim için koruma talep etmektedir.

İtiraz EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelemeye alınır.

Temyiz Kurulu, ilk incelemenin ardından başvuru sahibine bir yazışma gönderir ve başvuruyu yanıltıcılık gerekçesiyle reddetme niyetinde olduğunu bildirir. İlgili ret maddesi, “halkı yanıltıcı mahiyette olan işaretlerin tescil edilemeyeceği” hükmünü içeren Tüzük madde 7(1)(g)’dir.

Temyiz Kuruluna göre, başvurunun verdiği mesaj açık olarak “başvuru sahibinin global bir yıldız sicili tuttuğudur”. Başvuru kapsamındaki tüm mal ve hizmetler bu tip bir yıldız siciline ilişkindir. Kurula göre, başvuru özel müşterilere ödeme karşılığında yıldızlara isim verileceği mesajını iletmektedir. Buna karşın, başvuru sahibinin yıldızlara resmi olarak isim verme yetkisinin bulunmadığı açıktır. Yıldızlara resmi olmayan isimler vermenin ise hiçbir ekonomik değeri yoktur. Özel bir işletme tarafından tutulacak bir yıldız sicili, hiçbir şey için tutulacak sicille eşdeğerdir. “Uluslararası Astronomi Derneği” websitesinde bu alanda özel faaliyet gösteren hiçbir şirketle bağlantısının bulunmadığını ve özel şirketlerce tutulan yıldız sicillerinde yıldızlara verilen isimlerin, yıldızlara veya diğer gökyüzü cisimlerine verilen bilimsel isimlerle hiçbir bağlantı veya ilgisinin bulunmadığını belirtmektedir. Temyiz Kurulu, 1999’da verdiği “International Star Registry” kararının gerekçesine de atıfta bulunmuştur.

Kurul, başvuru sahibine iki aylık süre vermiş ve 7(1)(g) maddesi çerçevesinde verilecek ret kararı hakkındaki görüşlerini sunmasını talep etmiştir.

Başvuru sahibi, bu maddeye dayanılarak verilecek ret kararının yerinde olmayacağını ve fiili bir yanıltıcılığın bulunmadığını iddia etmektedir. Buna ilaveten, 14. ve 16. sınıflarda yıldız ve gök cisimlerine atıf yapılan bölümleri kaldırarak mal listesini sınırlandırdığını ve bu yolla da ret kararının gerekçesinin ortadan kalkacağını belirtmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu, başvuru sahibinin görüşünü de dikkate alarak incelemeye devam etmiştir.

Kurul, ilk olarak Temyiz Kurulu’nun 7. madde (mutlak ret nedenleri) kapsamında ilk inceleme uzmanının öne sürmediği ret gerekçelerini resen öne sürmeye yetkisi bulunduğunu belirtmiştir.

Kurul kararında özet olarak; registry kelimesinin işaret ettiği sicil tutma faaliyetlerinin resmi veya yarı resmi bir faaliyeti işaret ettiğini, global sözcüğünün tüm çapında bir faaliyeti belirttiğini, mal listesinde yer alan sertifika kelimesinin de resmi bir hizmet yönündeki algıyı güçlendirdiğini ve yıldız anlamına gelen star kelimesiyle oluşturulan bütünün, oluşturacağı algının müşterilerin belirledikleri bir yıldız için seçecekleri ismin dünya çapında bir sicile kaydedileceği mesajını verdiğini ifade etmektedir. Oysaki, dünya çapında böyle bir yıldız sicili bulunmadığı gibi, müşterilerin talep ve ücret karşılığında yıldızlara isim verebileceğini öne sürmek yanıltıcıdır. Başvuru sahibinin yıldızlara resmi isim verme gibi bir yetkisi bulunmamaktadır.

Başvuru sahibinin, 14. ve 16. sınıflarda yıldız ve gökcisimlerine atıf yapılan bölümleri kaldırarak mal listesini sınırlandırdığı ve bu yolla da ret kararının gerekçesinin ortadan kalktığı yönündeki iddiası kabul edilemez. Çünkü, başvuru sahibi mal listesini sınırlandırmamakta, tersine belirtilen ifadeleri kaldırmak suretiyle genişletmektedir.

Başvuru sahibi, markanın henüz kullanılmadığını, dolayısıyla yasadışı kullanımdan bahsedilemeyeceğini iddia etse de; burada tartışılan konu kullanımın yasadışı olup olmadığı değil, tüketicileri yanıltıcı mahiyette olup olmayacağıdır. Başvuruda yer alan “registry” kelimesinden hareketle yukarıda yapılan açıklamalar, başvurunun yanıltıcı olduğunu göstermektedir.

Bu çerçevede, başvuru Temyiz Kurulu tarafından 7(1)(g) maddesi kapsamında tüm mal ve hizmetler için yanıltıcılık gerekçesiyle reddedilmelidir ve uzmanın ilk kararında reddetmemiş olduğu 14. sınıfa dahil mallar da ret kararı kapsamına alınmalıdır. Başvuru 7(1)(g) maddesi kapsamında tümüyle reddedildiğinden, 7(b),(c) maddeleri kapsamında verilen kısmi ret kararına karşı yapılan itirazın ayrıca incelenmesi de gerekli değildir.

EUIPO Temyiz Kurulunun yukarıda özetlediğimiz kararı, hem içeriği hem de yöntemi bakımından oldukça ilginçtir ve ülkemizde Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nca bazı durumlarda kullanılan resen ret mekanizmasıyla örtüşmektedir. Benzeşen yön, her iki Kurulun da başvuruyu ilgili daireye iade etmek yerine resen inceleyerek yeni ret gerekçelerini uygulamaları ve/veya ret kararının kapsamını genişletmeleridir; farklılaşan yön ise EUIPO Temyiz Kurulu’nun ret niyetini belirten bir ara kararı-mektubu (objection) önceden göndererek, başvuru sahibine görüş bildirmesi için süre vermesidir. Bu yöntemin daha sağlıklı olduğunu söylemek güç değildir.

Elbette, bu tip resen ret hallerinin, EUIPO, Türkiye ya da başka bir ülke fark etmez, Temyiz Kurullarına yüklenen Kurtarıcı misyonuyla örtüşmediği ortadadır.

Kurtarıcıdan ne beklenir kurtarması öyle değil mi? Kurulların resen ret kararı vermesi halinde ise, Kurullar başvurunun tabutuna çok sert birkaç çivi daha çakmaktadır. Pek sık karşılaşılan haller olmasa da, Kurtarıcıya bence dikkat edin.

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2020

unsalonderol@gmail.com

“Bir 35 Vardır Bende, Benden İçeri” – Adalet Divanı Genel Mahkemesi LLOYD Kararı (T-729/18)

Hemen herkesin sevdiği veya uğurlu bulduğu bir sayı vardır. Bazılarının ise uğursuzluk getirdiğine inandığı sayılar mevcuttur.

Marka tescili işlemlerinde inceleyici, vekil, danışman, avukat, araştırmacı veya yargı mensubu olanların ortak bir uğursuz sayısı var mıdır bilmiyorum; ama emin olduğum şudur ki, sadece Türkiye ile sınırlı değil dünyada bu camianın hiç sevmediği ve duymaktan sıkıldığı sayı 35’tir.

Nicé sınıflandırmasının 35. sınıfında yer alan “malların satışı sunumu hizmetleri”ne kısaca 35 veya 35 son diyoruz ve bu 35 son hayatımızı farklı boyutlarıyla yiyip bitiriyor. 35. sınıfın söz konusu yamyamlığı sadece Türkiye için söz konusu değil, çünkü bu harika sayı tüm dünyada marka camiasına her boyutuyla soğuk terler döktürmeye devam ediyor. Hangi şekilde ifade edilmeli, genel mi özel mi olmalı, genel olursa hangi mal ve hizmetlerle benzer, özel olursa hangi mal ve hizmetlerle benzer, özel özele hangi hallerde benzer, içine sadece mallar mı yazılır yoksa hizmetler de yazılabilir mi…Ömür törpüsü gibi bir sayı kısaca.

Bu durumda da “Bir 35 vardır bende, benden içeri” demek gerekiyor sanırım.

35. sınıfla ilgili son gelişmelerden birisi Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin T-729/18 sayılı “LLOYD” kararıdır. (http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=E8AB49A0874102562A8FF5540FC09864?text=&docid=221771&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=1113633)

Kısaca aktaralım.

“Lloyd Shoes GmbH” firması “LLOYD” markasının tescil edilmesi için Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’ne başvuruda bulunur. Başvurunun kapsamında; 3. sınıfa dahil parfümler, kozmetikler; 14. sınıfa dahil mücevherat ve saatler; 18. sınıfa dahil çantalar, cüzdanlari deri ve imitasyon deri; 25. sınıfa dahil giysiler, ayak giysileri, baş giysileri ve 35. sınıf kapsamında yukarıda sayılan 14., 18., 25. sınıfa dahil malların satışa sunumu hizmetleri bulunmaktadır.

Başvuru ilan edilir ve ilana karşı “El Corte Inglés SA” firması aşağıda görseline yer verilen “Lloyd’s” markasını gerekçe göstererek itiraz eder. İtiraz gerekçesi markanın kapsamında yukarıda yer verilen başvurunun kapsadığı mallarla aynı mallar 3., 14. ve 18. sınıflar bakımından bulunmaktadır, ancak itiraz gerekçesi marka 25. sınıfa dahil malları ve 35. sınıfa dahil hizmetleri kapsamamaktadır.

Başvurunun ilanına karşı yapılan itiraz EUIPO İtiraz Birimi ve Temyiz Kurulu tarafından incelenir ve EUIPO’nun nihai kararı, başvurunun 35. sınıfa dahil “giysilerin, ayak giysilerinin ve baş giysilerinin satışa sunumu hizmetleri” dışında kalan tüm mal ve hizmetler bakımından reddedilmesi yönünde olur.

Temyiz Kurulu bu kararına gerekçe olarak; “itiraz gerekçesi markanın kapsamında 25. sınıfa dahil malların bulunmamasını” göstermiştir. Bir diğer deyişle, başvurunun kapsamında bulunan 25. sınıfa dahil mallar, itiraz gerekçesi markanın kapsadığı 3.,14.,18. sınıflara dahil mallarla benzer bulunup reddedilmiş olsa da, 35. sınıfta yer alan “giysilerin, ayak giysilerinin ve baş giysilerinin satışa sunumu hizmetleri”, itiraz gerekçesi markanın 25. sınıfa dahil malları kapsamaması nedeniyle reddedilmemiştir. (Biraz karışık oldu, ama yapacak bir şey yok, bir kez daha okuyabilirsiniz.)

“El Corte Inglés SA” firması Temyiz Kurulu’nun bu kararına karşı dava açar ve başvurunun tümüyle reddedilmiş olması gerektiğini öne sürer. Davacıya göre, karıştırılma olasılığı gerekçeli itirazın kısmen reddedilmesi yönündeki karar hatalıdır ve iptal edilmelidir.

Davacı;başvuru kapsamında kalan “giysilerin, ayak giysilerinin ve baş giysilerinin satışa sunumu hizmetleri” ile itiraz gerekçesi markanın kapsadığı mallar arasında tamamlayıcılık ilişkisi bulunmaktadır, aynı satış noktaları söz konusudur ve markaların yüksek düzeydeki benzerliği de dikkate alındığında ortalama tüketiciler bu malların ve hizmetlerin aynı veya bağlantılı ticari kaynaktan geldiklerini düşüneceklerdir ve dolayısıyla karıştırılma ihtimali ortaya çıkacaktır argümanını öne sürmektedir.

Genel Mahkeme; itiraz gerekçesi markanın kapsamında 3.,14. ve 18. sınıfa dahil malların bulunduğunu ve 25. sınıfa dahil malların yer almadığını belirtir ve ardından 25. sınıfa dahil mallarla, 3.,14. ve 18. sınıfa dahil mallar benzer bulunmuş olsa da, bu benzerliğin yanında 35. sınıfa dahil “giysilerin, ayak giysilerinin ve baş giysilerinin satışa sunumu hizmetleri” ile 3.,14. ve 18. sınıfa dahil malların benzer bulunması zorunluluğunu getirmediğini ifade eder.

Mahkemeye göre; 18. sınıfta yer alan “çantalar” gibi mallarla 25. sınıfta yer alan “giysiler, ayak giysileri, baş giysileri” malları arasında tamamlayıcılık gibi işlevsel bir bağlantı bulunsa da, bu durum aynı bağlantının 25. sınıfa dahil malların satışa sunumu hizmetleri bakımından da kurulmasını gerektirmemektedir. 3., 14. ve 18. sınıfa dahil mallar ile 25. sınıfa dahil malların satışa sunumu hizmetleri doğaları, amaçları ve kullanım yöntemleri bakımından farklıdır ve benzer mal ve hizmetler değillerdir.

Davacı taraf; markaların benzerlik düzeyinin yüksekliği de dikkate alınarak karıştırılma olasılığının varlığı sonucuna ulaşılması gerektiğini iddia etse de, bu sonuca ulaşabilmek için mallar ve/veya hizmetler arasında benzerlik bulunması gereklidir; incelenen vakada yukarıda açıklanan gerekçelerle mallar ve hizmetler benzer bulunmamış olduğundan, markaların benzerlik düzeyinin yüksekliği de varılan sonucu değiştirmeyecektir.

Genel Mahkeme açıklanan nedenlerle davacının karıştırılma olasılığının 35. sınıfa dahil “giysilerin, ayak giysilerinin ve baş giysilerinin satışa sunumu hizmetleri” bakımından da ortaya çıkacağı yönündeki argümanını kabul etmemiş, Temyiz Kurulu kararını onamış ve dolayısıyla davayı reddetmiştir.

Kişisel görüşüm; 35. sınıf kapsamındaki malların satışa sunumu hizmetine yönelik itirazlarda, itirazların kabul edilebilmesini ancak ve sadece ilgili malların itiraz gerekçesi markanın kapsamında bulunması şartına bağlayan Temyiz Kurulu ve Genel Mahkeme yaklaşımının fazlasıyla indirgemeci olduğudur. Örneğin; 6. sınıftaki “metalden çiviler” malını kapsayan bir marka gerekçe gösterilerek, 35. sınıftaki “plastik çivilerin satışa sunumu hizmetleri”ne itiraz edilirse (plastik çiviler 20. sınıftadır) ve markalar aynıysa (veya çok benzerse), karıştırılma olasılığının ortaya çıkmayacağını öne sürmek bu denli kolay olmalı mıdır? Bir diğer deyişle, farklı sınıflarda bulunan plastik çiviler ile metalden çiviler birbirlerine benzer mallardır dersek ve metalden çiviler ile metalden çivilerin satışa sunumu hizmetini de benzer ve bağlantılı mal ve hizmetler olarak kabul edeceksek, plastik çivilerin satışa sunumu hizmetleri ile metalden çiviler malları neden ve hangi mantıklı gerekçe ile birbirlerine benzer mal ve hizmetler olmayacaklardır? Sonuç olarak her ikisi de plastikten veya metalden olmalarına bakılmaksızın aynı işlevi görüyorlar, aynı yerlerde satılıyorlar, çoğunlukla yanyana satışa sunuluyorlar, amaçları aynı, görünümleri çok benzer, vb.

Karıştırılma ihtimali son tahlilde, halkın mal veya hizmetlerin aynı veya bağlantılı ticari kaynaklardan geldiğine yönelik inanca kapılması olasılığının incelenmesidir ve malları veya hizmetleri “eşleştirme oyunu” değildir. Bu çerçevede, incelemeyi “eşleştirme oyunu”na indirgeyen mekanik yaklaşım bana pek de yerinde gelmiyor diyerek yazıyı noktalıyorum.

Görüşünü veya yorumunu yazmak isteyen olursa şimdiden teşekkürler.

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2020

unsalonderol@gmail.com

IPR Gezgini Instagram’da – Takibe Alabilirsiniz!

IPR Gezgini, yeni yazıların, güncel haberlerin ve site içeriğinin duyurulması amacıyla sosyal medya ortamlarını aktif olarak kullanıyor.

Sosyal medya hesaplarımıza bugün itibarıyla Instagram hesabımızı da ekledik.

iprgezgini kullanıcı isimli Instagram hesabımız, diğer hesaplardan farklı olarak eski yazılarımızı yeniden hatırlatma işlevini de yerine getirecek.

IPR Gezgini arşivlerinde yaklaşık 550 adet yazımız var ve bunların unutulmasını istemiyoruz. Dolayısıyla, eski ve önemli yazılarımızı Instagram hesabımızdan linkleriyle birlikte takipçilerimize hatırlatacağız.

Yeni yazılarımız halihazırda tüm site takipçilerine e-posta yoluyla iletiliyor; bunun yanısıra yeni yazılarımızın duyurusu IPR Gezgini kullanıcı isimli Facebook hesabımızda ve site kurucusu Önder Erol Ünsal‘ın Twitter ve LinkedIn hesaplarında yazının sitede yayımlandığı anda yapılıyor.

Sosyal medya aracılığıyla azımsanamayacak düzeyde geri dönüş aldığımız için, son birkaç yılın en revaçtaki sosyal medya ortamı olan Instagram’ı da atlamak istemedik. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi içeriği esasen Retro Ipr Gezgini şeklinde oluşturma niyetindeyiz; ancak bu yeni ve diğer içerikleri dışlayacağımız anlamına da gelmiyor.

Uzun lafın kısası, eğer bir Instagram hesabınız varsa, bizi iprgezgini kullanıcı adından takibe alabilirsiniz.

Bekliyoruz!

IPR Gezgini

Ocak 2020

iprgezgini@gmail.com

Fikri Mülkiyet Davasız Klasik Ol(a)maz: Casablanca

IPR Gezgini E-Bülteni’nde yayımlanmış yazıların bir kısmına sitede yeniden yer vereceğimizi önceden duyurmuştuk. IPR Gezgini E-Bülteni Kasım ayı sayısında yer almış bu yazı, bülten takipçisi olmayan okurlarımızın da ilgisine sunulmaktadır. E-Bülteni takip için iprgezgini@gmail.com adresine e-posta göndermeniz yeterlidir.



1942 yapımı “Casablanca” filmi Michael Curtiz tarafından yönetilmiştir. Başrol oyuncuları Humphrey Bogart (Rick Blaine), Ingrid Bergman (Ilsa Lund Laszlo), Paul Henreid (Victor Laszlo)‘dir. Casablanca unutulmaz bir aşk ve dram filmi olarak klasikler arasında yerini almıştır ve geçen onca yıla rağmen halen hatırlanmaktadır. Unutmamak gerekli, filmin şarkıları da unutulmaz arasındadır ve filmin en bilinen şarkısı “As Time Goes By”, Rick’in “Play it again, Sam” repliğiyle de hafızalara kazınmıştır. 

Filmin en unutulmaz anıysa, birçoğunuzun bildiği Rick ile Ilsa’nın vedası, yani “We’ll always have Paris” sahnesidir.

Bir dünya klasiğinin hiçbir fikri mülkiyet ihtilafına konu olmaması elbette düşünülemez. O zaman anlatalım…

1941 yılında Murray Burnett ve Joan Allison, “Everybody Comes to Rick’s (Herkes Nick’in Yerine Gelir)” isimli bir oyun yazarlar. Oyun sahneye dahi koyulmadan, oyunun tüm hakları Warner Brothers şirketine 20.000 Dolar karşılığında satılır. 

Yazarlar ve Warner Brothers arasında yapılan anlaşmada, yazarların esere ait her tür ve özellikteki şu anda var olan ve gelecekte ortaya çıkacak haklarını Warner’a verdikleri, devrettikleri, sattıkları, transfer ettikleri belirtilmektedir. Buna ilaveten, alıcının eserin adaptasyonlarını edebiyat, drama, sinema, radyo gibi birçok alanda yapabileceği de sözleşmede yer almaktadır. (“… give, grant, bargain, sell, assign, transfer and set over all now or hereafter existing rights of every kind and character 4whatsoever pertaining to said work, whether or not such rights are now known, recognized or contemplated and the complete and unconditional and unencumbered title in and to said work for all purposes whatsoever.

“2. I further give * * * the absolute and unqualified right to use said work in whole or in part, in whatever manner said purchaser may desire, including (but not limited to) the right to make, and/or cause to be made, literary, dramatic, speaking stage, motion picture, photo play, television, radio, and/or other adaptations of every kind and character, of said work, or any part thereof; and for the purpose of making or causing to be made such adaptations or any of them the purchaser may adapt, arrange, change, novelize * * * add to and subtract from said work, and/or title”)

Warner Brothers, 1942 yılında oyunu Casablanca filmine dönüştürür ve film olağanüstü başarı kazanmakla kalmaz, klasik ve kült bir film haline dönüşür.

Warner, 1955-56 yıllarında on bölümlük bir Casablanca dizisi çeker. Bu diziye karşı oyunun yazarları herhangi bir yasal girişimde bulunmazlar.

1983 yılında ise Warner beş bölümlük yeni bir Casablanca dizisi yapar. Dizinin ilk bölümünün yayınlanmasından yaklaşık 2.5 ay sonra oyunun yazarları, dizideki karakterlerin haklarının kendilerine ait olması ve bu karakterlerin dizide kullanımının hukuka aykırı olması nedenleriyle dava açar.

Yazarların ana iddiaları; Warner Brothers’ın 1942 yılındaki sözleşmeyi ihlal etmesi, davalının aslında eserin sahiplerine (yazarlara) ait olan hakları kötüye kullanması, davalının yetkisiz kullanım nedeniyle haksız biçimde zenginleşmesi, davalının davacılarla haksız biçimde rekabet etmesi, davalının aslında davacılara ait olan hakların gerçek sahibiymiş gibi davranması, davacılara hak ettiklerinin ödenmemesi, davalının yeni dizisinin kötü kalitesi nedeniyle davacıların haklarının değerinin düşmesi olarak özetlenebilir.

Temyiz Mahkemesi’nin kararı davacıların aleyhinedir. Mahkeme, davacıların 1942 yılında yaptıkları sözleşmeyle, orijinal eserden türetilmiş eserler dahil olmak üzere esere ilişkin haklarından vazgeçmiş olmaları nedeniyle davayı reddeder.

Sadece 20.000 Dolar karşılığında Casablanca filminin kaynağı olan oyunlarına ilişkin tüm haklarından vazgeçmiş yazarlar, elbetteki hiç sahnelenmemiş oyunlarından türetilecek filmin bir dünya klasiği haline geleceğini o anda bilemezlerdi. Ne diyelim, kasa her zaman kazanır! 

https://scholar.google.com/scholar_case?case=3872775115869609672&hl=en&as_sdt=6&as_vis=1&oi=scholarr

Önder Erol ÜNSAL

Kasım 2019

unsalonderol@gmail.com

Avrupa Birliği Komisyonu “Fikri Mülkiyet Haklarının Üçüncü Ülkelerde Korunması ve Uygulanması Raporu”

Avrupa Birliği Komisyonu, 8 Ocak 2020 tarihinde “Fikri Mülkiyet Haklarının Üçüncü Ülkelerde Korunması ve Uygulanması Raporu”nu yayımladı.

2006 yılından bu yana iki yılda bir yayımlanan bu raporun amacı, fikri mülkiyet haklarının korunması ve uygulanması alanında en yüksek düzeyde endişe veren üçüncü ülkelerin ortaya konulması ve bu yolla “Öncelikli ülkeler” listesi hazırlanmasıdır. “Öncelikli ülkeler”; fikri mülkiyet korumasının mutlak olarak en problemli olduğu ülkeler anlamına gelmemektedir, anlamı bu alanlardaki eksikliklerin Avrupa Birliği (AB) çıkarlarına en büyük zararı verebileceği ülkelerdir.

Raporun tüm metninin https://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2020/january/tradoc_158561.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür. Bu yazıda raporun Türkiye ile ilgili kısımlarına kısaca yer vereceğiz.

Raporun güncellenen “öncelikli ülkeler” listesinde, Türkiye gene ikinci derecede öncelikli ülkeler kategorisinde Hindistan, Endonezya, Rusya ve Ukrayna ile birlikte sayılmıştır. Birinci derecede öncelikli ülke kategorisini tek başına Çin Halk Cumhuriyeti işgal etmektetir.

İkinci kategoride yer alan ülkelerin fikri mülkiyet koruması ve uygulaması alanında ciddi sistematik problemler gösterdiği ve sağladıkları korumanın AB şirketlerine ciddi zararlar verdiği ifade edilmektedir.

Raporda Türkiye özelinde yer verilen tespitler, hakların sağlanması anlamındaki idari boyutla ilgili olmaktan öte, esasen fikri mülkiyet haklarına tecavüz konusundaki yaptırımlar ve cezalarla ilgilidir. Rapora göre alanda uygulanan yaptırım ve cezaların düşük olması nedeniyle, bunların caydırıcılığından bahsedilmesi mümkün değildir.

Aşağıda öncelikle raporun Türkiye kısmına yer veriyoruz ve devamında raporda önde gelen birkaç tespitini Türkçe’ye mealen çeviriyoruz:

2017 yılında yürürlüğe giren Sınai Mülkiyet Kanunu tanınmış markalar ve kötü niyetli markaların hükümsüzlüğü konusunda olumlu gelişmeler sağlamıştır, coğrafi işaretler alanında da AB müktesebatı ile uyumun derecesi artmış ve önceki uygulamaya kıyasla önemli değişiklikler getirilmiştir, tanınmış markaların etkili biçimde korunması daha kolay hale gelmiştir, Türk Patent ve Marka Kurumu çevrimiçi başvuruların kullanım alanını genişletmiş ve özellikle marka alanında çağrı merkezi hizmetlerini geliştirmiştir. Taklit ürünler alanında cezalar, emniyet ve gümrüklerin el koymaları artmıştır. İhtisas mahkemeleri, istikrarlı biçimde uygulanabilen çatı içtihatlarla fikri mülkiyet korumasının kalitesini yükseltmiştir.

Buraya kadar her şey güzel, peki sorunlar neymiş? Özetle sorunlar aşağıdaki hususlarmış:

Patent alanında, Sınai Mülkiyet Kanununun zorunlu lisansların alanını belirsiz hale getirmesi.

Sınai Mülkiyet Kanununun uluslararası tükenme ilkesini kabul etmesi ve bu yolla AB üyesi ülkelerdeki hak sahiplerinin ürünleri üzerindeki hakimiyetlerini kaybetmeleri. Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği bulunduğundan bu hususun ciddi problemlere yol açtığı belirtilmiş.

Marka alanındaki iptal, itiraz ve hükümsüzlük süreçlerinin orantısız derecede uzun ve pahalı olması.

Telif Hakları alanındaki taslak kanunun bazı maddelerinin endişe verici olması (münhasır dağıtım hakkıyla ilgili hükümler ve uluslararası tükenme ilkesinin getirilmesi gibi).

Açıklanmamış test ve diğer bilginin korunması alanında etkili bir sistemin eksikliği.

Türkiye’nin taklit ve korsan ürünler alanında dünya ticaretindeki ilk üç ülke arasında yer alması ve bu ürünlerin AB’ye gönderilmesi.

Türk iç piyasasında taklit ürünlerin ve korsan kitapların fazlalığı.

Emniyet güçlerine hak sahibinin şikayeti olmaksızın, resen müdahale yetkisinin verilmemiş olması. Yargıdaki ceza mercilerinin, taklit ürünlere yönelik olarak nadiren arama ve el koyma talimatı vermeleri ve bu yöndeki taleplerin çoğunlukla meşru olmayan biçimde reddedilmesi. İhtiyati tedbir almanın zor olması ve hükmedilen cezaların caydırıcılıktan uzak olması.

Gümrük mercilerinin, marka sahiplerine el konulan malın taklit olduğunu doğrulayabilmek için yalnızca 3 günlük süre vermeleri, bu sürenin AB’deki 10 günle kıyaslanınca çok kısa olması.

Tecavüzü engellemekten sorumlu, emniyet ve hakimler başta olmak üzere, etkili uygulama makamlarının yeterli kaynağa ve eğitime sahip olmamaları. Korsan ürünlerin (fiziki ürünler ve izinsiz çeviriler) çok yaygın olması.

Peki AB nasıl önlemler almayı planlıyormuş:

Yıllık Çalışma Grubu toplantılarına devam edilecek. Bu yolla fikri mülkiyet alanındaki gelişmeler konusunda, AB ile Türkiye arasında mevzuat, uygulama bilgi akışı sağlanacak, gelişmeye yönelik öneriler alınacak. Taklit ve Tecavüze Karşı Aksiyon Planı çerçevesinde AB’nin Türkiye desteği devam edecek.

AB Komisyonu raporunun çizdiği tablo ve çerçeve bu şekilde; biz aktarmakla yetiniyoruz.

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2020

unsalonderol@gmail.com

Marka İtiraz Süreçlerinde Deliller Nasıl Seçilmeli ve Sunulmalı? – EUIPO CP12 Çalışması Taslağı

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO); marka ve tasarım tescil ve başvuru inceleme faaliyetlerinin yanında, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin marka ve tasarım ofislerinin inceleme, uygulama pratiklerini yakınlaştırma çalışmaları da yürütmektedir.

Bu tip yakınlaştırma faaliyetlerinde kullanılan başlıca yöntem, Ortak Uygulama (Common Practice [CP]) metinlerinin oluşturulması ve kabul edilmeleri halinde yürürlüğe konulmasıdır.

Üzerinde çalışılan ve taslak metni görüşlere açılan son metin CP12 numaralı; “Marka İtiraz Süreçlerinde Deliller: Delillerin Oluşturulması, Yapılandırılması ve Sunumu; Gizli Delillere Yönelik Muamele (Evidence in Trade Mark Appeal Proceedings: filing, structure and presentation of evidence, and the treatment of confidential evidence) çalışmasıdır.

Metin 20 Ocak 2020 tarihine kadar görüşlere açık tutulacaktır. ( The EUIPO welcomes your comments on the draft Common Practice, which should be returned either via email (stating the relevant section or page number) or by completing the Feedback Form and send it to CommonPractices@euipo.europa.eu by Monday, 20 January 2020. )

Metin içinde; sunulacak kanıtların tipleri ve bunların itiraz süreçlerinde kabul edilirliği, delillerin gerçekliği ve güvenilirliği dahil olmak üzere delil sunma yöntemleri ve delil kaynakları, delillerin tarihini belirtme yöntemleri, delil sunum yolları ve yapılandırması, kabul edilir formatlar, boyut ve hacim, delillerin gizliliği gibi konular değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, delillerin değerlendirilmesi başta olmak üzere çeşitli hususlar CP12 metninin kapsamı dışında tutulmuştur.

Buna ilaveten, sunulan kanıtların, ulaşılmak istenen hukuki amaçla bağlantısı da kurularak dikkat çekici bir tasnif oluşturulmuştur.

Metin içerisinde elektronik deliller ve internetten elde edilen deliller, tüketici anketleri gibi konularda da kanıt toplama ve sunma yöntemleri ele alınmıştır. Bu husus günümüzde birçok iddianın internet kanıtlarıyla ispatlanmaya çalışıldığı göz önüne alınırsa özel önem arz etmektedir.

Metin henüz taslak halinde olduğundan daha fazla detaya girmiyorum. Görüşlerin toplanmasının ve bunların ışığında CP12 metnine son halinin verilmesinden sonra yapılacak bir değerlendirme elbette daha yerinde olacaktır.

Ve fakat, Türkiye’de gerek Kurum gerekse de Yargı nezdinde sunulan delillerin çoğunlukla karmaşa halinde olması ve amaca yönelik tasnif gibi kolaylaştırıcı unsurların göz ardı edilmesi dikkate alındığında, metnin taslak halinin de vakit geçirilmeksizin incelenmesi kanaatimce isabetli bir tercih olacaktır.

CP12 taslak metni https://www.tmdn.org/network/documents/10181/61504/Draft+CP12+-+Evidence+in+TM+appeal+proceedings/6fb87896-7e7d-48b4-99bb-4b3fb0fed6e4 bağlantısından görülebilir.

Konuyla ilgilenenlerin dikkatine ve bilgisine sunarım.

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2020

unsalonderol@gmail.com

IPR Gezgini E-Bülteni Aralık Sayısı Çıktı!

E- Bültenimizin Aralık ayı sayısını bugün yayımladık. Bülteni https://iprgezgini.org/?na=v&nk=1-f4f8aa8f65&id=13 bağlantısından okuyabilirsiniz.

Katkıda bulunan yazarlarımız; Önder E. Ünsal, Özlem Fütman ve Gonca Ilıcalı.

Bültende Önder E. Ünsal (Paris’te Gece Yarısı – W. Allen ve W. Faulkner’ı Karşı Karşıya Getirdi; Yapay Zeka Buluş Sahibi Olabilir mi?; IPR Gezgini Ankara Buluşması; Sizce Kim Haklı?); Özlem Fütman (İyi Kötü Çirkin; Türkiye’ye Bir Hediye: Odunpazarı Modern Müze); Gonca Ilıcalı (Sürdürülebilir Beslenme) yazılarıyla sizlerle buluşuyor. 

Bültene abone olan okuyucularımız bülten e-posta aracılığıyla alıyorlar. Bülteni e-posta yoluyla düzenli biçimde almak isteyen okuyucularımızın iprgezgini@gmail.com adresine taleplerini bildiren bir mesaj göndermelerini bekliyoruz.

Umarız okurken keyif alırsınız!

IPR Gezgini

Ocak 2020

iprgezgini@gmail.com

Nicé Sınıflandırmasının Genel Başlıkları ve Açıklayıcı Notlarında 2020 Değişiklikleri Yürürlüğe Girdi

Marka tescilinde malların ve hizmetlerin sınıflandırılması amacıyla kullanılan Nicé Sınıflandırmasında yapılan değişiklikler 1 Ocak 2020 tarihi itibarıyla yürürlüğe girdi.

Nicé Birliği Uzmanlar Komitesi ve WIPO Uluslararası Bürosu tarafından yapılan değişiklikler çerçevesinde oluşturulan sınıflandırmanın 11. baskısındaki 2020 değişiklikleri, esasen çeşitli hizmet sınıflarındaki genel başlıklara (class headings) ve açıklayıcı notlara (explanatory notes) yöneliktir.

Genel başlıklarda yapılan değişiklikler esasen 37., 38., 39., 40., 42. ve 44. sınıflara yöneliktir.

Bu değişikliklerden daha önemlisi açıklayıcı notlarda yapılan ek açıklamalar ve yeniliklerdir.

Genel başlıklar ve açıklayıcı notlardaki değişiklikleri, anılan bölümlerin eski hallerini de görerek incelemek isteyen takipçilerimiz https://www.wipo.int/classifications/nice/en/ITsupport/Version20200101/index.html bağlantısındaki ” List of Classes and List of Classes with Explanatory Notes” başlığı altındaki İngilizce dokümanı inceleyebilirler.

Türkiye’de marka başvuru, inceleme ve danışmanlık süreçlerindeki en önemli problemlerden birisinin sınıflandırmaya yönelik eksik ve yanlış bilgi ve bilgi aktarımı olduğu dikkate alınırsa, konuyla ilgilenenlerin 2020 değişikliklerini, özellikle de açıklayıcı notlardaki yenilikleri dikkatli biçimde değerlendirmeleri kanaatimizce yerinde olacaktır.

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2020

unsalonderol@gmail.com