Kategori: 6769 sayılı sınai mülkiyet kanunu

Marka İdari İptalinde Madrid Protokolü Tescilleri Bakımından Marka Sahibine Bildirim Endişesi ve Yönetmelik Mükerrer 23. Madde Çerçevesinde Çözüm


Giriş

Türk Patent ve Marka Kurumu (Kurum), uzun süredir merakla beklenen İdari İptal müessesesinin uygulaması hakkındaki Yönetmelik Taslağını 20 Ekim 2023 tarihinde kamuoyuyla paylaştı ve görüşlerini bildirmeleri için ilgililere 3 Kasım 2023 tarihinde sona eren süre limiti verdi.

10 Ocak 2017 tarihinde yürürlüğe giren Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 26. ve 192. maddeleri, tescilli markaların iptali yetkisini Kanunun yürürlüğe giriş tarihinden 7 yıl sonra başlayacak şekilde Kurum’a veriyordu. Öncesinde (ve yetki Kurum’a geçene dek) münhasıran Mahkemelere ait olan bu yetkinin, kısaca İdari İptal olarak anılan bir düzenlemeyle Kurum’a geçecek olması, uygulamanın ne şekilde gerçekleşeceği ve süreçlerin belirlenmesi hakkında büyük merak uyandırmıştı. Kurum’un 10 Ocak 2017 tarihinden 20 Ekim 2023 tarihine dek geçen yaklaşık 6 yıl 10 aylık süre boyunca konu hakkında hiçbir resmi açıklamama yapmaması, düşündürücü olduğu kadar, merakı da endişeye çevirmiştir. Hükmün yürürlüğe girişine sadece 2,5 ay kala kamuya sunulan ve hakkında önceden paydaşlarla herhangi bir görüş alışverişi/tartışma yapılmamış Yönetmelik Taslağına görüş sunulması için ilgililere yalnızca 15 günlük süre verilmesi de, belirsizlikler yönünden merak ve endişeyi artırmıştır. 


Sorun ve Madrid Protokolü Uygulama Yönetmeliği Mükerrer 23. Madde Bağlamında Çözümü

Yönetmelik Taslağına ilişkin olarak ortaya çıkan soru işaretlerinden birisi; Madrid Protokolü yoluyla Türkiye’ye yapılan ve dolayısıyla Kurum sicilinde kayıtlı marka vekili bulunmayan uluslararası marka tescillerine yönelik olarak iptal talebinde bulunulması halinde, bu iptal taleplerinin marka sahibine ne şekilde bildirileceğine ilişkindir. Şöyle ki, markasını Türkiye’de Madrid Protokolü yoluyla, yetkili bir Türk marka vekilinin aracılığı olmaksızın tescil ettiren marka sahiplerinin, markaları hakkındaki iptal taleplerinden haberdar olmamaları halinde, savunmalarını yapmaları mümkün olmayacaktır ve bu da savunma hakkının ihlali anlamına gelecektir. 

Bu yazı, belirtilen soruyu, Madrid Protokolü Yönetmeliği hükümleri eşliğinde yanıtlamaya ve endişeleri bir ölçüde ortadan kaldırmaya yöneliktir.

https://www.wipo.int/wipolex/en/text/588448 bağlantısından erişilebilecek Madrid Protokolü Uygulama Yönetmeliği’nin mükerrer 23. maddesi (Rule 23bis) “Belirlenmiş Akit Taraf Ofislerinin Uluslararası Büro Aracılığıyla Gönderilen Bildirimleri” başlığını taşımaktadır. (Madrid Protokolü Uygulama Yönetmeliğinin güncel halinin Kurum tarafından yayımlanmış resmi bir çevirisi bulunmadığından, bu yazıda yapılacak çevirilerin yazara ait olduğunun ve resmi bir niteliğinin bulunmadığının altının çizilmesi de yerinde olacaktır.)

Yönetmelik’in mükerrer 23. maddesinin İngilizce metninin aşağıda görülmesi mümkündür:


Mükerrer 23. maddenin birinci paragrafı “Bu Yönetmelik Kapsamında Düzenlenmemiş Bildirimler” başlığını taşımaktadır ve içeriği kabaca aşağıdaki şekildedir: “Belirlenmiş bir akit tarafın kanunu, bir uluslararası tescille ilgili bir bildirimin Ofisçe (ilgili akit tarafın marka tescilinden sorumlu Ofisince [y.n.]), doğrudan marka sahibine bildirimine imkan vermiyorsa, ilgili Ofis, Uluslararası Büro’dan (WIPO Uluslararası Bürosu’ndan [y.n.]) söz konusu bildirimi, kendi adına (ilgili ofis adına [y.n.]) marka sahibine iletmesini talep edebilir.”

Madrid Protokolü Uygulama Kılavuzunun 1156. paragrafında ise, Yönetmelik mükerrer 23. madde aşağıdaki şekilde, marka iptali talebinin varlığı örneğiyle açıklanmıştır:

“Belirlenmiş bir akit taraf Ofisi, marka sahibi veya vekiline, Uluslararası Büro aracılığıyla Yönetmelik’te yer alan yükümlülüklerinin dışında kalan bildirimleri gönderebilir. Bu tip durumlar, söz konusu ülkede adresi veya yerel vekili bulunmayan marka sahiplerine, ilgili ülke Ofisinin doğrudan bildirim yapmasına ilgili ülke mevzuatının izin vermemesi halleridir. Bu tip bir bildirim, örneğin, marka sahibini, markasına karşı ilgili ülkede iptal talebinin yapıldığı yönünde bilgilendirmek ve marka sahibine haklarını savunması için bir süre limiti vermek yönünde olabilir.”


Mükerrer 23. maddenin ikinci ve üçüncü paragrafları, birinci paragraf kapsamında yapılacak bildirimlerin şeklini ve marka sahibine iletimini düzenlemektedir. Buna göre, Ofislerce mükerrer 23. madde uyarınca yapılacak bildirimin formatı Uluslararası Büro tarafından oluşturulacaktır. Bu format çerçevesinde yapılacak bildirimler ilgili Ofisçe, Uluslararası Büro’ya gönderilecek, Uluslararası Büro aldığı bildirimleri esasa ve içeriğe yönelik bir inceleme yapmaksızın ve Uluslararası Sicil’de herhangi bir kayıt gerçekleştirmeksizin marka sahibine bildirecektir.

Madrid Protokolü Uygulama Yönetmeliğinin mükerrer 23. maddesi oldukça açık biçimde, Protokol yoluyla Türkiye’ye yönlendirilmiş ve sonrasında Kurum tarafından tescil edilmiş markalara karşı idari iptal işlemlerinin başlatılması halinde, Kurum tarafından marka sahibine veya vekiline WIPO Uluslararası Bürosu aracılığıyla bildirim yapılmasına imkan vermektedir. Dolayısıyla, idari iptal müessesesinin beklendiği gibi 10 Ocak 2024 tarihinde uygulama girmesi halinde, Madrid Protokolü yoluyla Türkiye’de tescil edilmiş markalara karşı başlatılan iptal süreçlerinin marka sahibine bildiriminde kullanılabilecek yöntem Madrid Sisteminin yapısında mevcuttur, yeni bir yöntem arayışına veya tartışmasına girilmesi gereksizdir ve bunların sonucu olarak marka sahibine savunma hakkı tanınamamasına yönelik endişeler yersizdir. Elbette ki, bu endişelerin yersiz olmasının ön şartı, Kurum’un Madrid Protokolü yoluyla Türkiye’de tescil edilmiş markalara karşı başlatılan iptal süreçlerinin marka sahibine bildirimi için Madrid Protokolü Uygulama Yönetmeliğinin mükerrer 23. maddesinde belirtilen bildirim yöntemini kullanmasıdır. Eğer bu yöntem kullanılacaksa, bu hususun Kurum tarafından, vakit kaybedilmeksizin paydaşlara da bildirilmesi kanaatimizce yerinde olacaktır, bu yolla idari iptal müessesesine yönelik mevcut endişe ve belirsizliklerden birisi ortadan kaldırılmış olacaktır.

Tüm bunlara ilaveten, mükerrer 23. madde, Kurum tarafından halihazırda, gene Protokol kapsamında tanımlanmamış bir prosedür olan Yayıma İtirazlara Karşı Görüş Sunulması amacına yönelik olarak kullanılmaktadır, dolayısıyla belirtilen hüküm çerçevesinde kurulmuş yöntem Kurum’un yabancı olduğu bir bildirim şekli değildir. Türkiye’ye başvurusu Madrid Protokolü yoluyla yapılmış ve Kurum sicilinde kayıtlı bir marka vekili bulunmayan uluslararası marka başvurularının yayımına karşı itiraz edilmesi halinde, Kurum bu itirazları, mükerrer 23. maddede tanımlanan yöntemi kullanarak WIPO Uluslararası Bürosu aracılığıyla uluslararası markanın sahibine bildirmekte ve itiraza karşı görüş sunulmasını talep etmektedir.

Sonuç

Madrid Protokolü Uygulama Yönetmeliğinin mükerrer 23. maddesinin varlığı, bu maddede tanımlanmış yöntemin Kurum tarafından kullanılması halinde, yazı boyunca açıklanmış nedenlerle idari iptal müessesesine yönelik mevcut endişelerden birisini ortadan kaldıracaktır.

Bu çerçevede, kanaatimizce idari iptale yönelik tartışmaların eksenini Kurum’un iptal taleplerinin esasına yönelik incelemesine ve iptalin sicile kaydı süreçlerine kaydırmak, bu inceleme ve kaydın daha sağlıklı biçimde yapılmasına yönelik iletişim kanallarını oluşturmak daha yerinde olacaktır.

Tüm bu hususlara ilaveten; 10 Ocak 2017 tarihinden bu yana yaklaşık 6 yıl 10 aylık süre geçmiş ve idari iptal müessesesinin yürürlüğe girişine yaklaşık 2 ay kalmışken, uygulamanın yürürlüğe girişinin ertelenmesinin halen tartışılıyor ve hatta öneriliyor olması kanaatimizce hiç yerinde değildir. Yaklaşık 7 yıl boyunca yapılmayanların, uygulamanın yürürlüğe girişinin 1 yıl süreyle ertelenmesi halinde gerçekleşeceğini ummak, kanaatimizce iyimser bir beklenti olmanın ötesine geçmeyecektir. Eğer ki, uygulamanın yürürlüğe girişi ertelenirse –ki bu SMK’da değişiklik gerektirmektedir-, sonraki tartışmaların idari iptal müessesesinin hiç yürürlüğe girmemesi yönünde olacağını tahmin etmek için de müneccim olmaya gerek bulunmamaktadır.

Önder Erol ÜNSAL

Kasım 2023

unsalonderol@gmail.com

Patent Başvurularında Tarifname Yetersizliği, İstemlerin Dayanağı ve Buluş Basamağı İlişkisi

UYARI: Bu yazıdaki değerlendirmeler yazarın kişisel görüşlerini yansıtır ve hiçbir şekilde TÜRKPATENT’in resmi görüşünü ya da uzmanlarının başvurularla ilgili değerlendirmelerini temsil etmez. Yazı yalnızca bilgi amaçlı olup yasal tavsiye niteliği taşımaz.  Bu yazının içeriğinin bir sonucu olarak herhangi bir işlem yapmadan veya herhangi bir işlemden kaçınmadan önce profesyonel hukuki tavsiye alınmalıdır. Yazarın verilen bir örnek üzerindeki değerlendirmesi yalnızca o örneğin spesifik koşullarına bağlıdır. Bir başka durum için yazarın alacağı kararlarda bağlayıcılığı yoktur.

Bir patent başvurusunda buluş, buluş konusunun ilgili olduğu teknik alanda uzman bir kişi tarafından buluşun uygulanabilmesini sağlayacak şekilde yeterince açık ve tam olarak tarifname, istemler ve (varsa) resimlerle açıklanır (SMK m.92(1)). Bu koşulun sağlanamaması durumunda açıklamanın yetersizliği (tarifname yetersizliği) söz konusudur.

İstemlerin dayanağı tarifname olup, istemler korunması talep edilen konuyu tanımlamalı, açık ve öz olmalı ve tarifnamede tanımlanan buluşun kapsamını aşmamalıdır (SMK m.92(4)). Bu koşulun sağlanamaması durumunda ise istemlerin tarifname tarafından desteklenmemesi söz konusudur.

EPO’da 2010-2013 yılları arasında yapılan itiraz işlemlerinde kullanılan gerekçelerin yarıya yakını buluş basamağı ile ilgiliyken yalnızca %6’sının tarifname yetersizliği üzerine olduğu hesaplanmıştır.[i] Patent uzmanları tarafından tarifname yetersizliği olduğu bildirilen dosyalar incelendiğinde bunların en çok ilaç kimya alanında ortaya çıktığı görülmektedir. Yeni yeni yapay zekâ ve makine öğrenmesi ile ilgili başvurularda da tarifname yeterliliğinin sorgulanması gündeme gelmektedir. Mekanik alanındaki başvurularda ise tarifname yetersizliği argümanı çok nadiren kullanılmaktadır. Kimya alanında tarifname yetersizliğinin irdelendiği çok sayıda yazı bulunmaktadır. Bunlarda özellikle inandırıcılık (plausibility), tekrar edilebilirlik ve deneysel verinin sunulması ile ilgili hususlar da tartışılmaktadır. Bu yazıda ise tarifnamenin yetersizliği yalnızca mekanik buluşlar üzerinden (devridaim makineleri hariç tutularak) irdelenecektir.

Uzmanların tarifname yetersizliğini araştırma-inceleme sürecinde gündeme getirmemelerinde belli başlı sebepler şunlar sayılabilir:

Tarifname yetersizliğini ortaya koyabilmek için, tarifnamenin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi ve başvuru tarihi itibariyle teknikte uzman kişinin yaygın genel bilgisinin tanımlanması gerekir. Bu, özellikle hızlı gelişen teknolojiler için çok fazla çalışma gerektirir. Üstelik iş yükü baskısı bu kararın verilmesini de zorlaştırmaktadır.

Bir diğer sebep, tarifname yetersizliğinin çok ciddi bir sorun olması ve kapsam aşımı yapılmadan düzeltilmesinin pek mümkün olmaması sebebiyle başvuru sahibini oldukça zor bir duruma sokmasıdır. Bu durumda başvuru sahibi tarifnamenin yeterli olduğu üzerine ciddi argümanlar üretecektir. Üstelik genellikle başvuru sahipleri buluşla ilgili konuda en üst düzey bilgiye sahip kişiler arasındadır ve patent uzmanlarının ilgili konuda bu ayrıntıda bilgi sahibi olmaları pek olası değildir. Bu bakımdan uzmanlar başvuru sahibinden gelecek karşı argümanı cevaplamada zorluk çekebilirler.

Yukarıdaki nedenlerden ötürü genellikle patent ofisleri tarifname yetersizliğini (bariz olmadığı sürece) üçüncü kişi görüşlerinde veya itiraz işlemleri kapsamında değerlendirilmeye bırakmıştır.

Ülkemizdeki patent başvurularına ait istatistiklerle EPO istatistikleri karşılaştırıldığında başvurular arasında sayfa sayıları bakımından ciddi fark olduğu ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar sayfa sayısı tarifnamenin yeterliliği açısından sağlıklı bir gösterge olmasa da (Elbette ki yüz sayfalık bir tarifnameye sahip başvuruda da eğer teknikte uzman kişinin buluşun uygulanabilmesini sağlayacağı özellikler eksikse tarifname yetersizliği söz konusu olacaktır), sayfa sayısının ciddi oranda az olması (örn. 1-2 sayfalık bir tarifname) buluşun yeterli açıklanmamasına pekâlâ neden olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında tarifname yeterliliğinin başvuru sürecinde erken tespit edilmesinin ekonomik anlamda hem başvuru sahibi hem de patent ofisi açısından önemli olduğu görülmektedir. Bu yazıda, bir başvuruda hangi durumlarda tarifname yetersizliği ya da istemlerde dayanak eksikliği olduğu, hangi durumlarda bu argümanlara girilmeden buluş basamağı değerlendirmesi yapılabileceği tartışılacaktır. Zira bu üç konu da birbiriyle son derece ilişkilidir ve tarifname takımında hangi bilginin nerede yer aldığına göre ortaya çıkan eksiklik farklı olabilmektedir.

Nadiren, teknikte uzman kişi tarafından buluşun gerçekleştirilemeyeceği kadar temel bir eksikliğin olduğu başvurular yapılır. O zaman SMK m.92(1)’in gerekliliklerinin yerine getirilmesinde esasen onarılamaz bir başarısızlık vardır. İki örnek burada özel olarak anılmayı hak ediyor. Birincisi, buluşun başarılı performansının şansa bağlı olduğu türdür. Yani, teknikte uzman kişi, buluşun uygulanmasına yönelik talimatları takip ederken, ya buluşun iddia edilen sonuçlarının tekrarlanamaz olduğunu ya da bu sonuçları elde etme başarısının tamamen güvenilmez bir şekilde elde edildiğini bulmuştur. Uzman kişinin, sınırlı başarı şansı ile buluşun sonuçlarını yeniden oluşturmak için deneme yanılma temelli bir araştırma programı yürütmesi gerekiyorsa, tarifnamenin yeterliliği kabul edilemez.[ii] Bunun ortaya çıkabileceği bir örnek, mutasyonları içeren bir mikrobiyolojik süreçtir. Böyle bir durum, örneğin küçük manyetik çekirdeklerin veya elektronik bileşenlerin imalatında ortaya çıkabilecek, bir oranda başarısızlıkla birlikte olmasına rağmen tekrarlanan başarının garanti edildiği durumlarla karıştırılmamalıdır. Bu son durumda, tatmin edici parçaların tahribatsız bir test prosedürüyle kolaylıkla tasnif edilebilmesi koşuluyla, SMK m.92(1) kapsamında herhangi bir itiraz söz konusu değildir.[iii] İkinci örnek, buluşun başarılı bir şekilde uygulanmasının doğası gereği imkânsız olduğu durumdur çünkü bu, yerleşik fizik yasalarına aykırı olacaktır. Örneğin bu devridaim makineleri için geçerlidir. Böyle bir makineye ilişkin istemler, yalnızca yapısına değil de işlevine yönelikse, sadece SMK m.92(1) kapsamında değil, aynı zamanda SMK m.83(6) kapsamında sanayiye uygulanabilir olmadığı yönünde itiraz da edilir.[iv]

Yeterli açıklama yapmış olmak amacıyla, tarifnamenin, verilen talimatlara dayanarak teknikte uzman kişi tarafından gerçekleştirilecek işlemlerin tüm ayrıntılarını (bu ayrıntılar iyi biliniyorsa ve istemlerin sınıfının tanımından veya yaygın genel bilgi olarak açıksa) tarif etmesi gerekmemektedir.[v] Tarifnamenin yeterli olabilmesi için tarifnamede teknikte uzman kişinin mükemmel çalışan ve satışa hazır bir ürün meydana getirebilecek şekilde bir açıklama yapılması gerektiği düşünülmemelidir.[vi]

Genellikle buluşun bir yapılanmasının tarifnamede anlatılması ve örnek verilmesi yeterli olsa da, eğer buluş konusu çok geniş bir teknik alana ilişkin ise tarifnamenin yeterliliği için tek bir örnek yeterli olmayabilir. Bazı durumlarda buluşa ait birkaç yapılanma anlatılmış olsa bile tarifname yetersizliği söz konusu olabilmektedir. Bu bakımdan tarifname yetersizliği argümanı bu konuda ciddi kuşkuların olması koşuluyla somut olaydaki delillere göre değerlendirilmelidir.[vii]

Eksikliğin Kaynağı

Tarifname takımında hangi bilginin nerede yer aldığına göre ortaya çıkan eksiklik farklı olabilmektedir. Bazı durumlarda tarifnamedeki bir eksiklik, bazen istemlerdeki bir eksiklik bazen de tarifname ve istemler arasındaki uyumsuzluk sorun yaratmaktadır.

İstemde talep edilen buluşun başvuruda tanımlanan problemi çözebileceğine dair bir şüphe aşağıdaki sonuçlara yol açabilir:

a) şüphe, istemde başvuruda açıklanan ve probleme çözüm sağlayan özelliklerin belirtilmemesi nedeniyle ortaya çıkıyorsa, tarifname ve istemler buluşun tanımıyla ilgili olarak tutarsızdır ve SMK m.92(4) uyarınca istemlerin buluşu belirtmek için gerekli tüm esas özellikleri içermediğine dair bir itiraz ortaya çıkar.

b) Eğer durum böyle değilse, ancak önceki teknik göz önünde bulundurulduğunda ve tarifnamede ne iddia edildiğine bakılmaksızın, istemde talep edilen buluşun problemi gerçekten çözebileceği inandırıcı görünmüyorsa, SMK m.83(4) uyarınca buluş basamağının sağlanmadığı yönünde bir itiraz yapılır.[viii]

İstemde talep edilen buluşun tekrarlanabilirliğinin olmaması buluş basamağı ya da tarifname yetersizliği ile ilgili olabilir. Eğer bir etki istemde ifade edilmişse, tarifname yetersizliği söz konusudur. Aksi takdirde, yani etki istemde ifade edilmemişse ancak çözülmesi gereken problemin bir parçasıysa, buluş basamağı sorunu vardır.[ix] Bu bakımdan SMK m.92(1) uyarınca yapılacak bir tarifname yetersizliği itirazı, başvurunun teknikte uzman kişinin istemde talep edilmeyen bir teknik etkiyi elde etmesini sağlamayacağı yönünde bir argümana dayandırılamaz.

Esas özellikler olarak, istenen etkiyi elde etmek için gerekli olan, bir başka deyişle, başvurunun ilgili olduğu teknik problemi çözmek için gerekli olan tüm özellikler dikkate alınmalıdır.[x] Başvuruda (tarifnamenin doğru yorumlanması halinde) buluşun esas bir özelliği olarak tarif edilen bir özelliği içermeyen ve bu nedenle tarifname ile tutarsız olan bir istem, SMK m.92(4) uyarınca tarifname tarafından desteklenmez.[xi] Bu durum sıklıkla tarifname yetersizliği olarak algılansa da aslında buradaki sorun istemin tarifname tarafından desteklenmemiş olması ile ilgilidir.

Özetle:

– Eğer başvuruda tanımlanan problemi çözmeye yarayan tüm özellikler tarifnamede yer alıyor ancak istemde yer almıyorsa, istemlerin tarifnamede dayanağı olmadığı değerlendirmesi yapılır (SMK m.92(4)). Böyle bir durumda uzman Yön. m.97(3) gereğince araştırma raporunu tarifnamenin tamamını dikkate alarak düzenleyebiliyorsa, bir başka deyişle korunması istenen buluş tarifnameden anlaşılıyorsa araştırma raporu düzenlenir. Raporun görüşler kısmında Yön. m.76(3) gereğince bağımsız istemde, buluşun esas özelliklerinin belirtilmesi gerektiği bildirilir. Zira tarifnamede istemlerin dayanağı bulunmamaktadır (SMK m.92(4)).  Eğer tarifnameden korunması istenen buluş anlaşılamıyorsa ve başvuru anlamlı bir araştırma yapılmasına imkân vermiyorsa SMK m.96(3) uyarınca bir bildirim yapılır ve araştırma raporu düzenlenmez.

– Problemi çözmeye olanak tanıyan tüm özellikler tarifnamede mevcut değilse, ancak elde edilecek etki istemde talep ediliyorsa, tarifname yetersizliği değerlendirmesi yapılır (SMK m.92(1)). SMK m.96(3) uyarınca bir bildirim yapılır, araştırma raporu düzenlenmez.

– Problemi çözmeye olanak sağlayan tüm özellikler tarifnamede mevcut değilse, üstelik elde edilecek etki de istemde talep edilmemişse, mevcut haliyle istemin buluş basamağı değerlendirmesi yapılır (SMK m.83(4)).

Aşağıda aynı buluşun farklı tarifname ve istem içerikleriyle sunulduğu durumlarda ne tür eksiklikler içerdiği irdelenecektir.

Örnek 1:

Başvuru konusu istem 1 aşağıdaki gibidir:

1.   Bir sabunluk olup, özelliği;

– Bir el pompası;

– sıvı sabun için bir şişe;

– bir boru

içermesidir.

Tarifname:

[004] Buluş bir sıvı sabunluk ile ilgilidir. Tekniğin bilinen durumundaki sıvı sabunluklarda şişenin dibinde şişeden çıkarılamayacak kadar fazla sıvı sabun kalmaktadır. Buluş bu probleme bir çözüm önermektedir. Buluş konusu sıvı sabunluk sayesinde şişenin dibinde sıvı kalması engellenmektedir.

[005] Buluşun bir uygulamasına göre sabunluk, bir şişe ve bir ağızlığı olan bir el pompası içerir. El pompası şişenin açıklığı üzerine sabitlenir. Şişenin tabanı düzdür. Bir boru, el pompasından şişeye uzanır.

Başvuruda resim sunulmamıştır.

Yorum:

İstem 1’e bakılarak buluşun şekli çizilmeye çalışıldığında genel anlamda aşağıdakine benzer bir yapılanma ortaya çıkmaktadır:

Tarifnamede ise buluş konusu yapılanma sayesinde sıvı sabunluğun dibinde sıvı kalmasının önüne geçildiği iddia edilmesine rağmen ne tarifnamede ne de istemlerde bunu sağlayacak bir yapılanmanın bulunmadığı görülmektedir.

Buna göre ortaya konan problemi (şişenin dibinde sıvı kalması) çözmeye olanak sağlayan tüm özellikler tarifnamede mevcut değildir. Üstelik buluşla elde edilecek teknik etkinin istemde de talep edilmediği görülmektedir. Bu durumda istemdeki mevcut tüm özellikler üzerinden yapılacak bir araştırma ile yenilik ve/veya buluş basamağına saldırılır (SMK m.83(1) ve (4)).

İstemde değişiklik yapılarak tarifnamede belirtilen, borunun şişenin dibinde sıvı kalmasını engellemesi amacı, isteme eklenirse buluş aşağıda tartışılan Örnek 2’deki durum haline gelir. Bu durumda uzman mevcut buluş basamağı saldırısını devam ettirerek tarifname yetersizliği saldırısı da yapar (Bkz. Örnek 2).

Boruyla ilgili tarifnamede bulunmayan bir özelliğin isteme eklenmesi durumunda (örneğin borunun ucunun tabana değmesi) SMK m.103(1)’e göre kapsam aşımı söz konusu olacağından değişiklik kabul edilmez ve önceki bildirimde belirtilen eksiklikler tekrarlanır.

Örnek 2:

Başvuru konusu istem 1 aşağıdaki gibidir:

1.   Bir sabunluk olup, özelliği;

– Bir el pompası;

– sıvı sabun için bir şişe;

– şişenin dibinde sıvı kalmasını engelleyen bir boru

içermesidir.

Tarifname:

[004] Buluş bir sıvı sabunluk ile ilgilidir. Tekniğin bilinen durumundaki sıvı sabunluklarda şişenin dibinde şişeden çıkarılamayacak kadar fazla sıvı sabun kalmaktadır. Buluş bu probleme bir çözüm önermektedir. Buluş konusu sıvı sabunluk sayesinde şişenin dibinde sıvı kalması engellenmektedir.

[005] Buluşun bir uygulamasına göre sabunluk, bir şişe ve bir ağızlığı olan bir el pompası içerir. El pompası şişenin açıklığı üzerine sabitlenir. Şişenin tabanı düzdür. Bir boru, el pompasından şişeye uzanır.

Başvuruda resim sunulmamıştır.

Yorum:

İstem 1’e bakılarak buluşun şekli çizilmeye çalışıldığında genel anlamda aşağıdakine benzer bir yapılanma ortaya çıkmaktadır:

İstemdeki özelliklerden borunun şişenin dibinde sıvı kalmasını nasıl engellediği anlaşılamamaktadır. Tarifnamede ise buluş konusu yapılanma sayesinde sıvı sabunluğun dibinde sıvı kalmasının önüne geçildiği iddia edilmesine rağmen ne tarifnamede ne de istemlerde bunu sağlayacak bir yapılanmanın bulunmadığı görülmektedir.

Buna göre problemi (şişenin dibinde sıvı kalması) çözmeye olanak tanıyan tüm özellikler tarifnamede mevcut değildir. Ancak elde edilecek teknik etki (şişenin dibinde sıvı kalmasının engellenmesi) istemde talep edilmiştir. Bu durumda SMK m.92(1) kapsamında tarifname yetersizliği olduğu yönünde SMK m.96(3) uyarınca bir bildirim yapılır, araştırma raporu düzenlenmez. Başvuru sahibinden bu konudaki itirazlarını veya başvurudaki değişikliklerini, bildirim tarihinden itibaren üç ay içinde sunması istenir. Bu süre içinde itirazda bulunulmaması veya itirazın ya da yapılan değişikliklerin Kurum tarafından kabul edilmemesi hâlinde başvuru reddedilir. İtirazın ve varsa yapılan değişikliklerin kabul edilmesi hâlinde araştırma raporu düzenlenir, başvuru sahibine bildirilir ve Bültende yayımlanır.

Eğer sorunu gidermek için başvuru sahibi kapsam aşımına neden olacak değişiklik yapmak zorundaysa, bu durum tarifname yetersizliğine gösterge olabilir. Bu örnekte tarifname takımından şişenin dibinde sıvı kalmasının engellenmesi için nasıl bir yapılanma ortaya konması gerektiği anlaşılmamaktadır. Başvuru sahibi bunu sağlamak için başvurunun ilk halinde bulunmayan özellikler eklemelidir ki SMK m.103(1)’e göre buna izin verilemeyeceğinden başvuru onarılamaz.

Örnek 3:

Başvuru konusu istem 1 aşağıdaki gibidir:

1.   Bir sabunluk olup, özelliği;

– Bir el pompası;

– sıvı sabun için bir şişe;

içermesidir.

Tarifname:

[005] Şekil 1, buluşun birinci uygulamasına göre bir sıvı sabunluğu (10) göstermektedir. Sabunluk (10), bir şişe (11) ve bir ağızlığı (13) olan bir el pompası (12) içerir. El pompası (12) şişenin (11) açıklığı üzerine sabitlenir. Şişenin (11) tabanı (11a) düzdür. Bir boru (14), el pompasından (12) şişeye (11) uzanır ve şişenin (11) düz tabanı (11a) ile temas halindedir. Borunun (14) uç kısmı (14a), L şeklinde bir profile sahiptir, böylece bu uç kısım (14a) şişenin (11) düz tabanı (11a) boyunca uzanır.

[006] Buluşun bir yapılanması bir el pompası, sıvı sabun için bir şişe, bir boru içeren bir sabunluk olup özelliği; şişenin, borunun uç kısmı ile temas halinde olan bir taban içermesi ile karakterize edilmektedir.

Yorum:

İstem 1’e bakılarak buluşun şekli çizilmeye çalışıldığında genel anlamda aşağıda soldakine benzer bir yapılanma ortaya çıkmaktadır. Başvuruya ait şekilde ise buluş sağdaki gibi gösterilmiştir:

Tarifnamede buluş konusu yapılanma sayesinde sıvı sabunluğun dibinde sıvı kalmasının önüne geçildiği iddia edilmekte ve bunu sağlayan yapılanma tarifnamede teknik özellikleriyle anlatılmaktadır. Ancak istemlerde bunu sağlayacak bir yapılanmanın bulunmadığı görülmektedir.

Buna göre başvuruda tanımlanan problemi (şişenin dibinde sıvı kalması) çözmeye yarayan tüm özellikler tarifnamede yer almaktadır. Ancak istemde bu esas özelliklerin hepsi (örn. boru) bulunmamaktadır. Bu durumda başvuru sahibine yapılan bildirimde tarifnamede istemlerin dayanağı olmadığı belirtilir (SMK m.92(4)). Zira istemde buluşun tüm esas özellikleri belirtilmelidir. Bu haliyle istemdeki buluş tarifnamede tanımlanandan daha geniş olduğu için tarifname tarafından desteklenmemektedir. Burada sıklıkla düşülen hata istemin tarifname tarafından desteklendiğinin zannedilmesidir. İstemde el pompası ve şişe bulunan bir sabunluktan bahsediliyor ve tarifnamede de bu özellikler bulunduğuna göre nasıl olur da istem tarifname tarafından desteklenmez? İstemin tarifname tarafından desteklenip desteklenmediği değerlendirilirken unsurlar yapılanmalardan bağımsız şekilde düşünülemez. Şöyle ki tarifnamede yalnızca el pompası, şişe ve borunun birlikte bulunduğu bir sabunluk yapılanmasından bahsediliyorsa ve istemde el pompası ve şişe bulunan bir sabunluk korunmak isteniyorsa istem tarifname tarafından desteklenmemiş olur. Zira tarifname sadece borulu sabunluklardan bahsederken istem borulu-borusuz tüm sabunlukları koruma altına alan ve tarifnamede dayanağı bulunmayan daha geniş bir koruma sağlar.

Buna benzer durumlarda uzman Yön. m.97(3) gereğince araştırma raporunu tarifnamenin tamamını dikkate alarak düzenleyebildiği için genellikle araştırma raporunu hazırlar ve isteme buluşun teknik problemi çözmede kullandığı tüm esas özelliklerin tarifnameden eklenmesini ister.

Örnek 3b:

Örnek 3‘ün bir varyasyonunu inceleyelim. Başvurunun tarifnamesinin Örnek 3’teki gibi olduğunu varsayalım.

Başvuru konusu istem 1 aşağıdaki gibidir:

1.   Bir sabunluk olup, özelliği; şişenin dibinde sıvı kalmasını engellemesidir.

İstemlerde buluş, sadece erişilmesi arzulanan bir sonuç ile tanımlanamaz (Yön. m.76(2)). Bu örnekteki istem Örnek 3’tekinden farklı olarak yalnızca erişilmesi arzu edilen sonucu (şişenin dibinde sıvı kalmaması) korumaya çalışıyor ve bunu yaparken buluşun hangi özelliklerinin kullanıldığı (bir tanesi bile) belirtilmiyor. Böyle bir durumda uzman Yön. m.97(3) gereğince araştırma raporunu tarifnamenin tamamını dikkate alarak düzenleyebiliyorsa, bir başka deyişle korunması istenen buluş tarifnameden anlaşılıyorsa araştırma raporu düzenlenir. Raporun görüşler kısmında Yön. m.76(3) gereğince bağımsız istemde, buluşun esas özelliklerinin belirtilmesi gerektiği bildirilir. Zira tarifnamede istemlerin dayanağı bulunmamaktadır (SMK m.92(4)).  Eğer tarifnameden korunması istenen buluş anlaşılamıyorsa ve başvuru anlamlı bir araştırma yapılmasına imkân vermiyorsa SMK m.96(3) uyarınca bir bildirim yapılır ve araştırma raporu düzenlenmez.

Aşağıda Örnekler 1-3’te gösterilen durumlara ait özet niteliğinde bir tablo sunulmaktadır:

Örnek 4[xii]:

Tarifname:

[005] Şekil 1, buluşun birinci uygulamasına göre bir sıvı sabunluğu (10) göstermektedir. Sabunluk (10), bir şişe (11) ve bir ağızlığı (13) olan bir el pompası (12) içerir. El pompası (12) şişenin (11) açıklığı üzerine sabitlenir. Şişenin (11) tabanı (11a) düzdür. Bir boru (14), el pompasından (12) şişeye (11) uzanır ve şişenin (11) düz tabanı (11a) ile temas halindedir. Borunun (14) uç kısmı (14a), L şeklinde bir profile sahiptir, böylece bu uç kısım (14a) şişenin (11) düz tabanı (11a) boyunca uzanır.

[006] Buluşun bir yapılanması bir el pompası, sıvı sabun için bir şişe, bir boru içeren bir sabunluk olup özelliği; şişenin, borunun bir kısmı ile temas halinde olan bir taban içermesi ile karakterize edilmektedir.

Başvuru konusu istem 1 aşağıdaki gibidir:

1.   – Bir el pompası;

– sıvı sabun için bir şişe;

– bir boru

içeren bir sabunluk olup özelliği;

şişenin, borunun bir kısmı ile temas halinde olan bir taban içermesi ile karakterize edilir.

Uzman yaptığı araştırma sonucunda tekniğin bilinen durumundaki en yakın doküman olarak D1’i (bkz. şekil 2) bulmuş olsun. D1’deki sabunluğun borusu tabana değmemektedir.

Buluş konusu istem ile D1 farklılıklar içerdiği için istem 1 yenidir. Şimdi de buluş basamağını irdelemek için problem çözüm yaklaşımını uygulayalım:

D1 ile istem 1 karşılaştırıldığında aradaki farkın şişenin, borunun bir kısmı (uç kısmı) ile temas halinde olan bir taban içermesi olduğu görülmektedir.

Bu fark ile elde edilen teknik etki, şişenin tabanında kalan ürün miktarının azaltılmasıdır.

Buna göre buluşun çözümünü amaçladığı objektif teknik problem şişenin tabanında kalan ürün miktarının nasıl azaltılacağıdır.

Uzman tekniğin bilinen durumundaki dokümanlarda bu problemin çözümüne yönelik bir yapılanma bulamamış olsun. En yakın doküman olarak bulduğu D1’de de probleme yönelik bir yönlendirme olmayıp, bir başka dokümanla D1’i birleştirerek de çözüme varılamadığını varsayalım. Bu durumda istem 1’in yeni olduğunu ve buluş basamağı içerdiğini kabul edecektir.

Ancak her şey burada bitmemektedir. İstem 1‘in yazılış biçimi (“borunun bir kısmı”), aynı zamanda, borunun yalnızca orta kısmının taban ile temas edebildiği şekil 3’teki benzer yapılanmaları da kapsamaktadır. Bu tür yapılanmalar, başvuru sahibinin bahsettiği problemi çözmemektedir:

Şekil 3: İstem 1’in kapsadığı bir başka yapılanma

Her ne kadar istem 1 tarifname tarafından destekleniyor görünse de (bkz. paragraf [006]) buluşun gerçekleştirdiği teknik etki yalnızca borunun uç kısmı taban ile temas halinde olduğunda elde edilmektedir. İstem 1, borunun uç kısmının şişenin tabanına göre nereye yerleştirildiğini tanımlamamaktadır.

Zira olması gerektiğinden geniş yazılmış bir istem, iddia edilen teknik etkinin elde edilmediği yapılanmaları da kapsamış olabilir.[xiii] Eğer istemin buluş basamağını sağlaması, belirli bir teknik etkiye ulaşılmasına dayanıyorsa, ilke olarak, söz konusu teknik etkinin tüm istem kapsamı için ulaşılabilir olması gerekir.[xiv] 

Şekil 3’teki yapılanma, tespit ettiğimiz objektif teknik problemi çözemediği için buluş basamağı da içermeyecektir ve salt bir tasarım farkı olarak kabul edilecektir. Bu nedenle söz konusu yapılanmanın istemin kapsamından çıkarılması gerekmektedir.

İstem 1’in belge alabilmesi için aşağıdakine benzer şekilde daraltılması gerekir:

1.   – Bir el pompası;

– sıvı sabun için bir şişe;

– bir boru

içeren bir sabunluk olup özelliği;

şişenin, borunun uç kısmı ile temas halinde olan bir taban içermesi ile karakterize edilir.

Bu örnekte istem 1’deki yapılanmanın aynısının tarifnamede de bulunduğunu görülmektedir (bkz. paragraf [006]). Tarifname ve istemin birbiriyle uyumlu olması adına bu yapılanma tarifnameden çıkartılmalı ya da “borunun bir kısmı” ifadesi “borunun uç kısmı” olacak şekilde düzeltilmelidir.[xv]

Mevcut örnekte olduğu gibi eğer tarifnameden teknik problemin çözümüne yönelik yapılanma net bir şekilde anlaşılıyorsa (gerek tarifname paragraf 5, gerekse başvuruya ait şekil 1 çözümü desteklemekte yeterlidir) ve istemdeki sorun sadece buluş basamağı değerlendirmesi kapsamında kalıyorsa (teknik etkinin tüm istem kapsamında gerçekleşip gerçekleşmediği) teknik etki sağlamayan yapılanma istemden çıkarılarak istemin daraltılması yoluyla sorunun üstesinden gelinebilir.

Mustafa Güney ÇALIŞKAN

Ekim 2023

guneycaliskan@gmail.com


DİPNOTLAR

[i] Successful European oppositions (part II) Analysis for the patent information professional, Aalt van de Kuilen, World Patent Information Volume 45, June 2016, Page 59, Table 4.

[ii] T 38/11, Reason 2.6.

[iii] Guidelines for Examination, Part F, Chapter III, 3. Insufficient disclosure, https://www.epo.org/en/legal/guidelines-epc/2023/f_iii_3.html

[iv] Guidelines for Examination, Part G, Chapter III, 1. General remarks, https://www.epo.org/en/legal/guidelines-epc/2023/g_iii_1.html

[v] Guidelines for Examination, Part F, Chapter III, 5.2. Absence of well-known details, https://www.epo.org/en/legal/guidelines-epc/2023/f_iii_5_2.html

[vi] Çolak, U. Türk Patent Hukuku, Adalet Yayınevi, Ankara, 2022, s.402.

[vii] Çolak, U. Türk Patent Hukuku, Adalet Yayınevi, Ankara, 2022, s.397-398.

[viii] T 2001/12, 29-01-2015, Catchword.

[ix] T 939/92, OJ EPO 1996, 309.

[x] T 32/82 OJ 1984, 354, Reasons, point 15.

[xi] T 133/85, headnote I.

[xii] Bu örnek önceki bir yazımda da kullanılmıştı. Karşılaştırma amacıyla buraya da alınmıştır. Örneğin orijinali EQE 2014 Pre-examination sınavında sorulmuş, burada konuya adapte edilmiştir. Bkz. Patent İstemlerinin Değerlendirilmesi – Bölüm II, https://iprgezgini.org/2021/04/22/patent-istemlerinin-degerlendirilmesi-bolum-ii/

[xiii] “Broad claims may also cover embodiments for which a purported effect has not been achieved”:  EPO Guidelines for Examination, Part F, Chapter IV – 4.22 Broad claims, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/guidelines/e/f_iv_4_22.htm

[xiv] “Art. 56 EPC 1973 requires the claimed invention, i.e. the proposed technical solution for a given technical problem, not to be obvious to a skilled person from the state of the art. If the inventive step of a claimed invention is based on a given technical effect, the latter should, in principle, be achievable over the whole area claimed. “ : EPO Case Law of the Boards of Appeal, I. PATENTABILITY, D. Inventive step, 9.8.3 Broad claims, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/caselaw/2019/e/clr_i_d_9_8_3.htm

[xv] EPO Guidelines for Examination, Part F – Chapter IV – 4.3 Inconsistencies, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/guidelines/e/f_iv_4_3.htm

ÖNCEKİ TARİHLİ HAKLARIN ETKİSİ (SMK M. 155) HÜKMÜNÜN MARKA HUKUKU YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ


Mülga 551 Sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de (KHK) patent hakkına tecavüz davaları için öngörülen düzenlemenin[1] marka ve tasarım haklarına tecavüz davalarında da uygulanabilmesine imkan veren Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) “Önceki tarihli hakların etkisi” başlıklı 155. maddesi 10 Ocak 2017 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.  

Madde metnine göre; “Marka, patent veya tasarım hakkı sahibi, kendi hakkından daha önceki rüçhan veya başvuru tarihine sahip hak sahiplerinin açmış olduğu tecavüz davasında, sahip olduğu sınai mülkiyet hakkını savunma gerekçesi olarak ileri süremez.”  

Düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte marka sahibine ait sonraki tarihli tescil, tecavüz davaları bakımından bir hukuka uygunluk sebebi olarak değerlendirilmeyecektir. Konu ile ilgili kesinleşmiş bazı mahkeme kararlarındaki tespitlere aşağıda yer verilmiştir.  

İstanbul 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2019 tarihli, 2018/449 E.-2019/304 K. sayılı ilamında; “Basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğü altında olan davalının, davacı markası ile çağrışım yapacak, seri marka imajı yaratacak bir markayı tescil ettirmiş olması yeni SMK hükümleri kapsamında tecavüz olgusunu engellememektedir.”    

İstanbul 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 12.12.2019 tarihli, 2018/432 E.-2019/534 K. sayılı ilamında; “Davacıya ait tanınmış markanın davalı tarafından tescilinin gerçekleştirilmiş olmasının izahı yapılan SMK m. 155 kapsamında markaya tecavüz olgusunu ortadan kaldırmayacağı, davalı kullanımlarının –gerek alan adı olarak kullanılmasının gerekse markasal nitelikte dosyaya yansıyan ve iltibas ve karışıklığa neden olacak nitelikteki- SMK 7. madde kapsamında tecavüz teşkil ettiği sonucuna ulaşılmış…”    

Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29.11.2018 tarihli, 2017/144 E.-2018/589 K. sayılı ilamında[2]; “…6769 sayılı SMK’nın 155. maddesi hükmü uyarınca, davalının daha sonradan tescil edilmiş olan … sayılı markasının huzurdaki tecavüz davasında savunma gerekçesi olarak ileri sürülemeyeceği..”    

Mülga 551 Sayılı KHK’da patentler için öngörülmüş bu düzenlemenin özellikle incelemesiz patentler için yerinde bir düzenleme olduğu belirtilmelidir. Nitekim herhangi bir incelemenin yapılmadığı bir süreç sonrasında tescil elde eden kişinin, aleyhine ikame edilen bir tecavüz davasında, bu tescile dayanarak mütecaviz durumda olmadığını iddia etmesi hukuka ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilecektir.  

Bu yazımızda mülga 551 Sayılı KHK’da patentler için öngörülmüş düzenlemenin markalar için SMK’daki yansıması niteliğindeki m. 155 hükmünün Marka Hukuku yönünden değerlendirmesi yapılmaya çalışılacaktır.  

Kurum[3]’a gerçekleştirilen bir marka başvurusunun benzerlik incelemesi hem 5. madde (mutlak ret nedenleri) çerçevesinde resen, hem de 6. madde (nispi ret nedenleri) çerçevesinde ilgili kişilerin itirazı üzerine gerçekleştirilmektedir. Ayrıca her iki inceleme sonucunda da Kurum tarafından verilen kararlara karşı itiraz yolu açıktır. Söz gelimi tescilli marka sahibine karşı tecavüz iddiasında bulunan bir kişinin, tecavüz iddiasına konu markaya m. 6/1 (benzerlik/karıştırılma ihtimali) gerekçesiyle itiraz etmiş olması ve söz konusu itirazın Kurum tarafından reddedilmesi sonucu markanın tescil edilmiş olması mümkündür. SMK m. 155 hükmü ile birlikte, Kurum nezdinde tüm benzerlik bariyerlerinden geçen tescilli bir markanın mahkemeler nezdinde tecavüz iddiasına konu olması mümkün hale gelmiştir. Dolayısıyla marka sahibinin idarenin verdiği tescil belgesine güvenerek başladığı ticari faaliyeti sonrasında, herhangi bir kusuru bulunmasa dahi, mütecaviz durumuna düşmesi mümkündür.  

Konuyu değerlendirebilmek için Anayasal bir prensip olan “Hukuki Güvenlik ve Belirlilik” ilkeleri üzerinde de kısaca durmak gerekmektedir.    

AYM[4] kararlarında “hukuki güvenlik ilkesi” genellikle şu şekilde tanımlanmaktadır: “Hukuk devleti hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir.”[5].  

AYM’ye göre, “belirlilik ilkesi” uyarınca “Birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye ne tür müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkanına sahip olmalıdır. Nitekim ancak bu sayede kişi “kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir.”[6]

Markalar bakımından SMK m. 155 hükmünün, bu haliyle uygulanmasının aşağıda belirtilen belirsizlikleri ve riskleri beraberinde getireceği düşünülmektedir:  

Yargıtay’ın tecavüz davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı süresini, genel itibariyle, beş yıl olarak kabul etmesi hususu göz önünde bulundurulduğunda tescil sahibi, ticari faaliyetine başladıktan sonraki uzunca bir zaman diliminde tecavüz tehdidi altında kalmaya devam edecektir. Böyle bir durum ise marka tescilinin güvenilirliğini zedeleyecektir.  

Maddenin lafzından olası bir tecavüz davasında tescilli markayı savunma gerekçesi olarak ileri süremeyecek kişinin yalnızca marka hakkı sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Söz gelimi marka sahibi, marka üzerinde üçüncü bir kişiye lisans verdiğinde, lisans alana karşı ileri sürülecek tecavüz iddiasında lisans alanın, marka sahibinin tescilli markasını savunma gerekçesi olarak ileri sürüp süremeyeceği belirsizdir. Benzer bir durum tacirin, lisans hakkı sahibinden markalı malları temin ederek satması durumunda veya marka sahibinin markalı malları fason olarak üçüncü bir kişiye ürettirmesi durumunda bu kişilere karşı ileri sürülecek tecavüz iddialarında da geçerlidir. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün olsa da bu tür belirsizliklerin hukuki işlem güvenliğini zedeleyeceği aşikardır.  

Markalar arasındaki benzerliğin m. 6/1 gerekçesine dayandırıldığı tecavüz iddialarında, “karıştırılma ihtimali” kavramının teknik bir muhakeme gerektirmesi ve nispeten göreceli bir kavram olması hususları da göz önünde bulundurulduğunda, marka hakkı sahibinden marka başvurusundan önce ve sayısız marka arasından bu yönde bir inceleme/değerlendirme yaparak marka başvurusunda bulunmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Pek tabii ki tescilli bir markanın m. 6/1 bendi çerçevesinde hükümsüz kılınması mümkündür. Ancak tescilli bir markanın hükümsüz kılınması ile tescilli marka sahibinin mütecaviz durumuna düşmesi arasında, davaların sonuçları bakımından, ciddi farklar bulunmaktadır.  

Sonuç olarak SMK m. 155 hükmünün markalar bakımından bu haliyle uygulanması “hukuki güvenlik ve belirlilik” ilkeleri kapsamında değerlendirilen hukuki işlem güvenliği, idareye güven gibi temel hukuk ilkelerini zedeleyebilecektir.  Kanaatimce maddenin, yalnızca “kötüniyetli tescil” halinde uygulama alanı bulması daha isabetli olacaktır. Diğer bir ifadeyle marka sahibi, marka tescilini kötüniyetli bir şekilde elde ettiği durumlarda söz konusu tescili tecavüz davalarında savunma gerekçesi olarak ileri sürememelidir. Nitekim kötüniyet, hukuk düzeni tarafından hiçbir şekilde korunmayacağından maddenin bu şekilde düzenlenmesinin ve/veya yorumlanmasının menfaatler dengesine de daha uygun olacağı kanaatindeyim.  

Orhan Berkay KARADAĞ

Ağustos 2023

karadag.berkay@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Önceki Tarihli Patentlerin Etkisi Madde 78 – Patent sahibi patentini kendi patentinden daha önceki rüçhan tarihine sahip olan patent sahiplerinin açmış olduğu patente tecavüz davasında bir savunma gerekçesi olarak ileri süremez. 

[2] Söz konusu hüküm Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 11.02.2020 tarih ve 2019/3269 E.-2020/1233 K. sayılı ilamı ile kesin olarak onanmıştır. 

[3] Türk Patent ve Marka Kurumu 

[4] Anayasa Mahkemesi 

[5] AYM, E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010; AYM, E.2009/21,K.2011/16, K.T. 13/1/2011; AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011; AYM,E.2011/18, K.2012/53, K.T. 11/4/2012 

[6] Murat Daş, B. No: 2013/3063, 26/6/2014, s 42. 

HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI HÜKÜMLERİNİN İPTAL EDİLMESİNİN FİKRİ MÜLKİYET CEZA DAVALARINA ETKİSİ

Özet

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin 5-14 fıkralarında düzenlenen Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (“HAGB”) kurumu Anayasa Mahkemesi’nin (“AYM”) 1 Haziran 2023 tarih, 2022/120 E. 2023/107 K. Sayılı iptal kararı ile (“AYM Kararı”) ile yürürlükten kaldırılmıştır.  AYM Kararı, 1 Ağustos 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış olup, yürürlük tarihi 1 Haziran 2024 olacaktır.

AYM Kararının özellikle fikri mülkiyet haklarına (“FMH”) karşı işlenen suçlara ilişkin yargılamaları nasıl etkileyeceği şu an için belirsizliğini korumakla birlikte, TBMM’nin bu konuda yeni bir yasal düzenleme yapmaması halinde FMH suçlarına ilişkin yargılamaların bu karardan olumsuz etkilenmesi ihtimali düşüktür.

HAGB Düzenlemesi ve Hukukumuzdaki Uygulaması

HAGB kurumu, Türk hukuk sistemine ilk defa 2005 yılında 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile girmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 23. maddesiyle ise 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (“CMK”) m. 231’e eklenen 5 ila 14. fıkralar ile çocuk olmayanlar yani yetişkinler hakkında da kabul edilmiştir.

CMK 231 m. 5-14 hükümleri ışığında bir sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

(1) Hükmolunan cezanın 2 yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması,

(2) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

(3) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

(4) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesinin ilgili hükümleri iptal etmesi ile HAGB kurumu, yetişkinler yönünden uygulamadan kaldırılmıştır.  

HAGB Hükümlerinin İptaline İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı

AYM Kararı ile CMK’nın HAGB kurumunu düzenleyen 231. maddesinin 5-14 numaralı fıkralarının iptaline karar verilmiş ve bu kararın 1 Haziran 2024 tarihi itibariyle yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır.

AYM kararı detaylı olarak incelendiğinde iptal gerekçeleri aşağıdaki şeklide özetlenebilir:

  • Sanığın HAGB uygulamasından yararlanabilmesi için İstinaf hakkından feragat etmesi, bu durumun hükmün denetlenmesini talep etme ve mahkemeye ulaşma hakkını sınırlandırması,
  • Sanığa HAGB uygulanıp uygulanmamasının ne zaman sorulacağının kanunen düzenlenmemesi ve bu sebepten dolayı ölçülülük ilkesinin sağlanamaması,
  • HAGB ile birlikte verilecek müsadere kararının infaz zamanının belirtilmemesi, bu nedenle mülkiyet hakkına yapılacak sınırlamanın ölçüsüz olması,
  • HAGB kararının ceza değil, ceza tehdidi olması sebebiyle caydırıcılık unsuru içermemesi, öte yandan mağdurun zararının giderilmesi konusunda yetersiz kalması,
  • İşkence ve eziyet suçlarında HAGB uygulanamayacağına dair bir kanuni düzenleme yapılmamış olması.

Anayasa Mahkemesi sayılan gerekçeler doğrultusunda HAGB kurumunu düzenleyen CMK’nın 5 ila 14. maddelerini iptal etmiş ve yasa maddesini HAGB uygulaması öncesindeki haline döndürmüştür.

Uygulamada Marka Hakkına Tecavüz ve Eserden Doğan Haklara Tecavüz olarak vücut bulan FMH Suçlarına ilişkin yapılan ceza yargılamaları bu iptal kararından nasıl etkilenecektir?

Suçların kanuni tanımlarında Marka Hakkına Tecavüz suçunun 1-3 yıl, Eser Sahibinin Mali ve Manevi Haklarına Tecavüz Suçunun ise 1-5 yıl aralığında hapis cezası öngörmesine rağmen, uygulamada Mahkemelerce genellikle 2 yıldan daha az bir hapis cezasına hükmedildiği, hükmedilen bu ceza ile ilgili de HAGB kurumunun uygulandığı görülmektedir.

Hakkında HAGB uygulanmasını kabul eden sanık, karara karşı istinaf hakkından feragat ettiği için, HAGB kararına karşı ancak Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itirazda bulunabilir. Bu itiraz da esasa girilmeksizin, yalnızca HAGB kurallarının hukuka uygun bir şekilde tatbik edilip edilmediğinin denetlenmesine dair olduğu için, itirazlar yaklaşık bir ay içerisinde karara bağlanarak hüküm gecikmeye yer verilmeksizin kesinleşmektedir.

Ceza Mahkemesi kararının süratle kesinleşmesinin hak sahibine sağladığı en büyük avantaj ise, “eşya müsaderesi” gibi tali hükümlerin de bu kararla birlikte kesinleşmesidir. Ceza Mahkemesinde müsadere konusu edilen eşyaların hemen hemen tamamına yakını, tecavüz mahsulü (mütecaviz) olarak tanımlanan taklit ve korsan ürünlerdir. Hukuken, el konulan eşyanın bulunduğu yerin mali teşkilatına teslim edilmesi gereken taklit ve korsan ürünler, yer sıkıntısı ve bölgelere göre değişen uygulamalar nedeniyle özel yedieminlerde de muhafaza edilmekte, bu süreçte tahakkuk eden depo ücretleri de hak sahipleri tarafından karşılanmaktadır.

Eşya Müsaderesini düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 54/4 maddesi “Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir” hükmünü amir olduğundan, tescilli bir markaya veya eser sahibinin mali ve manevi haklarına tecavüz yaratarak üretilmiş her türlü ürün bu hüküm doğrultusunda müsadere edilmektedir.

Nihai kararın süratle kesinleştiği HAGB uygulamasında, mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın kesinleşmesi ile birlikte “müsadere” kararı da kesinleşir ve mütecaviz eşyanın mülkiyeti devlete geçerek ürünlerin tasfiyesi süreci başlatılır. Fikri ve Sınai Haklara tecavüz edilerek imal edilen bu eşyanın imha süreci de, kararın kesinleşmesi ile daha hızlı bir şekilde başlamaktadır.

Neyse ki, mütecaviz eşyanın imha edilebilmesi sadece “müsadere” kararı verilmesine bağlı değildir. 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 163/2 maddesinin “suça konu eşyanın, … muhafazasının ciddi külfet oluşturması hâlinde bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının talebi üzerine hâkim, kovuşturma aşamasında hükümden önce mahkeme tarafından imhasına karar verilir. ….” hükmü doğrultusunda mütecaviz ürünlerin nihai karar öncesi verilecek bir ara karar ile imhası da mümkün kılınmıştır.

Günümüzde “hızlı imha prosedürünün” mahkemeler nezdinde bir uygulama birliği henüz oluşmamış ise de, AYM Kararı doğrultusunda müsadere kararlarının kesinleşme sürelerinin uzayacağı beklendiğinden; bu prosedürün uygulamasının yaygınlaştırılması ile taklit ve korsan ürünlerin yargılama boyunca tutulması nedeniyle hem devlet hem de hak sahibi için oluşan külfetli durumun ortadan kaldırılabileceği değerlendirilmektedir.

HAGB kurumunun sanıklar yönünden sağladığı en büyük avantaj ise, mahkûm olunan hükmün açıklanmasının ertelenmesi ile sanığın hükümlü statüsüne girmemesidir. Hakkında HAGB uygulanmış bir sanığın, yargılandığı ve aslında mahkûm olduğu dava adli sicil kayıtlarında görülmez. Dahası, mahkemece tayin edilen denetim süresince herhangi bir kasıtlı suç işlememiş olan sanık hakkında verilen Mahkûmiyet hükmünün denetim süresi bitiminde düşmesine karar verilir.

Sanık hakkında HAGB uygulanmadan önce kanuni şartlardan biri olan mağdurun zararının karşılanması gerekmekte ise de, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, HAGB için maddi zararın “…Kanaat verici basit bir araştırma ile belirlenecek maddi zarar olması gerekir…” şeklindeki içtihadı doğrultusunda Ceza Mahkemeleri uygulamada zarar için detaylı bir inceleme yapmamakta ve mağdurun da rızası ile (ki bazı mahkemelerce mağdur tarafın rızasının alınmadığı da gözlemlenmektedir) sanık hakkında HAGB kurumunu uygulamaktadırlar.

Hal böyle olunca, fikri ve sınai hakkı ihlal edilen mağdurun zararı tam olarak giderilmeksizin sanık hakkında HAGB uygulanması, sanığın cezasız kalması eleştirilerini getirmekle birlikte Anayasa Mahkemesi tarafından iptal gerekçesi olarak belirtilen sebeplerden biri olarak sayılmıştır.

Bu aşamada TBMM tarafından AYM Kararı gözetilerek yeni bir düzenleme yapılmadığı takdirde, 1 Haziran 2024 tarihi itibariyle “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” kurumu CMK’dan ve FMH Suçlarına ilişkin yargılama usulünden tamamen çıkarılmış olacaktır.

Değerlendirme ve Sonuç

Nihayetinde böyle bir durumda, FMH sahipleri açısından müsadere hükümlerinin daha geç tatbik edilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır ki, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, hızlı imha prosedürünün uygulanması ile bu süreç eskisinden de daha kısa hale getirilebilir ve FMH sahibi açısından olumsuz bir durum söz konusu olmayabilir.

Diğer yandan, sanıklar hakkında hükmedilen hapis ve adli para cezalarının infaz edilmesi ve mahkûmiyet hükümlerinin sanıkların adli sicil kayıtlarında görülmesi gibi hukuki sonuçların FMH suçlarında caydırıcılığı arttıracağı ve hukuki korumanın daha etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayacağı kanaatindeyiz.

Umut Ç. TAHİROĞULLARI

Ağustos 2023

umut.tahir@gmail.com

“Urfa Keten Köyneği Fıstığı”nın “Tarım Ürünü” Adlı Yeni Bir Sınai Mülkiyet Hakkı İhdas Edilerek Bu Kapsamda Korunmasına Dair Yasa Teklifi İncelemesi


Not: Okumakta olduğunuz yazı, 6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız deprem felaketinden önce kaleme alınmıştır. Ancak duyulan üzüntü ve IPR Gezgini yazarlarının aldığı ortak karar gereğince bir süre yayınlanmamıştır. Yazı, yazarı tarafından, içeriğinden bağımsız olarak, depremde yaşamını yitiren, yaralanan ve deprem nedeniyle hayatları etkilenen yurttaşlarımıza ithaf edilmiştir.


22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 10.01.2017 yürürlüğe girmesiyle birlikte, Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) bünyesinde müstakil bir Coğrafi İşaretler Dairesi kurulmuş, ülke genelinde coğrafi işaretli ürünlerin sayısının artırılması için çeşitli çalışmalar yürütülmüş ve bu çalışmaların sonucu olarak, 2016 yılında 203 olan tescilli coğrafi işaret sayısı 2022 yılı itibarıyla 1325’e yükselmiştir.[1] Tescillerin coğrafi işaret korumasının nitelik ve amacına uygun olup olmadığı, korumanın amacına ulaşması bakımından tescil kadar önemli bir süreç olan denetim faaliyetinin gerektiği gibi gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği konularda çeşitli tartışmalar olmakla birlikte, coğrafi işaret konusunda bir bilinç oluşmuş ve coğrafi işaretli ürünler bir ticari değer hâline gelmiştir. Bunun yanında coğrafi işaretli ürünlerin sayısı, iller bakımından bir başarı ve yetkinlik ölçütü olarak da görülmeye başlanmıştır. Yazımızın konusunu da coğrafi işaretlere dair belirttiğimiz sürecin yansıması olduğunu düşündüğümüz bir yasa teklifi oluşturmaktadır.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) 27. Yasama Dönemi Şanlıurfa Milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Ayşe SÜRÜCÜ tarafından 27. Yasama Dönemi, 5. Yasama Yılı’nda verilen 17.03.2022 tarihli ve 2/4317 sayılı “Sınai Mülkiyet Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (Teklif) ile SMK’nin 34 üncü maddesinden sonra gelmek üzere “Urfa keten köyneği fıstığı” başlıklı “Urfa Keten Köyneği Fıstığı Şanlıurfa iline ait bir tarım ürünü olarak tescillenmiştir. Bu bağlamda Kanun kapsamındaki her türlü korumadan yararlanır.” ifadelerinden oluşan 34/A hükmünün eklenmesi teklif edilmiştir.[2] Teklif yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonundadır. Teklif’in gerekçe kısmında yer alan “Şanlıurfa’da fıstık üretimi yapan çiftçilerin ticaret ağının gelişmesi ve kente de faydası olması açısından “Urfa Keten Köyneği Fıstığı’nın patentlenmesi gerekmektedir.”  ifadeleri ise sınai mülkiyet hakkı türleri ve bu türlerin sağladığı koruma bakımından ilgi uyandırmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki inceleme konumuzu oluşturan Teklif’in verildiği tarih itibarıyla “Urfa Keten Köyneği Fıstığı / Şanlıurfa Keten Köyneği Fıstığı” başlıklı bir coğrafi işaret başvurusu bulunmaktadır ve bu başvuru 16.09.2022 tarihinde C2020/469 sayılı ile tescil edilmiştir.[3] Bir başka ifadeyle Teklif, aynı konuda bir sınai mülkiyet hakkı olan coğrafi işaret incelemesi devam ederken verilmiştir.

Teklif’e ilişkin açıklığa kavuşturulması gereken ilk mesele, Teklif’in hangi sınai mülkiyet hakkına ilişkin olduğudur. Zira gerekçede “patent”ten, değişiklikte ise “tarım ürünü”nden söz edilmektedir. Buluşlara sağlanan korumayı ifade eden patentin, inceleme konumuzu oluşturan ürüne koruma sağlamayacağı açıktır. Bu kullanımın patent sözcüğüne toplumca yüklenen hatalı anlamdan kaynaklandığı düşünülmektedir.[4] Değişiklik metninde bahsedilen “tarım ürünü” ise SMK’nin kapsam maddesi olan m.1 hükmünde korunacağı belirtilen haklardan değildir. İhdas edilen maddenin SMK’deki yeri ve C2020/469 sayılı coğrafi işaret tesciline konu ürün düşünüldüğünde Teklif’te “tarım ürünü” ile kastedilenin, coğrafi işaret olduğu değerlendirilmektedir. Ancak Teklif, bu şekilde yasalaşsa dahi, amaçlanan koruma sağlanmayacaktır. Zira bu durumda “tarım ürünü” adlı, korumasına ilişkin herhangi bir düzenleme olmayan yeni bir hak ihdas edilmiş olacaktır.

Teklif’e ilişkin bir başka mesele ise yasama faaliyetinin niteliği ve devleti oluşturan erklerin fonksiyonuna ilişkindir. Yasama faaliyeti kural olarak genel, soyut, kişilik dışı ve objektif olmalıdır. Yine yasalarda yapılacak değişiklikler, kural olarak yasanın sistematiğine uyumlu olmalıdır. Oysaki inceleme konumuz oluşturan Teklif, SMK’nin sistematiğine aykırı olduğu gibi, kanunlarda bulunması gereken belirtmiş olduğumuz nitelikleri de taşımamaktadır. 15.07.2018 tarihli 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi m.358 hükmüne göre; TÜRKPATENT, sınai mülkiyet haklarının tesisinde münhasır yetkili kamu kuruluşudur. Türk hukukunda sınai mülkiyet haklarının tesisi yürütmeye verilmiş bir yetki ve yükümlülüktür. Yasama organının bir konuyu, yetki ve izne tabi olmaksızın doğrudan doğruya düzenleyebilmesini ifade eden yasama yetkisinin ilkelliği (asliliği) temel bir ilkedir. Ancak, yasama yetkisinin bu niteliği, yürütmeye hasredilmiş bir yetki ve görevin kullanılması niteliğini doğuracak ve yürütmeyi bu bağlamda işlevsiz kılacak bir yasama faaliyeti yapılmasını meşru kılmaz. Teklif’te de karşımıza çıkan bu durum fonksiyon gaspı niteliğinde bir yasama işlemidir.

Coğrafi işaret korumasının popülaritesi artmasının, coğrafi işaretli ürünlere yönelik tanıtım faaliyetlerinin, teşvik politikalarının bir yansıması olarak, iller düzeyinde sahip olunan coğrafi işaretli ürünlerin sayısını artırmak için çeşitli girişimlerde bulunulmaktadır. İncelememize konu durumda ise bu girişimler bir yasa teklifi düzeyine ulaşmıştır. Önemli bir sınai mülkiyet hakkı olan coğrafi işaretten beklenen faydanın sağlanması, coğrafi işaretin yöntemine ve amacına uygun şekilde tescil ettirilmesine, tescilli coğrafi işaretlere ilişkin denetimin gereği gibi yapılmasına bağlıdır.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Mart 2023


[1] Bkz; https://ci.turkpatent.gov.tr/Statistics/RegistrationAndApplication, (05.02.2023).

[2] Bkz; https://www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-4317.pdf, (05.02.2023).

[3] Bkz; https://ci.turkpatent.gov.tr/cografi-isaretler/detay/3170, (05.02.2023).

[4] Patent sözcüğünün hatalı kullanımı hakkında bkz; https://iprgezgini.org/2022/09/08/fikri-mulkiyet-hukuku-terminolojisine-dair-suregen-bir-sorun-patent-sozcugunun-hatali-kullanimi/, (05.02.2023).

Fikrî ve Sınai Mülkiyet Haklarının E-Ticaret Sırasında Korunmasına İlişkin Yeni Dönem


Bilişim teknolojilerinin yaygın alt alanlarından olan elektronik ticarete (e-ticaret) ilişkin, Türk hukukundaki temel normatif metin olan 23.10.2014 tarihli ve 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da (6563 sayılı Kanun), 07.07.2022 tarihli ve 31889 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 01.07.2022 tarihli ve 7416 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’la (7416 sayılı Kanun)[1] [2] bir kısım değişiklikler yapılmıştır. 7416 sayılı Kanun’un Çerçeve Madde 3 hükmüyle birlikte 6563 sayılı Kanun m.9 hükmünde kapsamlı bir değişiklik yapılarak hukuka aykırı içeriklerden sorumluluk ve bu içeriklere ilişkin yükümlülükler düzenlenmiştir. Yapılan değişikliklerin uygulanmasına yönelik olan ve yazımızın konusunu oluşturan Elektronik Ticaret Aracı Hizmet Sağlayıcı ve Elektronik Ticaret Hizmet Sağlayıcılar Hakkında Yönetmelik (Yönetmelik) ise 29.12.2022 tarihli ve 32058 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Yönetmeliğin yürürlük maddesi, 7416 sayılı Kanun’un çeşitlilik gösteren yürürlük maddesiyle benzer ve uyumlu şekilde kaleme alınmıştır. Bu bağlamda Yönetmeliğin fikrî ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin 12 ila 14. maddeleri 01.01.2023 tarihinde yürürlüğe girecektir.[3] Anılan maddeler; fikrî ve sınai mülkiyet haklarının ihlali durumunda şikâyet başvurusunun usulüne, şikâyet başvurusuna karşı itiraza ve başvurunun sonuçlandırılmasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Bu düzenlemelere ilişkin önemli hususlar ve değerlendirmelerimiz aşağıda yer almaktadır:

  • Yönetmelik m.12/1 hükmüne göre; fikrî ve sınai mülkiyet hakkı ihlaline yönelik şikâyet başvurusu dâhili iletişim sistemi, noter veya KEP aracılığıyla elektronik ticaret aracı hizmet sağlayıcıya (ETAHS) yapılacaktır. Hükümde yer alan “dâhili iletişim sistemi”, Yönetmelik m.4/1,ç hükmüne göre; ETAHS’nin, aracılık hizmeti sunduğu elektronik ticaret hizmet sağlayıcılarla (ETHS) elektronik ticaret pazar yerindeki her türlü iletişimini kolay ve ücretsiz sağlamak üzere oluşturulan sistemi ifade etmektedir. Dâhili iletişim sisteminin işlevsel olması ve ispat bakımından yeterli güvenceyi sağlaması durumunda, hem maliyetin düşük olması hem de işlem kolaylığı sağlaması sayesinde şikâyetlerin genellikle bu sistemi üzerinden gerçekleştirileceği öngörülmektedir.  
  • Yönetmelik m.12/1 hükmüne göre; şikâyet sırasında aşağıdaki bilgi ve belgelerin sunulması zorunludur:
    • Türk Patent ve Marka Kurumunca düzenlenen hak sahipliğini gösterir tescil belgesi veya Kültür ve Turizm Bakanlığınca düzenlenen bandrol formu ya da 5.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamındaki meslek birlikleri bakımından faaliyet belgesi. Düzenlemedeki “tescil belgesi” ifadesi sınai mülkiyet hukuku terminolojisi bakımından patent ve faydalı model belgesini karşılamamaktadır. Ancak bunun uygulamada bir soruna neden olmayacağı değerlendirilmektedir. Bunun yanında bandrollenmeye uygun olmayan ya da meslek birliklerince takip edilmeyen haklar bakımından hak sahipliğini ortaya koyacak resmî belge bulunmaması ihtimalinde uygulamada şikâyetin kabul edilmesi bakımından sorun yaşanabileceği değerlendirilmektedir.
    • Şikâyette bulunanın gerçek kişi olması halinde adı, soyadı, T.C. kimlik numarası, adres bilgileri, e-posta adresi ve varsa KEP adresi; tüzel kişi olması halinde unvanı, adres bilgileri, e-posta adresi, varsa KEP adresi ve vekil sıfatıyla şikâyette bulunulması halinde vekâlet verenin ve vekilin anılan bilgileri ile vekilin temsile yetkili olduğunu gösterir belge. Düzenlemede e-posta adresi zorunlu bir unsur olarak arandığı için şikâyette bulunulması için örtülü şekilde e-posta adresi edinilmesi zorunluluğu getirildiği değerlendirilmektedir. Düzenlemede geçen “vekil” ifadesi ile kastedilen vekâlet ilişkisinin niteliği, ne 6563 sayılı Kanun’da ne Yönetmelik’te tespit edilebilmektedir. Bu anlamda vekâlet ilişkisinin marka ve/veya patent vekilleriyle mi, avukatlarla mı kurulacağı, alelade bir vekâlet ilişkisiyle de işlem yapılıp yapılamayacağı konusunda bir belirsizlik bulunmaktadır.
    • Şikâyet konusu ürünün fikrî ve sınai mülkiyet hakkını ihlal ettiğine dair gerekçe ve deliller.
    • Şikâyete konu ürünü gösterir internet adresi.
    • Şikâyet başvurusu kapsamında sunulan bilgi ve belgelerin gerçeğe aykırı olması durumunda başvuru sahibinin doğacak zararlardan sorumlu olduğuna dair beyan. Beyanın, bir sorumluluk beyanı olması nedeniyle vekil aracılığıyla değil, ancak hak sahibi tarafından bizzat verilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.  
  • Yönetmelik m.12/2 hükmüne göre; ETAHS, Yönetmelik m.12/1 hükmünde belirtilen hususları içermeyen başvuruları işleme almaz ve başvuru sahibini eksiklikler konusunda bilgilendirir. Eksiklik bildirimi yapılması hâlinde eksikliklerin giderilerek yeniden şikâyette bulunulmasına bir engel bulunmamaktadır.
  • Yönetmelik m.12/3 hükmüne göre; ETAHS, şikâyet başvurusunun kendisine ulaşmasından itibaren kırk sekiz saati geçmemek üzere, gecikmeksizin şikâyete konu ürünü yayımdan kaldırarak durumu ETHS’ye ve hak sahibine bildirir. ETHS’ye yapılan bildirimde şikâyet başvurusuna itiraz yöntemleri belirtilir. Hükümde, işlemin yapılacağı zaman bakımından kırk sekiz saat gibi kısa bir üst sınır öngörülmesi ve “gecikmeksizin” ifadesine yer verilmesi, ETAHS’ın bir esas incelemesinden ziyade, şekli inceleme yapacağı izlenimi uyandırmaktadır. Zira bu kadar kısa sürede, üstelik gecikmeksizin gibi bir ilke belirlenmişken evrakların içeriklerinin sağlıklı şekilde incelenmesi mümkün görünmemektedir.
  • Yönetmelik m.12/4 hükmü; şikâyete ilişkin bildirim ve bilgilendirmelerin dâhili iletişim sistemi üzerinden yapılmasına imkân tanımaktadır.
  • Yönetmelik m.13/1 hükmüne göre; fikrî ve sınai mülkiyet hakkı ihlaline yönelik şikâyet başvurularına karşı itiraz, ürünü yayımdan kaldırılan ETHS tarafından, tıpkı şikâyette olduğu gibi; dâhili iletişim sistemi, noter veya KEP aracılığıyla ETAHS’ye yapılacaktır. Dâhili iletişim sisteminin uygulanmasına ilişkin itiraz bölümünde yaptığımız açıklamalar bu bölüm için de geçerlidir.
  • Yönetmelik m.13/1 hükmüne göre; itiraz sırasında aşağıdaki bilgi ve belgelerin sunulması zorunludur. Şikâyetle benzerlik gösteren kısımlara ilişkin değerlendirmelerimiz, itiraz bakımından da geçerliliğini korumaktadır.
    • İtirazda bulunanın adı, soyadı veya unvanı ile yetkili temsilci veya vekil sıfatıyla itirazda bulunulması halinde bunların ad ve soyadları ile temsile yetkili olduklarını gösterir belge.
    • İtirazın gerekçeleri, yayımdan kaldırılan ürünün şikâyette bulunanın fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal etmediğine dair belge ve deliller.
    • Ürünün orijinal olduğunu ispatlamaya elverişli fatura veya fatura yerine geçen belgeler, kendisinden başlayarak geriye doğru fikrî ve sınai mülkiyet hakkı sahibini veya hak sahibinin verdiği yetkiyle ürünü piyasaya sunmuş kişileri gösterir sözleşme, sair belge ve deliller. Hükümde fikrî ve sınai mülkiyet haklarında tükenme ilkesinin ifade edildiği değerlendirilmektedir. Ancak bu aşamada itiraz sahibinin tedarik silsilesini ortaya koyması gerekliliğini doğuran “kendisinden başlayarak geriye doğru” ifadesi, ilgiliden yerine getirmesi beklenemeyecek, çoğu zaman içerisinde yer almadığı ticari ilişkiler nedeniyle yerine getirmesi de mümkün olmayacak bir yükümlülük yüklemektedir.
    • Başvuru sahibinin, itiraz başvurusu kapsamında sunulan bilgi ve belgelerin gerçeğe aykırı olması durumunda doğacak zararlardan sorumlu olduğuna dair beyanı.
  • Yönetmelik m.13/2 hükmüne göre; ETAHS, Yönetmelik m.13/1 hükmünde belirtilen hususları içermeyen itiraz başvurularını işleme almaz ve başvuru sahibini eksiklikler konusunda bilgilendirir. Hükümde yer alan “başvuru sahibi” ifadesi, şikâyet ve itiraz prosedürü olan bir konuda, itiraz sahibinden ziyade şikâyet edene karşılık gelmektedir. Ancak hükmünde “başvuru sahibi” ifadesinden itiraz sahibinin kastedildiği anlaşılmaktadır.
  • Yönetmelik m.14/1 hükmüne göre; ETHS’nin itirazında haklı olduğunun Yönetmelik m.13 hükmü kapsamında sunulan bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılması halinde ETAHS, şikâyete konu ürünü itiraz başvurusunun kendisine ulaşmasından itibaren en geç yirmi dört saat içinde yeniden yayımlar ve durumu hak sahibi ile ETHS’ye gecikmeksizin bildirir. Şikâyet hakkında karar verilmesi için bir azami süre öngörülmüşken, itiraz hakkında karar verilmesi için bir süre sınırı belirlenmemiş, ancak itirazın haklı olduğunun açıkça anlaşılması hâlinde, itirazın ulaşmasından itibaren yirmi dört saat içinde yayımlanma yükümlülüğü getirilmiştir. Burada dikkate edilmesi gereken husus, yirmi dört saatin “açıkça anlaşılma” tespitinden itibaren değil, itiraz anından başlayacak olmasıdır. İnceleme için bir azami süre belirlenmemişken, kararın uygulanması için itiraz anından başlayan bir sürenin belirlenmiş olması norm yapma tekniğine uygun değildir. Örneğin itirazın, kırk sekizinci saatte incelendiği ve açıkça haklı olduğunun anlaşıldığı bir durumda yirmi dört saatlik süre anlamını yitirecektir. Kanaatimizce karar için bir üst sınır belirlenmiş ise bunun hem şikâyet hem itiraz için öngörülmesi gerekirdi. Zira yapılan işlem nitelik bakımından benzerlik göstermektedir ve karar hangi yönde olursa olsun tarafların haklarına müdahale niteliği taşımaktadır. Yönetmelik m.14/1 hükmünde yer alan “açıkça” ifadesi, sınırları belirsiz ve subjektif değerlendirmeye açık olduğu için sorun yaratma potansiyeline sahiptir.
  • Yönetmelik m.14/2 hükmüne göre; ETAHS, fikrî ve sınai mülkiyet hakkı ihlalini ispatlayıcı yeni belgeler sunulmadıkça, aynı ürün ve iddiaya ilişkin şikâyet başvurularını işleme almaz ve bu durumu başvuru sahibine bildirir. Hükümden açıkça anlaşılmasa da düzenlemenin itirazın kabul edildiği, bir başka ifadeyle şikâyetin reddedildiği durumlara ilişkin olduğu değerlendirilmektedir.
  • Yönetmelik m.14/3 hükmüne göre; ETAHS tarafından yapılacak inceleme yalnızca ETHS’den temin edilen bilgi ve belgelerin incelenmesi ile sınırlıdır. Hükümde sözü edilen incelemenin, itiraz incelemesi olduğu, burada şikâyet sahibi tarafından sunulan bilgi ve belgelerle herhangi bir karşılaştırma yapılmaksızın sadece ETHS’den temin edilen belgelerin incelenmesiyle sonuca varılacağı değerlendirilmektedir.
  • Yönetmelik m.14/4 hükmüne göre; ilgililerin genel hükümlere göre adli ve idari mercilere başvurma hakları saklı tutulmuştur. Bir yönetmelik hükmüyle kanunla tanınmış başkaca bir hakkın saklı tutulduğunun ifade edilmesinin, normlar hiyerarşisi bakımından yersiz olduğu değerlendirilmektedir.

E-ticaretin, ticaret alanındaki hacmi arttıkça, fikrî ve sınai haklar alanındaki hak ihlallerinin e-ticaret mecralarında geçekleşme oranı da artmaktadır. Günümüzde fikrî ve sınai mülkiyet hakkı sahiplerinin yaşadığı önemli sorunlar arasında, taklit ürünlerin e-ticaret pazar yerlerinde yaygın şekilde satışa konu edilmesi, ETHS’ye ulaşmanın zor, bazen de imkansız olması gibi e-ticarete özgü durumlar da yer almaktadır.  6563 sayılı Kanun m.9/3 hükmünün ve Yönetmelik 12 ila 14 hükümlerinin ihdası, yaşanan sorunları belli ölçüde ve hızlı şekilde gidermeye elverişlidir. Ancak düzenlemelerde belirsiz alanlar da bulunmakta ve bu belirsizliklerin uygulamada sorunlara neden olabileceği değerlendirilmektedir.

Osman Umut KARACA

Aralık 2022

osmanumutkaraca@hotmail.com


DİPNOTLAR

[1] 7416 sayılı Kanun için bkz; https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/07/20220707-2.htm, (29.12.2022).

[2] 7416 sayılı Kanun’la 6563 sayılı Kanun’da fikrî ve sınai mülkiyet hukuku alanına ilişkin yapılan değişiklikleri incelediğimiz yazı için bkz; https://iprgezgini.org/2022/07/19/fikri-ve-sinai-mulkiyet-hukuku-baglaminda-elektronik-ticaret-alanindaki-guncel-gelismeler/, (29.12.2022).

[3] Yönetmelik için bkz; https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/12/20221229-5.htm, (29.12.2022).

MARKANIN 35.06 SINIF SATIŞA SUNUM HİZMETLERİNDE TESCİLİNE İLİŞKİN YENİ BİR YARGITAY KARARI


Markanın, 35.06 alt sınıfta yer alan hizmetler yönünden tescilinin ve korunmasının kapsamı çekişmeli alanlardan biri olarak varlığını sürdürmektedir. Yargı kararlarıyla şekillenen alanda korumanın kapsamı zaman içerisinde değiştirilmiştir. Son içtihatlarla da bu alanda yeni bir yaklaşımın benimsenmeye başlandığı görülmektedir. Nitekim yazı içeriğinde Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin bu konudaki 18/4/2022 tarih ve 2020/7799 E. – 2022/3109 K. sayılı son kararı paylaşılacaktır.

Bilindiği üzere, Marka Tescil Başvurularına Ait Mal ve Hizmetlerin Sınıflandırılmasına İlişkin Tebliğ’in (BİK/TPE: 2007/2)[1] 35.06 sınıfında yer alan “Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için çeşitli malların bir araya getirilmesi hizmetleri (belirtilen hizmetler perakende, toptan satış mağazaları, elektronik ortamlar, kataloglar ve benzeri diğer yöntemler ile sağlanabilir).” hizmeti 2011 yılında değiştirilmiş[2], 2012 yılında ise “Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için malların * bir araya getirilmesi hizmetleri; (belirtilen hizmetler perakende,  toptan satış mağazaları, elektronik ortamlar, katalog ve benzeri diğer yöntemler ile sağlanabilir.) * Bu kısımda mal veya mal grubu belirtiniz.” şeklinde değiştirilerek son halini almıştır[3].

Yapılan değişiklik sonucunda, “çeşitli malların” satışına ilişkin mağazacılık hizmeti ile mal veya mal grubunun belirtildiği “spesifik olarak belirli malların satışına özgülenen” sınırlandırılmış mağazacılık hizmeti arasındaki ilişkinin yorumlanması temel tartışma konularından biri haline gelmiştir.

Yapılacak yorum, korumanın kapsamının belirlenmesi ve yeni marka başvurularının tescil edilebilmesi açısından son derecede önemlidir. Yorum konusunda yargı kararları yol gösterici kaynaklardan birini oluşturmaktadır. Bu nedenle, içtihat değişikliklerinin takibi uygulamacılar açısından önem arz etmektedir. Bu yazı kapsamında hem gelinen süreç özetlenecek hem de bu konudaki yaklaşım değişikliğini yansıtan son içtihatlar paylaşılacaktır.

Bu iki mağazacılık hizmeti arasındaki ilişkiyi ele alan ilk dönemki yargı kararlarında “çok azı kapsar” ilkesi esas alınmış, önceki tarihli markaya en geniş haliyle koruma imkânı sağlanmış, bu hizmetlerin aynı/aynı tür oldukları kabul edilmiştir[4]. Açıklanacağı üzere, sonraki dönemde korumanın kapsamı “tek tek mallar yönünden kullanımın ispat edilmesi” yönünde daraltılmıştır. Paylaşılacak son kararlarda ise korumanın kapsamının yeniden genişletildiği, “sektörel bazda benzer malların perakendeciliği veya mağazacılığı satışının” yapıldığının ispatlanmasının arandığı görülmektedir.

Uygulamayı yönlendiren kararlarda, taraf menfaatleri arasında bir denge sağlanmaya çalışılmış, bu kararlarda, “çeşitli mallara” ilişkin tescil alan önceki marka sahibinin tek tek hangi mallar yönünden mağazacılık hizmeti verdiğini ispatlaması gerektiği ifade edilmiştir. Bu yöndeki emsal bir kararda Davalı şirkete ait marka ise, genel olarak perakendecilik hizmetlerini içermekte olup, belirli sektör ya da gruplardaki ürünler sınırlandırılmamıştır. Bu itibarla, uyuşmazlık konusu işaretlerin benzerliğine karşın davacı başvurusunda 35. sınıf hizmetlerin kapsamında ticarete konu edilecek malların teker teker sayılması nedeniyle, başvuruya itiraz eden davalı şirketten söz konusu 35. sınıf hizmetler kapsamında başvuruda sayılan malların satış hizmetlerinin de verildiği hususunda varsa delillerinin ibrazı istenmek ve buna göre şayet davalının “…” markası ile 35. sınıf mağazacılık hizmetleri altında davacı marka başvurusunda yer alan ürünleri kapsayan ticareti bulunduğu takdirde bu ürünler yönünden … kararının iptaline karar vermek gerekirken” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 30/3/2016 tarih ve 2015/8504 E. – 2016/3492 K. sayılı kararı)gerekçesine yer verildiği görülmektedir. Aynı yönde başka bir kararda ise “Bu durumda, başvurunun ilanı halinde, dava dışı marka sahibinin itiraz etmesi durumunda itiraz edenin başvuru kapsamında sınırlı olarak belirtilen malların satışı hizmetlerinin aynı ya da benzeri bir ticari faaliyeti olup olmadığının da araştırılması suretiyle (11. HD. 10/10/2013 T 18919/18046 ve 20/02/2014 T 13850/3087 sayılı kararları[5]) 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi kapsamında benzerlik araştırması yapılması gerekeceğinden, bu hizmet bakımından da başvurunun aynı KHK’nın 7/1-b maddesi uyarınca değerlendirme yapılmak suretiyle davanın reddi doğru görülmemiştir.” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarih ve 2015/11817 E. – 2016/5411 K. sayılı kararı) gerekçesine yer verildiği görülmektedir. Yine başka bir kararda “Somut uyuşmazlıkta, davalı tarafça davacı başvurusunda sınırlandırılan malların satışı faaliyetinde bulunulduğu hususundaki delilleri de sorulup bu konuda değerlendirme yapılmaksızın eksik inceleme sonucu davacı marka başvurusunun 35.07 sınıf genel nitelikteki perakende satış hizmetleri (mağazacılık) bakımından da reddi doğru görülmediğinden” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 27/2/2017 tarih ve 2015/12715 E. – 2017/1112 K. sayılı kararı) gerekçesine yer verilmiştir.

Farklı uygulamalara yönlendiren kararlar olduğu, esasen uygulamanın net olmadığı kabul edilebilir. Ancak, yargı uygulamalarında daha yaygın olarak “çeşitli malların” satışa sunum hizmetleri yönünden tescil edilmiş olan önceki tarihli marka sahibinden, sonraki başvuruda sınırlı ve spesifik olarak sayılan malların satışa sunum hizmetlerinin verildiğinin ispatlamasının talep edildiği görülecektir. Yargılama aşamasında, sonraki tarihli başvuru kapsamında sınırlı olarak sayılanlar yönünden mağazacılık hizmetinin verildiğinin özel olarak ispatlanması koşulu aranmakta ve ilgilisine delillerini sunması için süre verilmektedir.

Gelinen aşamada ise Yargıtay tarafından konuya yeni bir yaklaşımın getirildiği söylenebilir. Güncel bazı kararlarda[6]sektörel bazda benzerlik” vurgusunun yapıldığı görülmektedir. Bu vurgu yakın tarihli bazı kararlarda yapılmış olsa da esasen son içtihatta inceleme yöntemi olarak açıkça dile getirilmiş. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18/4/2022 tarih ve 2020/7799 E. – 2022/3109 K. sayılı kararında,daha önce 35. sınıfta genel mağazacılık hizmetleri yönünden adına marka tescili bulunan taraftan sonra tescil başvurusuna konu yapılan ve özel mağazacılık hizmetlerini konu alan marka başvurularına itirazda bulunulabilmesi için kendisi adına 35. sınıfta genel perakendecilik ve mağazacılık hizmetlerinde markayı kullanması gerekmekle birlikte, tek tek her bir mal yönünden kullanımın ispat edilmesi gerekmeyip, sektörel bazda benzer malların perakendeciliği veya mağazacılığı yönünden kullanımın ispat edilmesi yeterlidir. Bölge Adliye Mahkemesince bu ilkeler doğrultusunda bir inceleme ve değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirmeye dayalı olarak davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmamış” gerekçesine yer verilerek Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulduğu görülmektedir.

Bozmaya konu Bölge Adliye Mahkemesi kararı incelendiğinde; Mahkeme tarafından, yukarıda paylaşılan yaygın uygulamaya ve emsal kararlara uygun bir inceleme yapıldığı, başvuru kapsamında sayılan mallar yönünden kullanım ispatının arandığı, “Ancak redde mesnet markanın kapsamında genel olarak mağazacılık hizmeti bulunmakta iken dava konusu başvurunun kapsamında belli bir takım malların satışına özgülenmiş mağazacılık hizmeti bulunmasına rağmen mahkemece davalı Şirketten, markasının 12 ve 20. sınıf mallar yönünden itiraza dayanak markasını kullanıp kullanmadığı sorulmadan ve bu yönde bir araştırma yapılmadan yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış,” tespitlerine yer verildikten sonra bu araştırmanın yapıldığı görülmektedir. Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen bozmaya konu kararda, “davalı Şirket vekiline, redde mesnet 2011/9924 sayılı markasını, 12. ve 20. sınıfa özgülenmiş biçimde 35. sınıftaki mağazacılık hizmetleri yönünden kullandığına dair delillerini sunmak için usulüne uygun biçimde kesin süre verildiği, davalı Şirket vekili tarafından dosyaya sunulan delillerin hiçbirinin davalının … sayılı markasının, 12. ve 20. sınıf malların satışına özgülenmiş biçimde mağazacılık hizmetlerinde kullanıldığını ispata elverişli olmadığı, davalı Şirketin genel olarak mağazacılık hizmetlerinde tescilli markası ile 12. ve 20. sınıf malların satışına özgülenmiş 35/05. sınıftaki mağazacılık hizmetleri yönünden dava konusu başvuru arasında benzerlik olmadığı,” sonucuna varılmıştır. Bozma ilamında ise bu değerlendirme yönteminin hatalı olduğu gerekçesine yer verildiği görülmektedir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 18/4/2022 tarih ve 2020/7799 E. – 2022/3109 K. sayılı kararıyla, yargı uygulamasında benimsenen başvuruda spesifik olarak satışı sınırlandırılan her bir mal yönünden kullanımın ispat edilmesi şartının yerine, “sektörel bazda benzer malların perakendeciliği” yönünden kullanımın ispatlanmasının benzerlik için yeterli kabul edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim kararda, Bölge Adliye Mahkemesi’nin 12. ve 20. sınıfta yer alan malların satışına sunumunun ispatıyla sınırlı yaptığı inceleme yönteminin yerinde olmadığı, “tek tek her bir mal yönünden kullanımın ispat edilmesi”nin gerekmediği belirtilmiştir. Bu yöndeki kararların benimsenmesi durumunda, uygulamanın değişeceği, yargılama sırasında ve bilirkişi heyetlerince yapılan incelemede sektörel bazda benzer malların satışa sunumuna ilişkin delillerin de göz önüne alınması gerektiği söylenebilir. Bu kapsamda, sadece sonraki marka başvurusunda sınırlı olarak sayılan malların değil, “sektörel bazda benzer malların” perakendeciliği veya mağazacılığının yapıldığının ispatlanası durumunda da emtia benzerliği koşulunun gerçekleşeceği kabul edilebilecektir. Bu kararlarla önceki tarihli marka sahibine sağlanan korumanın kapsamının yeninden genişletildiğini söylemek mümkündür. Kararların uygulamaya ve yargılama süreçlerine yansımaları ise zaman içerisinde ortaya çıkacaktır.

Gökhan ERGÜL

Eylül 2022

av.gokhanergul@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2007/01/20070108-2.htm

[2]Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için “… ” * bir araya getirilerek sunulması hizmetleri (belirtilen hizmetler perakende, toptan satış mağazaları, elektronik ortamlar, kataloglar ve benzeri diğer yöntemler ile sağlanabilir).* Bu bölümde hizmetin gerçekleştirileceği mal, mal grubu ya da sektör adını belirtiniz. Hizmetin mal ve sektörlerin tamamını kapsaması durumunda “çeşitli malların” ifadesini kullanınız.” şeklinde değiştirilmiştir. 19 Ekim 2011 tarih ve 28089 sayılı Resmi Gazete

(Erişim:https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/10/20111019-22.htm)

[3] 2007/2 sayılı Tebliğ yürürlükten kaldırılmış, 2012/2 sayılı Tebliğ 28 Ocak 2012 tarih ve 28187 sayılı Resmi Gazete’de de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/01/20120128-20.htm)

[4] Emsal nitelikte bir kararda “…”çeşitli malların” ibaresi kullanılarak ve herhangi bir sınırlandırma yapılmadan, bir başka ifadeyle tüm sektör ve malları kapsayacak biçimde tescil edilmiş olduğu, dolayısıyla, davacıya ait başvuru, redde dayanak marka ile aynı olduğu gibi, kapsamlarındaki hizmetlerin de aynı veya aynı tür olduğu zira, redde mesnet marka kapsamında tescilli bulunan 35/06. sınıfta tüm sektörleri kapsayan mağazacılık hizmetleri, davacının sınırlandırarak talep ettiği belirli mallara ya da sektörlere dair mağazacılık hizmetlerini de içerdiği” tespitlerine yer verildiği görülmektedir (Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 14/1/2015 tarih ve 2014/14402E. – 2015/323 K. sayılı kararı).

[5] Söz konusu kararda “…karar gerekçesindeki 03. sınıfta yer alan malların 35/07. sınıf perakendecilik hizmeti kapsamında satışa sunulması mümkün olduğundan iltibas tehlikesine yol açılacağına ilişkin mahkeme görüşü, davacının 03. sınıf malların perakende ticareti yaptığı hususunda delil bulunmaması nedeniyle isabetli olmamakla birlikte somut uyuşmazlıkta kötüniyetli tescil olgusunun gerçekleşmiş bulunmasına göre, mümeyyiz davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.” gerekçesine yer verildiği görülmektedir.

[6] “Marka sahibi 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi uyarınca, önceki markasını kullanarak, ancak fiilen perakendeciliğini veya mağazacılığını yaptığı mallar ile bu mallarla sektörel benzerlik gösteren mallar yönünden başkalarının aynı veya karıştırılmaya yol açacak düzeyde benzer markayı tescil ettirmesine veya tescilsiz kullanımına karşı çıkabilir.” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12/9/2019 tarih ve 2018/582 E. – 2019/5345 K. sayılı kararı); Aynı yönde 17/9/2019 tarih ve 2018/4108E. – 2019/5503 K. sayılı karar

KARIŞTIRILMA İHTİMALİ İNCELEMESİNDE MAL/HİZMET BENZERLİĞİ İŞARET BENZERLİĞİNDEN VEYA DİĞER FAKTÖRLERDEN ETKİLENİR Mİ? — EUIPO, USPTO VE TÜRKPATENT YAKLAŞIMI —



Marka hukuku çalışan herkesin aşina olduğu üzere karıştırılma ihtimali müessesesi 6769 s. SMK’nın nispi ret gerekçeleri başlıklı 6ncı maddesinin birinci fıkrasında “Tescil başvurusu yapılan bir markanın, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile aynılığı ya da benzerliği ve kapsadığı mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği nedeniyle, tescil edilmiş veya önceki tarihte başvurusu yapılmış marka ile halk tarafından ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali varsa itiraz üzerine başvuru reddedilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Kanunun lafzında açıkça belirtildiği gibi karıştırılma ihtimali gerekçeli itirazın kabul edilebilmesi için “mal veya hizmetlerin aynılığı ya da benzerliği” sağlanması gereken şartlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk marka hukuku uygulamalarında mal/hizmet benzerliği hususu, karıştırılma ihtimali değerlendirmesinde belirleyici olan temel üç faktörden birisi olmasına rağmen bu zamana kadar üzerinde fazla durulmayan, detaylı incelemeye konu olmamış bir başlık olarak kalmıştır. Üstelik mal / hizmet benzerliği değerlendirmesinin uygulama alanı sadece karıştırılma ihtimali incelemesi ile de sınırlı değildir; diğer nispi ret gerekçeleri olan eskiye dayalı kullanımların incelendiği 6/3 bendi (eskiye dayalı kullanıma konu olan mallar/hizmetler ile aynı veya benzer mallar/hizmetler için ret uygulanır), Paris Sözleşmesi kapsamında tanınmış markalar kapsamında yapılan itirazların incelendiği 6/4 bendi (madde metninde ret kapsamının aynı ve benzer mallar/hizmetler için uygulanacağı belirtilmiştir), ortak ve garanti markalara istinaden yapılan itirazların incelendiği 6/7 bendi (madde metninde ret kapsamının aynı ve benzer mallar/hizmetler için uygulanacağı belirtilmiştir) ve tescilli markanın koruma süresinin dolmasından sonra 6/8 bendi (madde metninde ret kapsamının aynı ve benzer mallar/hizmetler için uygulanacağı belirtilmiştir) kapsamında yapılan itirazlarda da mal / hizmet benzerliği değerlendirmesi yapılması gerekmekte, mal/hizmet benzerliğinin düzeyi koruma kapsamına doğrudan etki etmektedir. Dahası tanınmış markalara istinaden 6/5 kapsamında yapılan itirazlarda da malların/hizmetlerin benzerliği yanında malların/hizmetlerin yakınlığı ya da uzaklığı değerlendirmesinde de mal/hizmet karşılaştırması gerekliliği bulunmaktadır.

Mal/hizmet benzerliği hususunun tescil edilen markaların koruma kapsamına doğrudan etki eden önemli bir faktör olmasına rağmen Türkiye’de yeterli incelemeye konu olmaması oldukça ilginçtir. Bu yazı kapsamında mal/hizmet benzerliği değerlendirmesinin esasına ilişkin detaylı açıklamaya yer verilmeyecek, karıştırılma ihtimali incelemesinde tartışılması gereken temel konulardan biri olan karıştırılma ihtimali incelemesinde mal/hizmet benzerliği değerlendirmesinin işaret benzerliği değerlendirmesinden veya diğer faktörlerden bağımsız olup olmadığı hususuna ilişkin olarak Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO), Amerika Birleşik Devletleri Patent ve Marka Ofisi (USPTO) ve Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT)’nun yaklaşımları üzerinde durulacaktır.

Karıştırılma ihtimali (likelihood of confusion) terim olarak çoğu ülkede aynen kullanılsa da incelemede farklı yaklaşımlara konu olabilmektedir.

EUIPO’nun karıştırılma ihtimali değerlendirmesinde dikkate aldığı temel faktörler sayılanlarla sınırlı olmamak üzere, malların/hizmetlerin benzerliği ve bu benzerliğin düzeyi, işaretlerin benzerliği ve bu benzerliğin düzeyi, önceki markanın ayırt edici gücü, çekişme konusu malların hitap ettikleri tüketici kesimi ve bu tüketici kesiminin dikkat seviyesidir. EUIPO’ya göre karıştırılma ihtimali incelemesinde dikkate alınan bu faktörler birbirleriyle etkileşim halinde bulunur ve nihayetinde bütün faktörler ayrı ayrı göz önünde tutulmak suretiyle bir sonuca gidilir. Örneğin, malların/hizmetlerin düşük düzeyde benzerliği işaretlerin aynılığı veya yüksek düzeyde benzerliği ile telafi edilebilmekte (veya tam tersi) ve karıştırmanın ortaya çıkacağı veya önceki markanın ayırt ediciliği arttığı durumlarda düşük düzeyde benzer nitelikte olan mallar/hizmetler için de karıştırmanın söz konusu olabileceği kabul edilebilmektedir.

EUIPO tarafından yapılan karıştırılma ihtimali incelemesinde, mal/hizmet benzerliği bağımsız bir faktör olarak değerlendirilmekte ve kendi içerisinde bir takım kıstaslara göre benzerlik incelemesine tabi tutulmaktadır. Bu benzerliğin incelenebilmesi için içtihat hukuku çerçevesinde, sayılanlarla sınırlı olmamak üzere şu kriterler dikkate alınmaktadır:

  • Doğası (niteliği),
  • Kullanım amaçları,
  • Kullanım şekilleri/yöntemleri,
  • Birbirlerinin ikamesi olup olmadığı,
  • Tamamlayıcısı nitelikte olup olmadıkları,
  • Dağıtım kanalları,
  • Hitap ettikleri tüketici kesimi,
  • Ticari kaynakları.

Görüldüğü üzere, mal/hizmet benzerliği kendi içerisinde değerlendirmeye tabi tutulduğundan çok detaylı ve farklı kıstaslar belirlenmiş durumdadır ve mal/hizmet benzerliği incelemesi bu faktörler üzerinden gerçekleştirilmektedir. Ayrıca, EUIPO mal/hizmet benzerliğine ilişkin detaylı bir inceleme kılavuzu hazırlamış ve bu kılavuzda karşılaştırmanın ne şekilde yapılması gerektiği, uygulamada sık rastlanan mal/hizmet çiftlerinin karşılaştırılması sonuçlarına yer vermiştir.[1] Ayrıca, içerisinde kullanıcıların daha önce mallar ve hizmetlere ilişkin yapılan karşılaştırma sonuçlarına (EUIPO itiraz birimi, Temyiz Kurulu ve mahkeme kararları) ulaşabildikleri “similarity tool”[2] adında bir aracı da kullanıcıların hizmetine sunmuştur. Dikkat edilirse bütün bu karşılaştırmalarda işaret benzerliğine ilişkin bir sonuca yer verilmemiş, incelemede sonuca etki eder nitelikte bulunmamıştır. Oldukça faydalı bir araç olan “similarity tool-benzerlik aracında” daha önce karşılaştırılan mal/hizmet çiftlerinin benzer olup olmadıkları, benzer olarak değerlendirilirler ise benzerlik derecesi ve hangi faktörlerden dolayı benzer olduklarına ilişkin açıklamalar yer almakta, bu örnek karşılaştırmalarda işaret benzerliği dikkate alınmamaktadır.

Karıştırılma ihtimali incelemesine ilişkin ABD Patent ve Marka Ofisi’ni (USPTO) yaklaşımında ise “duPont faktörleri” denilen faktörler dikkate alınarak değerlendirme yapılmaktadır. Bu faktörlerden kısaca aşağıda bahsedilecek olursa:

  • İşaretlerin görsel, işitsel, anlamsal ve ticari izlenim bakımlarından bütünsel benzerliği veya farklılığı,
  • Başvuru veya tescilde tanımlanan malların ve / veya hizmetlerin alakası, ilişkisi,
  • Yerleşik ve devamlılık göstereceği düşünülen ticaret kanalların benzerliği veya farklılığı,
  • Satışların gerçekleştirildiği koşullar- alıcıların karar biçimi – örneğin tüketiciler satın alma kararını ani mi yoksa dikkatli ve bilgili bir şekil mi gerçekleştiriyor,
  • Benzer mallar üzerinde kullanılan benzer markaların sayısı ve mahiyeti,
  • Önceki markanın satış rakamlarının yüksekliği, reklam veya kullanım yoğunluğundan kaynaklanan ünü (bilinirliği),
  • Eğer varsa, fiili karıştırmanın niteliği ve kapsamı,
  • Fiili karıştırma olmaksızın eş zamanlı gerçekleşen kullanımın süresi ve bu kullanımın gerçekleştiği şartlar,
  • Kullanıma konu olan veya olmayan malların çeşitliliği,
  • Başvuru sahibinin ve önceki marka sahibinin piyasadaki kesişim noktası,
  • Başvuru sahibinin malları üzerinde markasını kullanımı hakkında diğer kişileri engelleme hakkının bulunup bulunmadığı,
  • Olası karıştırmanın kapsamı (Karıştırmanın sonuçları önemsiz mi olacaktır yoksa karıştırma esasa ilişkin önemli sorunlara mı yol açacaktır?).
  • Karıştırılma iddiasını destekler nitelikteki diğer unsurlar.

USPTO inceleme kılavuzuna göre karıştırılma ihtimalinin varlığı incelenirken, faktörlerin değişen oranlarda öneme sahip olmasına rağmen bu faktörlerden en üstte yer alan iki tanesinin belirleyici ana faktörler olduğu, ancak incelenen olayın özelliğine göre bazı faktörlerin diğerlerine göre daha belirleyici nitelikte olabileceği belirtilmiştir. Ayrıca sayılan her faktörün somut olayda bulunmasının veya incelenmesinin gerekli olmadığı da söylenmiştir.[3] Karıştırılma ihtimaline ilişkin Amerikan yaklaşımında işaretlerin benzerliği ya da malların benzerliği gibi faktörleri ayrı ayrı bölmek yerine incelemenin tek seferde ve bütüncül bir yaklaşımla yapıldığı görülmektedir. Buna göre, mallar/hizmetler için bağımsız ve ayrı bir karşılaştırma yapılmamakta, durumun özelliğine göre karıştırma tespit edilmektedir. Zira incelemede malların hizmetlerin benzerliği terimi yerine “ilintililiği – ilişkisi” (relatedness of goods and services) terimi kullanılmaktadır. Bu terim daha belirsiz bir tanımlama olduğundan tüketicilerin herhangi bir şekilde markalar arasında bağlantı kurmasıyla (mallar/hizmetler benzer olmasa dahi) karıştırılma ihtimali bulunduğu sonucuna ulaşılabilmektedir. USPTO İnceleme Kriterine göre örneğin, yerleşik pazarlama uygulamaları yüzünden benzer ya da ilişkili olmayan mallar/hizmetler için dahi karıştırılma ihtimali oluşabileceği belirtilmiştir.[4] EUIPO ve TÜRKPATENT uygulamalarında malların benzerliği karıştırılma ihtimalinin bulunması için varlığı zorunlu bir koşul olmasından dolayı benzer olmayan mallar/hizmetler için karıştırılma ihtimali gerekçesiyle ret uygulanamazken USPTO uygulamasında böyle bir durum söz konusu değildir.

Karıştırılma ihtimaline ilişkin olarak Türk Patent ve Marka Kurumu’nun yaklaşımı ise, mevzuatların da uyumlu olmasının doğal bir sonucu olarak EUIPO uygulaması ile büyük bir paralellik arz etmektedir. TÜRKPATENT’in karıştırılma ihtimalinde dikkate aldığı temel faktörler sayılanlarla sınırlı olmamak üzere, malların/hizmetlerin benzerliği ve bu benzerliğin düzeyi, işaretlerin benzerliği ve bu benzerliğin düzeyi, önceki markanın ayırt edici gücü, çekişme konusu malların hitap ettikleri tüketici kesimi ve bu tüketici kesiminin dikkat seviyesidir. Yine mal/hizmet benzerliğinde kullanılan kriterler EUIPO’nun belirlemiş olduğu kriterler ile aynıdır. Son olarak, karıştırılma ihtimali incelemesinde Kurum, mal/hizmet benzerliğini işaret benzerliğinden etkilenmeyen bağımsız bir faktör olarak görmüş ve bunu da Marka İnceleme Kılavuzu 2021 sayfa 384’de açıkça şu şekilde belirtmiştir:[5]

Malların ve hizmetlerin benzerliği, karşılaştırmaya konu işaretlerin benzerlik düzeyi ve önceki markanın ayırt edici gücünden bağımsız olarak değerlendirilir. Diğer bir ifade ile malların/hizmetlerin benzerliği ve bu benzerliğin düzeyi her bir mal/hizmet karşılaştırması için aynıdır ve işaretlerin benzerlik düzeyi ile önceki markanın ayırt edici gücünden etkilenmez.

Görüldüğü üzere, EUIPO ve TÜRKPATENT yaklaşımı mal/hizmet benzerliğini bağımsız ayrı bir faktör olarak ele alırken, USPTO yaklaşımı mal/hizmet benzerliğini işaretten bağımsız düşünmez ve bütüncül bir yaklaşımla incelemeye tabi tutar. USPTO kılavuzda bu yaklaşımı “kendi başına kuralının olmaması-no per se rule” ile açıklar ve malların hizmetlerin tek başlarına alakalı-ilişkili olması ve benzer markaların karşılaştırıldığı her durumda karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkacağı gibi bir kuralın olamayacağını kabul eder. İncelemeye ilişkin bu temel ayrım bizi mal/hizmet benzerliği incelemesinin kendi içerisinde yapılması gereken bir benzerlik değerlendirmesi olup olmadığı noktasına götürür. Daha açık bir ifadeyle, mal çiftleri (örn, güneş gözlüğü ile çantalar) için yapılan mal/hizmet benzerliği değerlendirmesi her incelemede aynı benzerlik düzeyine mi karşılık gelmelidir yoksa karşılaştırılan işaretlerin karakteristik özelliklerine ve benzerlik düzeylerine göre bazen benzer bazen de benzemez olarak mı değerlendirilmelidir? Bu sorunun cevabı Avrupa ve Türk yaklaşımında karıştırılma ihtimalinin sonucu açısından önem arz eder, zira mallar ve hizmetler arasında benzerlik bulunmadığı sonucuna ulaşılması durumunda karıştırılma ihtimali incelemesi kesilir ve karıştırılmanın ortaya çıkmayacağı sonucuna ulaşılır. Başka bir anlatımla, Türk ve Avrupa yaklaşımında mal/hizmet benzerliği bağımsız bir inceleme olduğundan ve bir kere mallar benzer olarak bulunmadığında karıştırılma ihtimali gerekçeli ret uygulanamaz olacağından koruma kapsamı sınırlanacak ve benzer olmayan mallar/hizmetler için üçüncü kişilerin tesciline markalar aynı da olsa müsaade edilecektir (diğer nispi ret gerekçeleri kapsamında tabii ki ret uygulanabilir). Amerikan yaklaşımında ise mal/hizmet benzerliği karıştırılma ihtimali incelemesinin sadece bir faktörü olduğundan, diğer faktörlerle de etkileşim içerisinde olduğundan ve malların alakalı olması karıştırılma ihtimalinin oluşması için şart olmadığından bu kadar kritik öneme sahip değildir.

Yaklaşımlar arasındaki farklılık aynı zamanda karıştırılma ihtimali incelemesinde karar veren otoritelerin kararlarının önceden bilinebilir veya en azından belli ölçüde öngörülebilir olması açısından da önem taşır. Aynı mal çiftinin bazen benzer bulunarak redde konu edilmesi bazen de benzer bulunmayarak redde konu edilmemesi piyasada belirsizliğe sebep olabilecektir. Yine karar verici konumunda olan inceleme otoriteleri veya mahkemeler için de aynı durumda olan örnekler için uygulama farklılıklarına sebep olabilmektedir.

Bu yazı kapsamında hangi yaklaşımın daha iyi veya daha doğru olduğu konusunda bir yorum yapılmayacak olsa da Avrupa ve Türk sisteminin sahip olduğu mukayeseli üstünlükten bahsetmek gerekir. Karıştırılma ihtimali incelemesi kendi içerisinde soyut bir ihtimal değerlendirmesinden ibaret olduğundan, doğası gereği yoruma açık olmakta ve pratikte benzer durumda olan markalar için farklı kararlar suretiyle belirsizliğe neden olabilmektedir. Avrupa ve Türk yaklaşımının kullandığı mal ve hizmet benzerliğinin karıştırılma ihtimali incelemesinde diğer faktörlerden etkilenmemesi durumunun, yani bağımsız bir faktör olarak ortaya çıkmasının ve her karşılaştırmada aynı sonucu vermesinin, incelemede öngörülebilirliği ve tutarlılığı arttırdığının, daha tahmin edilebilir, öngörülebilir kararlar verilmesinin önünü açtığını söylemek yanlış olmayacaktır. Örneğin, bu yaklaşımda başvuru sahibi önceki markanın tescil kapsamında yer alan mallar ile benzer görülmeyen mallar ve hizmetler için bir başvuru yaptığında karıştırılma ihtimali gerekçesiyle ret kararı almayacağını önceden bilebilmektir. Benzer şekilde, daha önce benzer görülen mallar için benzer marka mesnet gösterilerek itiraz edildiğinde, muteriz itirazının kabul edileceğini öngörebilmektedir. Amerikan yaklaşımında bütüncül bir değerlendirme söz konusu olduğundan ve malların/hizmetlerin benzer olmaması durumunda dahi karıştırmanın söz konusu olabildiği göz önüne alındığında öngörülebilirliğin daha düşük seviyede kaldığını söylemek mümkündür.

Erman VATANSEVER

Eylül 2022

vatanseverman@yahoo.com


[1] Kılavuzu incelemek isteyenler için: https://guidelines.euipo.europa.eu/1935303/1788568/trade-mark-guidelines/chapter-2-comparison-of-goods-and-services

[2] Benzerlik aracına ulaşmak için: http://euipo.europa.eu/sim/

[3] Kılavuzu daha detaylı incelemek isteyenler için: https://tmep.uspto.gov/RDMS/TMEP/current#/current/TMEP-1200d1e5036.html

[4] TMEP Trademark Manuel of Examining Procedure 1207.01 (a) Relatedness of the Goods and Services https://tmep.uspto.gov/RDMS/TMEP/current#/current/TMEP-1200d1e5044.html

[5] İlgili kılavuza ulaşmak için Marka İnceleme Kılavuzu 2021: https://www.turkpatent.gov.tr/marka

MARKAYI KULLANMA ZORUNLULUĞUNA İLİŞKİN İSTİSNAİ BİR YARGI KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Battle of wills is costly and rarely delivers | Stuff.co.nz

Markayı kullanma zorunluluğuna[1] ilişkin 24.06.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (556 sayılı KHK) döneminde başlayan, Anayasa Mahkemesinin 556 sayılı KHK m.14 hükmünün iptaline ilişkin 14.12.2016 tarihli, E.2016/148, K.2016/189 sayılı kararının 06.01.2017 tarihli ve 29940 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi ve hemen dört gün sonra da 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) yürürlüğe girmesiyle zirveye ulaşılan tartışmalar; Yargıtay’ın, SMK’nin markayı kullanma zorunluluğuna ilişkin hükümlerinin, SMK’nin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla uygulanabileceğine ilişkin, ilki 2019 yılında verilen[2] ve yerleşik hâle gelen kararlarıyla gündemdeki yerini kaybetmişti. Ancak önem dereceleri farklı olmakla birlikte, markayı kullanma zorunluluğuna ilişkin olarak, doktrindeki görüşlerde veya yargı kararlarında yer alan yeni ve ilginç yaklaşımlarla da karşılaşılmaktadır. Okumakta olduğunuz yazı da markayı kullanma zorunluluğuna ilişkin yeni bir yaklaşımı içeren, kanun yoluna başvurulmaması üzerine kesinleşen, fikrî ve sınaî haklar hukuk mahkemesi tarafından verilen bir kararla karşılaşılması üzerine kaleme alınmıştır.

Karara konu uyuşmazlık, Türk Patent ve Marka Kurumu Resmî Marka Sicili’nde tescilli ve eşit oranda iki hak sahibi bulunan bir markanın hak sahiplerinden birinin, markaya ilişkin hakkını devretmesi sonrasında, markayı devralan ve kullanan yeni hak sahibinin, markanın diğer hak sahibine karşı ileri sürdüğü, markanın kullanılmaması nedeniyle ve davalının sahip olduğu payla sınırlı olmak üzere markanın iptali talebine ilişkindir. Yapılan yargılama sonucunda mahkeme, davanın kabulü ile “markanın kullanmama nedeniyle davalı şirket yönünden %50’sinin iptali ile sicilden terkinine” karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü aşağıda yer almaktadır. Anılan karar; birden fazla hak sahibi olan markalarda, her marka sahibi için ayrı ayrı markayı kullanma zorunluluğunun bulunup bulunmadığı ile bir markanın, hak sahiplerinden biri bakımından belli bir oranda iptalinin mümkün olup olmadığı bağlamında incelenecektir.


Markanın birden fazla hak sahibinin bulunduğu ve markanın hak sahiplerinden en az biri tarafından kullanıldığı durumlarda, markayı kullanmayan hak sahipleri bakımından markanın kullanmama nedeniyle iptal edilip edilemeyeceğine ilişkin değerlendirme; davanın, markanın hak sahiplerinden biri tarafından mı yoksa üçüncü bir kişi tarafından mı açıldığına göre farklılık göstermektedir.[3]

Markayı kullanma zorunluluğunun hak sahiplerinden biri veya birkaçı yahut tamamı tarafından yerine getirilmesi, üçüncü kişiler karşı markanın kullanılma zorunluluğu bakımından bir fark yaratmayacaktır. Zira söz konusu marka, ticaret hayatı içinde kullanılmaktadır ve bu yönüyle üçüncü kişiler bakımından markayı kullanma zorunluluğu yerine getirilmektedir. Bu nedenle birden fazla hak sahibinin bulunduğu markalarda, kullanma zorunluluğu hak sahiplerinden en az biri tarafından yerine getirilmişse üçüncü kişilerin, markanın kullanılmaması nedeniyle iptal talebinde bulunamayacağı değerlendirilmektedir.

Markanın birden fazla hak sahibinin bulunduğu durumda, hak sahiplerinin tasarruf yetkisi, markanın tek sahibi bulunduğu duruma göre daha sınırlıdır. Bu nedenle hak sahiplerinden birinin, belirtilen niteliğini kaybetmesinde, diğer hak sahiplerinin hukuki yararı bulunmaktadır. Kullanmama nedeniyle iptal talebi bakımından hak sahiplerinin birbirine karşı dava açamayacağına ilişkin sınırlayıcı bir hüküm de bulunmadığından, birden fazla hak sahibinin bulunduğu markalar bakımından, markayı kullanma zorunluluğunu yerine getiren hak sahiplerinin, bu zorunluluğu yerine getirmeyen hak sahiplerine karşı kullanmama nedeniyle iptal davası açabileceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda yazının kaleme alınmasını sağlayan karar, taraf sıfatlarının (husumet) değerlendirilmesi bakımından hukuka uygundur.

Yazının kaleme alınmasını sağlayan kararın, yukarıda incelenen konuya nazaran daha dikkat çekici kısmı ise hüküm bölümüdür. Zira kararın birazdan inceleyeceğimiz söz konusu bölümünde, markanın belli oranda iptal edilmesine yönelik bir ifadeler yer almaktadır. Kararın hüküm kısmı gerekçe kısmıyla birlikte değerlendirildiğinde “markanın davalı yönünden %50’sinin iptali” ile neyin kastedildiği anlaşılmakta, markayı kullanma zorunluluğunu yerine getirmeyen hak sahibi tarafından markanın iptaline karar verildiği, diğer hak sahibi davacının ise davanın tek sahibi hâline geldiği sonucuna ulaşılmaktadır. Ancak karar, birden çok anlama gelebilecek, belli bir oran içeren iptal hükmü nedeniyle belirsiz niteliktedir ve kanaatimizce kararın bu hâliyle uygulanma kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira “markanın %50’sinin iptali” ifadesi; (biraz abartılı olmakla birlikte) marka görselinde yer alan unsurların yarısının görselden çıkarılması, markanın kapsamında yer alan malların ve/veya hizmetlerin yarısının kapsamdan çıkarılması, markanın hak sahiplerinden yarısının bu niteliğini kaybetmesi gibi, bir kısmı bakımından uygulanma kabiliyeti bulunmayan farklı sonuçlar doğuracak niteliktedir. Kanaatimizce kararın belirsizlik içeren ve marka hukukuna yabancı olan söz konusu kısmı hukuka aykırıdır. Anılan kararın hüküm kısmının “… sayılı markanın davalı bakımından kullanmama nedeniyle iptaline …” şeklinde kaleme alınması bile yeterli iken %50 gibi bir oranla iptal kararı verilmesi belirsizliğe yol açmaktadır. Anılan kararın bir uzmanlık mahkemesi olan fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesince verilmiş olması ise durumu daha dikkat çekici bir hâle getirmektedir. Belirtilen nedenlerle kanun yoluna başvurulmaması üzerine kesinleşen kararın hukuka aykırı olan ve icra kabiliyeti bulunmayan hüküm kısmının, taraflardan birinin, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.305/1 hükmünde düzenlenen “hükmün tavzihi” yoluna başvurmasının ve belirsizliğin bu yolla giderilmesinin yerinde olacağı değerlendirilmektedir.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Mayıs 2022


[1] Markayı kullanmanın, bir yükümlülük ya da külfet olarak nitelendirilemeyeceğine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Osman Umut Karaca, Markayı Kullanma Zorunluluğu ve Kullanmamanın Hukuki Sonuçları, 2. Baskı, Lykeion Yayınları, Ankara 2018, s.31.

[2] Yarg. 11. HD., 14.6.2019 tarihli ve E.2019/1765, K.2019/4421 sayılı karar.

[3] Karaca; age. s.63.

Patent Başvurusunda Tarifname Takımında Yapılan Hata Düzeltme Talepleri – Bölüm I

UYARI: Bu yazıdaki değerlendirmeler yazarın kişisel görüşlerini yansıtır ve hiçbir şekilde TÜRKPATENT’in resmi görüşünü ya da uzmanlarının başvurularla ilgili değerlendirmelerini temsil etmez. Yazı yalnızca bilgi amaçlı olup yasal tavsiye niteliği taşımaz.  Bu yazının içeriğinin bir sonucu olarak herhangi bir işlem yapmadan veya herhangi bir işlemden kaçınmadan önce profesyonel hukuki tavsiye alınmalıdır. Yazarın verilen bir örnek üzerindeki değerlendirmesi yalnızca o örneğin spesifik koşullarına bağlıdır. Bir başka durum için yazarın alacağı kararlarda bağlayıcılığı yoktur.

Giriş

Patent gibi hem hukuki hem de teknik olarak oldukça çetrefilli bir süreçte hata yapmadan süreci tamamlamak azami çaba ve dikkat gerektirir. Zira kimi hataların telafisi mümkün olsa bile bazılarının düzeltilmesi mümkün değildir ve hak kaybına yol açabilir. Bu yazı dizisinde bir patent başvurusunun tarifname takımıyla ilgili hangi tür hataların düzeltilebileceği (ya da düzeltilemeyeceği) ve ne gibi değişiklikler yapılabileceği bu birinci bölümde EPO’dan ve ikinci bölümde TÜRKPATENT’ten verilen örnekler üzerinden gösterilmeye çalışılacaktır. Patent Başvurusunda tarifname takımı dışında yapılan hata düzeltme, eksik evrak tamamlama ve telafi işlemleri ile ilgili bkz: https://iprgezgini.org/2022/02/08/patent-basvurusunda-hata-duzeltme-eksik-evrak-tamamlama-ve-telafi-islemleri/

Mevzuat

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununda (SMK) bir patent başvurusunda yapılabilecek değişiklikler ve düzeltmeler şöyle ifade edilmiştir (vurgu eklenmiştir):

“Patent başvurusu, Kurum nezdinde yapılan işlemler süresince başvurunun ilk hâlinin kapsamını aşmamak şartıyla, başvuru sahibi tarafından değiştirilebilir.”[1]

Buna göre bir patent başvurusunda yapılan değişiklik, orijinal başvuruya kıyasla kapsam aşımına neden olmamalıdır.

Ancak patent başvurusu belge olduktan sonra, yalnızca SMK m.99 kapsamında patente itiraz edilmişse YİDD tarafından itiraza ilişkin nihai karar verilinceye kadar patentin sağladığı korumanın kapsamını aşmamak şartıyla patent sahibi tarafından değiştirilebilmektedir.[2]

Bununla birlikte bir patent başvurusu veya patent dokümanlarında yer alan imla hataları ve açık maddi hatalar talep üzerine düzeltilebilmektedir.[3] Buna göre Kuruma verilen dokümanlardaki çeviri hataları, yazım hataları, kopyalama hataları ve yanlışlıklar düzeltilebilir. Ancak düzeltme talebinin tarifname, istemler veya resimlerle ilgili olması durumunda düzeltmenin, bu maddede sayılanlar dışında bir amaç taşımadığı açık olmalıdır.[4]

Bu bakımdan tarifname takımı dışında yapılan hata düzeltme taleplerinden farklı olarak tarifname takımının içeriğiyle ilgili yapılacak düzeltmeler daha sıkı kriterlere bağlanmıştır.

Hata düzeltme talebi için bir süre kısıtlaması bulunmamakla birlikte hatanın fark edilmesinin hemen ardından düzeltme talebi yapılmasında fayda vardır. Ancak özellikle başvuru yayınından ya da patent belgesi alındıktan sonra yapılacak hata düzeltme taleplerinin üçüncü kişiler için hukuki kesinliği zedeleyici etkisi olmayacağından emin olunmalıdır.[5]

Değişiklik Talebi ile Hata Düzeltme Talebi Arasındaki Farklar

Tarifname takımında yapılan bir değişiklik talebiyle yine tarifname takımında yapılan bir hata düzeltme talebi arasında ne fark vardır?

Değişiklik talepleri değerlendirilirken yalnızca SMK m.103(1) anlamında kapsam aşımına yol açıp açmadığı irdelenirken, hata düzeltme taleplerinde kapsam aşımının yanı sıra hatanın ve düzeltmenin bariz olup olmadığı da sorgulanır.

Bazı değişiklikler yalnızca hata düzeltme talebiyle yapılabilirken, bazıları ise hata düzeltme şartlarını sağlamadığı için değişiklik talebi ile yapılabilir. Ancak tarifname takımında yapılacak her türlü hata düzeltme/değişiklik işlemi kapsam aşımı değerlendirmesine tabidir. Yapılacak düzeltme/değişiklik yalnızca teknikte uzman kişinin, başvuru tarihi itibariyle yaygın genel bilgiyi kullanarak nesnel olarak, başvuru evrakının tamamından doğrudan ve açık bir şekilde elde edebileceği sınırlar dahilinde mümkün olabilir. [6]

Yukarıda belirtildiği üzere bir patent başvurusu belge olduktan sonra patent sahibinin kendi talebiyle yapacağı değişiklikler kabul edilmemektedir.[7] Bir patent belgesi için başvuru sahibinin inisiyatifiyle yalnızca hata düzeltme talebiyle değişiklik yapılabilmektedir.

Mevzuatımızda PCT ve EPC’ye kıyasla, tarifname takımında yapılabilecek değişikliklerle ilgili bazı farklılıklar vardır. Örneğin TÜRKPATENT’te araştırma raporu öncesinde tarifname takımında değişiklik yapılabilmektedir. Zira “Patent başvurusu, Kurum nezdinde yapılan işlemler süresince başvurunun ilk hâlinin kapsamını aşmamak şartıyla, başvuru sahibi tarafından değiştirilebilir.”[8] Bu bakımdan başvuru sahipleri değişiklikler konusunda daha az kısıtlıdır. Örneğin başvuru sahibi şekli eksiklik incelemesinin tamamlanmasından sonra gerekli gördüğü değişiklikleri başvurunun ilk kapsamını aşmamak ve şekli şartları sağlamak koşuluyla yapabilir.[9] Ancak PCT’de araştırma öncesi tarifname takımında yapacağınız değişiklik yalnızca bariz bir hatanın düzeltilmesi ile ilgili olabilir ve bu tür bir düzeltme talebi PCT Yön. m.91’e göre sıkı bir şekilde denetlenir (hem hatanın hem de düzeltmenin bariz olması gerekir). Yine EPC’de Yön. m137(1)’e göre başvuru sahibi araştırma raporu öncesinde hata düzeltme talepleri (ve başvuru unsurlarını tamamlama talebi) hariç kendi inisiyatifiyle değişiklik yapamamaktadır. EPO’da başvuru sahibine, kendi arzusuyla tarifname takımını değiştirmesi için en az bir defa fırsat verilmektedir.[10] Ancak Yönetmelikte belirtilen durumlar dışında yapılmak istenen değişiklikler inceleme uzmanının onayını gerektirir.[11]

Alman patent sisteminde ise başvuru belge olana kadar kapsamı aşmadığı sürece değiştirilebilmektedir. Ancak inceleme talebinde bulunulmadan önce, yalnızca bariz hataların düzeltilmesi, inceleme uzmanınca belirtilen eksikliklerin giderilmesi veya patent istemlerinde yapılan değişikliklere izin verilmektedir.[12]

Görüldüğü üzere SMK m.103(1) başvuru sahibine diğer ofislerce sunulmayan bir serbesti vermiştir. Bu sayede başvuru sahipleri örneğin araştırma öncesi tarifname/istem değişikliği talebinde bulunarak kapsamı aşmayan fakat hata olarak kabul edilemeyecek değişiklikleri de yapabilmektedir. Örneğin tarifname veya istemlerde hatalı bir hesaplamadan kaynaklanan bariz olmayan bir hata, hata düzeltme talebi yapılarak düzeltilemez. Böyle bir hatanın düzeltilmesine, değişiklik başvurunun ilk halinde açıkça ima edilmiş olması durumunda SMK m.103(1) uyarınca izin verilebilir. [13]  Ancak, birden fazla aritmetik düzeltme olasılığı öngörülebiliyorsa, seçilen düzeltme, başvurunun bir bütün olarak açıkça ima ettiği düzeltme olmalıdır. [14]

Bir örnek verelim:

3. İstem 4’e göre ….

4. İstem 3’e göre …

İstem 3’te hata olduğu barizdir. Zira bir istem kendisine bağlı bir isteme bağlanamaz. Ancak her ne kadar hata bariz olsa bile düzeltme bariz olmayabilir. İstem 3 ne şekilde düzeltilebilir? “İstem 2’ye göre” olarak mı “İstem 1’e göre” olarak mı yoksa bir başka şekilde mi? Burada istem 3’ün düzeltmeden sonra hangi isteme bağlanacağı belirsiz olacağından hata düzeltme talebi kapsamında düzeltilemez. Bunun yerine istem değişikliği talebinde (tarifname takımında değişiklik) bulunulabilir, ancak burada ortaya çıkan yeni istemin başvurunun kapsamını aşıp aşmadığı değerlendirilmelidir. Örneğin  “3. İstem 2’ye göre ….” şeklinde yapılacak bir istem değişikliği talebi istem 3’e ait yapılanmanın orijinal başvuru tarafından tercih edilen bir yapılanma olarak desteklenmesi durumunda kabul edilebilirdir. Görüldüğü üzere hata düzeltme talebiyle kabul edilemeyen bir düzeltme, bazı durumlarda tarifname takımında değişiklik talebi yapılarak düzeltilebilmektedir. Yukarıda bahsedildiği üzere araştırma öncesi EPC’de ve PCT’de bu tür bir değişiklik mümkün değildir.

Bu bakımdan uzmanın yapılan talebin gerçekte bir hata düzeltme mi yoksa bir değişiklik talebi mi olduğunu iyi tahlil etmesi gerekir. Bir değişiklik talebi başvuru sahibinin fikrini değiştirmesi veya durumunu iyileştirmeye yönelik yaptığı plan sonucu gerçekleştirdiği bir değişiklik olarak yorumlanabilir. Öte yandan, hata düzeltme talebi, örneğin yanlış bir ifadeyi düzeltmek veya atlanan bir konuyu eklemek gibi, başvuru sahibinin başvuruyu gerçek niyetine uygun hale getirmesi olarak yorumlanabilir.[15]

Buna göre, “ifade edilmemiş bir irade” (“bir niyet”) ile ilgili bir düzeltme, orijinal başvuruda açıklanmayan bir şeyi içerebilir. Bu nedenle, talep edilen düzeltme, başvuru sahibinin bir fikir değişikliğini gizleyip gizlemediğini veya başvurunun gerçek niyetine uygun olarak fiilen restorasyonunu temsil edip etmediğini belirlemek için çok dikkatli bir şekilde incelenmelidir.

EPATS’tan Hata Düzeltme Talebinde Bulunma

Tarifname takımında (tarifname, istemler, özet, resimler) bir hata düzeltme talebinde bulunmak istiyorsanız EPATS’ta “Benim Sayfam” ekranında sayfayı aşağı doğru kaydırdığınızda göreceğiniz “Sahip/Ücret/Diğer İşlemler” bölümünde “Eksik Evrak Tamamlama/Bilgi Düzeltme/Ek Belge Sunma” seçeneğini kullanınız. (bkz. Şekil 1)

Şekil 1: EPATS Hata Düzeltme işlemi

Tarifname takımında hata düzeltme harici bir değişiklik yapmak istiyorsanız “Başvuru sonrası işlemler” kısmını kullanınız. Örneğin araştırma ya da inceleme raporuna cevaben değişiklik yapılmak isteniyorsa bunlar bilgi düzeltme talebi olarak değil, duruma uygun olarak “Araştırma Raporuna İtiraz/Görüşe Cevap Sunma” veya “İnceleme Bildirimine Cevap Verme” seçenekleri kullanılarak gönderilmelidir. Bunların dışında örneğin SMK Yönetmelik m.108(2) kapsamında araştırma öncesi tarifname takımında bir değişiklik yapılmak isteniyorsa “Tarifname Takımında Değişiklik” seçeneği kullanılmalıdır. (bkz. Şekil 2)

Şekil 2: EPATS Tarifname Takımında Değişiklik işlemi

Tarifname takımında değişiklik yapılırken bu değişikliklerin metin içerisinde nerelerde yapıldığının açık ve anlaşılır bir şekilde gösterildiği sayfalar da Kuruma sunulmalıdır.[16] Dosyalarınızı yüklerken değişiklik yapılan evrakın yanı sıra “Değişikliğin Gösterildiği Doküman” kısmına şekil 3’te bir örneği görülen evrak da eklenmelidir.

Şekil 3: Başvuruda yapılan değişikliklerin metin içerisinde nerelerde yapıldığının açık ve anlaşılır bir şekilde gösterildiği sayfalar (solda), yeni sayfalar (sağda) ile birlikte sunulmalıdır.

Tarifname Takımında Yapılan Açık Maddi Hataların Düzeltilmesi

Yukarıda belirtildiği üzere tarifname takımındaki bir hatanın düzeltilebilmesi için:

  • Hata bir imla hatası veya açık maddi hata olmalı
  • Düzeltmenin, çeviri hataları, yazım hataları, kopyalama hataları ve yanlışlıklar dışında bir amaç taşımadığı açık olmalıdır.[17]

Buna göre bir hata düzeltme işlemi değerlendirilirken iki şeye dikkat edilmelidir. Birincisi hatanın niteliği, ikincisi ise yapılacak düzeltmenin niteliği. Bir başka deyişle, tek başına hatanın niteliği dikkate alınarak karar verilemez, yapılacak düzeltmenin de değerlendirilmesi gerekir. Örneğin

2 + 2 = 5  ifadesinin bariz bir hata olduğu doğrudur. Ancak her bariz hata düzeltilebilir olmayabilir. Zira burada yapılacak düzeltme teknikte uzman kişi için açık ve yalnızca tek bir yolla olmalıdır. Alternatifler bulunmamalıdır. Bu örnekteki düzeltme 2 + 2 = 4 şeklinde olabileceği gibi 2 + 3 = 5 ya da 3 + 2 = 5 şeklinde de olabilir. Hatta 2 + 2 < 5 bile olabilir. Eğer orijinal başvurudan bu olasılıklardan hangisinin kastedildiği bariz olarak anlaşılamıyorsa -hata bariz bile olsa- düzeltilemeyecektir.

Buna göre tarifname takımında yapılan hata düzeltme talepleri şu kriterlere göre değerlendirilir[18]:

(i) Sunulan evrakta bir hatanın mevcut olduğu açıktır, teknikte uzman kişi başvuru tarihindeki yaygın genel bilgisiyle ve orijinal evrakla hatalı bilgiyi fark edebilmelidir.

(ii) Hatanın düzeltilmesi barizdir, düzeltme olarak sunulandan başka hiçbir şeyin amaçlanmadığı açıktır. Farklı şekilde düzeltme olasılıkları yoktur.

2 + 2 = 5  bariz bir hatadır ancak yapılacak düzeltme bariz değildir. Kısaca hata da düzeltme işlemi de bariz olmalıdır.

Eğer yukarıdaki (i) ve (ii) koşulları sağlanıyorsa yapılan düzeltmenin SMK m.103(1) anlamında kapsam aşımına yol açmadığı da kabul edilir.[19]

Eğer hata sadece önerilen düzeltmenin ışığında görünür hale geliyorsa, o zaman düzeltme aşikâr değildir ve kabul edilmemelidir.[20]

Çeviri, yazım ve kopyalama hatalarının tespiti ve düzeltilmesi genelde diğer yanlışlıklara göre daha kolaydır. Örnek verecek olursak:

“…zıparanın disk üzerinde daha sıkı tutunması sağlamak üzere bir kanal içeren…”

ifadesindeki “zıparanın” kelimesinin “zımparanın” olarak düzeltilmesi, “sıkı tutunması sağlamak üzere” ifadesinin “sıkı tutunmasısağlamak üzere” olarak düzeltilmesi mümkündür.

Çeviri hataları genellikle yabancı ülkelerden gelen başvuru sahiplerinin ya da ilk başvurusunu yabancı dilde yapmış başvuru sahiplerinin başvurularını Türkçeye çevirirken gerçekleşmektedir. Bir örnek verelim:

“a tool for driving nails” (çivi çakmak için bir alet) ifadesinin “tırnakları çekmek için bir alet” olarak çevrildiğini varsayalım. İngilizcede “nail” kelimesinin hem çivi hem de tırnak anlamına gelmesi nedeniyle yapılan bu çeviri hatası, orijinal başvuruda kastedilenin ne olduğu net bir şekilde anlaşıldığı sürece düzeltilebilir.

Çevirinin orijinal dilde yapılan başvuruya uygun hale getirilmesi için yapılacak düzeltme Kurum nezdinde işlemler devam ederken gerçekleştirilebilir. Bununla birlikte, başvuru belge olduktan sonra, örneğin SMK m.99 (EPC m.100) kapsamında itiraz işlemleri sırasında çevirinin düzeltilmesine, SMK m.103(2)’e (EPC m.123(3)) aykırı olması halinde, yani istemlerde sağlanan korumayı genişleten bir değişiklik talebine izin verilmez.

Kopyalama hataları da çeşitli şekillerde meydana gelebilir. Örnek vermek gerekirse:

“…zımparanın disk üzerinde daha sıkı tutunmasını sağlamak üzere zımparanın disk üzerinde daha sıkı tutunmasını sağlamak üzere bir kanal içeren…” ifadesindeki tekrarlayan kelimeler çıkarılabilir.

Yine yanlışlıkla metin içinde unutulan başvuru konusuyla ilgili olmayan notlar, ilgisiz veya gereksiz olduğu açıkça belli olan ifadeler veya diğer unsurlar SMK Yönetmelik m.79 ve 109(1) kapsamında başvurudan çıkarılabilir. Ancak çıkarılacak metin sonrası kalan metinden buluş konusu/kapsamı başvurunun ilk halinden farklı şekilde anlaşılıyorsa bu tür bir değişikliğe izin verilmez.

Başvuruya kopyalanması unutulduğu için sehven eklenmeyen bir paragrafın/ifadenin sonradan hata düzeltme ile eklenmesi pek olası değildir. Zira eklenmek istenen bilginin orijinal tarifname takımından çıkarılamayacak yeni bir bilgi olmaması gerekir. Cümlenin yarım kaldığı bariz olarak anlaşılsa bile, hatanın bariz olması, düzeltmenin de bariz olduğu anlamına gelmeyeceğinden (cümlenin ne şekilde biteceği belli değildir, farklı olasılıklar mümkündür) bu tür bir kopyalama hatası düzeltilemeyecektir.

Yönetmelikte “çeviri hataları, yazım hataları, kopyalama hataları ve yanlışlıklar” ifadesinde geçen “yanlışlıklar”ın diğer sayılanlara göre daha genel bir ifade olduğu anlaşılmaktadır. Bu yazıda verilecek örneklerle bu yanlışlıkların nasıl değerlendirildiği gösterilmeye çalışılacaktır.

Şekli Eksiklik Giderme Talebi Esnasında Yapılan Hata Düzeltme Talepleri

Orijinal tarifname takımında yapılmış bir maddi hatanın (özellikle kapsam aşımı ihtimali varsa) şekli eksiklik giderme talebi esnasında düzeltilmeye çalışılması tavsiye edilmez. Zira şekli kontrolü yapan uzmanların o alanda teknik bilgiye sahip olması beklenemeyeceğinden, talep edilen düzeltmenin, hata düzeltme dışında bir amaç taşımadığının açık olup olmadığı (Yön. m.109) bu aşamada tespit edilemeyecektir. Bu nedenle eğer şekli eksiklik giderme talebi ile birlikte -şekli kontrol uzmanının belirttikleri dışında- bir hata da düzeltilmek isteniyorsa bunun ayrı bir taleple yapılması tavsiye edilir. Böylece söz konusu hata düzeltme talebi araştırma uzmanının önüne geldiğinde geri çevrilse bile şekli kontrolü giderilmiş haliyle başvuruya devam edilebilir.[21]

Ayrıca şekli inceleme aşamasını tamamlamış bir başvuruda yapılan değişikliğin şekli şartları sağlamaması durumunda değişiklik talebi dikkate alınmaz ve bu durum başvuru sahibine bildirilir.[22]

Araştırma Öncesinde Yapılan Hata Düzeltme Talepleri

Eğer araştırma öncesi bir hata düzeltme talebinde bulunduysanız dosyanızın işlemlerini yürüten uzman talebinizi işleme alacaktır ancak eğer talep tarifname takımında bir düzeltme ile ilgiliyse kapsam aşımı olup olmadığının değerlendirilmesi için kararı araştırma uzmanına bırakacaktır (Sistemde “Tarifname İstem Değişikliği Talebi Alındı” kodu atılır). Araştırma uzmanı da dosyanızın araştırmasına başladığı sırada düzeltme talebinizi görecek ve o esnada değerlendirmesini yapacaktır (Sistemde “Tarifname İstem Değişikliği Talebi Kabul Edildi” ya da “Tarifname-İstem Değişikliği Talebi Kabul Edilmedi (Kapsam Aşımı Var)” kodu atılır). Eğer talebiniz kabul edilmezse uzman raporu başvurunun orijinalini (ya da kabul edilmiş son halini) dikkate alarak düzenleyecektir. Patent araştırma öncesi talep edilen ve kapsam aşımı nedeniyle kabul edilmeyen değişikliklere örnek şunlar verilebilir: 2020/16983, 2020/08818, 2018/06793, 2020/08132, 2020/10979, 2018/12284, 2018/13577.

Faydalı model araştırma öncesi talep edilen ve kapsam aşımı nedeniyle kabul edilmeyen değişikliklere örnek şunlar verilebilir: 2018/13425, 2018/18503, 2018/18646, 2019/21011, 2018/11795.

Eğer araştırma uzmanının rapor düzenlemeden önce yaptığınız değişikliği değerlendirmesini istiyorsanız, ilgili uzmanı arayarak değişikliğin kapsam aşımına yol açıp açmadığını kendisine sorabilirsiniz. Böylece eğer bir kapsam aşımı varsa ve raporun başvurunun orijinal haline göre düzenlenmesini istemiyorsanız yeniden bir değişiklik talebinde bulunabilirsiniz. Değişikliklerin araştırma raporu düzenlenirken dikkate alınabilmesi için, bu değişikliklerin araştırma raporunun düzenlenmesi işlemine başlamadan önce Kuruma ulaşması gerekir.[23]

Şimdi sırasıyla EPO’dan ve TÜRKPATENT’ten hata düzeltme talebi örneklerini inceleyelim.

  1. EPO Örnekleri

EPC Yönetmelik m.139’a göre EPO’ya sunulan herhangi bir belgedeki dilsel hatalar, yazım hataları ve yanlışlıklar talep üzerine düzeltilebilir. Bununla birlikte, bu tür bir düzeltme talebi tarifname, istemler veya resimlerle ilgiliyse, düzeltme olarak sunulandan başka hiçbir şeyin amaçlanmadığının hemen açıkça anlaşılıyor olmalıdır. Yön. m.140’a göre ise EPO kararlarında sadece dilsel hatalar, yazım hataları ve bariz hatalar düzeltilebilir.

Örnek 1.1

Başvurudaki kritik bir parametre tarifname boyunca tutarlı bir biçimde şöyle ifade edilmiştir: 104 – 109 Ohm/cm2.

Ardından başvuru söz konusu parametre 10-4 – 10-9 Ohm/cm2 olacak şekilde değiştirilmek istenmiştir. Orijinal başvurunun hiçbir yerinde bu yeni aralık bulunmamaktadır.

Orijinal başvurudaki bilgiler, başvuru tarihi itibariyle teknikte uzman kişi tarafından hatalı bilgi olarak nesnel bir şekilde tanınıyorsa ve yaygın genel bilgiler kullanılarak doğru bilgi doğrudan ve açık bir şekilde elde ediliyorsa başvurunun kapsamının aşılmadığı kabul edilebilir.[24] Buna göre mevcut örnekte teknikte uzman kişiye göre ilgili parametre için 104 – 109 Ohm/cm2 mantıklı bir aralık olmayıp, söz konusu parametrenin 10-4 – 10-9 Ohm/cm2 aralığında olması teknikte örneği bulunan ve bilinen bir durumdur. Bu nedenle söz konusu değişikliğin kapsam aşımına yol açmadığı ve kabul edilebilir olduğu sonucuna varılmıştır.[25]

Daha basit bir örnek üzerinden durumu somutlaştıralım. Başvuruda bir damla suyun hacminin yanlışlıkla 5×10-8 m3 yerine 5×108 m3 olarak yazıldığını ya da Atlantik okyanusundaki toplam suyun hacminin 3,1 x 1017 m3 yerine 3,1 x 10-17 m3 olarak yazıldığını farz edelim. Böyle bir durumda düzeltme talebi kabul edilebilirdir.

Ancak tamamen farklı ve teknikte yaygın genel bilgiyle desteklenemeyecek düzeltmeler kabul edilmez. Örneğin yukarıdaki 104 – 109 Ohm/cm2 ifadesi 5×103 – 3×1020 Ohm/cm2 olarak değiştirilmek istenirse bu kabul edilmeyebilecektir. Zira bu yeni aralığın teknikte bir karşılığı yoktur ve yapılanın bir yazım hatası olduğu açık değildir. Düzeltme, düzeltme olarak sunulandan başka hiçbir şeyin amaçlanmayacağı anlamında açık olmalıdır.

Örnek 1.2

Orijinal başvuruda “…kapalı kabın %80 nem ve 72EF koşullarında bir odaya yerleştirilmesi” ifadesinde “72EF” olarak geçen kelime “72°F” olarak düzeltilmek istenmiştir. Kurul, teknikte uzman kişi için mevcut başvuru bağlamında teknik bir anlamı olan tek olası düzeltmenin sıcaklık olduğuna karar vermiştir. Sonuç olarak, uzman kişi “F”nin “Fahrenheit” anlamına geldiğini hemen düşünecek ve düzeltmeyi buna göre yapacaktır.[26]

Örnek 1.3

Bir başka kararda, istemde bulunan “respectfully” ifadesinin “respectively” olarak değiştirilmesi gramer hatası olarak görülmüş ve kabul edilmiştir.[27]

Türkçe olarak benzer bir örnek vermek gerekirse şöyle olabilir:

“birinci ve ikinci elektrotlara sorusuyla elektriksel olarak bağlanmış çok sayıda aralıklı elektrik kontağı” ifadesinin

“birinci ve ikinci elektrotlara sırasıyla elektriksel olarak bağlanmış çok sayıda aralıklı elektrik kontağı” olarak düzeltilmesi kabul edilebilirdir.

Örnek 1.4

Şekil 3d tarifnamede “tekniğin bilinen durumu” olarak tanımlanmış ve ilgili şeklin altına da “önceki teknik” ifadesi yazılmıştır. Başvuru sahibi söz konusu ifadeyi silip şekil 3d’yi buluşa ait bir örnek olarak göstermek istemiştir. İnceleme uzmanı bunu kabul etmemiştir ancak itiraz sonrası değerlendirme yapan Kurul tarifnameden ve diğer şekillerden, şekil 3d’nin “önceki teknik” olarak nitelendirilmesinin, teknikte uzman kişiler için açık bir hatayı temsil ettiğine karar vermiş ve başvuru sahibini haklı bulmuştur.[28]

Örnek 1.5

“Vanadyum” ifadesinin “vanadyum oksit” olarak değiştirilmesi talebi kapsam aşımı olarak görülmüştür, zira önerilen düzeltme, teknikte uzman kişinin aklına gelebilecek farklı seçeneklerden sadece biridir. Birkaç düzeltme seçeneği olduğu sürece, “düzeltme, düzeltme olarak sunulandan başka hiçbir şeyin amaçlanmayacağı anlamında açık olmalıdır” kriteri sağlanamayacaktır.[29]

Örnek 1.6

Patent sahibi tarafından tarifnamede 200 mg/cm3 olarak yazılmış olan toz konsantrasyonunun aslında 200 mg/m3 olması gerektiği ileri sürülmüş ve D23, D24, D25 ve D30 dokümanları ışığında teknikte uzman kişinin bu hatanın tek olası düzeltmesinin bu şekilde olacağını bileceği iddia edilmiştir.[30] Ancak bu düzeltme kabul edilmemiştir. Bu kadar yüksek bir toz konsantrasyonunun mantıksız ve dolayısıyla hatalı olduğu kabul edilse de, teknikte uzman kişi için düzeltmenin ne olması gerektiği açık değildir. D23, m3 başına bir konsantrasyon vermesine rağmen, konsantrasyon ağırlık/hacim yerine parçacık/hacim olarak ifade edilmiştir. D24 ve D25, 200 mg/m3‘ü açıklamamaktadır. D30, konsantrasyonu mg/m3 cinsinden açıklamaktadır. Teknikte uzman kişi muhtemelen bundan en olası birimin mg/m3 olduğunu çıkaracaktır, ancak 200 değerinin de düzeltilmesi gerekip gerekmediğini bilemeyecektir. Dolayısıyla düzeltme olarak önerilenden başka bir şeyin kastedilmediğinin hemen anlaşıldığı kabul edilemez.

Bu dosyadaki düzeltme talebinin zamanlaması ile ilgili yapılan değerlendirmeden de bahsedelim. EPC Yönetmelik m.139 ile ilgili olarak oluşturulan ilkelerden biri de düzeltme talebinin gecikmeksizin yapılması gerektiğidir.[31] Mevcut durumda düzeltme talebi, itiraza verilen cevaptan on yedi ay sonra yapılmıştır. Ancak, bununla ilgili herhangi bir süre sınırı belirlenmediğinden, “gecikmeksizin” ifadesi, düzeltmenin itiraz eden tarafından fark edilir edilmez derhal yapılması gerektiği anlamına gelebilir. İtiraz eden bunu yaptığını belirttiğinden, yukarıda belirtilen ilkeye uygunluğu kabul edilmiştir.

Örnek 1.7

Orijinal başvuruda formül (1)’de geçen π (pi) ifadesi 2π olarak değiştirilmek istenmiş, ancak bu talep kapsam aşımı olarak değerlendirilmiştir[32]:

Ardından başvuru sahibi karara itiraz etmiş, teknikte uzman kişinin bir dairenin çevresinin 2πr olduğunu ve dolayısıyla artan halkanın alanının 2πrdr olduğunu bileceğini, bu nedenle, π’nin 2π olarak düzeltilmesi gerektiği, hem formülün yanlış olduğu hem de nasıl düzeltileceğinin açık olduğunu ileri sürmüştür. Kurul talebi haklı bulmuş ve hatanın düzeltilmesine izin vermiştir.

Örnek 1.8

Başvuru sahibi “karboksilaz” terimini “karboksilat” olarak düzeltmek istemiştir.[33] Orijinal başvuruda sayfa 4’te geçen “karboksilaz” teriminin, teknikte uzman kişilerce bariz bir hatayı temsil ettiğinin anlaşılacağı ileri sürülmüştür. Buna göre uzman kişi, enzimleri ifade eden “karboksilaz” teriminin “karboksilat” anlamına geldiğini anlar, çünkü sayfa 4’teki ifade organik gruplara atıfta bulunmaktadır:

“Aktif ürün Pa veya koku yok edici, gaz halindeki atıklarda bulunan kötü kokulu molekülleri, örneğin atıl tuzlar şeklinde sabitleyebilen nükleofilik bir üründür. Böyle bir aktif ürün Pa genellikle, kötü kokulu organik bileşiklerle, özellikle kükürt bileşikleri ve azot bileşikleri ile kimyasal ve geri dönüşümsüz olarak reaksiyona giren ve böylece suda çözünür, kararlı, toksik olmayan ve atıl tuzlar üreten karboksilaz ailesinden organik gruplardan oluşur.”

Ayrıca, “karboksilat” teriminin, aktif bileşiğin sülfirik asit ile bir asit/baz reaksiyonuna girmesi gereken bir nükleofilik aktif olduğu dikkate alındığında “karboksilaz” terimi için tek olası düzeltmenin bu olduğunun anlaşılacağı ileri sürülmüştür. Ancak Kurul bu gerekçeyi kabul etmemiştir. Zira başvuru sahibinin, teknikte uzman kişinin, başvurunun 4. sayfasında belirtildiği gibi bir organik grubun karboksilaz gibi bir enzime atıfta bulunmadığının farkında olacağı iddiasını kabul etsek bile, aktif ürün prensipte karboksilaz ailesinin bir üyesi olabileceğinden, bu bağlamda “organik gruplar” mı yoksa “nükleofilik” teriminin mi hatalı olduğu açık değildir.

Uzman kişi, başvuru sahibinin iddia ettiği gibi “karboksilaz ailesi” teriminin yanlış olduğunu anlasa bile, “karboksilat”ı bariz bir düzeltme olarak kabul edip etmeyeceği de şüphelidir. Zira Karboksilik asitlerin tuzları genellikle katıdır ve başvurunun birinci isteminde belirtildiği gibi sıvı bir ürün değildir. Bu nedenle, uzman kişi, aktif ürünü tanımlayan diğer özelliklerle çelişeceğinden, karboksilik asit tuzları anlamında “karboksilat”ı “karboksilaz” teriminin tek olası düzeltmesi olarak kabul etmeyecektir. Ayrıca başvuruda, nükleofilik aktif ürün tarafından amaçlanan reaksiyonun, başvuru sahibinin tekrar tekrar iddia ettiği gibi aslında bir asit/baz reaksiyonu olduğuna dair hiçbir öğreti bulunmamaktadır. Bu nedenle, teknikte uzman kişi “karboksilaz” terimini mutlaka bir asit/baz reaksiyonu bağlamında okumayacaktır. Buna göre “karboksilat” teriminin, orijinal olarak başvurudaki “karboksilaz ailesi” teriminin yerine kullanılması, EPC Yönetmelik m.139 uyarınca açık bir düzeltme olarak kabul edilemez.

Örnek 1.9

Başvuru sahibi “sonsuz” (infinite) teriminin “sonlu” (finite) olarak düzeltilmesi talebinin, EPC Yönetmelik m.139 kapsamındaki bariz bir hatanın düzeltilmesi olduğunu ileri sürmüştür[34].

Buna göre istem 1’de geçen “sonsuz eleman yöntemi” ifadesinin “sonlu eleman yöntemi”; “sonsuz eleman model(ler)i” ifadesinin “sonlu eleman model(ler)i”; ve “sonsuz elemanlar” ifadesinin ise “sonlu elemanlar” olarak düzeltilmesi talep edilmiştir. Benzer şekilde tarifnamenin pek çok sayfasındaki ve resimlerdeki ilgili ifadeler de düzeltilmek istenmiştir.

Başvuruda bir hatanın gerçekten bariz şekilde mevcut olup olmadığı, yani teknikte uzman kişinin başvuruda sunulan bilgilerin doğru olmadığı konusunda şüphesi olup olmadığı irdelenmelidir. Buna göre teknikte uzman kişi başvuruyu okuduğunda “sonsuz eleman yöntemi”nin kullanımının hatalı olduğunu bariz bir şekilde anlaması gerekir. Ayrıca burada düzeltme olarak sunulan “sonlu eleman yöntemi”nden başka bir seçeneğin amaçlanmadığı da bariz olmalıdır. Ancak mevcut durumda başvuru sahibinin asıl niyeti hemen belli olmadığı için, başvuru sahibi, ağır bir ispat yükü taşımaktadır.

EPC Yönetmelik m.139 ile ilgili oluşturulan ilkelerden biri de düzeltme talebinin gecikmeksizin yapılması gerektiğidir. Ancak düzeltme talebi başvuru yapıldıktan 8 yıl sonra gerçekleştirilmiştir. Başvuru sahibi mevcut durumda sadece teknikte uzman kişinin bir düzeltmenin gerekli olduğunu anlayabileceğini ve düzeltmenin gerekli olduğu anlaşıldıktan sonra vekilin derhal düzeltme talebinde bulunduğunu ileri sürmüştür. “Gecikmeksizin” ifadesinin, “kusurlu bir erteleme olmadan” olarak yorumlanması gerektiği, ilgili konuda uzman olmayan vekilin süreç boyunca düzeltmenin gerekliliği hakkında hiçbir bilgisinin olmaması nedeniyle bir kusurunun olmadığı ileri sürülmüştür.

Ancak, başvuru sahibinin inceleme uzmanına cevaben yazdığı yazıda argümanını “sonsuz elemanlar”a dayandırdığını ve özellikle D1 dokümanını bir kablo demetini modellemek için sonsuz eleman yöntemini açıklamadığını ileri sürdüğü görülmektedir. İnceleme uzmanı da bu argümana cevaben sonsuz eleman modellemenin bilgisayar destekli tasarım alanında bilgisayar modelleri oluşturmak ve analiz etmek için iyi bilinen bir teknik olduğunu, bu nedenle, teknikte uzman kişi için, bu yöntemin problemi çözmek için buluş yapma becerisi olmaksızın koşullara göre seçebileceği birkaç basit olasılıktan sadece birisi olduğunu ileri sürmüştür. Buna göre sonlu/sonsuz eleman yönteminin başvuru için oldukça önemli bir özellik olduğu ortaya çıkmaktadır.

Kurul, buluşun bu tür temel ayırt edici özellikleri hakkında en yakın önceki teknikle ilgili argümanlar sunarken müşterisine (başvuru sahibine) danışması vekilin sorumluluğunda olsa bile, değişikliklerin hazırlanmasında ve dosyalanmasında işbirliği yapmak ve vekile açık talimatlar vermek konusunda nihai sorumluluğun başvuru sahibine ait olduğunu belirtmiştir. Genel olarak, bu ayırt edici özellikler esas olarak sunulduktan sonra, artık bariz hatalar olarak kabul edilemez. Bu nedenle Kurul, düzeltme talebinin “gecikmeksizin” yapılmış sayılamayacağı kanaatindedir.

İspat yükü başvuru sahibine ait olduğundan, Kurul başvuru sahibinden buluş için neden sadece “sonlu elemanlar yöntemi”nin uygun olduğunu ve neden “sonsuz” kelimesinin buluş bağlamında anlamsız olduğunu ve bu yöntemin çalışmayacağını açıklamasını talep etmiştir.

Başvuru sahibi de, sonsuz eleman yönteminin “akustik sorunları çözmek için yaygın olarak kullanıldığını” savunmuştur. Kanıt olarak Wikipedia’dan bir alıntı ve Münih Teknik Üniversitesi’nden, açık odalar için akustik sorunları simüle etmek için sonsuz eleman yönteminin kullanıldığı bir açıklama sunmuştur. Ancak, Kurul farklı bir alanda bilinen bir yöntemin uygulanması birçok meşru buluşun özü olduğundan, bu argümanın inandırıcı olmadığı konusunda inceleme uzmanıyla hemfikir olmuştur.

Başvuru sahibi, orijinal tarifnamenin 15. sayfasının son cümlesinin, tekniğin bilinen durumunda atıfta bulunduğu dokümanın sonlu eleman yöntemini kullandığını ileri sürmüştür. Ancak Kurul, söz konusu doküman bir sonlu elemanlar yöntemi kullanıyor olsa bile, bu durum mevcut buluşun da aynı zamanda bir sonlu elemanlar yöntemi kullandığı anlamına gelmediği konusunda inceleme uzmanıyla hemfikirdir. Zira Kurul, “bir hatayı tespit etmek için başka bir dokümanı bulma, okuma, analiz etme ve yorumlama ihtiyacının, hatayı aşikâr kabul etmemek için bir neden olduğu” görüşündedir.

Sonuç olarak, Kurul, tarifname boyunca “sonsuz” kelimesinin “sonlu” olarak değiştirilmesinin EPC Yönetmelik m.139 uyarınca hataların bariz bir şekilde düzeltilmesi kapsamına girmediği için talebin EPC m.123(2)’nin gerekliliklerini karşılamadığı (değişiklik talebinin kapsam aşımına neden olduğu) sonucuna varmıştır.

Örnek 1.10

Başvuru sahibi tarifnamede geçen “telefon numarası ve isim” ifadesini “telefon numarası” olarak değiştirmek istemiştir.[35] İlgili kısımda “telefon numarası ve isim gibi yetkilendirme verisinin değişimi”nden bahsedilmektedir. Bu değişiklikle birlikte başvuru sahibi istem 1’i de değiştirmiş ve yetkilendirme verisinin kullanıcının cep telefonu numarası olduğuna yönelik açıklamayı eklemiş, istemin bir başka yerindeki “yetkilendirme verisi” ifadesini “kullanıcının cep telefonu numarası” olarak değiştirmiştir. Başvuru sahibi bu yapılanın bariz bir hatanın düzeltilmesi olduğunu ileri sürmüş, kullanıcının herhangi bir kayıt olmaksızın sadece cep telefonu numarasını kullanarak bilgilere doğrudan erişmesine izin verilmesinin buluşun kilit özelliği olduğu göz önüne alındığında hatanın bariz olduğunun ortaya çıkacağını ileri sürmüştür.

“Yetkilendirme verisi” ifadesi “kullanıcının cep telefonu numarası” olarak değiştirilebilir mi?

Tarifnamede geçen “telefon numarası ve isim gibi yetkilendirme verisi” ifadesi orijinal istem 1’de de aynı şekilde geçmektedir. Şekil 1’de telefon numarasının ve MInfo kodunun, alınan bir SMS’den SMS ağ geçidi tarafından “çıkarıldığını” ve daha sonra MInfo portal bilgisayarına gönderildiğini gösteriyor olsa da buradan yalnızca kullanıcının cep telefonu numarasının, kullanılan erişim “yetkilendirme verisi”ni temsil ettiği çıkarılamaz.

Başvuru sahibi, başvuruda bir kullanıcının kaydettirilmesi gerektiğinden açıkça bahsedilmemesi nedeniyle özelliğin desteklendiğini iddia etmiştir. Ancak Kurul, başvuruda kullanıcının adıyla birlikte her zaman kullanıcının cep telefonu numarasını belirttiği göz önüne alındığında, bunun otomatik olarak kullanıcının kaydettirilmesi gerekmediği anlamına gelmediği görüşündedir. Bu nedenle Kurul, düzeltmenin EPC Yönetmelik m.139’e uygun olmadığını ve EPC m.123(2)’nin (G 11/91) gerekliliklerine uymadığı sonucuna varmış ve düzeltme talebini reddetmiştir.

Örnek 1.11

Orijinal istem 10’daki “0.020-0.20 pound” ifadesinin, mevcut istem 3’teki “0.088N ila 0.88N (0.020-0.20 pound)” ile değiştirilmesi talep edilmiştir.[36] “Değerler ve tüm veriler uluslararası standartlara uygun birimler kullanılarak, uygun olduğu yerlerde uluslararası birimler sisteminin kullanıldığı metrik sistem cinsinden ifade edilir.” hükmüne[37] uygun olan bu ekleme kabul edilebilir bulunmuştur ve EPC m.123(2)’ye de aykırı değildir.

Örnek 1.12

Başvuru sahibi tarifnamenin 47. paragrafında, “astar tabakası (12) tercihen 13.5 mil (3.4 mm) kalınlığındadır” ifadesini içerdiğini, ancak 13,5 mil’in 3,4 mm’ye değil 0,34 mm’ye karşılık geldiği için, bariz bir hata yapıldığının hemen belli olduğunu ileri sürmüştür.[38] Şekillerde ve ayrıca tarifname paragraf [0039], [0042] ve [0047]’de, astar tabakasının (12) ince – yani alt tabakadan daha ince – olduğu konusundaki tutarlı öğreti göz önüne alındığında, 0.34 mm’lik bir kalınlık değerinin düşünüldüğü hemen bellidir. (1 mil, bir inçin binde biridir) Zira 3.4 mm’lik kalınlık tarifnamedeki diğer açıklamalarla çelişecektir. Söz konusu düzeltme talebi kabul edilmiştir.

Örnek 1.13

Bu örnekteki durum Türkçede karşılığı olmayan bir İngilizce gramer kuralı içerdiği için istemin tercümesi değil, orijinali kullanılacaktır. İstem 1 şöyledir:

“1. A capsule for containing beverage ingredients, the capsule (1) being designed for insertion in a beverage production device (2) in order to have a liquid under pressure have enter the capsule (1) in order to interact with the ingredients (3) in the capsule (1), wherein the exterior of the capsule (1) presents a resiliently deflectable sealing member (8) by the [deleted: fluid] liquid under pressure, wherein the sealing member is part of a flange-like rim (6) of the capsule, characterized in that …”

Başvuru sahibi yukarıda altı çizilen ilk “liquid under pressure” ifadesinin önünde belirsiz öncül (a) bulunması ve “fluid under pressure ” ifadesinden önce belirli öncül (the) kullanılması önceki “liquid under pressure” terimine atıfta bulunduğu ve bu terimle aynı olduğunun açık olduğunu ileri sürmüştür.[39] İstemde yer alan “fluid” kelimesi yerine “liquid” kelimesinin kullanılması talep edilmiştir.

Kurul bu gerekçeyi haklı bulmuş ve ayrıca “liquid under pressure” ifadesinin “fluid under pressure”  ifadesinden daha dar olduğunu ve bu nedenle düzeltilmiş istem 1’in EPC m.123(3)’ü de ihlal etmediğini ifade etmiştir. (fluid (akışkan) hem gazlar hem sıvılar için kullanılabilirken, liquid (sıvı) sadece sıvılar için kullanılmaktadır)

Örnek 1.14

Patent sahibi tarafından istem 1’de geçen “outboard branch” ifadesinin “overboard branch” olarak düzeltilmesi talep edilmiştir.[40] “outboard branch” ifadesi tarifnamede geçmemekte, ancak “overboard branch” geçmektedir.

Kurul, patent sahibinin “outboard” ve “overboard” terimlerinin patentte teknik sorunu çözmek amacıyla başvuruda belirtildiği şekilde benzer bir düşünce ifade ettiği yönündeki argümanını desteklememektedir. Kurul, her iki özelliğin de birbirine açıkça atıfta bulunmaması nedeniyle teknikte uzman kişi, EPC Yönetmelik m.139 anlamında bir düzeltmeyi haklı çıkarabilecek herhangi bir çelişki tespit etmeyeceği görüşündedir. Düzeltme, patent sahibi tarafından önerildiği gibi, düzeltme olarak sunulandan başka hiçbir şeyin amaçlanmadığı hemen belli olacak şekilde açık olmalıdır. Sonuç olarak, Kurul, teknikte uzman kişinin düzeltilmemiş istem 1’i okuduğunda bariz bir hatayı fark etmeyeceğine karar vermiştir.

Örnek 1.15

Tarifnamede “Çözgü ipliklerinin çapı 0.20 mm-0.80 mm arasında değişmektedir. Atkı ipliklerinin çapı 0.20 mm-1.00 mm arasında değişmektedir.” bilgisi bulunmaktadır.[41] Orijinal istem 4’te çözgü ipliklerinin çapının 0.20 mm-0.80 mm arasında olduğu, istem 5’te ise atkı ipliklerinin çapının 0.20 mm-1.00 mm arasında olduğu korunmaktadır.

Başvuru sahibi süreç içinde istemlerde yaptığı değişiklikle istem 1’e “Çapı 0.20 mm ila 0.80 mm aralığında olan çözgü iplikleri ve atkı iplikleri” özelliğini eklemiştir ve başvuru bu şekilde patent belgesi almıştır. Patente yapılan itirazın ardından itiraz birimi yapılan bu değişikliğin EPC m.123(2)’e aykırı olduğunu, eklenen bu özelliğin orijinal tarifnamede açık ve net bir açıklamasının bulunmadığını ifade etmiş ve patenti iptal etmiştir.

Ardından patent sahibi yapılan değişikliğin bir hata sonucu oluştuğunu, istemde yazılmak istenenin aslında “çözgü ipliklerinin çapının 0.20 mm-0.80 mm arasında, atkı ipliklerinin çapının ise 0.20 mm-1.00 mm arasında” olduğunu iddia etmiştir.

İstem 1’de belirtilen değer aralığı, patent sahibinin gerçekte istediği aralık olmayabilir ve bu gerçekten kasıtlı olmadan yaptığı bir hata da olabilir, ancak yapılan bu hatanın kendisi bariz değildir, çünkü istem 1 bu haliyle açık ve anlaşılır olduğundan, içeriğinde herhangi bir tutarsızlık yoktur. İstem 1’deki değer aralığı, orijinal tarifnamedeki aralığın içindedir. Bu nedenle, teknikte uzman kişinin, verilen aralıktan şüphe etmesi için herhangi bir nedeni olmayacaktır. Teknikte uzman kişi, atkı ipliklerinin çap aralığı ile ilgili bariz bir hatanın mevcut olduğunu fark etmeyeceğinden, düzeltme talebine izin verilmemiştir.

Örnek 1.16

Yine benzer bir kararda başvuru sahibi istemdeki “bileşimdeki (a)-(c) bileşenlerinin toplamına göre” ifadesini “bileşimdeki (a)-(d) bileşenlerinin toplamına göre” olarak değiştirmiş ve tarifnamede bulunan 2 ila 6 arasındaki örneklerin, orijinal istemlerin kapsamına girmediğini, bu nedenle, teknikte uzman kişi için istemdeki ifadenin hata içerdiğini açık olarak anlayacağını iddia etmiştir. [42]

İstemlerin dayanağı tarifname olup, istemler korunması talep edilen konuyu tanımlamalı ve tarifnamede tanımlanan buluşun kapsamını aşmamalıdır. Ancak, istemlerin kapsamının tarifnamede açıklanan tüm yapılanmaları kapsaması zorunlu değildir.

Bu nedenle, başvuruda örneklenen bileşimlerin çoğunun istemler kapsamında olmaması, istemlerde mutlaka bir hata olduğu anlamına gelmez. Ayrıca, mevcut durumda istemlerin ifadesi açıktır, bu nedenle istemleri yorumlamak için tarifnameye bakmaya bile gerek yoktur. Sonuç olarak, istem 1‘i okuyan teknikte uzman kişi istemde bariz bir hata tespit etmeyeceğinden, hata düzeltme talebi kabul edilmemiştir.

Örnek 1.17

Şekil 4: Orijinal şekil 3 (solda) ve değişen şekil 3 (sağda)

Referans numaralarının yerinin bile değişmediği çok küçük gibi görünen bir şekil değişikliğinin EPO’da nasıl kabul edilmediğine bir örnek verelim.[43] Başvuru konusu buluş bir göz içi mercekle ilgilidir. Göz içi merceğin (1) içbükey bir ön yüzü vardır, böylece hem merceğin (1) siliyer oluğa (7) hem de kapsüle (6) sabitlenmesiyle merceğin iristen (5) uzağa konumlanması sağlanmaktadır. Merceğin (1) dışbükey arka yüzü, kapsülü (6) bükmeden, gerdiği kapsülün (6) üzerine nazikçe oturmaktadır. Değiştirilen Şekil 3 (bkz. şekil 4 sağda) kabul edilmemiştir. Bunun nedeni, merceğin arka tarafının ve bu şekilde gösterilen kapsüler torbanın eğriliğinin orijinal başvurudan doğrudan ve net olarak çıkarılamamasıdır. Orijinal tarifname sayfa 6, 8 ve 10’da, mercek sırtının dışbükey eğriliği açıklanmıştır. Bununla birlikte, 8. sayfada, bu bağlamda, yüksek kırma güçleri için gerekli olan dışbükey eğriliğin, arka mercek kapsülünün doğal eğriliğini taklit ettiği de açıklanmıştır. Bu, merceğin arkasındaki eğriliğin, yaklaşık olarak doğal merceğin eğriliğine karşılık geldiği anlamına gelir. Bundan, merceğin arka tarafının, yeni Şekil 3’te gösterildiği gibi, doğal merceğin arka tarafında olduğundan daha kavisli olduğu çıkarılamayacaktır. Yeni şekilde gösterilen durum, sadece camsı gövdenin istenen stabilizasyonuna değil, aynı zamanda bir sıkıştırmaya da yol açacaktır. Şekil 3’te gösterilen merceğin arka tarafının eğriliğinin, orijinal başvurudan doğrudan ve açık bir şekilde ortaya çıkarılamadığına dair başka bir gösterge, sayfa 8’deki son paragraftan kaynaklanmaktadır. Mercek kenarını içeren göz içi merceğin iç kısmı merceğin önüne doğru açılıdır, böylece haptik elemanlar merceğin kubbe benzeri şeklini sürdürür. Değiştirilmiş Şekil 3’ten, haptik elemanların hiçbir şekilde merceğin kemer benzeri şeklini sürdürmediği açıkça görülmektedir.

Bu örnekten de görüleceği üzere, bir başvurunun şekillerinde yapılan değişiklik değerlendirilirken orijinal başvuruda anlatılan buluş değerlendirilmeden salt şekillerin karşılaştırılması doğru olmayacaktır.

Mustafa Güney ÇALIŞKAN

Mart 2022

guneycaliskan@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] 6769 SMK, m.103(1).

[2] 6769 SMK, m.103(2).

[3] 6769 SMK, m.103(3).

[4] 6769 SMK Yönetmelik, m.109(1). Bu madddenin EPC ve PCT’deki karşılıkları şunlardır: EPC Yönetmelik m.139: “Correction of errors in documents filed with the European Patent Office

Linguistic errors, errors of transcription and mistakes in any document filed with the European Patent Office may be corrected on request. However, if the request for such correction concerns the description, claims or drawings, the correction must be obvious in the sense that it is immediately evident that nothing else would have been intended than what is offered as the correction.”

PCT Yönetmelik m.91:

91.1    Rectification of Obvious Mistakes

(a)  An obvious mistake in the international application or another document submitted by the applicant may be rectified in accordance with this Rule if the applicant so requests.

(c)  The competent authority shall authorize the rectification under this Rule of a mistake if, and only if, it is obvious to the competent authority that, as at the applicable date under paragraph (f), something else was intended than what appears in the document concerned and that nothing else could have been intended than the proposed rectification.

[5] The Annotated European Patent Convention, D. Visser, 25th Revised Edition, p.682-683.

[6] EPO Case Law of the Boards of Appeal, II. E. 4.2. Obviousness of the error and the correction, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/caselaw/2019/e/clr_ii_e_4_2.htm

[7] 6769 SMK, m.103(2).

[8] 6769 SMK, m.103(1).

[9] 6769 SMK Yönetmelik, m.108(2).

[10] EPC m.123(1).

[11] EPC Yönetmelik m.137(1),(2),(3).

[12] Alman Patent ve Marka Ofisi, Guidelines for the Examination Procedure 2019, 2.3.3.3 Amendment of documents/impermissible extension (section 38 of the Patent Act)

[13] The Annotated European Patent Convention, D. Visser, 25th Revised Edition, p.687.

[14] T13/83

[15] J 8/80.

[16] 6769 SMK Yönetmelik, m.108(6).

[17] 6769 SMK, m.103(3) ; 6769 SMK Yönetmelik, m.109(1).

[18] EPO Case Law of the Boards of Appeal, II. E. 4.2. Obviousness of the error and the correction, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/caselaw/2019/e/clr_ii_e_4_2.htm

[19] G 3/89, Headnote, point 1, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/g890003ep1.html

[20] G 3/89

[21] EPO’daki uygulama için bkz: EPO Case Law of the Boards of Appeal, IV. A. 5.5.3 Extent of competence of the Receiving Section for corrections under Rule 139 EPC, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/caselaw/2019/e/clr_iv_a_5_5_3.htm

[22] 6769 SMK Yönetmelik m.108(2).

[23] 6769 SMK Yönetmelik m.108(5).

[24] EPO Case Law of the Boards of Appeal, II. E. 1.12.4 Incorrect information in earlier application as filed but correct information directly and unambiguously derivable, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/caselaw/2019/e/clr_ii_e_1_12_4.htm

[25] EPO BoA,  T 1088/06.

[26] EPO BoA,  T 163/13.

[27] EPO BoA,  T 34/03: a first electrical contact and a second electrical contact of the plurality of spaced-apart electrical contacts being respectfully electrically coupled to the at least first and second electrodes

[28] EPO BoA,  T 2314 / 09.

[29] EPO BoA,  T 141/14.

[30] T 1165/19, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t191165eu1.html

[31] G 01/12, Reasons 37, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/g120001dp1.html

[32] T 0572/08, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t080572eu1.html

[33] T 0559/13, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t130559eu1.html

[34] T 2058/18, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t182058eu1.html

[35] T 1201/10, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t101201eu2.html

[36] T 1166/10, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t101166eu1.html

[37] EPC Yönetmelik m.49(10) ve 6769 SMK Yönetmelik m.94.

[38] T 0856/12, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t120856eu1.html

[39] T 2359/12, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t122359eu1.html

[40] T 1818/11, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t111818eu1.html

[41] T 2523/11, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t112523eu1.html

[42] T 1955/18, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t181955eu1.html

[43] EPO BoA, T 0103/93.

Patent Başvurusunda Hata Düzeltme, Eksik Evrak Tamamlama ve Telafi İşlemleri

UYARI: Bu yazıdaki değerlendirmeler yazarın kişisel görüşlerini yansıtır ve hiçbir şekilde TÜRKPATENT’in resmi görüşünü ya da uzmanlarının başvurularla ilgili değerlendirmelerini temsil etmez. Yazı yalnızca bilgi amaçlı olup yasal tavsiye niteliği taşımaz.  Bu yazının içeriğinin bir sonucu olarak herhangi bir işlem yapmadan veya herhangi bir işlemden kaçınmadan önce profesyonel hukuki tavsiye alınmalıdır. Yazarın verilen bir örnek üzerindeki değerlendirmesi yalnızca o örneğin spesifik koşullarına bağlıdır. Bir başka durum için yazarın alacağı kararlarda bağlayıcılığı yoktur.

GİRİŞ

Herkes hata yapar. Konu patent gibi hem hukuki hem de teknik olarak oldukça çetrefilli bir süreçle ilgiliyse hata yapmadan bu süreci tamamlamak için azami çaba ve dikkat gerekir. Zira kimi hataların telafisi mümkün olsa bile bazılarının düzeltilmesi mümkün değildir ve hak kaybına yol açabilir. Bu yazıda TÜRKPATENT’te bir patent başvurusu ile ilgili yapılan hangi tür prosedürel hataların/eksikliklerin düzeltilebileceği (ya da düzeltilemeyeceği) örnekler üzerinden gösterilmeye çalışılacaktır. Tarifname takımında yapılan hata düzeltme işlemleriyle ilgili yazıya ise buradan ulaşabilirsiniz.

Patent sürecinde yapılan hata ve eksiklikler pek çok farklı şekilde meydana gelebilmektedir. Örneğin bir bilginin/evrakın eksik ya da yanlış sunulması ya da verilen bir süreye uyulamaması söz konusu olabilir.

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununa (SMK) göre bir “patent başvurusu veya patent dokümanlarında yer alan imla hataları ve açık maddi hatalar[1] talep üzerine düzeltilir.”[2] İlgili Yönetmelik maddesi ise şöyledir: “Kuruma verilen dokümanlardaki çeviri hataları, yazım hataları, kopyalama hataları ve yanlışlıklar talep üzerine düzeltilebilir.”[3]

Ayrıca Sınai Mülkiyet Kanununda (SMK) pek çok talep süre ile sınırlandırılmıştır. Genellikle spesifik bir talep için verilen süre ve süreye uyulmaması durumunda ne olacağı mevzuatta açık bir şekilde belirtilmiştir. Ancak SMK’da veya ilgili yönetmelikte süresi belirtilmeyen bir işlem varsa, bu süre standart olarak bildirim tarihinden itibaren iki aydır. Bu süreye uyulmaması hâlinde talep yapılmamış sayılmaktadır.[4] Örneğin başvuru sahibi sehven eklemeyi unuttuğu bir buluş sahibi için buluş sahibi ekleme talebinde bulunsun ancak gerekli evrakları (bkz. sonraki bölüm) eksik olsun. Mevzuatta bu eksiklikle ilgili spesifik bir süre belirtilmediği için SMK m.146’ya göre uzman bir yazı göndererek iki ay içinde eksik evrakın tamamlanmasını isteyecektir. Bu süre içinde evrak tamamlanamazsa talep yapılmamış sayılır.

Ocak 2017’den 2021 Eylül başına kadar olan başvuruların yaklaşık %3’üne hata düzeltme talebi gelmiştir. Hata düzeltme taleplerinin yaklaşık %13’ü reddedilmiştir.[5]

TÜRKPATENT EPATS sisteminde hata düzeltme talebi yapmak için Şekil 1’de görüldüğü gibi EPATS’ta “Benim Sayfam” ekranında sayfayı aşağı doğru kaydırdığınızda göreceğiniz “Sahip/Ücret/Diğer İşlemler” bölümünde “Eksik Evrak Tamamlama/Bilgi Düzeltme/Ek Belge Sunma” seçeneğini işaretleyerek “Git” butonuna basınız.

Şekil 1: EPATS Bilgi Düzeltme işlemi

Tarifname takımında (tarifname, istemler, özet, resimler) bir hata düzeltme talebinde bulunmak istiyorsanız da burayı seçebilirsiniz. Ancak tarifname takımında hata düzeltme harici bir değişiklik yapmak istiyorsanız “Başvuru sonrası işlemler” kısmını kullanınız. Örneğin araştırma ya da inceleme raporuna cevaben değişiklik yapılmak isteniyorsa bunlar bilgi düzeltme talebi olarak değil, duruma uygun olarak “Araştırma Raporuna İtiraz/Görüşe Cevap Sunma” veya “İnceleme Bildirimine Cevap Verme” seçenekleri kullanılarak gönderilmelidir. Bunların dışında örneğin SMK Yönetmelik m.108(2) kapsamında araştırma öncesi tarifname takımında bir değişiklik yapılmak isteniyorsa “Tarifname Takımında Değişiklik” seçeneği kullanılmalıdır. (bkz. Şekil 2)

Şekil 2: EPATS Tarifname Takımında Değişiklik işlemi

Şekli eksiklik giderme talebi yapıyorsanız “Şekli eksiklik giderme” seçeneğini kullanınız. “Tarifname takımında değişiklik” ya da “Eksik Evrak Tamamlama/Bilgi Düzeltme/Ek Belge Sunma” seçeneklerini kullanmayınız. (bkz. Şekil 2)

Kurum tarafından yapılmış bir hata varsa ve başvuru sahibi bunu düzelttirmek istiyorsa bu talep de bir bilgi düzeltme talebi olarak gönderilebilir.

Şimdi en sık yapılan hataları örnekler üzerinden inceleyelim.

Buluş Sahibi İle İlgili Hatalar

Başvurularda en sık yapılan hatalardan biri buluş sahipleri ile ilgili hatalardır. Sehven buluş sahibinin eklenmemiş/unutulmuş olması bunların başında gelir. Mevcut bir başvuruya yeni bir buluş sahibi eklenmek isteniyorsa, dilekçede mevcut buluş sahiplerinin ve eklenmek istenen kişinin onayları, ayrıca eklenmek istenen kişinin açık adresi ve başvuru sahibinin bu yeni buluş sahibinden başvuruyu yapma hakkını ne şekilde elde ettiğine ilişkin beyan (örn. sözleşme gereği, hizmet ilişkisi v.b.) da bulunmalıdır.[6] Yeni buluş sahibi aynı zamanda başvuru sahibi olacaksa beyana gerek yoktur, ancak bu durumda devir talebi yapılmalıdır.

Devir nedeniyle bir başka şirkete geçen bir başvuruda yeni şirketin yetkilisi/çalışanı kendi adını buluş sahibi olarak ekleyemez. Zira buluş sahipliği devir işlemi ile değişmez. Buluşu yapan kimlerse buluş sahipleri onlardır.

Başvuruda buluşu yapan olarak yanlışlıkla belirtilen kişinin izni ile birlikte başvuru sahibinin talebi üzerine söz konusu kişi sicilden çıkarılabilir.[7]

Mevcut bir buluş sahibi çıkarılıp, yerine yeni biri eklenecekse yukarıda sayılan diğer bilgilerin yanı sıra hem çıkarılanın hem de eklenenin onayları da bulunmalıdır.

Eğer buluş sahibinin isminde bariz bir düzeltme yapılacaksa, yanlış isimli kişiden onay istemeye gerek yoktur, zira bu isimde biri var olmayabilir. Bu durumda kimlik fotokopisi ile düzeltme yapılabilir. Eğer nüfus sisteminde kişinin TC numarasıyla sorgu yapıldığında doğru isim görünüyorsa kimlik fotokopisine de gerek olmayabilir. Örneğin 2017/10777 nolu başvuruda buluş sahibinin ikinci soyadı eklenmek istenmiş, nüfus sisteminde kişinin TC numarasıyla sorgu yapıldığında ikinci soyadı görüldüğü için söz konusu değişiklik kabul edilmiştir.

2018/21107 ve 2018/20708 nolu başvurularda yabancı uyruklu buluş sahibinin adıyla soyadının yer değiştirmesi için değişiklik talebinde bulunulmuştur, ancak söz konusu değişikliği kanıtlayıcı belge bulunmadığı için talepler kabul edilmemiştir.

Buluş sahibi ekleme/çıkarma talebinde bir eksiklik varsa Kurum eksik evrakın iki ay içinde gönderilmesini ister.[8] Eksiklik tamamlanmazsa ilgili talep yapılmamış sayılır.

2017/13379 nolu başvuruda buluş sahibi adının eksik yazıldığı belirtilmiş, ekte gönderilen nüfus cüzdanı fotokopisi dikkate alınarak buluş sahibinin ikinci isminin de sisteme eklenmesi talebi yapılmış, söz konusu talep kabul edilmiştir.

2017/12813, 2017/14474, 2017/16162, 2017/16297, 2017/18856, 2017/22530, 2018/01595,   2018/02259, 2018/14265, 2018/19012, 2018/20911, 2017/11557 nolu başvurularda buluş sahibi ekleme talebi eksik yapılmış, sonrasında gerekli evrak gönderilerek işlem tamamlanmıştır.

2017/11253 ve 2017/10393 nolu başvurularda buluş sahibi çıkarma talebi eksik yapılmış, sonrasında gerekli evrak gönderilerek işlem tamamlanmıştır.

2018/20472 nolu PCT’den ulusal aşamaya giren başvuruya sonradan buluş sahibi eklenmek istenmiştir. PCT uluslararası aşamada söz konusu kişi buluş sahibi olarak göründüğü için imzaya/beyana gerek duyulmadan talep kabul edilmiştir. 2020/07034 nolu PCT’den ulusal aşamaya giren bir başka başvuruda buluş sahibi adındaki yazım hatasının düzeltilmesi istenmiş, söz konusu kişinin adı PCT uluslararası aşamada teyit edilebildiği için ek kanıta gerek duyulmadan talep kabul edilmiştir.

2018/19191 nolu başvuruda  isim benzerliğiyle başka bir çalışanın TC numarası kullanılarak yanlış buluş sahibi adıyla başvuru yapılmıştır. Düzeltme talebine cevaben sehven buluş sahibi olarak yazılan şahsın imzalı onayı istenmiştir.

2017/23150 nolu başvuruda buluş sahibinin bir başkasıyla değiştirilmesi talebi yapılmış ancak mevcut buluş sahibinin imzalı beyanı varsa da yeni eklenecek kişinin bulunmadığı için talep kabul edilmemiş, söz konusu eksiklik tamamlandıktan sonra işlem gerçekleştirilmiştir.

2018/01109 nolu başvuruda  buluş sahipliğinden feragat ve yeni buluş sahibi ekleme talebi kabul edilmiştir.

2020/02754, 2020/00825, 2019/22439 nolu başvurularda buluş sahibi ekleme talepleri çeşitli eksiklikler nedeniyle reddedilmiştir.

2018/12720 nolu başvuruda başvuru sırasında hiçbir buluş sahibi belirtilmemiş, sonrasında adres ve TC kimlik no bilgileri ile birlikte buluş sahipleri eklenmek istenmiştir. Ancak başvuru sahibinin buluş sahiplerinden başvuruyu yapma hakkını ne şekilde elde ettiğine ilişkin beyan (örn. sözleşme gereği, hizmet ilişkisi v.b.) bulunmadığı için söz konusu talep yerine getirilememiştir. 

Başvuru Sahibi ile İlgili Hatalar

Başvuru sahibi olan firmanın adı başvuru yapıldıktan sonra değişmişse bu değişiklik talebi, bilgi/hata düzeltme ile değil unvan değişikliği talebiyle yapılmalıdır. Yeni bir başvuru sahibi eklenmek isteniyorsa bu işlem devir talebi olarak yapılmalıdır.

EPATS’tan yerli gerçek ve tüzel kişiler adına yapılan unvan değişikliği talepleri, MERNIS ve MERSIS servislerinden kontrol edilerek otomatik gerçekleştirilmekte ve işlemin yapıldığı bilgisi, talep sonucunda oluşturulan evrakta belirtilmektedir. Yabancı gerçek ve tüzel kişiler adına yapılan unvan değişikliği talepleri için taleple birlikte sunulan belge kontrol edileceğinden işlemler Kurum tarafından gerçekleştirilerek gerekli bilgilendirme yapılmaktadır.[9] Bu nedenle unvan değişikliği işlemleri Patent Dairesi bünyesinde yapılmadığından, eğer böyle bir talep (işlemde bir hata olmadığı halde) bilgi/hata düzeltme talebi olarak yapılırsa yerine getirilemeyecektir.

2018/13764 nolu başvuruda yeni başvuru sahibi eklenmesi talebi kabul edilmemiş, devir talebi yapılması istenmiştir. Sonrasında başvuru sahibi devir talebi yapmıştır.

2017/17512 nolu başvuruda ise yeni buluş sahibi ekleme talebi kabul edilmiş, ancak söz konusu kişinin başvuru sahibi olarak da eklenmesi için devir talebinde bulunması gerektiği bildirilmiştir.

2018/15141 nolu başvuruda başvuru sahibi olarak yanlışlıkla aynı holdinge ait bir başka şirketin adı kullanılmıştır. Başvurunun üzerinden 20 ay geçtikten sonra fark edilen hata sonrası vekil yapılan hatayı destekleyici kanıt olarak buluş sahiplerinin başvuru sahibi olması gereken söz konusu şirkette çalıştığını ileri sürerek hata düzeltme talebinde bulunmuştur. Kurum talebe cevaben başvuru sahibi değişikliğinin yerine getirilebilmesi için durumun mevcut başvuru sahibince başvurunun kendilerine ait olmadığını beyan ve teyit eden, şirket yetkilisi tarafından onaylanmış bir yazıyla ispatlanması, bu yapılamadığı takdirde dosya üzerinde devir işlemi yapılması gerektiğini bildirmiştir. Ardından orijinal başvuru sahibi başvurunun kendilerine ait olmadığına dair bir beyanda bulunmuş, asıl başvuru sahibi olduğunu iddia eden şirket de başvurunun kendilerine ait olduğunu beyan etmiştir. Bunun üzerine Kurum talep edilen düzeltmeyi yapmıştır. Bu tür hatalarda fazla gecikmeden düzeltme talebinde bulunulması esastır.[10]

2020/01045 nolu başvuruda  başvuru sahibinin e-mail adresini düzeltme talebinde bulunulmuş, söz konusu talep yerine getirilmiştir.

Rüçhan İle İlgili Hatalar

Rüçhan hakkı talebi, ilgili ücret ödenerek başvuruyla birlikte veya başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yapılmalıdır. Başvuru tarihinden itibaren üç ay içinde ise rüçhan hakkı belgesinin sunulmuş olması gerekir.[11]

2018/04806 nolu başvuru rüçhansız yapılmış ve aynı gün hata düzeltme talebi yapılarak rüçhan talebi eklenmek istenmiştir. Ancak sonrasında üç ay içinde rüçhan hakkı talebi ücreti yatırılmadığı için rüçhan hakkı talebi kabul edilmemiştir.

2018/15421 nolu başvuru 2017/18081 nolu başvuruya ek patent olarak yapılacakken sehven önceki başvurunun rüçhan olarak gösterilerek başvuru yapıldığı belirtilmiş ve düzeltme talep edilmiştir. Ancak başvuru dilekçesinde söz konusu rüçhan bilgileri bulunduğu için ve hatanın bariz olmaması nedeniyle söz konusu talep kabul edilmemiştir. Başvuru daha sonra başvuru sahibi tarafından geri çekilmiştir. Ancak ücret iade talebi kabul edilmemiştir.

2018/03260 nolu başvuruda rüçhan hakkı talep edilmiş ancak rüçhan dokümanı eksik sunulmuştur (yalnızca kapak sayfası bulunmaktadır). Başvuru tarihinden itibaren üç ay içinde rüçhan hakkı belgesinin tamamı gönderilmediği için rüçhan hakkı talebi yapılmamış sayılmıştır.[12] Ardından hakların yeniden tesisi kapsamında rüçhan belgesinin tamamı sunulmuş, ancak söz konusu talebin süresi içinde yapılmadığı gerekçesiyle talep reddedilmiştir. Başvuru sahibi konuyla ilgili YİDD’ye itirazda bulunmuş ancak YİDD de itirazı aynı gerekçeyle reddetmiştir.

TÜRKPATENT’teki iş yoğunluğuna bağlı olarak rüçhan talepleri ile ilgili belgelerin ve ücretlerin kontrolü 2-3 aylık sürede gerçekleşemeyebilmektedir. Böyle bir durumda rüçhan ile ilgili yapılan hata ya da eksiklik, süresi içinde açığa çıkmayabileceğinden rüçhan hakkının kaybı söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle rüçhan ile ilgili belge ve ücretlerin eksiksiz ve zamanında gönderilmesine azami özen gösterilmelidir. Eğer rüçhan talebinizin bir sebepten kabul edilmeyebileceğini düşünüyorsanız, dosyanızın uzmanını arayarak süresi içinde varsa pürüzü gidermeniz tavsiye edilir.

Yanlış başvurunun rüçhan olarak gösterildiği bir EPO örneği inceleyelim. P1 ve P2 başvuruları B1 başvurusundan önce yapılmış, aynı başvuru sahibine ait, aynı konuda, rüçhan olarak gösterilebilecek başvurulardır. Başvuru tarihleri şöyledir:

P1: Haziran 2010

P2: Eylül 2010 (P1’den bölünmüş başvuru)

B1: Mayıs 2011

B1 başvurusu yapılırken P1 yerine yanlışlıkla P2 rüçhan olarak gösterilmiştir. Başvuru sahibi aslında P1’i rüçhan göstermek istediklerini, zaten P1’in rüçhan olarak tercih edilmesinin bariz olduğunu, zira P2’nin başvuru tarihi ile B1’in arasının 8 ay olduğunu, üstelik P2’nin P1’den bölünmüş başvuru olduğu için P1’in rüçhan gösterilmesinin her açıdan daha mantıklı olduğunu ileri sürmüştür. Ancak Kurul yayınlanmış bir başvuruda böyle bir değişikliğin üçüncü kişileri olumsuz etkileyebileceğini, üçüncü kişilerin bu tür avantaj hesapları yapacak patent mühendisliği bilgisine sahip olduğunun varsayılamayacağını belirterek söz konusu talebi kabul etmemiştir.[13]

Burada sergi rüçhanından bahsetmeden geçmeyelim zira çoğu sergi rüçhanı talebi maalesef usulüne uygun yapılmadığı için kabul edilmemektedir. Bir sergi rüçhanının kabul edilmesi için aşağıdakiler gerekir[14]:

  • Patent veya faydalı model konusunu kapsayan ürünün teşhir edildiği sergi, Türkiye’de açılan ulusal veya uluslararası bir sergi ya da Paris Sözleşmesine taraf ülkelerde açılan resmi veya resmi olarak tanınan uluslararası bir sergi olmalıdır.
  • Teşhir tarihinden itibaren on iki ay içinde Türkiye’de başvuru yapılmalıdır.
  • Rüçhan hakkı talebini teşhiri yapan gerçek veya tüzel kişiler yapmış olmalıdır.
  • Başvuru konusunu kapsayan ürünü sarih ve eksiksiz bir şekilde gösteren en az bir fotoğrafı olmalıdır. Söz konusu fotoğraf, patent veya faydalı model konusu buluşun ilgili alanda uzman kişi tarafından açık ve şüpheye yer vermeyecek şekilde anlaşılmasını sağlayacak yeterlikte sergide sunulan ürünün özelliklerini göstermelidir. (Örneğin bir cihazın iç mekanik aksamını ilgilendiren bir buluşta, iç detayı gözükmeyecek şekilde cihazın sadece dış görünüşünün fotoğrafının bulunması yeterli değildir)
  • Başvuru konusunu kapsayan ürünün teknik özellikleri ile bu ürünün sergide görünür şekilde konulduğu tarihi ve resmi açılış tarihini gösterir, sergiyi düzenleyen kuruluş tarafından onaylanmış bir belge sunulmalıdır.

Buna göre yukarıdaki özellikleri taşımayan sergi rüçhanı talepleri kabul edilmemektedir. Bu bakımdan, başvurudan önceki on iki ay içinde yayınlanmış bile olsa bir proje dokümanı, başvuru sahibinin bir makalesi, bir gazete haberi, başvuru sahibine ait bir YouTube videosu, fotoğrafsız salt fuar katılım belgesi vb. ile rüçhan hakkı talep edilemez.

Kabul edilmiş sergi rüçhanlarına örnek olarak 2018/00743, 2017/06315 ve 2018/04615 nolu başvurular verilebilir.

Sehven Yapılan Bir Talepten Vazgeçilmesi

2019/19549 nolu başvuruda kayda giren “Başvuru Unsurlarını Tamamlama” işlemi sehven gerçekleştirildiği ve söz konusu işlemin dikkate alınmaması ve geçersiz kılınması başvuru sahibi tarafından talep edilmiştir. 2017/15886 nolu başvuruda “Tarifname Takımında Değişiklik Yapmak İstemiyorum” ifadesi içeren dilekçenin sehven gönderildiği ve talebin geri alınması istenmiştir. 2018/04825 nolu başvuruda da yapılan yanlış talebin geri alınması istenmiştir. Söz konusu talepler kabul edilmiştir.

2018/02833 nolu başvuru yapıldıktan iki ay sonra geri çekme talebi yapılmış, bu talepten iki hafta sonra geri çekme işleminin sehven yapıldığı belirtilmiş ve talepten vazgeçildiği ifade edilmiştir. Söz konusu geri çekme talebi iptal edilmiş ve başvurunun işlemleri kaldığı yerden devam etmiştir. 2018/19776   nolu başvuruda da benzer şekilde geri çekme talebi iptal edilmiş ve başvurunun işlemleri kaldığı yerden devam etmiştir. Anılan başvuruların geri çekildiğine dair yayın henüz Bültende yayınlanmadığı için talepler kabul edilmiştir. Ancak, başvurunun geri çekildiği Bültende yayımlandıktan sonra geri çekme talebinden vazgeçilemez.[15] Ayrıca yayınlanmış bir başvuru geri çekilirse, aynı buluş konusunda yeniden başvuru yapılamayacağı da unutulmamalıdır.[16]

2017/12109 nolu başvuruda  başvuru tipi faydalı model olması gerekirken, sehven patent olarak başvurulmuştur. Alındı yazısı (şekli inceleme yazısı) gönderilmeden talep geldiği için kabul edilmiş ve başvurunun işlemleri faydalı model olarak devam etmiştir. Benzer bir durum 2018/10085 nolu dosyada da gerçekleşmiştir. Ancak alındı yazısı gönderildikten sonra böyle bir talepte bulunulmuş olsaydı dönüşüm ücreti yatırılarak dönüşüm talebinde bulunulması gerekecekti.

Sehven yapılan bir talebin düzeltilmesi özellikle üçüncü kişileri olumsuz etkileyecek sorunlara/karışıklığa yol açacak nitelikteyse, makul bir süre içinde talep edilmediyse ya da mevzuatla çelişiyorsa kabul edilmez. Kabul edilecek düzeltmenin, hukuki kesinliği ve üçüncü şahıslar ile kamunun çıkarlarını zedelemediğinden emin olunmalıdır.[17]

Şimdi sehven yapılan bir talepten vazgeçilmesine EPO’dan bir örnek verelim. Bir Avrupa patent başvurusu EPO tarafından reddedildikten sonra başvuru sahibi karara iki aylık sürenin son gününde itiraz (appeal) etmiş ve sonrasında istem setleri sunarak sözlü görüşme (oral proceedings) talep etmiştir. Ancak sözlü görüşmeden bir süre önce başvuru sahibi vekili itirazlarını geri çektiklerini belirten bir dilekçe sunmuştur. Bunun üzerine EPO sözlü görüşmeyi iptal etmiştir. Bir ay kadar sonra ise vekil itirazın geri çekilmesi işleminin bir hata sonucu olduğunu ve EPC Yönetmelik m.139’a göre (SMK karşılığı: Yön. m.109(1)) hata düzeltme talebinde bulunmak istediklerini belirtmiştir. Buna göre vekile verilen itirazın geri çekilme talimatı, başvuru sahibinin şirketi içinde, itirazın geri çekilmesinin yanlışlıkla yapılmasının iç işleyişteki bir iletişim sorunundan kaynaklanmıştır. Ancak Kurul bu tür bir yanlışlığın m.139 kapsamında bir hata olarak kabul edilemeyeceğine hükmetmiştir. Zira burada vekilin yaptığı bir hata bulunmamaktadır. Vekil, sonradan ortaya çıktığı üzere, başvuru sahibinin gerçek niyetini temsil etmeyen karara yönelik talimatı uygulamıştır. Bir başka deyişle hata, EPO nezdinde değil, başvuru sahibi şirket içinde gerçekleşmiştir. Eğer vekilin bir hatası nedeniyle bu sorun gerçekleşseydi, yanlışlık m.139 kapsamına girebilirdi.[18]

EPC Yönetmelik m.139’un ilk cümlesi kapsamındaki hata düzeltme ilkeleri şöyle özetlenebilir[19]:

(a) Düzeltme, başlangıçta amaçlananı ortaya çıkarmalıdır. Düzeltme olasılığı, bir kişinin fikir değişikliğine veya bir plan geliştirmesine imkân vermek için kullanılamaz. Göz önünde bulundurulması gereken, tarafın görünürdeki niyetinden ziyade fiili niyetidir.

(b) Asıl niyetin hemen belli olmadığı durumlarda, talepte bulunan ağır bir ispat yükü taşır.

(c) Düzeltilmesi gereken hata, yanlış bir ifade veya eksiklik olabilir.

(d) Düzeltme talebi gecikmeksizin yapılmalıdır.

Ayrıca yukarıda değinildiği üzere yapılacak düzeltmenin hukuki kesinliği ve üçüncü şahıslar ile kamunun çıkarlarını zedelemediğinden emin olunmalıdır.[20]

Yayın İle İlgili Hatalar

Yayınlanması istenmeyen bir başvurunun yaptığınız bir hata nedeniyle yayınlanması geri dönülmez bir hak kaybına neden olabileceğinden başvurunun yayınlanmasına ya da yanlış yayınlanmasına neden olabilecek hatalardan kaçınılmalı ve bu tür işlemler çok dikkatlice ele alınmalıdır.

2019/14201 nolu başvuruda erken yayın talebi geri çekilmiş ancak taleple ilgili işlem yapılıncaya kadar başvuru yayınlanmıştır. Bu tür taleplerde TÜRKPATENT’in hizmet standartları gereği cevap verme süreleri göz önüne alınmalıdır. Örneğin “Patent/Faydalı Model Başvuru Sonrası İşlem Taleplerinin İncelenmesi ve Yerine Getirilmesi” için süre 90 gündür.[21] Eğer bu süre bitmeden başvuru yayınlanacaksa, bu noktada dosyanın uzmanını arayarak söz konusu talebin yayından önce gerçekleştirilmesini istemekte yarar vardır. İş yoğunluğuna göre bazen hizmet sürelerinin de aşılabildiği unutulmamalıdır.

Resmi Patent Bülteni her ayın 21’inde yayınlanmaktadır. Eğer o ayın 21’i resmi tatilse takip eden ilk iş gününde yayın yapılmaktadır. Ayın 15’inde yayın listesi çekilmektedir. İstisnai durumlarda ayın 20’sine kadar bile değişiklik yapılabilmektedir. Yayın ile ilgili talepler için patent-bulten@turkpatent.gov.tr adresine e-mail gönderebilirsiniz. Talebinizle ilgili dilekçenizi EPATS’tan iletmiş olsanız bile yayınla ilgili aciliyeti olan işlerde telefonla ilgili kişiye ulaşıp işlemin yayın öncesi yapılacağından emin olmakta fayda vardır.

Adres Düzeltme/Değişiklik Yapma

Eğer başvuru/buluş sahiplerinin adresi başvuru yapıldıktan sonra değiştiyse EPATS’taki “Sahip/Ücret/Diğer İşlemler” menüsünden “Adres Değişikliği” işlemi seçilmelidir. “Bilgi Düzeltme” olarak talep edilmemelidir. Eğer başvuru dilekçesindeki adresin sisteme yanlış aktarılması söz konusuysa, hata TÜRKPATENT’ten kaynaklandığı için  “Bilgi Düzeltme” talebi yapılmalıdır. Böyle bir durumun dilekçede açıklanmasında fayda vardır.

EPATS üzerinden yapılacak işlemlerde süreçlerin kısaltılması amacıyla yerli gerçek ve tüzel kişiler için adres bilgisine ihtiyaç duyulması halinde kişilerin Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi (MERNIS) ve Merkezi Sicil Kayıt Sistemi (MERSIS) bilgileri kullanılmaktadır.[22] Bu nedenle adres değişikliği işlemleri Patent Dairesi bünyesinde yapılmadığından, eğer böyle bir talep (işlemde bir hata olmadığı halde) bilgi/hata düzeltme talebi olarak yapılırsa yerine getirilemeyecektir.

2017/12832, 2017/14023, 2017/23127, 2018/00340, 2018/08123, 2018/08224, 2018/20936, 2019/10756 ve 2018/09349 nolu dosyalarda istenen adres değişikliği talepleri hata düzeltme talebi olarak yapıldığı için işleme alınmamış, adres değişikliği talebi yapılması istenmiştir.  

2017/13379 ve 2017/11892 nolu dosyalarda ise başvuru aşamasında sunulan evrakta belirtilen adresler ile sistemdekilerin tutmaması sebebiyle hata düzeltme talebinde bulunulmuş ve talep yerine getirilmiştir.

Buluş Başlığını Düzeltme

Buluş başlığı değiştirilmek isteniyorsa dilekçenin ekinde yeni buluş başlığıyla düzenlenmiş tarifnamenin ilk sayfası da bulunmalıdır. Eğer buluş başlığı başvuru sahibi tarafından şekli inceleme aşamasında bir sebepten istenilen şekilde değiştirilemediyse ya da sonradan değiştirilmek istendiyse, söz konusu talep araştırma öncesi araştırma uzmanına da iletilebilir. Zira uzman araştırma raporunun düzenlenmesi esnasında başvuruya ait özeti ve/veya buluş başlığını değiştirebilmektedir.[23]

2018/11899, 2018/19350, 2017/09836, 2018/07828, 2018/07898 nolu başvurularda başvuru sahibi tarafından buluş başlığının değiştirilmesi talep edilmiş, ancak ilgili düzeltilmiş sayfalar gönderilmediği için işlem gerçekleştirilememiştir. 2018/00019 nolu başvuruda da benzer bir durum olmuş ardından düzeltilmiş sayfalar gönderildikten sonra değişiklik işlemi gerçekleşmiştir.

2020/02109 nolu başvuruda ise başvuru sahibi buluş başlığını değiştirmek istemiş, ancak yeni buluş başlığının içeriği orijinal başvurudan destek almadığı için kapsam aşımı nedeniyle kabul edilmemiştir.

2018/21046 nolu başvuruda başvuru sahibi buluş başlığını orijinal tarifnamedeki buluş başlığına uygun olarak değiştirmek istemiş, talep kabul edilmiştir.  

2017/04098 nolu başvuruda başvuru sahibi buluş başlığını değiştirme talebinde bulunmuştur, ancak yeni başlık marka unsuru içerdiğinden talep kabul edilmemiştir.[24]

Ücretlerle İlgili Hatalar

Ödemelerle ilgili sıklıkla ve çok çeşitli şekillerde hata yapılabilmektedir. Burada sadece birkaç örnek üzerinde durulacaktır.

2020/02225 nolu başvuruda  ikişer defa (mükerrer) araştırma ve inceleme ücretleri yatırılmıştır. Hata düzeltme talebi yapılarak fazla ücretin iadesi istenmiş, sonrasında ücret iadesi onaylanmıştır. Mükerrer veya hatalı yapılan ödemeler ile fazla yapılan ödemelerin fazlaya ilişkin kısmı, talep edilmesi halinde iade edilmektedir.[25]

Bir başvuruda tarifname, istemler, özet ve resimler kısımlarına marka başvurusu görselleri yüklenmiş, daha sonra başvuru sahibi durumu fark ederek ödediği ücretlerin iadesini istemiş ve iade talebinde gerekçe olarak marka yerine sehven patent başvurusu yaptığını belirtmiştir. Eğer uzman henüz “tarifname yok, işleme alınmadı” şeklinde bir yazı göndermediyse başvuru ücreti (ve yatırıldıysa araştırma ve inceleme ücretleri) iade edilebilir. Ancak eğer yazı yazıldıysa yalnızca –varsa- araştırma ve inceleme ücretleri iade edilir.

2017/18214 nolu başvuruda başvuru sahibi “İnceleme Raporu Düzenlenmesi Ücreti”ni “Patent Dosyası Yerinde İnceleme Ücreti” ile karıştırdığı için tam yatırdığını sanmış, ancak eksik ücret nedeniyle inceleme talebi yapılmamış sayılmıştır. İnceleme talebinin ücreti de ödenerek süresi içinde yapılmaması nedeniyle başvuru geri çekilmiş sayılmıştır. Bu bildirimin yapıldığı tarihten itibaren iki ay içinde “İşlemlerin devam ettirilmesi ücreti” ile birlikte inceleme ücreti de ödenerek işlemlerin devam ettirilmesi talebinde bulunulabilir.

2019/09547 nolu başvuruda ise başvuru sahibi sistemden araştırma ücreti olarak “Patent Dosyası Yerinde İnceleme Ücreti” seçeneğini işaretlediği için talep yapılmamış görünmüştür. Ancak ardından başvuru sahibi süresi içinde ücretini yatırıp araştırma talebinde bulunmuştur.

2017/10589 nolu başvuruda başvuru sahibi ücret ödemesi yaparken araştırma talebi ücreti yerine belge düzenleme ücreti yatırmıştır. Bu sırada araştırma talep süresi de geçtiği için araştırma talebi yapılmadığı gerekçesiyle başvuru geri çekilmiş sayılmıştır.

2018/12622 nolu başvuruda  vekil değişikliği nedeniyle sehven süresinde yatırılmayan araştırma ücretini sonradan tamamlama talebi kabul edilmemiştir.

2019/09185 nolu başvuruda başvuru sahibi araştırma ücretini ödediği halde sistemde gözükmediğini, sorunun banka ile Kurum arasında olduğunu ileri sürerek gereğinin yapılmasını talep etmiştir. Ancak muhasebeden yapılan kontrolde ücretin yatmadığı görüldüğünden talep kabul edilmemiştir.

Yukarıdakilere benzer durumlarda koşulların sağlanması şartıyla süresi içinde “işlemlerin devam ettirilmesi” talebinde bulunulabilir. (bkz. sonraki bölüm)

Burada anılan konu başlıklarına girmeyen çok çeşitli hata düzeltme talepleri de mümkündür. Örneğin 2018/06298 nolu başvuruda başvuru sahibi istem 4’ü çıkarırken üstü çizili bırakmış, değişikliklerin gösterildiği işaretli bu kopyayı sunup, temiz kopyayı sunmayı unutmuştur. Eksik Evrak Tamamlama/Bilgi Düzeltme talebi ile temiz kopya gönderilmiştir.

Sürelere Uyulamaması Durumunda Başvurulabilecek Yöntemler

Çeşitli nedenlerden bir işlemin süresi içinde yapılamaması durumunda başvuru sahibine hatayı telafi etmesi için SMK’da iki farklı yol sunulmuştur: “İşlemlerin devam ettirilmesi” ve “hakların yeniden tesisi”. Ancak bu yollara başvurmak için bazı kriterlerin sağlanıyor olması gerekir.

  1. İşlemlerin Devam Ettirilmesi Talebi

Başvuru sahibi patent başvurusuna ilişkin işlemlere dair sürelere uymaması hâlinde, süreye uyulmamanın sonucunun bildirildiği tarihten itibaren iki ay içinde,  ücretini ödeyerek işlemlere devam edilmesini talep edebilir. Aksi takdirde bu talep reddedilir. Talebin kabul edilmesi hâlinde süreye uyulmamış olmanın getirdiği hukuki sonuçlar doğmamış sayılır.[26]

Ancak, aşağıda yer alan maddelerde verilen sürelere uyulmaması halinde işlemlere devam edilmesi talep edilememektedir[27]:

– İlk başvurunun yapıldığı tarihten itibaren on iki aylık rüçhan süresi

– Yıllık ücretlerin ödenmesi ile ilgili süreler

– Hak sahipliğine ilişkin dava sonucunda verilecek kararın davacı lehine kesinleşmesi hâlinde, dava açan hak sahibinin SMK m.110(3) kapsamında yapacağı taleplerle ilgili süre

– Başvuru unsurlarının tamamlanması ile ilgili süreler

– Biyolojik materyal içeren buluşun açıklanması ve biyolojik materyalin tevdi edilmesi ile ilgili süreler

– Rüçhan hakkı talebi ile ilgili süreler (Yön. m.84(1))

– Şekli eksiklik giderme için verilen süre

– Araştırma raporu düzenlenememesi durumunda verilen süreler (Yön. m.99(1) veya m.120(14))

Kurum, talebe ilişkin olarak yaptığı değerlendirme sonucunu başvuru sahibi ya da patent sahibine bildirir. Talebin kabul edilmesi halinde başvuru yayımlanmışsa bu durum Bültende yayımlanır.[28]

Bir eksik ücret ya da eksik evrak tamamlama süresine uyulamaması durumunda ilgili süreye uyulamama hangi maddede bahsediliyorsa o madde gereğine göre değerlendirme yapılmaktadır. Örneğin, araştırma ücreti ödenmemesi nedeniyle geri çevrilme söz konusuysa işlemlerin devam ettirilmesi ile ilgili SMK m.96(1)’e göre değerlendirme yapılır.

Araştırma ve inceleme talebi yapma süreleri kaçırıldığı için başvuru geri çekilmiş sayıldığına dair bildirimin yapıldığı tarihten itibaren iki ay içinde “İşlemlerin devam ettirilmesi ücreti” ile birlikte ilgili ücret (araştırma ya da inceleme ücreti) de ödenerek işlemlerin devam ettirilmesi talebinde bulunulabilir.

Patent inceleme aşamasında başvuru sahibine görüş sunma ve değişiklik yapma için verilen süreye uyulamaması durumunda (en fazla bir bildirim için ve bir kez olmak üzere) işlemlerin devam ettirilmesi talebi yapılabilmektedir.[29]

2018/07789 nolu başvuruda süresi içinde inceleme talebi yapılmadığı ve ücret ödenmediği gerekçesiyle başvuru geri çekilmiş sayılmıştır. Bildirim tarihinden iki ay içinde başvuru sahibi “İnceleme Raporu Düzenlenmesi Ücreti” ile “İşlemlerin Devam Ettirilmesi Ücreti”ni yatırarak inceleme talebinde bulunmuştur. Talep kabul edilmiş ve süreye uyulmamış olmanın getirdiği hukuki sonuç doğmamış sayıldığı için başvurunun inceleme işlemine geçilmiştir.

Mevzuatta belirtilmeyen ancak talebin niteliğine göre işlemlerin devam ettirilmesinin mevzuat hükümlerine göre uygun olmadığı durumlarda işlemlerin devam ettirilmesi talebi Kurum tarafından işleme alınmamaktadır.[30]

İşlemlerin devam ettirilmesi talebine yönelik hükümler, işlemlerin devam ettirilmesi veya hakların yeniden tesisi ile ilgili süreler açısından uygulanmaz.[31] Örneğin işlemlerin devam ettirilmesi talebi için geçerli olan iki aylık süreye uyulamaması nedeniyle hakların yeniden tesisi talebinde bulunulamaz.

2. Hakların Yeniden Tesisi Talebi

Patent başvurusu veya patentle ilgili işlemlerde şartların gerektirdiği özen gösterilmesine rağmen, uyulması gereken bir süreye uyulamamasının patent başvurusunun reddine, geri çekilmiş sayılmasına, 99 uncu madde uyarınca patentin hükümsüz kılınmasına veya diğer herhangi bir hakkın kaybına yol açması hâlinde, hakların yeniden tesisi talep edilebilir. Bu talep, uyulamamış olan sürenin bitiminden itibaren bir yılı geçmemek üzere (rüçhan hakkı için iki ayı geçmemek üzere[32]), süreye uyulamama nedeninin ortadan kalkmasından itibaren iki ay içinde ücreti ödenerek yapılır. Aksi takdirde bu talep reddedilir. Talebin kabul edilmesi hâlinde süreye uyulmamış olmanın getirdiği hukuki sonuçlar doğmamış sayılır.[33]

Şekil 3: Hakların yeniden tesisi talebinde bulunulabilecek zaman dilimi yeşil renk ile gösterilmiştir.

Hakların yeniden tesisi yapılabilecek zaman dilimini bir örnek üzerinden inceleyelim. Başvuru sahibi 20.09.2021’de patent verilebilmesi için patent inceleme raporunda belirtilen değişikliklerin istendiği yazıyı tebliğ almış olsun.[34] Buna göre 20.11.2021’e kadar değişiklikleri yapmak için süresi olmasına rağmen bu süreyi hastalığı nedeniyle kaçırmış ve sonuç olarak başvurusu geri çekilmiş sayılmış olsun. Başvuru sahibinin 20.11.2022’yi geçmemek şartıyla süreye uyulamama nedeninin ortadan kalktığı gün itibariyle 2 ay içinde hakların yeniden tesisi talebinde bulunma hakkı vardır. Örneğin başvuru sahibinin 01.11.2021’de bir ameliyat geçirdiğini ve hastanede yattığını, 10.12.2021’e kadar raporlu olduğunu varsayalım. Bu durumda 10.12.2021’den itibaren 2 ay içinde, yani 10.02.2022’ye kadar gerekli ücretler ödenerek ve kanıtlar sunularak hakların yeniden tesisi talep edilebilir. Ancak eğer rapor tarihi örneğin 25.11.2021-15.12.2021 arasında olsaydı hakların yeniden tesisi talebi kabul edilmezdi, zira istenen değişiklikleri yapmak için verilen iki aylık süre içinde başvuru sahibinin herhangi bir mazereti yoktur.

Ancak, ilk başvurunun yapıldığı tarihten itibaren on iki aylık rüçhan süresi kaçırılmışsa bu sürenin bitiminden itibaren en geç iki ay içinde (on iki ay değil) hakların yeniden tesisi talebinde bulunulabilir.[35]

Patent inceleme aşamasında yapılan olumsuz bildirimlerde verilen üç aylık süreye uyulamadığı için yapılamamış olan işlem hakların yeniden tesisi talebi yapılarak telafi edilememektedir.[36] Böyle bir durumda işlemlerin devam ettirilmesi talebi yapılabilir. (bkz. Önceki bölüm)

Hakların yeniden tesisi talebine yönelik hükümler, işlemlerin devam ettirilmesi veya hakların yeniden tesisi ile ilgili süreler açısından uygulanmaz.[37] Örneğin hakların yeniden tesisi için talep yapılabilecek süreye uyulmadığında, bu gecikme bir başka hakların yeniden tesisi talebiyle telafi edilemez.

“Hakların yeniden tesisi” talebinde bulunabilmek için şunlar gereklidir:

  • Durum hakların yeniden tesisine konu olmalı
  • Hakların yeniden tesisi ücreti ödenmeli
  • Hakların yeniden tesisine ilişkin ispat belgesi sunulmalı
  • Hakların yeniden tesisi ile ilgili sürelere uygun olarak talep yapılmış olmalıdır (Hakların yeniden tesisi talebi, eki olan ispat belgelerinin tarihlerine göre, uyulamamış olan sürenin bitiş tarihinden itibaren bir yıl içinde ve sebebin sona erdiği tarihten itibaren iki ay içinde olmalıdır) 

Görüldüğü üzere “işlemlerin devam ettirilmesi” talebinde kanıtlayıcı bir evrak istenmemesine rağmen “hakların yeniden tesisi” talebine ilişkin ispat belgesi sunulmalıdır.

Hakların yeniden tesisi talebi yapılabilecek bazı durumlar şunlardır:

  • Başvuru unsurlarını tamamlama süresine uyulamaması[38]
  • Rüçhan hakkı belge teslimi süresine uyulamaması[39]
  • Rüçhan hakkı talebi yapma süresine uyulamaması[40]
  • Türkçe çeviri verme süresine uyulamaması[41]
  • Şekli eksiklik giderme süresine uyulamaması[42]
  • Tarifname yetersizliğinden dolayı araştırma raporu düzenlenememesine karşı başvuru sahibinin cevap verme süresine uyulamaması[43]
  • Telafi ücreti ödeme talebi süresine uyulamaması[44]
  • Patent inceleme raporu düzenlendikten sonra patent verilebilmesi için değişikliklerin istendiği süreye uyulamaması[45]
  • Faydalı model araştırma raporu düzenlendikten sonra patent verilebilmesi için değişikliklerin istendiği süreye uyulamaması[46]
  • Patent verilmesine yapılan itirazın incelenmesi sonucunda değişikliklerin istendiği süreye uyulamaması (YİDD Başkanlığı)[47]
  • Asıl patentin hükümsüz kılınması durumunda ek patentin bağımsız patente dönüştürülmesi süresine uyulamaması[48]

Yıllık Ücretlerin Ödenmemesi

Patent başvurusu veya patentin korunması için gerekli olan yıllık ücretler, başvuru tarihinden itibaren üçüncü yıldan başlamak üzere patentin koruma süresi boyunca her yıl vadesinde peşinen ödenir. Vade tarihi, başvuru tarihine tekabül eden ay ve gündür.[49]

Yıllık ücretlerin belirtilen bu sürede ödenmemesi hâlinde, ek ücretle birlikte vadeyi takip eden altı ay içinde de ödeme yapılabilir.[50] Bu sürede de ödenmemesi hâlinde, patent hakkı bu ücretin vade tarihi itibarıyla sona erer, patent hakkının sona erdiğine ilişkin bildirim yapılır (bu geçersizlik yazısı ile birlikte telafi ücreti de istenir) ve bu durum Bültende yayımlanır.[51]

Patent hakkının sona erdiğine ilişkin bildirim tarihinden itibaren iki ay içinde Tebliğde belirtilen telafi ücretinin ödenmesi halinde patent hakkı, ücretin ödendiği tarih itibarıyla yeniden geçerlilik kazanır ve Bültende yayımlanır. Patent hakkının yeniden geçerlilik kazanabilmesi için telafi ücretinin ödendiğini gösterir bilginin talep formuyla birlikte, bildirim tarihinden itibaren iki ay içinde Kuruma sunulması gerekir. Patent hakkının sona erdiğine ilişkin bildirim en geç patent hakkının sona erdiği vade tarihinden başlayan bir yıllık sürenin bitimine kadar yapılır.[52]

Ancak, telafi ücreti de ödenmediğinde, “Hakların yeniden tesisi” talebinde bulunmak mümkündür.

Hakların Yeniden Tesisi ile İlgili Örnek Dosyalar

TÜRKPATENT’e yapılan bir patent başvurusunda rüçhan hakkı belgesi süresi içinde gönderilememiştir. Hakların yeniden tesisi için yapılan talep ise rüçhan hakkı belgesinin Kuruma sunulması gereken son tarihten itibaren bir yıl içinde yapıldığı, ancak vekil firma çalışanının “İş Göremezlik Raporu”nda çalışabilir olduğu tarihten itibaren iki ay içinde hakların yeniden tesisi talebinin yapılmadığı görüldüğünden süresi içinde yapılmamış olan hakların yeniden tesisi talebi reddedilmiştir. Söz konusu itiraz YİDD’ye de yapılmış ancak aynı gerekçelerle talep kabul edilmemiştir.

TÜRKPATENT’e yapılan bir patent başvurusunda başvuru sahibinin açık talimatına rağmen, patent vekilinin yazılımındaki sistem arızasından dolayı EP validasyon işlemi gerçekleştirilen ve harçları yatırılan Avrupa patentinin Türkçe çevirisi gerekli süre içerisinde sunulamamıştır. Süresi içerisinde ulusal aşamaya girişi yapılan başvuru sahibine ait patentin, sadece başvuru evrakının tercüme işlemlerinde, şartların gerektirdiği özen gösterilmiş olmasına rağmen elde olmayan sebeplerle gecikmeye düşülmüş olması nedeniyle meydana gelen durumun müvekkil aleyhine telafisi imkânsız bir hak kaybı doğuracağı ileri sürülerek hakların yeniden tesisi talebinde bulunulmuştur. Kanıtlayıcı evrak olarak ise çalıştıkları yazılım şirketinden alınan teknik servis raporu örneği ve şirket ile vekil firma arasında imzalanmış olan bakım ve servis sözleşmesi sunulmuştur. Buna göre vekil firmanın ana sunucu ve bilgisayar sistemlerine siber saldırı gerçekleştirildiği ve bunun sonucu yaşanan teknik sistem arızasından ötürü bir hafta boyunca süreli işlemlere ilişkin bazı veri kayıpları yaşandığı anlaşılmaktadır. Patentin Türkçe çevirisinin sunulması için verilen sürenin son gününün belirtilen arızanın olduğu tarihlere denk gelmesi sebebiyle söz konusu talep kabul edilmiştir.

TÜRKPATENT’e PCT’den ulusal aşamaya giren bir patent başvurusunun şekli eksiklik giderme işlemi süresi içinde yapılamamıştır. Patent vekili şekli eksiklik giderme süresinin son gününden bir hafta önce zatürre teşhisiyle tedavi altına alındığını ve 14 günlük istirahat süresi verildiğini raporla kanıtlamıştır. Tedavisinin ardından müvekkil ile irtibata geçme çabasının, küresel COVID-19 salgını sebebiyle sekteye uğradığını, müvekkilin yaşadığı ülkenin o dönem pandemiden en çok etkilen ülkeler arasında olduğunu verilerle göstermiştir. İki aylık süre bitmeden hakların yeniden tesisi talebinde bulunulmuş olması ve kanıtların yeterli bulunması sebebiyle söz konusu hakların yeniden tesisi talebi kabul edilmiştir.

TÜRKPATENT’e yapılan bir faydalı model başvurusu yıllık ücretlerin süresi içinde yatırılmaması sebebiyle geçersiz olmuştur. Başvuru sahibi iki yıl boyunca babasının kanser hastalığı ile ilgilendiğini ve babasının vefat sürecinde yaşadığı ruhsal ve sağlık sorunlarının işlerinin aksamasına neden olduğunu, evrak ve raporlarla ispatlamıştır. Süresi içinde hakların yeniden tesisi talebinde bulunulmuş olması ve kanıtların yeterli bulunması sebebiyle söz konusu hakların yeniden tesisi talebi kabul edilmiştir.

TÜRKPATENT’e yapılan bir patent başvurusu sırasında rüçhan hakkı talebinde bulunulmuş, üç aylık sürenin son günü rüçhan hakkı belgesi teslimi talebi yapılmış, ancak dilekçenin ekine rüçhan dokümanı eklenmemiştir. Bu nedenle rüçhan hakkı kaybedilmiştir. İki hafta sonra patent vekili rüçhan belgesinin, başvuru sahibinin her türlü özeni göstermesine karşın zamanında ellerine ulaşmadığı, dolayısıyla rüçhan belgesi tesliminin süresi içerisinde yapılamadığını belirterek hakların yeniden tesisi talebinde bulunmuştur. Dilekçe ekinde ayrıca EPO’yla yapılan yazışmalar, kargo evrakları, rüçhan dokümanı ve hakların yeniden tesisine ilişkin ücret ödeme dekontu bulunmaktadır. Rüçhan dokümanının EPO tarafından hazırlanıp kendilerine iletilmek üzere kargoya verilmiş olmasına rağmen rüçhan belgesi teslim tarihinin son günü mesai saati bitiminden sonra kendilerine ulaştığı için rüçhan belgesi Kuruma zamanında teslim edilememiştir. Süresi içinde ve kanıtlarıyla yapılan söz konusu talep kabul edilmiştir.

Bir EP patent fasikülün Türkçe Çevirilerinin, Avrupa Patentinin verildiğinin ilan edildiği tarihten itibaren üç ay içinde Kuruma verilmediğinden ve yine bu süre içinde ek süre talebinde de bulunulmadığından, söz konusu Avrupa Patentinin Türkiye’de başından beri geçersiz olduğu kabul edilmesi üzerine hakların yeniden tesisi talebinde bulunulmuş, ancak söz konusu talep kabul edilmemiştir. Patent sahibi YİDD’ye itiraz etmiştir. YİDD Kurulu kararında SMK m.107(2)’de, patent başvurusu veya patent sahibi tarafından, patent başvurusu veya patentle ilgili işlemlerde şartların gerektirdiği özen gösterilmesine rağmen, uyulması gereken bir süreye uyulamamasının patent başvurusunun reddine, geri çekilmiş sayılmasına, 99 uncu madde uyarınca patentin hükümsüz kılınmasına veya diğer herhangi bir hakkın kaybına yol açması hâlinde, hakların yeniden tesisi talep edilebileceğini, dolayısıyla, anılan madde hükmünün uygulanabilmesi için, Türkiye’de geçerli bir patent başvurusunun veya patentin sahibinin olması ve bir hak kaybının oluşması gerekmekte olduğunu belirtmiştir. Kurul özetle şu argümanları ifade etmiştir:

Avrupa Patentlerinin Verilmesi İle İlgili Avrupa Patent Sözleşmesinin (EPC) Türkiye’ de Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmeliğin 12nci maddesinin son fıkrası uyarınca Türkçe çevirinin, Kuruma öngörülen süre içerisinde verilmemesi veya ücretinin ödenmemesi halinde, Avrupa patenti Türkiye’de başından beri geçersiz kabul edildiğinden, anılan patentin Türkiye’de verilen bir ulusal patent olarak kabul edilmesinin, Avrupa patentinin verildiğine ilişkin ilanın yapıldığı tarihten itibaren gerekli işlemlerin yasal süreler içinde yerine getirilmesi kaydıyla mümkün olacağı açıkça anlaşılmaktadır.

Bu durumda, Avrupa Patentinin verildiğinin ilan edildiği tarihten itibaren üç ay içinde Kurumumuza Avrupa Patenti Fasikülünün Türkçe Çevirisi sunulmadığından ve yine bu süre içinde ek süre talebinde de bulunulmadığından hareketle, söz konusu Avrupa Patentinin “ulusal patent” statüsü kazanmamış olduğu ve Türkiye’de başından beri geçersiz olacağı hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

Yukarıda belirtilen tüm hususlar ışığında, anılan Avrupa Patentinin validasyonun süresinde yapılmamış olması durumunda anılan patent için Türkiye’de hakların oluşmayacağı, validasyonun süresi içinde yapılması gerekliliği, başvuru işlemleri süresince Türkiye’nin belirtilmiş ülkeler arasında bulunmasının yeterli olmadığı, bu sebeple de “ulusal patent” statüsü kazanmamış bir Avrupa Patentinin 6769 sayılı Kanunun 107 nci maddesi hükmü kapsamına girmediği ve hakların yeniden tesisi talebinin işleme alınamayacağına ilişkin Kurum kararı yerinde görülmüş ve patent sahibinin talebi reddedilmiştir.

Kurulun ret kararına karşı Ankara Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi nezdinde açılan davada Mahkeme patent sahibinin lehine karar vermiş ve Kurul kararının iptaline hükmetmiştir. Gerekçeli kararda mahkeme, Avrupa Patent Sözleşmesinin (EPC) ve özellikle 64, 66[53] ve 67. maddelerinin üstünlüğüne atıfta bulunmuş ve uluslararası başvuru/patent statüsünün bir ulusal başvuru / patent olarak alınmasına ilişkin uluslararası hükümlerin Kurul tarafından eksik değerlendirildiği sonucuna varmıştır. Karar hâlihazırda temyiz aşamasındadır.[54]

Kurum Tarafından Yapılan Hataların Düzeltilmesi

Kurum tarafından yapılmış bir hata varsa ve başvuru sahibi bunu düzelttirmek istiyorsa bu talep de bir bilgi düzeltme talebi olarak gönderilebilir. Örneğin başvuru dilekçesindeki başvuru sahibi ya da buluş sahibi bilgisinin vb. sisteme yanlış aktarılması söz konusuysa, hata TÜRKPATENT’ten kaynaklandığı için “Bilgi Düzeltme” talebi yapılmalıdır.

TÜRKPATENT’in patent veya faydalı model başvurusunun ya da belgesinin SMK’da belirtilen şartları karşılamamasına rağmen hatalı olarak başvurunun veya belgenin işlemlerine devam etmesi söz konusuysa ve bu durum itiraz üzerine ya da resen tespit edilirse, hatalı işlem ile devamındaki işlemler iptal edilerek işlemlere hatanın yapıldığı aşamadan devam edilir.[55]

Burada hatalı işlemden kasıt Kurumun verdiği bir kararın yanlış olduğuyla, örneğin uzmanın buluş basamağını yanlış değerlendirdiğiyle ilgili değildir. Bu tür itirazlar Kurum kararlarına itiraz olarak SMK m.100 kapsamında YİDD’ye yapılmalıdır.

Hatalı işleme bir örnek verelim: 2017/13652 nolu başvuruda EPATS kaynaklı bir sorun nedeniyle 17/01/2020 tarihli evrak ekleri görünmediğinden itiraz olmadığı düşünülerek rapor olumsuz düzenlenmiş ve başvuru reddedilmiştir. Ancak Kurum Bilgi İşlem Dairesince sorunun çözülmesinin ardından evraklar görüntülenebilmiş ve önceki yazı geçersiz kılınarak itiraz ışığında yeniden rapor düzenlenmiştir.

Başvuru sahibinin araştırma öncesi patentten faydalı modele dönüşüm talebinde bulunduğunu farz edelim. Bu işlemin dosya uzmanı tarafından sehven atlandığını ve araştırma uzmanının patent başvurusuna yönelik araştırma yaptığını varsayalım. Bu durumda patente ait araştırma raporu geçersiz kılınarak dönüşüm sonrası faydalı model olan başvuruya araştırma raporu düzenlenir.

Bir hatalı işlem Patent Dairesi tarafından başvuru işlemleri sırasında tespit edilememişse ve YİDD’ye itiraz sırasında durum ortaya çıkmışsa YİDD Kurulu önemli ve ağır usul hataları ile Patent Dairesinin resen incelemesi gereken hususları, taleple ve gerekçeyle bağlı olmaksızın, resen dikkate alabilir.[56] Yine Kurul, esas hakkında sağlıklı ve eksiksiz bir inceleme ve değerlendirme yapılmasını engelleyen ya da nihai karar verilmesini ve uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasını ciddi derecede etkileyen bir usul hatası veya eksiklik bulunması durumunda, gerekçelerini belirtmek suretiyle dosyanın Patent Dairesine gönderilmesine de karar verebilir.[57]

YİDD Kurulunun yaptığı bir hata söz konusu ise, Kurul kararının tarafı olan kişiler, gerekçelerini yazılı olarak belirtmek suretiyle karardaki maddi hataların düzeltilmesini isteyebilir. Kurul, herhangi bir talep olmaksızın maddi hata tespit etmesi halinde, maddi hataları resen düzeltir.[58]

Nadiren de olsa bazen sisteme yüklenen PDF dosyalarında standarttaki uyumsuzluklar nedeniyle bozukluk meydana gelmekte ya da bozuk bir dosya sisteme yüklenmektedir. Bu tür bir durumda hata Kurumdan kaynaklanıyorsa Bilgi İşlem Dairesi dosyanın çalışır durumdaki ilk haline ulaşacaktır ve herhangi bir hak kaybı yaşanmadan dosya kurtarılacaktır. Ancak hata başvuru sahibinden kaynaklanıyorsa (örn. yüklenen evrak bozuksa) sağlam dosyanın yeniden yüklenmesi talebi yalnızca belli şartlar altında kabul edilebilir. Örneğin bozuk dosya başvuru esnasında yüklenen tarifname ise dosyanın yeniden yüklenmesi mümkün değildir. Zira SMK m.103(1)’de “başvurunun ilk halinin kapsamını aşmamak şartıyla” ifadesi bulunmaktadır. Söz konusu hata aynı gün içinde düzeltilse bile başvurunun ilk halinin kapsamı aşılmış olacaktır. Böyle bir durumda mevcut başvuruyu geri çekip (bu başvuru zaten işleme alınmaz ama yine de işinizi sağlama almak için geri çekme talebinde bulunmakta fayda vardır) hemen yeni bir başvuru yapmak daha iyi olacaktır.

Bozuk dosya bir araştırma/inceleme talebiyse ve talep için hala süre varsa yeni bir talep yapılabilir.

2019/17464 nolu başvuruda başvurunun ilk haliyle gelen evraklar eksik görüntülenebilmiş, Bilgi İşlem Dairesinin incelemesiyle eksik evrakların aslında başvuru sahibince yüklendiği ancak sistemden kaynaklı sorunlar nedeniyle görülemediği anlaşılmıştır. Evraklara ulaşılıp başvurunun işlemleri aksamadan devam ettirilmiştir.

SONSÖZ

Görüldüğü üzere bir başvuru esnasında çok sayıda ve farklı türde hata meydana gelebilmektedir. Her hatanın kendine özgü koşulları olabileceğinden, yapacağınız hata düzeltme talebinin anlaşıldığından emin olmak için talebinizle birlikte detaylı bir açıklama yazmanız yararınıza olacaktır.

Ayrıca EPATS’ta bir işlem yaptıktan sonra yaptığınız işlemi tekrar kontrol etmenizde büyük fayda vardır. Yanlış dosyayı yüklemiş olabilirsiniz, talebi ya da ücreti yanlış başlık altında yapmış olabilirsiniz. Eğer yapılan hatayı uzman süresi içinde göremezse, süreyi kaçırdığınız için düzeltme yapma imkânınız da olmayabilir. Özellikle kabul edilip edilmeyeceğinden emin olamadığınız taleplerle ilgili vakit kaybetmeksizin ilgili uzmanla görüşmenizde fayda vardır.


Mustafa Güney ÇALIŞKAN

guneycaliskan@gmail.com

Şubat 2022

DİPNOTLAR

[1] Obvious mistakes.

[2] 6769 SMK, m.103(3).

[3] 6769 SMK Yönetmelik, m.109(1). Bu madddenin EPC ve PCT’deki karşılıkları şunlardır:

EPC Yönetmelik m.139: “Correction of errors in documents filed with the European Patent Office

Linguistic errors, errors of transcription and mistakes in any document filed with the European Patent Office may be corrected on request. However, if the request for such correction concerns the description, claims or drawings, the correction must be obvious in the sense that it is immediately evident that nothing else would have been intended than what is offered as the correction.”

PCT Yönetmelik m.91:

91.1    Rectification of Obvious Mistakes

(a)  An obvious mistake in the international application or another document submitted by the applicant may be rectified in accordance with this Rule if the applicant so requests.

(c)  The competent authority shall authorize the rectification under this Rule of a mistake if, and only if, it is obvious to the competent authority that, as at the applicable date under paragraph (f), something else was intended than what appears in the document concerned and that nothing else could have been intended than the proposed rectification.

[4] 6769 SMK, m.146.

[5] Kaynak: TÜRKPATENT veritabanı. “Şekli eksiklik giderme” vb. taleplerin de bazen “hata düzeltme talebi” olarak işlendiği gözlendiğinden, reddedilen taleplerin oranının biraz daha yüksek olması muhtemeldir.

[6] 6769 SMK m.90(5); Yönetmelik m.82(3).

[7] 6769 SMK Yönetmelik m.82(5).

[8] 6769 SMK m.146(1).

[9] Kişi Numarası, Adres, Unvan ve Tür İşlemleri Hakkında (10.02.2021),

https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/allAnouncement/anouncementDetail?newsId=1376

[10] Ayrıca bkz: EPO Guidelines for Examination, Part H – Chapter VI – 2.1 Admissibility, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/guidelines/e/h_vi_2_1.htm : The request has to be made without undue delay after the error is discovered & EPO BoA, T 2058 / 18.

[11] 6769 SMK m.94(1).

[12] 6769 SMK m.94(1).

[13] EPO BoA, J 0011/18.

[14] 6769 SMK Yönetmelik m.84(6).

[15] 6769 SMK, m.105(1). Aynı yönde: EPO BoA J 0025/03, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/j030025ex1.html

[16] 6769 SMK, m.105(4).

[17] EPO BoA, T 0317/19, Reasons for the Decision 2.4.3, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t190317eu1.html

[18] EPO BoA, T 0610/11, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t110610eu1.html

[19] EPO EBoA, G 0001/12, Entscheidungsgründe 37, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/g120001dp1.html

[20] EPO BoA, T 0317/19, Reasons for the Decision 2.4.3, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t190317eu1.html

[21] TÜRK PATENT VE MARKA KURUMU PATENT DAİRESİ BAŞKANLIĞI HİZMET STANDARTLARI TABLOSU, https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/resources/temp/9FC14EE0-3FBF-46C1-8BF4-D93AB2FF55AD.pdf ; Bazı durumlarda hizmet standartlarının da yerine getirilememesi söz konusu olabilmektedir.

[22] Kişi Numarası, Adres, Unvan ve Tür İşlemleri Hakkında (10.02.2021),

https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/allAnouncement/anouncementDetail?newsId=1376

[23] 6769 SMK Yönetmelik m.97(8).

[24] 6769 SMK Yönetmelik m.75(1)(a).

[25] 6769 SMK Yönetmelik m.131(5).

[26] 6769 SMK m.107(1).

[27] 6769 SMK Yönetmelik m.114(2).

[28] 6769 SMK Yönetmelik m.114(3).

[29] 6769 SMK Yönetmelik m.114(4).

[30] 6769 SMK Yönetmelik m.114(5).

[31] 6769 SMK Yönetmelik m.114(6).

[32] 6769 SMK Yönetmelik m.115(2).

[33] 6769 SMK m.107(2). Bu maddenin EPC’deki karşılık m.122’dir.

[34] 6769 SMK m.98(6).

[35] 6769 SMK Yönetmelik m.115(2).

[36] 6769 SMK Yönetmelik m.115(5).

[37] 6769 SMK Yönetmelik m.115(6).

[38] 6769 SMK m.95(2) ve 143(2) ile Yönetmelik m.72(1) ve 72(3)’teki sürelere uyulmaması durumunda

[39] 6769 SMK m.94(1) ile Yönetmelik m.84(1)’deki sürelere uyulmaması durumunda

[40] 6769 SMK m.94(1) ile Yönetmelik m.84(1)’deki sürelere uyulmaması durumunda

[41] 6769 SMK m.95(2) ve 143(2) ile Yönetmelik m.72(2), 72(3) ve 73(3)’teki sürelere uyulmaması durumunda

[42] 6769 SMK m.95(4) ve 143(4) ile Yönetmelik m.96(2) ve 119(2)’deki sürelere uyulmaması durumunda

[43] 6769 SMK m.96(3) ve 143(7) ile Yönetmelik m.99(1) ve 120(14)’teki sürelere uyulmaması durumunda

[44] 6769 SMK m.101(4) ile Yönetmelik m.106(4)’teki sürelere uyulmaması durumunda

[45] 6769 SMK m.98(6) ile Yönetmelik m.103(4)’teki sürelere uyulmaması durumunda

[46] 6769 SMK m.143(10)’daki süreye uyulmaması durumunda

[47] 6769 SMK m.99(6) ile Yönetmelik m.105(6)’daki sürelere uyulmaması durumunda

[48] 6769 SMK m.123(9) ile Yönetmelik m.86(4)’teki sürelere uyulmaması durumunda

[49] 6769 SMK Yönetmelik m.106(1).

[50] 6769 SMK Yönetmelik m.106(2).

[51] 6769 SMK Yönetmelik m.106(3).

[52] 6769 SMK Yönetmelik m.106(4).

[53] Başvuru tarihine hak kazanmış bir Avrupa patenti başvurusu, belirlenmiş üye devlette, usulüne uygun yapılmış bir ulusal başvuruya eşittir.

[54] Hakların Yeniden Tesisi İçin Emsal Mahkeme Kararı, https://prosecution.deris.com/tr/kutuphane/patent/haklarin-yeniden-tesisi-icin-emsal-mahkeme-karari

[55] 6769 SMK m.108.

[56] YİDD Kurulları Yönetmeliği, m.6(2).

[57] YİDD Kurulları Yönetmeliği, m.6(4).

[58] YİDD Kurulları Yönetmeliği, m.8(1).

Patent Belgesi Almak Üzereyken Başvurunun Reddedilmesi

UYARI: Bu yazıdaki değerlendirmeler yazarın kişisel görüşlerini yansıtır ve hiçbir şekilde TÜRKPATENT’in resmi görüşünü ya da uzmanlarının başvurularla ilgili değerlendirmelerini temsil etmez. Yazı yalnızca bilgi amaçlı olup yasal tavsiye niteliği taşımaz.  Bu yazının içeriğinin bir sonucu olarak herhangi bir işlem yapmadan veya herhangi bir işlemden kaçınmadan önce profesyonel hukuki tavsiye alınmalıdır. Yazarın verilen bir örnek üzerindeki değerlendirmesi yalnızca o örneğin spesifik koşullarına bağlıdır. Bir başka durum için yazarın alacağı kararlarda bağlayıcılığı yoktur.

GİRİŞ

Bilindiği üzere bir buluş için patent belgesi almak genellikle yıllarca sürer, zira patent süreci çeşitli aşamalardan oluşur ve hangi aşamanın ne kadar süreceği ve patent belgesinin ne zaman alınacağı tahmin edilemeyebilir. Hal böyleyken patent sürecinde olumlu rapor alınarak son aşamaya kadar gelmiş başvurularda istenen değişikliklerin yerine getirilmemesi nedeniyle başvurunun geri çekilmiş sayıldığı pek çok örnekle karşılaşılmaktadır.

Bu yazı başvuru sahiplerinin emek, para ve zaman harcayarak belge aşamasına getirdikleri bir patent başvurunu son aşamada kaybetmemeleri için tavsiye niteliğinde kaleme alınmıştır.

MEVZUAT

SMK’ya göre bir patent başvurusu için olumlu inceleme raporu düzenlenecekse, ancak belge alabilmek için bazı düzeltmeler gerekiyorsa uzman istenen değişiklikleri raporun görüşler kısmında belirtecektir. Bu durumda “bildirim tarihinden itibaren iki ay içinde değişikliklerin yapılması istenir. Yapılan değişikliklerin kabul edilmesi hâlinde patentin verilmesine karar verilir, bu durum başvuru sahibine bildirilir, bu karar ve patent Bültende yayımlanır. Değişikliklerin yapılmaması veya yapılan değişikliklerin Kurum tarafından kabul edilmemesi hâlinde başvuru geri çekilmiş sayılır.”[1]

Faydalı model için de araştırma raporu olumluysa “Yapılan değerlendirme sonucunda faydalı modelin verilebilmesi için değişiklik yapılmasının gerekli olduğu durumda bildirim tarihinden itibaren iki ay içinde değişikliklerin yapılması istenir. Yapılan değişikliklerin kabul edilmesi hâlinde faydalı model verilmesine karar verilir, bu durum başvuru sahibine bildirilir, bu karar ve faydalı model Bültende yayımlanır. Değişikliklerin yapılmaması veya yapılan değişikliklerin Kurum tarafından kabul edilmemesi hâlinde başvuru geri çekilmiş sayılır.”[2]

Görüleceği üzere mevzuat açık kapı bırakmaksızın, net bir şekilde değişikliklerin yapılmadığı veya kabul edilmediği durumlarda başvurunun geri çekilmiş sayılacağını hükmetmektedir. Bu nedenle uzmanın inisiyatif kullanarak resen başvuruda düzeltme yapması ya da verilen süreyi uzatması mümkün değildir.

Uzmanın başvuru sahibine iki aylık süre içinde bir hatırlatma göndermek gibi bir yükümlülüğü de yoktur. Zira uzman başvuru sahibinin ne tür bir stratejiyle hareket ettiğini bilemez, belki başvuru sahibi artık bu buluş konusunda patent belgesi alma fikrinden vazgeçmiş olabilir. Örneğin istenen koruma kapsamı elde edilememiş olabilir, patentin getirisinin hedeflenenin altında olacağı öngörülmüş olabilir, başvurunun bir başka patentin koruma kapsamıyla örtüşmesi söz konusu olabilir ya da daha önce bilinmeyen bir öldürücü doküman fark edilmiş olabilir. Bu tür nedenler belge aşamasında başvuru sahibinin başvurudan vazgeçmesine neden olmuş olabilir. Bu sebeple eğer başvuru sahibi patent belgesi almayı istiyorsa yazışmaları iyi takip ederek iki aylık süreyi kaçırmadan gerekli değişikliklerin yapıldığına emin olmalıdır. Bunun için gecikmeden gerekiyorsa araştırma uzmanı aranarak düzeltmenin yerinde olup olmadığının sorulmasında fayda vardır.

SMK bu yönüyle Avrupa Patent Sözleşmesinden (EPC) farklıdır. EPC’de uzman Avrupa patentini vermeye karar vermeden önce, başvuru sahibine, patent vermeyi amaçladığı metin ve ilgili bibliyografik veriler hakkında bildirimde bulunur ve dört ay içinde, ilgili ücreti ödemeye ve istemlerin tercümesini sunmaya davet eder.[3] (Uzman gönderdiği tarifname takımı metninde yaptığı basit düzeltmeleri metin üzerinde elle çizerek gösterir.[4] Kapsamlı değişiklik yapılacaksa başvuru sahibiyle iletişime geçilir) Başvuru sahibi istenen ücretleri ve çevirileri süresi içinde sunarsa metni de kabul etmiş sayılır. Eğer önerilen metni kabul etmiyorsa gerekçeleriyle bunu bildirir ve kendi önerisini sunar. Görüldüğü üzere EPC’de belge aşamasındaki düzeltmeyi uzman yapmaktayken, SMK’da bu yükümlülük başvuru sahibine verilmiştir. Bu bakımdan başvuru sahipleri (istenen düzeltmenin çok basit ya da önemsiz görünüp görünmemesine bakmaksızın) resmi bir Kurumdan gönderilen yazıyı dikkatlice ele alarak süresi içinde istenen düzeltmeyi yerine getirmelidir. Aksi takdirde, Kanun gereği, belge olacak bir başvurunun tümden kaybedilmesi söz konusu olacaktır.

FIFA Arap Kupasında Mısırlı oyuncunun son dakikada kendi kalesine attığı golün ardından yaşanan tepkiler[5] ©Getty Images

ÖRNEK

Şimdi kurmaca bir örnek verelim. TÜRKPATENT uzmanı patent başvurunuza olumlu bir araştırma raporu düzenledi ve görüşler kısmında sizden bazı değişiklikler istedi. Siz de süresi içinde ücretini yatırarak inceleme talebinde bulundunuz, ancak araştırma raporunun görüşler kısmında düzeltilmesi istenen hususları dikkate almadınız. Uzman olumlu inceleme raporunu düzenlerken araştırma raporunda düzeltilmesini istediği hususları görüşler kısmına yeniden yazacaktır. Üstyazı olarak da aşağıdakine benzer bir metin tarafınıza gönderilir (vurgu eklenmiştir):

“İlgide kayıtlı başvurunuzla ilgili olarak Kurumumuz tarafından düzenlenen İnceleme Raporu ilişikte gönderilmektedir.

Anılan başvurunuza ait inceleme raporu değerlendirilmiş olup, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun 98 inci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca başvurunuza patent verilebilmesi için söz konusu raporda belirtilen gerekli değişikliklerin yapılarak yeniden düzenlenecek evrakın bildirim tarihinden itibaren iki ay içinde Kurumumuza gönderilmesi gerekmektedir.

Yapılan değişikliklerin kabul edilmesi hâlinde patentin verilmesine ilişkin karar tarafınıza bildirilecektir. Anılan süre içinde değişikliklerin yapılmaması veya yapılan değişikliklerin Kurum tarafından kabul edilmemesi hâlinde başvurunuz geri çekilmiş sayılacaktır…”

Bu aşamada beş değişik durum meydana gelebilir:

  1. Yazıya cevap verilmemesi
  2. İstenilen değişikliklerin süresi içinde yapılmaması (örneğin düzeltmenin iki ay üç gün sonra gönderilmesi)
  3. İstenilen değişikliklerin tam olarak yerine getirilmemesi (örneğin değişikliklerin bir kısmının süresi içinde yapılmış olmasına rağmen iki aylık süre dolduktan sonra hala düzeltilmeyen kısımların bulunması)
  4. Yapılan değişikliklerin kabul edilmemesi (örneğin yapılan değişikliğin kapsam aşımına yol açması ya da bir istemin patentlenebilir olmayan konular kapsamına girecek şekilde değiştirilmesi ya da istenen değişiklikler dışında başka değişiklikler de yapılması)
  5. İstenilen tüm değişikliklerin süresi içinde yapılması (bu durumda patentin verilmesine karar verilir, durum başvuru sahibine bildirilir ve bu karar ve patent Bültende yayımlanır)

Eğer yukarıdaki (1) ve (2) nolu durumlar söz konusuysa ve sürenin kaçırılması elinizde olmayan sebeplerden ötürü olduysa hakların yeniden tesisi talebinde bulunabilirsiniz. Zira (1) ve (2) nolu durumlarda uyulması gereken bir süreye uyulamamasının patent başvurusunun geri çekilmiş sayılmasına neden olması söz konusu olduğu için SMK m.107(2) kapsamında hakların yeniden tesisi talebinde bulunulabilir. Ancak bunun için:

  • Hakların yeniden tesisi ile ilgili sürelere uygun olarak talep yapılmış olmalı, (Hakların yeniden tesisi talebi, eki olan ispat belgelerinin tarihlerine göre, uyulamamış olan sürenin bitiş tarihinden itibaren bir yıl içinde ve sebebin sona erdiği tarihten itibaren iki ay içinde olmalıdır) 
  • Hakların yeniden tesisi ücreti (2022 yılı için 3550 TL) ödenmeli ve
  • Hakların yeniden tesisine ilişkin ispat belgesi sunulmalıdır.

Hakların yeniden tesisi talepleri TÜRKPATENT’te yukarıdaki kriterlere göre sıkı bir şekilde incelenmektedir. Eğer süreye uyulamama nedeni kanıtlarıyla uygun şekilde ispatlanmazsa söz konusu talep kabul edilmeyecektir.

Yukarıdaki (3) ve (4) nolu durumlarda kaçırılan bir süre olmadığından hakların yeniden tesisi talebi bu durumlar için yapılamamaktadır. Bu iki durumda yapılan değişiklikler kabul edilmediği için başvuru geri çekildiğinden geriye kalan tek seçenek olarak SMK m.100 kapsamında geri çekilme kararının bildirim tarihinden itibaren iki ay içinde YİDD’ye itirazda bulunulabilir. Örneğin yaptığınız değişikliğin kabul edilebilir olduğunu düşünüyorsanız gerekçeleriyle bunu itirazınızda dile getirebilirsiniz. Ancak başvuru sahibinin istenen değişikliği gereksiz ya da önemsiz bulduğu için süresi içinde cevap vermeyip ardından alınan red kararını YİDD’ye götürmesi tavsiye edilmez, zira başvuru sahibinin böyle bir iddiası varsa bunu iki aylık süresi içinde uzmana yapmasında fayda vardır. Uzman bunu değerlendirip belki fikrini değiştirebilir ya da ortak bir noktada uzlaşılabilir. (Böyle bir itiraz yapılacaksa sürecin sıkı şekilde takip edilmesi tavsiye edilir, itirazdan vazgeçilmesi durumunda iki aylık süre dolmadan değişikliklerin yapılabilmesi önem arz eder) Bu yapılmadan YİDD’ye itiraz edilmesi süreci gereksiz uzatabileceği gibi olumsuz sonuca da neden olabilir.

SONUÇ

Eğer uzmanın sizden bazı düzeltmeler istediği olumlu bir rapor aldıysanız ve belge almak istiyorsanız verilen iki aylık sürenin başında gerekli düzeltmeleri yapınız. Mümkünse öncesinde uzmanla iletişime geçerek düzeltmelerin kabul edilebilir olup olmadığını kontrol ettiriniz. Zira iş yoğunluğu nedeniyle uzmanın sizin gönderdiğiniz düzeltme metnini iki aylık süre içinde değerlendirmesi çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bu da olumsuz bir duruma müdahale etme şansınızı ortadan kaldıracaktır.

Örneğin istenen düzeltmeleri ilk haftanın sonunda gönderdiniz ve uzmana ulaşıp düzeltmenin uygun olup olmadığını sordunuz. Uzman da değişiklikleri yeterli bulmadı ya da kabul etmedi. Bu durumda iki aylık süre dolmadan yeniden tarifname/istem değişikliği talebinde bulunarak istenen düzeltmeyi tam olarak yerine getirebilirsiniz. Başvurunuz bu son değişiklik metni ile belge olur. Bu bakımdan süreci hızlı bir şekilde tamamlamak ve uzmanla iletişimde olmak büyük fayda sağlayacaktır.

Mustafa Güney ÇALIŞKAN

Ocak 2022

guneycaliskan@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] 6769 SMK, m.98(6) ve Yönetmelik, m.103(4).

[2] 6769 SMK, m.143(10).

[3] EPC Yönetmelik m.71(3).

[4] Basit düzeltmelere örnekler için bkz: EPO Guidelines for Examination, Part C – Chapter V – 1.1 Text for approval, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/guidelines/e/c_v_1_1.htm

[5] Last-minute own goal puts Tunisia into FIFA Arab Cup final, Michael Houston, 15 December 2021, https://www.insidethegames.biz/articles/1116868/fifa-arab-cup-football-semi-finals

Minimum Unsurlarla Patent Başvurusu Yapılması ve Başvuru Unsurlarının Sonradan Tamamlanması

UYARI: Bu yazıdaki değerlendirmeler yazarın kişisel görüşlerini yansıtır ve hiçbir şekilde TÜRKPATENT’in resmi görüşünü ya da uzmanlarının başvurularla ilgili değerlendirmelerini temsil etmez. Yazı yalnızca bilgi amaçlı olup yasal tavsiye niteliği taşımaz.  Bu yazının içeriğinin bir sonucu olarak herhangi bir işlem yapmadan veya herhangi bir işlemden kaçınmadan önce profesyonel hukuki tavsiye alınmalıdır. Yazarın verilen bir örnek üzerindeki değerlendirmesi yalnızca o örneğin spesifik koşullarına bağlıdır. Bir başka durum için yazarın alacağı kararlarda bağlayıcılığı yoktur.

Bu yazıda TÜRKPATENT’e minimum unsurlarla (asgari gereklilik ile) bir patent başvurusunun nasıl yapılacağı ve eksik unsurların nasıl tamamlanacağı örnekler üzerinden açıklanacaktır.

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun (SMK) amaçlarından biri patent verilme süreçlerinin basitleştirilmesi ve kısaltılmasıdır. Bu amaca uygun olması bakımından Türkiye’nin 2000 yılında imzaladığı Patent Kanunu Antlaşmasında (PLT) bulunan bazı hükümler[1] SMK ile patent mevzuatımıza girmiştir.

Bilindiği üzere patent başvuru sahibi açısından başvuru tarihinin bir an önce alınabilmesi büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle, SMK’da başvuru tarihinin kesinleşmesi için bulunması gereken şartlar minimum seviyede tutulmuştur.[2] Mülga 551 sayılı KHK’ya göre buluşlara patent verilebilmesi için, aşağıda belirtilen unsurlar ile başvuruda bulunmak şarttı[3]:

a – Başvuru dilekçesi;

b – Tarifname;

c – İstemler;

d – (varsa) Resimler;

e – Özet;

f – Başvuru ücreti dekontu.

Buna göre yukarıda sayılan (a-d) unsurlarının sunulduğu tarih başvuru tarihi olarak kabul edilmekteydi.[4] Ayrıca buluş konusunun kısmen veya tamamen değiştirilmesi halinde, başvuru tarihi değişikliğin yapıldığı tarih olarak değiştirilebiliyordu.[5]

SMK ile birlikte ise aşağıdaki unsurların tamamının Kuruma verildiği tarih itibarıyla patent başvuru tarihi kesinleşmekte ve başvuru işleme alınmaktadır[6]:

a) Patent verilmesi talebi.

b) Başvuru sahibinin kimlik ve iletişim bilgileri.

c) Türkçe veya kabul edilen yabancı dillerden biri ile yazılmış tarifname veya önceki bir başvuruya yapılan atıf.

Görüldüğü üzere, istemler, resimler ve özet gönderilmeden, yalnızca tarifname (ve başvuru sahibinin kimlik ve iletişim bilgilerini içeren patent verilmesi talebi dilekçesi) ile başvuru tarihi alınabilmektedir. Buna minimum unsurlarla yapılan başvuru (asgari gereklilik ile başvuru) denilmektedir.

Ancak Kuruma verildiği tarihte tarifname, patent verilmesi talebi veya kimlik ve iletişim bilgileri bulunmuyorsa başvuru işleme alınmaz[7] ve bu durum talep sahibine bildirilir. Bu unsurların sonradan tamamlanması mümkün değildir.[8] Böyle bir durumda yeni bir başvuru yapılmalıdır. Talep bir başvuru olarak işleme alınmadığı için rüçhan hakkı da doğurmayacaktır. Talep edildiği takdirde işleme alınmadığı bildirilen başvurularda başvuru ücreti iade edilebilir.

Örneğin başvuru dilekçesi, istemler, özet ve resimler bulunan bir başvuru yapıldığını farz edelim. Bu durumda tarifname bulunmadığı için talep işleme alınmayacak ve başvuru sahibinin yeni bir başvuru yapması gerekecektir. Bir başka örnekte başvuru yapılırken tarifname yerine yanlışlıkla istemler mükerrer olarak yüklenmiş olsun. Bu durumda başvurunun bir tarifnamesi bulunmadığı için talep işleme alınmayacaktır. Zira SMK m.90(3)’e göre yapılan bir başvuruda tarifname mutlaka bulunmalıdır. İki ay içinde yapılacak başvuru unsurlarını tamamlama talebi sırasında yeni bir tarifname gönderilmesi mümkün değildir.[9]

6769 SMK’ya göre bir patent başvurusu:

a) Başvuru formunu,

b) Tarifnameyi,

c) İstemleri,

ç) (varsa) Resimleri,

d) Özeti,

e) Başvuru ücreti dekontunu kapsamalıdır.[10]

Bu yazıda “tarifname takımı” ifadesi tarifname, istemler, özet ve resimleri kapsayacak şekilde kullanılacaktır. Minimum unsurlarla yapılan bir başvurudan itibaren iki ay içinde yukarıdaki listeye (a-e) uygun şekilde eksiklikler giderilmelidir. Aksi takdirde, başvuru geri çekilmiş sayılır.[11] Bu eksiklik giderme işlemine “başvuru unsurlarının tamamlanması” denmektedir. Örneğin sadece başvuru formu, dekont ve tarifnameyle yapılan bir başvuru sonrası iki ay içinde istemler, resimler ve özet gönderilmelidir. Ya da başvuru formu, dekont ve İngilizce tarifname ile yapılan bir başvuru sonrası iki ay içinde Türkçe tarifname takımı sunulmalıdır. Başvuru formunda eksik bilgiler varsa ya da başvuru ücreti dekontu sunulmamışsa bunlar da iki ay içinde tamamlanmalıdır.[12] Eksikliklerin giderilmesi tamamen başvuru sahibinin sorumluluğunda olup Kurumdan eksikliklerle ilgili bir bildirim yapılması beklenmemelidir.[13]

Minimum unsurlar tamamlanırken esas olan, başvurudan itibaren iki ayın sonunda bütün eksik unsurların tamamlanmış olmasıdır. Bu bakımdan eksikliklerin bir defada tamamlanması zorunlu değildir. Örneğin eksik olan dekont iki hafta sonra, istemler birinci ayın sonunda, resimler de ikinci ayın sonunda ayrı ayrı sunulabilir.

Mevzuata göre çeviriler sunulacaksa, Türkçe çevirilerin yabancı dilde verilen metin ile aynı olduğuna dair beyan[14] da sunulmalıdır. Ancak EPATS sisteminden yüklenen evraklara ait üstyazı formunun başında matbu olarak “Ekte sunulan belgelerin aslına uygun olduğunu kabul ve beyan ederim.” cümlesi bulunduğu için ayrıca bir beyan gönderilmesine gerek yoktur. Ancak seçilen formun bu yazıyı içerdiğinden emin olunmalıdır.

Başvuru sırasında önceki bir başvuruya atıf yapılması durumunda önceki başvurunun başvuru tarihi, başvuru numarası ve hangi ülkede yapıldığı belirtilir. Önceki başvurunun tarifnamesinin ve varsa resimlerinin atıf yapılan kısımları da beyan edilir.[15] Atıf yapılan önceki başvurunun tarifname, istemler, özet ve varsa resimlerini içeren onaylı bir sureti ve onaylı suretin yabancı dilde olması durumunda Türkçe çevirisi herhangi bir bildirime gerek olmaksızın başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde Kuruma sunulmalıdır. Atıf yapılırken önceki başvurunun bazı resimlerine veya kısımlarına atıfta bulunulmaması halinde sonradan tamamlanan tarifname, atıfta bulunulan başvurunun tarifnamesinden atıfta bulunulmayan resimlerle veya kısımlarla ilgili referanslar ve açıklamalar çıkarılarak düzenlenmelidir.[16]

Atıf yapılan önceki başvuru bir patent ya da faydalı model başvurusu olmalıdır. Ancak bu başvuru, yeni başvuru için rüçhan olarak gösterilmek zorunda değildir.[17] Eğer rüçhan olarak gösterildiyse, tek bir kopya onaylı suret yeterlidir. Tarifname ve resimler dışında önceki başvurunun istemlerine de atıfta bulunulabilir.

EPATS sisteminde bir tarifname dosyası yüklenmeden işlem yapılamadığı için önceki bir başvuruya atıf yapılarak başvuru yapılmak isteniyorsa yazarın hazırladığı ancak resmi olmayan ve şuradan ulaşabileceğiniz atıf formunu doldurarak tarifname dosyası olarak sunabilirsiniz.

Minimum unsurlarla yapılan başvuruyu bir uçak bileti rezervasyonuna benzetebiliriz. Tarifnameyi Kuruma sunduğunuz tarihi Kurum size başvuru tarihi olarak rezerve eder ve iki aylık bir opsiyon süresi verir. Eğer bu süre içinde eksikleri tamamlamazsanız rezervasyonunuz iptal olur, bir başka deyişle başvuru tarihini kaybedersiniz. Yeniden bir başvuru yapmanız gerekir ve başvuru tarihiniz yeni başvurunuzun tarihi olur.

Minimum unsurlarla yapılan başvurular çok çeşitli şekilde gerçekleşebilir. Aşağıdaki tabloda bunlardan bazıları gösterilmiştir:

SMK m.90(3)’e göre tarifnamenin verilmesiyle başvuru tarihi kesinleşeceği için başvuru unsurları tamamlanırken tarifnamede, istemlerde ya da resimlerde başvurunun orijinaline göre kapsam aşımına yol açacak bir değişiklik yapılamaz.[18] Örneğin başvuru esnasında sadece tarifname verilmesi durumunda sonradan verilen istemlerde tarifname tarafından desteklenmeyen, tarifnamede bulunmayan özellikler bulunamaz. Bu yeni istemlerde yer alıp orijinal tarifnamede yer almayan teknik özellikler tarifnameye eklenemez.[19] Başvuru unsurları tamamlanırken kapsam aşan eklemeler yapılmak isteniyorsa yeni bir başvuru yapılmalıdır. SMK bu yönü ile EPC’den ayrılmaktadır. EPO’da minimum unsurlu bir başvurunun unsurları tamamlanırken kapsam aşımı yapılırsa, başvuru tarihi unsurların tamamlandığı tarih olarak değiştirilmektedir. (bkz. EPC Yön. m.55)

Bu bakımdan özet niteliğinde hazırlanmış kısa bir tarifnameyle minimum unsurlu başvuru yapılmamalıdır. Zira çok kısa bir tarifname sunarak sonrasında iki ay içinde tarifnameyi kapsamlı bir şekilde genişletmek mümkün değildir.[20] Örneğin, başvuru unsurları tamamlanırken tarifnameye kapsam aşımına yol açmayacak şekilde yazılmış aşağıda listelenen bilgiler eklenebilir:

  • Tekniğin bilinen durumu hakkında bilgi ve teknikte bilinen örnek dokümanlar[21]
  • Buluşun önceki tekniğe göre avantajları ve etkisi[22]
  • Sonradan eklenen resimlerde gösterilen referans numaraları

Ancak yukarıda sayılan bu eklemeler, yapılan eklemenin kapsamına bağlı olarak kabul edilmeyebilir. Her dosya kendi içinde değerlendirilmelidir.

Minimum unsurlarla başvuru yapılmasının temel amacı başvuru formatıyla vakit kaybetmeden elinizde mevcut olan bilgiyi en kısa sürede Kuruma sunarak başvuru tarihi almaktır. Bu bakımdan şöyle bir örnek verebiliriz: Nevresimlerinizi ve havlularınızı dolaba kaldıracaksınız ama şu anda vaktiniz yok, hepsini dolaba sığacak şekilde rasgele dolduruyorsunuz (bkz. şekil 1, soldaki görsel) Vaktiniz olduğunda geri dönüp hepsini düzgün bir biçimde katlayıp gruplayıp yerleştiriyorsunuz (bkz. şekil 1, sağdaki görsel). Ancak bunu yaparken dolaba yeni bir nevresim/havlu eklemiyorsunuz. Sadece size verilen sınırlar içinde (sepetler, düzenleyiciler) düzenleme yapıyorsunuz.

Şekil 1: Minimum unsurla yapılan başvuru (solda) ve başvuru unsurları tamamlandıktan sonra (sağda)

Ancak başvuru unsurları tamamlanırken bir odayı yeni mobilyalarla yeniden dekore eder gibi bir yaklaşımdan kaçınılmalıdır. (bkz. Şekil 2) Bu tür bir yaklaşım kapsam aşımına neden olacağı için kabul edilmeyecektir.

Şekil 2: Başvuru unsurları tamamlanırken daha önce sunulmayan kapsam aşıcı bilgi eklenmemelidir.

Bir başka analoji de şöyle olabilir: Yeni taşındığınız evin salonuna (tarifname) bütün kolileri yığdınız (Minimum unsurlu başvuru). Şu an kolileri açıp evi düzenlemeye vaktiniz olmadığı için öylece bırakıp otele gittiniz. Ertesi gün geldiğinizde, dışarıdan yeni bir eşya getirmeksizin, içinde mutfak eşyaları bulunan kolileri mutfağa (istemler), içinde yatak odası eşyaları bulunan kolileri yatak odasına (resimler) götürdünüz ve içindekileri ilgili yerlere yerleştirdiniz (Başvuru unsurlarının tamamlanması).

Şekil 3: Salonda (tarifname) kolilerin yığılmış olduğu evdeki eşyaları (minimum unsurlu başvuru), dışarıdan yeni bir eşya getirmeksizin ilgili odalara (istemler, resimler) yerleştirebilirsiniz. (Başvuru unsurlarının tamamlanması)

Örneğin akademik bir makale taslağı olarak ya da makale formatına benzer biçimde içinde şekiller ve makale bölümleri bulunan bir tarifnameyle minimum unsurlu bir başvuru yapıldığını farz edelim. İki ay içinde başvuru sahibi kapsam aşımına yol açmamak koşuluyla şunları yaparak başvuru unsurlarını tamamlayabilir:

  • Tarifnamedeki şekilleri resimler bölümüne taşımak
  • Orijinal tarifnamedeki bilgilere dayanarak istemleri oluşturmak
  • Tarifnameyi SMK Yönetmelik m.75(1)’de anlatılan formata uyumlu hale getirmek[23] (örn. tekniğin bilinen durumu hakkında bilgi ve teknikte bilinen örnek dokümanları tarifnameye eklemek)

Ancak yukarıda bahsettiğimiz “makale formatına benzer bir biçimde” yazdığınız tarifname başvuru yaptığınız tarihe göre 12 aydan daha eski bir tarihte yayınlanmış bir makalenize dayanıyorsa bu makalenin başvurunuzun patentlenebilirliğini ortadan kaldıracağı unutulmamalıdır.[24] Örneğin 2018/13910 nolu başvuruda tarifname olarak buluş sahibinin yazarları arasında bulunduğu ve başvurudan 15 ay önce yayınlanmış bir makale orijinal haliyle gönderilmiş, iki ay içinde bu makalenin içeriğine dayalı olarak oluşturulan tarifname, istemler, özet ve resimler sunularak başvuru unsurları tamamlanmıştır. Ancak araştırma aşamasında uzman aynı makaleyi kullanarak başvurunun yeni olmadığını ileri sürmüştür.

Yalnızca tarifname ile minimum unsurlu bir başvuru yaptığımızı ve iki aylık sürede diğer unsurları tamamlayamadığımızı farz edelim. Bu durumda, başvuru geri çekilmiş sayılır.[25] Henüz yayımlanmamış bir patent başvurusu geri çekilmiş sayıldığı takdirde aynı buluş konusu için yeni bir patent başvurusu yapılabilir.[26] Böyle bir durumda geri çekilen ilk başvurunuzu eksik kısımlarını tamamladıktan sonra yeniden başvuru yapabilirsiniz. Böylece başvuru tarihiniz yeni başvurunuzun tarihi olacaktır. İlk başvurunuzdaki tarifnamenin buluşunuzu kısmen ya da tamamen kapsadığını düşünüyorsanız, bu başvuruyu rüçhan göstererek ilk başvuru tarihinizi korumaya çalışabilirsiniz. Böylece ilk başvurudaki tarifnameden çıkarılabilen istemler ilk başvurunun efektif tarihine sahip olabilecektir.

EPATS Üzerinden Minimum Unsurlu Başvuru Yapılması

TÜRKPATENT EPATS sisteminde minimum unsurlarla (asgari gereklilik ile) başvuru yapmak için öncelikle EPATS “Benim Sayfam” ekranında “Yeni Başvuru” bölümünde başvuru türü (patent veya faydalı model) seçilerek “Git” butonuna basılır. Ardından gerekli bilgiler doldurulduktan sonra çıkan ekranda “Başvuru Şekli” kısmı “Asgari Gereklilik ile Başvuru” olarak seçilir. (bkz. Şekil 4) Asteriks (*) bulunan tüm bilgiler doldurulduktan sonra çıkan ekranda tarifname takımının ilgili bölümleri yüklenir.

İster minimum unsurla ister tam başvuru yapıyor olun, tarifnamenin doğru bir şekilde yüklendiğinden mutlaka emin olunuz. Aynı gün içinde bile olsa tarifnameyi diğer unsurlar gönderildikten sonra yüklemeyiniz, başvurunun ilk yapıldığı anda tarifnamenin de olduğundan emin olunuz. Diğer tarifname takımı unsurları sonradan tamamlanabilse bile tarifname sonradan tamamlanamaz. Başvuruyu yaptıktan sonra yüklenen dosyaları mutlaka kontrol ediniz.

Şekil 4: EPATS üzerinden minimum unsurlarla başvuru yapılması

Örnekler

Şimdi TÜRKPATENT’e minimum unsurla yapılan başvurulara örnekler verelim.

2019/13570 nolu başvuru bir cümlelik bir tarifnameyle yapılmıştır. Ardından başvuru unsurları tamamlanarak şekli inceleme aşamasına geçilmiş, istenen şekli düzeltmeler yerine getirildikten sonra başvurunun şekli bir eksikliği olmadığı bildirilmiştir. Başvuru sahibinin araştırma talebinin ardından araştırma uzmanı başvuruyu değerlendirmiş ve başvurunun ilk haline göre kapsam aştığını tespit etmiş, söz konusu değişiklikleri (tamamlanan unsurları) dikkate almamıştır. Başvurunun ilk haliyle tarifname ve istemlerin yetersizliği nedeniyle SMK m.96(3)’e göre araştırma raporu düzenlenememiştir.

2020/17215 nolu patent başvurusu ile 2020/22791, 2019/22180 ve 2020/06515 nolu faydalı model başvuruları için de benzer sebeplerden rapor düzenlenememiştir.

Başvuru unsurlarını tamamlama talebi yapılacaksa başvurunun şekli aşamasında kapsam aşımı değerlendirmesi yapılmayacağı ve söz konusu değerlendirmenin ancak araştırma aşamasında yapılacağı unutulmamalıdır. Bir başka deyişle başvuru unsurlarınızı tamamladıktan sonra şekli eksikliğinizin olmadığına dair bildirim almanız, yaptığınız değişikliğin kabul edildiği anlamına gelmemektedir. Kapsam aşımı değerlendirmesi (araştırma raporu) yapılmadan önce başvurunun yayınlanması söz konusuysa araştırma uzmanına rapor öncesi bir ön değerlendirme olarak kapsam aşımının söz konusu olup olmadığına dair görüş sormak faydalı olacaktır. Aksi takdirde, başvurunuz yayınlandıktan sonra uzman kapsam aşımı olduğuna kanaat getirirse başvuruyu orijinal haline göre değerlendirecek, bu da başvurunuza araştırma raporu düzenlenememe ihtimalini ortaya çıkaracaktır. Eğer rapor düzenlenememenin gerekçesi olan yetersizliği gideremezseniz başvurunuz reddedilecektir. Bu durumda (özellikle de rüçhan süresini kaçırdıysanız) aynı başvuruyu yeniden yapmanız durumunda yayınlanan ilk başvuru yeni başvurunuzun patentlenebilirliğini ortadan kaldıracaktır. Bu nedenle minimum unsurlarla başvuru yapacaksanız erken yayın talebi yapmanız tavsiye edilmez.

2018/08025 nolu başvuru tarifname, özet ve resimler ile yapılmış, iki hafta sonra başvuru unsurları tamamlama talebi yapılarak istemler gönderilmiştir.

2018/04174 nolu başvuru tarifname, özet, istemler ve resimler olarak yapılmış, ancak istem sayfalarının bir kısmı eksik gönderilmiş ve özet sayfası da istem sayfalarından biri olarak gönderilmiştir. Üç gün sonra yapılan başvuru unsurlarını tamamlama talebiyle eksik olan istem sayfaları ve özet tamamlanmıştır.

Burada bir hususa değinelim. Yukarıda örnekte olduğu gibi istem sayfalarının sonradan tamamlanması mümkün olsa bile, tarifnamenin bazı sayfalarının eksik olması durumunda bunların başvuru unsurlarını tamamlama yoluyla sonradan tamamlanması pratikte pek mümkün değildir. Eksik sayfalardaki bilgilerin hiçbirinin kapsam aşacak nitelikte olmaması çok düşük bir ihtimaldir. Bu nedenle genellikle bu tür düzeltme talepleri kabul edilmez ve dosya bir başvuru olarak işleme alınmaz. Ancak çok istisnai durumlarda, örneğin tarifnamenin son sayfası eksikse ve bu sayfa da kapsam aşımına neden olmayacak içerikte kısa bir paragraftan oluşuyorsa, tarifnamenin tam gönderildiği kabul edilerek eksik sayfa tamamlatılmadan işlemlere devam edilebilir. Tarifnamede kapsamlı bir eksiklik varsa vakit kaybetmeden yeni başvuru yapılması tavsiye edilir.

Örneğin bir başvuruda yabancı dilde sunulan tarifnamenin sadece 9 ve 10. sayfalarının verildiği, başlangıcında yer alan diğer sayfaların verilmediği görüldüğünden talep bir başvuru olarak işleme alınmamıştır.[27]

Bir patent başvurusu yaptığınızı, ancak aynı gün içinde aslında yüklediğiniz tarifname takımının yanlış olduğunu fark ettiğinizi varsayalım. Böyle bir durumda izlenecek en iyi yol hemen yeni bir başvuru yaparak asıl tarifname takımının yüklenmesidir. Hatalı yapılan başvurunun unsurlarını tamamlamak ya da hata düzeltme talebi yapmak gibi yollar (genellikle başvuru ücreti ödememek için denenir), değerlendirme sürecinin uzaması durumunda vakit kaybına, hatta hak kaybına yol açabilir.

Bir başka başvuruda tarifname takımı yüklenirken istemler yerine tarifname mükerrer olarak yüklenmiştir. Ardından başvuru sahibi iki ay içinde istemleri göndererek başvuruyu tamamlamıştır. Bu tür bir hatanın başvuru sahibi tarafından iki ay içinde fark edilmesi mümkün olmayabilir, zira Kurum istemlerin eksik olduğu yönünde bir uyarı yapmayacaktır. Bu nedenle başvurunuzu yaptıktan sonra mutlaka EPATS’ta başvurunun yüklenen evraklarını kontrol ediniz. Eğer hatalı bir yükleme yapıldıysa vakit geçirmeden düzeltme talep ediniz.

2018/03311 nolu başvuru tarifname ve istemler ile yapılmış, iki gün sonra başvuru unsurları tamamlama talebi yapılarak resim eklenmiştir. Tarifnamede buluş konusu solar şezlong kolçağının

  • Kullanıcının talebine göre içeceğinin sıcak veya soğuk olarak muhafaza edilmesini sağlamak için termos özellikli içecek haznesi (3),
  • İçecek haznesi (3) ısısını, saati ve batarya (7) şarj durumunu kontrol etmek için Kolçak tablası (1) üzerinde ekran (8),
  • Şezlongdan ayrıldığında ve/veya dinlenirken özel eşyalarını muhafaza edebilmesi, güneş ve ıslak zeminden eşyalarını koruyabilmesi için kapaklı saklama bölmesi (4),
  • Cep telefonu, tablet vb. elektronik cihazları şarj etmeyi sağlayan USB çıkışı (2),
  • Güneş enerjisinin toplamak için güneş paneli (5), güneş enerjisini USB çıkışı (2) gibi birimlerde kullanımını sağlamak için batarya (7),
  • Kullanıcı konforunun azami seviyede sağlanması için garson çağırma butonu (9) ve LED ışıklandırma (10),
  • Tüm unsurları üzerinde bulunduran kolçak tablasının (1) üzerinde bulunduğu metal büküm sehpa ayağı (6)

unsurlarından oluştuğu açıklanmıştır. Söz konusu resim ekleme talebi kabul edilmiştir. (bkz. Şekil 5)

Şekil 5: 2018/03311 nolu başvuruya sonradan eklenen Şekil 1

Sonradan tamamlanan resimlerde orijinal başvurunun kapsamını aşacak nitelikte detaylar olmamalıdır. Zira bir başvuruya tamamen yeni resimler eklemek SMK m.103(1) kapsamında normalde pek olası değildir, çünkü çoğu durumda yeni bir resim sadece tarifnameden açık bir şekilde türetilemeyecektir. Bu nedenle, başvuru unsurlarını tamamlamak maksadıyla gönderilen yeni resimler SMK m.103(1)’e uygunluk açısından dikkatlice kontrol edilir.[28]

Şimdi yukarıdaki örnekle ilgili hayali bir durum yaratalım. Başvuru sahibi buluşun teknikten farklılaşması amacıyla şekil 1’den destek alarak güneş panelinin (5) kolçak tablasının (1) yarısını kapladığını istemlere eklemek istesin. Böyle bir durumda orijinal başvuruda desteği olmayan bu talep kabul edilmeyecektir. Yazarın kişisel görüşü çoğu durumda yeni bir resmin sadece tarifnameden açık bir şekilde türetilemeyeceği yönünde olduğu için yazar resimlerin sonradan tamamlanmasını tavsiye etmemektedir. İmkân varsa elle çizilmiş bile olsa resimlerin başvuruyla birlikte sunulması, sonrasında şekli eksiklik giderme aşamasında düzeltilmesi tavsiye edilir.

2018/14089 nolu başvuru tarifname, istemler ve özet olarak yapılmış, ertesi gün tarifnamede atıf yapılan resim başvuru unsurlarını tamamlama talebi olarak sunulmuş, söz konusu talep kabul edilmiştir. (bkz. Şekil 6)

Şekil 6: 2018/14089 nolu başvuruya sonradan eklenen Şekil 1

2019/22951 nolu başvuru tarifname ile yapılmış, sonradan istemler, özet ve resimler tamamlanmıştır. Gönderilen istemlerin tarifnamede aynen bulunduğu görülmektedir. Gönderilen resimlerle ilgili bilgiler ve referans numaraları da orijinal başvuruda bulunmaktadır. Söz konusu başvuru unsurları tamamlama talebi kabul edilmiştir.

Başvuru ücretinin yattığını gösterir dekont da patent başvurusunun bir unsuru[29] olduğu için başvuru anında dekont sunulmadıysa iki ay içinde başvuru unsurlarını tamamlama kapsamında dekont gönderilmelidir. Örneğin 2018/10280, 2018/12077, 2018/12080 nolu başvurularda dekont başvuru anında sunulmamış, sonradan tamamlanmıştır.

Başvuruya ait tarifname yabancı dilde verildiyse minimum unsurla yapılmış başvuru olarak kabul edilir ve iki ay içinde tarifname takımının tamamına ait Türkçe çevirilerin sunulması beklenir.

Minimum Unsurlarla Başvuru Yapmanın Faydalı Olduğu Durumlar

Hangi unsuru sonradan tamamlayacağınıza bağlı olarak minimum unsurlarla başvuru yapmanın çeşitli faydaları olabilir.

Minimum unsurlarla başvuru yapılması, buluşunuzu yeterince eksiksiz ve kapsamlıca anlatan bir tarifnameniz varsa istem yazımı ve diğer format düzenlemeleri için vakit kaybetmeden başvuru tarihi almanızı sağlayabilir. Bu da buluş konunuzla ilgili gerçekleşmesi mümkün olası başka başvurular ya da açıklamalar karşısında size avantaj sağlayacaktır. Özellikle çok sayıda başvurunun yapıldığı ve teknolojinin hızla geliştiği alanlarda erken başvuru tarihi almak önemlidir. Başvuru tarihi içinde bulunulan yıl bitmeden alınırsa bunun bir başka avantajı şudur: Örneğin 31.12.2021’de TÜRKPATENT’e tarifname ile minimum unsurlu başvuru yaparsanız iki ay içinde başvurunuzu tamamlayabilirsiniz. Böylece başvurunuz 2021 yılında yapıldığı için 2021 yılı ücretlerine tabi olur. 2022 yılındaki ücret artışlarından etkilenmez.

Minimum unsurla başvuru yapmanın yararlı olduğu bir başka durum da şöyle olabilir. Patent vekili olarak TÜRKPATENT’e Japonya’dan bir başvuru sahibinin başvurusunu yapacaksınız. Ancak dokümanlar henüz elinize ulaşmadı. Eğer başvuru numarası, ofisi ve başvuru tarihini biliyorsanız, yalnızca bu başvuruya atıf yaparak (başvuru sahibi bilgileri ve patent verilmesi talebi ile) başvuru tarihi alabilir, iki ay içinde Japon başvurusunun onaylı suretini ve Türkçe çevirilerini sunabilirsiniz.

EPATS’tan sisteme başvurunuzu yüklerken sehven istemler yerine resimleri yeniden yüklediğinizi varsayalım. Böyle bir durumda başvurudan itibaren iki aylık süre geçmeden SMK m.90(1) ve 95(2)’ye dayanarak minimum unsurları tamamlama talebi kapsamında gerçek istemler sunulabilir. Ancak istemlerin başvuru kapsamını aşıp aşmadığı kontrol edilecektir ve kapsam aşımı söz konusuysa istemler kabul edilmeyecektir.

SONUÇ

Mümkünse tüm unsurlarla başvuru yapınız. Minimum unsurlarla yapacaksanız sonradan kapsam aşacak bilgi eklemeyeceğiniz nitelikte bir tarifnameyle başvuru yapınız. İstemleri ve/veya resimleri sonradan tamamlarken çok dikkatli olunuz. İstemleri tarifnameden dayanak alarak yazmak nispeten daha kolay olsa da yeni resimler için tarifnameden dayanak elde etmek oldukça zordur ve kolaylıkla kapsam aşıldığı ileri sürülebilir.

TÜRKPATENT’e Ocak 2017 – Aralık 2021 arası yapılan başvurulardan yaklaşık binde 8’inin minimum unsurlarla başvuru yapıp, başvuru unsurlarını sonradan tamamladığı görülmektedir.[30] Bu istatistikten başvuru sahiplerinin minimum unsurlu başvuru yapma konusunda tereddütlü davrandığı ya da böyle bir imkânın farkında olmadığı sonuçları çıkarılabilir.

Bir patent başvurusu belge olduktan sonra üçüncü kişiler SMK m.99(1)(c) kapsamında patent konusunun, başvurunun ilk hâlinin kapsamını aştığını ileri sürerek itiraz edebilir. Eğer başvuru unsurlarını sonradan tamamlayarak yaptığınız başvuruda unsurlar tamamlanırken böyle bir kapsam aşımı söz konusu olduysa patent belgeniz (kapsam aşımının olduğu istemler itibariyle) hükümsüz kılınacaktır. Bu açıdan başvuru unsurları tamamlanırken büyük hassasiyet gösterilmelidir. Faydalı model belgelerinde ise SMK m.144(1)(c) kapsamında üçüncü kişiler Mahkemeye başvurarak faydalı model konusunun, başvurunun ilk hâlinin kapsamını aştığını ileri sürerek belgenin hükümsüzlüğünü talep edebilir. Patent belgesi için de aynı gerekçeyle SMK m.138(1)(c) kapsamında Mahkemede hükümsüzlük davası açılabilir.

Minimum unsurla başvuru yapılmış bir patent belgesine TÜRKPATENT nezdinde hükümsüzlük talebinde bulunacak üçüncü kişilerin de bu bakımdan itirazlarını yalnızca yenilik ve buluş basamağı ile sınırlı tutmayıp, başvuru unsurları tamamlanırken bir kapsam aşımının söz konusu olup olmadığını iyi irdelemesinde de fayda vardır. Eğer bir başvuruda “6769-Başvuru unsurları tamamlama talebi” ve “6769-P/FM Başvurusu Geldi (Minimum Unsurlar Tam)” kodları bulunuyorsa, bu o dosyanın minimum unsurlarla başvuru yaptığını ve sonrasında başvuru unsurları tamamladığını gösterir.

Kapsam aşımı nedeniyle hükümsüzlük kararı verilirken yalnızca kapsam aşımına neden olan unsurların bulunduğu istemler hükümsüz kılınacaktır. Orijinal başvurudan dayanak alan istemler bundan etkilenmeyecektir. Ancak örneğin istem 1’de kapsam aşımı varsa ve diğer tüm istemler ona bağlıysa tüm istemlerin hükümsüzlüğü söz konusu olacaktır.


Mustafa Güney ÇALIŞKAN

Ocak 2022

guneycaliskan@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] PLT m.5, https://wipolex.wipo.int/en/text/288996

[2] 6769 SMK Gerekçesi

[3] 551 Sayılı KHK m.42.

[4] 551 Sayılı KHK m.43(1).

[5] 551 Sayılı KHK m.43(2).

[6] 6769 SMK m.90(3).

[7] 6769 SMK m.95(1).

[8] 6769 SMK Yönetmelik m.71(4).

[9] SMK Yönetmelik m.72(1); ayrıca bkz. EPO  BoA T1963 / 17.

[10] 6769 SMK m.90(1).

[11] 6769 SMK m.95(2).

[12] 6769 SMK Yönetmelik m.72(1)(a) ve (d).

[13] 6769 SMK Yönetmelik m.72(1).

[14] 6769 SMK Yönetmelik m.72(2).

[15] 6769 SMK Yönetmelik m.71(3).

[16] 6769 SMK Yönetmelik m.72(3).

[17] EPO Guidelines for Examination, Part A – Chapter II – 4.1.3.1 Reference to a previously filed application, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/guidelines/e/a_ii_4_1_3_1.htm

[18] 6769 SMK m.103 ve Yönetmelik m.72(4).

[19] 6769 SMK Yönetmelik m.76(8).

[20] Tarifnameyi kapsamlı bir şekilde genişletmek mümkün değildir derken, küçük bir kapsam aşımı yapılsa kabul edilebilir demek istemiyoruz 🙂

[21] EPO Case Law of the Boards of Appeal, II. E. 1.11.5 Adding prior art citations to the description, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/caselaw/2019/e/clr_ii_e_1_11_5.htm

[22] EPO Case Law of the Boards of Appeal, II. E. 1.11.6 Addition of advantages and effects to the description, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/caselaw/2019/e/clr_ii_e_1_11_6.htm

[23] Minimum unsurlu başvurudaki tarifname, SMK Yönetmelik m.75’e uygun bir şekilde hazırlanabileceği gibi, buluşun uygulanabilmesini sağlayacak nitelikte açık, ayrıntılı ve eksiksiz olarak açıklandığı yazılı bir metin olarak da verilebilir. Başvuru unsurları tamamlanırken Yönetmeliğe uygun hale getirilir.

[24] Ayrıntılı bilgi için bkz: Buluş Yapana Ait Önceki Tarihli Açıklamalarının Patent Sürecine Etkisi, Mustafa Güney Çalışkan,

[25] 6769 SMK m.95(2).

[26] 6769 SMK m.105(3).

[27] 6769 SMK m.95(1), Yön. m.71(4).

[28] 6769 SMK Yönetmelik m.72(4), son cümle. Ayrıca bkz. EPO  Guidelines for Examination, Part H – Chapter V – 5. Amendments to drawings, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/guidelines/e/h_v_5.htm

[29] 6769 SMK m.90(1)(e).

[30] Kaynak: TÜRKPATENT veritabanı

2024 Kışı ve Beklenen Fırtına Yaklaşıyor: Marka İdari İptal Süreci Hakkında Sorular ve Sorunlar

Ivan Aivazovsky (1817-1900) – Stormy Sea At Night

Tescilli markaların idari yollarla iptali yönündeki hüküm 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 26. maddesiyle Türk marka mevzuatına girmiştir. 26. maddeye göre; markanın tescil tarihinden itibaren beş yıl süreyle ciddi kullanımının bulunmaması, tescil kapsamındaki mal veya hizmetler bakımından jenerik hale gelmesi, kullanımı neticesinde yanıltıcı hale gelmesi gibi hallerde, marka talep üzerine Kurum tarafından iptal edilecektir.

Bununla birlikte, ilgili hükmün yürürlüğe girişi için SMK madde 192/a’da Kanunun yayım tarihinden başlayan yedi yıllık süre öngörülmüştür. SMK Geçici madde 4 uyarınca, yedi yıllık süre dolana dek iptal yetkisi mahkemeler tarafından kullanılacaktır.

Bütün bu düzenlemeler dahilinde, SMK’nın yayımlanma tarihi olan 10 Ocak 2017 tarihinden başlayan yedi yıllık süre 10 Ocak 2024 tarihinde dolunca, tescilli markaların iptali yetkisi Türk Patent ve Marka Kurumu’na geçecektir.



SMK’nın yürürlüğe girmesinden içinde bulunduğumuz 2021 yılında dek dört yıl gayet hızlı şekilde geçmiştir ve idari iptal yetkisinin Kurum tarafından kullanılmaya başlanmasının önünde üç yıldan kısa bir süre kalmıştır.

Tescil tarihinden bu yana geçen beş yıllık süre içerisinde ciddi kullanımı bulunmayan markaların iptal edilmesi yetkisinin 2024 yılı başında Kurum’a geçmesi; Kurum açısından yeni bir uygulama olması, muhtemelen büyük bir iş yükü ortaya çıkartacak olması ve tescilli bir hakkın iptal edilmesi niteliği çerçevesinde önemli bir yetki olması bağlamlarında, uygulamanın başlamasından önce ciddi ve detaylı tartışmaları hak eden bir konudur.

Gelinen günde, SMK’nun yürürlüğe girdiği tarihten bu yana konu hakkında somutlaşmış bir altyapı hazırlığı, incelemenin yapılacağı yapının biçimi – katmanları ve takip edilecek yola ilişkin canlı tartışmalar veya en azından bunlara ilişkin bir yol haritası görülmemektedir. Zamanın ne derecede hızlı geçtiğinin ve konunun öneminin farkında olarak, bu konudaki hazırlık ve tartışmaların bir an önce başlamasını temenni ediyor ve kendi görüşlerimi yazarak farkındalık yaratmayı umuyorum.

İdari İptal Müessesesi Nasıl ve Neden Ortaya Çıktı?

İdari iptal müessesesi, SMK kapsamına öylesine veya bunu da bir deneyelim denilerek konulmuş bir hüküm değildir.

Bilindiği üzere, Türk marka mevzuatı hazırlanırken temel alınan ana metin, Avrupa Birliği (AB) marka mevzuatının temel çerçevesini çizen 2015/2436 sayılı AB Marka Direktifi‘dir.

2015/2436 sayılı Direktif’in giriş bölümünün 38. paragrafında tüm AB üyesi ülkelerin tescilli markaların iptali ve hükümsüzlüğü için bir idari prosedür oluşturmaları gerektiği belirtilmiş ve üye ülkelere bu prosedürlerin hazırlanması için Direktif’in yürürlüğe girişinden başlayacak yedi yıllık geçiş süresi verilmiştir. (38. Furthermore, in order to offer efficient means of revoking trademarks or declaring them invalid, Member States should provide for an administrative procedure for revocation or declaration of invalidity within the longer transposition period of seven years, after the entry into force of this Directive.)

Direktif’in 45. maddesi, idari iptal ve hükümsüzlük süreçleri hakkında detaylı hükümleri içermektedir.

45. maddesinin birinci paragrafına göre; üye ülkeler, tarafların kararları mahkemeye götürme hakları saklı kalmak şartıyla, marka tescil ofislerinde tescilli markaların iptal edilebileceği veya hükümsüz kılınabileceği etkin ve süratli idari süreçleri oluşturacaktır. (1. Without prejudice to the right of the parties to appeal to the courts, Member States shall provide for an efficient and expeditious administrative procedure before their offices for the revocation or declaration of invalidity of a trademark.)

45. maddenin ikinci paragrafı, üye ülkelerin getireceği idari iptal süreçlerinin ciddi kullanımın yokluğu ve markanın yanıltıcı hale gelmesi konularını kapsamasının; idari hükümsüzlük süreçlerinin ise mutlak ret nedenlerine göre hükümsüzlük hallerini ve eskiye dayalı kullanımdan kaynaklı hükümsüzlük halini kapsamasının zorunlu olduğunu belirtmektedir. Bir diğer deyişle, yukarıda sayılan haller için AB üyesi ülkeler, marka tescil ofislerinde idari iptal ve hükümsüzlük süreçlerini oluşturmak zorundadır. Diğer iptal ve hükümsüzlük şartları için idari süreçleri oluşturup oluşturmamak ise üye devletlerin tercihine bırakılmıştır.

Direktif madde 54/1 çerçevesinde, üye ülkelere, ulusal mevzuatlarında gerekli düzenlemeleri yapmak ve idari iptal ve hükümsüzlük süreçlerini oluşturmak için verilen süre ise Direktif’in yayımlandığı tarihten itibaren yedi yıl sonunda dolacaktır. (…Member States shall bring into force the laws, regulations and administrative provisions to comply with Article 45 by 14 January 2023…)

Bu halde, 14 Ocak 2023 tarihi itibarıyla tüm AB üyesi ülkeler, yukarıda açıkladığımız kapsamda ulusal ofislerinde inceleme ve karar organı olarak idari iptal ve hükümsüzlük incelemesiyle yetkili süreç ve birimleri oluşturmak zorundadır.

Üye ülkelerin hiçbirisine bu konuya ilişkin bir istisna tanınmamıştır. Bir diğer deyişle en köklü ve gelişmiş AB ofislerinden olan Almanya, Fransa, İsveç gibi ofisler nasıl idari iptal ve hükümsüzlük sistemi ve inceleme biçimini oluşturacaksa, görece küçük ve belki de kapasiteleri nispeten sınırlı AB üyesi ülkelerin ofisleri de aynı incelemeyi yapmakla yükümlü olacaktır.

Son olarak Direktif madde 45, idari iptal ve hükümsüzlük prosedürlerinin “Ofis (Office)” nezdinde yapılmasını şart olarak koşmuştur. Direktif madde 2’de yapılan tanımlar çerçevesinde “Ofis”in üye ülkenin sınai mülkiyet ofisi olduğu açıktır. (‘office’ means the central industrial property office of the Member State or the Benelux Office for Intellectual Property, entrusted with the registration of trade marks.) Bu bağlamda, AB mevzuatı çerçevesinde, idari iptal müessesesi için sınai mülkiyet ofisi dışında, başkaca bir idari yöntem (başka bir Kurum, özel bir yarı yargısal organ vb.) öngörüldüğü de söylenemez.

Açık olarak anlaşılır ve ortadadır ki, 6769 sayılı SMK madde 26 çerçevesinde getirilen idari iptal mekanizması, AB uyum hedef ve çabalarıyla aynı paraleldedir. Türk sınai mülkiyet sistem ve uygulamalarının ulaştığı hacim ve Ofis kapasitesinin geldiği nokta da dikkate alındığında, idari iptal sistemini Türkiye’nin kuramayacağını ve/veya yürütemeyeceğini iddia etmek ve bundan kaçınmak;

(i) AB’nin en ufak üye ülkesinin yapmak zorunda olduğu bir sistemden kaçınmak, bu bağlamda da, kanaatimizce, Türkiye’nin potansiyelinin üzerini örtmek,

(ii) Uzun zaman alan ve yüksek maliyetli yargı süreçlerinin üstesinden gelmek için Avrupa’da da bir zorunluluk olarak öngörülmüş etkin ve süratli idari yolları tercih etmeyerek, talep sahiplerini maliyet, zaman ve emek bakımından zorda bırakmak,

anlamlarına gelecektir.

2024 Gelmek Üzereyken İdari İptal Hakkında Sorular ve Bilinmezler

İdari iptal müessesesinin SMK’da neden öngörüldüğünü ve kanaatimizce kaçınılmazlığını bu şekilde ortaya koyduktan sonra, 2021 yılında içinde bulunduğumuz günlerde, uygulamanın yaklaştığı varsayımıyla günün fotoğrafını çekmek ve bu fotoğraf bağlamında kafamızdaki temel soruları ortaya koymak gerekmektedir.

Öncelikle günün fotoğrafını çekelim.

Bildiğimiz kadarıyla, gelinen günde Türkiye’de konu hakkında görüşlere açılmış veya gündeme gelmiş ilerleme veya tartışma bulunmamaktadır. Dolayısıyla, mevcut durumun fotoğrafı, bir an için John Locke’u anımsarsak, Tabula Rasa (Boş Kağıt (Levha)) halidir.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı 1024px-Wachstafel.jpg

O halde kendi görüşlerimiz çerçevesinde, ilk aşamada yanıtlanması gereken soruları ortaya koyalım:

İnceleme Aşamaları

İdari iptal süreçleri; iptal taleplerinin Kurum nezdindeki incelemesi Markalar Dairesi Başkanlığı bünyesinde oluşturulacak İptal Birimi kararları ve sonrasında buna karşı yapılacak itirazların inceleneceği Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu kararları çerçevesinde mi oluşturulacaktır? Yani, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) benzeri iki aşamalı bir sistem mi öngörülecektir, yoksa taleplerin doğrudan Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Dairesi kararlarıyla inceleneceği bir sistem mi öngörülecektir?

Kendi görüşümüz elbette ki iki aşamalı bir sistemin daha yerinde ve Kurum pratiklerine uygun olacağı yönündedir.

İncelemenin Niteliği

Kullanmama nedeniyle iptal kararlarının incelenmesi içerik bakımından Kurum açısından yeni ve zorlu bir süreç mi olacaktır?

Kanaatimizce, incelemenin içeriği bakımından bu sorunun yanıtı “Hayır” yönündedir.

Kurum halihazırda, kullanımın ispatı taleplerini incelemekte ve markaların ciddi kullanımının bulunup bulunmadığı yönünde kararlar vermektedir. Dolayısıyla, markaların ciddi kullanımının bulunup bulunmadığı incelemesi Kurum’un yaklaşık dört yıldır pratiğini yaptığı bir süreçtir ve kullanmama nedeniyle iptal süreçlerinde, bu gerekçe bakımından yapılacak incelemenin, kullanımın ispatına yönelik incelemeden içerik itibarıyla herhangi bir farkı yoktur.

Bununla birlikte, kullanımın ispatı değerlendirmesinde varılan sonuç, yayıma itirazın incelenip incelenmemesi ile ilgiliyken, idari iptal sürecinin sonucu tescilli bir markanın iptal edilmesine yönelik olacağından, sonuçlar bakımından büyük fark ortaya çıkacaktır. Kısaca, tescil edilmiş bir marka hakkı 2024 yılından itibaren Kurum tarafından iptal edilebilecektir ve bu anlamda Kurum’dan beklenti ve üstlenilen yükümlülükler çok daha ağır olacaktır.

Buna ilaveten, Türkiye özelinde, birçok marka ilgili sınıfta yer alan kullanılan – kullanılmayan neredeyse her mal ve hizmet için tescil edildiğinden, iptal taleplerinin çoğunluğunun markaların tamamen veya kısmen iptali ile sonuçlanacağını öngörmek için de deha olmaya gerek bulunmamaktadır.

İncelemenin Kapsamı

Detaylandırmadan basit bir soruyla geçiyorum, çünkü detaylar sorunun özünü unutmamıza yol açabilir.

Bir marka giysiler için tescilli ve sadece gömlekler için kullanılırken iptal talebi ile karşılaşırsa; ciddi kullanımın varlığı gömlekler için kabul edildiğinde, kısmi iptal talebi verilerek marka gömlekler dışındaki mallar için iptal mi edilecektir, yoksa gömleklerin kullanımı nedeniyle giysiler için kullanımın gerçekleştiği varsayımıyla iptal talebi ret mi edilecektir?

Talep Yoğunluğuna Yönelik Beklenti

Mal ve hizmetlerin listelerinin genişliği de dikkate alındığında, Türkiye’de tescilli olduğu halde hiç veya kısmen kullanılmayan ve dolayısıyla da iptal tehdidine açık tescilli marka sayısı çok fazla, muhtemelen yüzbinlercedir. Bu konuda kimsenin şüphesinin olduğunu sanmıyorum.

Kullanılmayan bu tip markalar, ya resen ret ya da yayıma itiraz süreçlerinde, gerçek kullanım niyeti bulunan kişilerin marka başvurularının önüne engel olarak da çıkmaktadır.

Hal böyleyken, idari iptal yoluyla, talep sahipleri kendi markaları için ret tehdidi oluşturan ve kimi zaman tehdit aracı olarak da kullanılan markaların iptalini yoğunlukla isteyecektir. Bundan hiç şüphe duymuyoruz.

Dolayısıyla, 10 Ocak 2024 tarihinden başlayarak, Kurum kayıtlarında çok kısa sürede binlerce iptal talebiyle karşılaşmak, bence büyük sürpriz olmayacaktır.

Bu nedenle, iptal taleplerinin incelenmesi için istenecek Kurum ücretinin dikkatlice belirlenmesi de kanaatimizce özel önem taşımaktadır. (Çok düşük tutulacak idari iptal inceleme ücreti, bir anda binlerce iptal talebinin alınmasına yol açabilecektir.)

Yineleme Başvuruları ve Kötü Niyet Meselesi

Kullanmama nedeniyle iptal sonucundan ve/veya kullanımın ispatı yükümlülüğünden kaçınmak için çok sayıda yineleme tescili gerçekleştirildiği bilinmektedir. İdari iptal müessesesinin yaklaşması ve yürürlüğe girmesiyle birlikte, bu tip başvuru ve tescillerin sayısının artması da kaçınılmazdır. Bu bağlamda, yineleme markalarının hangi hallerde kötü niyetli kabul edileceğine ilişkin yerleşik bir uygulama ve içtihadın gelecek yıllarda netleşmesi zorunluluk haline gelmiştir.



İdari iptal müessesesi ile ilgili kafalarda çok daha fazla soru işareti olduğundan eminim ve daha da emin olduğum husus, uygulamanın yürürlüğe giriş zamanı yaklaşmışken, artık bir yol haritasının ortaya çıkmasının ve tartışmaların başlamasının kaçınılmaz hale geldiğidir.

Bu amaçla; 2024 kışı gelmeden ve beklenen fırtına henüz kopmadan, ancak dalgalar büyümeye başlamışken, kendi kayığımdan bir işaret fişeği fırlatıyorum. Bakalım fırtınaya ne derecede hazırlıklı yakalanacağız ve dahası fırtınayı açık denizde mi yoksa güvenli bir koyda mı karşılayacağız?

Önder Erol ÜNSAL

Mart 2021

unsalonderol@gmail.com

TİCARİ TEMSİLCİ TARAFINDAN YAPILAN BAŞVURUNUN REDDEDİLEBİLMESİ İÇİN MARKALARIN AYNI OLMASI ZORUNLU MUDUR?

ADALET DİVANI MINERAL MAGIC KARARI (C‑809/18 P)

Amazon.com : Jerome Alexander Magic Minerals (3pc) - Medium : Beauty

Müvekkillerimizden, özellikle distribütörlük ve benzeri şekillerde hizmet veren müvekkillerimizden zaman zaman satışını, dağıtımını üstlendikleri markalar için kendi adlarına marka tescil başvurusu yapılması yönünde talepler alıyoruz. Bu taleple karşılaştığımızda ilk sorumuz “Markanın asıl sahibinin izni var mı?” oluyor. Kimileri kimi zaman bu soruyu tepkiyle bile karşılayabiliyor. Çünkü özellikle markanın asıl sahibinin yurtdışında olması ve Türkiye’yi belki de henüz kendisi için geniş bir pazar gibi görmemesi nedeniyle, bu müvekkiller -kendilerine göre- tamamen iyi niyetle hareket ediyor ve dağıtımını üstlendikleri pazarda markanın korumasını sağlamayı hedefliyorlar. Ancak bu tür durumlarda da mutlaka yine de asıl marka sahibinden öncelikle markayı Türkiye’de de kendi adına korumasını talep etmelerini ve olumlu yanıt alamadıklarında yazılı izin talep etmelerini, bunu da alamadıklarında gerekli görüyorlarsa marka sahibiyle yapacakları bir mutabakat çerçevesinde harekete geçmelerini öneriyoruz. Neden mi?

Şimdi paylaşacağımız davadaki gibi süreçlerle karşılaşmamaları ve karşılaşırlarsa da “tümüyle kötü niyetli” görülmemeleri için.

İşte niyetini doğrudan öngöremeyeceğimiz John Mills Ltd de MINERAL MAGIC kelime markasının Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’nde tescil edilmesi için 18 Eylül 2013 tarihinde bir başvuru gerçekleştiriyor.

Başvuru kapsamında aşağıdaki mallar yer alıyor:

Sınıf 3: Saç losyonları; aşındırıcı müstahzarlar; sabunlar; parfümeri; uçucu yağlar; makyaj malzemeleri; cilt, saç derisi ve saç temizliği ve bakımı için müstahzarlar; kişisel kullanım için deodorantlar.

Başvurunun yayımı aşamasında ise Jerome Alexander Consulting tarafından itiraz ediliyor ve itiraza gerekçe gösterilen markalar, aşağıda görselleri yer alan sırasıyla A.B.D.’nde “mineral katkı içeren yüz pudrası” için tescilli marka ve “kozmetikler” için kullanılan tescilsiz marka:

İtiraza gerekçe gösterilen ve sonrasında birim, kurul ve mahkemeleri birbirinden farklı kararlar vermeye ve farklı yorumlamalara, dolayısıyla tartışmaya yol açan hüküm ise Birlik Marka Tüzüğünün 8 (3) numaralı maddesi:

Bir marka için, marka sahibinin izni olmadan ticari vekil veya temsilcisinin* kendi adına yaptığı başvuru, ilgili vekil veya temsilcisi eylemini haklı gösteremediği taktirde marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir.”

 (*Metnin sonraki kısımlarında yalnızca ‘temsilci’ olarak anılacaktır.)

Türkiye için ise bu maddenin karşılığı ise şu şekilde;

SMK- 6 (2) Ticari vekil veya temsilcinin, marka sahibinin izni olmaksızın ve haklı bir sebebe dayanmaksızın markanın aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerinin kendi adına tescili için yaptığı başvuru, marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir.

Bu bağlantıdan detaylarına erişebileceğiniz Adalet Divanı kararına ilişkin önceki süreci kısaca özetleyecek olursak:

–  İlk olarak EUIPO İtiraz Birimi yayıma itirazı reddeder.

–  İtiraz Birimi’nin bu kararı temyize taşınır ve Temyiz Kurulu ise kararı iptal ederek, başvuruyu reddeder.

–  Başvuru sahibi, Temyiz Kurulu’nun kararına karşı Genel Mahkeme nezdinde dava açar ve dava sonucunda bu kez de Temyiz Kurulu kararı iptal edilir.

–  EUIPO bu kararı temyize götürür ve Adalet Divanı tarafından Temyiz Kurulu haklı bulunarak sonuçlanacak inceleme konusu karar verilir.

Tüm bu süreçte, ilgili madde kapsamında dikkate alınan ve maddenin yorumlanması açısından farklı görüşlere yol açan hususları ana başlıkları ile şu şekilde ele almak isteriz:

1- Temsilci tarafından izinsiz olarak tesciline başvurulan markanın AYNI veya BENZER olması

Bu hususta tartışılan nokta; ilgili maddenin uygulanabilirliğinin yalnızca “aynı” marka kapsamında mı ele alınması gerektiği, yoksa hükmün kapsamının “benzer” markaları da içerip içermediğidir.

Öngörülebileceği üzere, başvuru sahibi “benzer” markalar için bu maddenin geçerli olamayacağını iddia etmektedir. Şu açıdan doğrudur ki, Tüzüğün 8(3) maddesine ve Tüzük üye ülkeler tarafından farklı yorumlandığında esas alınacağı taahhüt edilen Paris Sözleşmesi’nin 6. maddesindeki ilgili Fransızca hükme bakıldığında da “aynı” veya “benzer” gibi ifadelerin açıkça yer almadığı, yalnızca “cette marque” (bu marka) ifadesinin yer aldığı görülmektedir. Dolayısıyla da bu hüküm benzer markaları hariç tutuyor gibi anlaşılabilmektedir.

Temyiz Kurulu ve Adalet Divanı Genel Mahkemesi ise burada önemli bir noktayı ele alıyor ve bu maddenin yanlış yorumlandığına, daha doğrusu “yalnızca aynı markalar için” kısıtlanacak şekilde yorumlanır ise yanlış olacağına kanaat getiriyor. Çünkü, bahsi geçen maddenin asıl amacının “markanın temsilcisi tarafından kötü niyetli girişimlerin engellenmesi” olduğu hususuna da odaklanmak gerektiğini savunuyorlar. Bu yönde bir değerlendirmenin yapılabilmesi için markaların esas unsurlarının çakışmasının da yeterli olacağı; üstelik bu durumun da diğer bileşenler ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getiriliyor. Çünkü EUIPO Temyiz Kurulu’na göre yine hükmün izlediği amaç göz önünde bulundurulduğunda, bu hükmün ekonomik veya ticari açıdan uygulanmasına yönelik kriter, analiz edilen markaların bütünlüğüyle eşdeğerliğidir.

Hatta burada önceki kararda Genel Mahkeme’nin ilgili maddenin esas amacını dikkate almamış olması da eleştiriliyor. Bu eleştiriye yol açan durum ise şöyle ki; Paris Sözleşmesi’nin de 6. maddesine karşılık gelen bu maddedeki lafzın belirsizliği Genel Mahkeme sürecinde detaylıca irdelenmiyor. Konunun mevcut davada netleştirilmesi için ise Sözleşme’nin revizyonu aşamasında yapılan taslak çalışmalar inceleniyor. Her ne kadar o dönemlerde söz konusu hükmün lafzına ‘benzer işaretler’ kelimelerinin eklenmesi ile ilgili birkaç önerinin Çalışma Grubu tarafından reddedildiği görülse de Genel Mahkeme’nin sadece bu gerçeğe dayanarak, AB yasalarının bu hükmün uygulanmasını yalnızca aynı markalarla sınırlandırma niyetinde olduğu sonucuna varması hatalı bulunuyor. Çünkü, ‘aynılık’ kavramı da bu hükmün ifadesinde yer almamaktadır ve asıl amaç doğrultusunda yukarıda da belirtildiği gibi yalnızca temsilcinin asıl markayı taklit edip etmediği veya kötüye kullanıp kullanmadığına odaklanmak mümkündür. Dolayısıyla da markalar için herhangi bir aynılık veya benzerlik gerekliliğini göz ardı etmenin de mümkün olduğuna kanaat getiriliyor. Konu Paris Sözleşmesi’ndeki ilgili hükmün lafzının irdelenmesi aşamasında Lizbon Konferansı Bildirileri’nin incelenmesine dek gidiyor ve bu bildirilerde de hükmün “markaların benzer olması halinde” de uygulanabilirliğine dair atıflar ortaya konuyor. Kaldı ki yerleşik içtihata göre, “AB hukukunun bir hükmünün yorumlanmasının, sadece lafzından değil, aynı zamanda bağlamından ve bir parçasını oluşturduğu eylemin izlediği amaç ve amacın da dikkate alınmasını gerektirdiği hatırlanmalıdır” deniyor ve ekleniyor; “AB hukukunun bir hükmünün yasama geçmişi, yorumlanmasıyla ilgili unsurları da ortaya çıkarabilir.”

Önceki kararda Genel Mahkeme’nin, kötüye kullanımın olması için işaretlerin aynı olması gerektiğini düşünerek marka mevzuatının temel taşlarından biriyle çelişmekte olduğu da vurgulanıyor. Buna göre, iki işaret arasında yalnızca aynılık durumu değil, davanın diğer tüm koşulları da dikkate alınarak, çeşitli derecelerde benzerlik ile bir bağlantı kurulabileceği yineleniyor.  

EUIPO, Genel Mahkeme’nin yaklaşımının bir marka sahibini, kendi markasını temsilcisinin farklı yollarla kötüye kullanma girişiminde bulunabileceği noktada durdurabilmesi için gerekli olan esnekliği sağlamayacağını öne sürüyor. Aksi düşünüldüğünde; önceki marka sahibini tarafından yetkilendirilmeden temsilcisi tarafından tescil başvurusu yapılması durumunda, marka sahibi başvuruyu iptal ettirebilmek için tescili beklemek zorunda bırakılacaktır ki mevzuat bağlamında esasen bu konuda mümkün olan en kısa sürede harekete geçilmesi gerektiği açıktır ve bu zemin başvuru aşamasında da sağlanmalıdır.  Aynı şekilde ilgili maddenin sadece aynı markalar için geçerli olması gerektiği şeklinde yorumlanması halinde de Tüzüğün genel şemasının sorgulanmasına neden olacaktır. Zira bu durumda, önceki marka sahibinin benzer bir markanın temsilcisi adına tescil edilmesine karşı çıkma hakkından mahrum bırakılmasına neden olacaktır. Yani bir de şöyle vurgulanıyor ki Avrupa Birliği TRIPS Anlaşmasına taraf olduğu için, marka mevzuatını mümkün olduğunca bu anlaşmanın lafzına ve amacına göre yorumlamakla yükümlüdür.”

Yine de benzerlik değerlendirmesine dönüldüğünde; açıkça görülüyor ki temsilci, önceki markadan yalnızca üreticinin adını çıkarıyor ve ‘MINERAL MAGIC’ kelimelerini ters çevirerek başvuruda bulunuyor. Bu durumda, zaten markanın Avrupa Birliği’ndeki ilgili tüketici tarafından iki bileşenden oluşan bir işaret olarak algılanmasının muhtemel olduğuna kanaat getiriliyor. Yani, “Jerome Alexander” bileşeni büyük olasılıkla “house-mark “olarak, diğer bir deyişle “üründen sorumlu kuruluşu” tanımlayan bileşen olarak görülecek ve “magic minerals” bileşeni ise ürünü veya ürün hattının bir kimliği gibi algılanacak. Böylelikle Temyiz Kurulu da ilk olarak başvuruya konu markanın kelime unsurları arasındaki çarpıcı benzerliğe dikkat çekiyor. Bunun üzerine başvuru sahibi konuyu her ne kadar Temyiz Kurulu’nun karıştırılma ihtimalinin değerlendirilmesine ilişkin kriterlere (ilgili ülkenin tüketicisinin algısına göre değerlendirilmesi vb) yöneltmeye çalışsa da mevcut davada markaların esas unsurlarının çakışması itibariyle benzerlik tespiti yeterli görülüyor. Nitekim, mevcut davada ilgili madde kapsamında bu husus karıştırılma ihtimalinin varlığı temelinde zaten başka bir madde kapsamında yer aldığından dolayı değerlendirilemeyecek ve değerlendirilse de çok etkilemeyecekti.

Nihayetinde, ilgili başvuru ve önceki Genel Mahkeme kararı özellikle en çok bu çerçevede detaylıca değerlendirilerek iptal ediliyor.

Diğer tartışılan konular ile devam edecek olursak;

2-  Temsilci tarafından izinsiz olarak tesciline başvurulan markanın kapsadığı mal/hizmetlerin AYNI veya BENZER olması

Yukarıdaki konu kadar detaylı olmasa da başvuruya konu malların da aynı olması gerekliliği veya benzer olmasının da dikkate alınması gerekliliği ayrıca tartışılıyor. Temyiz Kurulu bu noktada, ilgili maddenin yine mal veya hizmetlerin yalnızca “aynı” olduğu durumlarda değil, “benzer” olduğu durumlarla da ilişkili olduğuna işaret ediyor.

Zaten mevcut davada, söz konusu markaların kapsadığı malların aynı olduğu kaydediliyor. Önceki markanın kapsadığı “mineral katkı içeren yüz pudrası” ile başvuruya konu edilen markanın kapsadığı “kozmetikler” ile “cilt bakımı için müstahzarlar” açısından aynı görülüyor. Bilindiği üzere yerleşik içtihada göre, mal veya hizmetlerin benzerliği değerlendirilirken, bu mal veya hizmetlere ilişkin tüm ilgili faktörler dikkate alınmalıdır. Bu faktörler de özellikle malların veya hizmetlerin doğalarını, amaçlarını, kullanım yöntemlerini ve birbirleriyle rekabet halinde veya tamamlayıcı olup olmadıklarını kapsamaktadır.  Mevcut davada da bu faktörler dikkate alınarak değerlendiriliyor ve Temyiz Kurulu’nun da belirttiği gibi ilgili ürünlerin aynı içerikleri barındırabileceği gerçeğinden yola çıkılarak, genellikle aynı şirketler tarafından üretileceği ve aynı eczaneler veya aynı perakende mağaza reyonlarında birlikte sunulacağı hususu ekleniyor.  

Nihayetinde malların aynı olduğuna kanaat getiriliyor ve başvuru tümü için reddediliyor.

3-  “Temsilci” kavramının doğru yorumlanması ve tespiti

Başvuru sahibi, kendisini “temsilci” olarak tespit aşamasında Temyiz Kurulu’nun hatalı davrandığını ve dolayısıyla ilgili maddeye göre başvurusunun iptal edilemeyeceğini de öne sürüyor.

Oysa ki Temyiz Kurulu bu noktada “temsilci” kavramının geniş yorumlanması, doğru tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir ve detaylıca değerlendirme yapmıştır.

Temyiz Kurulu, taraflar arasındaki distribütörlük anlaşmasının, John Mills’in Avrupa Birliği içinde Jerome Alexander Consulting’in mallarının dağıtımından sorumlu olmasını şart koştuğunu tespit etmiştir. Ayrıca anlaşmada; anlaşmanın münhasırlığına, rekabet etmeme hükmüne ve Jerome Alexander Consulting’in fikri mülkiyet haklarına ilişkin konulara dair hükümlerin bulunduğunu da kaydetmiştir. Nihayetinde, Mahkeme Jerome Alexander Consulting tarafından sunulan ve itiraz edilen marka başvurusunun yapıldığı tarihten iki ay önceki bir tarihi taşıyan satın alma siparişlerinin, basit bir tedarikçi / distribütör ilişkisinin ötesinde önemli bir ticari ilişkinin varlığını gösterdiğine karar vermiştir. Bu nedenle Temyiz Kurulu, marka başvurusunun yapıldığı sırada, taraflar arasında genel bir güven ve sadakat görevine yol açan fiili, devam eden ve geçici olmayan bir iş ilişkisinin mevcut olduğuna ve dolayısıyla John Mills’in ilgili madde çerçevesinde bir ‘temsilci’ olarak değerlendirilebileceğine kanaat getirmesi doğrudur.

Ayrıca, yine ilgili maddenin amacı göz önüne alındığında esas amaç; ilgili markanın veya benzerinin temsilcisi tarafından kötüye kullanılmasını önlemektir. Çünkü temsilcisi, marka sahibi ile iş ilişkisi sırasında bilgi ve deneyim edinir ve bunu da istismar edebilir. Böylelikle marka sahibinin çabası ve yatırımından uygunsuz şekilde faydalanabilir. Hem temsilcinin doğru tespit edilmesi hem de bir üstte bahsettiğimiz noktada bu nedenle, EUIPO’ya göre temsilci tarafından bu tür bir bilginin izinsiz şekilde kullanılması, aynı markanın tescili ve kullanımı ile sınırlandırılamaz ve kötü niyete de işaret edebilir. Çünkü mevcut davada temsilci aynı zamanda önceki markanın temel bileşenlerini de başvuruya konu etmiştir ve bu durum kötüye kullanma niyetinde olduğu şeklinde de yorumlanabilir.

Özetle Temyiz Kurulu, taraflardan birinin diğerinin çıkarlarını temsil ettiği sözleşmeye dayalı bir anlaşmaya dayalı olarak bu kavramların her türlü ilişkiyi kapsayacak şekilde yorumlanması gerektiğini belirterek ve buna göre değerlendirme yaparak da doğru bir karar vermiştir. Bu hükmün uygulanması açısından, taraflar arasında, başvurana açıkça veya zımnen dayatma yoluyla güvene dayalı bir ilişki doğuran türden bir anlaşma veya ticari iş birliği bulunması yeterlidir ve bu kapsamda önceki marka sahibinin çıkarlarına ilişkin genel bir güven ve sadakat görevinin de temsilci tarafından yerine getirilmesi beklenir.

Bu dava ve detayları özelinde söylemek ve de olası durumlar için genellemek gerekir ise, değerlendirmeye esas bu madde özelinde aşağıdaki hususlar Temyiz Kurulu tarafından sırasıyla doğru şekilde tespit edilmiştir:

–  Karşı taraf, önceki markanın sahibi olmalıdır.

–  Başvuru sahibini, markanın esas sahibinin temsilcisi veya ticari vekili olmalıdır.

– Başvuru, marka sahibinin izni olmadan ve söz konusu vekilin veya temsilcisinin eylemini haklı gösterecek meşru nedenler olmaksızın söz konusu vekil veya temsilci adına yapılmış olmalıdır.

– Başvuru aynı veya benzer işaret ve mallarla ilgili olmalıdır.

Yazıda ele aldığımız Adalet Divanı kararında tespit edilen en önemli husus; Birlik Marka Tüzüğü’nde yer bulan Bir marka için, marka sahibinin izni olmadan ticari vekil veya temsilcisinin* kendi adına yaptığı başvuru, ilgili vekil veya temsilcisi eylemini haklı gösteremediği taktirde marka sahibinin itirazı üzerine reddedilir.” hükmünün uygulama alanının “aynı” markalarla sınırlı olmadığı, “benzer” markaların da aynı hüküm kapsamında reddedilebileceğidir. Ve hatta, 6769 sayılı SMK madde 6(2)’de yer alan paralel hükmün kapsamının aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer markalarla sınırlandırılmış olması da gelecek yıllarda Türk ve AB uygulamaları arasındaki yeni bir farklılık olarak değerlendirilip yeni tartışmalara yol açabilecektir.

Karardan aldığımız bir diğer önemli mesaj ise; tartışma konusu mevzuat hükümlerindeki tanımların muğlak ve yoruma açık görünmesi halinde, esasen o hükmün amacına göre hareket edilmesi gerekliliğidir. Sizlere aktardığımız davada, Adalet Divanı bunu Paris Sözleşmesi ve revizyonu konferanslarının tutanaklarına kadar giderek yapmıştır. Peki biz 6769 sayılı SMK madde 6(2)’nin kapsamının hangi nedenle aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer markalarla sınırlı tutulduğunu kimden ve nasıl öğrenebiliriz sizce? Sorunun yanıtı kanunun gerekçesine bakmak derseniz, peşinen söyleyelim bu yeterli değil; çünkü gerekçe “Mevcut düzenlemeden farklı olarak itiraz edilen başvuru ile itiraza konu marka arasındaki benzerlik derecesini belirlemek adına madde metnine bu belirliliği sağlayacak şekilde bir ekleme yapılmıştır.” demekte ve bu ifade “benzer markaların” neden hükmün kapsamı dışında bırakıldığını açıklamaktan yoksun.

Aslı BAŞPINAR

Ocak 2021

asli.baspinar86@gmail.com

Varlıkları Sona Eren Tüzel Kişilerin Tasfiyeye Tabi Tutulmamış Sicile Kayıtlı Sınai Mülkiyet Hakları Nedeniyle Ortaya Çıkan Sorunlar ve Bu Sorunlara İlişkin Çözüm Önerileri


“Ölüm gibi bir şey oldu,

  Ama kimse ölmedi.”[1]


Sınai mülkiyet haklarının temel özelliklerinden biri de gayrimaddi hak olmasıdır. Gayrimaddi haklar, duyu organlarıyla algılanamazlar; bu hakların somut bir varlıkları bulunmamaktadır. Sınai mülkiyet hakları varlıklarını, hukuk düzenlerinin, kendilerinin varlığını kabul etmesine ve bu kabul edişe bir takım sonuçlar bağlamasına borçludur. Hukuk düzenlerinin, soyut olmalarına rağmen varlıklarını kabul ettiği yapılardan bir diğeri ise tüzel kişilerdir. Bu iki yapının, hukuk düzeni içinde yollarının kesişmesi ve soyut nitelikleri, uygulamada bir takım sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Tüzel kişilerin, hukuki varlıklarının sona ermesi aşamasında mal varlıkları tasfiye edilirken, tasfiyeyle görevli kişilerin konu hakkında bilgi sahibi olmaması, tüzel kişinin bir sınai mülkiyet hakkı olduğundan haberdar olunmaması gibi nedenlerle sınai mülkiyet haklarının tasfiyeye dâhil edilmediği durumlarla karşılaşılmaktadır. Sahibi olan tüzel kişilik sona ermesine rağmen, ilgili sicilde bu tüzel kişinin hak sahibi göründüğü sınai mülkiyet hakları, işlemlere esas alınmaya devam etmektedir. Zira Türk Patent ve Marka Kurumunun (TÜRKPATENT), hukuki varlığı sona eren bir tüzel kişinin bu durumundan kendiliğinden haberdar olması mümkün değildir. Kaldı ki bu durumdan haberdar olsa dahi TÜRKPATENT’in bu konu bağlamında sicilde kendiliğinden işlem yapma yetkisi bulunmamaktadır. Bir örnekle açıklamak gerekirse varlığı sona eren bir tüzel kişilik adına sicilde tescilli görünen marka, sonraki tarihli marka başvurularında ret gerekçesi olarak dikkate alınmaya devam edecektir. Bu durumda hukuki varlığı sona eren tüzel kişiye tebligat yapılamaması, tebligat yapılamadığı için idari süreçlerin ilerleyememesi, tüzel kişiliği bulunmayan hak sahibinin, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu HMK m.50 hükmüne göre taraf ehliyetinin bulunmaması nedeniyle sınai mülkiyet haklarına ilişkin açılacak davalarda taraf olarak gösterilememesi gibi sorunlarla karşılaşılabilecektir. İnceleme konusu, aşağıda çeşitli tüzel kişiler özelinde ele alınacak ve sorunlara ilişkin çözüm önerileri getirilecektir:

Ticaret Şirketleri ve Kooperatifler:

13.01.2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) m.294 hükmüne göre; tasfiye memurlarının, kolektif şirketlerin sona ermesi sırasında şirketin mal varlıklarını paraya çevirmesi zorunludur. TTK m.300 hükmüne göre; kolektif şirketin net varlığının, sözleşmede aksine hüküm veya ortakların kararı bulunmadığı takdirde para olarak dağıtılması gerekmektedir. TTK m.303 hükmüne göre; tasfiyenin sona ermesi üzerine, kolektif şirketin ticaret unvanının sicilden silinmesi ve bunun tescil ve ilanı için durum, tasfiye memurları tarafından ticaret sicili müdürlüğüne bildirilir. TTK m.328 hükmüne göre; kolektif şirketin sona ermesine, tasfiyesine, varlık dağıtımına ve sicilden silinmesine ilişkin hükümler komandit şirketler için de uygulanacaktır. TTK m.542/1,a hükmüne göre; tasfiye memurları anonim şirketin tasfiyesi sırasında aktifleri paraya çevirmekle yükümlüdür. TTK m.543/3 hükmüne göre anonim şirket esas sözleşmesinde ve[2] genel kurul kararında aksine hüküm bulunmadıkça, dağıtma para olarak yapılır. TTK m.545 hükmüne göre; tasfiyenin sona ermesi üzerine anonim şirkete ait ticaret unvanının sicilden silinmesi tasfiye memurları tarafından sicil müdürlüğünden istenir. İstem üzerine silinme tescil ve ilan edilir. TTK m.636/5 hükmüne göre; limited şirketin sona ermesinin sonuçlarına, anonim şirketlere ilişkin hükümler uygulanır. TTK m.643 hükmüne göre; limited şirketlerin tasfiye usulü ile tasfiyede şirket organlarının yetkileri hakkında anonim şirketlere ilişkin hükümler uygulanır.

24.04.1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu (KK) m.83 hükmüne göre; tasfiye haline giren kooperatifin bütün borçları ödendikten ve ortak pay bedelleri geri verildikten sonra kalan mallar ancak ana sözleşmede bu husus öngörülmüş olduğu takdirde, ortaklar arasında paylaştırılır. Ana sözleşmede başka bir hal tarzı kabul edilmiş olmadıkça paylaştırma, dağılma anında kayıtlı ortaklar veya hukuki halefleri arasında eşit olarak yapılır.

TTK’nin ilgili hükümleri incelendiğinde ticaret şirketlerinin hukuki varlıklarının birleşme dışında herhangi bir nedenle sona ermesi durumunda, kural olarak mal varlıkları paraya çevrilmeden ve net varlığın dağıtımı yapılmadan ticaret unvanının sicilden silinmesi mümkün değildir. KK’nin ilgili hükümleri incelendiğinde ise birleşme suretiyle dağılma veya bir kamu kurumu tarafından devralınma durumu hariç olmak üzere, tasfiye hâline giren kooperatifin kalan malları, ana sözleşmesinde öngörülmüş olması kaydıyla ortaklar arasında paylaştırılır, bu paylaşım yapılmadan kooperatifin sicilden silinmesi mümkün değildir.  Ancak uygulamada sınai mülkiyet hakları tasfiyeye dâhil edilmeden tasfiyenin tamamlandığı, şirketler için görünüşteki net varlığın, kooperatifler için görünüşte kalan malların dağıtıldığı ve ilgili tüzel kişinin sicilden silindiği durumlarla karşılaşılmaktadır. Bu durumla karşılaşan kişilerin, yaşaması muhtemel sorunları aşabilmesi için, TTK Geçici Madde 7/5 hükmü yol göstermektedir. Anılan hükme göre; tasfiye edilmeksizin sicilden silinen şirket veya kooperatiflerin ortaya çıkabilecek mal varlığı, unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal eder. Hazine bu şirket ve kooperatiflerin borçlarından sorumlu tutulmaz. Sicilden silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar, haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak, şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir. Sınai mülkiyet hakları tasfiyeye tabi tutulmadan tüzel kişiliği sona eren kişilerin bu hakları nedeniyle sorun yaşayan kişiler, şirketin veya kooperatifin sicilden silinmesinin üzerinden on yıl geçtiyse, ilgili sınai mülkiyet sicilinde hak sahibinin Hazine olarak düzeltilmesi için, gerekli evraklarla TÜRKPATENT’e başvurabilirler. Eğer şirketin veya kooperatifin sicilden silinmesinin üzerinden beş yıl geçmediyse, işlemlere devam edebilmek için mahkemeye başvurarak şirketin veya kooperatifin ihyasını isteyebilirler. 

KK m.83/3 hükmüne göre; ortaklara paylaştırma yapılacağına dair ana sözleşmede açıklama olmadığı takdirde tasfiye neticesinden arta kalan miktar, kooperatifleşme amacına uygun olarak harcanmak üzere Türkiye Milli Kooperatifler Birliğine bırakılır. Varlığı bu şekilde sona eren kooperatif,  ilgili sınai mülkiyet sicilinde hak sahibi olarak görünmeye devam ediyorsa, bu durum nedeniyle sorun yaşayan kişiler, ilgili evraklarla birlikte sicilde hak sahibi olarak Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin gösterilmesi için TÜRKPATENT’e başvurabilirler.

Dernekler:

04.11.2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu m.15 hükmüne göre; genel kurul kararı ile feshedilen veya kendiliğinden sona erdiği tespit edilen derneğin para, mal ve haklarının tasfiyesi, tüzüğünde gösterilen esaslara göre yapılır. Tüzükte tasfiyenin ne şekilde yapılacağının genel kurul kararına bırakıldığı hallerde, genel kurul tarafından bir karar alınmamış veya genel kurul toplanamamışsa yahut dernek mahkeme kararı ile feshedilmişse, derneğin bütün para, mal ve hakları, mahkeme kararıyla derneğin amacına en yakın ve kapatıldığı tarihte en fazla üyeye sahip derneğe devredilir. Kendiliğinden sona erdiği tespit edilen veya feshine karar verilen derneklerin tasfiye ve devir işlemleri tamamlandıktan sonra dernekler kütüğündeki kayıtları silinir.

İlgili sicilde, tüzel kişiliği sona eren dernek üzerine kayıtlı bulunan sınai mülkiyet hakkı nedeniyle sorun yaşayan kişiler, mahkeme kararı dâhil gerekli belgelerin ibrazı ile söz konusu derneğin haklarının devredildiği derneğin, sicilde hak sahibi olarak gösterilmesi için TÜRKPATENT’e başvuruda bulunabilirler.

Vakıflar:

20.02.2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu m.27 hükmüne göre; sona eren yeni vakıfların borçlarının tasfiyesinden arta kalan mal ve haklar; vakıf senedinde yazılı hükümlere göre, senetlerinde özel bir hüküm bulunmayanlarda ise Genel Müdürlüğün görüşü alınarak mahkeme kararıyla benzer amaçlı bir vakfa; dağıtılan yeni vakıfların borçlarının tasfiyesinden arta kalan mal ve haklar ise Genel Müdürlüğe intikal eder.

Hukuki varlığı sona ermesine rağmen, ilgili sınai mülkiyet sicilinde hak sahibi olarak görünen vakıflar nedeniyle sorun yaşayan kişiler, gerekli evraklarla birlikte duruma göre mal ve hakları devralan vakfın ya da Vakıflar Genel Müdürlüğünün hak sahibi olarak gösterilmesi için TÜRKPATENT’e başvurabilirler.

Siyasi Partiler:

22.04.1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu (SPK) m.107 hükmüne göre; Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan siyasi partinin bütün malları Hazineye geçer. SPK m.110 hükmüne göre; kapanan bir siyasi partinin malları, büyük kongre toplanma yeter sayısının salt çoğunluğunun oyu ile alacağı bir karar üzerine, bir diğer siyasi partiye veya başka bir parti ile birleşmek için kapanma kararı alınmışsa, birleşeceği partiye, ilgili partinin de kabul etmesi şartıyla devredilebilir. Aksi halde kapanan siyasi partinin malları Hazineye geçer.              

Bir siyasi partinin, kapatılmasına veya kapanmasına rağmen, ilgili sınai mülkiyet sicilinde hak sahibi olarak görünmesi nedeniyle sorun yaşayan kişiler, gerekli belgelerle birlikte Hazinenin, birleşilen ya da birleşme sonucu yeni oluşan partinin hak sahibi olarak gösterilmesi için TÜRKPATENT’e başvuruda bulunabilirler.

Osman Umut KARACA

Aralık 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


[1] Çizik / Özdemir ASAF

[2] Kanaatimizce “ve” yerine “veya” ibaresi kullanılmalıdır.

UYGULAMA KANUNUN ÜSTÜNDE MİDİR?

MARKA SAHİBİ NUMARASI UYGULAMASINA ELEŞTİREL BAKIŞ VE ÖNERİLER

Türkiye’de önceki tarihli bir markayla aynı veya ayırt edilemeyecek derecede benzer bir başvurunun, aynı veya aynı tür mal veya hizmetler için tescili amacıyla yapılan sonraki tarihli başvuru, önceki tarihli markanın varlığı gerekçe gösterilerek inceleme otoritesi olan Türk Patent ve Marka Kurumu (Kurum) tarafından 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 5/1-(ç) bendi uyarınca resen reddedilmektedir.

Bu uygulamanın istisnalarından birisi, önceki ve sonraki tarihli markaların aynı sahip adına kayıtlı olmasıdır. Bir diğer deyişle marka sahiplerinin aynı olması halinde, sonraki tarihli başvuru, önceki tarihli marka nedeniyle reddedilmemektedir.

Kurum, marka sahiplerinin aynı olup olmadığını kendi veritabanında sahipler için atanan yedi basamaklı bir sayı olan “sahip numarasını” esas alarak tespit etmektedir.

Bu yazıda, sahip numarası esas alınarak uygulanan sistemde karşımıza çıkan başlıca aksaklıklar örnekleriyle ortaya konulacak ve sistemin daha kullanıcı dostu hale getirilmesi için önerilerde bulunulacaktır; çünkü halihazırda uygulanan sistem kendi içsel yanlışlıkları nedeniyle istenmeyen ve beklenmedik sonuçlara yol açabilmektedir.



Yukarıda belirtilen amaca ilaveten, daha genel sorular da yöneltilecektir. İlerleyen bölümlerde yapacağımız açıklamalar çerçevesinde okuyucuların zihninde açıklığa kavuşacak soruları baştan yöneltelim ve böylelikle yazının amacının anlaşılmasını sağlayalım:

  • Tüzel kişi başvuru sahibi, önceden tescilli bir markanın da sahibi ise, aynı tüzel kişinin Kurum sicilindeki adreslerinin başvuruda farklı, önceki tarihli markada farklı olması nedeniyle başvurunun reddedilmesi doğru veya hukuka uygun mudur?
  • Bir tüzel kişinin tek bir adresi olması gerektiği, yeni bir başvurudaki adresin farklı olması halinde markaların farklı sahiplere ait markalarmış gibi değerlendirilmesi gerektiği veya adreslerdeki ufak farklılıkların (örneğin posta kodunun varlığı veya yokluğu) tüzel kişileri varsayımsal olarak farklı hale getirdiği yönündeki uygulama hangi hukuki temele dayanmaktadır?
  • Marka sahipleri aynı iken, sahip numarasındaki farklılık gerekçe gösterilerek başvuruların reddedilmesi 6769 sayılı SMK kapsamında mümkün müdür veya sahip numarası farklılığı içerikli bir ret gerekçesi SMK kapsamında bulunmakta mıdır?
  • Bütün bunların sonucunda, sahip numarası sistemi gerekçe gösterilerek, bir başvurunun aynı sahibe ait başka bir marka nedeniyle reddedilmesi yönündeki uygulama, SMK’da düzenlenmemiş bir ret gerekçesinin Kurum uygulaması öne sürülerek Kanuna fiilen eklemlenmesi midir? 

Detaylı açıklamalara geçmeden, yazı boyunca vereceğimiz örneklerin 5/1-(ç) uygulaması özelinden hareket edeceğini, ancak sahip numarası sisteminin uygulama biçiminden kaynaklanan sorunların yayıma itiraz, devir gibi süreçlerde de hak sahibinin mağduriyetine yol açtığı belirtilmelidir. Bu durumlara örnekler de yazının sonunda verilecektir.

GENEL TABLO

Kurumun mevcut uygulamasında aynı sahip numarası altında kayıtlı olmak için aranan şart, sahip gerçek kişi ise sahibin isim ve soyisminin, tüzel kişi ise ticaret unvanının ve buna ilaveten sahibin adresinin birebir aynı olmasıdır.

Gerçek kişinin isminde, tüzel kişinin ticaret unvanında veya adreste farklılıklar olması halinde, aynı sahibe farklı bir sahip numarası tahsis edilmektedir.

Bununla birlikte, Türk marka sahipleri açısından, başvuru esnasında verilen vergi numarası, T.C. kimlik numarası bilgileri, Kurum sahip numarası sisteminde kayıtlı önceki sahip numaralarıyla eşleştirilmektedir ve dolayısıyla, aynı sahip için mükerrer kayıt oluşturulması gibi sorunlar yaşanmamaktadır. Dolayısıyla da, söz konusu olan Türk başvuru sahipleri olduğunda, marka sahip numarasının farklılığı nedeniyle marka sahibinin kendi markaları nedeniyle sorun yaşaması pek olası olmamaktadır.

Ve fakat, söz konusu olan yabancı başvuru sahipleri olduğunda, sahip numarası sisteminde önemli sorunlar yaşanmaktadır. 

Şöyle ki; defalarca tecrübe edilen birçok halde, aynı sahibe Kurum tarafından farklı numaralar tahsis edilmekte, bu hususun apaçık olduğu sayısız örnekte resen veya iletişim yoluyla kaydın düzeltilmesi yolu değil, yeni başvurunun aynı sahibe ait önceki tarihli marka nedeniyle reddedilmesi yolu tercih edilmekte ve talep sahiplerinin (Kurum müşteri kelimesini de kullanmaktadır) işlemleri, aslında çok da gerekli olmayan şekilde, uzatılmaktadır.

Özellikle, Madrid Protokolü kanalıyla vekilsiz olarak Türkiye girişi yapılan uluslararası başvuruların marka sahiplerine, önceden Kurum sahip veritabanında farklı bir sahip numarasıyla kayıtlı olmalarına rağmen yeni numaralar verilmekte ve bu mükerrer kayıtların inceleme aşamasında çeşitli gerekçelerle düzeltilmemesi nedeniyle yanlış ret kararları verilmekte ve sonrasında bu ret kararlarının düzeltilmesi veya kaldırılması gerek Kurum gerekse de başvuru sahibi / vekili açısından emek, zaman ve maddi kayıplara yol açmaktadır.

Birkaç senaryo eşliğinde açıklayacak olursak:

Senaryo 1UNVAN VEYA ADRESTEKİ YAZIM KARAKTERLERİ, NOKTALAMA İŞARETLERİ FARKLILIKLARI:

Yabancı dillerde “İ” ve “ı” karakterleri bulunmamaktadır (küçük “i” ve büyük “I” harfleri mevcuttur) ve bu veya bunun gibi aslında karşılığı aynı olan, büyük – küçük harf farklılıkları nedeniyle marka sahibi numarası farklılaşabilmektedir.

Örneğin; önceki markanın sahibi “LAVIRY AGENTS S.A.” firması Kurum veritabanında bir sahip numarasıyla kayıtlıdır.

Madrid Protokolü kapsamında yapılan yeni başvuruda ticaret unvanı “Laviry Agents S.A.” olarak belirtilir.

Yeni başvurunun sahibi Kurum kayıtlarında birebir eşleşmediği için yeni bir sahip numarası alır.

Aynı durum adreslerde kullanılan harfler bakımından da geçerlidir.

Aşağıda verilen örnekteki 3 farklı sahip numarası Kurum veritabanından 6 Aralık 2020 tarihinde alınmıştır ve büyük – küçük harf farklılıkları nedeniyle aynı sahip için verilen farklı sahip numaralarından bir örneği göstermektedir:

Aynı uygulamanın devamı olarak örneklendirmek gerekirse; Kurum marka araştırma sisteminde marka sahibi esas alınarak yapılan araştırmada, aranan terim “ferrarı veya FERRARI” ise 128 ayrı marka kaydı; aranan terim “ferrari veya FERRARİ” ise yalnızca 3 marka kaydı çıkmaktadır.


Bu durum istisnai bir hal olmadığından, tek çözüm olarak arama yapanlardan dikkat beklemek ciddi bir kamu kurumu refleksi olmayacaktır, çünkü marka araması Kurum online veritabanı aracılığıyla alan profesyoneli olan veya olmayan yüzbinlerce kişi tarafından yapılmaktadır ve kullanıcıların (müşterilerin) en doğru sonuçlara erişimini sağlamak idarenin görev ve sorumluluğudur.

Senaryo 2ADRESTEKİ ÖNEMSİZ FARKLILIKLAR:

Varsayımsal bir örnek üzerinden giderek, daha açık olalım:

Yabancı bir tüzel kişinin bir markası Kurum kayıtlarında 1995 yılından bu yana tescillidir ve bu markada sahibin adresi “Carnabiss Strasse 15, 32257 Düsseldorf – Almanya” olarak kayıtlıdır. Marka sahibi bu markasıyla ayırt edilemeyecek derecede benzer yeni bir markasını tescil ettirmek için Kuruma başvuruda bulunur, şirketin unvanı aynıdır, ancak Avrupa Birliği’nde posta kodu yazım sistemi değiştiğinden 32257’nin başına DE harfleri gelmiştir. Bu markanın başvurusu yerli bir vekil kullanılmadan Madrid Protokolü aracılığıyla yapılır ve adres “Carnabiss Strasse 15, DE-32257 Düsseldorf – Almanya” olarak yazılır.    

Kurum yazılımı veya kayıt personeli bu marka için adresteki farklılık nedeniyle ayrı bir sahip numarası verirler. Bunun ötesi beklenemez, çünkü yazılım veya kayıt personeli karar merci değildir.

Yeni başvuru karar için havale edilir, ayırt edilemeyecek derecede benzer olan ve aynı tür malları içeren iki markanın unvanları aynıdır, adresleri arasındaki tek fark ise Almanya’nın uluslararası kodu olan DE’nin bir adreste bulunup diğer adreste bulunmamasıdır ve tabii ki sahip numaraları da farklıdır.

Bu husus tespit edilmesine rağmen inisiyatif alınmaz, resen birleştirme yapılmaz veya önceki markanın vekiliyle temasa geçilip durum kontrol edilerek, sahiplerin birleştirilmesini talep edilmez, ret kararını verilip, itiraz edin konu YİDK’nda çözülsün denmesi tercih edilir. Marka sahibi aylarca itirazının Kurul’da incelenmesini bekler. (Bu yöndeki kontrolü yapmayı tercih ederek yapıcı yaklaşımı tercih eden çok sayıdaki Kurum çalışanı elbette ki bunun dışındadır.)

Sorun anlatıldığı zaman alınacak yanıt bellidir; “Sahip numaraları farklı olduğu için o yönde karar verildi, Kurum uygulaması bu yönde, hata söz konusu değil, itiraz edilmeli.”

Peki, şimdi sorular geliyor:

  • 5. maddede sayılı ret gerekçeleri arasında sahip numaralarının farklılığı gibi bir hal bulunmakta mıdır?
  • Kurum sahip numaralarının farklılığı / adreslerin farklılığı şeklindeki ret gerekçesini SMK’nın hangi maddesine dayandırmaktadır?
  • Sahip numarası sistemi Kurumun iç uygulamasıdır ve sahip numarasının farklı olması marka sahibinin de farklı olduğu anlamına gelmez. Eğer öyle bir kabul varsa da Kuruma düşen bunu tetkik ederek ona göre karar vermektir. 
  • Marka sahiplerinin unvanı aynı iken bunların adreslerinin minör farklılıklar içermesi marka sahiplerinin farklı tüzel kişiler olduğu anlamına mı gelmektedir?
  • Kurum her tür iletişim aracına sahipken bu tip durumları başvuru sahiplerine veya vekillerine sorarak, yapıcı bir yaklaşım izlemeyi tercih etmek yerine neden başvuruları reddederek, aylar sürecek itiraz – YİDK süreçlerini işletmeyi tercih etmektedir?

Senaryo 3TİCARET UNVANLARINDA KULLANILAN KISALTMALAR:

Açık olma endişesiyle gene varsayımsal bir örnek üzerinden gidelim:

Yabancı bir tüzel kişi 2000 yılında bir marka tescil ettirmiştir ve bu markadaki unvanı “CLASSIC NUTS LTD.” şeklindedir.

2020 yılında birebir aynı adresle “CLASSIC NUTS LIMITED” unvanıyla bir başvuru yapılır. Bu başvuru önceki markayla ayırt edilemeyecek derecede benzerdir ve aynı tür malları içermektedir.

Kurum yazılımı veya kayıt görevlisi “LTD.” – “LIMITED” farkından dolayı sahiplere farklı numaralar verir ve yukarıda Senaryo 2’de aktardığımız akış aynen devam eder.

Oysa ki; LTD kısaltmasının açılımının LIMITED olduğu açık ve kolaylıkla erişilebilir malum bir bilgidir; aynı durum CORP (CORPORATION), S.A. (SOCIETE ANONYME), S.A.S. (SOCIETE PAR ACTIONS SIMPLIFIEE), SARL (SOCIETE A RESPONSABILITE LIMITEE), S.P.A. (SOCIETA PAR AZIONI), CO (COMPANY), GMBH (GESELLSCHAFT MIT BESCHRANKTER HAFTUNG), AG (AKTINGESELLSCHAFT) gibi yaygın kullanılan ve bilinen ve Kurumun karşısına neredeyse her gün çıkan kısaltmalar için de geçerlidir.

Hal böyleyken ve kısaltmanın karşılığının ne olduğunu saptamak / bilmek Kurum bakımından günlük işin bir parçası olarak malum bir veriyken, marka sahibinin ticaret unvanının açık ve kısaltma hallerine iki ayrı sahip numarası verilmesinin ardından, inceleme esnasında bunların resen birleştirilmemesi veya başvuru sahibi vekili ile temasa geçilip bu yönde işlem yapılmaması ve devamında yeni tarihli başvurunun marka sahibinin kendi markası nedeniyle reddedilmesi kanaatimizce, başlıbaşına kamu otoritesinin haksız kullanımı suretiyle hak sahiplerinin mağdur edilmesidir.   

Senaryo 4“UNVANLARDA FARKLILIK VAR, UNVAN DEĞİŞİKLİĞİ YAPIN”:

Yukarıda verdiğimiz örneklerin devamı niteliğindeki kimi hallerde kısaltmanın açık hale getirilip (veya tam tersi) sahiplerin birleştirilmesi için unvan değişikliği işlemi yapılması talep edilmektedir.

Bu yöndeki talep gerçekleştirilebilir nitelikte değildir, çünkü çoğu halde ortada bir unvan değişikliği bulunmamaktadır. 

“CLASSIC NUTS LIMITED” ile “CLASSIC NUTS LTD.” aynı ticaret unvanıdır, birinde şirketin nevi açık yazılmıştır, diğerinde ise kısaltma halinde yazım söz konusudur. Bu şekilde yazılmış sahiplerin birleştirilmesi için unvan değişikliği yapılması istenmesi mantıklı değildir, çünkü ortada bir unvan değişikliği bulunmamaktadır. Tüm dünyanın açılımını bildiği bir kısaltmanın açık halde yazılıp sahip numaralarının birleştirilmesi yeterli olacakken, gerçekleşmemiş bir işlemin belgesi talep edilerek ve sahip birleştirmesinin ancak bu halde gerçekleşeceği belirtilerek işlemler çıkmaza sürüklenebilmektedir.

Senaryo 5 – UNVAN DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN UNVAN DEĞİŞİKLİĞİNİ GÖSTERİR BELGE TALEP EDİLEBİLİR Mİ?:

Türkiye’nin 2005 yılından bu yana tarafı olduğu Marka Kanunu Andlaşması madde 10(4), unvan değişikliği işlemi için unvan değişikliğini gösterir belgenin istenmesini açık şekilde yasaklamaktadır.

(https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/resources/temp/3C2EBCFA-8D1E-4BD1-A344-C0C1E308B39A.pdf)

“(4) [Prohibition of Other Requirements] No Contracting Party may demand that requirements other than those referred to in paragraphs (1) to (3) be complied with in respect of the request referred to in this Article. In particular, the furnishing of any certificate concerning the change may not be required.

(5) [Evidence] Any Contracting Party may require that evidence be furnished to the Office where the Office may reasonably doubt the veracity of any indication contained in the request.”

(https://wipolex.wipo.int/en/text/294358)

Madde 10(5)’te yer alan hüküm ise kanıtın ancak makul nedenle şüpheye düşülmesi kanıt istenebileceğini düzenlemektedir ve istisna hükmüdür.

Buna karşılık SMK Yönetmelik madde 128 hükmü aşağıdaki şekildedir:

Unvan, tür ve adres değişiklikleri

MADDE 128 – (1) Bir sınai mülkiyet hakkı sahibinin unvanının veya türünün değişmesi halinde bu değişikliğin ilgili Sicile kaydedilmesi için aşağıda sayılan belgelerle birlikte Kuruma başvuruda bulunulması gereklidir:

a) Talep formu.

b) Unvan veya tür değişikliğini gösterir Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi bilgisi veya belgesi veyahut yetkili mercilerce onaylanmış belge ile unvan veya tür değişikliğini gösterir belgenin yabancı dilde olması halinde yeminli tercüman tarafından onaylanmış Türkçe tercümesi.”

Bu haliyle SMK Yönetmelik madde 128 (1)(b) hükmü açık biçimde Marka Kanunu Andlaşması’nın ve Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerinin ihlali mahiyetindedir. İstisna hükmünün genel uygulamaya dönüştürülmesi gibi bir halin kabul edilmesi elbette ki mümkün değildir.

Yaptığımız tespit, bu yazının bağlamından, yani marka sahibi numarası sisteminin etkilerinden ve aksaklıklarından daha üst düzeydeki bir sorunu işaret etmektedir ve kanaatimizce ivedilikle düzeltilmelidir.

Senaryo 6SAHİP NUMARASI SİSTEMİNDEN KAYNAKLI SORUNLAR 5/1-(Ç) BENDİ İLE SINIRLI MIDIR?:

Sahip numarası sisteminin yol açtığı ve yukarıda farklı senaryolar eşliğinde detaylıca açıklamadığımız sorunlar, yalnızca 5/1-(ç) incelemesinde değil, sahibin önceki haklarıyla ilgili tüm işlerde ortaya çıkmaktadır.

Örneğin; yayıma itiraz işlemlerinde marka sahibinin yalnızca tek numarasına kayıtlı markaların gerekçe gösterilebilmesi, farklı adresler nedeniyle aynı sahibe ait diğer markaların sanki başka birisine aitlermiş gibi işleme alınmaması ve burada sıralamakla yazıyı daha fazla uzatmayacağımız diğer işlemlerde yaşanan sorunlar mevcuttur.

SONUÇ

Sahip numarası sisteminden kaynaklı sorunları detaylı ve örnekleriyle birlikte ortaya koyduğumuz yazıya, bütün yazdıklarımızın tekrarı mahiyetinde bir sonuç yazmayı tercih etmeyeceğiz.

Sahip numarası sisteminden kaynaklı sorunlar, sorun halletme refleksi ile çalışan yapıcı Kurum çalışanları sayesinde bazı hallerde ortadan kaldırılmaktadır. Buna karşın sistemin kendisi kurulduğu haliyle yapısal, işleyişe ilişkin ve mantıksal sorunlar içermektedir ve marka sahipleri birçok halde unvanları dahi aynıyken kendi önceki markaları nedeniyle beklenmedik sorunlarla karşılaşmaktadır. Dolayısıyla, sahip numarası sisteminin akış, işleyiş ve sorunlu durumlara müdahale anlamında ciddi bir revizyona tabii tutulması kanaatimizce yerinde olacaktır.

Diğer taraftan, SMK Yönetmelik madde 128(1)(b) hükmü, Marka Kanunu Andlaşması’na ve Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine açık biçimde aykırıdır ve Yönetmelik hükmünün acilen gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Önder Erol ÜNSAL

Aralık 2020

unsalonderol@gmail.com

Sınai Mülkiyet Haklarına İlişkin Hukuk Uyuşmazlıklarında Yurt Dışına Yapılan Tebligat Aşamasında Yaşanan Sorunlara İlişkin Değerlendirme

Hukuk yargılamasının temel sorunlarından biri de tebligattır. Tebligata ilişkin yaşanan sorunların, yargılamanın makul sürede tamamlanmasını engellediği durumlarla dahi karşılaşılmaktadır. Ancak, yargılamanın uzaması pahasına, tebligata ilişkin katı şekil kurallarının uygulanmasından vazgeçilmemektedir. Zira bu kurallar, adil yargılanma hakkının temel unsurlarından olan hukuki dinlenilme hakkıyla doğrudan ilgilidir. Nitekim, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.27 hükmünde; davanın taraflarının, müdahillerin ve yargılamanın diğer ilgililerinin kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları belirtildikten sonra; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasının, hukuki dinlenilme hakkı kapsamında olduğu ifade edilmektedir.

Yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunması özelinde hukuki dinlenilme hakkı; hukuk yargılamasında davalı bakımından, ilk kez dava dilekçesinin tebliği aşamasında karşımıza çıkmaktadır. Gerçekten davalı, kendisine yöneltilen iddialardan ve bu iddialara ilişkin delillerden dava dilekçesi ile haberdar olmaktadır. Dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmemesi, hukuki dinlenilme hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır.

Sınai mülkiyet hukuku alanında hak sahiplerinin Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmaması, sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m.160/3 hükmünde; bu kişilerin Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) nezdinde gerçekleştirecekleri idari işlemler bakımından, kendilerini marka ve/veya patent vekiliyle temsil ettirmeleri bir zorunluluk olarak düzenlenmiş ve bu zorunluluğa aykırı olarak asıl tarafından gerçekleştirilen işlemlerin yapılmamış sayılacağı ifade edilmiştir. Vekille temsilin zorunlu olduğu söz konusu durumda, tebligatlar vekile yapıldığı için, yurt dışına yapılacak tebligat prosedürünün ortaya çıkaracağı sorunlar da bertaraf edilmiştir.

Sınai mülkiyet haklarına ilişkin idari işlemlerde, Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan kişiler için düzenlenen vekille temsil zorunluluğunun, söz konusu haklara ilişkin hukuk yargılamalarında uygulanması mümkün değildir. Zira hukuk yargılamasında, kural olarak avukatla temsil zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu bağlamda davalının avukatının bulunup bulunmadığı, avukatı bulunsa bile somut uyuşmazlıkta kendini avukatla temsil ettirip ettirmeyeceği ya da mevcut avukatından başka bir avukatla temsil ettirip ettirmeyeceği bilinemeyeceği için dava dilekçesinin davalının bizzat kendisine tebliğ edilmesi zorunludur.[1] Bu zorunluluk, HMK’nin çeşitli hükümlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu hükümlerden bazıları şunlardır:

  • HMK m.119 hükmüne göre; dava dilekçesinin içeriğinde; davacıya ait ad, soyad ve adres bilgilerinin yer alması bir zorunluluk olarak düzenlenmişken, davacının kendini vekille temsil ettirmesi ihtimali göz önünde bulundurularak vekilin adının, soyadının ve adresinin bulunması da bir zorunluluk olarak düzenlenmiştir. Dava dilekçesinin hazırlık ve tebliği aşamasında davalının kendini vekille temsil ettirip ettirmeyeceği bilinemeyeceği için dava dilekçesinin unsurları arasında davalı vekilinin bilgilerine yer verilmemiştir.
  •  HMK m.122 hükmünde; dava dilekçesinin, mahkeme tarafından davalıya tebliğ edileceği açıkça belirtilmiştir.
  • HMK m.129 hükmünde; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği adres cevap dilekçesinde bulunması gereken unsurlar arasında sayılmıştır. Bu hükümden davalının, görülmekte olan davada kendisini vekille temsil ettirmesinin bir zorunluluk olmadığı sonucuna varılmaktadır.
  • HMK m.317/2 hükmünde; davaya cevap süresinin, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki hafta olduğu belirtilmiştir.

Hukuk yargılamasında dava dilekçesinin, davalıya tebliğ edilmesinin bir zorunluluk olduğu, davalının herhangi bir avukata genel vekâlet vermiş olmasının bu durumu değiştirmeyeceği çeşitli yargı kararlarında da ifade edilmiştir. Bu kararlardan bazılarının ilgili bölümleri aşağıdadır:

  • “Bir kimsenin umumi vekil olması müvekkilin talimatı olmadan bütün davaları takip etme zorunluluğunu ona yüklemez. İcra takibine maruz kalan borçlu vekil marifetiyle takibe itiraz etmiş olsa dahi, itiraz üzerine duran icra takibine devam için alacaklının açtığı itirazın iptali davası bakımından borçlunun itiraz aşamasında tayin ettiği avukatın itirazın iptali davası için de yetkili olup olmadığı davanın açıldığı sırada belli olmadığından, itirazın iptali davası dilekçesinin vekile değil asile tebliği gerekir. Somut olayda dava dosyasına vekaletname ibraz etmeyen, itirazın iptali davasını takip konusunda yetkilendirildiği belli olmayan, icra dosyasına itiraz dilekçesi veren avukata yapılan tebligatla taraf teşkili usulen sağlanmamıştır. Bu nedenle borçluya usulen tebligat yapılıp taraf teşkili sağlanmadan ve davalının savunma hakkı kısıtlanarak karar verilmiş olması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi; 02.11.2004 tarihli ve E.2004/2041, K.2004/5550 sayılı karar.)[2]
  • “Bu halde, ön inceleme duruşması için, davalıya dava dilekçesi usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş olmalı; davaya cevap için kanuni süre (HMK. md. 127), süresi içinde cevap verildiği takdirde bunun tebliğinden itibaren cevaba cevap süresi, verilmesi halinde davalının ikinci cevap verme süresi beklenmeli, bundan sonra Hukuk Muhakemeleri Kanununun 137 ila 141. maddelerinde gösterilen usul çerçevesinde ön inceleme yapılmalıdır.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi; 19.11.2013 tarihli ve E.2013/17182, K.2013/30242 sayılı karar.)[3]
  • “Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin, hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir … Esasen, taraf teşkilinin sağlanması Anayasanın 90/son maddesi delaletiyle AİHS’nin 6. maddesi hükmü uyarınca adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Bu durumda dava dilekçesinin tebliğinin yöntemine uygun olduğu söylenemez. Bunun sonucu olarak davalının eldeki davada savunma hakkını kullanamadığı ortadadır. Öyle ise mahkemenin 20.11.2013 tarihli temyiz isteğinin süreden reddine ilişkin kararının ve kesinleşme şerhinin ortadan kaldırılmasına karar verildikten sonra, işin esasının incelenmesinde; davanın davalıya usulen bildirilmediği, davada taraf teşkilinin yasaya uygun biçimde sağlanmadığı sonucuna varılmaktadır. Hâl böyle olunca, davalıya usulüne uygun olarak dava dilekçesinin tebliği ile taraf teşkili sağlandıktan sonra yanların gösterecekleri kanıtların toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, usulüne uygun olarak taraf teşkili sağlanmaksızın işin esası bakımından yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.” (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi; 01.12.2015 tarihli ve E.2015/11293, K.2015/13911 sayılı karar.)[4]
  • “Vekilin umumi vekaletname ile yetkilendirilmiş olması  müvekkilin talimatı olmadan tüm davaları takip etme zorunluluğunu ona yüklemez. Örneğin; hakkında icra takibi yapılan borçlu, vekil aracılığıyla takibe itiraz etmiş olsa dahi, alacaklının açtığı itirazın iptali davası bakımından borçlunun itiraz aşamasında tayin ettiği vekilin, bu davada da yetkili bulunup bulunmadığı davanın açılması sırasında belirli olmadığından, dava dilekçesinin vekil yerine asile tebliği gerekir. Aksi takdirde usulüne uygun taraf teşkili sağlanmış olmaz.” (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi; 23.01.2018 tarihli ve E.2017/23538, K.2018/1023 sayılı karar.)[5]
  • “Taraflar duruşmaya çağrılmadan, diğer bir deyişle; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasa’nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece taraflar dinlenmek üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi hâlde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir.” (Yargıtay HGK; 15.11.2018 tarihli ve E.2018/3-899, K.2018/1726 sayılı karar.)[6]

Hukuk yargılamasında dava dilekçesinin, bizzat davalıya tebliğ edilmesine ilişkin zorunluluğun, sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk yargılamaları bakımından da herhangi bir istisnası bulunmamaktadır. Ancak sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk yargılamalarında davalının Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmaması durumuyla ve dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmesi aşamasında yaşanan sorunlarla, diğer hukuk davalarına nazaran daha sık karşılaşılmaktadır. Bu nedenle zaman zaman,  dava dilekçesinin Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan davalıya tebliğ edilmesi zorunluluğuna, söz konusu uyuşmazlıklar bakımından istisna getirecek pozitif hukuki düzenleme yapılması teklifleriyle veya bu zorunluluğu fiilen aşmaya yönelik çözüm önerileriyle karşılaşılmaktadır.

SMK’nin hazırlık aşamasında yapılan; akademisyenlerin, yargı mensuplarının ve diğer uygulamacıların katıldığı geniş katılımlı bir toplantıda, fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesi hâkimlerinden biri tarafından; taslak metne, Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan kişilerin TÜRKPATENT nezdinde yapacakları işlemler sırasında, ileride söz konusu işlemle ilgili yargılama yapılması ihtimaline binaen, yargılama makamı tarafından yapılacak tebligatlara esas olmak üzere, Türkiye’de adres bildirmesi zorunluluğunun getirilmesine ilişkin hüküm eklenmesi önerilmiş; bu sayede yurt dışına yapılan tebligatlar nedeniyle yargılama süresinin uzamasının önüne geçileceği ifade edilmiş, yerleşim yeri yurt dışında bulunan kişilerin, TÜRKPATENT nezdinde yapacakları işlemlerde marka ve/veya patent vekili ile temsil zorunluluğu bulunduğu için yargılama sırasında yapılacak tebligata esas olmak üzere belirtilmesi zorunlu adres olarak, marka ve/veya patent vekilinin adresinin belirlenebileceği de örnek olarak dile getirilmiştir. Öneri o dönem kabul görmemiş ve taslak metne alınmamıştır. Kanaatimizce; söz konusu öneri, yurt dışına yapılacak tebligatlar nedeniyle yaşanan sorunları çözüme kavuşturacak olsa da dava dilekçesinin bizzat davacıya tebliğ edilmesindeki amaç ve belirtilen adresin dava açılıncaya kadar güncelliğini yitirmesi ihtimali birlikte değerlendirildiğinde, hukuki dinlenilme hakkını ihlal eder ve bu yönüyle savunma hakkını kısıtlar niteliktedir. Ayrıca öneri, HMK’nin, dava dilekçesinin bizzat davacıya tebliğ edilmesine ilişkin sistematiğine de aykırılık teşkil etmektedir.  

Yakın zamanda kaleme alınan bir yazıda[7]; kendi adına çalışan bir avukatın, aynı zamanda marka ve/veya patent vekili olması, marka ve/veya patent vekilliğine ilişkin vekâlet ile avukatlığa ilişkin vekâletin, aynı vekâletnamede yer alması, bu vekâletnamenin, avukatlık vekâletnamesinin geçerlilik şartlarına uygun olarak hazırlanmış olması,  vekâletnamenin TÜRKPATENT’e sunulmuş, muhataba tebliğ edilmiş ve muhatabın bu konuda bilgilendirilmiş olması koşullarının birlikte sağlanması durumunda; aynı zamanda avukat olan marka ve/veya patent vekilinin, kendisine tebliğ edilen dava dilekçesini tebellüğ edebileceği ve bu tebligatın usulüne uygun yapılmış bir tebligat olarak kabul edileceği ifade edilmiştir. AvK m.56/6 hükmüne göre; vekâletnameler Türkiye için tek tip olup, vekâletnamenin biçim ve içeriği Türkiye Barolar Birliği ile Türkiye Noterler Birliği tarafından hazırlanır. Bu bağlamda avukatlığa ilişkin vekâlet ile marka ve/veya patent vekilliğine ilişkin vekâletin aynı vekâletnamede yer alması mümkün değildir. Bunun yanında yukarıda yaptığımız açıklamalar ve yargı kararları çerçevesinde; avukata verilmiş olan genel dava takip yetkisini içerir vekâletnamenin, dava dilekçesini tebellüğ etme yetkisi vermeyeceği, dava dilekçesinin asıl yerine, avukata tebliğ edilmesinin hukuki dinlenilme hakkı ile savunma hakkını ihlal edeceği ve önerinin HMK’nin sistematiğine uygun olmadığı değerlendirilmektedir.              

Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıklarında, tarafların Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmaması nedeniyle tebligat aşamasında yaşanan sorunların,  her ne şartla olursa olsun, marka ve/veya patent vekiline yapılacak tebligatla aşılmaya çalışılması; hukuk yargılamasının ve tebligat uygulamalarının sistematiğine aykırı olmasının yanında, hukuki dinlenilme ve savunma hakkı gibi temel hakları da ihlal eder niteliktedir. Sonuç olarak, sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıklarında dava dilekçesinin, davalı dışında herhangi bir kişiye tebliğ edilmesi[8] hukuka aykırıdır ve usulsüz tebligat hükümleri kapsamında değerlendirilmelidir.

Osman Umut Karaca

Kasım 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


[1] Yönder, Gizem; Vekil Vasıtasıyla Takip Edilen İşlerde Tebligat, Nevşehir Barosu Dergisi, Sayfa 95-131, s.103.

[2] Karar için bkz. http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=24178 (16.11.2020).

[3] Karar için bkz. https://www.adaletbiz.com/images/dosyalarim/mart_ay_yarg_tay_hukuk_karar_oezetleri_1.pdf  (16.11.2020).

[4] Karar için bkz. https://adanabarosu.org.tr/tr/barodan-haberler/yargitay-1-hukuk-dairesi-esas-numarasi-2015-11293 (16.11.2020).

[5] Karar için bkz. http://www.gocuk.com.tr/takibe-vekaleten-itiraz-edilse-de-acilacak-davada-asile-teblig-gerekir/  (16.11.2020).

[6] Karar için bkz. https://cdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=karar-c%CC%A7alis%CC%A7masi-2019-2020.pdf (16.11.2020).

[7] Fidan, M. Samet; YİDK Kararının İptali ve Hükümsüzlük Davalarında Yurt Dışında Yerleşik Kişilere Tebligat, https://iprgezgini.org/2020/08/28/yidk-kararinin-iptali-ve-hukumsuzluk-davalarinda-yurt-disinda-yerlesik-kisilere-tebligat/ (16.11.2020).

[8] HMK m.52 hükmüne göre; kanuni temsilciler ile tüzel kişilerin yetkili organlarına ilişkin istisnalar saklıdır.

HASHTAG MARKALARI (TAGMARKS) – II


Bu yazı IPR Gezgini’nde 16 Ekim 2020 tarihinde yayımlanmış “HASHTAG MARKALARI (TAGMARKS) – I” başlıklı yazının ikinci bölümüdür.


3. #İçtihat Hukuku

a.#ABD Hukuku- Eksouzian v. Albanese: CLOUD PEN v. #cloudpen

USPTO ölçütlerinin belirlenmesinin hemen iki yıl ardından gerçekleşen ABD Kaliforniya Bölge Mahkemesi’nin 2015 tarihli bu kararına[1] konu olan olayda her ikisi de kompakt buharlaştırıcı kalem üreten, (başlangıçta ortak olan, ancak sonradan ayrılmış) (Vahan Eksouzian) Cloud V. Enterprises ve (Brett Albanese), Cloud Vapez firmaları arasında 2014 tarihinde, tarafların markalarında “cloud” ibaresinin kullanılmasının sınırlandırılmasını öngören bir sözleşme akdedilmiştir. Buna göre taraflar “cloud” ibaresini sadece üniter bir markanın[2] parçası olarak kullanabilecektir ve taraflarca yasaklanmış kelimelerin yanında “cloud” ibaresi kullanılamayacaktır. Bununla birlikte iki ay sonra, taraflar arasında uyuşmazlık ortaya çıkmıştır. Buna göre, “cloud” ibaresinin yanında “pen” ya da “pens” ibareleriyle birleştirilerek Hashtag ile “#cloudpen” ve “#cloudpens” olarak, Instagram’da resimleri etiketlemek ve çekilişlere katılmak isteyen hayranların bu Hashtag’leri kendi gönderilerinde kullanmalarını zorunlu kılmak da dâhil olmak üzere, sosyal medyada kullanıldığının ve bu suretle taraflar arasındaki anlaşmanın ihlâl edildiği ileri sürülmüştür (Şekil 1).

Şekil-1  (Kaynak:https://blog.ericgoldman.org/archives/2015/08/hashtags-are-not-trademarks-eksouzian-v-albanese-guest-blog-post-2.htm.)

Mahkemenin kararı ise,  hashtag markalarının tescil edilmesine ilişkin USPTO 1202.18, 1202.18(a) ve 1202.18(b) hükümlerinden farklı yönde olmuştur. Buna göre, mahkeme hashtag’lerin sadece sınıflandırmayı kolaylaştıran, fonksiyonel bir araç olabileceklerine işaret etmiş ve bu işaretlerin gerçek anlamda marka oluşturamayacağını belirtmiştir. Buna dayalı olarak da taraflar arasındaki “cloud” ibaresinin kullanılmayacağına yönelik sözleşmenin ihlâl edilmediği sonucuna varmıştır. Bu doğrultuda, hashtag’in başka birinin tescilli markasını oluşturmasına rağmen, tüketicileri yönlendirmek için kullanılan “yalnızca işlevsel bir araç” olduğunu ve kafa karışıklığına neden olması muhtemel bir ihlâl eylemi olmadığını belirtilmiştir.

Ancak bu kararla birlikte, USPTO’nun bir önceki yazımızda belirtilen Hashtag markalarına ilişkin hükümleri ve Kaliforniya Bölge Mahkemesi’nin söz konusu kararı bir arada değerlendirildiğinde hashtag markalarının korunup korunmaması gerektiği hususunda ABD hukukunda fikir birliği olmadığı açıktır[3]. Bu yüzden, bu kararın marka hukukunun genel öğretisiyle uyuşmadığı ve çok katı sınırlar çizdiği gerekçesiyle eleştirildiği görülmektedir[4].

b. #ABAD Yaklaşımı Nasıldır?  C-541/18 “#darferdas?” kararı

Kararın incelemesi, Alman Federal Mahkemesi’nin (BGH-Bundesgerichtshof)  Avrupa Birliğinin İşleyişine İlişkin Antlaşma (Treaty on the Functioning of the European Union) m. 267 hükmüne dayalı olarak “AS” isimli işletme ve Alman Marka ve Patent Ofisi arasındaki, #darferdas? işaretinin marka olarak tescil başvurusuna yönelik 12.09.2019 tarihli ön yorum kararı talebi ile gündeme gelmiştir.

Konunun AB hukuku bakımından incelenmesinde, her ne kadar yürürlükte olan Direktif, 2015/2436 sayılı AB Marka Direktifi olsa da esas yargılamada anlaşmazlığa yol açan olayların tarihi dikkate alınarak 2008/95 sayılı Direktif hükümlerine göre inceleme yapılmıştır. Direktif m. 3/1-b bendinde ayırt ediciliği haiz olmayan işaretlerin tescil edilemeyeceği veya tescil edilmişse hükümsüz kılınabileceği belirtilmiştir. Diğer yandan ulusal mevzuat niteliğindeki MarkenG (Gesetz über den Schutz von Marken und sonstigen Kennzeichen-Markaların ve Diğer İşaretlerin Korunmasına İlişkin Kanun)[5] m. 8(2)(1) hükmü de “İlgili mal veya hizmetler bakımından ayırt edici karakteri bulunmayan işaretler marka olarak tescil edilemez.” ifadelerini içermektedir.

 Esas Davadaki Anlaşmazlık ve Yorum Kararına Konu Olan Soru

AS, Nice Sınıflandırmasında 25. sınıfta yer alan mallar için bir hashtag sembolünü de içeren, “#darferdas?” işaretini marka olarak tescil ettirmek üzere Alman Patent ve Marka Ofisi’ne (DPMA- Deutsches Patent- und Markenamt) başvuruda bulunmuştur. Tescili talep edilen mallar “Giysiler, özellikle tişörtler; ayak giysileri, baş giysileri” şeklindedir ve işaretin tişörtlerin ön yüzünde kullanılması hedeflenmektedir.

Ancak tescil talebi DPMA tarafından, söz konusu işaretin MarkenG m. 8(2)(1) kapsamında ayırt edici karakteri bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvuru sahibi AS, bu karara karşı Alman Federal Patent Mahkemesi’nde (Bundespatentgericht) dava açmıştır. Mahkeme 3 Mayıs 2017 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Mahkemeye göre, söz konusu işaret esasen ortak Almanca kelimelerden oluşan bir dizi karakter ve kelimeden oluşmaktadır. Hashtag işaretinin ise sadece “Darf er das?”(Can he do it?) şeklinde bir soru vasıtasıyla halkı bir tartışmaya davet etme anlamına geldiği belirtilmiştir. Halk nezdinde bu sorunun, sadece tişörtlerin önüne yerleştirilen bir cümle olarak anlaşılacağı ifade edilmiştir.

Ardından, bu karar da başvuru sahibi AS tarafından, Alman Federal Adalet Mahkemesi’ne (Bundesgerichtshof) taşınmıştır. Federal Mahkeme ise söz konusu işaretin tişörtlerin ön kısmına yerleştirilerek kullanımının, markanın kullanım çeşitlerinden biri olduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.

Mahkeme ayrıca bu işaretin, giysinin içine dikilmiş bulunan etikette de kullanılabileceğini; böyle bir durumda ise halk nezdinde bu işaretin bir marka, yani malların ticari menşeinin bir göstergesi olarak algılanabileceğini de vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca, kendi içtihat hukukuna göre de bir işaretin ayırt edici karaktere ve sonuç olarak da marka olarak tescil edilebilirliğe sahip olması için,  bu işaretin akla gelebilecek her kullanımının markasal kullanım olmasının gerekli olmadığını vurgulamıştır. Kullanımın makul olması ve koruma talep edilen mallarda veya hizmetlerde markanın kullanılmasının pratikte mümkün olabileceğini, böylece halk tarafından kolayca “marka” olarak anlaşılabileceğini belirtmiştir.

Ancak yine de Federal Mahkeme, 2008/95 sayılı Direktif m. 3(1)(b) maddesi kapsamında, ABAD’a ön yorum talebiyle, markanın kullanım şeklinin ayırt edicilik bakımından değerlendirilmesinde şu soruyu yöneltmiştir:

Bir işaretin mallar veya hizmetler bakımından kaynak göstergesi olarak kullanılması için, uygulamada önemli ve makul başka olasılıklar varken, en uygun kullanım şekli bu olmasa bile, bu kullanımıyla da ayırt edici bir karaktere sahip midir?

Mahkemenin değerlendirmesi şu şekildedir:

“Şunu hatırlatmak gerekir ki 2008/95 sayılı Direktif m. 2 uyarınca bireysel marka tescili başvurusuna konu olan her işaretin tescil edilebilir olması için, bir teşebbüsün mallarını veya hizmetlerini diğer teşebbüslerinkilerden ayırt edebilme de dâhil, bazı şartları sağlamalıdır.

Esas davadaki meselede olduğu gibi, hashtag içeren bir işaretin, belli bir teşebbüsten kaynaklandığı için tescil edilmek istenen mallar veya hizmetlerde ayırt ediciliğinin bulunduğu ve bu yüzden tescil edilebilirliği sağladığı yönünde bir ön kabulde bulunulamaz. Durumun gerçekten bu şekilde olup olmadığını belirlemek için, idari ve adli merciiler söz konusu işaretin 2008/95 sayılı Direktifin 3. maddesi anlamında “ayırt edici karaktere” sahip olup olmadığını araştırmalıdır. Bu ayırt edici karakter m. 3(1)(b) kapsamında kendiliğinden de olabilir; m. 3(3) anlamında kullanım yoluyla da kazanılabilir. (Özellikle bkz. 19.06. 2014, Oberbank and Others, C‑217/13; C‑218/13, EU:C:2014:2012, para.38; 16.09.2015, Société des Produits Nestlé, C‑215/14, EU:C:2015:604, para. 60-62).

İşaretin ayırt edici karaktere sahip olup olmadığı; ilk olarak söz konusu mallar veya hizmetlere ilişkin ve ikinci olarak, ilgili kitlenin algısı, yani söz konusu mallar ve hizmetler kategorisi bakımından makul düzeyde iyi bilgilendirilmiş, makul ölçüde dikkatli ve tedbirli olan ortalama tüketici perspektifinden değerlendirilmelidir. (Özellikle bkz. 8.04. 2003, Linde and Others, C‑53/01 to C‑55/01, EU:C:2003:206, para. 41; 12.02. 2004, Koninklijke KPN Nederland, C‑363/99, EU:C:2004:86, para. 34; 10.07. 2014, Apple, C‑421/13, EU:C:2014:2070, para. 22).

Ortalama tüketicinin algısının değerlendirilmesi ise, somut olarak, tüm ilişkili faktörler ve koşullar dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir. Bu algıyı değerlendirirken “ilişkili faktörler ve koşullara” gelince, şuna işaret etmek gerekir ki bir marka tescil başvurusunda bulunan kişinin, başvurunun yapıldığı tarihte veya bu başvurunun incelenmesi esnasında, gerçekleştireceği kullanımı belirtmesi hatta tam olarak bilmesi gerekmemektedir. Hatta markanın tescilini takip eden süreçte de marka sahibinin markasını esas fonksiyonuna uygun bir şekilde, ciddi kullanması için 5 yıllık süresi daha bulunmaktadır. (15.01.2009, Silberquelle, C‑495/07, EU:C:2009:10, para. 3 ve17 ve burada atıf yapılan içtihatlar; ayrıca bkz. Council Regulation (EC) No 207/2009 of 26 February 2009 on the [European Union] trade mark (OJ 2009 L 78, p. 1), 21.12.2016, Länsförsäkringar, C‑654/15, EU:C:2016:998, paragraf. 26).  Ayrıca, başvuru tarihinden önce marka olarak tescili talep edilen işaretin ciddi bir şekilde kullanılmadığı durumlar da olabilir. Bu gibi durumlarda, tescili talep edilen bir işaretin ayırt edici özelliğini belirleyecek olan yetkili makamlar, başvurulan markanın ve dolayısıyla, tescil edilmiş olması halinde bu markanın ortalama tüketiciye gösterilme şekli, ilgili ekonomik sektörün geleneklerinden kaynaklananlar dışındaki herhangi bir değerlendirme faktörünü de göz önünde bulundurarak,  kendilerini yetki alanları dışında bir durumda bulabilirler.

Söz konusu sektörde birkaç kullanım türünün pratikte önemli olduğu görülüyorsa, bu makamlar, başvuruya konu işaretin ayırt edici karakterini tüm ilgili gerçekler ve koşullar ışığında inceleme yükümlülüklerine uygun olarak, bu kullanım türlerini de kapsanan mal veya hizmetlerin ortalama tüketicisinin bu işareti bu mal veya hizmetlerin ticari menşeinin bir göstergesi olarak algılayıp algılamayacağını belirlemek için dikkate almalıdır.

Öte yandan, başvuru sahibi söz konusu sektörde alışılmadık bir kullanım türünün kendi bünyesinde gerçekleştiğine dair özel göstergeler sunmadığı sürece, yetkililer, söz konusu sektörde düşünülebilen, ancak pratik olarak önemli olmayan ve bu nedenle olası görünmeyen kullanım türlerini “ilgisiz” olarak vasıflandırmalıdır.

İşlevsel ve belirli olması zorunlu olan markalar sicilinde[6] marka sahibinin gerçekleştirmesi pek mümkün olmayan, yalnızca çok özel bir kullanım durumunda ayırt edicilik işlevini yerine getirebilecek olan işaretlerin marka olarak tescilinden kaçınmak gereklidir.

Bu bağlamda, hukuki güvenilirlik ve uygun yönetim nedenlerinden ötürü, herhangi bir tescil başvurusunun incelenmesinin, markaların uygunsuz bir şekilde tescil edilmesini önlemek için yalnızca kapsamlı bir şekilde değil, aynı zamanda katı olması gerektiği unutulmamalıdır (bkz. özellikle, 6 Mayıs 2003 tarihli kararlar, Libertel, C ‑ 104/01, EU: C: 2003: 244, paragraf 59 ve 10 Mart 2011, Agencja Wydawnicza Technopol v OHIM, C ‑ 51/10 P, EU: C: 2011: 139, paragraf 77).

Mevcut davada, başvuran mahkeme, giyim sektöründe, işaretin hem malların dış kısmına hem de içlerine dikilmiş etiketlere yerleştirilmesinin yaygın olduğunu belirtmiş ve sektörde pratik önemi olan iki tür uygulama belirlemiştir. Böyle bir durumda, ortalama tüketicinin algısını incelemekten sorumlu yetkililer, bu tür kullanımları dikkate almalı ve ortalama tüketicinin, giysiye her iki tür etiket iliştirilmesinin mi yoksa en az birini gördüğünde söz konusu işareti bir marka olarak mı algılayacağını değerlendirmelidir.

Yetkili ulusal mahkeme bu nedenle, ortalama bir tüketicinin #darferdas işaretini bir tişörtün önünde veya içteki etikette gördüğü zaman, bunu sadece dekoratif bir unsur olarak veya bir sosyal iletişim mesajı olarak değil, bu malların ticari kaynağının bir göstergesi olarak algılayıp algılamayacağına karar vermelidir.

Yukarıdakilerin tümü göz önünde bulundurulduğunda, yöneltilen sorunun cevabı, 2008/95/EC Direktifinin 3 (1) (b) maddesi, ayırt edici karakterin incelenmesinde şu anlama gelecek şekilde yorumlanmalıdır: Marka olarak tescili talep edilen bir işaret için, başvurulan markanın tüm olası kullanım türleri dahil olmak üzere tüm ilgili gerçekler ve koşullar dikkate alınmalıdır. Ayrıca, başka belirtiler olmadığında, bunlar, ilgili ekonomik sektörün gelenekleri kapsamında pratik olarak önemli olabilecek kullanım türlerine karşılık gelir.”

4. #Sonuç Yerine

  • ABAD’ın bahsi geçen kararı, markada hashtag kullanımının gerçek bir kullanım oluşturup oluşturmayacağına ilişkin tartışmalara katkı sunmaktadır. İlgili ekonomik sektörde çeşitli kullanım türlerinin pratik olarak önemli olduğu durumlarda, bunların tümü ayırt edici karakterin değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır[7].  Marka sahiplerinin veya gelecekteki başvuru sahiplerinin, olağan gözükmeyen bir kullanımın aslında ekonomik sektörlerinde olağan olduğunu gösteren somut kanıtlar sağlamadıkça, bunun “ilgisiz” olarak değerlendirileceğini hatırlamaları da önem arz etmektedir[8].
  • Avrupa Birliği Adalet Divanı içtihat hukukuna göre, ayırt ediciliğin incelenmesi, işaretin olası tüm kullanım biçimlerine dayanmalıdır[9].
  • Bir işaretin Hashtag markası olarak tescil edilebilirliğinde ise; bu işaretin (#) özelliğinden ötürü, başlıca kaynak gösterme fonksiyonunu yerine getirmesi önem arz etmektedir[10]. Keza Hashtag markalarının tescili de diğer markalarla aynı işlem ve prosedürlere tâbidir.
  • Bu yüzden eğer hashtag bir şirketin sosyal medya kampanyasına göndermede bulunmak ya da sosyal bir mesaj vermek için kullanılıyorsa, en  başta kaynak gösterme işlevini yerine getirmediği için hashtag markası olamayacaktır. Örneğin USPTO § 1202.18’de verilen #SEWFUN ibareli marka başvurusu, sadece kullanıcıların yorumlarının yer aldığı ve kaynak gösterme işlevini sağlamadığını, bu yüzden hizmet markası olmak için gerekli işlevlere sahip olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir[11].
  • ABD Marka Hukuku öğretisinde dikkat çeken bir uyarı ise; hash sembolünün konumlandırılmasında görülmektedir. Eğer hashtag sembolü, hashtag sembolünün diğer kısmından ayrılabilir nitelikteyse bu durumda hashtag markası olarak kabul edilemeyeceği öğretide ileri sürülmüştür . Örneğin “# INGENUITY ibaresi sadece hash sembolünden sonra boşluk olduğu için hashtag markası olarak kabul edilmemiştir .

Elanur TAMER

Ekim 2020

tamerelanur@gmail.com


[1] Eksouzian v. Albanese, NO. CV 13-00728-PSG-MAN (C.D. Cal. Aug. 7, 2015) https://casetext.com/case/in-re-eksouzian/case-details?PHONE_NUMBER_GROUP=P&NEW_CASE_PAGE=N

[2]Unitary Trademark” USPTO hükümlerinde “Markayı oluşturan ögelerin çok benzer şekilde sıralandığı ve ortalama tüketicinin bu sözcüklerin veya sembollerin aynı marka olarak değerlendirebileceği markalar” olarak tanımlanmıştır.

[3] Chu, Debbie, #CautionBusinesses: Using Competitors’ Hashtags Could Possibly Lead to Trademark Infringement, Catholic University Journal of Law and Technology, Volume 25, Issue 2, 2017, (s. 387-413), s. 389.

[4] MacFarlane, L./ Stobbe, R., #Hashmarks: Can A Hashtag Be A Trademark? 07 November 2018, https://www.mondaq.com/canada/trademark/751984/hashmarks-can-a-hashtag-be-a-trademark

[5] http://www.gesetze-im-internet.de

[6] Bu husus 12 Aralık 2002 tarihli “Sieckmann” kararında (C‑273/00, paragraf 50), yetkili otoritelerin; tescil için yapılan başvuruların incelenmesinde, bunların yayımlanmasında ve bu kapsamda uygun ve açık bir ticaret sicilinin sürdürülebilmesi için, markayı oluşturan işaretlerin yapısının tam ve kesin olarak bilinmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır.

[7] https://www.citma.org.uk/resources/darferdas-drives-new-discussion-on-hashtag-distinctiveness.html

[8] https://www.fieldfisher.com/en/services/intellectual-property/intellectual-property-blog/darferdas-%E2%80%93-distinctiveness-clarified-by-the-cjeu

[9] vgl. EuGH, GRUR 2019, 1194 Rn. 33 – AS/DPMA [#darferdas?

[10] How To Trademark A Hashtag Application Process in 2020| Trademark Lawyer-https://www.youtube.com/watch?v=XNxDns8nVMg

[11] Chu, s. 402.


KAYNAKÇA

Chu, Debbie, #CautionBusinesses: Using Competitors’ Hashtags Could Possibly Lead to Trademark Infringement, Catholic University Journal of Law and Technology, Volume 25, Issue 2, 2017, (s. 387-413).

Çolak, U., Türk Marka Hukuku, İstanbul 2018.

Michels, R., Branded Hashtags: The Next Big Thing?, WIPO Magazine, September 2014, https://www.wipo.int/wipo_magazine/en/2014/05/article_0008.html

Roberts, Alexanda J., Tagmarks, California Law Review, June 2017, Vol. 105, No. 3, (s. 599-660).

Sherwin, Robert T., #HaveWeReallyThoughtThisThrough?: Why Granting Trademark Protection To Hashtags Is Unnecessary, Duplicative, and Downright Dangerous, 29 Harvard Journal of Law & Technology, 456, 458-59 (2016).

Goldman, Eric, Hashtags Are Not Trademarks, Eksouzian v. Albanese, https://blog.ericgoldman.org/archives/2015/08/hashtags-are-not-trademarks-eksouzian-v-albanese-guest-blog-post-2.htm.

https://www.dictionary.com/browse/hashtag

USPTO Trademark Manual of Examining Procedure, October 2018, m. 1202.18 (https://tmep.uspto.gov/RDMS/TMEP/current)

http://www.gesetze-im-internet.de

https://www.merriam-webster.com/dictionary/hashtag

Butwin, Betsy A. (2016) #TrademarkLaw: Protecting and Maximizing the Value of Trademarks in an Evolving Social Media Marketplace, Cybaris®: Vol. 7: Iss. 1, Article 3., (s. 110-129)

https://www.lexology.com/library/detail.aspx?g=085cde98-c26a-44aa-90a7-97280d27265e

Daniele, D., The Rise of the #Hashtag, https://www.socialmedialawbulletin.com/2013/07/the-rise-of-the-hashtag/

https://www.lifewire.com/history-of-hashtags-3288940

Chu, Debbie. “# CautionBusinesses: Using Competitors’ Hashtags Could Possibly Lead to Trademark Infringement.” Cath. UJL & Tech 25 (2016): (s. 387- 413)

Jones, C., Hashtag Trademarks: What Can Be Protected? WIPO Magazine, 2017/5,  https://www.wipo.int/wipo_magazine/en/2017/05/article_0009.html

https://www.inta.org/INTABulletin/Pages/AreHashtagsCapableofTMProtectionunderUSLaw-.aspx

https://clarivate.com/compumark/article/hashtag-trademark-applications-rise-64-just-one-year/

https://www.internetandtechnologylaw.com/the-evolving-role-of-the-hashtag-in-trademark-law/

https://tmep.uspto.gov/RDMS/TMEP/current#/current/TMEP-1200d1e1.html

https://www.inpi.fr/fr/valoriser-vos-actifs/le-mag/toutsurlehashtag

https://casetext.com/case/in-re-eksouzian/case-details?PHONE_NUMBER_GROUP=P&NEW_CASE_PAGE=N

https://www.citma.org.uk/resources/darferdas-drives-new-discussion-on-hashtag-distinctiveness.html

https://www.fieldfisher.com/en/services/intellectual-property/intellectual-property-blog/darferdas-%E2%80%93-distinctiveness-clarified-by-the-cjeu

How To Trademark A Hashtag Application Process in 2020| Trademark Lawyer-https://www.youtube.com/watch?v=XNxDns8nVMg

vgl. EuGH, GRUR 2019, 1194 Rn. 33 – AS/DPMA [#darferdas?

https://trademarks.ipo.gov.uk/ipo-tmcase/page/Results/1/UK00003015353

https://www.lexology.com/library/detail.aspx?g=bb5d72f2-7ab4-429e-aed4-89a101a8db50

YİDK KARARININ İPTALİ VE HÜKÜMSÜZLÜK DAVALARINDA YURT DIŞINDA YERLEŞİK KİŞİLERE TEBLİGAT

Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m.160/3 hükmüne göre; TÜRKPATENT nezdinde yapılan işlemlerde yurt dışında yerleşik kişiler kural olarak Türkiye’de yerleşik bir marka veya patent vekili ile çalışmak zorundadır. Hatta bu çalışma zorunluluğu vatandaşlıktan bağımsız olarak salt mutat mesken üzerinden değerlendirilmektedir. Dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir hak sahibinin veya başvurucunun dahi Türkiye’de yerleşim yeri yok ise TÜRKPATENT nezdinde yapacağı; başvuru, itiraz gibi işlemler başta olmak üzere, sınai mülkiyete ilişkin sicil işlemlerinde Türkiye’de yerleşik bir vekille kendilerini temsil ettirmeleri bir zorunluluk olarak düzenlenmiştir. Hatta öyle ki SMK m.156/4 ve m.156/5 hükümleri uyarınca Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan kişilerin açacakları veya bu kişiler aleyhine açılacak davalar için, yetkili mahkeme, Kurum’da adlarına işlem yapmış olan vekilin iş yerinin bulunduğu yer mahkemesi olarak düzenlenmiştir. Bu vesile ile vekillerin, salt TÜRKPATENT nezdindeki işlemler için bir muhatap olmadığını, aynı zamanda kamu düzeninden olan davanın açılacağı yerin tespiti için de bir pusula olarak tasnif edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Kurum’da sicile kayıtlı vekilleri davanın açılacağı yer mahkemesini tespit edebilmek maksatlı kullanacak kadar önemsemişken, Türkiye’de yerleşim yeri olmayan kişiler aleyhinde açılmış davalarda hukuki dinlenilme hakkının bir gerekliliği olan davadan ve içeriğinden bilgilendirilme ve HMK m.122 hükmünde düzenlenmiş dava dilekçelerinin tebligatı başta olmak üzere dava ile ilgili tebligatların kime ve nasıl yapılacağını doğru tespit etmek gerekmektedir. Bu yazımızda tebligatın kime yapılacağına dair soruya cevap ararken, üzerinde duracağımız hususlar tebligatın vekile yapılmasının mümkün olup olmadığı, vekilin avukat olması durumunda bu hususta bir değişikliğin olup olmayacağı ve vekilin avukat olması ancak vekillik faaliyetini tüzel kişilik bünyesinde sürdürmesi durumunda tebligatın kime ve nasıl yapılacağı soruları çevresinde şekillenecektir.

Tebligata ilişkin en temel metin olan Tebligat Kanunu, bir tebligatın nasıl yapılacağını düzenlemiştir. Tebligat Kanunu’na göre, yapılmayan tebligatlarda usulüne aykırı tebligatlar yargılamanın seyrini çok sonra da olsa etkileyebilmekte ve hak kayıplarına sebebiyet verebilmektedir. Bu sebeple doğru kişiye tebligat yapılması en az doğru kişiye dava açmak kadar önemli bir işlemdir. Her ne kadar yargılama süresince tebligatlar mahkeme kalemlerince takip edilse de dava açılışı sırasında ilk tebligatlar davayı açan kişinin dava dilekçesinde davalı kişi için belirtmiş olduğu adrese yapılır. Türkiye’de yerleşik kişiler için yapılacak tebligatlar, dava dilekçesinde belirtilen adresler yanlış olsa dahi davalı taraf gerçek kişi ise T.C. Kimlik Numarası yahut kimlik bilgileri, tüzel kişi ise vergi numarası yahut kayıtlı olduğu sicil bilgileri biliniyor yahut tespit edilebiliyor ise tebligatlar hızlı bir şekilde yapılabilmekte ve davalarda taraf teşkili sağlanabilmektedir. Dolayısıyla en sonda söyleyeceğimizi başta söyleyecek olursak Türkiye’de yerleşik kişiler için tebligatın yapılacağı yer konusunda bir muğlaklık bulunmayıp ilgili kişinin son bilinen veya tespit edilebilen adresine tebligat yapılmaktadır.

Yurt dışında tebligat işleri yurt içindeki tebligat işlerinden daha uzun ve masraflı olmaktadır. Yurt dışı tebligatlarında, öncelikle mahkemelerce yurt dışı tebliğ gider ve harçlarının tahsili yapılmalı, sonrasında Dış İşleri Bakanlığına yazılacak yazı ile tebliğin gerçekleştirilebilmesi için uluslararası yazışmaların yapılması gerekmektedir. Yurt dışı tebligat işlemleri gereğinden uzun sürdüğü için yurt dışı tebligat işlemlerinde mahkemelerce duruşmaların en az altışar ay ara ile verilmesi gerekmektedir. Dolayısı ile yurt dışına tebligat yapılması yargılama sürelerini uzatmaktadır. Uluslararası tescil anlaşmaları kapsamında Türkiye’ye giriş yapmış olan sınai mülkiyet hakları kapsamında açılabilecek davalarda, eğer süreç içerisinde itiraz yahut kısıtlayıcı bir işlem ile karşılaşmamışlarsa tebligatın yurt dışındaki adreslerine yapılması gerekmektedir. Bu hususta tartışılacak bir yan bulunmamaktadır.

Başvurusunu Türkiye’de başlatmış, Türkiye’de işlemlerini bir vekil ile takip etmeyi tercih etmiş yahut etmek zorunda kalmış, başvuru veya hak sahipleri açısından özellikle de Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu kararı iptali davalarında tebligatın yapılacağı yer için elimizdeki en belirgin kural Tebligat Kanunu m.11 hükmüdür. Bu hüküm kapsamında vekil ile yapılan işlemlerde tebligatın muhakkak vekile yapılması; vekile yapılmayan tebligatların usulsüz tebligat olacağı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Bu hüküm idari işlemler tahtında Kurum tarafından zaten uygulandığı için bu tebligat hükmünü mahkemeler açısından değerlendireceğiz.

Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu kararları bilindiği üzere TÜRKPATENT nezdinde yapılabilecek son işlem olup kararın tebliği ile TÜRKPATENT nezdinde işlemler tamamlanmış olmaktadır. YİDK kararının iptali işlemi, bir dava olup 1136 sayılı Avukatlık Kanunu m.35 hükmüne göre dava açmak ve davaları takip etmek yetkisi münhasıran avukatların yapabileceği bir iştir. Tebligat sorumuzdan bağımsız olarak söylemeliyiz ki kural olarak marka ya da patent vekillerinin dava takip etme yetkisi bulunmamaktadır. Eğer marka yahut patent vekili aynı zamanda avukatsa genel avukatlık vekâleti ile birlikte TÜRKPATENT nezdinde işlemleri takip yetkisinin aynı vekâletnamede, avukatlık vekâletnamesinin şekil şartlarına uygun olarak tanzim edilmesi kaydı ile marka ya da patent vekili dava takip yetkisine haiz kabul edilebilir ve yargı mercilerinde işlem yapabilir. Ancak vekâletnamenin varlığı dahi avukat olan marka ya da patent vekilini dava takip yükümlülüğü altına sokmayıp dava takibi için muhakkak ayrı bir avukatlık ücret sözleşmesi yapılmalı ya da avukatın davayı kabul ettiğine ilişkin bir iradesi bulunmalıdır. Ancak bu durumda avukat olan marka ve/veya patent vekili avukata dava açıldığına ilişkin tebligat yapılabilir ve avukat olan marka ve/veya patent vekilinin buradaki görevi dava açıldığı bilgisini gecikmeksizin hak veya başvuru sahibine bildirmektir.

Avukat olan marka veya patent vekili bir tüzel kişi tacir aracılığı ile marka veya patent vekilliğini icra ediyor ve ilgili işlem de tüzel kişi kapsamında icra ettiği bir iş ise marka veya patent vekillerinin ancak sermaye ortaklığı olan tüzel kişilikler aracılığı ile yapılabilmesi avukatlığın da hiçbir şekilde ticaret şirketlerince icra edilemeyeceği kuralları kapsamında avukata, avukat sıfatı ile tebligatın yapılması mümkün olmayacaktır. Tüzel kişi tacirler ile faaliyet gösteren vekiller söz konusu olduğunda esas alınacak muhatap tüzel kişi tacir olacağından, tüzel kişi tacire yapılacak tebligatlar genel olarak vereceğimiz cevap ile doğrudan ilişkilidir.

Davalar ile ilgili özellikle dava dilekçesini içeren tebligatın marka vekiline yapılıp yapılmayacağı tebligatın mahiyeti ile doğrudan alakalıdır. HMK’ye göre; davaya cevap süresi dava dilekçesinin tebliği ile başlamakta olup bu kapsamda Yargıtay içtihatlarınca da tebligat kamu düzeninden kabul edilmiştir. Tebligat Kanunu m.11 ve Tebligat Tüzüğü m.15 hükümleri vekile tebligatı zorunlu kılmışlardır. Hatta Tebligat Kanunu’nun lafzından yola çıkarak bir sonraki fıkranın avukatlara tebligat şeklinde düzenlendiği fark edilebilmektedir. Bu sebeple de vekile tebligat ibaresinden yola çıkarak marka ve patent vekili için SMK m.156/4 ve SMK m.156/5 hükümleri kapsamında marka veya patent vekiline tebligat yapılması amaçsal bir yorum olabilirdi. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 10.07.1940 tarihli 1937/7 E. 1940/75 K sayılı içtihadı birleştirme kararında “Davayı her derecede yürütmeye yetkili vekile ilam tebliğ edilebildiği sürece vekil edene tebliğ yapılmasının yasaya aykırı ve hükümsüz olduğu” ifade edilmiştir. Dolayısı ile avukat olmayan marka veya patent vekilleri 1136 sayılı Avukatlık Kanunu kapsamında davayı yürütmeye yetkili olmayacaklarından, tüzel kişi vekillik şirketi bünyesinde çalışan avukatların, avukatlık mesleğinin tüzel kişi tacirler ile icra edilemeyeceğinden dolayı YİDK kararının iptali davalarında yahut hükümsüzlük davalarında hak sahiplerine tebligat yapılması gerekecektir.

Başvuru yahut itiraz sahibinin Türkiye’de yerleşim yeri bulunup bulunmadığından bağımsız olarak tebligatların eğer avukat bir vekil tarafından avukatlık vekaletnamesi ile birlikte çıkartılmış TÜRKPATENT nezdindeki işlemleri takip etmeyi içeren vekaleti yok ise ya da bu vekaletname dava açılıncaya kadar davayı açan kişiye tebliğ edilmemiş ise tebligat muhakkak davalı olacak asile, yahut dava sırasında avukatın istifası durumunda yapılacak tebligatlar aynı usul ile avukatı istifa eden, azledilen yahut görevi başka bir sebeple bırakmak zorunda kalan asilin kendisine yapılmalıdır. Bu kapsamda SMK m.156/4 ve SMK m.156/5 hükümlerinin salt yetki belirlemekten başka bir işlevi yoktur. Bu hususta vekille çalışma zorunluluğu olan kişiler için tebligatın vekile yapılması için tereddütsüz yeni bir yasal hüküm gerekmektedir. Bu şekilde yapılabilecek bir yasal düzenleme ile vekillere dava takip yetkisi verilmeksizin sadece tebligat alma ve bu tebligat ile alakalı olarak müvekkilini bilgilendirme yükümlülüğü Borçlar Kanunu’ndaki vekalet hükümlerine de uyumlu olacağı kanaatindeyiz.

Netice olarak eğer TÜRKPATENT nezdinde takip edilen işlem avukat olmayan bir marka yahut patent vekili ile takip ediliyor ise tebligat her hâlükârda asile yapılacaktır. Eğer marka vekili yahut patent vekili aynı zamanda avukat ise ancak gerçek kişinin yanında çalışarak veya bir tüzel kişi tacir ile vekilliğini ifa ediyor ise avukatlık mesleğinin tüzel kişi tacirler aracılığı ile yapılamamasından dolayı tebligatlar yine asile yapılacaktır. Kendi adına çalışan avukatların marka ve veya patent vekili olmaları durumunda sicile kayıt olmak ile birlikte tebligatları alabilmeleri için marka ve patent işlemlerini takip için aldıkları vekâletnamenin genel avukatlık vekâletnamesi ile birlikte genel avukatlık vekâletnamesinin şekil şartlarına uygun olarak noterde tanzim edilmiş olması ve bu vekâletnamenin Kurum’a sunulması ile birlikte muhatabının da bu hususta bilgilendirilmiş ve vekâlet örneğinin tebliğ edilmiş olması durumunda avukat marka ve patent vekili tebligatları alabilecektir. Aksi takdirde tebligatlar yine yurt dışındaki adrese yapılacak ve dolayısı ile yurt dışı tebligat sürecine tabi olacaktır.

İşbu yazı fikri ortaya çıktıktan sonra birebir sorunu tartıştığım ve yaptığımız münazaralar vesilesiyle yazıya yön vermemi sağlayan Mustafa Kutsal’a teşekkürü bir borç bilirim.

M. Samet FİDAN

Ağustos 2020

msametfidan@gmail.com

İkinci Yargı Paketi’nin, Teklif’ten Kanun’a Daralan Kapsamıyla SMK’ye Etkileri

“İkinci Yargı Paketi” olarak adlandırılan, 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (7251 sayılı Kanun), 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

7251 sayılı Kanun’da, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) birçok maddesinin değiştirilmesi, tüketici uyuşmazlıklarının dava şartı arabuluculuk kapsamına alınması gibi hukuk yargılamasını önemli ölçüde etkileyecek değişiklikler yer almaktadır.

7251 sayılı Kanun m.61 hükmü ile 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) “Görevli[1] ve yetkili[2] mahkeme” başlıklı m.156 hükmünde birtakım değişiklikler yapılmıştır. Söz konusu maddenin gerekçesinde, madde metnindeki ifadelerden farklı olarak “Bu düzenlemeler, Kanunda belirtilen dava ve işlere tüm yurtta uzman hâkimler tarafından bakılmasına hizmet edecektir.” ifadesine yer verilmiştir.

7251 sayılı Kanun’un, 20.03.2020 tarihinde 103 sayı ile TBMM Başkanlığına sunulan Teklif metninde, SMK m.156 hükmünün tamamının değiştiren daha geniş kapsamlı değişiklikler öngörülmekteydi.[3] Ancak 7251 sayılı Kanun incelendiğinde, SMK m.156 hükmünün büyük oranda önceki hâliyle varlığını sürdürdüğü, yalnız birinci fıkrada değişiklik yapıldığı tespit edilmektedir. 7251 sayılı Kanun m.61 hükmü ile SMK m.156 hükmünde yapılan değişikliğe ilişkin karşılaştırma tablosu aşağıda yer almaktadır:


7251 sayılı Kanun m.61 hükmünün, fikrî ve sınai haklar hukuk ve ceza yargılamasında, görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesi aşamasında, sınırlı bir etkisi olacaktır. Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) alacağı karara göre; fikrî ve sınai haklar hukuk ve ceza mahkemeleri ile bu mahkemelerin bulunmadığı yerlerde asliye hukuk ve asliye ceza mahkemelerinin yargı çevresi, il veya ilçe sınırları ile bağlı kalınmaksızın belirlenebilecektir. 7251 sayılı Kanun m.61 hükmünün gerekçesi dikkate alındığında, HSK tarafından yapılacak belirleme neticesinde; il merkezlerinde yer alan belirtilen nitelikteki mahkemelerin yargı çevresinin, o ilin idari sınırlarını kapsayacağı, bu değişiklik ile fikrî ve sınai haklar alanına ilişkin hukuk ve ceza uyuşmazlıklarına, yalnız illerdeki merkez adliyelerde yer alan mahkemelerce bakılacağı, bu uygulama ile fikrî ve sınai haklar mahkemesi olmayan yerlerde, mahkemelerin yargı çevresi genişletilmesi yoluyla fiili bir ihtisaslaşmanın sağlanacağı değerlendirilmektedir. Örneğin; mevcut uygulamada Alanya Mahkemesinin yetkili olduğu fikrî ve sınai haklara ilişkin hukuk ve ceza uyuşmazlıkları bakımından, Antalya Mahkemesi yetkili hâle gelecektir. 

Osman Umut KARACA

Temmuz 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com

[1] Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk yargılamasında görev kurallarını incelediğimiz yazı için bkz. https://iprgezgini.org/2019/11/25/sinai-mulkiyet-haklarina-iliskin-hukuk-uyusmazliklarinda-gorevli-mahkeme/ (28.07.2020).

[2] Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk yargılamasında yetki kurallarını incelediğimiz yazı için bkz. https://iprgezgini.org/2020/03/03/sinai-mulkiyet-haklarina-iliskin-hukuk-uyusmazliklarinda-yetkili-mahkeme/ (28.07.2020).

[3] Kanun Teklifi m.61 hükmünün ayrıntılı incelemesi için bkz. https://iprgezgini.org/2020/03/20/ikinci-yargi-paketinden-smk-degisikligi-cikti/ (28.07.2020)

* Yazının başlangıcında yer alan TBMM Genel Kurul Salonu görseli https://www.aa.com.tr/tr/politika/tbmmde-bu-hafta/1603616 (28.07.2020) uzantılı internet sayfasından alınmıştır.

Dava Şartı Olan Arabuluculuk: Sınai Mülkiyet Gündeminde Bana Yeniden Yer Açın

6.12.2018 tarihli ve 7155 sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun’un, ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuğa ilişkin m.20 ve m.21 hükümlerinin 1.1.2019 tarihinde yürürlüğe girmesi ile dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması bir kısım sınai mülkiyet uyuşmazlıkları bakımından da dava şartı hâline gelmişti. Sınai mülkiyet haklarına ilişkin uyuşmazlıklarla sınırlı olmak üzere dava şartı arabuluculuğa ilişkin söylenecek her şey söylendi, müessesenin olumlu ve olumsuz yanları ile ortaya çıkaracağı muhtemel sorunlar değerlendirildi diye düşünürken, karşılaştığımız yargı kararları, konunun aslında hâlâ belirsizlikler içerdiğini ve güncelliğini koruduğunu ortaya koymaktadır. Bu yazının konusu da Haziran ayında verilen benzer nitelikte bir Yargıtay kararıdır.

Marka hakkına tecavüz nedeniyle; tecavüzün tespiti, önlenmesi, durdurulması, el konulan ürünlerin imhası, davacının ticaret unvanından tecavüz teşkil ettiği iddia edilen ibarenin çıkarılması, marka hakkına tecavüz oluşturduğu iddia edilen unsurlar içeren Instagram[1] hesabının kullanımının durdurulması, davalılar adına yapılan marka tescil başvurusunun üçüncü kişilere devrinin önlenmesine dair ihtiyati tedbir kararı verilmesi ile maddi ve manevi tazminat ve maddi tazminatın hesabına esas olmak üzere lisans bedelinin tespitine karar verilmesinin talep edildiği bir davada, ilk derece mahkemesi tarafından; 14.2.2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) m.5/A hükmüne göre konusu bir miktar alacak ve tazminat olan davalar yönünden arabuluculuğa başvurulmasının dava şartı olduğu, somut olayda davacının, diğer taleplerinin yanında maddi ve manevi tazminat taleplerinin de bulunduğu ve tazminat taleplerinin zorunlu arabuluculuğa tabi olduğu, davacının diğer talepleri de aynı iddiadan kaynaklandığından uyuşmazlığın bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği, dava şartı olan arabuluculuk süresinin işletilmemiş olduğu gerekçeleriyle davanın; 14.2.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.115/2 ve 7.6.2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu (HUAK) m.18/A hükmü gereğince usulden reddine karar verilmiştir. Anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir.

Bölge adliye mahkemesinin esastan ret kararına karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından yapılan incelemede; somut olayda HMK m.110 hükmünde düzenlenen davaların yığılmasının söz konusu olduğu, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan tazminat taleplerine ilişkin davalar, dava şartı olan arabuluculuğa tabi olsa da ticaret unvanının terkini, markaya tecavüzün tespiti ve menine ilişkin davaların, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan bir alacak ya da tazminat davası olmadığından dava şartı arabuluculuğa tabi olmadığı, bu durumda dava şartı olan arabuluculuk kapsamında yer almayan bir taleple birlikte ileri sürülen tazminat talebinin de arabuluculuk dava şartına tabi olmayacağı, bu nedenle işin esasına girilerek, tarafların iddia ve savunmalarının değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken davanın usulden reddine karar verilmesinin doğru görülmediği ifade edilerek, 10.6.2020 tarihli ve E.2019/4851, K.2020/2732 sayılı karar ile ilk derece mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararın bozularak kaldırılmasına karar verilmiştir. [2]

Somut uyuşmazlıkta ilk derece mahkemesi, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından verilen her üç karar da hatalıdır.[3] Sınai mülkiyet hakkı tecavüze uğrayan hak sahibinin ileri sürebileceği talepler, 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m.149 hükmünde düzenlenmiştir. Söz konusu talepler, birbirinden bağımsız nitelikte asli taleplerdir ve ayrı ayrı dava konusu yapılabilmektedir. Bu talepler arasında SMK m.149/1,ç hükmünde düzenlenen maddi ve manevi zararın tazmini de yer almaktadır. TTK m.5/A hükmüne göre; TTK m.4 hükmünde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. TTK m.4/1,d hükmüne göre tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın; fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri, ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Bu noktada SMK m.149/1,ç hükmünde düzenlenen sınai mülkiyet hakkına tecavüz nedeniyle ileri sürülecek maddi ve/veya manevi tazminat taleplerinin dava şartı arabuluculuk kapsamında yer aldığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Nitekim incelemekte olduğumuz davada verilen kararların tamamında da belirtilen konuda benzer yönde bir görüş birliği söz konusudur.

İncelemekte olduğumuz kararların hukuka aykırı yönleri, davaların yığılması ya da objektif dava birleşmesinin koşullarına değil, sonuçlarına ilişkin hatalı değerlendirmelerde ve bu hatalı değerlendirmeler sonucu verilen kararlarda karşımıza çıkmaktadır. Davaların yığılması HMK m.110 hükmünde düzenlenmiştir. Anılan hükme göre; davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır. HMK m.110 hükmüne göre; davaların yığılmasının söz konusu olabilmesi için aşağıdaki koşulların varlığı gerekmektedir:[4]

  • Davacının aynı davalıya karşı ileri sürebileceği birden fazla talep olmalıdır.
  • Talepler arasında aslilik – ferîlik ilişkisi kurulmamış olmalıdır.
  • Birlikte ileri sürülen taleplerin tümü aynı yargı çeşidi içinde yer almalıdır.
  • Taleplerin tümü bakımından geçerlilik taşıyan bir ortak yetkili mahkeme bulunmalıdır.

Davaların yığılmasının, HMK m.110 hükmünde düzenlenen koşulları incelendiğinde, sınai mülkiyet hakkı tecavüze uğrayan hak sahibinin, SMK m.149 hükmünde düzenlenen birden çok asli talebini, davaların yığılması kapsamında aynı davada ileri sürebilmesinin mümkün olduğu sonucuna varılmaktadır. Gerçekten incelemekte olduğumuz davada verilen kararlarda da bu taleplerin asli nitelikte olduğu, aynı davada davaların yığılması kapsamında ileri sürülebileceği ifade edilmiştir.

Davaların yığılmasında taleplerin tümü birbirinden bağımsız, eşdeğer ve aynı derecede öneme sahiptir. Her bir talep farklı edimlerin gerçekleştirilmesine yöneliktir. Bu yapıda, görünüşte tek dava ve tek hüküm olsa da aslında talep sayısı kadar dava ve hüküm vardır. Her bir talep için vakıaların ayrı ayrı belirtilmesi, ispat edilmesi davacı bakımından bir zorunlulukken; taleplerin tümü hakkında ayrı ayrı karar verilmesi ve bunların hüküm fıkrasında gösterilmesi de mahkeme bakımından bir zorunluluktur. Bu bağlamda dava şartları da her bir talep bakımından ayrı ayrı belirlenmelidir.[5]

Somut uyuşmazlıkta, yalnız tazminat talepleri bakımından dava şartı olan, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması; gerek ilk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi gerekse Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bakımından, diğer asli talepleri de kapsayacak şekilde bir bütün olarak ele alınmıştır. İlk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi; dava şartı olan arabuluculuğa başvurulmamış olmasını, dava şartı arabuluculuğa tabi olmayan taleplere de teşmil ettirerek, iradelerini tüm talepler bakımından davanın reddedilmesi şeklinde ortaya koyarken, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ise dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmasının dava şartı olmadığı taleplere ilişkin hukuki durumu, dava şartı arabuluculuk kapsamındaki tazminat taleplerine teşmil ettirerek, diğer taleplerle birlikte ileri sürülen tazminat talepleri bakımından dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmasının dava şartı olmadığına hükmetmiştir. Her iki değerlendirme de davaların yığılması müessesesinin hüküm ve sonuçlarına aykırılık oluşturmaktadır. Zira her bir asli talep bakımından dava şartları ayrı ayrı değerlendirilmelidir.                

Sınai mülkiyet haklarına tecavüz hâlinde, maddi ve/veya manevi tazminat talepleri ile dava şartı arabuluculuğa tabi olmayan diğer taleplerden biri ya da birkaçının aynı davada ileri sürülmesi ve dava açılmadan önce tazminat talepleri bakımından arabulucuya başvurulmamış ya da başvurulmuş olsa bile arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslının veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğinin dava dilekçesine eklenmemiş olması hâlinde; HUAK m.18/A/2 hükmüne göre; mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilmesi, verilen kesin süre içinde eksikliğin giderilmemesi hâlinde, dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın, tazminat talepleri yönünden HMK m.167 hükmüne göre davanın tefrik edilmesi, tefrik edilen bu davanın usulden reddine karar verilmesi ve dava şartı arabuluculuğa tabi olmayan talepler yönünden davanın görülmesine devam edilmesi gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta, ilk derece mahkemesi tarafından verilen davanın reddi ile bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunu esastan reddeden bölge adliye mahkemesi kararlarında olduğu gibi, dava şartı arabuluculuğa tabi talepler bakımından bu şartın yerine getirilmemesi nedeniyle davanın, diğer talepleri de kapsayacak şekilde külliyen reddedilmesi, diğer talepler bakımından kanunda öngörülmemiş bir dava şartının fiilen uygulanması sonucunu doğuracağı için hukuka aykırıdır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin vermiş olduğu kararın gerekçesinde ifade edildiği gibi, dava şartı arabuluculuk kapsamında yer almayan asli taleplerle birlikte, dava şartı arabuluculuğa tabi bir başka asli talebin aynı davada ileri sürülmesi hâlinde, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmasının dava şartı olduğu talep bakımından, söz konusu dava şartının aranmayacağı yönündeki değerlendirmeler ve bu değerlendirmelere neticesinde verilen karar ise TTK m.5/A, HMK m.114/2, HMK m.115, HMK m.167,  HUAK m.18/A hükümlerine aykırıdır.

Osman Umut KARACA

Temmuz 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


[1] Instagram, Instagram, LLC adına tescilli bir markadır.

[2] Karar için bkz; Dinç İ., https://www.linkedin.com/posts/dr-ilhan-din%C3%A7-801949164_yarg%C4%B1tay-11-hd-10062020-48512732-activity-6684079335009214464-b1Kc/, Pınar H., https://twitter.com/hamdipinar/status/1278442646814457857, (02.07.2020);

[3] Sınai mülkiyet haklarına ilişkin uyuşmazlıklar bakımından dava şartı olan arabuluculuğun etkilerine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz; Dava Şartı Olan Arabuluculuk Kapsamındaki Sınai Mülkiyet Uyuşmazlıkları, Ankara Barosu Fikrî Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi, Yıl 20, Cilt 21, Sayı 2019/1, s.47-57, ,http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/frmmakale/2019-1/2.pdf, (02.07.2020).

[4] Pekcanıtez H. / Atalay O. / Özekes M., Medenî Usul Hukuku, 14. Baskı, Ankara 2013, s.478.

[5] Pekcanıtez H. / Atalay O. / Özekes M., s.477.

*Kapakta yer alan fotoğraf, https://www.aa.com.tr/tr uzantılı web sayfasından alınmıştır. (2 Temmuz 2020)

Markayı Kullanma Zorunluluğu ile Markanın Kullanılmadığını İleri Sürme Yükümlülüğünün, Marka Hakkının Varlığına ve Kullanımına Etkisine Dair Örnek Karar İncelemesi

Tarihsel gelişim süreci incelendiğinde, marka kavramının; herhangi bir tescil sistemine bağlı olmaksızın, markanın geleneksel işlevlerini yerine getirme yeterliliği bulunan işaretlerin, fiili kullanımı sonucu ortaya çıktığı değerlendirilmektedir.[1] Çağdaş marka hukukunda ise tescil bir zorunluluk olmamakla birlikte, markalara sağlanan nitelikli hukuki korumadan yararlanabilmenin bir koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır.[2] Tescile bu denli önemli sonuçlar bağlanan sistemde, tescil edilmesine rağmen hiç kullanılmayan ya da bir dönem kullanıldıktan sonra kullanımına uzun süre ara verilen markalarla karşılaşılmaktadır.

Tescilli markaların, sahiplerine münhasır haklar ve yetkiler bahşetmesi nedeniyle, tescilli olmasına rağmen ticaret alanında kullanılmayan markalar, kural olarak başkası tarafından da kullanılamamaktadır. Markanın ortaya çıkış amacına ve işlevlerine uygun olmayan bu durumun önüne geçmek amacıyla tescilli markaların kullanılmamasına bir takım hukuki sonuçlar bağlanmıştır. 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’ndaki (SMK) düzenlemeler incelendiğinde;  markanın kullanılmamasının, markanın sağladığı hakların idari merciler ya da yargılama makamları önünde ileri sürülememesine ve hatta hakkın sona ermesine neden olduğu sonucuna varılmaktadır. SMK’deki düzenlemeler bir bütün olarak incelendiğinde; tescilli markanın kullanılması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Markanın kullanılmaması nedeniyle öngörülen yaptırımlar, kendiliğinden ortaya çıkmamakta, ilgililer tarafından ileri sürülmesi durumunda uygulanmaktadır. Markanın kullanılmadığına ilişkin savunmadan beklenilen sonucun elde edilebilmesi için, bu savunmanın, idari ve adli süreçten oluşan hukuki ihtilaf sonuçlanıncaya kadar, birden fazla kez ileri sürülmesi gerekebilmektedir. Markayı kullanma zorunluluğu, çoğu kez kullanılmayan marka sahibine yönelik yaptırımlar üzerinden ele alınmaktadır. Ancak, söz konusu zorunluluğu aykırılık hâlinde, lehine sonuç doğacak kişilerin yapmış olduğu usule ilişkin hatalar; markayı kullanma zorunluluğunu yerine getirmeyen kişilerin olası yaptırımlardan kurtulması sağlamakta, markanın kullanılmaması durumundan olumlu sonuç elde edecek kişilerin ise olası menfaatlerinden mahrum kalmasına neden olmaktadır. Okumakta olduğunuz yazı, benzer nitelikteki bir uyuşmazlıkta, ileri sürülmesi ihmal edilen kullanmama savunmasının neden olduğu hak kaybına ilişkindir. 

Somut olayda bir marka sahibi, SMK m.6/1 hükmü bağlamında tescil engeli oluşturacak nitelikte önceki tarihli markasını gerekçe göstererek, sonraki tarihli bir başka marka başvurusunun yayınına itiraz etmiştir. Başvuru sahibi ise marka vekili aracılığıyla SMK m.19/2 hükmü kapsamında, itiraza gerekçe olarak gösterilen markanın kullanılmadığı savunmasını ileri sürmüştür. İtiraz; Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) Markalar Dairesi tarafından incelenmiş ve itiraz sahibi tarafından, itiraza gerekçe gösterilen markanın kullanımına ilişkin yeterli delil sunulamamış olması nedeniyle reddedilmiştir.

İtiraz sahibi, Markalar Dairesinin vermiş olduğu karara karşı, TÜRKPATENT Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Dairesi (YİDD) nezdinde itirazda bulunmuştur. İtiraz sahibi, karara itiraz aşamasında, Markalar Dairesinin, itiraza gerekçe markanın kullanılmadığı yönündeki tespitlerine ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadığı için, yapmış olduğu itirazlar nihai olarak reddedilmiş ve uyuşmazlık konusu başvurunun tesciline karar verilmiştir.

İtiraz sahibi tarafından TÜRKPATENT kararının iptali ve tescil edilen markanın, SMK m.25/1 hükmünün yaptığı atıfla SMK m.6/1 hükmü kapsamında hükümsüzlüğü talebiyle dava açılmıştır.  

TÜRKPATENT tarafından verilen nihai kararın hukuka uygunluğu; markanın tescil sürecinde tarafların ileri sürdükleri iddialar ve yaptıkları savunmalar ile sundukları deliller kapsamında değerlendirilmektedir.[3] Bu bağlamda yapılan yargılama neticesinde TÜRKPATENT YİDD’nin somut uyuşmazlığa ilişkin vermiş olduğu kararda hukuka aykırılık görülmemiştir.

Hükümsüzlüğe ilişkin talep; ilk kez mahkeme nezdinde adli bir uyuşmazlık kapsamında ileri sürüldüğü için, önceki tarihli markanın, sonraki tarihli tescilli marka bakımında bir hükümsüzlük nedeni olup olmadığı, TÜRKPATENT kararının iptali isteminden bağımsız olarak değerlendirilecektir. Bu bağlamda iddialara gerekçe olarak gösterilen markanın kullanılmadığına ilişkin savunma da dava aşamasında bir kez daha ileri sürülmedikçe re’sen dikkate alınmayacak ve incelenmeyecektir.  Somut uyuşmazlıkta hükümsüzlüğü talep edilen marka sahibinin avukatı, savunmalarını yaparken, hükümsüzlük talebi bakımından, SMK m.25/7 hükmü bağlamında iddialara gerekçe olarak gösterilen markanın kullanılmadığı savunmasını[4] ileri sürmemiştir.

İncelemekte olduğumuz kararın yukarıda yer alan bölümünde, somut uyuşmazlığa ilişkin TÜRKPATENT kararının hukuka uygun olduğu belirtildikten sonra, hükümsüzlüğe ilişkin talebin incelemesine geçilmiş ve davacının iddialara gerekçe gösterdiği markasının kullanılıp kullanılmadığının ispatı yönünden dosyaya sunulmuş bir talebin bulunmadığına işaret edilmiştir. Hükümsüzlüğe ilişkin talep yönünden, iddialara mesnet markanın kullanımının incelenmesi talep edilmediği için markalar arasında benzerlik incelemesine geçilmiş ve kararın aşağıda yer alan hüküm kısmında belirtildiği gibi, dava konusu markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.

            Dava konusu markanın tesciline ilişkin idari süreç incelendiğinde, hükümsüzlük kararına gerekçe olarak gösterilen markanın kullanılmadığı ve bu nedenle görülmekte olan davada, “SMK m.25/7 hükmü bağlamında, davacının iddialarına gerekçe gösterdiği markanın kullanılmadığı savunmasını ileri sürüyoruz.” içeriğinde kısa bir beyanda bulunulması hâlinde, dava konusu markanın hükümsüz kılınmayacağı sonucuna varılmaktadır.

Sınai mülkiyet haklarının elde edilmesi bakımından idari ve adli süreç, çoğu durumda birbirinin devamı niteliğinde bir bütünlük arz etmektedir. Bu bütünlük içinde her aşama, hakkın varlığına etki edecek derecede önemlidir. Somut uyuşmazlıkta olduğu gibi, yapılacak küçük bir hata, telafisi güç ya da imkânsız zararlara yol açabilmektedir.

Osman Umut KARACA

Haziran 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


[1] Markanın tarihsel gelişimine dair ayrıntılı bilgi için bkz. Tekinalp Ü., Fikrî Mülkiyet Hukuku, Beşinci Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2012, s.353.

[2] Karaca O. U., Markayı Kullanma Zorunluluğu ve Kullanmamanın Hukuki Sonuçları, 2. Baskı, Lykeion Yayınları, Ankara 2018, s.24.

[3] YHGK, 15.11.2013 tarihli ve E. 2013/11-97, K. 2013/1580 sayılı karar.

[4] Markanın kullanılmadığının ileri sürülmesinin, teknik anlamda bir def’i ya da itiraz olarak nitelendirilemeyeceğine, “savunma” ifadesinin kullanılmasının yerinde olacağına ilişkin ayrıntılı değerlendirme için bkz. Karaca O. U., s.97.

* Kapakta yer alan “Cernavoda Düşünürü” figürinine ait görsel, https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2019/11/mo-5000-ylndan-kalma-figurin-cernavoda.html, uzantılı web sayfasından alınmıştır. (12 Haziran 2020)

Durma Sürelerinin Uzatılmasının Uygulamaya Etkileri ve Uzayan Durma Sürelerinin Hesaplanma Yöntemine İlişkin Güncel Değerlendirmeler

Yaklaşık bir ay önce 26 Mart 2020 tarihli ve 31080 sayılı 1. Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 25 Mart 2020 tarihli ve 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (Kanun) Geçici Madde 1 hükmü ile maddi hukuka, takip ve usul hukukuna ilişkin süreler, 13 Mart 2020 ila 30 Nisan 2020 arasında durdurulmuştu.[1]

Kanun Geçici Madde 1/1 hükmünde, salgının devam etmesi hâlinde Cumhurbaşkanı’nın durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabileceği ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabileceği de düzenlenmişti. Cumhurbaşkanı, 30 Nisan 2020 tarihli ve 31114 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 29 Nisan 2020 tarihli ve 2480 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı (Karar) ile Kanun’da kendisine verilen yetkiyi kullanarak; durma sürelerini 15 Haziran 2020’ye kadar (bu tarih dâhil) uzatmıştır. Cumhurbaşkanı, sürelerin uzatılmasına ilişkin yetkisini kullanırken, 4 Ocak 2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nda öngörülen zorunlu idari başvuru yoluna ilişkin süreleri kapsam dışında bırakmış,  bunun dışında durdurulan sürelerin kapsamında herhangi bir değişikliğe gitmemiştir.

Karar’da dikkat çeken hususlardan biri; durma sürelerinin 15 Haziran 2020’ye uzatılmasının, “salgın hastalığın yayılma tehlikesinin daha önce ortadan kalkması hâlinde yeniden değerlendirilmek üzere” kaydına bağlanmasıdır. Adalet Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirilen Yedinci Koronavirüs Koordinasyon Toplantısı sonrasında Adalet Bakanı tarafından yapılan açıklamada da “… virüs tedbirlerine uymakla ortaya çıkacak olumlu tabloya göre Cumhurbaşkanı’nın 15 Haziran’dan önce de bu tedbirleri kaldırmasının mümkün olduğu …” ifade edilmiştir.[2] Cumhurbaşkanı’nın, durma sürelerinin 15 Haziran 2020 tarihinden önce sona ereceğine ilişkin yeni bir karar almaması veya durma sürelerinin uzatılması Cumhurbaşkanı’na tanınan bir seferlik yetki olduğu için, durma sürelerinin uzatılmasına ilişkin bir kez daha kanun düzeyinde bir düzenleme yapılmaması durumunda, duran süreler, 16 Haziran 2020 tarihi itibarıyla işlemeye başlayacaktır.

Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte; sınai mülkiyet mevzuatından yer alan süreli işlemlere ilişkin tüm sürelerin de Kanun’da durması öngörülen sürelerin kapsamında yer aldığı, Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) tarafından, 27 Mart 2020 tarihinde yapılan resmî ilan ile duyurulmuştu.[3] Önceki yazılarımızda, Kanun’un Geçici Madde 1 hükmü ile sınai mülkiyet hukuku bakımından doğuracağı sonuçları değerlendirmiştik.[4] Karar’da, sınai mülkiyet mevzuatında öngörülen süreleri kapsam dışında bırakan herhangi bir hüküm bulunmadığı için, söz konusu değerlendirmelerimiz geçerliliğini korumaktadır. Bunun yanında;  Kanun Geçici Madde 1/4 hükmüne göre; durma süresince duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere, alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları; Yargıtay ve Danıştay bakımından ilgili Başkanlar Kurulu, ilk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), adalet hizmetleri bakımından ise Adalet Bakanlığı belirleyecektir. HSK, 30 Mart 2020 tarihli ve “COVID-19 Kapsamında İlave Tedbirler” konulu yazısı ile tutuklu (yasal zorunluluk nedeniyle sadece tutukluluğun değerlendirilmesi yönünden) ve acil işler, dava zamanaşımı yakın olan soruşturma ve kovuşturma dosyaları, yürütmenin durdurulması istemleri ile ivedi sayılacak diğer iş ve işlemler haricindeki ilk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemelerine ait duruşma, müzakere ve keşiflerin 30 Nisan 2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar ertelenmesine karar vermişti. HSK tarafından yeni bir karar alınmaması durumunda 4 Mayıs 2020 tarihi itibarıyla duruşmalar görülmeye başlanacaktır. Yazının kaleme alındığı tarih ve saat itibarıyla[5] HSK’nin belirtilen konuya ilişkin almış olduğu herhangi bir karar bulunmamaktadır. Ancak; Yedinci Koronavirüs Koordinasyon Toplantısı sonrasında Adalet Bakanı tarafından Twitter[6] üzerinden yapılan açıklamada, HSK’nin, uzatılan durma süreleriyle uyumlu olacak şekilde duruşma, müzakere ve keşiflerin de ertelenmesine ilişkin karar alacağı belirtilmiştir.[7]

Kanun’da duracağı belirtilen sürelerin hesaplanması konusunda tereddüt yaşanabileceği ihtimali göz önünde bulundurularak kaleme aldığımız önceki tarihli yazımızın[8], sürelerin duracağı tarihlerin değişmesi nedeniyle güncellenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Sürelere ilişkin bundan sonraki değerlendirmelerimiz, niteliği itibarıyla, yalnız sınai mülkiyet mevzuatında öngörülenler için değil; Kanun’da duracağı belirtilen sürelerin tamamına yönelik olacaktır. Takip hukukuna ilişkin olanlar bir kenara bırakılacak olursa, Kanun kapsamında kalan süreler, 13 Mart 2020 ila 15 Haziran 2020 arasındaki 95 günlük süre boyunca duracaktır. Konunun daha net ifade edilebilmesi amacıyla yazının bundan sonraki kısmı maddeler hâlinde devam edecektir.

  • 13 Mart 2020 tarihi itibariyle, bitimine on beş gün veya daha az kalmış süreler bakımından yeni sona erme tarihi, 30 Haziran 2020 olacaktır. Örneğin; 20 Mart 2020 tarihinde sona erecek bir süre, 30 Haziran 2020 tarihinde sona erecektir. Belirtmek gerekir Kanun kapsamında kalan süreler bakımından en erken sona erme tarihi 30 Haziran 2020’dir.
  • 13 Mart 2020 tarihi itibariye, bitimine on altı gün veya daha fazla kalmış ve en geç 15 Haziran 2020 tarihinde sona erecek süreler bakımından, yeni sona erme tarihi; 13 Mart 2020 tarihi itibariye sürenin sona ermesine kaç gün kadıysa, bu sürenin, 16 Haziran 2020’den başlatılarak hesaplanması yöntemiyle belirlenecektir. Örneğin; 30 Mart 2020 tarihinde sona erecek bir sürenin yeni sona erme tarihi; 13 Mart 2020 ila 30 Mart 2020 arasındaki 18 günlük sürenin 16 Haziran 2020 tarihinden itibaren hesaplanması suretiyle 3 Temmuz 2020 olarak belirlenecektir.
  • Başlangıcı, 13 Mart 2020 ila 15 Haziran 2020 tarihi arasında herhangi bir tarihe denk gelen süreler, 16 Haziran 2020 tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır. Örneğin; başlangıcı 10 Nisan 2020 tarihi olan bir aylık sürenin, başlangıç tarihi 16 Haziran 2020 tarihi olarak kabul edilecek ve bu süre 16 Temmuz 2020 tarihinde sona erecektir.
  • Başlangıcı 13 Mart 2020 tarihinden önceki bir tarihe, bitimi ise 15 Haziran 2020 tarihinden sonraki bir tarihe denk gelen sürelerin son günü, düzenlemeden önceki son güne 95 gün eklenmesi suretiyle belirlenecektir. Örneğin; başlangıcı 1 Mart 2020, bitimi 19 Haziran 2020 olan bir sürenin, yeni düzenlemeye göre son günü, 22 Eylül 2020 olarak belirlenecektir.
  • Yeni düzenlemeye göre hesaplanacak sürelerin son gününün, adli tatile ya da herhangi bir resmî tatil gününe denk gelmesi durumunda, süreler, adli tatil veya resmî tatil nedeniyle bir kez daha uzayacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki adli tatil sebebiyle uzayacak süreler yalnız yargılama hukukuna ilişkin olanlardır. Yukarıdaki örneği, son gün hafta sonuna gelecek şekilde güncelleyerek söz konusu durumu resmî tatiller bakımından somutlaştırabiliriz. Başlangıcı 1 Mart 2020, bitimi 17 Haziran 2020 olan bir sürenin, yeni düzenlemeye göre son günü, 20 Eylül 2020 olarak belirlenecektir. Ancak, 20 Eylül 2020 tarihi resmî tatil günü olan Pazar gününe denk geldiği için sürenin son günü, bir kez daha uzayacak ve 21 Eylül 2020 olarak belirlenecektir.  Yukarıdaki örneği, son gün adli tatile denk gelecek şekilde güncelleyerek söz konusu durumu adli tatil bakımından da somutlaştırabiliriz.  Başlangıcı 1 Mart 2020, bitimi 17 Nisan 2020 olan sürenin, yeni düzenlemeye göre son günü, 21 Temmuz 2020 olarak belirlenecektir. Ancak 12 Ocak 2011 tarihli ve 6100 tarihli Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.102 hükmüne göre; adli tatil, her yıl 20 temmuzda başlamakta ve 31 ağustosta sona ermektedir. HMK m.104/1 hükmüne göre; adli tatile tabi olan dava ve işlerde, sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmaktadır. Örneğimize dönecek olursak, yeni düzenlemeye göre son günü, adli tatilin başlangıcı olan 21 Temmuz 2020’ye denk gelen sürenin son günü, bir kez daha uzayacak ve 8 Eylül 2020 olarak belirlenecektir.

Osman Umut KARACA

Nisan 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


[1] Bkz. https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.7226.pdf, (27 Nisan 2020).

[2] Bkz. http://www.basin.adalet.gov.tr/Etkinlik/adalet-bakani-abdulhamit-gul-baskanliginda-koronavirus-koordinasyon-toplantisinin-yedincisi-yapildi, (29 Nisan 2020)

[3] Bkz. https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/allAnouncement/anouncementDetail?newsId=1239, (27 Nisan 2020).

[4] Konuya ilişkin önceki tarihli değerlendirmelerimiz için Bkz. https://iprgezgini.org/2020/03/25/son-dakika-beklenen-haber-geldi-sureler-durdu/, (27 Nisan 2020).

[5] 30 Nisan 2020 / 00.57

[6] Twitter, Twitter Inc. adına tescilli bir markadır.

[7] Bkz. https://twitter.com/adalet_bakanlik/status/1255092628607176705?s=20, (29 Nisan 2020)

[8] Bkz. https://iprgezgini.org/2020/03/27/surelerin-durmasina-iliskin-duzenleme-kapsaminda-sure-hesabina-iliskin-degerlendirmeler/, (27 Nisan 2020)

* Kapak görseli https://thegmatblogger.in/2015/04/17/how-is-the-gmat-score-calculated/, uzantılı internet sayfasından alınmıştır. (30 Nisan 2020) .

TÜRKPATENT TANINMIŞ MARKA SİCİLİ TUTAMAZ (MI?)!

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 5 Şubat 2020 tarihinde verdiği bir karar, yıllardır tartışma konusu olan “Tanınmış Marka Sicili” hakkındaki tartışmaları alevlendirecektir. Bu yazıda önce mevcut uygulamanın dayanakları ilgili yargı kararları çerçevesinde açıklanacak, devamında ise bir kırılma olarak görülebilecek Şubat 2020 tarihli karar okuyuculara aktarılacaktır.

Bilindiği gibi Türk Patent ve Marka Kurumu (Kurum) nezdinde tanınmış marka başvuruları incelenmekte ve tanınmışlığına karar verilen markalar ayrı bir sicile kaydedilmektedir. Ancak bu sicillerde güncelleme yapılmadığından bir kez tanınmışlık kaydı alan marka, bu vasfı daha sonra yitirse dahi,teorik olarak sonsuza dek bu kayda sahip olmaktadır. Avrupa’da uygulamasına rastlamadığımız bu kayıt sistemi, açıklanacağı üzere ülkemizde yargı kararları ile benimsenmiş özel bir uygulamanın ürünüdür. Bu yazıda, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05/02/2020 tarih ve 2019/2980 E. – 2020/991 K. sayılı konuya ilişkin son kararı inceleme konusu yapılmıştır.Henüz kesinleşmemiş olan bu içtihat, kesinleşmesi durumunda yargı ve Kurum uygulamasını değiştirebilecek nitelikte görülmektedir.

15/07/2018 tarih ve 4 sayılı “Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile Kurumun teşkilat yapısı ve görevleri yeniden düzenlenmiştir. Kurumun görevleri arasında “Patentler, faydalı modeller, markalar, coğrafi işaretler, geleneksel ürün adları, tasarımlar ile entegre devre topoğrafyalarının ilgili mevzuat hükümleri uyarınca tescilini ve bu hakların korunması ile ilgili işlemleri yapar” (m. 360/1-a) ve bununla ilişkili olarak Markalar Dairesinin görevleri arasında “İlgili mevzuat hükümlerine göre, belirli nitelikleri haiz işaret ve ibarelerin koruma altına alınması, markaların tanınmışlık düzeyleri ile ilgili esasların belirlenmesi ve uygulamaya konulması işlemlerini” (m. 370/1-ç) yapmak yer almaktadır. Benzer yönde düzenlemeye 5000 sayılı Kanunun mülga 3/1-a ve 13/1-d maddelerinde de yer verilmiştir.

Görüleceği üzere, markaların tescili ve korunması ile ilgili işlemleri yapmak ve bunların korunma altına alınması Kurumun görevleri arasındadır. Bu noktada, markaların tanınmış marka olup olmadığı ayrımı yapılmadığı görülmektedir. Öte yandan markaların tanınmışlık esaslarının belirlenmesi de Kurumun/Dairenin görevleri arasında sayılmıştır.

Mevzuattaki bu düzenlemelerden hareket eden Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, markanın tanınmışlığının tespiti talebi ile ilgili olarak açılan davada, “Bir markanın tanınmışlığının tespitine hangi kurumun karara vereceği uluslararası sözleşmelerde de net bir şekilde ifade edilmemiştir.Ancak, WIPO’nun 34 ncü Yönetim Birliği toplantısında kabul edilen, “ortak kararın” 1 nci maddesindeki tanımlarda tanınmış markalara karar vermeye yetkili otoritelerin, markaların korunmasını sağlayan yetkili kurumlar ve mahkemeler olduğu açıklanmıştır.Ülkemiz açısından da, 554 sayılı KHK.nin 1 ve 10/3, 556 sayılı KHK.nin 7/1-ı ve 8/4 ncü maddeleri ile taraf olduğumuz uluslar arası sözleşme hükümleri dikkate alınarak davalı TPE ile mahkemelerimizin tanınmış marka tespitinde yetkili olduğunun kabulü gerekir.

Öte yandan, tanınmışlık talebi yönünden TPE’ye başvurmadan doğrudan tescil davası yolu ile bu sonuca ulaşılmak istenilmesi markaların tescil sistemine de uygun düşmemektedir. Markanın tanınmışlığı yönünde TPE’ne başvurulup, tescil prosedürü tamamlanmadan, bu yönde nihai bir karar oluşmadan doğrudan açılan tespit davasında hukuki yarar yoktur.”(Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 24/06/2004 tarih ve 2003/12431 E. – 2004/7020 K. sayılı kararı[1]) gerekçesiyle, tanınmış marka tescilinde Kurumun öncelikle görevli olduğuna karar vermiştir.[2] Aynı yönde başka bir davada da Yargıtay tarafından, “Davadan önce davacı tarafça ” … ” markasının tanınmışlığının tespitine karar verilmesi yönünde TPE Başkanlığı’na yapılmış bir başvuru bulunmamaktadır. 5000 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un Markalar Dairesi Başkanlığı’nın görev ve yetkilerine ilişkin 13. maddesinin d bendi, ilgili mevzuat hükümlerine göre belirli nitelikleri haiz işaret ve ibarelerin koruma altına alınması, markaların tanınmışlık düzeyleri ile ilgili esasların belirlenmesi ve uygulamaya konulması işlemlerini düzenlemektedir. Buna göre, bir markanın tanınmış olduğunun tespiti yönündeki istemin, öncelikle kanunen bu konuda yetkili kılınan TPE Başkanlığı’na yapılması gerekmektedir. TPE Başkanlığı’na başvuru koşulu yerine getirilmeden, doğrudan anılan Kurum davalı olarak gösterilmek suretiyle markanın tanınmış olduğunun tespiti davası açılabilmesinin kabul edilmesi, 5000 sayılı Kanun’un Kuruma tanıdığı inceleme yapma ve karar verme hakkının ortadan kaldırılması sonucunu doğuracağından, bu şekilde açılan bir davanın mahkemece dinlenebilmesi mümkün değildir.(Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17.04.2008 tarih ve 2007/3468 E. – 2008/5173 K. sayılı kararı[3])gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu kapsamda görüleceği üzere, tanınmışlık tespit davasının açılabilmesinin ön şartı olarak Kuruma başvuru yapılması gerektiği, tescil yapılabileceği ve tescile ilişkin yetkinin Kurumda olduğu kabul edilmiştir. Nitekim aynı yönde başka bir davada Yargıtay tarafından, “Oysa, doğrudan doğruya dava açmak suretiyle markanın tanınmışlığının tespitinin sağlanması mümkün değildir.Bir markanın tanınmışlığının tesciline ilişkin yetki TPE’ne aittir. Bunun için de usulüne uygun şekilde anılan kuruma başvurulması ve gerekli prosedürün tamamlanması gerekmektedir.”(Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.07.2011 tarih ve 2009/15033 E. – 2011/9297 K. sayılı kararı[4]) gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir[5]. Bu kapsamda, tanınmış marka ile ilgili tescil işlemlerinde görevli ve yetkili merciin Kurum olduğu, öncelikle Kuruma başvuru yapılması gerektiği ve YİDK tarafından nihai olarak başvuru reddedildikten sonra ancak dava açılabileceği kabul edilmiştir.

Tanınmışlığın sabit bir durum olmadığı, bir markanın zaman içerisinde tanınmışlık kazanabileceği gibi yine zaman içerisinde tanınmışlığını kaybedebileceği de yargı kararlarında ifade edilmekte, bu nedenle her somut olayda bu hususun incelenmesi gerektiği ilkesi kabul edilmektedir. Ancak bu kabule karşın, ilgililerin tanınmış marka tescili yaptırmalarında hukuki yararlarının bulunduğu, Yargıtay tarafından, “Bir markanın tanınmışlığının tespit ve tescili ileride yapılacak muhtemel tecavüzleri önleme, karışıklığa, markanın itibarı ve şöhretinden yararlanmaya yönelik tescillere engel olma gibi sonuçlar doğuracağından bu yönde yapılan bir tespitte hak sahibinin hukuki yararı bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Bu itibarla marka sahibi markasının tanınmış marka olduğunun tespiti ile tanınmış marka olarak Kurum nezdinde tutulan sicile kaydını isteyebilirse de somut olayda davalı nezdinde yapılmış bir tanınmış marka tescil başvurusu bulunmadan markanın tanınmış olduğunun tespiti doğrudan dava yolu ile istenmektedir. Oysaki Türkiye’de marka tescili konusunda tek yetkili Kurum olan TPE’ye başvuruda bulunmadan doğrudan tescil davası yolu ile bu sonuca ulaşılmak istenilmesi markaların tescili sistemine de uygun düşmemektedir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 25/01/2007 tarih ve 2005/13979 E. – 2007/827K. sayılı kararı) şeklinde ifade edilmiştir[6]. Markanın tanınmışlığının tescilinde hukuki yarar bulunmakla beraber, Kuruma başvuru yapılmadan doğrudan tespit davası açılmasında hukuki yarar olmadığı da kararlarda ifade edilmiştir.

Görüleceği üzere, yargı uygulamalarında, tanınmış marka tespit ve sicil kaydının Kurum tarafından yapılması, bu nedenle de dava açılmadan önce Kuruma başvuruda bulunulması ve tarafların bu tescilde hukuki yararının olduğu kabul edilmektedir. Söz konusu içtihatlardan hareketle uygulama da bu şekilde gelişmiş ve Kurum nezdinde tanınmış markalara ilişkin özel sicil oluşturulmuştur.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05/02/2020 tarih ve 2019/2980 E. – 2020/991 K. sayılı kararında ise bu yerleşik içtihattan dönüldüğü görülmektedir. İlgili davada, marka sahibi tarafından, markasının tanınmışlığının tespiti için Kuruma başvuru yapılmış, başvuru Kurumun Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) tarafından nihai olarak reddedilmiştir. Bu ret kararına karşı da süresi içerisinde dava açılmıştır. Mahkeme tarafından yapılan incelemede davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı istinaf talebinde bulunulmuş, ancak talep esastan reddedilmiştir. Bunun üzerine temyiz kanun yoluna gidilmiştir. Bu aşamada Yargıtay tarafından yapılan incelemede, “Dava şartları bir davada yargılamanın her aşamasında mahkemelerce re’sen dikkate alınması zorunlu ön şartlardır. Maddi hukuka ilişkin dava şartları birçok kanun maddesine ayrı ayrı düzenleme konusu olmakla birlikte, usule ilişkin dava şartları 6100 sayılı HMK’nın 114. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre HMK’nın 114/-h maddesinde, “Dava açmakta hukuk yararın bulunması” dava şartlarından sayılmıştır. Hukuki yarara ilişkin dava şartının sonradan tamamlanması da mümkün değildir. Her ne kadar davalı Kurum tarafından Tanınmış Marka Sicili oluşturularak kendisine başvuru halinde başvuru konusu markanın tanınmışlık niteliğine haiz olup olmadığı konusunda inceleme yaparak bu nitelikte gördükleri markalar için sicil oluşturulmuş ise de; davalı Kurumun kanunen böyle bir sicil oluşturma yetkisi olmadığı gibi, tanınmışlık özelliği sabit bir olgu olmadığından, Dairemizin yerleşik kabullerine göre de, herhangi bir davada dayanılan markanın tanınmış olduğunun ileri sürülmesi halinde, her bir somut olayda o markanın tanınmış olup olmadığı ve tanınmışlığını sürdürüp sürdürmediğinin münferiden ispatlanması gerektiği kabul edilmektedir. O halde İlk Derece Mahkemesince, yukarıda yapılan açıklamalar göz önüne alınarak, davacının eldeki somut davayı açmakta hukuki yararının bulunmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile davanın kısmen de olsa kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş kararın bu sebeple re’sen bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05/02/2020 tarih ve 2019/2980 E. – 2020/991 K. sayılı kararı) gerekçesi ile kararın bozulmasına, dava dosyasının ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Görüleceği üzere söz konusu kararda, önceki içtihatlarından ayrılan Yargıtay, Kurumun tanınmış marka sicili oluşturma gibi bir yetkisinin olmadığını, tanınmışlığın durağan bir kavramı ifade etmediğini bu nedenle de her somut olay için ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu kapsamda da aslında, tanınmışlığa dayanan tarafın her davada bunu ispata ilişkin delilleri sunması gerektiği, önceden yapılmış olan tescilin ve tespitin tanınmışlık kabulünde tek başına yeterli olmayacağı kabul edilmiştir. Henüz kesinleşmemiş de olsa, Yargıtay’ın söz konusu kararı ile önceki içtihatlarından tamamen ayrıldığı, Kurumun böyle bir tescil yapma ve özel sicil tutma yetkisinin olmadığına karar verdiği görülmektedir. Yine kararda sadece doğrudan dava açılması durumunda değil, bu konuda Kuruma başvuru yapılmasında ve başvuru yapıldıktan sonra dava açılması durumunda da marka sahibinin hukuki yararının olmadığı kabul edilerek, önceki içtihatlardan farklı yönde bir karar verildiği görülmektedir. Bu noktadan hareketle de aslında Kuruma tanınmışlık tespiti için başvuruda bulunulmasında ve böyle bir tespit yaptırılmasında kişilerin hukuki yararının olmadığı kabul edilmiştir.

Öte yandan tanınmışlığın tespiti için doğrudan dava açılmasında hukuki yarar olup olmadığı kararda irdelenmemiştir. Ancak geneline bakıldığında, her somut olay için ispat arandığından, önceden tespit kararı alınmasında diğer bir ifadeyle doğrudan tespit davası açılmasında da hukuki yarar olmadığının kabul edildiği söylenebilir. Bu içtihadın etkilerinin neler olacağı, kesinleşmesi durumunda hem Kurum hem de yargı uygulamasının nasıl şekilleneceği önümüzdeki dönemde görülecektir.

Av. Gökhan ERGÜL

Nisan 2020

gokhan.ergul60@gmail.com


[1]https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/11-hukuk-dairesi-e-2003-12431-k-2004-7020-t-24-06-2004

[2] Aynı yönde Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 09/10/2006 tarih ve 2005/8700  E. – 2006/9899 K. sayılı kararı (erişim: http://www.kazanci.com.tr)

[3]http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/dsp.php?fn=11hd-2007-3468.htm&kw=`2007/3468`#fm

[4]http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/dsp.php?fn=11hd-2009-15033.htm&kw=`2009/15033`#fm

[5] Aynı yönde kararlar için bkz. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 24/06/2004 tarih ve 2003/12431E. -2004/7020 K. sayılı kararı; Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 28/12/2004 tarih ve 2004/12794 E. – 2004/12995 K. sayılı kararı; Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 25/01/2007 tarih ve 2005/13979 E. – 2007/827K. sayılı kararı (erişim: http://www.kazanci.com.tr)

[6]Aynı yönde yukarıda bahsi geçen Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 24/06/2004 tarih ve 2003/12431 E. – 2004/7020 K. sayılı karar

Corona Günlerinde Yeni Bir Marka Kategorisi – Zombi Markalar

Corona virüs salgınının yol açtığı veya açacağı olası hak kayıplarının engellenmesi amacıyla ülkemizde alınan tedbirlerin en önemlilerinden birisi, 26 Mart 2020 tarihli 31080 sayılı (Mükerrer) Resmi Gazete’de yayımlanan 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’dur. (Bkz. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/03/20200326M1-1.htm)

7226 sayılı Kanunun geçici birinci maddesiyle zorunlu idari başvuru yollarına ilişkin süreler, hak düşürücü süreler de dahil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler 13/03/2020 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere durdurulmuştur.

Türk Patent ve Marka Kurumu, resmi internet sitesinde 27 Mart 2020 tarihinde yaptığı duyuruyla; “Düzenleme, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununda belirtilen süreleri de kapsamaktadır. Buna göre sınai mülkiyet mevzuatında yer alan süreli işlemlere ilişkin tüm süreler 13 Mart 2020 itibariyle durmuştur. 13 Mart 2020- 30 Nisan 2020 tarihleri (bu tarihler dahil) arasına denk gelen ve gerçekleştirilmemiş işlemler için hak sahiplerine ve vekillere geriye dönük olarak bu işlemleri yapma hakkı tanınacaktır.” bilgisini vermiştir. (Bkz. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/03/20200326M1-1.htm)

Virüs salgını nedeniyle ortaya çıkabilecek olası hak kayıplarını engelleme amaçlı bu düzenlemeyi ve düzenlemenin 6769 sayılı SMK’nda belirtilen süreleri de kapsadığı yönündeki yorumu kamu menfaatlerini koruma anlamında yerinde ve yararlı bulduğumuzu peşinen belirtiyoruz.

Bununla birlikte, düzenlemenin SMK’na uyarlanması halinde ortaya çıkacak yeni haller hakkında dikkatli ve öngörülü olmak gerektiğini düşünüyoruz. Bu yazıda okuyucularımıza düzenleme sonrası ortaya çıkacak yeni bir marka türünü tanıtacağız. Bu marka türünü de kendi verdiğimiz isimle anacağız: “Zombi markalar”.

Bu noktada, yazı boyunca yer vereceğimiz değerlendirmelerin kişisel değerlendirmeler olduğunun ve kurumsal nitelik taşımadığının altı özellikle ve net olarak çizilmelidir.


Türkçe’ye “zombi” olarak geçen kelimenin kökeni Batı dillerindeki “zombie” sözcüğüdür. “Zombi” kelimesinin en yalın anlamı, “öldükten sonra yeniden dirilen kişi veya yaşayan ölü”dür.

Biz de bu yazıda “zombi marka” kavramını, hükümden düştükten sonra yeniden canlanan veya arafta kalan markaların karşılığı olarak kullanacağız.


Tescilli bir marka veya tescil edilmemiş bir marka başvurusu çeşitli nedenlerle hükümden düşebilir veya işlemden kaldırılabilir. Bu hallerin en sık karşılaşılanları; tescilli bir markanın koruma süresinin bitiminde yenilenmemesi, bir marka başvurusunun tescil ücretinin süresi içerisinde ödenmemesi, resen veya yayıma itiraz üzerine reddedilen bir marka tescil başvurusunun sahibinin ret kararına karşı iki ay içerisinde itiraz etmemesi, kesinleşmiş mahkeme kararı sonrası tescilli bir markanın hükümsüz kılınması veya iptal edilmesidir. Aynı sonuçlara yol açan farklı işlem veya süreçler de mevcuttur.

Türk Patent ve Marka Kurumu, başka başvurular için yaptığı incelemede hükümden düşen bir marka veya marka başvurusu ile karşılaştığında, hükümden düşmüş markayı geçerli bir ret nedeni olarak kabul etmemektedir ve işlemler hükümden düşmüş marka yokmuş gibi sürdürülmektedir.

Herkesin zaten bildiği bu pratiği gene de bir örnekle açıklayalım; bir marka tescil başvurusunu 16 Kasım 2019 tarihinde incelerken, aynı malları kapsayan aynı markayı arama tutanağında tespit ediyorsunuz, ancak bu markanın tescil ücretinin ödenmesi süresinin 1 Kasım 2019 tarihinde dolduğunu ve bu ücretin ödenmediğini görüyorsunuz, dolayısıyla da bu markayı hükümden düşmüş bir başvuru olarak değerlendirerek, incelediğiniz başvuru için bir ret gerekçesi olarak kabul etmiyorsunuz. Çok basit ve herkesin bildiği bir mevzu.

Ama artık işler o kadar basit olmayacak! Çünkü gündemimize “zombi markalar” giriyor.

Yazının başlangıcında belirttiğimiz 7226 sayılı Kanun ve bu Kanun paralelinde Kurum tarafından yapılan duyuru çerçevesinde; “… sınai mülkiyet mevzuatında yer alan süreli işlemlere ilişkin tüm süreler 13 Mart 2020 itibariyle durmuştur. 13 Mart 2020- 30 Nisan 2020 tarihleri (bu tarihler dahil) arasına denk gelen ve gerçekleştirilmemiş işlemler için hak sahiplerine ve vekillere geriye dönük olarak bu işlemleri yapma hakkı tanınacaktır.”

Gene bir örnek çerçevesinde gidelim; marka tescil başvurunuz reddedilmişti, ret kararına karşı itiraz süreniz 14 Mart 2020 tarihinde dolmuştu ve siz karara karşı itiraz etmemiştiniz ve dolayısıyla başvurunuz, hükümden düşmüştü (veya ölmüştü). Normal şartlarda, böyle bir markanın hükümden düştüğü tarihten sonra geçerli bir başvuru (veya yaşayan bir başvuru) olarak kabul edilmesi ve sonraki tarihli bir başvurunun ret gerekçesi olarak kabul edilmesi mümkün değildi. Ancak, şu an geçerli olan ve en az 30 Nisan 2020 tarihine dek geçerli olacak uygulama çerçevesinde kanaatimizce böyle bir durum söz konusu olamayacaktır.

Neden mi? Çünkü, 6769 sayılı Kanun çerçevesinde getirilen düzenleme bağlamında Kurum, sınai mülkiyet mevzuatında yer alan süreli işlemlere ilişkin tüm süreleri 13 Mart 2020 itibarıyla durdurmuştur ve ilaveten 13 Mart 2020- 30 Nisan 2020 tarihleri (bu tarihler dahil) arasına denk gelen ve gerçekleştirilmemiş işlemler için hak sahiplerine ve vekillere geriye dönük olarak bu işlemleri yapma hakkı tanınmıştır.

Bu ne anlama geliyor?

Yukarıda verdiğimiz örnek çerçevesinde, 14 Mart 2020 tarihinde yapmamış olduğunuz karara itirazı, şu anda 7226 sayılı Kanun’da öngörülen süreler esasında yapabilirsiniz ve dolayısıyla hükümden düşmüş (ölmüş) başvurunuzu karara itiraz incelenip, başvuru hakkındaki nihai karar verilene dek canlandırabilirsiniz. Daha da ötesi var, 15 Mart tarihine kadar tescil ücreti ödenmesi gereken bir başvurunuz vardı ve siz tescil ücretini ödemediğiniz için başvurunuz işlemden kaldırılmıştı (ölmüştü), şu anda 7226 sayılı Kanun’da öngörülen süreler esasında bu ücreti ödeyebilirsiniz ve ölmüş başvurunuzu canlandırabilirsiniz. Süre hesapları için IPR Gezgini’nde O. Umut Karaca tarafından yazılan “Sürelerin Durmasına İlişkin Düzenleme Kapsamında Süre Hesabına İlişkin Değerlendirmeler” başlıklı yazıdaki (https://iprgezgini.org/2020/03/27/surelerin-durmasina-iliskin-duzenleme-kapsaminda-sure-hesabina-iliskin-degerlendirmeler/) esasları hatırlatmakla yetiniyoruz.

İşte “zombi marka” kategorisi tam da buna karşılık gelmektedir, hükümden düşmüş veya işlemden kaldırılmış markaların canlanması olasılığı ortaya çıkmıştır ve bu normalde karşılaşılması mümkün bir hal olmadığından, yeni bir marka kategorisi ortaya çıkacaktır.

“Zombi markalar” gerekli işlem yapılıp canlandırılabilir, ancak gerekli işlem yapılmazsa arafta kalacaklardır. Yani haklarında gerekli işlemin yapılıp yapılmayacağı hak sahibinin inisiyatifinde olduğundan, bu markalar için Kanun’da öngörülen minimum süre olan 15 Mayıs 2020 tarihine kadar Kurumun bunları ne canlı ne de ölü olarak kabul etmesi de mümkün değildir. Yani bu tip markalar, kelimenin tam anlamıyla şu an itibarıyla yaşayan ölülerdir.

Yaşayan ölü durumu, sadece marka tescilleri veya başvuruları için değil, hak sahibinin öne sürebileceği diğer talepler için de geçerli olacaktır. Örneğin 16 Mart tarihine dek ileri sürebileceğiniz, ancak kullanmadığınız bir yayıma itiraz hakkınız vardı. 7226 sayılı Kanun ve devamında getirilen uygulama çerçevesinde kanaatimizce bu hakkı, anılan Kanun’da öngörülen süreler dolana dek öne sürebileceksiniz, yani yayıma karşı itiraz hakkınız aslında ortadan kalkmış (ölmüş) olsa da yeniden ortaya çıkacak (canlanacak).

Yukarıda verdiğimiz örnekler, hayatımıza girecek bu markaları neden ayrı bir kategori olarak değerlendirdiğimizi ve hangi nedenle “zombi” ismini seçtiğimizi yeterince açıklamıştır diye düşünüyorum. Kelimenin tam anlamıyla, yaşayan ölüler, yani zombiler şu an itibarıyla marka tescil süreçleri gündemimizi işgal edecektir. Yeni bir salgın bu da öyle değil mi???

Bu ve benzeri haller yukarıda verilen örnek durumlarla sınırlı değildir, çok farklı örnekler ve süreçler bağlamında örneklerin artırılması kanaatimizce mümkün olacaktır. Dahası, 7226 sayılı Kanun çerçevesinde, salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilecektir. Kısacası, salgının devam süresine bağlı olarak zombi marka kategorisi daha uzun bir süre için gündemimizde olabilecektir.


Geldiğimiz noktada, şu ana dek yazdıklarımızın kişisel değerlendirmeler olduğunu ve konu hakkındaki bağlayıcı değerlendirmeler için Kurum duyurularının beklenmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyoruz.

IPR Gezgini içeriğinde geleneksel olmayan marka türleri (ses, pozisyon, koku, tat, vd) hakkında çok yazı yazdım ve bu yazıların neredeyse tamamında yabancı mahkeme ve ofis kararlarını aktardım. Olağanın dışında olması anlamında, geleneksel olmayan bir marka türünü adlandırma şerefine de bugün eriştim ve 7226 sayılı Kanun bağlamında ortaya çıkacak yeniden canlanma hali kapsamına girecek markaları “zombi markalar” olarak adlandırdım.

Corona virüsü salgını nedeniyle gündemimize giren/girecek “zombi markalar”ın ülkemizi ve dünyayı kısa sürede terk etmesini bekleyeceğiz. Tüm okurlarımıza sağlıklı günler dilerim.

Önder Erol ÜNSAL

Mart 2020

unsalonderol@gmail.com

Sürelerin Durmasına İlişkin Düzenleme Kapsamında Süre Hesabına İlişkin Değerlendirmeler

Sürelerin hesaplanması genelde basit gibi görünen, ancak sıklıkla tereddüt yaşanan bir konudur. Bu yazıda bir kısım zamanaşımı süreleri ile hak düşürücü sürelerin durmasını düzenleyen 25.03.2020 tarihli ve 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (Kanun) 26.03.2020 tarihli ve 31080 sayılı 1. Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle birlikte, Kanun’da duracağı belirtilen sürelerin hesaplanması konusunda tereddüt yaşanabileceği ihtimali göz önünde bulundurularak kaleme alınmıştır.

Konuya ilişkin bir önceki yazımız[1] yalnız sınai mülkiyet hukukuna ilişkin olsa da bu yazı, niteliği itibariyle, Kanun’da duracağı belirtilen sürelerin tamamı için bir değerlendirme niteliği taşımaktadır. Takip hukukuna ilişkin olanlar bir kenara bırakılacak olursa, Kanun kapsamında kalan süreler, 13 Mart 2020 ila 30 Nisan 2020 arasındaki 49 günlük süre boyunca duracaktır. Değerli okuyuculara tekerleme gibi gelmemesi ve konunun daha net ifade edilebilmesi amacıyla yazının bundan sonraki kısmı maddeler hâlinde devam edecektir.

  • 13 Mart 2020 tarihi itibariyle, bitimine on beş gün veya daha az kalmış süreler bakımından yeni sona erme tarihi, 15 Mayıs 2020 olacaktır. Örneğin; 20 Mart 2020 tarihinde sona erecek bir süre, 15 Mayıs 2020 tarihinde sona erecektir. Belirtmek gerekir Kanun kapsamında kalan süreler bakımından en erken sona erme tarihi 15 Mayıs 2020’dir.
  • 13 Mart 2020 tarihi itibariye, bitimine on altı gün veya daha fazla kalmış ve en geç 30 Nisan 2020 tarihinde sona erecek süreler bakımından, yeni sona erme tarihi; 13 Mart 2020 tarihi itibariye sürenin sona ermesine kaç gün kaldıysa, bu sürenin, 1 Mayıs 2020’den başlatılarak hesaplanması yöntemiyle belirlenecektir. Örneğin; 30 Mart 2020 tarihinde sona erecek bir sürenin yeni sona erme tarihi; 13 Mart 2020 ila 30 Mart 2020 arasındaki 18 günlük sürenin, 1 Mayıs 2020 tarihinden itibaren hesaplanması suretiyle 18 Mayıs 2020 olarak belirlenecektir.
  • Başlangıcı, 13 Mart 2020 ila 30 Nisan 2020 tarihi arasında herhangi bir tarihe denk gelen süreler, 1 Mayıs 2020 tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır. Örneğin; başlangıcı 15 Nisan 2020 tarihi olan iki aylık bir sürenin, başlangıç tarihi 1 Mayıs 2020 tarihi olarak kabul edilecek ve bu süre 1 Temmuz 2020 tarihinde sona erecektir.
  • Başlangıcı 13 Mart 2020 tarihinden önceki bir tarihe, bitimi ise 30 Nisan 2020 tarihinden sonraki bir tarihe denk gelen sürelerin son günü, düzenlemeden önceki son güne 49 gün eklenmesi suretiyle belirlenecektir. Örneğin; başlangıcı 1 Mart 2020, bitimi 29 Mayıs 2020 olan bir sürenin, yeni düzenlemeye göre son günü, 17 Temmuz 2020 olarak belirlenecektir.
  • Yeni düzenlemeye göre hesaplanacak sürelerin son gününün, adli tatile ya da herhangi bir resmî tatil gününe denk gelmesi durumunda, süreler, adli tatil veya resmî tatil nedeniyle bir kez daha uzayacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki adli tatil sebebiyle uzayacak süreler yalnız yargılama hukukuna ilişkin olanlardır. Yukarıdaki örneği, son gün hafta sonuna gelecek şekilde güncelleyerek söz konusu durumu resmî tatiller bakımından somutlaştırabiliriz. Başlangıcı 1 Mart 2020, bitimi 24 Mayıs 2020 olan bir sürenin, yeni düzenlemeye göre son günü, 12 Temmuz 2020 olarak belirlenecektir. Ancak, 12 Temmuz 2020 tarihi resmî tatil günü olan Pazar gününe denk geldiği için sürenin son günü, bir kez daha uzayacak ve 13 Temmuz 2020 olarak belirlenecektir. Yukarıdaki örneği, son gün adli tatile denk gelecek şekilde güncelleyerek söz konusu durumu adli tatil bakımından da somutlaştırabiliriz.  Başlangıcı 1 Mart 2020, bitimi 1 Haziran 2020 olan sürenin, yeni düzenlemeye göre son günü, 20 Temmuz 2020 olarak belirlenecektir. Ancak 12.01.2011 tarihli ve 6100 tarihli Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.102 hükmüne göre; adli tatil, her yıl 20 temmuzda başlamakta ve 31 ağustosta sona ermektedir. HMK m.104/1 hükmüne göre; adli tatile tabi olan dava ve işlerde, sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmaktadır. Örneğimize dönecek olursak, yeni düzenlemeye göre son günü adli tatilin başlangıcı olan 20 Temmuz 2020’ye denk gelen sürenin son günü, bir kez daha uzayacak ve 8 Eylül 2020 olarak belirlenecektir. 

Osman Umut KARACA

Mart 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


[1] Bkz. https://iprgezgini.org/2020/03/25/son-dakika-beklenen-haber-geldi-sureler-durdu/, (27.03.2020).

* Kapak görseli https://www.matbuu.com/blog/takvim-ornekleri.html, uzantılı internet sayfasından alınmıştır. (27.03.2020) .

SON DAKİKA: BEKLENEN HABER GELDİ, SÜRELER DURDU

Zamanı durdurmak mümkün olmasa da zamanın akışı içinde kendisine sonuç bağlanan ya da anlam yüklenen bölümleri esnetmek veya tamamen ortandan kaldırmak mümkün. Tarihin önemli bir dönemine tanıklık ettiğimiz şu günlerde ise sürelerin esnetilmesine belki de hiç olmadığımız kadar ihtiyaç duymaktayız. Sürelere ilişkin belirtilen ihtiyacın, en azından bir kısmını karşılayacak haber, günün ilk dakikalarında, Twitter [1] aracılığıyla geldi. Adalet Bakanı Abdülhamit GÜL’ün paylaşımından[2], yalnız yargılamalara ilişkin sürelerin durdurulduğu ön bilgisiyle incelemeye başladığımız düzenlemenin kapsamının, yargılamalara ilişkin sürelerle sınırlı olmadığı kanaati oluşmuştur. Gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun (TBMM) 24.03.2020 tarihli 27. Dönem 3. Yasama Yılı 72. Birleşiminde görüşülmeye başlanan, 2/2633 esas ve 196 sıra sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne (Kanun Teklifi) aşağıda yer alan[3] önergeyle eklenen Geçici Madde 1 hükmünde, yargılamaya ilişkin sürelerin yanında, zorunlu idari başvuru süreleri ile bir hakkın doğumuna, kullanımına veya sona ermesine ilişkin tüm sürelerin durdurulması öngörülmüştür. Nitekim Önergeye konu Geçici Madde 1 Hükmünün Gerekçesinde yer alan “Birinci fıkrayla, maddi hukuk, usul hukuku ve takip hukukuna ilişkin süreler ile takip hukukuna ilişkin işlemlerin durması hüküm altına alınmaktadır.” ifadeleri de bu tespitleri doğrulamıştır. Önergenin kabul edilmesinin ardından, Kanun Teklifi, 72. Birleşiminin saat 23.44’te başlayan Altıncı Oturumunda oylanmış ve Kanun Teklifi kabul edilerek, 25.03.2020 tarihli ve 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (Kanun) hâlini almıştır.

Kanun’un Geçici Madde 1 hükmünü incelerken, düzenlemenin, sınai mülkiyet hukuku bakımından ne gibi sonuçlar ortaya çıkarabileceğine ilişkin tespitlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Yürürlüğe girmesi durumunda Kanun’un, sınai mülkiyet hukuku bakımından aşağıdaki sonuçları doğuracağı değerlendirilmektedir. Belirtmek gerekir ki bu değerlendirmeler, kişisel kanaatimiz olup hiçbir yönüyle kurumsal nitelik taşımamaktadır. Zira düzenlemenin kapsamı konusunda, yalnız sınai mülkiyet hukukuna ilişkin değil, diğer maddi hukuk alanları bakımından da bir kısım tereddütler yaşandığı bilinmektedir.

  • Sınai mülkiyet haklarının tescil süreci ile  bu hakların tescili sonrasında Kurum nezdinde yürütülecek işlemler bakımından, Kurum tarafından verilmiş ya da mevzuatta öngörülmüş olmasına bakılmaksızın, bir işlem yapması için başvuru sahibine tanınan süreler duracaktır.
  • Sınai mülkiyet haklarının tescil süreci ile bu hakların tescili sonrasında Kurum nezdinde yürütülecek işlemler bakımından, Kurum tarafından verilmiş ya da mevzuatta öngörülmüş olmasına bakılmaksızın, mevcut ya da müstakbel itiraz sahipleri ile üçüncü kişilere, bir işlem yapması için tanınan süreler duracaktır.
  • Sınai mülkiyet haklarının yenilenmesine ilişkin süreler duracaktır.
  • Tescilli sınai mülkiyet haklarının devamını sağlayan periyodik ödemelere ilişkin süreler duracaktır.
  • Sınai mülkiyet haklarının kullanılmamasının yaptırıma bağlandığı durumlar bakımından, kullanıma ilişkin süreler duracaktır.
  • Tescilli markalar bakımından sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin beş yıllık süre duracaktır.
  • Rüçhan haklarına ilişkin süreler duracaktır.
  • Sınai mülkiyet hakkı sona erse dahi hak sahibinin belli bir süre daha kullanabileceği haklara ilişkin söz konusu süreler duracaktır.
  • Sınai mülkiyet mevzuatında, uyulmaması hâlinde bir hakkın kaybına neden olabilecek diğer tüm süreler duracaktır.
  • Sınai mülkiyet haklarına ilişkin, Kurum kararlarının iptali de dâhil olmak üzere, hukuk davaları bakımından; dava açma süreleri, dava şartı olan arabuluculuğa ilişkin süreler ile hâkim tarafından verilen ya da mevzuatta öngörülen, ihtiyati tedbiri tamamlayıcı işlemlere ilişkin olanlar hariç olmak üzere, yargılamaya ilişkin tüm süreler duracaktır.
  • Marka hakkına tecavüz nedeniyle yürütülen ceza soruşturması ya da kovuşturması bakımından, suç ve cezalara ilişkin zamanaşımı süreleri hariç, hâkim veya savcı tarafından verilen yahut mevzuatta öngörülen süreler duracaktır.
  • Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk ve ceza yargılamaları bakımından; durma süresince duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere, alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları; Yargıtay ve Danıştay bakımından ilgili Başkanlar Kurulu, ilk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulu, adalet hizmetleri bakımından ise Adalet Bakanlığı belirleyecektir.
  • Durma süresinin başlangıç tarihi 13.03.2020 olarak belirlenmiştir. (Bu tarih dâhil.)
  • Durma süresinin bitiş tarihi 30.04.2020 olarak belirlenmiştir. (Bu tarih dâhil.) Ancak, durma süresinin başladığı tarih itibariyle, bitimine on beş gün veya daha az kalmış süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzayacaktır. Bu nitelikteki süreler bakımından sürenin sona erme tarihi 15.05.2020 olacaktır. (Bu tarih dâhil.)
  • Salgının devam etmesi hâlinde Cumhurbaşkanı, durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilecek ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilecektir.

Osman Umut Karaca

Mart 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


[1] Twitter, Twitter Inc. adına tescilli bir markadır.

[2] Bkz. https://twitter.com/abdulhamitgul/status/1242565506407829507, (25.03.2020).

[3] Bkz. https://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem27/yil3/ham/b07201h.htm, (25.03.2020).

* Başlangıçta yer alan “pause(duraklatma)” işareti görseli, https://www.chip.com.tr/galeri/semboller-anlama-geliyor_1829_6.html, (25.03.2020), uzantılı internet adresinden alınmıştır.

İKİNCİ YARGI PAKETİ’NDEN SMK DEĞİŞİKLİĞİ ÇIKTI

“İkinci Yargı Paketi” olarak adlandırılan, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (Kanun Teklifi), Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Grup Başkanlığı tarafından, 20.03.2020 tarihinde 103 sayı ile TBMM Başkanlığına sunulmuş, anılan Kanun Teklifi, aynı tarihte 2/2735 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonuna sevk edilmiştir.[1]

Kanun Teklifi’nde 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) birçok maddesinin değiştirilmesi, tüketici uyuşmazlıklarının dava şartı arabuluculuk kapsamına alınması gibi hukuk yargılamasını önemli ölçüde etkileyecek değişiklikler yer almaktadır.

Kanun Teklifi Çerçeve m.61 hükmü ile 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun “Görevli[2] ve yetkili[3] mahkeme” başlıklı m.156 hükmünde de önemli değişiklikler yapılması öngörülmektedir. Söz konusu maddenin gerekçesinde, madde metnindeki ifadelerden farklı olarak “Bu düzenlemeler, Kanunda belirtilen dava ve işlere tüm yurtta uzman hâkimler tarafından bakılmasına hizmet edecektir.” ifadesine yer verilmiştir.

Kanun Teklifi Çerçeve m.61 hükmü uyarınca yapılması öngörülen değişikliklere ilişkin karşılaştırma tablosu aşağıda yer almaktadır:

Kanun Teklifi’nin mevcut hâliyle kabul edilerek Kanunlaşmasının, fikrî ve sınai haklar hukuk ve ceza yargılamasında, görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesi aşamasında aşağıdaki sonuçları doğuracağı değerlendirilmektedir:

  • Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) alacağı karara göre; fikrî ve sınai haklar hukuk ve ceza mahkemeleri ile bu mahkemelerin bulunmadığı yerlerde asliye hukuk ve asliye ceza mahkemelerinin yargı çevresi, il veya ilçe sınırları ile bağlı kalınmaksızın belirlenebilecektir. Kanun Teklifi Çerçeve m.61 hükmünün gerekçesi dikkate alındığında, HSK tarafından yapılacak belirleme neticesinde; il merkezlerinde yer alan belirtilen nitelikteki mahkemelerin yargı çevresinin, o ilin idari sınırlarını kapsayacağı değerlendirilmektedir. Bu değişiklik ile fikrî ve sınai haklar alanına ilişkin hukuk ve ceza uyuşmazlıklarına, yalnız illerdeki merkez adliyelerde yer alan mahkemelerce bakılacağı değerlendirilmektedir. Örneğin; mevcut uygulamada Alanya Mahkemesinin yetkili olduğu fikrî ve sınai haklara ilişkin hukuk ve ceza uyuşmazlıkları bakımından, Antalya Mahkemesi yetkili hâle gelecektir. 
  • Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi; Türk Patent ve Marka Kurumunun (TÜRKPATENT), SMK’ye göre almış olduğu kararlara karşı açılacak davaların tamamı bakımından değil; 06.11.2003 tarihli ve 5000 sayılı Patent ve Marka Vekilliği ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun (5000 sayılı Kanun) m.15/C/3 hükmüne göre; yalnız Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Dairesinin (YİDD) almış olduğu ve Kurumun nihai kararı niteliğinde olan kararlara karşı açılacak davalar bakımından görevli ve yetkili olacaktır.
  • TÜRKPATENT’in YİDD tarafından alınan nihai kararlar dışında SMK’ye göre almış olduğu diğer kararlar ve SMK dışındaki sair mevzuata göre almış olduğu kararlara karşı açılacak davalar ile TÜRKPATENT’in kararlarından zarar gören üçüncü kişilerin TÜRKPATENT aleyhine açacakları davalarda görevli ve yetkili mahkeme, davanın niteliği dikkate alınarak HMK’nin veya 06.01.1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) yetkiye ve göreve ilişkin hükümlerine göre belirlenecektir.
  • Sınai mülkiyet hakkı sahibi tarafından, üçüncü kişiler aleyhine açılacak hukuk davalarında yetkili mahkeme, HMK’nin yetkiye ilişkin hükümlerine göre belirlenecektir. Bu değişiklik ile sınai mülkiyet hakkı sahibinin, kendi hakkına dayanarak açacağı hükümsüzlük davalarını, kendi yerleşim yerinde açabilme imkanı ortadan kaldırılmaktadır. Bununla birlikte sınai mülkiyet hakkına tecavüz nedeniyle açılacak hukuk davaları bakımından, tecavüz fiili aynı zamanda haksız fiili olduğu için, HMK m.16 hükmü uyarınca; haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yerdeki ya da zarar gören sınai mülkiyet hakkı sahibinin yerleşim yerindeki mahkemeler yetkili mahkeme olmaya devam edecektir.
  • Davacının Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmaması hâlinde yetkili mahkeme, HMK’nin yetkiye ilişkin hükümlerine göre belirlenecektir. Belirtmek gerekir ki yetkili mahkemenin belirlenmesinde davacının esas alındığı SMK’deki düzenlemeler ilga edileceği için bu değişikliğin pratik bir sonucu olmayacaktır.
  • Üçüncü kişilerce sınai mülkiyet hakkı sahibine karşı açılacak davalara ilişkin yetki kuralları ile bu davalar bakımından davalı sınai mülkiyet hakkı sahibinin Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmaması ihtimalinde yetkili mahkemenin belirlenmesinde HMK’nin yetkiye ilişkin hükümleri uygulama alanı bulacaktır.
  • Kanun Teklifi’nde herhangi bir geçiş hükmü bulunmamaktadır. Teklifin Kanunlaşması sonrası HSK’nin alacağı kararda da bir geçiş hükmü yer almazsa, söz konusu karar ile görevsiz ve/veya yetkisiz hâle gelecek mahkemelerde görülen davalarda, görevsizlik ve/veya yetkisizlik nedeniyle davanın reddine karar verilmesi ihtimali ortaya çıkacaktır. Hemen belirtmek gerekir ki davanın açıldığı tarihte görevli olan mahkemenin, yargılama devam ederken görevsiz hâle gelmesi ya da yetkili mahkemede açılan bir dava devam ederken, uyuşmazlıkla ilgili bir başka bir mahkemenin kesin yetkili hâle gelmesi durumunda nasıl bir karar verilmesi gerektiği öğretide ve yargılamada görüş birliği bulunmamaktadır. HMK m.115/1 hükmü kapsamında dava şartlarının mevcut olup olmamasının davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden araştırılması gerektiği gerekçesiyle davanın, dava şartı yokluğundan reddine ilişkin verilmiş kararlar ve davanın bu şekilde sonuçlanması gerektiği yönünde görüşler olduğu gibi; bir mahkemenin dava devam ederken görevsiz ve/veya yetkisiz hâle gelmesine rağmen, tabii hâkim ilkesinin bir gerekliliği ve davanın açıldığı tarihte mahkemenin görevli ve yetkili olduğu gerekçesiyle, görevsizlik ve/veya yetkisizlik kararı verilmeksizin davanın sonuçlandırılması gerektiği yönünde görüşler de vardır.

Osman Umut KARACA

Mart 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


[1] Bkz. https://www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-2735.pdf (20.03.2020).

[2] Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk yargılamasında görev kurallarını incelediğimiz yazı için bkz. https://iprgezgini.org/2019/11/25/sinai-mulkiyet-haklarina-iliskin-hukuk-uyusmazliklarinda-gorevli-mahkeme/ (20.03.2020).

[3] Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk yargılamasında yetki kurallarını incelediğimiz yazı için bkz. https://iprgezgini.org/2020/03/03/sinai-mulkiyet-haklarina-iliskin-hukuk-uyusmazliklarinda-yetkili-mahkeme/ (20.03.2020).

* Yazının başlangıcında yer alan TBMM Genel Kurul Salonu görseli https://www.aa.com.tr/tr/politika/tbmmde-bu-hafta/1603616 (20.03.2020) uzantılı internet sayfasından alınmıştır.

Sınai Mülkiyet Haklarına İlişkin Hukuk Uyuşmazlıklarında Yetkili Mahkeme

Okumakta olduğunuz yazı; ilki yaklaşık üç ay önce yayınlanan[1] bir serisinin, hayli gecikmiş, ikinci ve son kısmıdır. Taslak aşamasındayken sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıklarında görevli ve yetkili mahkemelerin aynı yazı içerisinde ele alınması fikri,  hem uzunluğu nedeniyle yazının okunmasına yönelik motivasyonu düşüreceği hem de bu uzunlukta bir yazının IPR Gezgini formatına uygun olmayacağı gerekçeleriyle terk edilmiş, görev ve yetki konularının ayrı yazılarda ele alınması yöntemi tercih edilmiştir.

Hukuk yargılamasında yetkiye ilişkin kurallar 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.5-19 hükümlerinde düzenlenmiştir. Mahkemelerin yetkisi kesin yetki ve kesin olmayan yetki olarak ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrım; yetki kurallarına ilişkin itirazları ileri sürebilecek kişilerin ve söz konusu itirazların ileri sürülebileceği zaman diliminin belirlenmesi ile yetki kurallarına aykırılığın yargılamaya etkisi bakımından birçok temel farklılığı da ortaya çıkarmaktadır. Gerçekten, HMK m.114/1,ç hükmüne göre; yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması dava şartıdır. HMK m.19/2 hükmüne göre; yetkinin kesin olmadığı durumlarda ise yetki kurallarına aykırılık ancak belli aşamaya kadar ileri sürülebilir. HMK m.19/4 hükmüne göre; yetkinin kesin olmadığı davalarda, davalı, süresi içinde ve usulüne uygun olarak yetki itirazında bulunmazsa, davanın açıldığı mahkeme yetkili hâle gelir.

HMK m.5 hükmüne göre; mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere, HMK’deki hükümlere tabidir. 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda (SMK) yetkiye ilişkin ayrıntılı özel düzenlemeler yer almaktadır. Bu özel düzenlemeler, yetkiye ilişkin olarak HMK’nin genel düzenlemelerinden ayrılmaktadır ve bu nedenle HMK’deki yetkiye ilişkin hükümlere göre öncelikle uygulanmaktadır.

SMK’de yetkiye ilişkin olarak karşımıza çıkan ilk düzenleme SMK m.156/1 hükmüdür. Anılan hükümde; SMK’de öngörülen davalarda görevli mahkemenin fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesi[2] (FSHHM) olduğu, bu mahkemenin yargı çevresinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun (5235 sayılı Kanun) hükümlerine göre belirleneceği, FSHHM kurulmamış olan yerlerde bu mahkemenin görev alanına giren dava ve işlere, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince bakılacağı düzenlenmiştir. Anılan hüküm her ne kadar göreve ilişkin görünse yetkili mahkemenin belirlenmesinde de uygulama alanı bulmaktadır. Gerçekten, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), 5235 sayılı Kanun’un verdiği yetkiyle almış olduğu 30.05.2018 tarihli ve 839 sayılı kararında, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 24.03.2005 tarihli ve 188 sayılı kararı ile sonraki tarihli kararlarına atıf yaparak, SMK’de açık bir düzenleme olmamasına rağmen, FSHHM’nin yargı çevresinin adlî yargı adalet komisyonlarının merkez ve mülhakatları[3] olan ilçeleri kapsayacak şekilde belirlenmesi hususunu da karara bağlamıştır. Konuyu bir örnekle somutlaştıracak olursak; HSK’nin söz konusu kararı uyarınca Ankara ilçe adliyeleri ile Ankara Batı Adliyesinin yargı çevresindeki sınai mülkiyet haklarına ilişkin uyuşmazlıklar, söz konusu adliyelerdeki asliye hukuk mahkemelerinde değil, Ankara FSHHM’lerde görülecektir. SMK m.156/1 hükmünün lafzından, düzenlemenin bir kesin yetki kuralı olduğu sonucuna varılmaktadır. SMK m.156/1 hükmüne ilişkin değinilmesi gereken son husus, anılan hükmün yalnız SMK’de açıkça belirtilen davalarda uygulanacak olmasıdır. Bu bağlamda SMK’de açıkça anılmayan ancak, SMK’de öngörülen hususlardan kaynaklanan davalarda, kural olarak SMK’nin yetkiye ilişkin diğer hükümleri ile bu hükümler uyarınca yetkili mahkeme belirlenemiyor ise HMK’nin yetkiye ilişkin hükümleri uygulama alanı bulacaktır.

Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıklarında yetkili mahkemenin belirlenmesine ilişkin bir başka düzenleme ise SMK m.156/2 hükmüdür. Anılan hüküm hem göreve hem yetkiye ilişkindir. SMK m.156/2 hükmüne göre; TÜRKPATENT’in SMK hükümlerine göre aldığı bütün kararlara karşı açılacak davalar ile TÜRKPATENT’in kararlarından zarar gören üçüncü kişilerin TÜRKPATENT aleyhine açacakları davalarda görevli ve yetkili mahkeme, Ankara FSHHM olarak belirlenmiştir.[4] SMK m.156/2 hükmünde belirlenen yetki kuralı da kesindir. Anılan hükmün uygulanmasında dikkat edilmesi gereken ilk husus, yalnız SMK’de açıkça öngörülen davalar bakımından değil, Kurumun SMK hükümleri kapsamında aldığı kararlara karşı açılacak davaların tamamında Ankara FSHHM’nin görevli ve yetkili olmasıdır. Uyuşmazlık Mahkemesi ilgili bölümleri aşağıda yer alan kararında konu etraflıca ele alınmıştır: [5]

Kurum nezdinde temsile yetkili marka vekilinin, müvekkili adına takip ettiği dosyalardan istifa etmesi üzerine bir kısım tebligatların asil yerine eski vekile yapılması nedeniyle mağduriyet yaşandığı, söz konusu tebligatların tekrar asile yapılması ve hukuki durumun eski hale getirilmesi talebiyle açılan davada, Ankara  3. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin, 23.12.2016 tarihli ve E.2016/408, K.2016/453 sayılı kararı ile uyuşmazlığın idari yargı çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, uyuşmazlığın idari yargıya taşınması üzerine Ankara 8. İdare Mahkemesi, E.2018/159 dosyada verdiği 31.01.2018 tarihli ara karar ile idari yargının değil adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle ve görevli yargı yerinin belirlenmesi talebiyle dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir. Uyuşmazlık konusu, 556 sayılı KHK’de öngörülen hususlara ilişkin Kurumun almış olduğu kararlardan kaynaklandığı için, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğuna, Ankara 8. İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulüne ve Ankara  3. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 23.12.2016 tarihli ve E.2016/408, K.2016/453 sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.”

Karşılaştığımız somut uyuşmazlıklarda, özellikle davacılar bakımından, SMK m.156/2 hükmünün uygulanması konusunda bazı duraksamalar yaşandığı ve anılan hükmün hatalı yorumlandığı tespit edilmiştir. Bu hatalı yorum ve uygulamalardan ilki, bir sınai mülkiyet hakkının hükümsüzlüğüne ilişkin davalarda TÜRKPATENT’in tek başına ya da hak sahibiyle birlikte davalı olarak gösterildiği davaların, TÜRKPATENT taraf gösterildiği için Ankara FSHHM’de açılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.[6] Hemen belirtmek gerekir ki davacının yerleşim yerinin Ankara olması ve kendi sınai mülkiyet hakkına dayanarak bu davayı açmış olması ya da herhangi bir sınai mülkiyet hakkına dayanmaksızın bu davanın açılması ve hükümsüzlüğü talep edilen sınai mülkiyet hakkı sahibinin yerleşim yerinin Ankara olması durumunda, dava görevli ve yetkili mahkemede açılmış olacaktır. Ancak bu iki durum dışında, davalının ya da davalılardan birinin TÜRKPATENT olması nedeniyle davanın, Ankara FSHHM’de açılması hâlinde, dava yetkisiz mahkemede açılmış olacaktır. Zira bu durumda SMK m.156/2 hükmünün uygulanma kabiliyeti bulunmamaktadır. Gerçekten ne TÜRKAPATENT’in almış olduğu karara karşı açılmış bir dava ne de Kurum kararlarından zarar gören birinin uğramış olduğu bu zarar nedeniyle açılmış bir dava söz konusudur.

SMK m.156/2 hükmüne ilişkin karşılaşılan bir başka hatalı uygulama ise TÜRKPATENT’in SMK hükümleri dışında faklı mevzuat hükümlerine göre aldığı kararlara karşı veya bu nitelikteki kararlar nedeniyle zarar görenlerin TÜRKPATENT’e karşı yönelttikleri davaların Ankara FSHHM’de açılması durumunda karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada yetkili mahkemenin belirlenmesinde SMK m.156/2 hükmü değil, HMK’nin yetkiye ilişkin hükümleri uygulama alanı bulacaktır. TÜRKPATENT’in herhangi bir kararı olmaksızın TÜRKPATENT’e karşı dava açıldığı istisnai durumlarla da karşılaşılmaktadır. Bu gibi durumlarda da SMK m.156/2 hükmü değil, göreve ilişkin HMK’nin genel hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Nitekim Kuruma başvuru yapılmaksızın ve dolayısıyla Kurumun almış olduğu herhangi bir karar olmaksızın, bir markanın tanınmış olduğunun tespiti istemiyle doğrudan TÜRKPATENT’e karşı açılan tespit davasında Yargıtay yetkili mahkemeye ilişkin olarak şu tespitlerde bulunmuştur:[7]

“Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmaması ile davanın davalı TPE Başkanlığı tarafından verilmiş bir karar veya tesis edilmiş bir işleme karşı açılmamış olması nedeniyle, davalı TPE Başkanlığı yönünden 556 sayılı KHK’nın 71/2. maddesinde düzenlenen kesin yetki kuralının somut olayda uygulanması koşullarının bulunmamasına göre de, davalılar vekillerinin aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.”

 SMK m.156/3 hükmüne göre; sınai mülkiyet hakkı sahibi tarafından, üçüncü kişiler aleyhine açılacak hukuk davalarında yetkili mahkeme, davacının yerleşim yeri veya hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yahut bu fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesidir. Yetki kuralı anılan hükümde belirtilen sınırlı sayıdaki seçenek bakımından kesin nitelikte değilken, bu seçenekler dışındaki diğer durumlar bakımımdan kesin niteliktedir. SMK m.156/3 hükmü; davanın türüne bakılmaksızın, davacının iddialarını kendi sınai mülkiyet hakkına dayandırdığı ve üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilecek tüm davalar bakımından uygulama alanı bulacaktır. Bu bağlamda sınai mülkiyet hakkına tecavüz nedeniyle açılacak hukuk davaları ile sınai mülkiyet hakkı sahibinin kendi sınai mülkiyet hakkına dayanarak ileri sürebileceği hükümsüzlük istemli hukuk davalarında SMK m.156/3 hükmü uygulama alanı bulacaktır.

SMK m.156/3 hükümde geçen “üçüncü kişiler” ifadesi, özellikle, sınai mülkiyet hakkı sahibinin sözleşmesel ilişki içinde bulunduğu kişilere karşı, sınai mülkiyet hakkına dayalı olarak açacağı hukuk davalarında hükmün uygulanıp uygulanmayacağı noktasında duraksamaya neden olacak niteliktedir. Zira bir sözleşmesel ilişkide “üçüncü kişiler” ifadesi sözleşmenin tarafı olmayan kişileri ifade etmek için kullanılmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki anılan ibare ile kastedilen, sınai mülkiyet hakkı sahibi ile TÜRKPATENT dışındaki üçüncü kişilerdir. Bu bağlamda sınai mülkiyet hakkı sahibinin sözleşmesel ilişki içerisinde bulunduğu kişilere karşı, sınai mülkiyet hakkına dayanarak açacağı hukuk davalarında yetkili mahkemenin belirlenmesinde SMK m.156/3 hükmü uygulama alanı bulacaktır.

Yetkiye ilişkin düzenlemeler bakımında HMK’den ayrılan bir başka hüküm ise SMK m.156/4’tür. Anılan hükme göre; davacının Türkiye’de yerleşim yeri bulunmaması hâlinde yetkili mahkeme, davanın açıldığı tarihte sicilde kayıtlı vekilin işyerinin bulunduğu yerdeki ve eğer vekillik kaydı silinmişse Kurum merkezinin bulunduğu yerdeki mahkemedir. SMK m.156/4 hükmündeki yetki kuralı kesindir. Burada bir seçimlik yetkinin değil, sıralı bir yetki kuralı bulunduğuna dikkat edilmelidir. Zira davacının Türkiye’de yerleşim yeri bulunmaması hâlinde yetkili mahkeme öncelikle davanın açıldığı tarihte sicilde kayıtlı marka ve/veya patent vekilinin işyerinin bulunduğu yerdeki mahkemedir. Eğer vekilin vekillik kaydı silinmişse Kurum merkezinin bulunduğu yerdeki mahkeme yetkili mahkeme hâline gelmektedir. SMK m.156/4 hükmündeki yetki düzenlemesinin yargılamaya ne gibi bir olumlu etkisinin olacağı belirsizdir. SMK’de TÜRKPATENT’in taraf olmadığı davalar hariç olmak üzere yetki kuralları, sınai mülkiyet hakkı sahibi esas alınarak belirlenmektedir. Kanun koyucu, sınai mülkiyet hakkı sahibinin açacağı ya da sınai mülkiyet hakkı sahibine karşı açılacak davaların, sınai mülkiyet hakkı sahibinin, yerleşim yeri dışında açılması nedeniyle yaşayacağı mağduriyeti önlemek amacıyla bu yönde bir tercihte bulunmuştur. Ancak Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan bir davacı söz konusu iken, bir başka ifadeyle davacı her hâlükârda yerleşim yerinden başka bir yerde dava açmak durumunda iken yetki kurallarının belirlenmesinde davalının yerleşim yerinin esas alınmamasının gerekçesi anlaşılamamaktadır. Kanaatimizce davacının Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmadığına ilişkin kurguda, yetki kurallarının davalının yerleşim yerinin esas alınarak belirlenmesi daha isabetli olurdu.

SMK m.156/4 hükmünde yer alan ilginç ve sebebi belirsiz bir başka düzenleme ise yetki kurallarının belirlenmesinde davacının, davada temsil yetkisi bulunmayan marka ve/veya patent vekilinin işyeri adresinin esas alınmasıdır. Bu düzenlemenin gerekçelendirilmesi aşamasında dayanılabilecek tek hüküm SMK m.160/3’tür. Anılan hükme göre; yerleşim yeri yurt dışında bulunan kişiler, TÜRKPATENT nezdinde ancak marka veya patent vekilleri tarafından temsil edilebilmektedir. Vekille temsil edilmeksizin asil tarafından gerçekleştirilen işlemler, yapılmamış sayılmaktadır. Bu gerekçelendirmede dahi davacının Türkiye’de yerleşim yeri bulunmaması durumunda, yetki kurallarının davalı esas alınarak belirlenmemesinin; davacıya, davalıya ve yargılamaya ne gibi bir olumlu etkisinin olduğu anlaşılamamaktadır.

SMK’de yer alan yetki kurallarına ilişkin son düzenleme m.156/5 hükmüdür. Anılan hükme göre; üçüncü kişiler tarafından sınai mülkiyet hakkı sahibi aleyhine açılacak davalarda yetkili mahkeme, davalının yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesidir. Sınai mülkiyet hakkı başvurusu veya sınai mülkiyet hak[8] sahibinin Türkiye’de yerleşim yeri bulunmaması hâlinde, dördüncü fıkra hükmü uygulanır. Anılan hükümde geçen    “üçüncü kişiler” ifadesi ile kastedilmek istenen, yukarıdaki açıklamalarımızda belirtmiş olduğumuz gibi, sınai mülkiyet hakkı sahibi ile TÜRKPATENT dışındaki kişiler kastedilmektedir. Bu bağlamda sınai mülkiyet hakkı sahibi ile sözleşmesel ilişki içinde bulunan kişilerin, örneğin lisans alanın, sınai mülkiyet hakkı sahibine karşı açacağı davalarda da SMK m.156/5 hükmü uygulama alanı bulacaktır.

Bir sınai mülkiyet hakkı sahibinin, kendi sınai mülkiyet hakkına dayanarak, bir başka sınai mülkiyet hakkı sahibine karşı ve o kişinin sınai mülkiyet hakkını dava konusu ederek dava açması durumunda yetkili mahkemesi SMK m.156/3 hükmüne göre mi yoksa SMK m.156/5 hükmüne göre mi belirleneceği konularında duraksama yaşanabilmektedir. Bu durumda yetkili mahkeme hem SMK m.156/3 hükmüne göre davacının hem de SMK m.156/5 hükmüne göre davalının yerleşim yeri mahkemeleri yetkilidir. Bu durumda dava, davacının ya da davalının yerleşim yerinde açılabilir.

SMK m.156/5 hükmünde; sınai mülkiyet hakkı başvurusu veya sınai mülkiyet hakkı sahibinin (davalının) Türkiye’de yerleşim yeri bulunmaması hâlinde, SMK m.156/4 hükmünün uygulanacağı düzenlenmektedir. Bu noktada SMK m.156/5 hükmünün yaptığı atıfla SMK m.156/4 hükmünün nasıl uygulanacağı belirsizdir. Zira SMK m.156/5 hükmünde yetki kuralı belirlenirken davalı esas alınmakta iken, davalının Türkiye’de yerleşim yeri bulunmadığına ilişkin kurguda ise yetki kuralının belirlenmesinde davacının esas alındığı SMK m.156/4 hükmüne atıf yapılmaktadır. Somut bir örnekle açıklamak gerekirse; davacı A’nın, Türkiye’de yerleşim yeri olmayan davalı B’ye açacağı davada yetkili mahkeme SMK m.156/4 hükmüne göre belirlenecektir. Ancak anılan hüküm, davacının yani A’nın Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmaması durumunu düzenlemektedir. Oysaki somut durumda davacı A’nın Türkiye’de yerleşim yeri bulunmaktadır. Kanaatimizce üçüncü kişiler tarafından Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan sınai mülkiyet hakkı sahiplerine karşı açılacak hukuk davalarında yetkili mahkeme, kanun koyucunun varsayımsal iradesi ile hatalı düzenlemeler dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte, davalının sicilde kayıtlı marka ve/veya patent vekilinin işyerinin bulunduğu yerdeki ve eğer vekillik kaydı silinmişse Kurum merkezinin bulunduğu yerdeki mahkeme olarak belirlenecektir. Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan taraflar bakımından yetki kurallarının belirlenmesinde yaşanan sorunların giderilmesi için, SMK m.156/4 hükmünün ilga edilmesi ve SMK m.156/5 hükmünün ise “… sınai mülkiyet hakkı başvurusu veya sınai mülkiyet hakkı sahibinin Türkiye’de yerleşim yeri bulunmaması hâlinde, yetkili mahkeme davacının yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesidir.” şeklinde düzenlenmesi gerekmektedir.

Osman Umut KARACA

Mart 2020

osmanumutkaraca@hotmail.com


KISALTMALAR CETVELİ

FSHHM                     : Fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesi

HMK                          : 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu

HSK                           : Hâkimler ve Savcılar Kurulu

HSYK                        : Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

SMK                          : 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu

TÜRKPATENT       : Türk Patent ve Marka Kurumu

5235 sayılı Kanun     : 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun


[1] Serinin ilk yazısı için bkz. https://iprgezgini.org/2019/11/25/sinai-mulkiyet-haklarina-iliskin-hukuk-uyusmazliklarinda-gorevli-mahkeme/, (01.03.2020)

[2] Fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemelerinin teknik anlamda ilk kez SMK ile kurulmuş olduğuna ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. https://iprgezgini.org/2019/11/25/sinai-mulkiyet-haklarina-iliskin-hukuk-uyusmazliklarinda-gorevli-mahkeme/, (01.03.2020)

[3] Bir merkeze bağlı olan yerler. (Kaynak; https://sozluk.gov.tr/ 21.11.2019)

[4] Yarg. 11. HD. 06.02.2006 tarihli ve E.2006/2507, K.2006/2206 sayılı karar. (Karar için Bkz. http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/11hd-2005-2507.htm 21.11.2019)

[5] Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 28.05.2018 tarihli ve E.2018/178, K.2018/279 sayılı karar. Karar için Bkz; http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr/Karar/Content/962ed5c9-aae8-4091-9f1d-95703aff2919?excludeGerekce=False&wordsOnly=False, (01.11.2019)

[6] SMK m.25/2 ve m.50/3 hükümlerinde markanın, coğrafi işaretin ve geleneksel ürün adının hükümsüzlüğüne ilişkin davalarda TÜRKPATENT’in taraf gösterilmeyeceği açıkça düzenlenmiştir. Tasarım, patent ve faydalı model haklarının hükümsüzlüğüne ilişkin davalarda Kurum’un taraf gösterilmeyeceği açıkça düzenlenmemiş olsa da kanaatimizce bu durum kasıtlı bir susma olarak değerlendirilemez. Zira yerleşik yargı uygulamaları, bu haklar bakımından da hükümsüzlük davalarında TÜRKPATENT’in taraf gösterilemeyeceği yönündedir.

[7] Karar için Bkz. http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/11hd-2007-3468.htm (21.11.2019)

[8] Kanun koyucunun, diğer hükümlerde “sınai mülkiyet hakkı sahibi” ifadesini tercih ederken, burada “sınai mülkiyet hak sahibi” ifadesini tercih etmiş olması, hem Türkçe’deki tamlama kurallarına uygun değildir hem de Kanun metnindeki ifade birliğini bozmaktadır.

SINAİ MÜLKİYET HAKLARINA İLİŞKİN HUKUK UYUŞMAZLIKLARINDA GÖREVLİ MAHKEME

Okumakta olduğunuz yazı, taslak aşamasındayken, sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıklarında görevli mahkemelerin yanında yetkili mahkemelerinde ele alınmasını amaç edinmekteydi. Ancak görev ve yetki konularının aynı yazı içinde ele alınmasının, hem yazının okunmasına yönelik motivasyonu düşüreceği hem de bu uzunlukta bir yazının IPR Gezgini formatına uygun olmayacağı gerekçeleriyle yazının, görev ve yetki olmak üzere iki bölümde okuyuculara arz edilmesi yöntemi tercih edilmiştir. Bu bağlamda okumakta olduğunuz yazı, iki bölümlük bir serinin ilk bölümünü oluşturmaktadır.

Medeni usul hukukunun temelini oluşturan görev ve yetki konularına o kadar önem verilir ki hukuk fakültelerinin medeni usul ve icra ve iflas hukuku ana bilim dalı akademisyenleri bu durumu ağız birliği etmişçesine şöyle ifade eder: “Görev ve yetki konularını bilmeden bu dersten geçemezsiniz.” Öğrenciler bakımından dersi geçip geçememe gibi pratik bir sonucu olan görev ve yetki konularının, meslek yaşamında ise davanın görev ve/veya yetki yönünden reddedilip reddedilmemesi gibi nispeten telafisi daha güç sonuçları bulunmaktadır.

Hukuk yargılamasında göreve ilişkin kurallar HMK m.1-4 hükümlerinde düzenlenmiş ve HMK m.1 hükmünde, mahkemelerin görevinin ancak kanunla düzenleneceği ve göreve ilişkin kuralların kamu düzeninden olduğu belirtilmiştir.

HMK m.2 hükmüne göre; HMK’de ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça genel görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. SMK göreve ilişkin bazı özel düzenlemeler yer almaktadır. SMK m.156/1 hükmüne göre; SMK’de öngörülen hukuk davaları bakımından görevli mahkeme fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesi; SMK m.156/2 hükmüne göre ise TÜRKPATENT’in SMK hükümlerine göre almış olduğu bütün kararlara karşı açılacak hukuk davaları ile Kurumun kararlarından zarar gören üçüncü kişilerin Kurum aleyhine açacakları davalarda Ankara FSHHM’nin görevli olduğu düzenlenmiştir.

Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıklarında görev yönünden değinilmesi gereken ilk husus; fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemelerinin teknik anlamda ilk kez SMK ile kurulmuş olmasıdır. Gerçekten SMK’nin yürürlüğe girmesinden önce fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesi olarak ifade edilen mahkemeler; o dönemki adıyla HSYK’nin, 24.03.2005 tarihli ve 188 sayılı kararı ile belli asliye hukuk mahkemelerinin FSHHM olarak adlandırılmasından ibaretti. HSYK bu belirlemeyi, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un (5235 sayılı Kanun) m.5/6 hükmüyle, hukuk mahkemelerinin ihtisas mahkemesi olarak belirlenmesi konusunda kendisine tanınan yetkiye dayanarak gerçekleştirmişti. Nitekim söz konusu mahkemeler; 551 sayılı KHK m.146/2, 554 sayılı KHK m.58/2,  555 sayılı KHK m.30/2 ve 556 sayılı KHK m.71/2 hükümlerinde görevli ve yetkili mahkemeler, FSHHM olarak değil, ihtisas mahkemeleri olarak adlandırılmaktaydı. KHK’ler döneminde verilen ve ilgili bölümleri aşağıda yer alan yargı kararlarında da bu konuya işaret edilmiştir:

“Ne varki, daire bozma kararından sonra yürürlüğe giren 24.6.1995 gün ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin görevli ve yetkilı mahkeme başlıklı 71.maddesinde, “Bu Kanun Hükmünde kararnamede öngörülen bütün davalarda görevli mahkeme, Adalet Bakanlığınca kurulacak ihtisas mahkemeleridir.”[1]

“556 sayılı KHK.nin 71.maddesinde, bu kararnamede öngörülen bütün davalarda, görevli mahkeme, Adalet Bakanlığınca kurulacak ihtisas mahkemeleridir, Asliye Ticaret ve Asliye Hukuk Mahkemelerinden hangisinin ihtisas mahkemesi olarak görevlendirileceği ve bu mahkemelerinin yargı çevresini Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu belirleyeceği hükmü mevcut olup …”[2]

 KHK’ler döneminde, asliye hukuk mahkemesi düzeyindeki ihtisas mahkemelerinin, teknik anlamda FSHHM olmamasının ve bu durumun bir adlandırmadan ibaret olmasının bir başka yansıması ise SMK Geçici Madde 6 hükmünde karşımıza çıkmaktadır. Anılan hükme göre; SMK ile yürürlükten kaldırılması öngörülen 551 sayılı KHK m.146, 554 sayılı KHK m.58, 555 sayılı KHK m.30 ve 556 sayılı KHK m.71 hükümleri uyarınca kurulmuş ihtisas mahkemeleri, SMK m.156/1 hükmü uyarınca kurulan mahkemeler olarak kabul edilecektir ve bu mahkemelerde derdest olan davaların görülmesine devam olunacaktır.

Görev konusunda değinilmesi gereken bir başka konu, FSHHM’nin bulunmadığı yerlerde, sınai mülkiyet haklarına ilişkin uyuşmazlıklarda hangi mahkemelerin görevli olacağıdır. SMK m.156/1 hükmüne göre; FSHHM kurulmamış olan yerlerde bu mahkemenin görev alanına giren dava ve işlere, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince bakılır. HSK’nin, SMK m.156 hükmünde yer alan düzenleme ile 5235 sayılı Kanun m.5 ve m.9 hükümlerinin verdiği yetkiye dayanarak, SMK’nin yürürlüğe girmesinden sonra aldığı, 30.05.2018 tarihli ve 839 sayılı kararı[3] ile FSHHM’nin kurulmadığı ve yargı çevresinin bu mahkemelerin bulunduğu mahallere bağlanmadığı FSHHM’nin görev alanına giren dava ve işlere bir asliye hukuk mahkemesi bulunan yerlerde bu mahkemenin, iki asliye hukuk mahkemesi bulunan yerlerde bir numaralı asliye hukuk mahkemesinin, ikiden fazla asliye hukuk mahkemesi bulunan yerlerde ise üç numaralı asliye hukuk mahkemesinin bakmasına karar verilmiştir.[4] HSK, belirtilen görevlendirmenin 30.05.2018 tarihi itibariyle faaliyette bulunan asliye hukuk mahkemelerinin sayısına göre yapıldığını ve daha sonra faaliyete geçirilecek mahkemelerin, görevli mahkemenin belirlenmesinde dikkate alınmayacağını da karara bağlamıştır. Belirtilen sınırlamanın somut etkisi; 30.05.2018 tarihinden sonra asliye hukuk mahkemelerinin sayısını ikiye, üçe veya daha fazla sayıya çıkaracak ya da söz konusu mahkemelerin sayısını ikiye veya bire indirecek nitelikteki değişikliklerin FSHHM’nin görev alanına giren işlere bakan mahkemelerde bir değişiklik olmaması şekilden gerçekleşecektir. 

HSK’nin 30.05.2018 tarihli ve 839 sayılı kararında dikkat çeken ve uygulamayı etkileyecek bir başka husus ise FSHHM’nin yargı çevresiyle ilgilidir. Bu husus her ne kadar yetki düzenlemesi olsa da görevli mahkemenin belirlenmesinde de doğrudan etkilidir. HSK, anılan kararında, HSYK’nin 24.03.2005 tarihli ve 188 sayılı kararı ile sonraki tarihli kararlarına atıf yaparak, her ne kadar SMK’de açık bir düzenleme olmasa da FSHHM’nin yargı çevresinin adlî yargı adalet komisyonlarının merkez ve mülhakatları[5] olan ilçeleri kapsayacak şekilde belirlenmesi hususunu da karara bağlamıştır. Konuyu bir örnekle somutlaştıracak olursak; HSK’nin söz konusu kararı ile Ankara ilçe adliyeleri ile Batı Adliyesinin yargı çevresindeki sınai mülkiyet haklarına ilişkin uyuşmazlıklarda söz konusu adliyelerdeki asliye hukuk mahkemeleri değil, Ankara FSHHM görevli ve yetkili kılınmıştır. HSK’nin söz konusu kararının görev yönünden etkisi ise yargı çevresine ilişkin olağan uygulamanın devam ettirilmesi halinde asliye hukuk mahkemelerinde görülecek olan davaların, HSK’nin anılan kararı ile FSHHM’de görülmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıklarında görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkin bir başka düzenleme ise SMK m.156/2 hükmüdür. Anılan hüküm hem göreve hem yetkiye ilişkindir. Bununla birlikte hükmün yetkiye ilişkin kısmı, bir sonraki yazımızda ele alınacaktır. SMK m.156/2 hükmüne göre; TÜRKPATENT’in SMK hükümlerine göre aldığı bütün kararlara karşı açılacak davalar ile TÜRKPATENT’in kararlarından zarar gören üçüncü kişilerin TÜRKPATENT aleyhine açacakları davalarda görevli ve yetkili mahkeme, Ankara FSHHM olarak belirlenmiştir.[6] Anılan hükmün uygulanmasında dikkat edilmesi gereken ilk husus, yalnız SMK’de açıkça öngörülen davalar bakımından değil, Kurumun SMK hükümleri kapsamında aldığı kararlara karşı açılacak davaların tamamında Ankara FSHHM’nin görevli ve yetkili olmasıdır. Uyuşmazlık Mahkemesi ilgili bölümleri aşağıda yer alan kararında konu etraflıca ele alınmıştır: [7]

 Kurum nezdinde temsile yetkili marka vekilinin, müvekkili adına takip ettiği dosyalardan istifa etmesi üzerine bir kısım tebligatların asil yerine eski vekile yapılması nedeniyle mağduriyet yaşandığı, söz konusu tebligatların tekrar asile yapılması ve hukuki durumun eski hale getirilmesi talebiyle açılan davada, Ankara  3. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin, 23.12.2016 tarihli ve E.2016/408, K.2016/453 sayılı kararı ile uyuşmazlığın idari yargı çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, uyuşmazlığın idari yargıya taşınması üzerine Ankara 8. İdare Mahkemesi, E.2018/159 dosyada verdiği 31.01.2018 tarihli ara karar ile idari yargının değil adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle ve görevli yargı yerinin belirlenmesi talebiyle dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiştir. Uyuşmazlık konusu, 556 sayılı KHK’de öngörülen hususlara ilişkin Kurumun almış olduğu kararlardan kaynaklandığı için, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğuna, Ankara 8. İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulüne ve Ankara  3. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 23.12.2016 tarihli ve E.2016/408, K.2016/453 sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.”

Karşılaştığımız somut uyuşmazlıklarda, özellikle davacılar bakımından, SMK m.156/2 hükmünün uygulanması konusunda bazı duraksamalar yaşandığı ve anılan hükmün hatalı yorumlandığı tespit edilmiştir. Bu hatalı yorum ve uygulamalardan ilki, bir sınai mülkiyet hakkının hükümsüzlüğüne ilişkin davalarda TÜRKPATENT’in tek başına ya da hak sahibiyle birlikte davalı olarak gösterildiği davaların, Ankara FSHHM’de açılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.[8] Hemen belirtmek gerekir ki davacının yerleşim yerinin Ankara olması ve kendi sınai mülkiyet hakkına dayanarak bu davayı açmış olması ya da herhangi bir sınai mülkiyet hakkına dayanmaksızın bu davanın açılması ve hükümsüzlüğü talep edilen sınai mülkiyet hakkı sahibinin yerleşim yerinin Ankara olması durumunda, dava görevli ve yetkili mahkemede açılmış olacaktır. Ancak bu iki durum dışında, davalının ya da davalılardan birinin TÜRKPATENT olması nedeniyle davanın, Ankara FSHHM’de açılması hâlinde, dava görevsiz mahkemede açılmış olacaktır. Zira bu durumda SMK m.156/2 hükmünün uygulanma kabiliyeti bulunmamaktadır. Gerçekten ne TÜRKAPATENT’in almış olduğu karara karşı açılmış bir dava ne de Kurum kararlarından zarar gören birinin uğramış olduğu bu zarar nedeniyle açılmış bir dava söz konusudur.

SMK m.156/2 hükmüne ilişkin karşılaşılan bir başka hatalı uygulama ise TÜRKPATENT’in SMK hükümleri dışında faklı mevzuat hükümlerine göre aldığı kararlara karşı veya bu nitelikteki kararlar nedeniyle zarar görenlerin TÜRKPATENT’e karşı yönelttikleri davaların Ankara FSHHM’de açılması durumunda karşımıza çıkmaktadır. Belirtmek gerekir ki TÜRKPATENT tüzel kişiliği haiz bir kamu kurumudur ve bu niteliği itibariyle sınai mülkiyet haklarına ilişkin işlemler dışında birçok hukuki iş ve işlemin de tarafıdır. Bu bağlamda TÜRKPATENT’in SMK hükümlerine göre almadığı kararlara karşı açılacak davalar ile TÜRKPATENT’in SMK hükümleri dışında diğer mevzuat hükümleri nedeniyle almış olduğu kararlardan zarar görenlerin TÜRKPATENT aleyhine açacakları davalarda FSHHM görevli değildir. Söz konusu davalar bakımından HMK’nin göreve ilişkin genel hükümleri uygulama alanı bulacaktır.

TÜRKPATENT’in herhangi bir kararı olmaksızın TÜRKPATENT’e karşı dava açıldığı istisnai durumlarla da karşılaşılmaktadır. Bu gibi durumlarda da SMK m.156/2 hükmü değil, göreve ilişkin HMK’nin genel hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Nitekim Kuruma başvuru yapılmaksızın ve dolayısıyla Kurumun almış olduğu herhangi bir karar olmaksızın, bir markanın tanınmış olduğunun tespiti istemiyle doğrudan TÜRKPATENT’e karşı açılan bir tespit davasında Yargıtay görevli mahkemeye ilişkin olarak şu tespitlerde bulunmuştur:[9]

“Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmaması ile davanın davalı TPE Başkanlığı tarafından verilmiş bir karar veya tesis edilmiş bir işleme karşı açılmamış olması nedeniyle, davalı TPE Başkanlığı yönünden 556 sayılı KHK’nın 71/2. maddesinde düzenlenen kesin yetki kuralının somut olayda uygulanması koşullarının bulunmamasına göre de, davalılar vekillerinin aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.”

Sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk davalarında göreve ilişkin değinilmesi gereken son konu, söz konusu davaların, mutlak ticari dava olmasına rağmen asliye ticaret mahkemelerinde değil de FSHHM’ler ile asliye hukuk mahkemelerinde görülüyor olmasıdır. TTK m.4/1,d hükmüne göre tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta öngörülen davalardan doğan hukuk davaları ile çekişmesiz yargı işleri, ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılmaktadır. TTK m.5 hükmüne göre; aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi, tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir. TTK m.5 hükmünde “… aksine hüküm bulunmadıkça …” şeklinde ifade edilen durumlardan biri de SMK m.156 hükmünde hukuki dayanağını bulmaktadır. Gerçekten TTK m.5 hükmünün istisnasını oluşturan SMK m.156 hükmü nedeniyle mutlak ticari nitelikteki sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıkları, asliye ticaret mahkemesinde değil, FSHHM’ler ile asliye hukuk mahkemelerinde görülmektedir. Bu noktada FSHHM bulunmayan yerlerde neden asliye ticaret mahkemelerinin değil de asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu sorusu akıllara gelebilir. Kanaatimizce bu konuya ilişkin değerlendirme, karşılaşılabilecek iki farklı durum dikkate alınarak yapılmalıdır. İlk ihtimal; bir yerde hem FSHHM’nin hem de asliye ticaret mahkemesinin bulunmamasıdır. Bu senaryoda asliye hukuk mahkemesinin, davaya, asliye ticaret mahkemesi sıfatıyla değil de fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesi sıfatıyla bakması, mahkemelerin ihtisaslaşması yönündeki iradeye ve pratiklere uygundur. Karşılaşılabilecek ikinci durum ise FSHHM bulunmayan bir yerde, hem asliye hukuk hem asliye ticaret mahkemesi bulunmasıdır. Bu noktada mutlak ticari nitelikte olan sınai mülkiyet haklarına ilişkin hukuk uyuşmazlıkları bakımından, asliye ticaret mahkemesinin değil de asliye hukuk mahkemesinin görevli olması kanaatimizce yerinde değildir. Kanun koyucunun bu tercihinin; asliye ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemeleri arasındaki ilişkinin görev ilişkisi değil de iş bölümü ilişkisi olduğu döneme ait uygulamaların devam ettirilmesinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.[10] [11] Olması gereken hukuk bakımından; FSHHM’nin bulunmadığı yerlerde asliye ticaret mahkemesi varsa davaya asliye ticaret mahkemesi tarafından bakılmasının yerinde olacağı değerlendirilmektedir. Bununla birlikte SMK m.156 hükmü varlığını sürdürdükçe, FSHHM olmayan yerlerde, asliye ticaret mahkemesi bulunsa bile sınai haklara ilişkin hukuk uyuşmazlıkları bakımından asliye hukuk mahkemeleri görevli mahkeme olmaya devam edecektir.   

Osman Umut KARACA

Kasım 2019

osmanumutkaraca@hotmail.com


KISALTMALAR CETVELİ

FSHHM                     : Fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesi

HMK                          : 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu

HSK                           : Hâkimler ve Savcılar Kurulu

HSYK                        : Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

SMK                          : 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu

TTK                           : 13.01.2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu

TÜRKPATENT       : Türk Patent ve Marka Kurumu

551 sayılı KHK         : Mülga 24.06.1995 tarihli ve 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname

554 sayılı KHK         : Mülga 24.06.1995 tarihli ve 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname

555 sayılı KHK         : Mülga 24.06.1995 tarihli ve 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname

556 sayılı KHK         : Mülga 24.06.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname

5235 sayılı Kanun     : 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun


[1] YHGK, 10.04.1996 tarihli ve E.1996/11-132, K.1996/262 sayılı karar. Karar için Bkz. http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.html (22.11.2019)

[2] Yarg. 7. CD., 13.06.2002 tarihli ve E.2002/10429, K.2002/9122 sayılı, 14.07.2004 tarihli ve E.2003/9077, K.2004/9434 sayılı kararlar. Kararlar için Bkz. http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.html (22.11.2019)

[3] Karar için Bkz; https://www.lexpera.com.tr/resmi-gazete/metin/RG801Y2018N30437S839, (01.11.2019)

[4] HSK söz konusu kararı ile KHK’ler dönemindeki uygulamayı devam ettirmektedir. KHK’ler döneminde başlayan ve devam etmekte olan uygulama Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin; 02.03.2006 tarihli ve E.2005/1936, K.2006/2131 sayılı kararında da ele alınmıştır. (Karar için Bkz. http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/11hd-2005-1936.htm 21.11.2019)

[5] Bir merkeze bağlı olan yerler. (Kaynak; https://sozluk.gov.tr/ 21.11.2019)

[6] Yarg. 11. HD. 06.02.2006 tarihli ve E.2006/2507, K.2006/2206 sayılı karar. (Karar için Bkz. http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/11hd-2005-2507.htm 21.11.2019)

[7] Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 28.05.2018 tarihli ve E.2018/178, K.2018/279 sayılı karar. Karar için Bkz; http://kararlar.uyusmazlik.gov.tr/Karar/Content/962ed5c9-aae8-4091-9f1d-95703aff2919?excludeGerekce=False&wordsOnly=False, (01.11.2019)

[8] SMK m.25/2 ve m.50/3 hükümlerinde markanın, coğrafi işaretin ve geleneksel ürün adının hükümsüzlüğüne ilişkin davalarda TÜRKPATENT’in taraf gösterilmeyeceği açıkça düzenlenmiştir. Tasarım, patent ve faydalı model haklarının hükümsüzlüğüne ilişkin davalarda Kurum’un taraf gösterilmeyeceği açıkça düzenlenmemiş olsa da kanaatimizce bu durum kasıtlı bir susma olarak değerlendirilemez. Zira yerleşik yargı uygulamaları, bu haklar bakımından da hükümsüzlük davalarında TÜRKPATENT’in taraf gösterilemeyeceği yönündedir.

[9] Karar için Bkz. http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/11hd-2007-3468.htm (21.11.2019)

[10] Asliye hukuk mahkemeleri ile asliye ticaret mahkemeleri arasındaki ilişki; 26.06.2012 tarihli ve 6335 sayılı Türk Ticaret Kanunu İle Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 01.07.2012 itibariyle iş bölümü olmaktan çıkıp görev ilişkisi hâline gelmiştir.

[11]Asliye hukuk mahkemeleri ile asliye ticaret mahkemeleri arasındaki hukuki ilişkinin niteliği hakkında ayrıntılı bilgi için Bkz. Hakan Pekcanıtez / Oğuz Atalay /Muhammet Özekes, Medenî Usûl Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s.191 vd.

SINAİ MÜLKİYET MEVZUATINDA 08.07.2019 TARİHİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN DEĞİŞİKLİKLER VE BU DEĞİŞİKLİKLERİN MUHTEMEL ETKİLERİ

Dün akşam geç saatlerde yayımlanan 08.07.2019 tarihli ve 30825 1. Mükerrer sayılı Resmi Gazete ile birçok hukuki düzenlemenin yanında; 24.04.2017 tarihli ve 30047 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sınai Mülkiyet Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik (SMKY) ile 30.12.2004 tarihli ve 25686 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Entegre Devre Topoğrafyalarının Korunması Hakkında  Kanunun Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmelik (EDTY) hükümlerinde değişiklikler içeren düzenlemelere de yer verilmiştir.

SMKY’de daha önce yapılan ilk ve tek değişiklik, 27.10.2017 tarihli ve 30223 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sınai Mülkiyet Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik m.1 hükmüyle gerçekleştirilmişti.[1] Anılan değişiklik ile SMKY m.131 hükmüne üçüncü fıkradan sonra gelmek üzere, “Çevrim içi yolla yapılan başvuru veya diğer talepler 3/9/2016 tarihli ve 29820 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan E-Devlet Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik kapsamında kimlik doğrulama işlemi yapılarak e-Devlet Kapısı üzerinden de gerçekleştirilebilir. Bu yolla gerçekleştirilen başvuru veya taleplerde, işlemi yapan başvuru veya talep sahibi, gerçeğe aykırı beyanda bulunması veya belge sunması halinde her türlü hukuki ve cezai sorumluluğu üstlenir.” ifadelerini içeren dördüncü fıkra eklenmiş ve diğer fıkralar değişikliğe göre teselsül ettirilmişti. Bu değişiklikle kişilerin e-Devlet Şifreleri ile sınai mülkiyet haklarına ilişkin işlemleri gerçekleştirilmesinin hukuki altyapısı oluşturulmuştu.

SMKY’deki ikinci değişiklik ise 08.07.2019 tarihli ve 30825 1. Mükerrersayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Sınai Mülkiyet Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (SMKYD) ile gerçekleştirilmiştir. SMKY’de yapılan değişiklikler ve bu değişikliklerin muhtemel etkilerine ilişkin değerlendirmelerimiz ile değişikliklere ilişkin inceleme tablosu[2] aşağıda yer almaktadır:

  • SMKY m.19/2,ç ve m.19/2,d hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle; markanın, kapsamında yer alan bir kısım mallar ve hizmetler bakımından yenilenebilmesi için talepte bulunan başvuru sahibinin gerçek kişi olması durumunda, noter onaylı imza beyannamesinin veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneğinin sunulması ile talepte bulunan başvuru sahibinin tüzel kişi olması durumunda noter onaylı imza sirkülerinin veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneğinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • SMKY m.22/2,ç ve m.22/2,d hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle;başvuru sahibinin, markanın tescil edilmesinden önce başvurusunu kısmen veya tamamen geri çekebilmesi için talepte bulunan başvuru sahibinin gerçek kişi olması durumunda, noter onaylı imza beyannamesinin veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneğinin sunulması ile talepte bulunan başvuru sahibinin tüzel kişi olması durumunda noter onaylı imza sirkülerinin veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneğinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • SMKY m.23/2,ç ve m.23/2,d hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle;marka sahibinin, markanın tescil kapsamındaki mal veya hizmetlerin tamamından veya bir kısmından vazgeçebilmesi için, talepte bulunan marka sahibinin gerçek kişi olması durumunda, noter onaylı imza beyannamesinin veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneğinin sunulması ile talepte bulun marka sahibinin tüzel kişi olması durumunda noter onaylı imza sirkülerinin veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneğinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • SMKY m.33/2,c ve m.33/2,ç hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle;marka başvurusunun yayımına veya marka başvurusu hakkında verilen karara itirazın, itiraz hakkında karar verilinceye kadar geri çekilebilmesi için, talepte bulunan itiraz sahibinin gerçek kişi olması durumunda, noter onaylı imza beyannamesinin veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneğinin sunulması ile talepte bulunanın itiraz sahibinin tüzel kişi olması durumunda noter onaylı imza sirkülerinin veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneğinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • SMKY m.46/1,c hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle; coğrafi işaret veya geleneksel ürün adını tescil ettirenin, tescilin sağladığı haklarından ve kullanımın denetimiyle ilgili sorumluluklarından vazgeçebilmesi için,tescil ettirenin gerçek kişi olması durumunda, noter onaylı imza beyannamesinin veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneğinin sunulması, tescil ettirenin tüzel kişi olması durumunda noter onaylı imza sirkülerinin veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneğinin sunulması ile tescil ettirenin kamu kurum ve kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olması durumunda vazgeçme yetkisini gösterir belgenin aslının veya aslına uygun örneğinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • SMKY m.66/2,c ve m.66/2,ç hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle;tasarım tescilinin yayımına veya tasarım tescil başvurusu hakkında verilen ret veya kısmi ret kararına itirazın, Kurum tarafından itiraz hakkında karar verilmeden önce geri çekilebilmesi için, talepte bulunan itiraz sahibinin gerçek kişi olması durumunda, noter onaylı imza beyannamesinin veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneğinin sunulması ile talepte bulunanın itiraz sahibinin tüzel kişi olması durumunda noter onaylı imza sirkülerinin veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneğinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • SMKY m.67/3,ç ve m.67/3,d hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle; koruma süresi sona eren çoklu tasarım başvurularında kısmi yenileme işlemi yapılabilmesi için, talepte bulunan başvuru sahibinin gerçek kişi olması durumunda, noter onaylı imza beyannamesinin veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneğinin sunulması ile talepte bulunanın başvuru sahibinin tüzel kişi olması durumunda noter onaylı imza sirkülerinin veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneğinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • SMKY m.70/2,ç ve m.70/2,d hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle; tasarım sahibinin, başvurudan veya tescilden doğan tasarım hakkından kısmen veya tamamen vazgeçebilmesi için, talepte bulunan tasarım sahibinin gerçek kişi olması durumunda, noter onaylı imza beyannamesinin veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneğinin sunulması ile talepte bulunanın tasarım sahibinin tüzel kişi olması durumunda noter onaylı imza sirkülerinin veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneğinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • SMKY m.110/2 hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle; patent başvurusunun geri çekilmesi veya patent hakkından vazgeçilmesi talebinin işleme alınabilmesi için; başvuru veya patent sahibinin tüzel kişi olması durumunda talebi yapan tüzel kişiliğe ait imza sirkülerinin sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.

SINAİ MÜLKİYET KANUNUNUN UYGULANMASINA DAİR YÖNETMELİK’TE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERE İLİŞKİN TABLO

Kısmi yenileme
MADDE 19 –
(2) Kısmi yenileme için aşağıdaki bilgi ve belgelerin verilmesi zorunludur:

ç) Talep eden başvuru sahibi gerçek kişi ise noter onaylı imza beyannamesi veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneği.
d) Talep eden başvuru sahibi tüzel kişi ise noter onaylı imza sirküleri veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneği.  
Başvurunun geri çekilmesi
MADDE 22 – 
(2) Başvurunun geri çekilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur:

ç) Talep eden başvuru sahibi tüzel kişi ise noter onaylı imza sirküleri veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneği.
d) Talep eden başvuru sahibi gerçek kişi ise noter onaylı imza beyannamesi veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneği.  
Marka hakkından vazgeçme
MADDE 23 –  …
(2) Marka hakkından vazgeçilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur:

ç) Talep eden marka sahibi tüzel kişi ise noter onaylı imza sirküleri veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneği.
d) Talep eden marka sahibi gerçek kişi ise noter onaylı imza beyannamesi veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneği.  
İtirazın geri çekilmesi
MADDE 33 –  …
(2) İtirazın geri çekilebilmesi için aşağıdaki belgelerin Kuruma sunulması zorunludur:

c) Talep eden itiraz sahibi tüzel kişi ise noter onaylı imza sirküleri veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneği.
ç) Talep eden itiraz sahibi gerçek kişi ise noter onaylı imza beyannamesi veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneği.  
Tescilin sağladığı hak ve sorumluluktan vazgeçme
MADDE 46 – (1) Coğrafi işaret veya geleneksel ürün adını tescil ettiren, tescilin sağladığı haklarından ve kullanımın denetimiyle ilgili sorumluluklarından vazgeçebilir. Vazgeçme talebi imzalı form ile Kuruma yazılı olarak yapılır. Vazgeçme talebi için aşağıdaki bilgi ve belgelerin verilmesi zorunludur:

c) Tescil ettiren tüzel kişi ise noter onaylı imza sirküleri veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneği, gerçek kişi ise noter onaylı imza beyannamesi veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneği, kamu kurum ve kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ise vazgeçme yetkisini gösterir belgenin aslı veya aslına uygun örneği.  
İtirazın geri çekilmesi
MADDE 66 –  …
(2) İtirazın geri çekilebilmesi için aşağıdaki belgelerin Kuruma sunulması zorunludur:

c) Talep eden itiraz sahibi tüzel kişi ise noter onaylı imza sirküleri veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneği.
ç) Talep eden itiraz sahibi gerçek kişi ise noter onaylı imza beyannamesi veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneği.  
Yenileme
MADDE 67 –  …
(3) Çoklu başvurularda kısmi yenileme işlemi yapılabilir. Kısmi yenileme için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur:

ç) Talep eden başvuru sahibi tüzel kişi ise noter onaylı imza sirküleri veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneği.
d) Talep eden başvuru sahibi gerçek kişi ise noter onaylı imza beyannamesi veya söz konusu beyannamenin noter onaylı örneği.  
Vazgeçme
MADDE 70 –  …
(2) Tasarım hakkından vazgeçilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur:

ç) Talep eden tasarım sahibi tüzel kişi ise noter onaylı imza sirküleri veya söz konusu sirkülerin noter onaylı örneği.
d) Talep eden tasarım sahibi gerçek kişi ise noter onaylı imza beyannamesinin aslı veya noterden onaylı sureti.  
Patent başvurusunun geri çekilmesi veya patent hakkından vazgeçilmesi
MADDE 110 – 
(2) Başvuru veya patent sahibinin tüzel kişi olması durumunda bu tüzel kişi tarafından yapılan patent başvurusunun geri çekilmesi veya patent hakkından vazgeçilmesi talebinin işleme alınabilmesi için talebi yapan tüzel kişiliğe ait imza sirkülerinin sunulması gerekir.  

Sınai mülkiyet mevzuatında dün akşam gerçekleştirilen bir diğer değişiklik ise hemen hemen hiç uygulaması bulunmayan bir sınai mülkiyet hakkı olan entegre devre topoğrafyalarına ilişkindir. 08.07.2019 tarihli ve 30825 1. Mükerrersayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Entegre Devre Topoğrafyalarının Korunması HakkındaKanunun Uygulama Şeklini Gösterir YönetmelikteDeğişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile EDTY’nin bir kısım hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. EDTY’de yapılan değişiklikler ve bu değişikliklerin muhtemel etkilerine ilişkin değerlendirmelerimiz ile değişikliklere ilişkin inceleme tablosu[3] aşağıda yer almaktadır:

  • EDTY m.14/1,b, m.14/4,ç ve m.14/6,ç hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle; bir entegre devre topoğrafyası başvuru veya entegre devre topoğrafyası hakkı sahibinin adresinin, unvanının veya nev’inin değişmesi halinde bu değişiklikler ile ticaret şirketlerindeki birleşme, bölünme gibi yapısal değişiklik işlemleri ile ayni sermaye konulması veya ticari işletmelerin devralınması sonucunda hak sahibinde meydana gelecek değişiklik işlemlerinin Sicile kaydedilmesi için, ilgili talep vekil aracılığıyla yapılmışsa vekâletname sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • EDTY m.15/2,e hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle;entegre devre topoğrafyası başvurusundan veya tescilinden doğan hakların başkasına devrinin Sicile kaydedilebilmesi ve Bültende yayımlanabilmesi için, talep vekil tarafından yapılıyorsa vekâletname sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • EDTY m.16/1,d hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle;entegre devre topoğrafyası başvurusundan veya tescilinden doğan hakların miras yoluyla intikal etmesi halinde bu durumun Sicile kaydedilebilmesi ve Bültende yayımlanabilmesi için, talep vekil tarafından yapılıyorsa vekâletname sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • EDTY m.17/2,e hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle;entegre devre topoğrafyası başvurusundan veya tescilinden doğan haklar ile ilgili olarak kullanma yetkisinin ulusal sınırların bütünü içinde veya bir kısmında geçerli olacak şekilde lisans sözleşmesine konu edilmesi halinde lisansın Sicile kaydedilebilmesi ve Bültende yayımlanabilmesi için, talep vekil tarafından yapılıyorsa vekâletname sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • EDTY m.18/1,e hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle;entegre devre topoğrafyası başvurusundan veya tescilinden doğan hakların rehne konu olması halinde  bu durumun Sicile kaydedilebilmesi ve Bültende yayımlanabilmesi için, talep vekil tarafından yapılıyorsa vekâletname sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • EDTY m.21/2,c hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle; entegre devre topoğrafyası hak sahibinin vekilinin talebi ile tescil belgesi sureti verilebilmesi için vekâletname sunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • EDTY m.24/2,b ve m.24/2,c hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan değişiklikle; entegre devre topoğrafyası koruma hakkı sahibinin başvuru veya tescilden doğan hakkından vazgeçmesinin Sicile kaydedilebilmesi için, talep eden hak sahibinin tüzel kişi olması durumunda imza sirkülerinin, talep eden hak sahibinin gerçek kişi olması durumunda imza beyannamesininsunulması zorunluluğu kaldırılmıştır.

ENTEGRE DEVRE TOPOĞRAFYALARININ KORUNMASI HAKKINDA KANUNUN UYGULAMA ŞEKLİNİ GÖSTERİR YÖNETMELİK’TE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERE İLİŞKİN TABLO

Adres, unvan, nev’i değişiklikleri ve hak sahipliğindeki değişiklikler
Madde 14 – Bir entegre devre topoğrafyası başvuru veya entegre devre topoğrafyası hakkı sahibinin adresinin değişmesi halinde bu değişikliğin Sicile kaydedilmesi için aşağıda sayılan belgelerle birlikte Enstitüye başvuruda bulunulması gerekir.

b) Talep vekil aracılığıyla yapılmışsa vekaletname.

Bir entegre devre topoğrafyası başvuru veya entegre devre topoğrafyası hakkı sahibinin unvanının veya nev’inin değişmesi halinde bu değişikliğin Sicile kaydedilmesi için aşağıda sayılan belgelerle birlikte Enstitüye başvuruda bulunulması gerekir.

ç) Talep vekil aracılığıyla yapılmışsa vekaletname.

Ticaret şirketlerindeki birleşme, bölünme gibi yapısal değişiklik işlemleri ile ayni sermaye konulması veya ticari işletmelerin devralınması sonucunda hak sahibinde meydana gelecek değişiklik işlemlerinin Sicile kaydedilmesi için aşağıda sayılanlarla başvuruda bulunulması gerekir.

ç) Talep vekil aracılığıyla yapılmışsa vekaletname.  
Devir
Madde 15 —  …
Devrin Sicile kaydedilebilmesi ve Bültende yayımlanabilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur.

e) Talep vekil tarafından yapılıyor ise vekaletname.    
İntikal
Madde 16 — 
Entegre devre topoğrafyası başvurusu veya tescilinden doğan hakların miras yoluyla intikal etmesi halinde bu durumun Sicile kaydedilebilmesi ve Bültende yayımlanabilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur.

d) Talep vekil tarafından yapılıyor ise vekaletname.  
Lisans
Madde 17 — 
Lisansın Sicile kaydedilebilmesi ve Bültende yayımlanabilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur.

e) Talep vekil tarafından yapılıyor ise vekaletname.  
Rehin
Madde 18 — 
Entegre devre topoğrafyası başvurusu veya  tescilinden doğan haklar rehne konu olabilir. Rehnin Sicile kaydedilebilmesi ve Bültende yayımlanabilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur.

e) Talep vekil tarafından yapılıyor ise vekaletname.  
Tescil Belgesi Sureti
Madde 21 —  …
Tescil belgesi suretinin verilebilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur.

c) Talep vekil tarafından yapılıyor ise vekaletname.  
Vazgeçme
Madde 24 —  …
Vazgeçme isteğinin yazılı olarak Enstitüye bildirilmesi gerekir. Vazgeçmenin Sicile kaydedilebilmesi için aşağıdaki belgelerin verilmesi zorunludur.

b) Talep eden hak sahibi tüzel kişi ise imza sirküleri,
c) Talep eden hak sahibi gerçek kişi ise imza beyannamesi,  

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Temmuz 2019


[1]Değişiklik için bkz; http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/10/20171027-5.htm, (08.07.2019)

[2] Değişiklik ile SMKY metninden çıkarılan bölümler üstü çizili olarak gösterilmiştir.

[3] Değişiklik ile EDTY metninden çıkarılan bölümler üstü çizili olarak gösterilmiştir.

GÜMRÜK MEVZUATI BAĞLAMINDA SINAİ MÜLKİYET HAKLARINA İLİŞKİN GÜNCEL GELİŞMELER

 

Sınai mülkiyet haklarının ihlalinin görünüm şekilleri arasında malların ithalatı ve belli durumlarda ihracatı da yer almaktadır.  İhlalin belirtilen şekilde gerçekleşmesi halinde özellikle ihlale konu eşyanın muhafazası sınai mülkiyet mevzuatının yanında gümrük mevzuatının da konusunu oluşturmaktadır. Okumakta olduğunuz yazının konusu da belirtilen duruma ilişkindir. 28.11.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 1 Seri No.lu Kaçak Eşya ve Kaçak Eşya Naklinde Kullanılan Taşıtlara İlişkin İşlemler hakkında Tasfiye Genel Tebliği[1] (Tebliğ) m.9 hükmünde fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal eder nitelikteki eşyaya ilişkin işlemler düzenlenmektedir.

Tebliğ m.9/1 hükmünde; 21.03.2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda (KMK) tanımlanan suçların konusunu oluşturan ve aynı zamanda fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal eder nitelikte olduğundan şüphe edilen eşyanın, bir gümrük işlemi ile bağlantılı olması halinde gümrük idaresine ait ambarlara alınacağı belirtilmiştir.

Tebliğ m.9/2 hükmünde; yurt içinde fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal ettiği şüphesi ile elkonulan eşyanın gümrük işlemleri ile bağlantısının kurulamaması halinde bu tür eşyanın, 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m.163 hükmüne göre hızlı imha prosedürüne tabi tutulması gerektiğinden bahisle gümrük idaresince teslim alınmaksızın milli emlak birimlerine teslim edileceği belirtilmiş, KMK kapsamında dava açılması halinde bu tür eşya gümrük ambarlarına alınabileceği gibi eşyanın tasfiyesine ilişkin işlemlerin yerinde de gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir.

Tebliğ m.9/3 hükmünde KMK kapsamında yurt içinde el konulan ve aynı zamanda SMK kapsamında olduğu değerlendirilerek gümrük idaresine teslim edilen eşya ile ilgili olarak SMK kapsamında dava açılması ve mahkemesince imhası yönünde karar verilmesi halinde, eşyanın depolanması, imhası ve yapılan diğer masrafların yükümlüsünden tahsil edileceği belirtilmiştir.

Tebliğ hükümleri incelendiğinde; Tebliğ m.9/2 hükmünün yalnız marka hakkına ilişkin olduğu ve marka hakkına tecavüz suçuyla sınırlı olduğu sonucuna varmak mümkündür. Bu çıkarımı yapmamızın nedeni, anılan hükmün SMK m.163 hükmünde düzenlenen hızlı imha prosedürüne atıf yapmasıdır. SMK m.163 hükmü, her ne kadar SMK’nin Ortak Hükümler başlığı altında yer alsa da doğası gereği yalnız markalara uygulanabilecek niteliktedir. Zira SMK m.163 hükmü SMK’de düzenlenen suçlara ilişkindir ve SMK’de yer alan tek suç, SMK m.30 hükmünde düzenlenen marka hakkına tecavüz suçudur. Bununla birlikte Tebliğ m.9/1 ve m.9/3 hükümleri tüm sınai mülkiyet haklarına uygulanabilecek niteliktedir. Zira anılan hükümlerde sınai mülkiyet hakkının ihlalinden söz edilmekte ve bu ihlal halinin suç niteliğinde olması koşulu aranmamaktadır.

Tebliğ’in sınai mülkiyet hakkına ilişkin bölümü üzerinde yapılacak genel bir değerlendirmede, KMK’de tanımlanan suçların konusunu oluşturan eşyanın aynı zamanda fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal eder nitelikte olduğundan şüphe edilmesi ve bir gümrük işlemi ile bağlantısının bulunması halinde gümrük idaresine ait ambarlara alınabileceği, ancak bu eşya hakkında SMK kapsamında dava açılarak imha kararı verilmesi halinde, eşyanın depolanması ve imhasına ilişkin masraflar ile yapılan diğer masrafların yükümlüsünden tahsil edileceği sonucuna varılmaktadır. Tebliğ m.9/2 hükmüne göre; yurt içinde fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal ettiği şüphesi ile el konulan eşyanın, gümrük işlemleri ile bağlantısının kurulamaması halinde, gümrük idaresince teslim alınmaksızın milli emlak birimlerine teslim edileceği; ancak bu tür eşya hakkında KMK kapsamında dava açılması halinde ise söz konusu eşyanın gümrük idaresine ait ambarlara alınabileceği veya eşyanın tasfiyesine ilişkin işlemlerin eşyanın bulunduğu yerde de gerçekleştirilebileceği sonucuna varılmaktadır.

[1] Bkz; http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/11/20181128.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/11/20181128.htm

 

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Kasım 2018

 

 

HUKUK UYUŞMAZLIKLARINDA ZORUNLU ARABULUCULUĞUN KAPSAMI GENİŞLİYOR: FİKRÎ MÜLKİYET MEVZUATINDA ÖNGÖRÜLEN DAVALARDA ZORUNLU ARABULUCULUK SÜRECİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER


Zorunlu arabuluculuk sürecinin kapsamının genişletilmesine ilişkin uzun süredir devam eden ve bir bölümünde bizim de yer aldığımız çalışmalar tamamlanarak;  bu çalışmalar sonucunda hazırlanan metin; 13 Kasım 2018 tarihli ve E.2/1286 sayılı “Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun Teklifi (Kanun Teklifi)” olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur. [1]

Kanun Teklifi’nin başlığı her ne kadar zorunlu arabuluculuk sürecine ilişkin ifadeler içermese de Kanun Teklifi’nin Çerçeve m.20-23 hükümleri, zorunlu arabuluculuk müessesesine hasredilmiştir. Kanun Teklifi Çerçeve m.20 hükmü ile 13.01.2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na (TTK) m.5/A hükmü eklenmesi öngörülmüştür. TTK’ye eklenmesi öngörülen m.5/A hükmüne göre; Kanunun 4 üncü maddesinde belirtilen davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak düzenlenmiştir. Anılan hüküm, ilk bakışta yalnız ticari davalar için öngörülmüş bir düzenleme gibi görünse de fikrî mülkiyet mevzuatında öngörülen davalar da kapsamda yer almaktadır. Zira TTK m.4/1,e hükmüne göre; tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılmaktadır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus; yalnız fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta açıkça belirtilen davaların değil; açıkça belirtilmese de söz konusu mevzuatta öngörülen hususlardan doğan tüm hukuk davalarının ticari dava niteliğinde olduğudur.

TTK m.4/1,e hükmünün kapsamına; 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda (SMK), 22.04.2004 tarihli ve 5147 sayılı Entegre devre Topoğrafyalarının Korunması Hakkında Kanun’da ve bir ticari işletmeyi ilgilendirmesi koşuluyla 05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda (FSEK) öngörülen davalar girmektedir. Kanun Tasarısı Çerçeve m.20 hükmü ile söz konusu davalardan konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davalarında, dava açılmadan önde arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak öngörülmektedir.

Entegre Devre Topoğrafyalarının Korunması Hakkında Kanun’dan ve FSEK’ten kaynaklanan davalar bir kenara bırakılacak olursa, Kanun Tasarısı’nın bu haliyle yürürlüğe girmesi durumunda, SMK’de öngörülen hususlardan doğan ve konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepli davaların tümü bakımından dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olacaktır. Sınırlı sayıda olmamak üzere aşağıda yer alan davalar bu kapsamda yer almaktadır:

  • SMK m.27/4 hükmüne göre; markanın hükümsüzlüğü ve iptali kararından önce kurulmuş sözleşmeler uyarınca ödenmiş bedelin iadesine ilişkin davalar.
  • SMK m.51/3 hükmüne göre; coğrafi işaretin ve geleneksel ürün adının hükümsüzlüğü kararından önce kurulmuş sözleşmeler uyarınca ödenmiş bedelin iadesine ilişkin davalar.
  • SMK m.74 hükmüne göre çalışanlar tarafından yapılan tasarımlara ilişkin hak talebinde bedelin belirlenmesine ilişkin davalar.
  • SMK m.79/3 hükmüne göre; tasarımın hükümsüzlüğü kararından önce kurulmuş sözleşmeler uyarınca ödenmiş bedelin iadesine ilişkin davalar.
  • SMK m.88 hükmüne göre; kanuni tekel kapsamında patent sahibinin devrettiği haklar nedeniyle talep edebileceği bedele ilişkin davalar.
  • SMK m.124/6 hükmüne göre; gizli patent nedeniyle patent başvuru sahibinin Devlet’e karşı açacağı tazminat davaları.
  • SMK m.127 hükmüne göre; patent hakkının devrinden veya lisans verilmesinden kaynaklı sorumluluk nedeniyle açılacak tazminat davaları.
  • SMK m.133 hükmüne göre; zorunlu lisans bedelinin belirlenmesine ve talebine ilişkin davalar.
  • SMK m.134 hükmüne göre; ek patentte zorunlu lisans bedelinin belirlenmesine ve talebine ilişkin davalar.
  • SMK m.136/1 hükmüne göre; zorunlu lisans bedelinde değişiklik yapılmasına ilişkin davalar.
  • SMK m.136/2 hükmüne göre; patente ilişkin zorunlu lisansın iptali nedeniyle açılacak tazminat davaları.
  • SMK m.139/2 hükmüne göre; patent sahibinin ağır ihmali veya kötüniyetli olarak hareket etmesinden dolayı patentin hükümsüz kılınması halinde zarar görenlerin açacağı tazminat davaları.
  • SMK m.139/3 hükmüne göre; patentin hükümsüzlüğü kararından önce kurulmuş sözleşmeler uyarınca ödenmiş bedelin iadesine ilişkin davalar.
  • SMK m.148/3 hükmüne göre; önalım hakkının kullanılmasına ilişkin davalar.
  • SMK m.149/1,ç; m.150 ve n.151 hükümlerine göre; sınai mülkiyet hakkına yönelik tecavüz nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılan davalar.

Kanun Tasarısı’nın yasalaşarak yürürlüğe girmesi halinde yukarıda belirtilen davalarda, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması dava şartı haline gelecektir. İnceleme konumuzu oluşturan zorunlu arabuluculuk sürecinin, fikrî mülkiyet haklarına ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde ve muhtemel uyuşmazlıkların önlenmesinde olumlu sonuçlar vereceği değerlendirilmektedir. Kanun Tasarısı’nın hazırlık sürecinde edindiğimiz izlenimlere göre; fikrî mülkiyet ve tüketici mevzuatında öngörülenler başta olmak üzere, hukuk uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuğun kapsamı genişletilecektir.

[1] Bkz; http://www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-1286.pdf

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Kasım 2018

PATENT İNCELEME SÜRECİNİN YİDD NEZDİNDE İDARİ DENETİME TABİ OLUP OLAMAYACAĞI SORUNU

 

Bir işlemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi; işlemin, bizzat işlemi tesis eden veya işlemi tesis edenle aynı hukuki statüdeki başka bir yapı tarafından gözden geçirilmesi şeklinde gerçekleştirilebileceği gibi bir üst denetim merci tarafından irdelenmesi şeklinde de karşımıza çıkabilmektedir. Söz konusu işlemin hukuka uygunluğunun denetimi; belirtilen yöntemlerin birinin ya da birkaçının kullanılması yoluyla gerçekleştirilebilir.

Denetime ilişkin normların oluşturulması aşamasında, denetim silsilesinin nerede son bulması gerektiği, yapılan nihai incelemenin de denetime muhtaç olup olmadığı tartışma konusu olmaktadır. Lisans eğitimimin keyifli ve verimli bir bölümünü oluşturan Anayasa Hukuku dersinde, Saygıdeğer Hocam Prof. Dr. Erdal ONAR, söz konusu silsilenin bir noktada kesilmesi gerektiğini belirterek, kaynağı antik çağlarda bulunan Bekçileri kim bekleyecek?” (quis custodiet ipsos custodes) özdeyişini hatırlatmıştı. Binlerce yıldır siyaset ve hukuk yazınında sorulagelen bu soru, ilk kez Şair Decimus Junius Juvernalis’in“Satires VI.” adlı eserinde sorulmuştur.[1] Şair tarafından kadın erkek ilişkilerinin kırılganlığı üzerine geliştirilen bu metafor, Platon’un “Devlet (The Republic)” adlı eserinde ise siyasi iktidarın denetlenmesi bağlamında tartışılmıştır. [2] Özetlemek gerekirse metaforda, “bekçi” sözcüğü ile somutlaştırılan denetleme mekanizmalarının da denetlenmeye muhtaç olduğu, ancak bu denetleme silsilesinin de bir sınırının olması gerektiği ifade edilmektedir.

 

 

Sınai mülkiyet haklarının tescili sürecinde çeşitli inceleme ve karar mercileri karşımıza çıkmaktadır. Çalışma konumuzun temelini; patent başvurularının incelenmesi, bu incelemenin Patent Dairesi tarafından kaç kez tekrarlanabileceği ve Patent Dairesinin vermiş olduğu nihai kararın, Türk Patent ve Marka Kurumunun (TÜRKPATENT) son karar organı olan Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Dairesinin (YİDD) idari denetimine tabi olup olmadığı hususları oluşturmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki Patent Dairesinin, bir patent başvurusu hakkında yapmış olduğu değerlendirmeler üzerine, başvuru sahibinin başvuruda yapacağı değişiklikler ve sunacağı görüşler doğrultusunda başvuruyu tekrar değerlendirmesi, önceki kararın denetimi niteliğinde olmayıp, sunulan görüşler ve yapılan değişiklikler dikkate alınarak yeni bir inceleme yapılması olarak değerlendirilmelidir. Zira bu noktada, verilmiş bir kararın, kararın verildiği andaki bilgiler ışığında incelenmesi değil, yeni bilgiler doğrultusunda yeni bir karar tesis edilmesi söz konusudur.

22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu  (SMK) m.98/3 hükmünde yer alan “Ancak bu kapsamda yapılacak bildirimlerin sayısı üçten fazla olamaz.” ifadesinden; bir patent başvurusuna ilişkin olarak Patent Dairesi tarafından en fazla üç kez inceleme yapılabileceği sonucuna varılmaktadır. 24.06.1995 tarihli ve 551 sayılı Mülga Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (551 sayılı KHK) m.62 hükmünde, Patent Dairesinin, patent başvurusu hakkında yapacağı incelemenin sayısal sınırına ilişkin açık bir düzenleme olmamakla birlikte; 551 sayılı KHK m.62/5, 9 ve 11 hükümlerinde düzenlenen süreç birlikte değerlendirildiğinde, tıpkı SMK m.98 hükmünde olduğu gibi incelemenin en fazla üç kez yapılabileceği sonucuna varılmaktadır.

Patent Dairesinin, patent başvuruları üzerinde yapacağı incelemenin sayısal sınırı konusunda bir ihtilaf bulunmamakla birlikte, söz konusu incelemelere ilişkin bir dikey denetimin mümkün olup olmadığı, bir başka ifadeyle Patent Dairesi tarafından tamamlanan inceleme sürecinin, YİDD nezdinde de incelemeye tabi tutulup tutulamayacağı tartışma konusudur.