Etiket: önceki tescilin etkisi

MARKA HUKUKUNDA MÜKTESEP HAK KAVRAMININ SINIRLARI ve ŞAŞIRTICI BİR MAHKEME KARARININ İNCELEMESİ


İşletmeler, uzun süreden beri piyasaya sundukları ürünler üzerinde kullandıkları ve kendilerine bağladıkları markalarını, çeşitli sebepler ile güncellemek suretiyle kullanmaya devam etmek ve güncellenmiş markalarını da tescil ettirmek isteyebilirler. İşletmenin önceki tarihli tescilli markasının varlığının o işletmeye, belirli şartlar dahilinde, önceki marka ile bağlantılı sonraki marka başvurusu için birtakım haklar sağladığı kabul edilmektedir. “Müktesep hak kavramı” olarak adlandırılan bu müessese, önceki tarihli haklara saygı ilkesinin bir gereği olarak içtihatlar ile geliştirilmiş olup zaman zaman gerek Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) gerekse mahkeme kararlarında uygulama alanı bulabilmektedir.

Yazımızın konusunu müktesep hak kavramının uygulama koşullarından ziyade, müktesep hak kavramının sınırları ile ilgili tartışılması gereken ve standart uygulamadan oldukça farklı nitelikte tesis edilmiş bir mahkeme kararı oluşturmaktadır. Ancak ilgili mahkeme kararının incelenmesine geçmeden önce müktesep hak kavramının uygulama alanı bulabilmesi için gereken şartlardan birinin “yeni markada kazanılmış hak iddia edilen markaya nazaran emtia kapsamının genişletilmemiş olması gerektiği” hususunu özellikle belirtmek gerekmektedir.

Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2017/238 esas ve 2017/566 karar sayılı ilamına konu olan olayda davalı taraf (muteriz), bazı markalarını gerekçe göstererek davacı tarafın (başvuru sahibi) 03, 05, 10, 16, 35, 38 ve 44. sınıflardaki bazı mal/hizmetler için tescilini talep ettiği marka başvurusuna itiraz etmiş, söz konusu itiraz, nihai olarak, Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı’nın (YİDDB) kararı ile “markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunduğu (SMK m. 6/1)” gerekçesi ile kısmen kabul edilerek başvurunun eşya listesinden 3. sınıfa dahil malların çıkarılmasına karar verilmiştir. YİDDB, tesis etmiş olduğu kararda, davalının önceki tarihli tescilli bir markasını, 05. ve 16. sınıf mallar bakımından müktesep marka olarak değerlendirmiş ve ret kapsamını buna göre belirlemiştir.  Davacı taraf, YİDDB’nin tesis etmiş olduğu kararın iptalini ve kısmi ret kararının kaldırılmasını talep etmektedir.

YİDDB kararı ile davacı taraf markasının eşya listesinden 03. sınıfta yer alan “Cilt bakım ürünleri, yani yıkama kremi, perineal yıkama kremi ve rahatlatıcı krem, temizleme kremi, nemlendiriciler, cilt losyonları, koruyucu kremler, çinko kremler, sıvı sabunlar, cilt bakım yağları; şampuanlar ve saç bakım kremleri; kozmetik ve hijyenik losyonlar emdirilmiş mendiller (ilaç ihtiva etmeyen); kişisel hijyene mahsus kimyasallar veya bileşikler emdirilmiş, tek kullanımlık önceden nemlendirilmiş ve inkontinanstan müzdarip insanlar tarafından kullanılmaya mahsus sabun bezleri.” malları çıkarılmıştır.

Davacı tarafın önceki tarihli markasının (müktesep marka olarak değerlendirilen) eşya listesi kapsamı ise 05., 10. ve 16. sınıflarda yer alan “Bandaj malzemeleri, sıhhi slipler, sıhhi havlular, sıhhi maksatlar ve özürlü (idrarını tutamayan, kendine hakim olmayan) insanların kullanımı için ara bezleri, havlu torba ve benzeri emici nesneler, özürlü (idrarını tutamayan) veya yatalak insanlar için kullanıldıktan sonra atılabilen, çarşaflar, örtüler ve altına serilenler ve ara bezleri-havlular, torbalar, kağıt ve kağıttan mamuller; kullanıldıktan sonra atılabilen ara bezleri ve selüloz veya kağıttan yastık benzeri emici nesneler, sıhhi ve evde kullanma maksatları için kağıt veya diğer benzeri maddelerden yapılmış koruyucu tamponlar, vücudu yıkama için bezler, kurulayıcı havlular.” şeklindedir.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Marka hakkı sahibinin önceki tescilli markasının eşya listesinde 05.  ve 16. sınıflarda yer alan bahis konusu mallar, redde konu 03. sınıf mallar bakımından marka hakkı sahibi lehine müktesep hak oluşturabilir mi? Nitekim mahkeme de temel uyuşmazlığı “05/04 ile 16/01 kapsamıyla sınırlı olarak tespit edilen müktesep hakkın kısmi ret kararına konu 03/02 kapsamındaki kozmetik ürünlerini kapsayıp kapsamadığı” şeklinde ifade etmektedir.

Mahkeme, inceleme konusu kararda, Yargıtay’ın mal benzerliği esasları ile ilgili tespitlerine değindikten sonra şu tespitlere yer vermektedir: “(…) markası davalı adına tescilli olduğundan ve dosya içeriği ile kamuya açık kaynaklardan 2009 yılından itibaren kullanıldığı anlaşıldığından markanın 05/04. sınıftaki; Hijyen sağlayıcı ürünler: pedler, tamponlar, kağıt ve tekstilden mamul çocuklar, yetişkinler ve evcil hayvanlar için bezler ile 16. sınıfın 01. alt sınıfı için müktesep hakkı bulunduğu TPE YİDK kararında da isabetle tespit edilmiştir …. Bu çerçevede, davalının müktesep hakkı kapsamındaki alt bezleri, hijyenik mendiller genelde çocuklarda, hastalarda kullanılmaktadır ve yara, pişik oluşmasını önlemek için tamamlayıcı olarak aynı müşteri kitlesinin aynı ihtiyacını gidermeye yönelik kullanılmaktadır. Her iki tip ürün de eczanelerden, ecza depolarından temin edilebilmektedir. Bu nedenle davacının kısmen redde konu mallar için de müktesep hakkının bulunduğu kanaatine varılmıştır.

Özetle mahkeme, davacıya ait önceki tarihli markanın eşya listesinde 05.  ve 16. sınıflarda yer alan bahis konusu mallar ile sonraki tarihli markanın eşya listesinde 03. sınıfta yer alan malları benzer mallar olarak kabul etmiş ve bu nedenle 05.  ve 16. sınıflarda yer alan bahis konusu malların redde konu 03. sınıfta yer alan mallar bakımından müktesep hak oluşturacağı tespitinde bulunarak YİDDB kararının iptaline karar vermiştir. Mahkemenin bu kararı Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/1882 esas ve 2019/3427 karar sayılı ilamı ile onanmış, onama ilamına karşı yapılan karar düzeltme istemi de aynı dairenin 2019/3628 esas ve 2021/1737 karar sayılı ilamı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Kanaatimce mahkemenin tesis etmiş olduğu bu karar müktesep hak kavramının kapsamını oldukça genişleten ve belirsizleştiren bir karardır. İlgili mahkeme kararı göz önünde bulundurularak yapılacak bir muhakeme sonucunda “benzer mallar olarak kabul edilen “çay-kahve, bira-alkollü içecekler, yazıcılar-tonerler..vb” gibi mallardan biri önceki tarihli tescilli markanın eşya listesi kapsamında yer alıyorsa, diğer şartların da mevcut olduğu varsayıldığında, söz konusu markanın, benzer malı kapsayan sonraki başvuru için sahibi lehine müktesep hak oluşturması gerekir” gibi mantık dışı bir sonuca ulaşılmaktadır. Diğer yandan Marka Hukuku’nda “mal/hizmet benzerliği” kavramı çeşitli kriterler ile somutlaştırılmaya çalışılsa da konunun teknik özellikler arz etmesi nedeniyle konu ile ilgili farklı yorumlar getirilebilmektedir. Böyle bir uygulama kabul edildiği takdirde durumun, kavramın uygulanması bakımından oldukça büyük bir belirsizliğe sebebiyet vermesi kaçınılmazdır. Mahkeme, tesis etmiş olduğu bu karar ile müktesep hak kavramının uygulama alanı bulabilmesi için gereken şartlardan “yeni markada kazanılmış hak iddia edilen markaya nazaran emtia kapsamının genişletilmemiş olması gerektiği” kuralını bertaraf etmiş bulunmaktadır. Şimdilik ilgili mahkeme kararının istisnai bir karar olduğu ve halihazırdaki genel uygulamayı etkilemediği söylenebilir ise de kararın, tartışmaya değer nitelikte bir karar olduğu ve okuyucular ile paylaşılması gerektiği düşünülmüştür.

Ek olarak ilgili mahkeme kararı, her ne kadar Yargıtay denetiminden geçmiş olsa da kanaatimce yerinde olmayan ve anlaşılması zor bir karardır. Bu nedenle inceleme konusu karar, okuyucunun kolayca anlayabileceği şekilde aktarılmaya çalışılmıştır.

Orhan Berkay KARADAĞ

Nisan 2023

karadag.berkay@gmail.com

Yeni Sınai Mülkiyet Kanununda Tescile Dayalı Kullanım Savunması ve İhlal Davaları

poyraz-law

 

6769 s. Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 10.01.2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesinin ardından sınai mülkiyet haklarına ilişkin mevzuat nihayet bir çatı altına toplanmış oldu.

Kanunun, “Ortak ve Diğer Hükümler” başlıklı 5. Kitap,  Birinci Kısım’da sınai mülkiyet haklarına ilişkin “Ortak Hükümler” düzenlenmiş olup yeni düzenleme ile birlikte yürürlüğe giren maddelerden birisi de “önceki tarihli hakların etkisi” başlığı altında düzenlenmiş olan 155. Maddedir.

“MADDE 155- (1) Marka, patent veya tasarım hakkı sahibi, kendi hakkından daha önceki rüçhan veya başvuru tarihine sahip hak sahiplerinin açmış olduğu tecavüz davasında, sahip olduğu sınai mülkiyet hakkını savunma gerekçesi olarak ileri süremez.”

Madde gerekçesine bakıldığında, maddeyle “başkasının sınai mülkiyet hakkına tecavüz ettikleri tespit edilen kişilerin, o sınai mülkiyet hakkından daha sonraki bir tarihte kendi adlarına yapılan tescile dayanmalarının önü kapatılmıştır. Sonraki tarihli tescil, bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmemiştir.  Böylece aradaki kullanımların şartları gerçekleşmişse hakka tecavüz oluşturacağı ve her ne kadar davalı taraf adına tescil mevcut olsa da bu dönemdeki kullanım için de şartları varsa tazminat sorumluluğunun doğacağı kabul edilmiştir.” şeklindeki gerekçelere dayanıldığı görülmektedir.

Söz konusu madde metni incelendiğinde, önceki hak sahibinin tescilli bir hakka dayalı olarak açtığı ihlal davalarında, ihlal suçunu işleyen ve fakat marka, patent veya tasarım başvurusu/tesciline sahip sonraki hak sahibinin, salt söz konusu başvuruya/tescile dayalı olarak kullanımını gerçekleştirdiği ve bu kullanımlarının hukuka uygun olduğu şeklindeki savunmanın bir defi olarak ileri sürülemeyeceği düzenlemiştir. İşbu düzenleme kanunda yeni bir madde olarak yer almakla birlikte aslında uzunca bir süredir doktrin ve yargı makamları nezdinde de tartışma konusu olan ve nihayetinde bu tartışmalar neticesinde şekillenmiş bir düzenlemedir.

Hızlıca geçmiş uygulamaya bir göz atarsak yukarıda bahsi geçen madde aslında 551 s. KHK’da zaten var olan bir düzenlemeydi. Zira 551 Sayılı KHK’nın 78. Maddesinde düzenlenen “önceki tarihli patentlerin etkisi” başlıklı maddede “Patent sahibi patentini kendi patentinden daha önceki rüçhan tarihine sahip olan patent sahiplerinin açmış olduğu patente tecavüz davasında bir savunma gerekçesi olarak ileri süremez.” Hükmünü amirken aynı KHK’nın 79. maddesi “Patent konusu buluşun kullanılması, önceki tarihli bir patentle korunan buluşun kullanılması ile mümkün olması halinde bu husus patentin geçerliğine hiç bir engel teşkil etmez. Böyle bir durumda, ne önceki tarihli patent sahibi, sonraki tarihli patenti onun geçerli olduğu süre içinde sahibinin izni olmaksızın kullanabilir, ne de sonraki tarihli patent sahibi önceki tarihli patentin geçerliliği süresince, sahibinin izni olmaksızın patent konusunu kullanabilir. Ancak, sonraki tarihli patent sahibi, önceki tarihli patent sahibinin iznini almış veya o patent üzerinde zorunlu lisans elde etmişse, önceki tarihli patenti de kullanabilir” hükmünü amirdi. Dolayısıyla 551 sayılı KHK açıkça tescilli bir patent/faydalı model hakkının kendinden önce tescil edilmiş bir patent/faydalı modelden doğan hakka tecavüz edebileceğini ifade etmektedir.

Bununla birlikte 551 sayılı KHK’nın 78. Maddesinde yer alanla benzer bir düzenlemeye ne 556 s. KHK’da ne de 554 s. KHK’da yer verilmemişti. Hatta öyle ki Yüksek Mahkeme uygulamalarına bakıldığında, Yargıtay, tescilli bir hakkın kullanımının hukuka uygun bir kullanım olduğu ilkesini uzunca bir süre herhangi bir istisna dahi tanımaksızın mutlak bir şekilde uygulamış ve tescile dayalı hak hukuken ortadan kalkmadığı sürece, bu süreçteki kullanım nedeniyle tecavüzün varlığını asla kabul etmemiştir. (HGK, 16,7,2008 tarih, E. 2008/11-501, K. 2008/507, Yargıtay 11 HD 09.06.2008 T. 2007/5812E, 2008/7630 K sayılı kararları)

Bununla birlikte öncelikle endüstriyel tasarımlar yönünden daha sonralar ise markalar yönünden de önceki KHK’lar döneminde, yargı makamları önünde sonraki tescilli hakka rağmen, önceki tescilli bir hakkın ihlali halinde somut uyuşmazlığın koşulları çerçevesinde ihlal ve tazminat yükümlülüğünü doğabileceği tartışmalara neden olmuştur.

Örneğin 554 sayılı KHK’nın 17. Maddesinde açıkça belirtildiği üzere, “Tescil edilmiş bir tasarımın kullanılması hak ve yetkileri münhasıran tasarım hakkı sahibinindir.” Bu itibarla “Üçüncü kişiler, tasarım hakkı sahibinin izni olmadan koruma kapsamındaki tasarlanan veya tasarımın uygulandığı bir ürünü üretemez, piyasaya sunamaz, satamaz, sözleşme yapmak için icapta bulunamaz.” hükmü yer almakta idi.

Buradaki üçüncü kişiler kavramının içerisine, önceki tasarıma tecavüz teşkil eder nitelikteki sonraki tescilli tasarım sahiplerinin de girip girmeyeceği mahkemeler nezdinde de tartışılmıştır. Nitekim Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 2012/42E ve 2012/120 K sayılı ilamında, 554 s. KHK’nın mehazını oluşturan AB Topluluk Tasarım Tüzüğüne ve Adalet Divanı’nın benzer bir uyuşmazlık ile ilgili verdiği 16.06.2012 tarih, C-488/10 sayılı bir kararına da atıfta bulunarak;

…bunun aksinin açıkça yasal düzenlemede yer almadığı, esasen bu sonucun incelemesiz ve hızlı tescil sisteminin geçerli olduğu Topluluk Tasarımları bakımından hukuki bir gereklilik olduğu, hatta ilk tescil sahibinin ikinci tasarımın hükümsüzlüğünü istemeden tecavüz davası açabileceği, bunun sisteme aykırı düşmediği gibi sonraki tasarım sahibinin tescil sırasında kötüniyetli olup olmamasının dahi bu sonucu değiştirmeyeceğini karar altına aldığı”

gerekçesiyle 554 s. KHK’nın mehazını oluşturan AB Tasarım Tüzüğü’nün yorumuna dair verilen bu kararın aynı sistemi benimseyen 554 s. KHK’nın yorumu için de geçerli olacağından bahisle sonraki tarihte tescil edilmiş olan bir tasarımın, tescilin varlığına rağmen önceki tarihli tescilli tasarımdan doğan hakları ihlal etmesi halinde tecavüz edebileceğini hüküm altına almıştır.

554 s. KHK’da bu düzenlemeye paralel olarak ise 556 s. KHK’da “Marka tescilinden doğan hakların kapsamı” kenar başlığını taşıyan Madde 9 hükmünün 1.fıkrası ise aynen şöyleydi: “Marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir. Marka sahibi aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep edebilir.” düzenlemesi yer almaktaydı.

Bu hususta da yine Ankara 2. FSHHM’nin 29.09.2011 gün ve E.2010/218, K.2011/183 sayılı hükmünde yine önceki sınai hakka dayalı olarak açılan bir ihlal davasında, ihlal eylemi gerçekleştiren tarafın tescil başvurusu bulunduğuna ilişkin savunması ile ilgili olarak aynen aşağıdaki gibi hüküm kurulmuş idi;

“Davalı vekili müvekkilinin yargılama konusu kullanımı içeren iki adet marka tescil başvurusu bulunduğunu bildirmiştir. Bir marka tescil başvurusunda bulunmak, başvuru sahibine markasal anlamda işareti kullanma ve koruma hakkı sağlamaz. Şayet, bu süre içerisinde işaret kullanılır ve bu da bir başkasının tescilli markası ile iltibasa sebebiyet verirse hak sahibinin talebi üzerine ihlâlin önlenmesi kararı verilebilir. Bu sebeple eylem, başvuruların varlığına rağmen hukuka aykırı kabul edilmiştir. Kaldı ki hâlen bir tescil yoktur. Bir an için tescilin gerçekleştiği kabul edilse de sonuç değişmeyecektir. Çünkü davalının kullandığı işaretin davacının tescilli sınai haklarına tecavüz ettiği bir mahkeme kararı ile tespit edilmiştir. Yargısal yetkisi bulunmayan TPE’deki marka uzmanı ve benzeri sıfatlı görevlilerin -tescile yönelik- tasarrufu mahkeme kararının hukuka uygunluğunu ortadan kaldıramayacak ve yargılamanın uyuşmazlığı sona erdiren kararının akıbetini değiştiremeyecektir. Aksi hâlde yargılama makamlarının kararlarının mukadderatı, idarî kurumların şu veya bu saikle verdiği kararların sonucuna bağlanmış olur ki bu kabul edilemez. Bu nedenle, davalının başvurularının, kendi eylemlerine bir hukuka uygunluk kazandırması olanaksızdır.”

Ve fakat söz konusu hüküm Yüksek Mahkeme incelemesi neticesinde bozulmuş, bu defa yerel mahkemece önceki kararda aşağıdaki gerekçeler ile 2013/106 E, 2013/164K sayılı dosya kapsamında direnilmiş idi;

“Gerçek hak sahibinin önceki tarihli tescili ile sonraki tescilin birlikte mevcut olduğu ve önceki hak sahibinin sonraki tescil sahibinin kullanımının durdurulmasını istediği hallerde, hangi tescile öncelik verileceği; bu durumda marka hakkına tecavüzün önlenmesine karar verilip verilemeyeceği konusu, 556 sayılı KHK’nın mehazı olan düzenlemelere sahip Avrupa Birliği ülkelerinde de tartışılmıştır.

Orijinal metni ve Türkçe tercümesi dosyaya eklenen Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) 21.02.2013 gün ve C-561-11 sayılı kararıyla böyle bir durumda, önceki tescil sahibinin marka tescilinden doğan haklarını, sonraki marka sahibine karşı ileri sürebileceğini, bunun için sonraki markanın tescilinin hükümsüz kılınmasının gerekmediğini ve hatta sonraki tescil sahibinin kötüniyetli olmasının da icap etmediğini içtihat etmiştir. ABAD aynı ilkeye ilk olarak, tasarımlarla ilgili olarak tesis ettiği kararında işaret etmiştir. (ABAD’ın 16.02.2012 gün ve C-488-10 sayılı kararı). Zaten ABAD son kararında ilk kararına referans vermiştir.” (C-561/11 sayılı ABAD kararı hakkında IPR Gezgini’nde -Avrupa Birliği Adalet Divanı “FCI” Ön Yorum Kararı- başlıklı yazı Şubat 2013 yayımlanmıştır. bkz. http://wp.me/p43tJx-7D)

Görüleceği üzere Ankara 2 FSHHM’nin Adalet Divanı kararına da atıfta bulunmak suretiyle önceki tescil sahibinin, sonraki markayı hükümsüz dahi kıldırmadan, ihlal talebinde bulunmasının mümkün olduğu yönünde direnme kararında bulunduğu görülmüştür.

Yüksek Mahkemenin 2013/17104 E.  ve 2014/14018 K. sayılı başka bir içtihadında ise sonraki markanın kötü niyetli tescil nedeniyle hükümsüzlüğü halinde, tescilinin mevcut olduğu süre boyunca ki kullanımlarının dahi hukuka uygun bir kullanım olarak kabul edilmemesi gerektiği kabul edilmiş idi;

“Somut uyuşmazlıkta da taraflar arasında uzun yıllardır devam eden ticari ilişkinin bozulması sonrasında davalının davacının ticari faaliyetlerinde kullandığı ve ticaret unvanının da esaslı unsurunu oluşturan ANTEO ibaresini adına marka olarak tescil ettirdiği, bu tescilin davacının açtığı dava sonucu mahkeme kararıyla markanın hükümsüz kılındığı ve söz konusu hükümsüzlük kararında davalının tescilde kötü niyetli olduğunun da tespit edilmiştir. Bu durumda, davalının kötü niyetli marka tescili nedeniyle davacının uğradığı maddi zararın tazmine ilişkin olarak açılan işbu davada davacı isteminin, gerek hükümsüzlük kararında dayanılan gerekçeler ve gerekse yukarıda anılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında belirtilen ve bu davaya konu uyuşmazlık için de geçerli bulunan esaslar ile taraflar arasındaki hukuki ilişkininde de göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.”

Sonuç olarak özellikle ABAD’ın Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) tarafından verilen 16.06.2012 gün ve C-488/10 sayılı karar sonrasında ülkemizde de gerek yerel mahkemelerce verilen kararlar ve gerekse de nihayetinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun tasarımlarla ilgili olarak 27.03.2013 gün ve E.2013/11-209, K.2013/399 sayılı kararları neticesinde kanaatimce 6769 sayılı kanunun 155. maddesinin de ortaya çıkışına yol açan içtihatlar oluşmuştur.

Her ne kadar kanun maddesinde “kötü niyet” kavramı ile ilgili hiçbir açıklama yer almamakta ise de uygulamada, özellikle markalar yönünden, yargı makamlarının 155. maddeyi nasıl yorumlayacağını ve içtihatların ne şekilde oluşacağını hep birlikte göreceğiz.

Av. Poyraz DENİZ

Ocak 2017