Ay: Şubat 2016

“STYLEHOUSE” ve “STYLEHAÜS” Markaları USPTO Temyiz Kurulu’nca Karşılaştırılıyor – Giysiler ve Giysilerin Perakendeciliği Hizmetleri Reloaded

stylehaus2

A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO) Marka Temyiz Kurulu (TTAB)’nun, 17 Şubat 2016 tarihinde verdiği “Stylehouse” kararı kanaatimizce birkaç açıdan ilgi çekicidir. http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-86345866-EXA-8.pdf bağlantısından erişilebilecek karar bu yazıda okuyucularımıza kısaca aktarılacaktır.

Başvuru sahibi “MUTYAAR INC.” stilize karakterlerde yazılı “stylehouse” markasının 25. sınıfa dahil “Giysiler, yani bluzlar, gömlekler, etekler, elbiseler, büstiyerler, sabahlıklar, pantolonlar, tişörtler, sweatshirtler, ceketler, iç çamaşırlar, atkılar, şallar, hırkalar, süveterler, jean giysiler” malları için tescil edilmesi talebiyle USPTO’ya başvuruda bulunur.

stylehouse2

USPTO uzmanı resen yapılan incelemede, başvuruyu 35. sınıfta “perakende giysi butikleri hizmetleri” için tescilli standart karakterlerde yazılı “STYLEHAÜS” markasıyla karıştırılma olasılığı gerekçesiyle reddeder.

STYLEHAÜS

Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ve itiraz USPTO Temyiz Kurulu tarafından incelenip 17 Şubat 2016 tarihinde karara bağlanır.

Temyiz Kurulu’na göre, başvuru sahibinin stilize STYLEHOUSE markası ve önceden tescilli STYLEHAÜS markaları işitsel ve anlamsal açıdan çok benzerdir, şöyle ki Almanca “ev” anlamına gelen “HAÜS” kelimesinin anlamı, İngilizce “ev” anlamına gelen “house” kelimesiyle aynıdır. Buna karşın, başvuru sahibine göre Almanca bir kelime intibaı veren ve bu yönde bir ticari izlenim yaratan “STYLEHAÜS” ibaresi nedeniyle başvuru ile ret gerekçesi marka birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilecektir.

Temyiz Kurulu, başvuru sahibiyle aynı kanaati paylaşmamaktadır. Başvuru ile ret gerekçesi markanın görünümü ve telaffuzunda farklılıklar olsa da, bu farklılıklar minimal düzeydedir ve bütünsel izlenimin benzerliğini değiştirmemektedir. Almanca “haus” kelimesinin doğru yazım halinde umlaut (iki nokta işareti) yer almasa da, bu husus aynı şekilde telaffuzu ve “Haüs” ve “Haus” ibarelerinin aynı şekilde algılanması durumunu değiştirmeyecektir. Bu çerçevede Kurul analizine göre, her iki markanın ikinci kısımları yani “HOUSE” ve “HAÜS” ibareleri birbirlerinin eşdeğeridir. Buna ilaveten, markaların yüksek düzeyde işitsel ve görsel benzerlik içerdiği de belirtilmelidir.

Ret gerekçesi STYLEHAÜS markası standart karakterlerde yazılmıştır ve herhangi bir tarif içermemektedir. Standart karakterlerde yazılı bir markanın koruma konusu kelimenin kendisidir ve herhangi bir gösterim biçimiyle sınırlı bir koruma söz konusu değildir. Bu çerçevede, başvuru sahibinin markasındaki stilize yazım biçimi markaların birbirinden ayırt edilmesini sağlamada büyük etkiye sahip olmayacaktır.

Sonuç olarak Temyiz Kurulu’na göre, başvuru ile ret gerekçesi marka, başlangıçlarının (STYLE kelimesi) aynı olması, sonlarında yer alan “HOUSE” ve “HAÜS” ibarelerinin birbirlerinin eşdeğeri olması nedenleriyle aynı yapıya sahip olarak değerlendirilmiş ve markalar arasındaki benzerliklerin farklılıklara göre daha ağır bastığı görüşüne ulaşılmıştır. Sonuç olarak Kurul, markaları benzer markalar olarak değerlendirmiştir.

Temyiz Kurulu bu tespitin ardından, markaların kapsamında bulunan malların ve hizmetlerin benzerliği hususunu irdelemiştir.

Başvuru kapsamında yer alan “Giysiler, yani bluzlar, gömlekler, etekler, elbiseler, büstiyerler, sabahlıklar, pantolonlar, tişörtler, sweatshirtler, ceketler, iç çamaşırlar, atkılar, şallar, hırkalar, süveterler, jean giysiler” malları hiç şüphesiz ret gerekçesi markanın kapsamında bulunan “perakende giysi butikleri”nde satışa sunulacak mallardır. Buna ilaveten, kanıtlar göstermektedir ki giysiler ve giysi mağazaları aynı ticari kaynağı gösterebilir nitelikte mallar ve hizmetlerdir.

Malların ve hizmetlerin ticari dağıtım kanalları ve tüketicilerin niteliği incelendiğinde, malların ve hizmetlerin normal ticari kanallarla sunulduğu ve tüketicilerin ortalama tüketiciler olduğu görülmektedir.

Başvuru sahibi, ret gerekçesi marka sahibinin butik dükkanlarının oldukça özelleşmiş ve randevuyla gidilen niteliği nedeniyle, mallar ve hizmetler arasında yeteri derecede farklılık bulunduğunu öne sürmektedir. Buna ilaveten, başvuru sahibi kendi mallarının tüketicilere normal ve geleneksel kanallarla ulaştırılmasına karşın, ret gerekçesi marka sahibinin hizmetlerinin tüketicilere yüksek derecede özelleşmiş ve karmaşık yollarla sadece Los Angeles’ta bulunan bir mağazada stilistler aracılığıyla sunulduğunu belirtmektedir.

Temyiz Kurulu’na göre, başvuru sahibinin argümanları sorunludur, şöyle ki bu argümanlar dışsal kanıtlara dayanmaktadır. Yerleşik içtihada göre karıştırılma olasılığı incelemesinde, markaların kapsadığı mallar ve/veya hizmetler, başvuru formu veya tescil belgesinde yazılmış oldukları halleriyle karşı karşıya konularak incelenir. Başvuru sahibi, ret gerekçesi markanın kapsamındaki hizmetlerin sunum biçimine ilişkin çeşitli iddialarda bulunmuş olmakla birlikte, markanın hizmet listesinde belirtilen içerikte bir sınırlandırma mevcut değildir. Bu çerçevede Kurul incelemesinde de, markaların mal ve hizmet listeleri yazılmış oldukları halleriyle esas alınmış ve yukarıda açıklanan nedenlerle malların ve hizmetlerin benzer oldukları, aynı ticari kaynaktan geldikleri izlenimini yaratabilecekleri, aynı ticari kanallarla piyasaya sunuldukları ve ayni tip tüketicilere hitap ettikleri sonucuna varılmıştır.

Başvuru sahibi, ret gerekçesi markanın kapsadığı hizmetlerin maliyeti dikkate alındığında hizmet alıcılarının sofistike tüketiciler olarak değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Kurul’a göre, başvuru sahibi ret gerekçesi markanın kapsamını bir kez daha kendi bakış açısıyla sınırlandırmaktadır. Şöyle ki, ret gerekçesi markada yer alan “perakende giysi butikleri” tanımı kapsamında fiyatı ve tüketici tipini işaret eden herhangi bir sınırlandırma bulunmamaktadır, tersine bu tanımlama her tür müşterinin giysi alışverişini kapsayabilecek bir terimdir. Kanıtlar, perakende butiklerin müşterilerinin diğer yerlerden alışveriş yapan giysi tüketicilerinden daha itinalı ve dikkatli olduğunu da göstermemektedir. Dolayısıyla, Kurul analizinde her tür tüketiciyi dikkate almak durumundadır.

Sayılan tüm nedenlerle, Temyiz Kurulu markaların benzer olduğu, mallar ve hizmetler arasında benzerlik ve bağlantı bulunduğu ve ticari kanalların ve tüketicilerin çakıştığı, bunların sonucunda da başvuru ile ret gerekçesi marka arasında karıştırılma ihtimali bulunduğu neticesine ulaşmıştır. Dolayısıyla, USPTO marka inceleme biriminin ret kararı Temyiz Kurulu tarafından onanmıştır.

Yazı içeriğinde yer verdiğimiz karar oldukça basit gözükse de, birkaç noktanın altı kanaatimizce dikkatlice çizilmelidir.

İlk olarak; USPTO incelemesinde markaların benzerliği resen değerlendirilirken bile mallar ve hizmetler arasındaki benzerlik ve bağlantı incelenmektedir ve mallar veya hizmetler arasında bağlantı kurulması için bunların aynı sınıfta olması gibi bir ön şart bulunmamaktadır. İncelenen vakada olduğu gibi, mallar ve hizmetler resen inceleme aşamasında bile benzer ve bağlantılı bulunabilmekte ve bu husus esas alınarak ret kararı verilebilmektedir.

İkinci olarak; giysiler ve giysilerin perakendeciliğine yönelik 35. sınıfa dahil hizmetler arasında benzerlik bulunduğu açık bir tespittir ve bu husus çok sayıda USPTO kararında olduğu gibi, bu kararda da tekrar edilmiştir.

Son olarak; malların ve hizmetlerin benzerliği incelenirken, mal ve hizmet listelerindeki yazım biçiminin esas olduğu, piyasadaki kullanım biçimi esas alınarak malların ve hizmetlerin benzerliğinin daha dar bir bakış açısıyla sınırlanamayacağı bir kez daha belirtilmiştir. Ülkemizde çok sayıda itiraz ve dava dilekçesinde ısrarla piyasadaki kullanım biçimi nedeniyle malların ve hizmetlerin farklılaştığı vurgulanmakta ve incelemenin bu husus dikkate alınarak sonuçlandırılması talep edilmektedir. Buna karşın, gelişmiş ülke ofislerinde olduğu gibi ülkemizde de markaların mal ve hizmet listeleri esas alınarak inceleme yapılmaktadır. Aksi durum marka tesciline olan güveni azaltacak ve tescil belgesi yerine piyasadaki kullanım hususunu esas alarak inceleme yapmayı gerektirecektir.

Altını çizdiğimiz noktaların, bu kısa kararı bilgilendirici ve okuyucularımız açısından ilgi çekici hale getirdiğini umuyoruz.

Önder Erol Ünsal

Şubat 2016

unsalonderol@gmail.com   

 

Kırmızı Bir Boğayı Bir Bulldog’la Karıştırır mısınız? (Adalet Divanı Genel Mahkemesi Red Bull – Bulldog Kararı – T-78/13)

bulldog.redbull

 

Daha önce sitede Önder Erol Ünsal tarafından http://iprgezgini.org/2014/03/27/taninmis-markanin-ucuncu-kisilerce-kullaniminda-hakli-neden-kavrami-adalet-divani-leidseplein-beheer-v-red-bull-on-yorum-karari-c-6512/ linkinde yer alan karar özetinde kendine yer bulan “REDBULL v. BULLDOG” uyuşmazlığından sonra RED BULL firmasının bir kez daha “BULLDOG” markası ile karşı karşıya kaldığı yeni bir uyuşmazlık Adalet Divanı Genel Mahkemesi nezdinde görülmüş ve mahkemece 5 Şubat 2015 tarihinde verdiği görülen T-78/13 sayılı kararı neticesinde RED BULL firmasının tüm iddiaları kabul görmüştür.

 

Kararın tam metnine http://curia.europa.eu/juris/document/document_print.jsf?doclang=EN&text=&pageIndex=0&part=1&mode=lst&docid=162085&occ=first&dir=&cid=578108 linkinden ulaşılması mümkün olup aşağıda kararın ilgili bölümlerine yer verilmiştir.

 

Davanın taraflarından itiraz sahibi Avusturya menşeili enerji içecekleri ile tanınan “RED BULL”  firmasının, gerek Avusturya gerekse de AB ülkelerinde Nice Sınıflandırmasının 32. ve 33. sınıf emtialarında çok sayıda tescilli markası bulunmaktadır. Başvuru konusu markanın ise sahibi Birleşik Krallık menşeli Sun Mark firması olup firma tarafından 01.07.2010 tarihinde “BULLDOG” ibaresi ile 32. sınıf emtialarda (ve fakat alkollü içecekleri içermeksizin) gerçekleştirildiği anlaşılan marka başvurusuna, RED BULL firmasının önceki tarihli “RED BULL” ve “BULL” markalarına dayalı olarak benzerlik ve karıştırılma ihtimali ve ayrıca önceki hak sahipliği iddialarına dayalı olarak  itirazlar gerçekleştirilmiştir.

 

İtiraza konu “Bulldog” başvurusu bir kelime markasıdır:

 

bulldog

 

RED BULL firmasının, başvuruya yönelik bu ilk itirazlarını 207/2009 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 8(1)(b) ve 8(5) maddeleri çerçevesinde öne sürdüğü ve itirazlarının İtirazlar Birimi tarafından 17.11.2011 tarihinde kabul edildiği, İtirazlar Birimi tarafından verilen karara karşı başvuru sahibi SUN MARK firmasının 13.01.2012 tarihinde itirazda bulunduğu ve itirazlarının 2. Temyiz Kurulu (Second Board of Appeal) nezdinde 16.11.2012 tarihinde kabul gördüğü anlaşılmaktadır.

 

Temyiz Kurulu tarafından verilen kararda, başvuru konusu marka ile itiraza mesnet markaların birebir aynı emtiaları kapsadıkları ancak işaretlerin karşılaştırılmasında önceki tarihli “BULL” markaları ile başvuru konusu marka arasında fonetik ve görsel olarak oldukça zayıf bir benzerliğin mevcut olduğu anlamsal olarak ise markaların tamamen farklı oldukları, benzer şekilde “REDBULL” markaları ile başvuru konusu marka arasında da yine düşük düzeyli görsel ve fonetik benzerliklerin mevcut olduğunu ancak anlamsal açıdan tamamen farklı olduklarını, bununla beraber her iki markanın da bir bütün olarak tamamen farklı bir algı yarattığını ve başvuru konusu marka ile aralarında iltibas ihtimalinin mevcut olmadığı gerekçeleriyle REDBULL firmasının itirazlarının reddine karar verildiği görülmektedir.

 

OHIM Temyiz Kurulu’nun yukarıda özetine yer verilen R-107/2012-2 sayılı kararının iptali istemiyle RED BULL firması tarafından Genel Mahkemeye götürülen uyuşmazlıkta, RED BULL firması, her ne kadar Temyiz Kurulu nezdinde hem BULL hem de REDBULL markalarına dayanmış ise de bazı usuli nedenlerden ötürü iddialarını “BULL” markaları ile sınırladığı ve bu hususu mahkeme nezdinde de kabul ettiği görülmektedir.

 

 

Somut uyuşmazlıkta REDBULL firmasının iddialarını iki temelde inşa ettiği görülmüştür. Bunlardan ilki Temyiz Kurulu’nun görsel, fonetik ve anlamsal açıdan yer verdiği değerlendirmelerde, kurulun var olduğunu iddia ettiği anlamsal farklılığa gereğinden fazla önem verdiği ve takıldığı, diğer iddiasının ise işaretler arasındaki karıştırılma ihtimalinin tespitinde kurulun hatalı değerlendirmede bulunduğu hususlarındadır.

 

Genel mahkemece yapılan değerlendirmelerde öncelikle genel ilkeler ortaya konularak, ortalama tüketicinin mal veya hizmetin aynı işletmeden geldiği düşüncesine kapılması halinde teşebbüsler arasında ekonomik bir bağlantının olabileceği ve bu durumun iltibasa sebebiyet verebileceği belirtilmiştir. Yine değerlendirmelerin devamında, karıştırma ihtimalinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği ve ilgili tüm koşulların göz önünde bulundurularak hem işaretler arasındaki benzerliğin hem de mal ve emtia benzerliğinin dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. (9 July 2003 in Laboratorios RTB v OHIM — Giorgio Beverley Hills (GIORGIO BEVERLEY HILLS), T‑162/01). Nitekim 207/2009 sayılı tüzükte 8(1)(b) maddesi uyarınca karıştırılma ihtimalinde tartışma konusu işaretlerin aynı veya benzer olmaları ve yine mal veya hizmetlerin de aynı veya benzer olması aranmakta olup bu şartların kümülatif olarak değerlendirilmesi gerektiği pek çok farklı kararda vurgulanmıştır.(Bkz. 22 January 2009 in Commercy v OHIM — easyGroup IP Licensing (easyHotel), T‑316/07, EU:T:2009:14, paragraf 42).

 

 

Genel Mahkemece, temyiz kurulu tarafından verilen kararda, itiraz sahibinin önceki tarihli markaların bir kısmının başta Avusturya ve bazı AB ülkelerinde tescilli oIduğunu ve taraf markaları kapsamında yer alan ürünlerin, tüketicilerin hemen her gün tükettikleri ürünler olması nedeniyle ilgili tüketici kitlesinin ortalama tüketici olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki tespitlerin yerinde olduğu belirtilmiştir. (judgment of 22 June 1999 in Lloyd Schuhfabrik Meyer, C‑342/97, EU:C:1999:323, paragraph 26)

 

Taraflar arasında, markalar kapsamında yer alan emtiaların ayniyeti hususunda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Tartışmanın esası, markaları oluşturan işaretlerin benzerliği ve bu durumun karıştırılma ihtimaline sebep olup olmayacağı hususundadır.

Mahkemeye göre iki işaret arasında ilgili tüketici kitlesinin işaretler arasında ilişki kurmasına neden herhangi bir durumun varlığı halinde işaretlerin en azından benzer olduklarının kabulü gerekeceği şeklindedir.(judgments of 26 January 2006 in Volkswagen v OHIM — Nacional Motor (Variant), T‑317/03, EU:T:2006:27, paragraph 46, and of 9 September 2011 in Ergo Versicherungsgruppe v OHIM — DeguDent (ERGO), T‑382/09, EU:T:2011:454, paragraph 42).

REDBULL firmasının ilk olarak, Temyiz Kurulunun, işaretler arasında sadece düşük düzeyli bir benzerlik olduğu yönündeki iddialarının yerinde olmadığını iddia ettiği görülmektedir. Zira REDBULL firmasına göre Temyiz Kurulu benzerlik değerlendirmesini ortalama tüketicinin işaretlerin ön/başlangıç kısımlarına daha fazla önem veriyor oluşu ilkesini dikkate almaksızın yapmıştır. REDBULL firmasına göre başvuruya konu edilen “BULLDOG” markası, önceki tarihli kendi markaları olan “BULL”  sözcüğünü tamamen içermekte ve “BULL” ibaresi anılan markanın ön hecesinde bir bütün olarak yer almaktadır.

 

Bu iddiaları değerlendiren Genel Mahkeme de somut uyuşmazlıkta taraf markalarının ilk dört harfi olan “B-U-L-L” harflerinin birebir aynı olduğunu tespit ettikten sonra markayı oluşturan işaretlerin ön bölümünün, son bölümünde yer alan unsurlardan daha yüksek görsel ve fonetik algı oluşturacağı değerlendirmesinde bulunmuştur.( 7 September 2006 in Meric v OHIM — Arbora & Ausonia (PAM-PIM’S BABY-PROP), T‑133/05, EU:T:2006:247, paragraph 51, and of 3 September 2010 in Companhia Muller de Bebidas v OHIM — Missiato Industria e Comercio (61 A NOSSA ALEGRIA), T‑472/08, EU:T:2010:347, paragraph 62)

 

Ancak Genel Mahkemeye göre bu ilke her durumda aynı şekilde değerlendirilememektedir (see judgment of 27 February 2014, Advance Magazine Publishers v OHIM — López Cabré (TEEN VOGUE), T‑37/12, EU:T:2014:96, paragraph 70 and the case-law cited) Buna göre markaların başlangıç bölümlerinin her zaman aynı öne sahip olmadığı, özellikle kısa sözcüklerden oluşan markalarda bu kuralın uygulanamayabileceği belirtilmiştir.

 

Bununla birlikte Genel Mahkemeye göre dava konusu markanın ilk dört harfinin önceki markanın kendisi olması ve başvuru konusu markada yer alan yedi harften başlangıçtaki dördünü oluşturuyor olması nedeniyle Temyiz Kurulu’nun markalar arasında düşük düzeyde görsel benzerlik bulunduğu yönündeki değerlendirmeleri ise hatalıdır. Ancak Genel Mahkemeye göre, RED BULL firmasının itirazlarının aksine işaretler arasında yüksek düzeyde bir benzerlik bulunduğundan da bahsedilmesi mümkün değildir. Zira kimi zaman tek bir sessiz harf dahi kısa sözcüklerde farklılaşmaya neden olabilecektir.(22 June 2004 in Ruiz-Picasso and Others vOHIM — DaimlerChrysler (PICARO), T‑185/02, EU:T:2004:189, paragraph 54, and of 16 January 2008 in Inter-Ikea OHIM–Waibel (idea), T‑112/06, EU:T:2008:10, paragraph 54) Somut uyuşmazlıkta ise dava konusu markadaki ikinci heceyi oluşturan “D-O-G” harflerinin markalar arasındaki görsel benzerlik düzeyini nispeten zayıflattığı tespit olunmuştur. Mahkemeye göre markalar arasındaki benzerlik düzeyinin ortalama olarak kabul edilmesi mümkündür.

 

REDBULL firmasının, Temyiz Kurulu tarafından verilen karara yönelik bir diğer itirazını ise işaretler arasındaki fonetik benzerliğin varlığına dayandırdığı görülmektedir. RED BULL firması bu iddialarında, markaların başlangıç seslerinin aynı olduğunu ve markalar kapsamında yer alan ürünlerin genel olarak gürültülü mekanlarda tüketiliyor oluşu nedeniyle son hecelerinin duyulamayacağı itirazına dayandığı görülmektedir. REDBULL a göre fonetik olarak işaretler arasında güçlü bir benzerlik olduğu veya en azından ortalama düzeyde bir benzerliğin bulunduğunun kabul edilmesini gerekmekte olup Temyiz Kurulu’nun fonetik benzerliğin oldukça düşük olduğu yönündeki tespitleri son derece hatalıdır.

 

Mahkemece yapılan değerlendirmelerde ise somut uyuşmazlıkta tespit olunan ilgili tüketici kitlesinin işaretlerin ilk kısımlarına daha çok önem sarf edeceği, başvuru konusu markada yer alan “BULL” hecesinin önceki markanın kendisi niteliğinde olması ve başvuru konusu markanın iki hecesinden biri olması nedeniyle aynen görsel değerlendirmelerde yer verilen görüşlerinde belirttikleri şekilde Temyiz Kurulu’nun fonetik değerlendirmelerde de işaretler arasındaki benzerliğin düşük düzeyli olduğu yönünde vardığı kanaatlerine hatalı olduğu vurgulanmıştır.

 

Bununla birlikte Genel Mahkeme, REDBULL firmasının, dava konusu markada yer alan “dog” hecesinin telaffuz esnasında duyulmayacağı yönündeki iddialarını, her ne kadar RED BULL firmasının iddia ettiği gibi bu ürünlerin barlar, gece kulüpleri gibi gürültülü mekanlarda servis edildiği kabul edilse dahi söz konusu ürünlerin supermarketlerde ve perakende satış yapan yerlerde de satıldığı gerekçesiyle yerinde bulmamıştır.

 

RED BULL firmasının, Temyiz Kurulu tarafından verilen karar ile ilgili olarak son itirazının ise anlamsal karşılaştırma ile ilgili olduğu görülmektedir. Buna göre REDBULL firması, “bull” ve “bulldog” sözcüklerinin farklı iki hayvan cinsi olması nedeniyle aralarında anlamsal bir benzerliğin olmayacağı yönündeki tespitlerin kabul edilemeyeceğini, her iki işarette de “bull” sözcüğünün yer aldığını, ayrıca bulldog sözcüğünün büyükbaş hayvanlarla dövüşmek için eğitilmiş köpeklere verilen isimler olduğu, dolayısıyla sözcükler arasında anlamsal bağlantının mevcut olduğunu iddia ettiği görülmüştür.

 

Başvuru sahibi SUN MARK firması ise, “bull” ibaresinin ilgili tüketici nezdinde anlaşılabilir bir kelime olduğunu, anadili İngilizce olmayan veya İngilizceyi temel düzeyde bilen tüketiciler açısından dahi anılan sözcüğün anlamı bilinen bir ibare olduğu, çünkü birliğe dahil ülkelerde konuşulan farklı dillerde bile ilgili sözcüğün oldukça benzer karşılıklarının olduğunu, örneğin Almanca da “bulle”, Letonca da “bullis”, Hollanda’da ise “bul” şeklinde karşılıklarının bulunduğunu savunmuştur.

 

Başvuru sahibi firmanın bu yöndeki iddiaları Mahkemece ikna edici görülmemiştir. Mahkemeye göre AB ülkeleri bakımından ortalama tüketicinin bir bütün olarak kabul edilmesi gerekmektedir.  Yine “bull” ibaresinin İngilizcede yer alan temel sözcükler arasında olmadığı, bu nedenle ingilizceyi ana dili olarak bilmeyen tüketici yönünden anılan ibarenin örneğin “water” (su) sözcüğü gibi bir kelime olmadığı belirtilmiştir. (see judgment of 28 November 2013, Vitaminaqua v OHIM — Energy Brands (vitaminaqua), T‑410/12, EU:T:2013:615, paragraph 58 and the case-law cited).

 

Genel Mahkemece bu hususta yapılan değerlendirmelerde ilgili tüketici kitlesi olarak tanımlanan kesimin büyük bir çoğunluğunun İngilizce bilmediği vurgulanmıştır. Bu çerçevede anılan işaretin, tüketiciler nezdinde anlamsal bir algı oluşturmayacağı, bu nedenle anlamsal karşılaştırmanın karışıklık ihtimalinde etkisinin olmayacağının değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.( 16 September 2013 in Gitana v OHIM — Teddy (GITANA), T‑569/11)

 

Zira mahkemeye göre birlik ülkelerinde konuşulan 3 resmi dilde “bull” sözcüğünün İngilizcedeki hali ile benzer/aynı olmasının, bu hususun tüm birlik ülkelerine aynı şekilde etki etmeyeceğini, İspanyolca ve İtalyanca’da “bull” sözcüğünün karşılığının “toro” olduğunu, Yunanca’da “tavros” olduğunu, Portekizce’de “touro” olduğunu, İsveççe’de “tjur” olduğunu, Fransızca’da “taereau” olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte Mahkeme “bulldog” sözcüğünün ise tüm birlikte ülkelerinde neredeyse hiçbir değişikliğe uğramaksızın kullanıldığını ve anlamının bilindiğini, ancak ilgili tüketicinin büyük bir bölümü için tek başına “bull” sözcüğünün somut bir anlam teşkil etmeyeceğini tespit ederek temyiz kurulunun bu yöndeki değerlendirmelerini isabetli bulmuştur.

 

Mahkemece İngilizce’nin ana dil olarak konuşulduğu İngiltere, İrlanda ve Malta gibi ülkelerde ve ayrıca yine İngilizce’nin günlük hayatta yaygın olarak kullanıldığı bazı ülkelerdeki tüketiciler bakımından uyuşmazlık konusu işaretlerin iki ayrı hayvan adı olarak algılanacağı kabul edilmiş ise de bu durumun işaretler arasındaki sınırlı anlamsal benzerliği ortadan kaldırmayacağını, ilgili tüketici kitlesinin büyük bir çoğunluğu için ise (İngilizce ana dilleri olmadığından) anlamsal bir karşılaştırma yapılmasının mümkün olmayacağı kanaatine varılmıştır.

 

Sonuç olarak Mahkeme, Temyiz Kurulu tarafından yapılan değerlendirmelerin aksine, uyuşmazlık konusu işaretler arasında görsel ve fonetik açıdan ortalama, anlamsal açıdan ise İngilizce bilen tüketiciler açısından zayıf bir anlamsal benzerliğin bulunduğunu tespit etmiş ancak anlamsal karşılaştırmanın ilgili tüketicinin büyük bir bölümü için mümkün olmadığını da vurgulamıştır. Bununla birlikte Mahkeme işaretlerin birbirlerini anımsatır nitelikte olduğunu ve Temyiz Kurulu kararının aksine işaretler arasında karıştırılma ihtimalinin mevcut olduğu kanaatine varmıştır.

 

Ayrıca Genel Mahkemeye göre, Temyiz Kurulu, karıştırılma ihtimalinin tespitinde, taraf markaları kapsamındaki emtiaların birebir aynı olduğunu da göz ardı etmiştir. Bu bağlamda emtiaların birebir aynı olduğu böylesi bir durumda, işaretler arasındaki benzerliklerin karıştırılma ihtimaline daha yüksek oranda yol açabileceği vurgulanmış ve Temyiz Kurulu tarafından verilen kararın aksine, 8(5) kapsamında ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek duyulmaksızın başvuru konusu işaretin iptalinin gerektiği şeklinde hüküm tesis edilmiştir.

 

Genel mahkemece yapılan tüm bu değerlendirmeler de göstermektedir ki ilgili tüketicinin büyük bir kesimi nezdinde anlamsal bir algı oluşturmayan işaretler bakımından iltibas ihtimalinin belirlenmesinde anlamsal yönden bir karşılaştırma yapılmamalı, karıştırılma ihtimali görsel ve fonetik unsurlar üzerinden irdelenmelidir. Bununla birlikte emtiaların birebir aynı olduğu durumlarda, işaretler arasında daha düşük düzeyli benzerliklerin dahi iltibas ihtimaline neden olabileceği işbu uyuşmazlıkta da açıkça tespit olunmuştur. Kaldı ki somut uyuşmazlıkta her ne kadar RED BULL firmasının iddiaları arasında yer aldığı halde tartışılmamış ise de kanaatimce “BULL” ibaresinin özellikle 32. sınıfta yer alan içecek emtialarında tanınmış olduğu aşikar olup bu hususun da iltibas ihtimalini arttıran nedenler arasında kabul edilmesi gerekirdi diye düşünmekteyim.

 

Av. Poyraz DENİZ

Şubat 2016

poyrazdeniz@ankara.av.tr

 

 

“Ateistler Hadi Bunu da Açıklayın” – Dindarlık Düzeyi ve Dijital Korsanlık Tercihi Arasındaki İlişki

piracy

Yazının başlığı internet dünyasını yakından takip etmeyenlere tuhaf ve saldırgan gelmiş olabilir. Bu nedenle ilk olarak, “Hadi Ateistler bunu da açıklayın” ifadesinin internette tartışmalarda ateistlerden açıklama talep edildiğinde kullanılan sorgulayıcı bir ifade olduğunu, ancak ifadenin sonradan yaygınlaşarak karikatürize edilmiş – dalga geçilen bir kullanım kalıbı haline geldiğini belirtmek yerinde olacak.

İlgi çekme dışında bir amacı olmayan başlığı bir tarafa bırakarak, bize oldukça ilginç gelen bir bilimsel araştırma hakkındaki haberi aktaralım.

Torrent Freak sitesinde yer alan ve https://torrentfreak.com/god-can-stop-piracy-research-finds-160207/ bağlantısından erişebileceğiniz habere göre yeni yapılan bir bilimsel araştırma “korsan ürün tercihi ile dindarlık” arasındaki bağlantıyı araştırmaktadır. “Dindarlık ve Dijital Korsanlık: Bir Ampirik İnceleme” başlıklı bilimsel araştırma Riza Caisdy, Ian Phu ve Michael Lwin tarafından yayınlanmıştır (bkz. http://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/15332969.2015.1112172).

Araştırmanın tüm metninin ücretli abonelik gerektiren Taylor & Francis Online sitesinden görülmesi mümkün olmakla birlikte, siteye aboneliğim olmadığı için maalesef araştırmayı inceleme fırsatım olmadı. O nedenle Torrent Freak sitesinde yer alan haberi esas alarak araştırmanın sonuçlarını okuyucularımıza kısaca iletmek istiyorum. Açıklamalara geçmeden önce, dijital korsanlıkla kast edilenin internetten izinsiz film, kitap, dizi, vb. indirmek olduğunu belirtmek yerinde olacaktır.

Araştırma, Endonezya’da bulunan oldukça büyük bir kilisenin cemaati arasında yapılmıştır. Araştırmacılar, öncelikle kilise cemaatini inançlarının güçlülüğüne göre gruplara ayırmıştır. Araştırmada, katılımcılara dini inançlarla korsan ürünlere yaklaşım arasında bir ilişki bulunup bulunmadığını ölçmeye yönelik sorular yöneltilmiştir.

Ortaya çıkan ilk sonuç, katılımcıların korsan ürünlere yaklaşımı ile dini inançlarının gücü arasında korelasyon bulunduğunu göstermektedir. Buna göre, daha dindar olan kişilerin dijital korsanlığa karşı daha olumsuz görüşleri bulunmaktadır. Araştırmacıların ifadeleriyle; “Beklentilerimize uygun olarak, daha dindar katılımcıların dijital korsanlığa karşı, daha az dindar katılımcılara kıyasla, güçlü bir tutumu olduğu ortaya çıkmıştır.” Korsanlığa karşı oluşan genel tutumu ortaya çıkartmak için sorulan sorular, korsancılığın müzik endüstrisini etkileyip etkilemediği, hukuka aykırı olup olmadığı, vb. içeriktedir.

Katılımcılara yöneltilen bir diğer soru grubu ise, korsanlığa karşı davranış biçiminin dışsal etkiyle değişip değişmediğini ölçmeye yöneliktir. Bu davranış biçimini ölçmek için katılımcılara, korsan ürünlere karşı yaklaşımlarının X adlı dış etkenden gelecek yönlendirmeye göre değişip değişmeyeceği sorulmuştur. X dış etkeni farklı sorularda, arkadaşlar, rahip, din, Tanrının kendisi olarak tanımlanmıştır.

Araştırma sonucunda, yalnızca Tanrının kendisinin insanların korsan ürünlere karşı yaklaşımında güçlü bir etki doğurabileceği görülmüştür: “Bu çalışmada esas alınan dört referans noktasından (arkadaşlar, rahip, din, Tanrının kendisi) yalnızca Tanrının kendisinin katılımcıları korsan ürün almaktan vazgeçirebilecek derecede güçlü etkiye sahip referans olduğu ortaya çıkmıştır.”

Tanrı; daha az dindar, orta derecede dindar ve yüksek derecede dindar kişilerin tamamının davranışlarını etkileyebilecek konumdadır ve en güçlü etkiyi en dindar kişiler üzerinde ortaya çıkartmaktadır. Bununla birlikte oldukça ilginç biçimde, en dindar kişiler bile rahip veya din tersini söylese de, korsan ürünlere karşı olumlu tutumlarını değiştirmeyecektir. Araştırmada çıkan bir diğer sonuç, rahip ve din dış etkenlerine göre ortaya çıkan davranış biçimlerinin birbirinden farklılaşmadığı ve bu iki dışsal etkenin etkisinin katılımcıların dindarlık derecesine göre değişmediğidir.

Araştırmacılara göre bu durum birçok kişinin korsancılığı etik dışı bir davranış olarak görmemesiyle ilgilidir. Diğer başka araştırmalarda da ortaya çıktığı üzere katılımcılar korsancılığı genellikle günahkar bir davranış biçimi olarak görmemektedir. Araştırmacıların ifadesiyle; “Önceki çalışmalarından da gösterdiği üzere dijital korsanlık yapan kişilerin çoğunluğu, korsanlığı yasadışı veya etik dışı bir davranış olarak değerlendirmemektedir. Amerikalı gençlerin yalnızca %10’u dijital korsanlığın ahlaki olarak yanlış olduğuna inanmaktadır.” Araştırmacıların, bu duruma karşı önerisi dijital korsanlığa karşı ahlaki değerlerin küçük yaşlardan itibaren gençlere aşılanmasıdır: “Dini kuruluşlar, eğitim kurumlarıyla birlikte dijital korsanlık hakkında güçlü bir mesaj iletmek için çalışabilirler.”

Görülen o ki, araştırma sonucuna göre, ne din adamları ne de din, dijital korsanlığı engelleme konusunda etki sahibi değil, inananlar dijital korsanlıktan sadece Tanrı’dan doğrudan iletilecek bir mesaj üzerine vazgeçecek gibi gözüküyorlar. Aslında yazının başlığını “Ateistler hadi bunu da açıklayın” olarak seçmiş olsak da, araştırma gördüğünüz üzere sadece inanç sahibi olanlar üzerinde yapılmış ve ateistlerle herhangi bir ilgisi yok. Araştırmanın kendisini görmemiş olsam da, katılımcı grubunda Tanrı inancı olmayanlar bulunmadığı sürece, dini inançlar ile dijital korsanlık arasındaki bağlantıyı ortaya koymak bana pek mümkün gözükmedi. Bu tip bir araştırmanın ülkemizde yapılması da muhtelemen ilginç sonuçlar ortaya koyacaktır.

Önder Erol Ünsal

Şubat 2016

unsalonderol@gmail.com  

 

 

“Monkey Selfie” Tartışması – Hayvanlar Telif Hakkı Sahibi Olabilir mi?

monkeyselfie5

 

Uzun süredir hakkında yazmaya niyetlendiğim, ancak bir türlü sırası gelmeyen “Monkey Selfie” tartışmasını bugün IPR Gezgini okuyucularına aktarmak istiyorum.

2014 yılından bu yana fikri mülkiyet dünyasını meşgul eden bu sevimli tartışma, hayvan hakları savunucusu PETA örgütünün de taraflar arasında yerini almasıyla oldukça ilginç bir hal almıştır. Ülkemizde basında da yer bulan bu tartışmayı IPR Gezgini’nin atlamasının doğru olmayacağını düşünerek öncelikle olayı kısaca özetlemek istiyorum.

2011 yılında İngiliz doğa fotografçısı “David Slater”, Makak cinsi maymunların fotoğraflarını çekmek amacıyla Endonezya’ya gider. Slater çekimler sırasında, -kendi iddiasına göre- bilinçli olarak tripod üzerinde kamerasını ayarlar ve uzaktan çekim yapmayı sağlayacak kumandayı maymunların erişebileceği bir noktaya bırakır. Dişi bir makak maymunu kumandaya yanaşır ve kendisinin birkaç fotoğrafını çeker. (Slater’ın iddiası bu yönde olsa da, diğer iddia maymunların Slater’ın başıboş bıraktığı ekipmanla oynarken kendi fotoğraflarını çektiği yönündedir.)

Slater ülkesine döndüğünde, maymunun çektiği birkaç fotoğrafı “Monkey Selfie (maymun özçekimi)” adıyla yayınlar ve fotoğrafların yayın lisansını “Caters News Agency” isimli bir ajansa verir. Slater’a göre, fotoğrafları maymun çekmiş olsa da, fotoğraf makinesini o amaçla kendisinin ayarlamış olması, açı – donanım gibi hususları kendisinin tasarlamış olması, çekimin kendisinin gözünü önünde olması ve fikrin kendisine ait olması nedenleriyle, fotoğrafın telif hakları kendisine aittir ve fotoğrafın lisansını vermesinin önünde bir engel bulunmamaktadır.

Slater’ın maymunlarla birlikte bir fotoğrafı (maymun tarafından çekilenlerden değil) aşağıdadır:

slater

Fotoğrafların ilgi görmesinin ardından olaylar gelişir.

Wikipedia bağlantılı sitelerinden birisi olan Wikimedia Commons fotoğraflardan en çok ilgi göreni (yazının başındaki fotoğrafı) 2011 yılında online koleksiyonuna ekler. Bilmeyenler için Wikimedia Vakfı‘nın bir projesi olan Wikimedia Commons’ın; kullanımı serbest olan resim, ses ve diğer çoklu ortam belgelerinin deposu olduğunu, bu depoya yüklenen belgelerin, Wikimedia sunucularındaki diğer tüm ortamlarda kendi belgeleriymiş gibi kullanılabildiğini belirtmek yerinde olacaktır.

Slater, fotoğrafın telif haklarının kendisine ait olduğu, fotoğrafın Wikimedia Commons’a konulmasının ardından kullanım için kimsenin kendisine ödeme yapmadığı ve dolayısıyla finansal kayba uğradığı iddialarıyla Wikimedia Vakfı’na başvuruda bulunur ve fotoğrafın kaldırılmasını talep eder.

Wikimedia Vakfı, Slater’ın fotoğrafı çeken kişi olmadığını belirterek, Slater’ın telif hakkı sahibi olamayacağını öne sürer ve fotoğrafı Wikimedia Commons’tan kaldırmaz.

Wikimedia’ya göre, insan olmayanların telif hakkı sahibi olması mümkün değildir, dolayısıyla Wikimedia fotoğrafı aşağı notla birlikte yayınını sürdürür: “Bu dosya, bir hayvana ait bir eser olduğundan ve telif hakkına sahip olabilecek eser sahibi bir insan olmadığından kamu mülkiyetindedir.” https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Macaca_nigra_self-portrait_(rotated_and_cropped).jpg

monkeyselfie2

 

Belirtilen nedenlerle Wikimedia Vakfı, Slater’ın talebini kabul etmez. Bu aşamada, tartışma fikri mülkiyet camiasının ilgisini çekmeye başlar ve gelişmeler üzerine Amerika Birleşik Devletleri Telif Hakkı Ofisi, inceleme kılavuzunu güncelleyerek takip eden değerlendirmeyi kılavuzuna ekler: “Eser sahipliğine konu olabilecek bir eserden bahsedilmek için eserin bir insan tarafından yaratılmış olması gerekir. Bu şartı yerine getiremeyen eserler telif hakkına konu olamaz.” (http://copyright.gov/comp3/chap300/ch300-copyrightable-authorship.pdf , bkz. s.22). Bu noktada durum için verilen örnekler arasında “Bir maymun tarafından çekilmiş selfie.” örneğinin yer aldığı da belirtilmelidir.

Konu hakkında görüş bildiren fikri mülkiyet uzmanları da görünüşe göre bölünmüş durumdadır: Bir grup uzmana göre, fotoğrafçı kamerayı kurmuş, tripodu yerleştirmiş, dolayısıyla ışık ve sahneyi seçmiştir, maymunun tek yaptığı düğmeye basmaktır, dolayısıyla eğer fotoğrafçı tüm bu işleri maymuna bu fotoğrafı çektirmek niyetiyle yapmışsa telif hakkı fotoğrafçıya ait olmalıdır. Buna karşın fotoğrafçı bu işlemleri bu niyetle yapmadıysa fotoğrafçının telif hakkından bahsetmek mümkün olmayacak ve eserin sahipliğinin tamamen maymuna ait olduğunu söylemek gerekecektir. Üçüncü görüşe göre ise, maymunun telif hakkı sahibi olma ehliyeti bulunmamaktadır, aynı şekilde fotoğrafçı da eserin sahibi değildir, dolayısıyla kimseye ait değildir ve kamu mülkiyetindedir. Bu ilginç tartışma hakkındaki detayları http://ipkitten.blogspot.com.tr/2015/09/it-could-only-happen-in-america-peta.html ve http://ipkitten.blogspot.com.tr/2014/08/the-case-of-black-macaque.html bağlantılarından görebilirsiniz.

Tüm bu tartışmalar devam ederken bir anda PETA (Hayvanlara Etik Muamele İçin Mücadele Edenler Örgütü) da devreye girer. (Bu duruma internet jargonunda sanırım “Diego dur Allah’ını seversen zaten ortalık karışık.” deniyor.)

PETA, 22 Eylül 2015 tarihinde A.B.D. Kuzey Kaliforniya Bölge Mahkemesi’nde bir dava açar. PETA’nın talebi, fotoğrafa ilişkin telif haklarının maymuna verilmesi ve fotoğraftan elde edilecek gelirleri maymun adına PETA’nın yönetmesidir. Elde edilecek gelir ise, eser sahibi maymun ve diğer makak maymunlarının Sulawesi rezerv alanındaki yaşam şartlarının iyileştirilmesi için kullanılacaktır.

PETA’nın açtığı davada, davalılar fotoğrafçı David Slater ve yayıncısıdır. Davanın konusu ise selfieyi çeken (Naruto ismi takılan) maymunun telif haklarının ihlal edilmesidir. Bu davaya karşı davalı avukatının yaptığı savunmalardan birisi ise olayı iyice komikleştirmiştir. Avukata göre, adına dava açılan Naruto, selfieyi çeken maymun değildir, şöyle ki Slater’ın notlarına göre selfie çeken maymun dişidir, ancak PETA’nın dilekçesindeki davacı Naruto erkek bir maymundur. Dolayısıyla, davalıya göre PETA davayı yanlış maymun adına açmıştır. Slater’ın avukatının dilekçesi PETA ile dalga geçen argümanlarla doludur.

Dava, 28 Ocak 2016 tarihinde görülür ve hakim William Orrick davanın reddine karar verir. Hakime göre, mevcut mevzuat çerçevesinde hayvanlar telif hakkı sahibi olamaz.

PETA avukatı Jeff Kerr karara karşı yaptığı yorumda mücadeleden vazgeçmeyeceklerini ve kararı temyiz edeceklerini belirtir. “Bu yenilgiye rağmen, hukuki olarak bir zafer kazandık, şöyle ki federal bir mahkeme önünde Naruto’nun başkasının mülkiyetinin parçası olarak görülmesini değil, kendisinin telif hakkı sahibi olarak görülmesi gerektiğini savunduk… Bu dava aynı zamanda kendi kazançları için hayvanları sömürenlerin ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır.” (http://www.dailymail.co.uk/news/article-3388623/We-ll-definitely-APE-peal-Monkey-selfie-legal-team-vow-fight-judge-rules-animal-t-copyright-famous-photograph.html)

Mahkeme kararını okumak isteyenlerin http://www.courthousenews.com/2016/01/29/monkey%20selfie.pdf bağlantısından karara erişimi mümkündür.

Naruto’nun davacı olarak anıldığı kararın ilk sayfasını tarihi bir belge olarak IPR Gezgini’nde biz de yer verelim.

monkeyselfie3

Temyiz Mahkemesi’nin kararını merakla beklediğimizi şimdiden belirtelim.

Slater’ın atacağı bir sonraki adım muhtemelen Wikimedia Vakfı’na karşı A.B.D.’nde telif hakkı ihlali davası açmak olacak, o davayı da merakla bekliyoruz.

Böylesine yaratıcı argümanlarla dolu ve inovatif (!) davaların ülkemizde de görülmesini umut ediyoruz.

Önder Erol Ünsal

Şubat 2016

unsalonderol@gmail.com