Etiket: marka hakkına tecavüz

Le Pliage Çantalarına İlişkin Telif Hakkı Değerlendirmesi Delillendirme Eksikliği Mağduru mu?

Milano İlk Derece Mahkemesi’nin Aralık 2021 Tarihli Kararı Üzerine


Object of Desire: Longchamp Le Pliage Nylon Tote Bag

Moda endüstrisinde elbise, şemsiye, ayakkabı vb. ürünlerin görünümleri üzerinde hangi fikri mülkiyet haklarının bulunduğu çeşitli ülke mahkemelerince ara ara inceleme konusu olmaktadır.

Bu kapsamda Longchamp S.A.S. (“Longchamp”) de dünyaca ünlü ve kült olarak sayılabilecek Le Pliage model çantasına dayalı olarak, üçüncü kişi kullanımlarına karşı etkin bir şekilde mücadele vermektedir. Longchamp Le Pliage çantasının taklit edildiği gerekçesiyle marka ve telif haklarına tecavüz ile haksız rekabet gerekçeleriyle Milano İlk Derece Mahkemesi nezdinde 2019 yılında bir dava açmıştır. Dava konusu çanta modellerinin görselleri aşağıdaki gibidir:  


Milano İlk Derece Mahkemesi bu ihtilafa ilişkin kararını 13 Aralık 2021 tarihinde 10280/2021 No’lu karar ile oluşturmuştur. Mahkeme öncelikli olarak Le Pliage çantasına atfedilecek koruma türünün belirlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu kapsamda çanta üzerindeki marka ve/veya telif hakkını incelemiştir.

İnceleme sonucunda Milano İlk Derece Mahkemesi, davalının ihtilaflı çantasının dikişleri, boru şeklindeki kulpları ve fermuarının uçlarındaki iki deri dil gibi özellikleri haiz olduğunu ve dolayısıyla orijinal çantanın tüm ayırt edici unsurlarını benimsediğini ifade ederek Longchamp’ın 013928528 ve 014461958 No’lu Avrupa Birliği marka tescillerine (EUTM) dayalı olarak marka tecavüzü iddialarını ve aynı zamanda haksız rekabet iddialarını kabul etmiştir. Son zamanlarda Moon Boot şeklini haiz üç boyutlu ayakkabı markalarının ayırt edici niteliğini tartışan kararlardan farklı olarak, bu ihtilaf incelenirken üç boyutlu çanta şekli markalarının ayırt edici niteliği değerlendirme konusu edilmemiştir.[1] Longchamp’ın EUIPO’da tescilli 013928528 ve 014461958 sayılı üç boyutlu markalarına aşağıda yer verilmiştir:



Diğer yandan mahkeme, telif hakkı koruması iddiasıyla ilgili olarak, Le Pliage çantaları üzerindeki telif hakkı koruması için “sanatsal değer” şartının karşılandığının gösterilememiş olması nedeniyle Le Pliage çantasına dayalı telif hakkı iddialarının kabul edilemeyeceğine karar vermiştir. Bu karar bir ürünün salt yüksek ticari başarıya sahip olmasının ve tanınmasının telif hakkı korumasından yararlanması için yeterli olmadığını ortaya koymuştur. Peki Milano İlk Derece Mahkemesi bu karara nasıl ulaştı? 

Longchamp diğer ihtilaflarında olduğu gibi, bu dosya kapsamında da (i) Çantanın yamuk şekli; (ii) Fermuarın bir kısmını kaplayan çantanın kulpları arasındaki hafif dairesel deri diller; (iii) Çantanın ön tarafındaki iç cebinin dış hatlarını vurgulamaya yarayan dikiş; (iv) Çantanın her iki yanında dairesel elemanlarla biten boru biçimli kulplar; (v) Fermuarın yanlarında bulunan küçük deri şeritler; (vi)  Kullanılan renkler ve malzemeler arasındaki kontrast özelliklerini öne sürerek çantanın telif hakkına konu olması gerektiğini vurgulamıştır ve çanta tasarımının özgünlüğünün bu özelliklerin birleşiminde yattığını savunmuştur. Bunun yanında Longchamp çantanın dünya çapında 1.500 satış noktasında 54 milyon adet satılan bir model olduğunu ve çantanın ticari başarısının inkar edilemez bir boyutta olduğunu ortaya koymuştur.

Milano İlk Derece Mahkemesi ise, çantanın üstün ticari başarısını ve Le Pliage çanta tasarımının orijinal olduğunu kabul etmekle birlikte, bu tasarımın sanatsal bir değeri bulunduğuna ilişkin dosyada yeterli açıklama yer almadığını ileri sürerek telif hakkına tecavüz iddiasını reddetmiştir. Sanatsal değerin gösterimine ilişkin olarak da mahkeme (i) Uzman kültürel ve kurumsal kuruluşlar tarafından estetik ve sanatsal niteliklerin tanınması; (ii) Sergilerde veya müzelerde sergilenmesi; (iii) Sektöre ilişkin basında yayınlanması; (iv) Tasarım ödülleri almış olması; (v) Tasarımın işlevselliğini aşan piyasa değerinin gösterilmesi; (vi) Tanınmış bir sanatçı tarafından tasarımın oluşturulması gibi kriterlere bakılması gerektiğini öne sürmüştür.

Doktrinde bir kesim tarafından bu karar, yerleşik Avrupa Birliği Adalet Divanı kararlarından uzaklaşıldığı gerekçesiyle yoğun bir eleştiriye maruz kalmıştır. İtalyan mevzuatının lafzen, yalnızca orijinal karakter ve sanatsal değer taşındığı müddetçe telif hakkı korumasına izin verdiği belirtilmelidir. Ancak bir süredir Avrupa Birliği mevzuatı ve uygulamasıyla uyumlu bir şekilde bu terimlerin “hususiyet” kavramı çatısında yorumlandığı da not edilmelidir. Dolayısıyla, bugüne dek olan uygulama dikkate alındığında, söz konusu karar ile, “Orijinal olmayan birkaç unsurun kombinasyonu, eğer böyle bir kombinasyon yaratıcının entelektüel çabasını gösteriyorsa, orijinal olabilir” ilkesinin göz ardı edildiği ifade edilmektedir. Eleştirmenlerce, eser üzerinde “orijinal” olmanın yanında “sanatsal değer” kriterinin aranması mevcut İtalyan hukuku yerleşik uygulamasına aykırı ve Avrupa Birliği hukuku ile uyumsuz görülmüştür.

Doktrinde diğer bir kesim ise bu kararın sebebini Longchamp’ın Le Pliage çantaları üzerinde yeterli ve spesifik delillerle telif hakkı bulunduğunu kanıtlayamamış olmasına bağlamaktadır. Diğer bir deyişle, doktrinde bir kesim, Milano İlk Derece Mahkemesi’nin Le Pliage çantaları üzerindeki telif hakkını gerekli kriterleri sağlamadığı gerekçesiyle değil, telif hakkının Le Pliage çantaları üzerinde mevcut olduğunun yeterli deliller ile gösterilemediği gerekçesiyle reddettiğini savunmaktadır. Nitekim bu kesimce, kararda açıkça Le Pliage çantaları üzerinde telif hakkı bulunmadığına hükmeden 2017 tarihli bir mahkeme kararına atıfta bulunulduğu, Longchamp’ın ise bu kararın tersine hükmedilmesini sağlayacak düzeyde delili Milano İlk Derece Mahkemesi’ne sağlayamadığına dikkat çekilmiş ve davacı eleştirilmiştir.  

Sonuç olarak, Longchamp Le Pliage çantaları üzerindeki telif hakkı iddiasını güçlü bir delillendirme yapmamış olması nedeniyle de kaybetmiş olabilir. Bu dava bize, kapsamlı bir portföy oluşturmanın önemini göstermekte ve bir ürünün ticari başarısının o ürünün telif hakkı ile korunabilir nitelikte olduğunu göstermek için yeterli olmadığını hatırlatmaktadır. Dolayısıyla, bu dava bir şekil üzerindeki marka hakkı iddiasından kaynaklı ayırt edicilik karakteri değerlendirmesi ile aynı şekil üzerinde telif hakkı iddiasından kaynaklı orijinallik değerlendirmesi yapılırken bambaşka kriterlerin ortaya konması ve delillerle desteklenmesi gerektiğini göstermektedir.

Fulden TEZER

Mayıs 2022

fuldentzr@gmail.com 


[1] https://iprgezgini.org/2022/04/18/ay-botu-genel-mahkeme-tecnicanin-moon-boot-seklini-haiz-3-boyutlu-markasini-ayakkabilar-icin-ayirt-edici-bulmayan-temyiz-kurulu-kararini-korudu/

Sınai Mülkiyet Hak İhlallerinde e-Ticaret Firmalarının Sorumluluğu

Online Retail - banner image


Yaklaşık 1.5 senedir hayatımızı etkisi altına alan Covid-19 salgınının belki de en büyük etkilerinden bir tanesi alışveriş sektöründe gerçekleşti. Pandemi öncesinde de sektörde giderek daha fazla yer kaplayan online alışveriş sağlayıcıları ve e-Ticaret firmaları bu süreç içerisinde birtakım hukuki sorunlarla karşılaştı. Bu yazıda yüzlerce, belki binlerce satıcıyı aynı internet sitesi altında toplayan ve tüketicilere daha kompakt bir alışveriş tecrübesi sunan e-Ticaret firmalarının bünyesinde faaliyet gösteren satıcıların sınai mülkiyet hakkı ihlallerinde e-Ticaret firmasının sorumluluğu üzerinde durulacak, Dünyanın bazı bölgelerinden dava örnekleri ile konu pekiştirilmeye çalışılacaktır.

A.            e-Ticaret

e-Ticaret, farklı kurumlar tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Avrupa Birliği, e-Ticareti “mal ve hizmetlerin internet üzerinden satılması” olarak tanımlarken Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü (OECD) ise “internet üzerinden yapılan ticari işlemler” olarak tanımlayıp, söz konusu ticari işlemleri “işletmeler arası ve işletmelerle son kullanıcı arasında olan ticari işlemler” olarak ikiye ayırmıştır.[1] Bu ayrıma ek olarak, son kullanıcılar arası ticari işletmelerin de eklenmesi mümkündür.[2] Ülkemizde ise, 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 2/a maddesinde elektronik ticaret, “fiziki olarak karşı karşıya gelmeksizin, elektronik ortamda gerçekleştirilen çevrimiçi iktisadi ve ticari her türlü faaliyet” olarak tanımlanmıştır.

Dünya’da önde gelen ve uluslararası hizmet veren e-Ticaret firmaları olarak Amerika Birleşik Devletleri menşeili Amazon ve eBay, Çin Halk Cumhuriyeti menşeili Alibaba Grup örnek olarak verilebilir. Ülkemizde ise Hepsiburada, Gittigidiyor, Trendyol, N11 gibi pek çok firma uzun yıllardır hizmet vermekte ve yukarıda da bahsedilen Covid-19 pandemisi sırasında işlem hacimlerini büyük ölçüde artırmış şirketler olarak bilinmektedir.

B.             Sınai Mülkiyet Hak İhlalleri

2017 yılında yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında, önceki dönemlerde KHK’lar ile koruma altında alınan marka, patent, faydalı model, tasarım, coğrafi işaretler ve geleneksel ürün adları koruma altına alınmıştır.[3] Anılan kanunun tecavüz saydığı fiilleri gerçekleştiren kişiler karşısında sınai mülkiyet hak sahipleri korunmuş ve tecavüz sayılan fiiller söz konusu kanunun 29, 53, 54, 81, 141. maddelerinde açıklanmıştır. Her ne kadar tecavüz fiillerinin sayıldığı maddelerde genel anlamda sınai mülkiyet hak sahibinin izni olmaksızın söz konusu hakkı haiz ürünü ticari amaçla kullanmak yasaklanmış olsa da satıcılarla alıcıları buluşturan, arz ve talebi aynı mecrada birleştiren ve çoğu zaman ürünleri görmeden alıcıya ulaşımını sağlayan e-Ticaret firmalarının böyle bir tecavüz durumundaki sorumluluğu kanun tarafından açıklığa kavuşturulmamıştır.

Açıklanmasında fayda bulunan bir diğer husus ise yer sağlayıcı ve içerik sağlayıcı tanımlarıdır. 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un Tanımlar başlığını taşıyan 2. maddesinde içerik sağlayıcı ve yer sağlayıcı tanımları yapılmıştır. Bu madde uyarınca ‘internet ortamı üzerinden kullanıcılara sunulan her türlü bilgi veya veriyi üreten, değiştiren ve sağlayan gerçek veya tüzel kişiler’ içerik sağlayıcı olarak tanımlanırken; ‘hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan veya işleten gerçek veya tüzel kişiler’ ise yer sağlayıcı olarak tanımlanmıştır. Örnek üzerinden gidilecek olursa, Facebook, YouTube, Hepsiburada gibi internet siteleri yer sağlayıcı, söz konusu internet sitelerinde içerik üreten, ürün satan, fotoğraf paylaşan kişiler ise içerik sağlayıcı olarak tanımlanabilir.[4] Her ne kadar yer sağlayıcının sorumluluğu üzerinde birtakım çalışmalar yapılmış olsa da, bu çalışmalar genel itibarıyla marka hakkının internet üzerinden ihlali gibi genel bir konsept üzerine yoğunlaşmış, doğrudan e-Ticaret firmaları bünyesinde ihlal içeren bir emtianın satışı neticesinde hakkı ihlal edilen kişilerin SMK’dan doğan tazminat hakkını kime yönelteceğine ilişkin detaylardan yoksun kalmıştır. Kural olarak, içerik sağlayıcıların hukuka aykırı fiillerinden yer sağlayıcının sorumluluğu olmamakla birlikte, uyar-kaldır sistemi olarak adlandırılan tedbir kapsamında yer sağlayıcıya üçüncü kişilerce söz konusu içeriğin hukuka aykırı olduğunun bildirilmesi halinde içeriğin kaldırılması gerekmektedir.[5]

Dava örneklerine geçmeden önce, doğrudan ve dolaylı sorumluluk ilkelerinden bahsetmek sonrasında yapılacak açıklamaların ve konunun daha iyi kavranmasında etkili olacaktır. Doğrudan yahut birincil sorumluluk, e-Ticaret firmasının ihlal fiillerini doğrudan kendisinin işlediği durumlarda ortaya çıkacaktır.[6] Avrupa Birliği, ihlalin derecesini tayin etmek için kendi mevzuatına ek olarak L’Oréal v. eBay içtihadına sıklıkla başvurmaktadır.[7] İngiltere’de görülen davada, ihlalin eBay tarafından mı yoksa L’Oréal markasını ihlal eden ürünlerin satışını yapan kişi tarafından mı yapıldığının tespiti için dosya Avrupa Birliği Adalet Divanı’na (ABAD) sevk edilmiştir. ABAD, Avrupa Birliği marka mevzuatı çerçevesinde, son kullanıcının pazardaki ürüne fiyat teklifi yapmak suretiyle satın aldığı bir sistemde marka kullanımının e-Ticaret firması tarafından değil bizatihi ürünü pazara koyan satıcı tarafından gerçekleştirildiğini belirterek eBay’in doğrudan sorumluluğu olmadığına hükmetmiştir.[8] ABAD aynı zamanda aracı statüsündeki firmalara marka ihlallerinde sorumlu yahut sorumluluklarını bertaraf edebilecek durumda olup olmadığına bakılmaksızın ihlal içerir ürünlerin satışının durdurulması ve gelecekte de ihlallerin önlenmesi adına ihtar çekilebileceğini belirtmiştir.[9]

Doğrudan sorumluluğun mevcut olmadığı durumlarda ise e-Ticaret firmalarının dolaylı yoldan ya da satıcı ile birlikte ihlalden müteselsil sorumlu olup olmadığı incelenmelidir. Amerikan Mahkemelerinde uzun bir süre boyunca dolaylı/müteselsil sorumluluğun belirlenmesi için “Inwood Standardı” denilen iki aşamalı bir test uygulanmaktaydı.[10] Bu teste göre davalının (1) bir markanın ihlali için kasıtlı olarak teşvikinin veya (2) marka ihlalinin mevcudiyetini bilen veya bilmesi gereken birine ürünün tedarikini sağladığının ispat edilmesi gerekiyordu.[11] Ancak davalının yukarıda anılan fiillere karıştığının ispatlanamadığı ve marka ihlalinin açıkça ortada olduğu durumlarda bu test yetersiz kaldığından bu test kullanılmamaya başlanmış ve “ihlal içeren eylemler üzerinde e-Ticaret firmasının kontrol derecesi” aranmaya başlanmıştır.[12] Almanya’da ise “stroerhaftung” adı verilen ve Türkçeye aracının sorumluluğu olarak çevrilebilecek kusursuz sorumluluk doktrini çerçevesinde, sorumluluğun doğmasında ihlali bilme veya ihlalden haberdar olma unsuru göz ardı edilmekte, yalnızca zararın ve illiyet bağının varlığı aranmaktadır.[13] Türkiye’de ise haksız rekabet teşkil eden fiiller veya markanın ihlali sebebiyle açılacak tecavüzün men’i ve ref’i davalarında da bilme unsuru aranmamakta, yer sağlayıcının kusursuz sorumluluğu olduğu doktrinde belirtilmektedir.[14] Ancak aşağıda detaylı bir şekilde incelenecek olan Yargıtay içtihatları çerçevesinde bu doktrinin kabul edilmediğini de belirtmek gerekir.[15]

C.             Dava Örnekleri

1.          Türkiye Cumhuriyeti

a)      Yargıtay 11. HD., E. 2019/618, K. 2019/8167, T.16.12.2019

Dava, www.zingat.com alan adına sahip internet sitesinde “ROTA” ibareli markalar ile iltibas oluşturacak şekilde yayın ve ilanlar yapıldığı iddiasıyla, marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespitine, önlenmesine, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin bir davadır.

İlk derece mahkemesi, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 5. maddesine atıfta bulunarak yer sağlayıcı konumundaki davalı www.zingat.com bünyesinde yayınlanan içerikler hakkında hukuka aykırılık denetimi yahut söz konusu içerikler üzerinde kontrol yükümlülüğü olmadığına, marka hakkına tecavüz yahut haksız rekabet suçlarının anılan kanunun 8, 8/A, 9 ve 9/A maddelerinde kaleme alınan yayından çıkarılma ya da erişimin engellenmesi kararı verilebilecek suçlardan olmadığına hükmederek davanın reddine karar vermiştir.

Yargıtay yaptığı incelemede, 5651 sayılı Kanun’a ek olarak 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 9. maddesine de gönderme yaparak yer sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcıların, tazminat sorumluluğu açısından, yayınlanan içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırma yükümlülüğü bulunmadığının altını çizmiş, ancak marka hakkı sahibinin devam etmekte olan bu tecavüz ve haksız rekabet eylemleri yönünden, bu eylemlerin tespiti, tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve sonuçlarının ortadan kaldırılması davalarını herkese karşı yöneltebileceğini belirtmiştir. Ülkemizin de taraf olduğu Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Sözleşmesi’nin (TRIPS) 45. maddesi uyarınca, fikri mülkiyet haklarına tecavüz nedeniyle tazminat sorumluluğunun doğması için, ihlal niteliği taşıyan fiillere iştirak veya yardım etmek ya da bu fiilleri teşvik etmek veya yapılmasını kolaylaştırmak eylemini gerçekleştiren yer ve hizmet sağlayıcıların kusurunun ispat edilmesi gerekliliğini ve içerik sağlayıcı sıfatı bulunmayan internet yer ve hizmet sağlayıcı kuruluşların tazminat sorumluluğundan bahsedebilmek için imkan sağladıkları içeriğin hukuka aykırı ve marka hakkına tecavüz niteliğinde olduğunun bilinmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Bilme unsurunun gerçekleşmesi için ise, hak sahipleri tarafından uyarılmaları ve hukuka aykırı içeriğin makul sürede kaldırılması yer ve hizmet sağlayıcı kuruluşlardan talep edilmesi gerekmektedir.

b)      Yargıtay 11. HD., E 2014/6429, K. 2014/12088, T. 25.06.2014

Söz konusu davada, davalı şirket www.n11.com sitesi bünyesinde davacı vekilinin tescilli markalarının  üçüncü kişileri yanıltacak şekilde kullanıldığı, internet sitesinde yayınlandığı ve teşhir edildiği, ürünlerin rayiçlerinin çok altında satılarak haksız rekabet yaratıldığı ileri sürülerek söz konusu internet sitesi üzerinden yapılan yayının tedbiren durdurulması ve nihai olarak davalıya ait internet sitesinin uzantılarının tamamen kapatılması, internet üzerinden erişiminin engellenmesi; izinsiz, haksız ve hukuka aykırı olarak kullanılan ve müvekkil firmanın marka hakkına tecavüz niteliği taşıyan fiillerin tespiti ve manevi tazminat talep edilmiştir.

Davalı şirket vekili, söz konusu internet sitesinin bir e-Ticaret platformu olduğu ve müvekkili şirketin yalnızca yer sağlayıcı mahiyetinde eylem gerçekleştirdiğini, üye olan satıcılara sanal mağaza alanı verildiğini ve kendisinin doğrudan doğruya satış yapmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

İlk derece mahkemesi, yaptığı incelemede, davalının iddia edildiği üzere doğrudan doğruya anılan markaları kullanarak emtia üretimi ve satışı yaptığı yönünde bir delil bulunmadığına, davalının hakikaten de yalnızca yer sağlayıcı olarak hizmet sunduğunu, yer sağlayıcının teknik olarak satıcıların kullanımına sunduğu platformda yalnızca satışı gerçekleştiren mallar ile ilgili duyuru yaptıkları ve söz konusu duyurunun marka kullanımı olarak nitelendirilebilecek bir mahiyette olmadığına karar vermiş ve ilk satış doktrini olarak da bilinen ve mülga 556 sayılı KHK 13. maddede ve günümüzde de 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu  152. maddede düzenlenen hakkın tükenmesi ilkesine atıfta bulunarak marka sahibinin bir kez piyasaya sürülmüş ürünler üzerinde marka tesciline dayanarak engelleme hakkı bulunmadığını belirterek davayı reddetmiştir.

Yargıtay yaptığı incelemede, yer sağlayıcı konumunda bulunan davalı şirketin faaliyetlerinin mülga 556 sayılı KHK’nın 12. maddesi ve günümüzde de 6769 sayılı SMK’nın 7/5 maddesinde düzenlenen dürüst ticari kullanım niteliğinde bulunduğuna hükmederek hükmün onanmasına karar vermiştir.

c)      Yargıtay HGK., E. 2013/1138 K. 2014/16, T. 15.01.2014

Kurul’un verdiği karara göre, internetin yapısı, internet ortamının teknik özellikleri ve işletilme koşulları itibarıyla davalının işlettiği internet sitesinde üçüncü kişilerce gerçekleştirilen tecavüzleri bildiğinin ya da bilebilecek durumda olduğunun kabulü mümkün olmayacağından; somut uyuşmazlıkta ileri sürülen talepler bakımından da davalının iştirak halinde sorumluluğuna gidilebilmesi için önceden haberdar edilmesi ve buna rağmen haklı veya yasal bir neden olmaksızın ihlal oluşturan içeriğin davalı tarafından internet sitesinden kaldırılmaması gereklidir. Ayrıca, davalı internet sağlayıcısı aleyhine açılan tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve tecavüz sonuçlarının ortadan kaldırılması davası bakımından da davalının iştirak halinde tecavüz nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için kusur şartının aranmaması gerektiğini belirtmiştir.

2.          Avrupa Birliği

a)      Coty Germany GmbH v Amazon Services C-567/18

Söz konusu uyuşmazlık, henüz marka hakkı tükenmemiş Davidoff Hot Water EdT 60 ml parfüm ürününün Amazon bünyesindeki bir satıcı tarafından satışı üzerine çıkmıştır.[16] Belirtmek gerekir ki söz konusu parfümler her ne kadar Amazon tarafından satılmasa da parfümler Amazon depolarında saklanmakta ve teslimatı da Amazon tarafından yapılmaktadır.[17] Davacı Coty, Amazon’dan Davidoff Hot Water markasını taşıyan bütün ürünleri geri göndermesini talep etmiş ve bu talep üzerine Amazon, 11’i farklı satıcıdan olmak üzere 30 adet parfümü geri göndermiştir. Parfümlerin Coty’e ulaşmasını takiben davacı Coty, Amazon’dan söz konusu parfümleri piyasaya süren kullanıcının kimliğini kendilerine gönderilmesini istemiş ancak Amazon’un bu talebi yerine getirmemesi neticesinde marka ihlali iddiasıyla Almanya’da Amazon’a karşı dava açılmış ve dava reddedilmiştir.

Coty tarafından yapılan temyiz başvurusunda, Alman Federal Mahkemesi tarafından, Avrupa Birliği Adalet Divanı’na, 3. şahıslar tarafından piyasaya sürülme amacı olan ve marka ihlali teşkil eden ürünleri ihlalden habersiz bir şekilde  üçüncü şahıslar adına depolayan bir kişinin bu eyleminin söz konusu ürünleri piyasaya sürme amacı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusu yöneltilmiştir.[18] ABAD, bu tip eylemlerin EUTMR madde 9 kapsamında marka ihlali olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiş ve anılan maddede belirtilen ‘kullanım’ hususunda görüşlerini de aktarmıştır.[19] SMK madde 7’de de yansıması görülen marka tescilinden doğan hakların kapsamı ve istisnalarına ilişkin EUTMR hükmü olan madde 9’da anılan ‘kullanım’ hakkında, ABAD, EUTMR’da bir hükmü bulunmayan bir hususun, yani depolanan bir ürünün hangi şartlarda EUTMR kapsamında ticari kullanım eylemi olarak kabul edilebileceği üzerinde durmuştur.[20] ABAD, önceki kararlarını da inceleyerek kullanım hakkında şu sonuçlara varmıştır;

  • Bir markanın kullanımı için gerekli olan teknik şartların sağlanması başlı başına kullanımolarak değerlendirilemez.[21]
  • Kullanıma sebep olan fiiller üzerinde doğrudan veya dolaylı yoldan kontrole sahip olunması, fiillerin gerçekleştirilmesinde aktif bir davranışta bulunulması ve ihlale sebebiyet veren fiilin doğrudan veya dolaylı yoldan durdurulabilmesi fiilleri kullanımolarak değerlendirilir.[22]
  • Çevrimiçi olarak bir markaya benzer ya da markayla aynı ürünlerin satışa sunulmak amacıyla satıcılar, yani yer sağlayıcının müşterileri, tarafından yayınlanması, söz konusu kullanımın yer sağlayıcı tarafından değil satıcı tarafından gerçekleştirdiğini gösterir.[23]
  • Hak sahibi olmadığı bir ticari markayı haiz ürünleri piyasaya arz etmek üzere ithal eden veya bir depoya gönderen kişi ürünü kullanıyor olarak kabul edilse de söz konusu kullanım depo işletmecisi için geçerli değildir.[24]

Bu çıkarımlar üzerine Coty tarafından Amazon’un somut uyuşmazlıkta yalnızca bir depo olarak mı hareket ettiği sorusu sorulmuştur. ABAD, doğrudan bu soruya cevap vermemiş olsa da, Hukuk Sözcüsü Sanchez-Bordona verdiği görüşte, e-Ticaret firmalarının yalnızca satıcıların markaları kullanmaları için gerekli teknik şartları sağlamadığını, buna ek olarak marka ihlali içeren bir ürünün dağıtımına sebep olduğu ve böylelikle sunduğu hizmet ile ihlal edilen marka arasında bir bağlantı oluşturduğunu belirtmiştir.[25] Bir e-Ticaret firmasının marka ihlali içeren ürün üzerinde aktif davranışı bulunup bulunmadığı veya ihlal edilen markanın kullanımına sebebiyet veren fiilin kontrolüne sahip olup olmadığını belirlemede; (a) Tüketicilerin e-Ticaret firmalarından alışveriş yaparken genellikle satıcının orijinal marka hakkı sahibi mi, yer sağlayıcının kendisi mi yoksa  üçüncü şahıs mı olduğunun farkında olmadığından hareketle tüketicinin algısının ve (b) e-Ticaret firmasının satış sürecindeki iştirakinin önemli olduğunu belirtmiştir. Ek olarak, üçüncü şahısların mallarının teslim alınması, depolanması, nakliyat için hazırlanması ve nakliyatın organize edilmesi durumlarında e-Ticaret firmasının aktif bir davranış içinde bulunduğunun altını çizmiştir. Aktif davranışa ek olarak kullanım olarak değerlendirilecek kontrolün mevcudiyetinden bahsedebilmek için ise ürünlerin reklamının yapılması, satış sonrası hizmetlerin sağlanması, iade ve geri ödeme işlemlerinin gerçekleştirilmesi ve ödemelerin toplanması ve dağıtılması gibi ilave birtakım fiillerin varlığının gerekli olduğunun altını çizmiştir.[26]

Coty, ABAD’a ihlalden habersiz olan e-Ticaret Firmalarının Avrupa Birliği tarafından yayınlanan e-Ticaret Direktifinde belirtilen ‘güvenli liman’ ilkesinden yararlanıp yararlanamayacağı sorusunu da yöneltmiştir. 8 Haziran 2000 tarihinde yayınlanan 200/31/EC sayılı Direktif’e göre, internet üzerinde aracılık faaliyeti göstermek suretiyle üçüncü şahısların içeriklerini barındıran yahut iletimini sağlayan internet siteleri üç ayrı kategoriye ayrılmıştır ve bu kategorizasyona göre yasadışı içeriklerden doğacak sorumlulukları düzenlenmiştir. Bu kategori içerisinde Amazon’un dahil edildiği sınıf olan barındırma sağlayıcılarının kullanıcılar adına barındırdıkları veri yahut içeriğin yasadışı olduğundan haberdar olmadıkları ve yasadışı içeriğin varlığını öğrendikleri andan itibaren söz konusu içeriğin kaldırılması için süratle harekete geçtikleri takdirde sorumlu olmayacakları belirtilmiştir.[27] Her ne kadar Coty tarafından yöneltilen soru somut olayı ABAD’a taşıyan yerel mahkeme tarafından sorulmadığından ötürü  ABAD tarafından cevaplanmamışsa da, Hukuk Sözcüsü Sanchez – Bordona bu soruya açıklık getirmiştir. Verdiği görüşte, Sanchez – Bordona, ürünleri çevrimiçi pazarda bulundururken aktif davranışta bulunan bir e-Ticaret firmasının ihlalden haberinin olmaması durumunda dahi sorumlu tutulabileceğinden bahsetmiştir.[28] e-Ticaret firmalarının bünyesinde satışı gerçekleştirilen ürünlerin yasallığı üzerinde ekstra özen ve titizlik göstermesi gerektiğini belirten Sanchez – Bordona söz konusu ekstra özen ve titizliğin nasıl gösterileceği konusunda herhangi bir açıklama yapmamıştır.[29] ABAD ise Sanchez – Bordona’nın görüşleri hakkında herhangi bir yorumda bulunmayarak bir nevi Hukuk Sözcüsünün bu görüşlerine katılmadığını göstermiştir. ABAD’ın Amazon’u bu dosyada haklı bulması ise marka hakkını ihlal eden ürünlerin yalnızca depolanmasında görev alan e-Ticaret firmaları için pozitif sonuçlar doğurmuştur.[30] Ancak belirtmek gerekir ki, müşterilerin ürünlerini depolama fiilinin dışına taşan her türlü fiil e-Ticaret firmasının sorumluluğunu büyük ölçüde değiştirme ihtimali taşımaktadır.[31] Maalesef yer sağlayıcının yalnızca ürün depolama fiili dışında gerçekleştirdiği fiillerin sorumluluğa dönüşmesi için eşiğin neresi olduğu ya da sorumluluğun doğup doğmayacağı ise ABAD tarafından yanıtlanmamıştır.[32]

3.          Amerika Birleşik Devletleri

a)          Tiffany v. eBay

Amerika Birleşik Devletleri’nde e-Ticaret firmalarının sorumluluğu hakkında adeta bir mihenk taşı niteliği taşıyan bu dava, 2004 yılında Tiffany markasını taşıyan sahte takıların eBay’de satıldığının fark edilmesi üzerine açılmıştır.[33] Taraflar, somut olayda eBay’in marka ihlalini önlemedeki rolü üzerinde anlaşmazlığa düşmüş, Tiffany eBay’in önleyici filtreleme metodlarıyla ihlalin önüne geçmesi gerektiğini iddia ederken, eBay ise yalnızca ihlal içerir ürünün kendisine bildirilmesi takdirde kaldırma sorumluluğu olduğunu iddia etmiştir.[34] Federal Mahkeme, verdiği kararda Tiffany’nin bütün iddialarını reddetmiş ve eBay’in ne doğrudan ne de dolaylı olarak üçüncü şahısların gerçekleştirmiş olduğu satıştan sorumlu olacağına hükmetmiştir. eBay’in sitesinde yayınlanan ve Tiffany markasını içeren reklamların ve Google ve Yahoo! aracılığıyla gerçekleştirilen sponsorlukların ise ticari adil kullanım kapsamında kaldığına karar verilmiştir.[35] Mahkeme kararını verirken, yukarıda da alıntılanan ve somut olay döneminde yaygın bir şekilde kullanılan Inwood testinden de yararlanarak, eBay’in iştirak halinde sorumlu tutulabilmesi için eBay’e marka hakkını ihlal eden ürünlerin satışının bildirilmesine yahut söz konusu ihlalden haberdar olması gerekliliğinin bulunmasına rağmen satışa devam etmesi gerektiğini belirtmiştir. Tiffany’nin somut olayda eBay’in ihlalden haberdar olduğunu belirtir bir kanıt sunamaması neticesinde mahkeme eBay’in herhangi bir tazminata konu olamayacağına hükmetmiştir.[36] Tiffany bu karar üzerine son çare olarak Amerikan Yüksek Mahkemesi’ne başvurmuş ve Federal Mahkeme’nin verdiği kararın dünya çapında internet tabanlı hizmet sağlayıcıların kullanıcılarının marka ihlaline neden olan eylemlerinden sorumlu tutulup tutulamayacağı hususunda karar vermeye çalışan bir dizi davanın sonuncusu olduğunu söylemiştir.[37] eBay ise Marka Kanunu’nun e-Ticaret için değiştirilmesi gerekiyorsa bunun yargı mercileri tarafından değil yasamadan sorumlu Kongre’nin yapması gerektiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.[38] Amerikan Yüksek Mahkemesi ise herhangi bir açıklama yapmadan Tiffany’nin başvurusunu reddetmiştir.

D.            Sonuç

Dünya üzerindeki düzenlemeler, mahkemelerin içtihatları incelendiğinde, e-Ticaret firmalarının marka ihlalinden sorumlu tutulabilmeleri konusu üzerinde farklı yaklaşımlar olduğu göze çarpmaktadır. Ancak genel kanı, e-Ticaret firmalarının marka hakkını ihlal içerir içeriklerden sorumlu tutulamayacaklarıdır. Avrupa Birliği bu sonuca ulaşırken e-Ticaret firmalarının markayı nasıl kullandıkları ve satış üzerindeki kontrol gücünü araştırırken Amerika Birleşik Devletleri başta farklı bir yaklaşım izleyerek hükümlerini yalnızca bildirim prensibi üzerine kursa da sonrasında bu yaklaşımdan vazgeçerek yeni kararlarında kontrol düzeyi üzerine yoğunlaşmıştır. Ülkemizde ise hala gerek mevzuat gerekse de ilgili mahkemeler arasında bir görüş birliği bulunmamakla birlikte, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemelerinin verdiği kararlar göz önüne alındığında ülkemizin Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın içtihatlarının açtığı yolu takip edeceğine ilişkin bir izlenim uyanmaktadır.

M. Safa AKBULUT

Ekim 2021

akbulutmsafa@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Dijital Ticaret Tanım ve Kavramlar. (2019). Retrieved 23 September 2021, from https://www.ticaret.gov.tr/hizmet-ticareti/elektronik-ticaret/dijital-ticaret-tanim-ve-kavramlar

[2] Bloomenthal, A. (2021). Electronic Commerce (e-commerce). Retrieved 23 September 2021, from https://www.investopedia.com/terms/e/ecommerce.asp

[3] Suluk, D. (2018). 6769 SAYILI SINAİ MÜLKİYET KANUNUNUN GETİRDİĞİ YENİLİKLER. Retrieved 23 September 2021, from https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/520575

[4] Tuncel Uyanık, E. e-Ticaret Platformlarında Marka İhlali ve Yer Sağlayıcının Kusursuz Sorumluluğu. Retrieved 24 September 2021, from https://www.kutelmarkatescil.com/blog/e-ticaret-platformlarinda-marka-ihlali-ve-yer-saglayicinin-kusursuz-sorumlulugu#:~:text=İçerik%20sağlayıcıların%20hukuka%20aykırı%20eylemlerinden%20yer%20sağlayıcılar%20kural%20olarak%20uyarılmadıkça%20sorumlu%20değildir.&text=Aynı%20şekilde%20marka%20ihlali%20nedeniyle,sorumluluğu%20bulunduğu%20doktrinde%20ifade%20edilmektedir.

[5] Ibid.

[6] Liability of E-Commerce Websites for Trademark Infringement. (2021). Retrieved 23 September 2021, from https://www.kashishworld.com/blog/liability-of-e-commerce-websites-for-trademark-infringement/

[7] Ibid.

[8] Ibid.

[9] Ibid.

[10] Ibid.

[11] Ibid.

[12] Ibid.

[13] Ibid.

[14] Tuncel Uyanık, E. e-Ticaret Platformlarında Marka İhlali ve Yer Sağlayıcının Kusursuz Sorumluluğu. Retrieved 24 September 2021, from https://www.kutelmarkatescil.com/blog/e-ticaret-platformlarinda-marka-ihlali-ve-yer-saglayicinin-kusursuz-sorumlulugu#:~:text=İçerik%20sağlayıcıların%20hukuka%20aykırı%20eylemlerinden%20yer%20sağlayıcılar%20kural%20olarak%20uyarılmadıkça%20sorumlu%20değildir.&text=Aynı%20şekilde%20marka%20ihlali%20nedeniyle,sorumluluğu%20bulunduğu%20doktrinde%20ifade%20edilmektedir

[15] Ibid.

[16] Kirk, D. and Cullen, E., 2020. Online Marketplace Liability: Court of Justice of the European Union Ruling in Coty v. Amazon. [online] Lw.com. Available at: <https://www.lw.com/thoughtLeadership/online-marketplace-liability-cjeu-ruling&gt; [Accessed 27 September 2021].

[17] Vernimme, I. (2020). Online marketplace’s liability for trademark infringement. Retrieved 26 September 2021, from https://www.stibbe.com/en/news/2020/april/online-marketplaces-liability-in-tm-infringement

[18] Ibid.

[19] Ibid.

[20] Kirk, D and Cullen, E., op. cit.

[21] Ibid.

[22] Ibid.

[23] Ibid.

[24] Ibid.

[25] Paragraph 43, Conclusions of Advocate General Manuel Campos Sánchez-Bordona, presented on November 28, 2019 (1), Coty Germany GmbH, C – 567/18.

[26] Paragraph 56-58, Ibid.

[27] Madiega, T. (2020). Reform of the EU liability regime for online intermediaries – Background on the forthcoming digital services act. Retrieved 28 September 2021, from https://www.europarl.europa.eu/RegData/etudes/IDAN/2020/649404/EPRS_IDA(2020)649404_EN.pdf

[28] Kirk, D and Cullen, E., op. cit.

[29] Ibid.

[30] Anees, F. (2020). Coty v Amazon: CJEU confirms Amazon is not liable for trade mark infringement by merely storing a third party seller’s infringing goods. Retrieved 28 September 2021, from https://www.cms-lawnow.com/ealerts/2020/04/coty-v-amazon-cjeu-confirms-amazon-is-not-liable-for-trade-mark-infringement

[31] Ibid.

[32] Ibid.

[33] Martinet, B., & Oertli, R. (2015). Liability of E-Commerce Platforms for Copyright and Trademark Infringement: A World Tour. Retrieved 28 September 2021, from https://www.americanbar.org/groups/intellectual_property_law/publications/landslide/2014-15/may-june/liability-e-commerce-platforms-copyright-trademark-infringement-world-tour/

[34] Ibid.

[35] Ibid.

[36] Ibid.

[37] Madiega, T. (2020). Reform of the EU liability regime for online intermediaries – Background on the forthcoming digital services act. Retrieved 28 September 2021, from https://www.europarl.europa.eu/RegData/etudes/IDAN/2020/649404/EPRS_IDA(2020)649404_EN.pdf

[38] Ibid.

NIKE’IN ŞEYTANLA DANSI

Nike, insan kanı kullanılan 'Şeytan Ayakkabıları'nın üreticisine dava açtı  - BBC News Türkçe

GİRİŞ

Bu yazının kaleme alındığı günden bir önceki gün (29 Mart 2021), NIKE Inc. tarafından ilginç ve uzun yıllar konuşulabilecek bir dava açıldı. İlk satış doktrini, marka hakkının tükenmesi, markanın sulandırılması gibi ne kadar ilginç marka hukuku konusu varsa içeren bu dava, davalı MSHCF’nin, ünlü rapçi Lil Nas X ile iş birliğinden doğan ayakkabıları konu edinmesiyle daha da ilginç hale geldi.

Olayın öncesi:

Lil Nas X, Billy Ray Cyrus (Miley Cyrus’un babası) ile birlikte seslendirdiği, 2019 yazına damga vuran single’ı “Old Town Road” ile çok büyük bir üne kavuşmuştur. Esasen siyahi bir rapçi tarafından yorumlanan bu country-rap tarzındaki şarkının başına gelenler, başlı başına bir yazıyı hak etmektedir.

Old Town Road bütün interneti kasıp kavururken, Lil Nas X gay olduğunu açıkladı. Bunların yaşandığı 2019 yazından, günümüze kadar Lil Nas X başkaca başarılı şarkılar üretmeye ve sosyal medya yönetimi konusunda efsanevi bir performans sergilemeye devam etti.

26 Mart 2021’den sonra ise her şey çok hızlı gelişti.

26 Mart 2021’de Lil Nas X “Montero (Call Me By Your Name)” isimli yeni single’ını yayımladı. Şarkının satanik öğeler içeren, görece provokatif klibi ise oldukça büyük sansasyon yarattı ve elbette muhafazakâr kesimin tepkisini çekti. (Not: Klibin bir kısmında Lil Nas X kilometrelerce yükseklikte bir striptiz direğinden aşağı kayarak cehenneme iniyor ve burada Şeytan’ın kendisine twerk yapıyor. İzlemek isteyenler olursa diye linki.). Bu şarkının (daha ziyade klibinin) etkileri sürerken, Lil Nas X, MSCHF adlı bir sanat kolektifi ile bir ortaklığa girerek “Satan Shoes” isimli ayakkabıları hazırladı. Esasen NIKE Air Max 97 modelinin modifiye edilmesi ile yaratılmış Satan Shoes, isminden de anlaşılabileceği üzere, muhtelif satanik öğeler içermektedir. Ters çevrilmiş haç, 666 sayısı, pentagramlar, İncil’den Luka 10:18 alıntısı (İsa onlara şöyle dedi: “Şeytan’ın gökten yıldırım gibi düştüğünü gördüm.”) gibi “tasarım unsurlarının” yanı sıra ayakkabıların en çok ses getiren tarafı ise, ayakkabı tabanındaki hava baloncuğu kısmında 66 cc kırmızı mürekkep ve 1 damla insan kanı bulunması oldu.

28 Mart 2021 tarihinde NIKE Inc., yaptığı açıklamada “MSCHF veya Lil Nas X ile bir ilişkimiz bulunmamaktadır. Bu ayakkabılar NIKE tarafından tasarlanmamış veya satışa sunulmamıştır. Bu ayakkabıları onaylamıyoruz.” dedi.

666 çift olarak üretilen ayakkabılar, 29 Mart 2021 tarihinde 1018 dolardan (Luka 10:18’e atıfla) satışa sunuldu. Ayakkabıların tamamı bir dakika içerisinde tükendi.

Aynı gün içerisinde NIKE Inc. ihtiyati tedbir talepli davasını açtı (Çeviride hata olmasın, preliminary injunction değil, temporary restraining order. Belki de “ön ihtiyati tedbir” gibi bir çeviri daha uygun olabilirdi ama emin olamadım.). Siparişi alınan ürünlerin kargoya teslim edilmesini ve tüketicilere ulaşmasını engellemeyi amaçladığını ve bu yüzden aceleyle yazıldığını düşündüğüm dilekçeye buradan ulaşabilirsiniz:

Görüleceği üzere davanın konusu üç temelde özetlenebilir:

  • Marka hakkına tecavüz
  • Markanın sulandırılması
  • Haksız rekabet (Ürünün kaynağı konusunda tüketicinin yanıltılması)

24 sayfalık dilekçe, NIKE Inc.’in “Satan Shoes” ile herhangi bir bağlantısı olmadığı vurgusu ve orijinal Air Max 97 ile davaya konu Satan Shoes’un görsel karşılaştırması ile başlıyor:

NIKE Inc. dilekçenin ilk kısmı olan ön açıklamalarını (preliminary statement), Satan Shoes yüzünden tüketicilerin NIKE Inc.’e karşı öfke duyduğu, boykot çağrıları olduğu bulgularını sunarak, NIKE markasını kontrol etme hakkının sadece NIKE Inc.’e ait olabileceğini savunarak ve mahkemeden Satan Shoes siparişlerinin tesliminin durdurulmasını talep ederek bitiriyor.

3. ve 14. sayfalar arasında “Factual Background” olarak geçen, somut duruma ilişkin bilgilendirmeler yer alıyor. Yazıyı gereksiz uzatmamak adına bu kısımları özetlemeye çalışacağım:

–  3. ve 7. sayfalar arasında NIKE markasının tanınmışlığı, markaya yapılan yatırımlar, marka tescilleri ve markanın yer aldığı “Top 50 Iconic Brands” benzeri sıralamalardan bahsediliyor.

–  7. ve 14. sayfalar arasında (bana kalırsa) dilekçenin eğlenceli kısmı olan “MSCHF’nin hukuk dışı faaliyetleri” kısmı yer alıyor.

Tahmin edileceği üzere davalı MSCHF tarafından yapılması beklenen savunmalardan ilki ilk satış doktrini (first-sale doctrine) ve marka hakkının tüketilmesi savunması. Muhtemelen de esas hukuki mücadele bu eksende verilecektir. Zira davaya konu ürünler esasen MSCHF tarafından satın alınmış, orijinal NIKE Air Max 97’ler üzerine MSCHF’in yaptığı eklemelerden ve değişikliklerden oluşuyor.  

NIKE Inc.’in dava dilekçesini incelediğimizde bu savunmaya hazırlıklı olduğu görülüyor. Daha dilekçenin ilk cümlesinde ilgili ayakkabıların esaslı bir şekilde değiştirildiği (material alterations) iddia ediliyor. Bahse konu değişiklikler ise dilekçe kapsamında şu şekilde örnekleniyor:

  • Ayakkabıların isminin Satan Shoes olması
  • Taban orta kısmına kırmızı boya ve insan kanı eklenmesi
  • Satanik temalı, kırmızı işlemeler (İncil referansı, 666 yazısı vb.)
  • Bağcıkların üzerine eklenmiş bronz pentagram
  • Ayakkabıya yeni bir iç taban eklenmesi
  • Bütün bunlar yapılırken ayakkabıların yan tarafında halen NIKE logosunun mevcut olması

Burada NIKE Inc.’in yapmaya çalıştığı şeyi Türk hukuk sistemi kapsamında açıklamak gerekirse, Satan Shoes’un 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu m. 152 hükmünün ikinci fıkrasındaki istisnalar kapsamında olduğunu iddia etmek diyebiliriz. İlgili madde:

Hakkın tüketilmesi

MADDE 152- (1) Sınai mülkiyet hakkı korumasına konu ürünlerin, hak sahibi veya onun izni ile üçüncü kişiler tarafından piyasaya sunulmasından sonra bu ürünlerle ilgili fiiller hakkın kapsamı dışında kalır.

(2) Marka sahibi, birinci fıkra hükmü kapsamına giren ürünlerin üçüncü kişiler tarafından değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı kullanılmasını önleme hakkına sahiptir.

Esasen dilekçede vurgulanmaya çalışılan ve daha dilekçenin en başında konusu açılan “material alterations” yani esaslı değişiklik kavramı, marka hakkının tüketilmesi ilkesinin istisnası olarak yorumlanıyor. Esaslı değişiklik kavramını burada “üçüncü kişiler tarafından orijinal ürünlerin değiştirilmesi veya kötüleştirilmesi” olarak düşünebiliriz.

6769 Sayılı SMK kapsamında incelendiğinde, Satan Shoes gerçekten de marka hakkının tüketilmesi ilkesinin bir istisnası olarak yorumlanabilir; zira dava konusu ürün, orijinal ürünün üzerine satanik sembollerin işlenmesi ile oluşturulmuştur.

Öte yandan, bu konuyu son derece eğlenceli bir şekilde ele alan Alexandra J. Roberts’ın tweet zincirinde belirttiği üzere esaslı değişikliğin tanımını yapan ABD içtihatları da mevcut. Bunlardan en günceli ise 2020 Maui Jim davası:

An alteration is material if it changes something about a product that is relevant to consumers’ decision to purchase the product.

TR: Bir ürünün üzerindeki değişiklik, ilgili tüketicinin o ürünü satın alma kararını değiştirecek ölçüdeyse esaslıdır.

United States District Court, N.D. Illinois, Eastern Division. MAUI JIM, INC., Plaintiff and Counterclaim Defendant, v. SMARTBUY GURU. 7 Şubat 2020

NIKE Air Max 97’leri Satan Shoes yapmak için yapılan değişikliklerin esaslı olup olmadığı ise sizlerin takdiri. Dilekçeden gördüğümüz kadarıyla bu istisnanın “tüketici boyutunu” vurgulamak için NIKE Inc., internetteki bazı olumsuz yorumlara ve boykot çağrılarına yer vermiş. Satan Shoes ile NIKE Inc.’i ilişkilendirdiği için NIKE Inc.’e öfke kusan tüketici yorumlarının ekran görüntüleri hem markanın sulandırılması hem de marka hakkının tüketilmesi istisnası iddialarında kendine kullanım yeri buluyor.

Öte yandan davalı MSCHF’in bu iddiaya vereceği yanıt ise merakla bekleniyor. Tahminimce, bir dakikadan daha az sürede tamamı satılan ürünlerin tüketicisinin bilinçli olduğu ve tüketicilerin yanıltılmadığı ekseninde bir savunma çok sıra dışı olmayacaktır. Bu savunma, sitelerinde yer alan açıklamalardan ve ürünün 1018 dolarlık fiyatından dolayı ürünlerin artık NIKE Inc. ile bağlantısının kalmadığının anlaşılacağı; hatta ve hatta tam olarak bu yüzden tüketicilerin ürünleri satın aldıkları, dolayısıyla ürünlerin ilk satış doktrini kapsamında korunması gerektiği yönünde olabilir. Yine NIKE Inc. tarafından dosyaya sunulan olumsuz tüketici yorumlarını ise “tüketiciden” ziyade “sıra dışı bir klip çekmiş siyahi ve eşcinsel bir sanatçıya yönelik bağnaz tepkiler” olarak ele alan ve bu yorumların aslında tüketicinin satın alma davranışına örnek teşkil etmeyeceğine dayanan bir savunma da çok ihtimal dışı olmazdı. Bunun haricinde MSCHF’nin bir sanat kolektifi olması dolayısıyla bir ifade özgürlüğü (First Amendment) savunması da mutlaka gelecektir.

SON GELİŞMELER

Bu yazının kaleme alındığı tarih olan 30 Mart 2021 ile yazının yayım tarihi arasında yaşanan bir gelişmeyi eklemek isteriz:

NIKE Inc. tarafından dosyalanan ihtiyati tedbir talebi mahkemece kabul edildi. İlgilenenler, ihtiyati tedbir kapsamında taraf vekillerince sunulan letterları CourtListener sisteminden inceleyebilirler.

Öte yandan, kafalarda soru işareti oluşturan bir husus ise bu aşamadaki tedbir talebinin ne işe yarayacağı. Zira MSCHF 666 adet ürettiği ürünlerin bir tanesini çekilişle vermek için ayırdı; ancak kalan 665 adedi tüketicilere teslim edildi. Dolayısıyla NIKE Inc.’in bu duruma karşı nasıl bir strateji izleyeceğini göreceğiz.

Yazıyı gereğinden fazla uzatmak istememekle birlikte, tarafların ihtiyati tedbir sürecinde sundukları beyanların, yargılamanın kalanındaki pozisyonlarını belirleyebileceği düşüncesiyle kısaca bunlara değinmek istiyorum:

NIKE Inc., yazıda da aktarıldığı üzere, Satan Shoes’un ilk satış doktrini ve marka hakkının tüketilmesi halinin istisnasını teşkil edeceği ve markasının sulanmasına yol açacağı görüşünde.

Bununla birlikte MSCHF, son derece mantıklı bir noktaya değinerek, tüketicilerin Satan Shoes’u sadece MSCHF tarafından hazırlanan mobil uygulama üzerinden satın alabileceğini, bu uygulamayı indirmiş kişilerin de MSCHF’nin sanata yaklaşımından haberdar olduğunu öne sürdü. Öte yandan MSCHF beklendiği üzere ifade özgürlüğü (First Amendment) savunmasına yönelmiş durumda ve ihtiyati tedbir talebine karşı sundukları beyanın da önemli bir kısmını bu savunmaya ayırmış durumdalar. Nitekim, mahkeme tarafından verilen ihtiyati tedbir kararında da ifade özgürlüğü hususuna ayrıca bir şerh düşerek, davalı tarafın bu savunmasını detaylı bir şekilde sunma imkânı olduğunu belirtmiştir.

İfade özgürlüğü, parodi ve marka hukuku Türkiye’de çok karşılaşmadığımız bir karışım olduğu için davanın ilk açıldığı anda ben MSCHF’nin savunmasının ifade özgürlüğüne bu kadar dayanacağını düşünmemiştim açıkçası. Ayrıca, NIKE Inc.’in MSCHF beyanına vermiş olduğu cevapta da belirtildiği üzere, ilgili ürün tekil bir sanat eseri değil, 666 adet üretilen ve yüksek miktarda fiyat karşılığı satılan ticari bir ürün olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, Alexandra J. Roberts, law.com’a yapmış olduğu bir değerlendirmede çok aydınlatıcı bir noktaya parmak basarak, Jack Daniel’s marka sahibinin VIP Products LLC’ye karşı açtığı marka hakkına tecavüz davasını örnek göstererek, ifade özgürlüğü konusunun bu dava için belirleyici olabileceğini aktardı.

Jack Daniel’s tarafından açılan bu davaya konu ürün, VIP Products LLC tarafından piyasaya sunulan “BAD SPANIELS” isimli köpek oyuncağıydı. Ürün örneğini altta görüntüleyebilirsiniz:

Görüleceği üzere, ilgili ürün Jack Daniel’s markasının meşhur şişe tasarımı esas alınarak tasarlanmış bir köpek oyuncağıdır. Jack Daniel’s marka sahibi her ne kadar ilk derece yargılamasında bu oyuncağa karşı açtığı davada lehte bir sonuç almış ise de, temyiz sürecinde ilgili ürünün ifade özgürlüğü kapsamında ele alınması gerektiği belirtilmiş ve ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. Son olarak ise Jack Daniel’s marka sahibi tarafından ABD Yüksek Mahkemesi’ne (Supreme Court) yapılan başvurunun incelenmesi talebi ise reddedilmiştir.

Bu bağlamda her ne kadar NIKE Inc. ilk etapta avantajlı gözükse de sonucu oldukça belirsiz bir dosya olacağa benziyor.

Daha bu aşamada, bu davaya ilişkin daha fazla yorum yapmak çok mümkün gözükmüyor. Ancak bu davanın, yılın en eğlenceli IP davası olma ihtimali çok fazla. Yazıyı kapatırken, davanın popüler kültüre bazı yansımalarından eğlenceli bulduklarımı da dikkatinize sunmak isterim:

Lil Nas X’in dava sonrası sosyal medya paylaşımları:

Lil Nas X’in “özür videosu” https://www.youtube.com/watch?v=ESf8Un3g9zM

Video, Youtube tarafından yaş kısıtlamasına tabi tutulduğu için link vermekle yetinilmiştir.

JAJA Tekila’nın Satan Shoes’dan esinlenerek yaptığı ayakkabı:

(Bu tweeti paylaşan Sn. Elif Aykurt Karaca’ya teşekkürlerimi sunarım)

Son olarak, USPS (ABD Posta İdaresi) tarafından yayımlanan bir açıklamanın tam da NIKE Inc.’in Satan Shoes davasını açtığı döneme denk gelmesi, NIKE Inc. için çok hoş olmayan bir tesadüf oldu.

Bu açıklama, NIKE Inc. tarafından piyasaya sürülmesi planlanan bir ayakkabı modelinin, USPS ile özdeşleşmiş posta kutusuna benzemesi ile ilgilidir. USPS’in son derece sert bir dille yapmış olduğu açıklamayı aşağıda paylaşarak yazıyı kapatıyorum:

“The NIKE Air Force 1 USPS” Experimental shoe is neither licensed nor otherwise authorized by the U.S. Postal Service

The Postal Service, which receives no tax dollars for operating expenses and relies on the sale of postage, products and services to fund its operations, protects its intellectual property. Officially licensed products sold in the marketplace expand the affinity for the Postal Service brand and provide incremental revenue through royalties that directly support it. Sales of unauthorized and unlicensed products deny support to the hardworking women and men of the Postal Service. 

This is an unfortunate situation where a large brand such as NIKE, which aggressively protects its own intellectual property, has chosen to leverage another brand for its own gain. The Postal Service is disappointed in NIKE’s lack of response to repeated attempts to come to a solution.  The Postal Service will take whatever actions it deems necessary to protect its valuable IP rights.”

NIKE Air Force 1 USPS isimli deneysel ayakkabı modeli, ABD Posta İdaresi tarafından lisanslanmamış veya herhangi bir şekilde onaylanmamıştır.

“Operasyon giderleri için vergilerden herhangi bir pay almayan ve operasyon giderlerini posta hizmetlerinin ve ürünlerinin satışından karşılayan Posta İdaresi, fikri mülkiyet haklarını korumaktadır. Yasal olarak lisanslanmış ürünlerin satışı, Posta İdaresi markasına bağlılığı arttırmakta ve bu ürünlerin satışından gelen gelirler Posta İdaresi’ne doğrudan katkı sağlamaktadır. İzinsiz ve lisanssız olarak üretilen ürünlerin satışı, Posta İdaresi’nin gayretli çalışanlarını bu destekten mahrum bırakmaktadır.

NIKE gibi kendi fikri mülkiyetini agresif bir şekilde koruyan bir markanın, bir başka markayı kendi kazancı için kullanmayı tercih etmesi son derece talihsiz bir durumdur. Posta İdaresi, bu süreci bir çözüme ulaştırmak amacıyla, defaatle yapmış olduğu girişimlere NIKE’ın cevapsız kalmasından ötürü hayal kırıklığına uğramıştır. Posta İdaresi, kıymetli fikri mülkiyet haklarını korumak için alması gereken her tür hukuki önlemi alacaktır.”

Güray BALIKTAY

Nisan 2021

guraybaliktay@gmail.com

Kendi isminizi kaybetmek: Hayley Paige Davası

JLM Couture, Inc. v. Gutman, 1: 20-cv-10575.

Hayley Paige Gutman, 2011 yılında ve henüz 25 yaşındayken, JLM Couture, Inc.’ın (“JLM”) baş tasarımcısı olarak işe başlamış ve kendi adının verildiği gelinlik koleksiyonunun da piyasaya sunulmasıyla birlikte sektörde güçlü bir pozisyona sahip hale gelmiştir.

Yakın zamanda “Hayley Paige” marka hakkı sahibi olan JLM, Gutman’ın Instagram hesabı üzerinden yaptığı kişisel nitelikteki paylaşımlarının ardından, marka hakkına bağlı olarak, Gutman’a karşı açtığı hukuk davası ile gündeme geldi.

“Hayley Paige” ibareli markaların sahibi olan JLM tarafından, New York Federal Mahkemesinde 15 Aralık 2020 tarihinde açılan dava, markanın sulandırılması, haksız rekabet, sözleşmenin ihlali, değiştirilmesi ve güvene dayalı sorumluluğun ihlali iddialarına dayanmaktadır. Şirket, “Hayley Paige” ve varyasyon markalarındaki münhasır hak iddialarının temelini, Gutman 2011 yılında moda endüstrisinde nispeten yeni sayılabilecek bir pozisyonda iken, taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesine dayandırmaktadır.

JLM, taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesine göre, 2019 yılında sözleşmenin süresini “en az 3 yıl daha” uzatma opsiyonunu kullanarak, sözleşmenin halen hüküm ifade ettiği ve geçerliliğini koruduğu iddiasındadır.

2011 yılında taraflar arasında kurulan ortaklık ile “Hayley Paige” ibareli markadan “Just Got Paiged” markasına kadar “Hayley Paige” ibarelerini içerir 37 adet yerel ve uluslararası pek çok farklı varyasyonda marka başvurusu yapılmış olmakla birlikte, bu markalar ilgili koleksiyonlarda yer alan gelinlik ve mücevher ürünlerinde kullanılmaktadır.

Hayley Paige markalı gelinliklerin JLM tarafından piyasaya sürülmesi ile, JLM, aralarında imzalanan ilgili iş sözleşmesine dayanarak, Gutman’ın adını koleksiyonlarında kullanma hakkını haiz hale gelmiş, eski ve yeni tüm tasarımlarını “Hayley Paige” ismi ile satışa sunma ve reklamını yapma hakkına da sahip olmuştur. JLM’nin davadaki iddialarında, Gutman’ın taraflar arasındaki işçi-işveren ilişkisi ile bağlantılı olarak “@misshayleypaige” Instagram hesabında da olduğu gibi, Hayley Paige markası ile sosyal medya hesaplarının oluşturulduğu ve yine aynı işçi-işveren ilişkisi kapsamında Gutman’ın bu hesapların yönetilmesinde yardımcı olduğu belirtilmiştir. JLM ayrıca tasarımcıyı Instagram hesabını gasp etmekle suçlamaktayken, Gutman ise Kasım 2019’da aralarındaki sözleşmenin sona erdiğini gerekçe göstererek, ilgili Instagram hesabının kendi şahsi hesabı haline geldiğini savunmaktadır.

JLM, Hayley Paige markasının büyük başarısına rağmen, Gutman’ın Kasım 2019’dan beri JLM’nin hem iş hem de fikri mülkiyet haklarının zararına sebep olan hareketlerde bulunmaya başlaması neticesinde olayların kötüye gitmeye başladığı iddialarında bulunmuştur. JLM, Hayley Paige isimli sosyal medya hesaplarının oluşturulduğu andan itibaren kendisine ait olduğu hususunu da savunmaktadır.

Gutman ise @allthatglittersonthegram adlı ikinci bir Instagram hesabı üzerinden Şirketten istifa ettiğini bildiren bir video paylaştı.

JLM ile aralarındaki yasal sürece ilişkin bilgileri hayranları ve takipçileri ile paylaşma amacıyla yayınladığı ilgili videoda, hesabını en başından beri bir gelinlik tasarımcısı olarak hem özel hem de profesyonel hayatına yer veren paylaşımlarda bulunacak şekilde kullandığı ifadelerine yer verdi. Yaptığı video paylaşımında, Instagram hesabının onun tüm hayatını yansıttığını ve JLM’nin takipçileriyle kendi arasında kurduğu ilişkinin yer aldığı bu sosyal medya platformunu tamamen iş fırsatına dönüştürme amacıyla elinden almaya çalıştığını da belirtmekteydi. JLM’ye göre ise, bu hesap zaten hiçbir zaman Gutman’a ait olmamıştı.

Bunun yanı sıra, JLM’nin dava dilekçesindeki iddiaları arasında, Gutman tarafından “misshayleypaige” adı ile Kasım 2019’da Tiktok’ta hesap açılması ve paylaşımlarında Hayley Paige markalarını uygun şekilde temsil etmeyen videolar paylaşılması neticesinde taraflar arasındaki sorunların başladığı yer aldı. JLM’nin iddialarına göre dava konusu uyuşmazlık, Gutman’ın ifadelerinde yer aldığı gibi sadece sosyal medya üzerinden yayınlanan videoların markayı temsil eder nitelikte olmamasından dolayı değil, aynı zamanda, Gutman tarafından JLM’ye verilen haklar kapsamında “misshayleypaige”in de yer almasından, yani diğer bir deyişle, tasarımcının isim kullanımına ilişkin iş sözleşmesinden kaynaklı olarak JLM’ye ait “dünya çapında münhasır hak ve lisans sahibi” olmasından kaynaklanmaktaydı.

Ayrıca JLM, Gutman’ın çalıştığı dönem boyunca, yaptığı tasarımların ve bu tasarımlara ait haklarının JLM mülkiyetinde olacağını sözleşmede belirtmiş bulunmaktaydı. Buna ek olarak, aksi belirtilmediği sürece, Gutman’ın ayrıca JLM’ye “kendi adının ‘Hayley,’ ‘Paige,’ ‘Hayley Paige Gutman,’ ‘Hayley Gutman’, ‘Hayley Paige’ veya bunlardan birinin varyasyonunun kullanımının sözleşme süresince ve sona ermesinden itibaren iki yıllık süre içinde gelin kıyafetleri, gelin aksesuarları ve gelin ve düğün eşyalarının tasarımı, üretimi, pazarlanması ve/ veya satışı ile bağlantılı olarak kullanılabileceğini” iddia etmekteydi.

Sosyal medya hesapları ve diğer sorunlar yüzünden taraflar arasında ortaya çıkan tartışmalar neticesinde ilgili davada, JLM’nin talebi üzerine, Gutman’ın geçici olarak adını kullanmasını veya Hayley Paige adını içerir sosyal medya hesaplarından herhangi birine erişmesini yasaklamak için geçici bir sınırlama emri getirildi.

Gutman, Instagram üzerinden yaptığı video paylaşımında, neler olup bittiğini başkalarının da öğrenebilmesi amacıyla hayranlarından bu videosunu diğer insanlarla da paylaşmalarını istedi. Tasarımcı ayrıca gelecekteki planları hakkında daha fazla paylaşımda bulunacağına dair de söz verdi. Yaptığı paylaşım özellikle kadın hayranları tarafından oldukça destek buldu.

Tasarımcının Instagram üzerinden paylaştığı videosunda son olarak, “Gelinlik tasarımcısı olmayı seviyorum ve kendimi bu dünyaya bunu yapmak için gönderilmiş gibi hissediyorum.”, “Bu sevginin bazı şeylerin pahasına yapılması gerektiğini düşünmüyorum. Ve ben bu zorbalığa uğramayacağım.” şeklindeki sözleri de yer aldı.

Belce BARIŞ

Ocak 2021

belcebaris@gmail.com

Kullanılmama Nedeniyle İptal Edilen Markanın İptal Edilmesinden Önce Gerçekleşen İhlal Nedeniyle Tazminat Talep Edilebilir mi?

AB Adalet Divanı’nın C-622/18 Sayılı Yorum Kararı

İnceleme konusu Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) kararında (26 Mart 2020, C-622/18); ihlale konu tescilli bir markanın ihlal tarihinden sonra kullanılmama nedeniyle iptal edilmesi halinde, ihlalden kaynaklı tazminatın hala mevcut olup olmadığı değerlendirilmiştir.

Temyiz eden AR, alkol ve alkollü içecekler pazarlamaktadır. AR, 5 Aralık 2005 tarihinde, “SAINT GERMAIN” markasının Fransız Ulusal Sınai Mülkiyet Enstitüsünde tescili için başvuruda bulunmuştur. Söz konusu marka, 12 Mayıs 2006 tarihinde “alkollü içecekler (biralar hariç), elma şarabı, sindirim maddeleri, şaraplar ve alkollü içeceklerin yanı sıra alkollü özler ve esanslar” bakımından tescil edilmiştir.

AR, 8 Haziran 2012 tarihinde, Cooper International Spirits, St Dalfour ve Établissements Gabriel Boudier tarafından üretilen bir likörün “St-Germain” markasıyla dağıtıldığını öğrenip, bu üç şirket aleyhinde tazminat talepli ihlal davası açmıştır.

Buna paralel olarak, 13 Mayıs 2011 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere AR’nin SAINT GERMAIN ibareli markası kullanılmama nedeniyle iptal edilmiş ve bu karar kesinleşmiştir.

AR, ihlal davası için Bölge Mahkemesi’ne başvurarak, iptalden önceki sürede, yani 8 Haziran 2009 – 13 Mayıs 2011 tarihleri arasında ihlalin gerçekleştiği iddiasını ileri sürmüştür. 

Bu iddia, söz konusu markanın başvurusunun yapıldığı tarihten bu yana kullanılmadığı gerekçesiyle 16 Ocak 2015 tarihli Bölge Mahkemesi kararıyla tamamen reddedilmiştir.

Paris Temyiz Mahkemesi, Bölge Mahkemesinin kararını 13 Eylül 2016 tarihinde onamıştır. AR, Paris Temyiz Mahkemesi kararının marka mevzuatını ihlal ettiği gerekçesiyle bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Bu koşullarda, üst mahkeme yargılamayı durdurmaya ve aşağıdaki soruyu ABAD’a sormaya karar vermiştir:

“Bir markayı hiç kullanmayan ve kullanılmadığı andan itibaren iptal edilen bir markanın sahibi, markanın tescilli olduğu dönem boyunca meydana gelen tecavüz fiilleri için tazminat talep edebilir mi?”

(Not: Somut olaydaki markanın tescilli olduğu tarihler 12 Mayıs 2006 – 12 Mayıs 2011 arasıdır.)

ABAD’ın uyuşmazlık hakkındaki değerlendirmesi şu şekildedir:

2008/95 Direktifi uyarınca, AB üye ülkeleri bir markanın iptalinin yürürlüğe gireceği tarihi belirlemekte özgürdür. Buna ek olarak, üye devletler, markanın iptal edilebileceğini tespit ederlerse, markanın ihlal davasında kullanılamayacağını belirtmek isteyip istemediklerine karar verebilirler (Madde 11 (3) Direktif 2008/95).

Fransız yasalarına göre, bir markanın kullanılmaması nedeniyle iptali hali, markanın tescilini izleyen beş yıllık sürenin sona ermesiyle ortaya çıkabilir. ABAD’a göre, Fransız yasama meclisinin 2008/95 sayılı Direktifin 11 (3) maddesinde belirtilen seçeneği kullandığını gösteren hiçbir şey yoktur.  Yani başka bir deyişle, Fransız mevzuatı, markadaki haklar sonradan iptal edilmiş olsa bile, bu süre içinde meydana gelen ihlallerle ilgili olarak işlem yaparken, sürenin bitiminden sonra, bir ticari marka sahibinin tescile güvenmesi için kapıyı açık bırakmaktadır.

Buna ek olarak, ABAD bir ticari markanın kullanılmamış olmasının kendi başına ihlal edici fiillerle ilgili olarak tazminatı engellemediğine, ancak maruz kalınan zararın varlığı ve zararın miktarının belirlenmesinde dikkate alınması gereken önemli bir faktör olduğuna karar vermiştir.

Sonuç olarak, Mahkeme, 2008/95 sayılı Direktifin 10 (1) maddesinin ilk alt paragrafı olan 5 (1) (b) maddesinin ve 12 (1) maddesinin ilk alt paragrafının, Direktif başlangıç kısmının altıncı maddesi ile bağlantılı olarak okunduklarında; tescilli bir markanın tescil tarihini takip eden beş yıl içerisinde tescil kapsamındaki mal veya hizmetler bakımından ciddi kullanımının gerçekleşmemesi nedeniyle iptal edilmesi halinde, üye devletlere, tescilli markanın sahibinin iptal tarihinden önce kendi markasıyla karıştırılabilecek bir işaretin aynı veya benzer mal veya hizmetler için üçüncü kişilerce kullanımından kaynaklanacak zarar nedeniyle tazminat talep edebilme hakkına izin verme ya da vermeme imkanını sağladığı şeklinde yorumlanması gerektiğini belirtmiştir.  

Söz konusu karardan da anlaşılacağı üzere Fransa’da kullanılmayan bir markanın sahibi, markası kullanılmama nedeniyle iptal edilmiş olsa bile haklarına tecavüz eden kullanıma ilişkin dava açabilecektir.

ABAD’ın kararı ilk bakışta alışagelmişin dışında bir karar gibi gelse de Türk mevzuatında da 6769 sayılı kanunun 26 ncı maddesinde markanın iptaline karar verilmesi hâlinde; bu kararın, iptal talebinin Kuruma sunulduğu tarihten itibaren etkili olması ana kural olup, talep üzerine, iptal hâllerinin daha önceki bir tarihte doğmuş olması hâlinde iptal kararının bu tarihten itibaren etkili olacağına karar verileceği düzenlenmiştir. İptal kararının etkileri hukukumuzda markanın hükümsüzlüğü gibi başvuru tarihinden itibaren sonuç doğurmadığı düşünüldüğünde ABAD’ın kararının Türkiye bakımından yerinde olduğu düşünülmektedir.   

Aysu TAŞ

Eylül 2020

aaaysutas@gmail.com

PH5 ve HENNINGSEN; JAPONYA’DAN İKİ KARAR

Tasarım sevenler ve özellikle İskandinav tasarımlarına meftun olanlar için POUL HENNINGSEN ismi efsaneler arasındadır. 1894-1967 yılları arasında yaşamış, Danimarka’nın  milli ikonlarından biri olan   Henningsen’in tasarımları bugün de güncelliğini koruyan ve çağının çok ötesinde işlerdir. Henningsen binalar yanında Kopenhag’ın ünlü Tivoli bahçelerinin bir kısmını ve  bazı tiyatroların  dekorlarını tasarlamakla beraber, global ölçekte adını hafızalara asıl kazıyan lamba tasarımlarıdır.  (Kuzey ülkelerinden lamba üzerine çalışan bu kadar çok sayıda ünlü tasarımcı çıkması  ayrı bir yazının konusu olmayı hak ediyor aslında. Bu muhtemelen bir  tesadüf değil, bilakis  Kuzey’in ışık ile olan meselesinin yarattığı bir dinamik olabilir. )     

 Bir odanın doğru aydınlatılması için para gerekmez, sezgi ve kavrayış lazımdır”.

Henningsen’i lamba tasarlamaya iten şey o vakitlerde (1920’ler) alışkanlığı olduğu  üzere yaptığı tren yolculuklarından birinde görüp düşündükleridir. Trende giderken gördüğü  evlere bakarak  der ki;Akşam vakti trende giden birisi birinci kattaki evlere baktığında onların ne kadar kasvetli olduğunu görüp sarsılabilir. Mobilyalar, stil halılar vs evdeki her şey aslında ışıklandırmanın yanında tali unsurlardır. Bir odanın doğru aydınlatılması için para gerekmez, sezgi ve kavrayış lazımdır”

Henningsen’in lamba tasarımlarından özellikle üç tanesi dünya çapında meşhurdur ve bunlar bugün de halen ciddi satış rakamlarına ulaşmaktadır. Yaratılış zamanlarına göre, görece olarak, “eski tarihli” ama zevk-kullanım pratiği ve estetik açısından “yepyeni” olan bu tasarımlar PH5, Artichoke (enginar) ve Snowball (kartopu) diye adlandırılır. 

“Lamba yahu altı üstü, nedir ki yani” demeyin lütfen, bu lambalar Danimarka kültürünün bir parçası ve Henningsen’in tasarımları birer modern klasik aslında.

Henningsen’in lambalarını ilginç ve arzulanır kılan tek şey tasarımların cezbedici ve ilginç hatları değil, esasen bunların ışığı geçirme/ışıkla oynama ve daha doğrusu ışığı ehlileştirme  halleri. Henningsen hayatı boyunca ışığın doğrudan yüzeye düşmemesi gerektiği fikrine sahip olmuş ve buna göre tasarımlar yapmış birisi. Zaten 1925 yılında Paris’teki Dünya Tasarım Fuarı’nda ödül alan lambaları da bu düşünüşle katlı tasarlanmış işlerden oluşuyor. Paris’ten döndükten sonra Henningsen Louis Poulsen şirketiyle bir anlaşma imzalıyor, bu anlaşma çerçevesinde de PH5 adı verilen lambaları 1958 yılında yaratıyor. Yaratıldığı 1958 yılından bugüne kadar PH5 lambalar  hep aynı şirket tarafında üretilip pazarlanıyor; Louis Poulsen. Ne acayip değil mi Henningsen ile Louis Poulsen arasındaki anlaşma yapılalı  tam 61 yıl olmuş ve sistem aynen ilk günkü gibi yürüyor! Bu lambalara neden PH5 dendiğini  sanırım tahmin ettiniz; PH tasarımcının ad ve soyadının ilk harflerinden geliyor, 5 rakamı ise lambadaki en geniş parçanın çapının 50 cm olmasını ifade ediyor. En büyük parçanın çapına göre PH3 vs diye adlandırılan değişik büyüklüklerde olanları da mevcut. 

PH5 lambaların sadece sarkıt şeklinde olanları yok, ayaklı olanları var, çalışma masası lambası formunda olanları var,duvar lambası şeklinde olanı var vs .

Yukarıda yazının girişindeki resimde yer alan değişik renklerdeki modeller PH5’in yaratılmasının 60. yılı şerefine  piyasaya sürülen  yeni renk skalasındaki  ürünlerden bazılarını gösteriyor.

Bu kadar başarı cezasız kalmıyor elbette(!),  Henningsen’in lambaları  dünyanın en çok taklit edilen tasarımları arasında. İşte bugünkü yazının konusu olan Japonya kararları da bu taklitlerin son örneklerinden birine ilişkin.

İHTİLAF

Louis Poulsen A/S (LP) şirketi “PH5” lambaları Japonya pazarında 40 yıldır satıyor ve lamba 3 boyutlu marka olarak Japon Patent Ofisi nezdinde 2016 yılından beri 11.sınıfta aşağıdaki şekilde tescilli.

Taklit Ürünler

Davalı “R&M Japan” şirketi ise aşağıda fotoğraflarını göreceğiniz taklit PH5 lambaları Japonya’ya ithal edip satıyor.

Davalı taraf,  davacının PH5 lambalar üzerindeki tasarım hakkının sona ermesi sebebiyle tasarımın harcı alem hale geldiğini söylüyor, ayrıca davacının kendisinin yaptığı satışlardan herhangi bir zarara uğramadığını iddia ediyor çünkü tüketicilere açık biçimde davalının sattığı lambaların harcı alem hale gelmiş tasarımlar olduğu veya replika olduğunun bildirildiğini söylüyor. Bunun yanında davalı kendisinin sattığı PH5 lambalarla davacının ürünleri arasında çok ciddi bir fiyat farkı bulunmasından dolayı da davacının kendisi yüzünden zarara uğraması ihtimali bulunmadığını belirtiyor.

Tokyo Bölge Mahkemesi Kararı

Mahkeme davacı LP lehine verdiği kararda şunları söylüyor kısaca

  1. Davalının eylemleri açıkça davacının 3 boyutlu marka tesciline tecavüzdür.
  2. PH5 lambaların görünümünün 3 boyutlu marka olarak tescil edildiği göz önüne alınırsa davacının tasarım hakkının sona ermiş olmasının bir ehemmiyeti yoktur.
  3. Her ne kadar tecavüz teşkil eden lambalar satılırken bunların replika olduğu belirtiliyorsa ve dahi bu malların fiyatı orijinal lambalara göre daha düşükse de şu açıktır ki bu taklit lambalar davacının orijinal lambalarıyla  rekabet etmektedir.

Neticeten Mahkeme ortada bir marka tecavüzü bulunduğuna hükmedip davalıyı 4.4 milyon Japon Yeni tazminata mahkum ediyor.

AYNI TARAFLAR ARASINDA BİR DİĞER İHTİLAF

Aslında yukarıda bahsettiğim ihtilafın bir başka yönü de var, şöyle ki; R&M Japan şirketi 2013 yılında 35. sınıfta aydınlatma aparatlarının toptan ve perakende satışı hizmetleri için aşağıdaki şekilde bir marka başvurusu yapıyor

Marka JPO tarafından 2014 yılında tescil ediliyor. Tescilden  3 yıl geçtikten sonra 2017 yılında  LP şirketi JPO nezdinde hükümsüzlük talebinde bulunuyor ve  diyor ki, bu tescil benim Henningsen tarafından tasarlanmış meşhur PH5 lamba için mevcut 3 boyutlu marka tescilimi ihlal ediyor ve kesinlikle kötü niyetle bize zarar vermek amacıyla yapılmış bir tescil.

Dosyaya LP şirketi tarafından sunulan delillere göre PH5 lambalar Japonya’da 1976 yılından beri satılıyor. PH5 lambalardan LP şirketi tarafından bugüne kadar global bazda 500.000 adet üretilip satılmış. Dosyaya Japonya’nın Danimarka Büyükelçisi tarafından hazırlanıp imzalanmış bir mektup da sunulmuş ki burada lambanın ve LP şirketinin ne kadar meşhur olduğuna vurgu yapılıyor (dedim ama size bu lambalar milli mesele Danimarka’da diye) . Ayrıca dosyada LP’nin 3 boyutlu markasının tescili sırasında ciddi kullanım yoluyla işaretin ayırt edicilik ve kaynak gösterme fonksiyonu kazandığına karar verilmiş olduğuna da vurgu yapılıyor. 

JPO, LP lehine yani R&M Japan şirketinin tescilinin hükümsüzlüğüne karar veriyor. JPO kararında özellikle aşağıdaki hususlara işaret ediyor;

  1. PH5 lambanın 3 boyutlu şekli hükümsüzlük talebine konu marka tescilinden evvel yani LP’nin 1976 yılından bu yana Japonya’da yaptığı kesintisiz pazarlama faaliyetleri neticesinde ilgili tüketiciler nezdinde LP’yi  işaret eden meşhur bir işaret haline gelmiştir.
  • Taraf markaları  karşılaştırıldığında hükümsüzlüğü istenen tescilin PH5 lambaya benzerliği tartışmasızdır. Hükümsüzlüğü istenen markada ilgili tüketiciler ve bu alanda ticaretin içinde bulunanlar tarafından pendant lamba şeklinin konu markada öne çıkan/algılanan baskın unsur olacağı açıktır.
  • Hükümsüzlüğü istenen markanın sahibinin mallarını satarken “PH5 lambanın reprodüksiyonu” şeklinde pazarlama faaliyetinde bulunması göstermektedir ki kendisi de taraflar arasında bir ihtilaf doğabileceğini öngörmektedir ve karşı tarafın işine zarar verebilecek bir eylem gerçekleştirdiğinin farkındadır.
  • Dolaysıyla hükümsüzlüğü istenen markanın sahibi LP’ye ait meşhur PH5 lambanın şeklini içeren bir tescil alarak kötüniyetli şekilde karşı tarafın markasından haksız kazanç elde etme veya ona zarar verme kastıyla hareket etmiştir.

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Mayıs 2019

GÜMRÜK MEVZUATI BAĞLAMINDA SINAİ MÜLKİYET HAKLARINA İLİŞKİN GÜNCEL GELİŞMELER

 

Sınai mülkiyet haklarının ihlalinin görünüm şekilleri arasında malların ithalatı ve belli durumlarda ihracatı da yer almaktadır.  İhlalin belirtilen şekilde gerçekleşmesi halinde özellikle ihlale konu eşyanın muhafazası sınai mülkiyet mevzuatının yanında gümrük mevzuatının da konusunu oluşturmaktadır. Okumakta olduğunuz yazının konusu da belirtilen duruma ilişkindir. 28.11.2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 1 Seri No.lu Kaçak Eşya ve Kaçak Eşya Naklinde Kullanılan Taşıtlara İlişkin İşlemler hakkında Tasfiye Genel Tebliği[1] (Tebliğ) m.9 hükmünde fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal eder nitelikteki eşyaya ilişkin işlemler düzenlenmektedir.

Tebliğ m.9/1 hükmünde; 21.03.2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda (KMK) tanımlanan suçların konusunu oluşturan ve aynı zamanda fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal eder nitelikte olduğundan şüphe edilen eşyanın, bir gümrük işlemi ile bağlantılı olması halinde gümrük idaresine ait ambarlara alınacağı belirtilmiştir.

Tebliğ m.9/2 hükmünde; yurt içinde fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal ettiği şüphesi ile elkonulan eşyanın gümrük işlemleri ile bağlantısının kurulamaması halinde bu tür eşyanın, 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m.163 hükmüne göre hızlı imha prosedürüne tabi tutulması gerektiğinden bahisle gümrük idaresince teslim alınmaksızın milli emlak birimlerine teslim edileceği belirtilmiş, KMK kapsamında dava açılması halinde bu tür eşya gümrük ambarlarına alınabileceği gibi eşyanın tasfiyesine ilişkin işlemlerin yerinde de gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir.

Tebliğ m.9/3 hükmünde KMK kapsamında yurt içinde el konulan ve aynı zamanda SMK kapsamında olduğu değerlendirilerek gümrük idaresine teslim edilen eşya ile ilgili olarak SMK kapsamında dava açılması ve mahkemesince imhası yönünde karar verilmesi halinde, eşyanın depolanması, imhası ve yapılan diğer masrafların yükümlüsünden tahsil edileceği belirtilmiştir.

Tebliğ hükümleri incelendiğinde; Tebliğ m.9/2 hükmünün yalnız marka hakkına ilişkin olduğu ve marka hakkına tecavüz suçuyla sınırlı olduğu sonucuna varmak mümkündür. Bu çıkarımı yapmamızın nedeni, anılan hükmün SMK m.163 hükmünde düzenlenen hızlı imha prosedürüne atıf yapmasıdır. SMK m.163 hükmü, her ne kadar SMK’nin Ortak Hükümler başlığı altında yer alsa da doğası gereği yalnız markalara uygulanabilecek niteliktedir. Zira SMK m.163 hükmü SMK’de düzenlenen suçlara ilişkindir ve SMK’de yer alan tek suç, SMK m.30 hükmünde düzenlenen marka hakkına tecavüz suçudur. Bununla birlikte Tebliğ m.9/1 ve m.9/3 hükümleri tüm sınai mülkiyet haklarına uygulanabilecek niteliktedir. Zira anılan hükümlerde sınai mülkiyet hakkının ihlalinden söz edilmekte ve bu ihlal halinin suç niteliğinde olması koşulu aranmamaktadır.

Tebliğ’in sınai mülkiyet hakkına ilişkin bölümü üzerinde yapılacak genel bir değerlendirmede, KMK’de tanımlanan suçların konusunu oluşturan eşyanın aynı zamanda fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal eder nitelikte olduğundan şüphe edilmesi ve bir gümrük işlemi ile bağlantısının bulunması halinde gümrük idaresine ait ambarlara alınabileceği, ancak bu eşya hakkında SMK kapsamında dava açılarak imha kararı verilmesi halinde, eşyanın depolanması ve imhasına ilişkin masraflar ile yapılan diğer masrafların yükümlüsünden tahsil edileceği sonucuna varılmaktadır. Tebliğ m.9/2 hükmüne göre; yurt içinde fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal ettiği şüphesi ile el konulan eşyanın, gümrük işlemleri ile bağlantısının kurulamaması halinde, gümrük idaresince teslim alınmaksızın milli emlak birimlerine teslim edileceği; ancak bu tür eşya hakkında KMK kapsamında dava açılması halinde ise söz konusu eşyanın gümrük idaresine ait ambarlara alınabileceği veya eşyanın tasfiyesine ilişkin işlemlerin eşyanın bulunduğu yerde de gerçekleştirilebileceği sonucuna varılmaktadır.

[1] Bkz; http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/11/20181128.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/11/20181128.htm

 

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Kasım 2018

 

 

Tanınmış Markaya Tecavüzde Parodi İstisnası – A.B.D.’nden “Louis Vuitton v. My Other Bag” Davası; Güçlü Her Zaman Kazanmaz!

 

Tanınmış markaya tecavüzün parodi yapılması halinde ortaya çıkıp çıkmadığı, marka hukukunda önemli bir tartışma alanı oluşturmaktadır. Tartışmayı, A.B.D. yargısının ses getiren Louis Vuitton v. My Other Bag kararı çerçevesinde aktarmaya başlamadan önce, parodi istisnasının tanımlanması yerinde olacaktır.

Parodi, marka tecavüzü iddialarına karşı bir savunmadır. Altında yatan teori, parodinin ciddiye alınmayacağı, dolayısıyla karıştırılma olasılığının ortaya çıkmayacağıdır. Parodi bir taraftan orijinal markayı akla getirirken, diğer taraftan ürünün orijinal veya orijinalle bağlantılı olmadığını, orijinalin alaycı bir taklidi olduğunu gösterecek derecede zekice olmalıdır. (Leslie J. Lott – Trademark Parody, http://lottfischer.com/general.php?category=Resources&headline=Trademark+Parody&subhead=Articles )

Ülkemizde günlük yaşamda parodi kullanımına sıklıkla araba camlarına yapıştırılan çıkartmalarda (Nispeten düşük fiyatlı bir arabanın camına yapıştırılan “Diğer arabam bir Ferrari” çıkartması) veya tişörtlerin üzerine yazılmış ünlü bir markayı veya sloganını çağrıştıran mesajlarda rastlamaktayız.

 

 

Parodiyle verilen mesajın doğrudan tanınmış bir markayı çağrıştıracak şekil, kelime veya sloganların kullanımı suretiyle verilmesi, tanınmış marka sahiplerini rahatsız etmektedir ve bu rahatsızlıklar kimi zaman dava konusu edilerek mahkemelere taşınmaktadır.

Bu yazı kapsamında yer vereceğimiz ihtilaf, parodinin marka hakkına tecavüzde istisna teşkil edip etmediği hususunda A.B.D. yargısının en önemli kararlarından birisini teşkil etmektedir.

Tarafları davacı “Louis Vuitton Malletier S.A.” ve davalı “My Other Bag, INC.” olan dava, ilk olarak A.B.D. New York Bölge Mahkemesi tarafından 6 Ocak 2016 tarihinde karara bağlanmıştır. İlk derece mahkemesinin kararına karşı yapılan temyiz talebi önce A.B.D. Temyiz Mahkemesi sonrasında da Yüksek Mahkeme tarafından reddedilmiştir. Dolayısıyla, bu yazıda onanan A.B.D. New York Bölge Mahkemesi kararına yer vererek, okuyucularımızın parodi markaları ve parodi istisnası hakkında detaylı biçimde fikir sahibi olmasına gayret edeceğiz.

Davalı “My Other Bag, INC (bundan sonra MOB olarak anılacaktır)”, kanvastan yapılmış alışveriş çantaları satan bir firmadır. Çantaların bir yüzünde “My Other Bag (diğer çantam)” ifadesi yazılıyken, çantanın diğer yüzünde pahalı çanta üreticilerinin (Louis Vuitton, Chanel, Fendi, vd.) ikonik markalarını akla getiren şekiller yer almaktadır.

 

 

Davacı “Louis Vuitton Malletier S.A. (bundan sonra LV olarak anılacaktır)”, okuyucularımızın tamamının bildiği gibi, dünyaca ünlü “Louis Vuitton” markasının sahibidir. Louis Vuitton markalı ürünler oldukça pahalıdır, prestijlidir ve lüks ürün segmentinde yer almaktadır. Louis Vuitton’un amiral gemisi ürünlerinden birisi de çantalardır.

LV, MOB’un çantalarında kendi markasını ve ürünlerini doğrudan çağrıştıran şekillerin kullanımından duyduğu rahatsızlık neticesinde; MOB aleyhine marka sulandırılması (trademark dilution) ve telif hakkına tecavüz gerekçeli dava açar.

Dava, New York Bölge Mahkemesi’nde 156 F. Supp.3d 425 sayıyla görülür ve 6 Ocak 2016 tarihinde karara bağlanır. Karar metninin https://www.leagle.com/decision/inadvfdco161104000031 bağlantısından görülmesi mümkündür.

Mahkeme ilk olarak, LV’nin dünyaca ünlü ve pahalı markaların sahibi olduğunu ve bu ürünler arasında çantaların da yer aldığı tespitini yapar. Mahkeme’ye göre, LV’nin en tanınmış markalarından birisi tuval monogram şekli olarak anılan “birbirinin içine geçmiş stilize L, V harflerini, stilize üç çiçek şeklini içeren ve tekrar eden desen”dir. LV’nin kelime ve şekil markaları, yukarıda tarif edilen tuval monogram şekli de dahil olmak üzere tescil edilmiştir ve LV markalarını taklitlere karşı agresif biçimde korumaktadır.

Davalı MOB tarafından satılan çantalardan bir kısmında, LV’nin şekil markalarını andıran figürler bulunmaktadır, ancak bu şekillerde birbirinin içine geçmiş L ve V harfleri veya “Louis Vuitton” ibaresi yerine, M,O, B harfleri veya “My Other Bag” ibaresi yer almaktadır.

MOB çantalarını “Sevdiğimiz tasarımcı çantalarını şakacı biçimde parodileştiren doğa dostu, dayanıklı, günlük yaşama uygun alışveriş çantaları” ifadesiyle pazarlamaktadır. LV’nin çantaları yüzlerce dolarlık fiyata sahipken, MOB çantalarının fiyatı 30-55 dolar arasındadır.

Mahkeme, bu tespitlerin ardından ilk olarak tanınmış markanın sulandırılması iddiasını değerlendirir:

A.B.D. yargısı içtihadına göre; markanın sulandırılması durumu, tanınmış markanın izinsiz kullanımı suretiyle, halkın tanınmış markanın benzersiz, müstesna ve özel bir şeyleri simgelediğine dair algısında düşüş olması halinde ortaya çıkmaktadır. Bulandırma yoluyla sulandırma (dilution by blurring) haline verilen örnekler özellikle tanınmış markayla birlikte kullanılan ilgisiz ürünler durumudur: Dupont ayakkabıları, Buick tabletleri, Kodak piyanoları, Harry Potter kuru temizleme gibi. Bu tip durumlarda, markanın yeni kullanımıyla karşılaşacak tüketiciler, davacı markasıyla yeni ve farklı bir bağlantı kuracak ve bu şekilde tanınmış markanın değeri sulanacaktır.

Sulandırma iddiasında başarılı olabilmek davacı tarafın ilk olarak markasının gerçekten ayırt edici olduğunu ispatlaması ve ardından bulandırma yoluyla sulandırmanın olası olduğunu ortaya koyması gerekmektedir.

Federal kanun uyarınca bulandırma yoluyla sulandırma halinin varlığı araştırılırken aşağıda sayılan altı faktör araştırılmalıdır: (i) tanınmış markayla dava konusu marka arasındaki benzerliğin derecesi, (ii) tanınmış markanın ayırt edici gücünün derecesi, (iii) tanınmış marka sahibinin markasının münhasıran kullanımı için verdiği çabanın boyutu, (iv) tanınmış markanın tanınmışlığının derecesi, (v) dava konusu markanın kullanımı suretiyle tanınmış markayla bağlantı kurulması niyetinin varlığı, (vi) dava konusu markayla tanınmış marka arasında fiilen bağlantı kurulu kurulmadığı. Sayılan faktörler değerlendirilirken ana odak noktası, inceleme konusu markalar arasındaki benzerlik nedeniyle kurulacak bağlantının, tanınmış markanın ayırt ediciliğine zarar verip vermediği olmalıdır.

Federal kanun, bazı hallerin bulandırma yoluyla sulandırmanın konusu olamayacağını belirtmektedir, bunlardan birisi de: “Tanınmış markanın başka birisi tarafından, kendi mal ve hizmetlerinin kaynak işareti olacak şekilde değil, adil biçimde kullanımı (fair use); örneğin, tanınmış marka sahibini veya onun mal ve hizmetlerini tanımlayan, parodisini yapan, eleştiren veya yorumlayan kullanımı” halidir.

Kanun, “parodi”yi tanımlamasa da, mahkemelere göre parodi “Marka sahibinin yarattığı idealize edilmiş imajı, saygısız bir görünümle harmanlama suretiyle oluşturulan basit bir eğlence biçimi”dir. Parodi, eş zamanlı ve birbirine ters iki mesajı aynı anda vermelidir: Orijinal budur ve bu orijinal değildir ve parodidir. İkinci mesajın hiciv, saçmalık, şaka veya eğlence içeren bir unsuru iletmesi gerekmektedir.

Yukarıda yer verilen hususları incelenen vakaya uygulayan Mahkeme, MOB’un kullanımının, LV’nin markalarının parodisi olduğu, bu nedenle de adil kullanım kapsamında korunması gerektiği kanaatindedir. Başarılı bir parodinin tüketicilere üretici firmanın farklı olduğu ve marka sahibiyle bağlantısının bulunmadığı mesajını vermesi ve bu mesajı verirken markayla veya sahibinin politikasıyla alay etmesi gereklidir. MOB’un çantalarının yaptığı tam olarak da budur. “My other bag (diğer çantam)” ifadesi şaka yoluyla taşıyanın diğer çantasını işaret etmektedir ve taşınan çantanın Louis Vuitton olmadığını göstermektedir. Bu şaka, çantaların üzerinde Louis Vuitton’u andıran şekillerle birleştirildiğinde, MOB’un ucuz çantalarıyla, LV’nin lüks statüsü çantaları arasında eğlenceli bir karşılaştırma yapılmaktadır.

Mahkeme, MOB’un kullanımın adil kullanım teşkil ettiğinde kanaatinde olmakla birlikte, bir an için bu hususu bir tarafa bırakarak, MOB’un kullanımın LV markalarının bulandırma yoluyla sulandırılması halini oluşturmadığını da belirtmektedir.

Mahkeme’ye göre, MOB’un çantalarının LV’nin markalarının ayırt ediciliğine zarar verme riski bulunmamaktadır. İçtihada göre, bulandırma yoluyla sulandırmanın varlığı için bağlantı kurulması şart olsa da, bağlantı kurulması tek başına bulandırma yoluyla sulandırma anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda ünlü markanın ayırt ediciliğinin zarar görmesi gereklidir.

Yazının önceki bölümlerinde yer verilen bulandırma yoluyla sulandırma halinin varlığına ilişkin altı faktörlük test, incelenen vakaya uyarlandığında, (i) tanınmış markayla dava konusu marka arasındaki benzerliğin derecesi, (v) dava konusu markanın kullanımı suretiyle tanınmış markayla bağlantı kurulması niyetinin varlığı, (vi) dava konusu markayla tanınmış marka arasında fiilen bağlantı kurulu kurulmadığı hususları bakımından yanıtlar sulandırmanın varlığı sonucuna varmak için yeterli olmamaktadır. Özellikle, “my other bag (diğer çantam)” ifadesiyle, MOB’un çantalarının LV markalı çantalardan farklı olduğu mesajı verilmektedir. Bu çerçevede, Mahkeme’ye göre incelenen vakada, bulandırma yoluyla sulandırma halinin varlığından söz edilmesi mümkün değildir.

Mahkeme bir sonraki aşamada marka hakkına tecavüzün varlığı hususunu irdelemiştir.

İçtihada göre marka hakkına tecavüzün varlığı incelenirken sekiz faktörden oluşan Polaroid testi uygulanmalıdır: (i) Markanın gücü, (ii) Markaların benzerliği, (iii) Ürünleri yakınlığı ve rekabet edebilirliği, (iv) Marka sahibinin davalı ürünlerine benzer ürünleri piyasaya sürerek boşluğu kapatabileceğine yönelik kanıt, (v) Fiili karıştırmaya ilişkin kanıt, (vi) Taklit olduğu öne sürülen markanın kötü niyetle kullanıldığına ilişkin kanıt, (vii) Ürünlerin kendine özgü kalitesi, (viii) İlgili piyasadaki kullanıcıların bilgi düzeyi.

Polaroid testini incelenen vakaya uygulayan Mahkeme, davacıyı bir kez daha haksız bulmuştur. Davacının marka hakkına tecavüz iddialarının haksız bulunmasının temel nedeni de, davalı kullanımının parodi mahiyetindeki kullanım olmasıdır. Esasen Mahkeme, davalının MOB çantalarını kullanımının tüketicilerce açık olarak parodi mahiyetinde anlaşılacağı kanaatinden hareketle, Polaroid faktörlerini uygulamasının sonucunda da davacı iddialarını yerinde görmemiştir. Faktörlerin detaylı değerlendirmesinin kararda görülmesi mümkündür.

Mahkeme son olarak, davacının telif hakkına tecavüz iddiasını değerlendirmiştir. Bu iddia da, davalı kullanımının parodi mahiyetinde olması, dolayısıyla adil kullanım olması gerekçeleriyle kabul edilmemiştir. “Telif hakkına konu bir eserin adil kullanımı telif hakkının ihlali değildir. Yorum veya eleştirinin diğer biçimleri gibi parodi de, dönüştürücü değere ilişkin açık bir istem niteliğindedir ve bu çerçevede Telif Hakkı Yasası çerçevesinde adil kullanımdır.

MOB’un kullanımının telif hakkı bağlamında adil kullanım teşkil edip etmediği belirlenirken aşağıdaki faktörler değerlendirilmelidir: (i) Kullanımın amacı ve niteliği (ticari kullanım mı yoksa eğitim maçlı kar gözetilmeyen kullanım mı), (ii) Telif hakkına konu eserin niteliği, (iii) Telif hakkına konu eserin bütünlüğü göz önüne alındığında, kullanılan kısmın miktarı ve oranı, (iv) Kullanımın potansiyel piyasadaki etkisi veya telif hakkına konu eserin değeri.

MOB’un kullanımı ticari kullanım olsa da, ticari kazanç amacıyla yapılan parodi de adil kullanım teşkil edebilir. Kararın önceki bölümlerinde açıklandığı üzere MOB’un çantalarında “my other bag (diğer çantam)” ifadesinin kullanılıyor olması, çantaların LV markalı çantalar veya onların ikameleri olmadığı mesajını makul tüketicilere vermektedir. İçtihatta belirtildiği üzere, adil kullanım savunmasını anlamlı kılan husus, eserin makul kullanıcılar tarafından ne şekilde değerlendirileceğidir. İncelenen vakada, Mahkeme’ye göre makul kullanıcılar, MOB’un çantalarının LV markalı çantalar veya onların ikamesi olduğunu değerlendirmeyecektir.

Mahkeme yukarıda yer verilen gerekçelerin tümünün sonucu olarak davayı reddeder. Mahkeme’nin kararın sonuç bölümünde yer verdiği ifadeler özellikle dikkat çekicidir: “Louis Vuitton marka haklarının etkin ve aktif biçimde korumaktadır. Bununla birlikte bazı hallerde, parodi yoluyla ima edilen övgüyü kabul etmek ve dava açmak yerine gülümsemek veya gülmek daha iyidir. Bu davada da durum öyledir. MOB’un LV’nin markalarını kullanımı açıkça mizahi niteliktedir ve LV’nin markalarıyla karıştırılmaya veya onların ayırt ediciliğini bulandırma yoluyla sulandırmaya yol açmayacaktır.”

New York Bölge Mahkemesi’nin kararına karşı davacı temyiz yolunu kullanmış, ancak talebi Temyiz Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine davacı, davayı Yüksek Mahkeme’ye taşımış, ancak dava Yüksek Mahkeme tarafından da reddedilmiştir.

Marka hakkına tecavüz iddialarında, A.B.D.’nde uygulama alanı bulan parodi istisnasına önemli bir örnek teşkil eden “My Other Bag” davasına ilişkin yazının okuyucularımız tarafından da ilgiyle karşılandığını umuyoruz.

Önder Erol ÜNSAL

Ekim 2018

unsalonderol@gmail.com

Kara Şövalye Engellere Rağmen Yükselmeye Devam Ediyor! Sinema Filmindeki Kurgusal Marka Kullanımı Tescilli Marka Hakkına Tecavüz Teşkil Eder mi? A.B.D.’nde “Clean Slate” Davası

darkknight

 

Marka hukukuna ilişkin kavramların güncel yaşama ilişkin popüler medya öğeleriyle, özellikle sinema ve müzik alanlarıyla birlikte harmanlandığı uyuşmazlık ve davalar, marka incelemesini kimi zaman daha keyifle takip edilebilir hale getirebiliyor. Kendi açımdan son günlerde en zevkle takip ettiğim ve okuduğum marka hukuku ihtilafı, Amerika Birleşik Devletleri’nde görülen “Clean Slate” davası oldu.

“Clean Slate” davasını ilgi çekici hale getiren ayrıntı davanın konusu olduğu kadar, davanın oldukça popüler “Kara Şövalye Yükseliyor (The Dark Knight Rises)” filmine ve dolayısıyla süper kahraman “Batman”e ilişkin olmasıydı. Muhtemelen tüm okurların izlediği veya en azından hakkında bilgi sahibi olduğu “Kara Şövalye Yükseliyor”, Christopher Nolan’ın “Batman” üçlemesinin 2012 yılında çekilen son filmidir ve tüm dünyada büyük ilgi toplamıştır. Filmin konusunu hatırlatmak gerekirse; Gotham City son 8 yıldır bayağı sakindir ve Batman bu süre boyunca ortada gözükmemektedir, ta ki azılı suçlu Bane ortaya çıkana ve Gotham City’i tekrardan terör ve korkuya boğana kadar. Milyarder Bruce Wayne yani Batman bunun üzerine sevdiği şehri tekrar kurtarmaya karar verir ve burada belirtmeyeceğimiz nice iç hesaplaşma ve çaba sonucunda, bir dönem kendisine ihanet ederek Bane’le işbirliği yapan Catwoman (Kedi Kadın)’ın da desteğiyle Bane’le mücadeleye girişir. Sonunda da genellikle olduğu gibi iyiler kazanır.

Filmde, Batman’le işbirliği yaparak iyilerin tarafında yer almayı tercih eden Catwoman aslında bir suçludur ve hırsızlıkta uzmanlaşmıştır. Filmdeki baş kötü Bane, hizmetleri karşılığında Catwoman’a “Rykin Data Corporation” tarafından geliştirilmiş “Clean Slate” ismindeki bir yazılımı kullanmayı ve bu yolla Catwoman’ın tüm dünyadaki suç kayıtlarını silmeyi önerir. Bu teklifi kabul eden Catwoman kendisinden istenenleri yapar, ancak sonrasında kendisine “Clean Slate” yazılımının olmadığı söylenir ve ödülünü alamaz. Sonrasında Catwoman, Bane’in Gotham City’i nükleer bomba ile yok etme planından haberdar olur ve taraf değiştirerek iyilerin yani Batman’in safına geçer. Batman yani Bruce Wayne, Catwoman’a yardımları karşılığında, “Clean Slate” yazılımını verir (Batman bu yazılımı ele geçirmiş ve saklamıştır). Filmin sonunda, Catwoman’ı gerçek kimliğiyle yani Selina Kyle olarak, Batman’ın gerçek kimliğiyle yani Bruce Wayne’le Floransa’da yemek yerken görürüz ve anlarız ki Catwoman, “Clean Slate” yazılımını kullanmış ve tüm dünyadaki suç kaydını silerek, gerçek kimliğiyle normal bir yaşam sürmeye başlamıştır.

Filmin öyküsünü ve “Clean Slate” teriminin filmde ne şekilde kullanıldığını aktardıktan sonra, uyarı vermeden filmin sonunu söylediğimiz için, filmi henüz izlemeyenlerden özür dilemek yerinde olacaktır. Şöyle ki, okuyuculara ilginç ve belki komik gelecek olsa da, filmin sonu mahkeme kararında bile “Spoiler Alert” uyarısıyla birlikte verilmiştir. (karar için bkz. http://iplaw.hllaw.com/uploads/file/177475.PDF, “spoiler alert” kararın 4. sayfasında görülebilir.)

Davaya ve davanın marka hukukuyla bağlantısına geçmeden önce, “Clean Slate” teriminin sözlük anlamının verilmesi de yerinde olacaktır. “Clean Slate” terim olarak “Yeni Bir Başlangıç”, “Yeni Bir Sayfa”, “Temiz Bir Sayfa” anlamlarına gelmektedir ve yeni başlangıçları işaret etmek için sıklıkla kullanılan bir terim niteliğindedir.

Tüm bunlara ilaveten, film pazarlanırken, filmde geçen “Clean Slate” yazılımının kurgusal sahibi “Rykin Data Corporation”la bağlantı kurulmasını sağlayacak iki web sitesi kurulmuştur. Bu web sitelerinde “Clean Slate” hacking yazılımına ilişkin bilgi ve kurgusal bir patent belgesi yer almaktadır. Web sitelerinde satın alma veya yüklemeye konu olabilecek herhangi bir unsur bulunmamaktadır, bir diğer deyişle web siteleri kurgusal Gotham City evreninin bir yansıması niteliğindedir.

Yazının sinema filmi özeti kıvamındaki kısımlarını bitirerek, filmin hangi gerekçeyle bir marka ihtilafına konu olduğu açıklayacak olursak:

Filmin yayına girmesinin ardından “Fortres Grand Corporation” isminde bir firma marka haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle “Kara Şövalye Yükseliyor” filminin yapımcısı “Warner Bros Entertainment Inc.” firmasına karşı dava açar.

“Fortres Grand Corporation”, Amerika Birleşik Devletleri Patent ve Marka Ofisi (USPTO)’nde tescilli “Clean Slate” markasının sahibidir ve marka “Yeniden başlatmanın ardından bilgisayarları orijinal ayarlarına döndürerek bilgisayar sürücüsünün temizlenmesini sağlayan kamuya açık bilgisayarları koruma amaçlı bilgisayar yazılımı.” için tescillidir. Bu yazılım, kamu erişimine açık bilgisayarlarda (okullar, hastaneler, internet cafeler, vb. yerlerde kullanılan bilgisayarlar örnek olarak verilebilir) kullanıcılar tarafından yapılan değişiklikleri her yeniden başlatmada temizleyerek, bu bilgisayarların düzgün ve sorunsuz çalışmasını sağlama amaçlıdır. “Fortres Grand Corporation”, “Clean Slate” yazılımını piyasada kullanmaktadır ve bu ürünüyle piyasada güven kazanmıştır.

“Fortres Grand Corporation”, “Kara Şövalye Yükseliyor” filminin gösterime girmesinin ardından kendisine ait “Clean Slate” yazılımının satış miktarında çok hızlı bir düşüş olduğunu ifade etmektedir. “Fortres Grand Corporation”a göre, bu düşüşün nedeni “Kara Şövalye Yükseliyor” filminde kendisine ait “Clean Slate” markasının kullanımıdır. Davacıya göre, “Clean Slate” ibaresinin filmdeki kullanım biçimi tüketicilerin yazılımın yasadışı veya düzmece olduğunu düşünmesine yol açmıştır. “Fortres Grand Corporation”, filmde “Clean Slate” ibaresinin kullanımının kendisine ait markaya tecavüz teşkil ettiği görüşündedir ve filmdeki kullanım biçiminin kendisine ait markayla karıştırılma ihtimaline yol açabileceğini ifade etmektedir. İlk Derece Mahkemesinin davayı reddetmesinin ardından, “Fortres Grand Corporation” kararı temyiz eder ve dava Birleşik Devletler Temyiz Mahkemesi (7. Çevre) tarafından görülür.

Temyiz Mahkemesi’nin davaya ilişkin değerlendirmeleri ve kararı takip eden biçimdedir:

Temyiz Mahkemesi’ne göre, “Fortres Grand Corporation”ın iddialarının tamamı, filmdeki kullanım biçimi ile davacı markasının karıştırılacağı iddiasına dayanmaktadır ve dolayısıyla, esasen bu iddia incelenmelidir. Davacı, “havada kalmış” klasik karıştırılma olasılığı (davacıya ait mallarla davalıya ait malların karıştırılacağı) iddiasına değil, kaynak konusunda karıştırılma iddiasına dayanmaktadır. Burada kullanılan kaynak konusunda karıştırılma terimi, yalnızca ticari kaynak nedeniyle bağlantı kurulması ihtimalini değil, aynı zamanda sponsorluk veya rıza üzerine kullanım gibi bağlantılar kurulması nedeniyle karıştırılma ihtimalini de kapsamaktadır.

“Fortres Grand Corporation”, kaynak konusunda karıştırılma iddiasını “tersine karıştırılma (reverse confusion)” teorisine dayandırmaktadır. A.B.D. mahkemelerinin kabul ettiği “tersine karıştırılma” teorisinde, önceki tarihli tescil sahibine (önceki kullanıcı) ait malların veya hizmetlerin, sonraki tarihte kullanıma başlayan kullanıcıya (sonraki kullanıcı) ait mallar veya hizmetler oldukları zannıyla alımı söz konusudur. Bu tip durumlar, sonraki kullanıcının piyasaya çok hızlı ve yoğun biçimde girerek kısa sürede bilinir bir marka hale geldiği ve bu yolla daha küçük ölçekteki önceki kullanıcıyı piyasada bastırdığı hallerde ortaya çıkabilir. “Tersine karıştırılma” durumunda ortaya çıkabilecek zarar, önceki kullanıcının markasının değerini, ürününün kimliğini, ürünün üzerindeki kontrolünü, ticari itibarını veya ününü kaybetmesi ve yeni piyasalara girme kabiliyetinin ortadan kalkmasıdır. Bu çerçevede, davacının tersine karıştırılma iddiasında başarılı olabilmesi için; davalı “Warner Bros Entertainment Inc.”in “Kara Şövalye Yükseliyor” filminde “Clean Slate” ibaresini “hacking yazılımı”nın ismi olarak kullanımı nedeniyle, tüketicilerin, davacı “Fortres Grand Corporation” ait “Clean Slate” yazılımının, davalı “Warner Bros Entertainment Inc.”e ait veya bu firmayla veya bu firmanın sponsorluğunda piyasaya sürülen bir ürün olduğu algısına kapıldığını, bu yolla tüketiciler açısından karıştırılmanın ortaya çıktığını makul kanıtlarla göstermesi gerekmektedir.

Temyiz Mahkemesi, değerlendirmeye geçmeden önce, içtihat bakımından durumu özetlemiş ve benzer durumlarda, yani önceki marka sahibinin markasının, sonraki kullanıcının sinema filminde kullanması halindeki ihtilafları kıyaslamıştır. Buna göre, önceden görülen bir davada (Davis. v. Walt Disney) önceki marka ile Disney’in filmine ilişkin sunulan hizmetler arasındaki ihtilaf değerlendirilmiş; bir diğer davada (Ocean Bio-Chem, Inc. v. Turner Netwok Television, Inc.) ise önceki hak sahibinin markasıyla sonraki kullanıcının sinema filmi arasındaki ihtilaf karara bağlanmıştır. Buna karşın, incelenen davada olduğu gibi, önceki hak sahibinin markasıyla, sonraki kullanıcının sinema filminde yer alan kurgusal bir ürün arasındaki ihtilafın değerlendirildiği bir davaya rastlanılmamıştır.

Yüksek Mahkeme içtihadı ise, ticari kaynak, sponsorluk ve rıza gösterme anlamındaki karıştırılmanın piyasada satışa sürülen somut mallara (tangible goods) ilişkin olması gerektiğini göstermektedir.

Doğrudan karıştırılma ihtimalinde, mahkemeler, sonraki kullanıcının filminde önceki hak sahibinin markasının kullanımına bakarak tecavüzün olup olmadığına karar vereceklerdir. Buna karşın, tersine karıştırılma ihtimalinde durum bu denli açık değildir. Şöyle ki, tersine karıştırılma ihtimalinde, karıştırılma sonraki kullanıcının somut ürününe ilişkin olarak ticari kaynak, sponsorluk, rıza gösterme açılarından bağlantı kurulmasıyla ilgilidir. İncelenen vakada, sonraki kullanıcının somut bir ürünü bulunmadığından, tersine iddia sinema filmindeki kurgusal kullanıma ilişkin olduğundan, önceki hak sahibinin markasıyla, sonraki kullanıcının filmindeki kullanımın ne şekilde karşılaştırılabileceği açık değildir. Bu çerçevede, Temyiz Mahkemesi, sonraki kullanıcının somut ürününün sinema filmi olduğunu kabul etmiş ve malların benzerliği iddiasını buna göre incelemiştir. İncelemede, filmin reklamı için oluşturulan “Rykin Data” web siteleri de somut ürünün reklamına ilişkin unsurlar olarak dikkate alınmıştır.

Mahkemeye göre, sinema filmleri ile masaüstü yönetim yazılımları farklı mallar olmakla birlikte, malların farklı olması, karıştırılma olasılığı incelemesinde malların benzerliği değerlendirilirken tek başına etkili değildir. Bu incelemede esas soru, inceleme konusu malların kamunun ilgili kesimi tarafından tek bir kaynaktan geldikleri yönünde bir algıya konu olup olmayacaklarıdır. Markalar, tüketicilerin zihninde tek bir üreticinin malları ürettiği olasılığını ortaya çıkarabilecek mallar üzerinde kullanılmışsa, tecavüz ortaya çıkabilecektir.

Temyiz Mahkemesi’nin daha önce incelediği bir davada, önceki marka sahibi McGraw-Edison “TRON” markalı elektrik sigortaları üretirken, sonraki kullanıcı Disney, “TRON” isimli bir filmin ardından piyasaya bu markayı taşıyan video oyunları, oyuncaklar ve lisanslı telefonlar sürmüştür. Söz konusu davada, “TRON” markası piyasaya sürülen ürünler üzerinde kullanılmış ve Mahkeme, pratik elektrik ürünlerinin, eğlence amaçlı elektrikli ürünlerle aynı kaynaktan geldiklerinin kabul edilebileceğini belirtmiş, ürünlerin her ikisinin de “TRON” markasını taşımaları durumunda markalar arasında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkabileceği sonucuna ulaşmıştır.

Bununla birlikte, incelenen davada, “TRON” davasında olduğu gibi sonraki kullanıcı tarafından kullanılan gerçek ürünler söz konusu değildir. Davacının iddiaları markanın sinema filminde ve kurgusal ürünün reklamı amaçlı iki web sitesinde kullanımına dayanmaktadır. “Fortres Grand Corporation”, davalı “Warner Bros”un video oyunları sattığını öne sürse de, bu ürünler üzerinde “Clean Slate” markasının kullanıldığını ispatlamamıştır. Bu durumda, karşılaştırılabilir yegane ürünler, davacının yazılımları ile davalının sinema filmidir ve bu ürünler oldukça farklıdır. “Fortres Grand Corporation”, yazılımlar ile sinema filmleri ürünlerinin, kamunun ilgili kesiminde tek bir kaynaktan geldikleri yönünde algı yaratacaklarını gösterebilecek nitelikte kanıtlar sunmamış durumdadır.

Bu tespitlerin ardından, Temyiz Mahkemesi, davacı markası ile davalı kullanımını, karıştırılma olasılığının belirlenmesinde kullanılan diğer faktörler bakımından da değerlendirmiş ve fiili karıştırılmaya ilişkin gerçekçi kanıtların sunulmamasını esas alarak, karıştırılmanın olası olmayacağı sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, bu sonuca ulaşırken, “Yeni Bir Başlangıç” anlamına gelen “Clean Slate” ibaresinin filmdeki kullanımının, suçluların suç kayıtlarını silerek yeni bir başlangıca imkan veren tanımlayıcı bir kullanım olmasını da dikkate almıştır. Tersine karıştırılma teorisinin kullanıldığı önceki bir davada belirtildiği üzere, “Tersine karıştırılma vakalarında, sonraki kullanıcının ürünleri üzerinde kullanılan markanın söz konusu ürünlere ilişkin ayırt edici gücünün dikkate alınması daha da önem kazanmaktadır.”.

Son olarak, “Fortres Grand Corporation”ın internette yapılan sohbetlerde “Clean Slate” yazılımına ilişkin görüşleri öne sürerek yaptığı değerlendirme irdelenmiştir. Davacıya göre, internette çok sayıda kişi filmdeki “Clean Slate” yazılımının gerçek olup olmadığı veya filmdeki gibi çalışıp çalışmadığını konuşmaktadır ve bu durum fiili karıştırılmaya delil teşkil etmektedir. Buna karşın, Temyiz Mahkemesi’ne göre, böyle bir durum ancak tüketicilerin davacının yazılımının bir hacking programı olduğunu düşündüklerini gösterebilir ve bu, kaynağa ilişkin tersine karıştırılmayı işaret eden bir hal değildir. Bu farazi ve alışılmadık derecede saf (ahmak) tüketiciler her kimse, bu tüketicilerin davacının Warner Bros. lisansıyla şeytani bir hacking programı sattığı biçiminde bir yanılgıya düştüğü, davacı tarafından makul biçimde ispatlanamamıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, davacının asıl iddiası, davalı “Warner Bros.”un markayı kullanımının, davacının “Clean Slate” markasının yasadışı bir yazılımla bağdaştırılması suretiyle, davacı markasının itibarına zarar vermesidir. Ancak, bu tür zarar sadece üne sahip markalar bakımından “sulandırma (dilution)” doktrini çerçevesinde ortaya çıkabilir ve davacının öne sürdüğü “tersine karıştırılma” – “bağlantılı mallar” gibi doktrinler yoluyla, sulandırma doktrini çerçevesinde sağlanan korumanın üne sahip olmayan markalara genişletilmesi mümkün değildir. Bir diğer deyişle davacı markası üne sahip, bilinir, tanınmış bir marka olmadığından, bu markanın sulandırma doktrini çerçevesinde sağlanan korumadan yararlanması ve davacı markasının itibarına zarar verildiği argümanına dayanılması mümkün değildir.

Davacının elle tutulur tek argümanı, davacı markası ile davalı kullanımına konu markanın benzer oldukları iddiasıdır. Markalar benzer olsa da, karıştırılmayı ortaya çıkaracak diğer faktörlerin eksikliği veya zayıflığı nedeniyle Temyiz Mahkemesi’ne göre, davacı markası ile davalı kullanımı arasında karıştırılma ihtimali söz konusu olmayacaktır. Bu çerçevede, Temyiz Mahkemesi’ne göre, davacı “Fortres Grand Corporation”, kendi markasıyla davalı kullanımı arasında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkabileceğini makul bir biçimde ispatlayamamış durumdadır ve bu nedenle marka hakkına tecavüz iddiasının reddi yönündeki ilk derece mahkemesi kararı yerindedir. Sonuç olarak, davacı “Fortres Grand Corporation”ın marka hakkına tecavüz iddiasının reddedilmesine karar verilmiştir.

Oldukça uzun ve detaylı biçimde aktarmaya gayret ettiğim karar, kendi açımdan “tersine karıştırılma” doktrinin tartışılması ve bir sinema filminde kullanılan kurgusal bir ürünle gerçek dünyaya ait fiili kullanımı bulunan bir ürünün benzerliğinin tartışılması bakımında oldukça ilgi çekici niteliktedir. Elbette, bu tartışmanın modern bir kült seri olarak adlandırılabilecek Christopher Nolan’ın Batman üçlemesinin “Kara Şövalye Yükseliyor” filmine ilişkin olması kararı daha da ilginç kılmaktadır. Tüm bunlara ilaveten, Temyiz Mahkemesi’nin kararında ısrarla gerçek karıştırılmanın önemine vurgu yapması ve davacının kurgusal düzeyde kalan karıştırılma iddiaları ile bir anlamda dalga geçerek, “bu farazi ve alışılmadık derecede saf (ahmak) tüketiciler her kimse…” tabirini kullanması benim için özellikle dikkat çekici olmuştur. Şöyle ki, Türkiye’de bilirkişi raporları ve bu raporlar esas alınarak verilen kararlar sonucunda, neredeyse her markayı ve her malı ve/veya hizmeti birbiriyle benzer bulan ve karıştıran sıradışı bir tüketici profili ortaya çıkmıştır ve gerçek yaşamda nerede yaşadıkları bilinmeyen bu tüketici profilinin varsayılan bakış açısı marka hukuku uygulamasının temelini oluşturmaya başlamıştır. Bu enteresan konunun ise başka bir yazıda değerlendirilmesi yerinde olacaktır.

Sabrederek bu uzun yazıyı okuyanlara, “Kara Şövalye Yükseliyor”daki en favori sahnemle, yani kuyu biçimindeki hapishaneden kaçış sahnesiyle teşekkür etmek istiyorum.

 

Önder Erol Ünsal

Eylül 2014

unsalonderol@gmail.com

“L. Skywalker” İmzasının Kullanımı Pasaport Alımına Engel Teşkil Eder mi?

skywalker

Ortalama bir Türk vatandaşının bir günde karşılaşabileceği ilginç haber sayısına, herhangi bir Avrupa ülkesi vatandaşının ancak birkaç ayda erişebileceğini düşünüyorum. Bununla birlikte bugün karşılaştığım İngiltere kaynaklı bir haber son yıllarda karşılaştığım en ilginç haberlerden birisi oldu.

Haberle ilgili detayların,

http://www.bbc.com/news/uk-england-essex-28559872,

http://www.independent.co.uk/news/uk/home-news/woman-with-skywalker-as-middle-name-has-passport-application-rejected-by-home-office-9638043.html

adreslerinden incelenmesi mümkündür.

“Star Wars” serisinin ana kahramanlarından “Luke Skywalker”ın ismini duymayan muhtemelen yoktur. Bu kült serinin tutkunlarının sayısı dünya genelinde oldukça fazladır ve bu tutku bazı insanların yaşamlarında, bizim için, anlaşılması güç değişikliklere yol açabilmektedir.

İngiltere’nin Essex şehrinde yaşayan 29 yaşındaki “Laura Elizabeth Matthews” isminde bir kadın, altı yıl önce arkadaşlarıyla sohbet sırasında eğlence amacıyla “Skywalker” ismini de almaya karar verir. Kararının ardından ilgili mercilere başvurarak ismini “Laura Elizabeth Skywalker Matthews” olarak değiştirir. Bu değişiklik, Bayan Matthews’un sürücü ehliyeti, kredi kartları dahil birçok belgesine yansır.

Yaşamda her şeyin yolunda gitmeyeceği gerçeğiyle “Laura Elizabeth Skywalker Matthews” pasaportunun süresi dolunca yaptığı yenileme başvurusu sırasında karşılaşır. İngiliz İçişleri Bakanlığı, Bayan Matthews’un yeni imzasını gerekçe göstererek, pasaport talebini reddeder. İçişleri Bakanlığına göre, pasaport yenilebilir mahiyette değildir, çünkü Bayan Matthews’un, “L. Skywalker” şeklindeki yeni imzası tescilli bir markaya tecavüz içermektedir. İçişleri Bakanlığı yetkilileri BBC’ye yaptıkları açıklamada “Telif hakkı veya marka hakkıyla korunduğu sürece isim değişikliklerini tanımayacaklarını belirtir.” Bakanlıktan bir sözcüye göre, “Birleşik Krallık pasaportunun itibarını sorgulatacak veya itibarını düşürecek durumların ortaya çıkmasını engelleme görevleri bulunmaktadır.” Bunun sonucunda, Bayan Matthews’a eski imzasını kullanarak yeni bir pasaport yenileme talebinde bulunması gerektiği, ancak pasaportta yeni ismini kullanabileceği söylenir. Bayan Matthews, karşılaştığı problemlere rağmen ismini değiştirmiş olduğundan dolayı pişman değildir ve pasaport bürosu dışında herkesin durumdan memnun olduğunu belirtmektedir.

Bu ilginç olay, tescilli markalardan kaynaklanan problemlerle günlük hayatta da kimi zaman karşılaşılabileceğini göstermesi bakımından kayda değer niteliktedir. Bunun ötesinde Birleşik Krallık pasaportunun itibarı öne sürülerek, marka veya telif hakkına tecavüzden bahsedilmesi ve bu nedenle pasaport yenileme talebinin kabul edilmemesi anlamında da, disiplinler arası ilginç bir yorum içermesi bakımından dikkat çekici niteliktedir. Haber benim için gülümsetici nitelikte olsa da, marka hakkına tecavüz iddiasının günlük yaşamın, ticari olmayan diğer alanlarına da sirayet edebileceğini göstermektedir. Bunun ne kadar tercih edilir bir durum olacağı ise, muhtemelen durduğumuz yere veya marka veya telif hakları öne sürülerek yaşamın ticari olmayan diğer alanlarına ne derece girildiğine göre değişecektir.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2014

unsalonderol@gmail.com