Ay: Aralık 2015

7/1-(b) Bendi Anketimizin Sonuçları – Bakalım Yeni Gün Ne Getirecek?

surveysays

 

Beklenen gün geldi.

Bugün yani 23 Aralık 2015 günü, siz bu yazıyı okurken Anayasa Mahkemesi muhtemelen 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 7/1-(b) bendinin iptali talebini görüşüyor olacak. Anayasa Mahkemesi’nin kararını açıklandıktan sonra sizlerle paylaşacağız.

Karar henüz açıklanmamışken, iptal kararı konusundaki tahminlerinizi öğrenmek için geçtiğimiz günlerde yaptığımız anketin sonuçlarını açıklıyoruz:

Ankete 68 okuyucumuz katıldı.

“556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 7/1-(b) bendi sizce Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilecek mi?” şeklindeki ilk sorumuzu 65 okuyucumuz yanıtladı, 3 okuyucumuz bu soruyu pas geçti. Yanıt veren okuyucularımızdan 39’u (%60) bendin iptal edilmeyeceği, 26’ı ise (%40) bendin iptal edileceği yönünde görüş bildirdi.

anket1

 

“556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 7/1-(b) bendi sizce Türkiye için gerekli bir hüküm müdür? Yoksa, yeni bir marka başvurusunun, önceden tescilli / başvuru halindeki markalarla aynı veya ayırt edilecek derecede benzer olması halinde ret kararı yalnızca ilana itiraz üzerine mi verilmelidir?” şeklindeki ikinci sorumuzu 68 okuyucumuz yanıtladı. 36 okuyucumuz (% 52,94) “7/1-(b) bendi Türkiye için gerekli bir hükümdür ve mevzuatta kalmalıdır.” yanıtını verirken, 32 okuyucumuz (%47,06) 7/1-(b) bendi kapsamında resen sağlanan korumaya Türkiye’de günümüzde ihtiyaç yoktur ve bu inceleme yalnızca ilana itiraz üzerine yapılmalıdır.” yanıtını verdi.

anket2

 

Aldığımız yanıtlar okuyucularımızın 7/1-(b) bendinin mevzuatta kalmasının gerekliliği konusunda neredeyse %50 oranında ortadan ikiye ayrıldığını göstermektedir. Buna karşın aradaki fark çok yüksek olmamakla birlikte, ankete katılan okuyucularımızın çoğunluğu (%60) Anayasa Mahkemesi’nin 7/1-(b) bendini iptal etmeyeceğini düşünmektedir.

Ben bunları yazarken bir okuyucumuz daha anketi yanıtlamış ve Anayasa Mahkemesi 7/1-(b) bendini iptal etmeyecek yanıtlarının sayısı 40’a, 7/1-(b) bendi mevzuatta kalmalıdır yanıtlarının sayısı ise 37’ye çıkmış.

Yazıya son vermeden kendi tahminimi de yazayım.

Anayasa Mahkemesi bence 7/1-(b) bendini iptal etmeyecek, buna karşın 7/1-(b) bendinin içinde bulunduğumuz günlerde gerekli bir hüküm olmadığını düşünüyorum. Bununla birlikte, 7/1-(b) bendi mevzuattan çıkarılacaksa marka iptal ve hükümsüzlüğünün idari yollarla da talep edilebilmesi için mevzuat değişikliği yapılması gerektiği kanaatindeyim.

Bakalım Anayasa Mahkemesi bugün ne karar verecek, merakla bekliyoruz.

IPR Gezgini

iprgezgini@gmail.com

Aralık 2015

 

Şerit Şekilleri Ayakkabılar için Ayırt Edici Niteliğe Sahip midir? Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin T-3/15 Sayılı Kararı

kswiss

Spor ayakkabılarının yan taraflarında yer alan geometrik şekiller, kimi zaman tüketicilerce belirli bir markayla özdeşleştirilmekte ve bir kelime markasına ihtiyaç olmaksızın hangi markalı ürünle karşılaşıldığının anlaşılmasını mümkün kılmaktadır. Bu şekillerin bir kısmı son derece basit geometrik unsurlardan oluştuğundan marka olarak ayırt edici nitelikleri sorgulanmakta ve kimi zaman tescil talepleri ayırt edici nitelikten yoksunluk nedeniyle reddedilmektedir.

Adalet Divanı Genel Mahkemesi, 4 Aralık 2015 tarihinde verdiği T-3/15 sayılı oldukça yeni bir kararında, bu tip bir şeklin ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddedilmesi kararına karşı açılan davayı sonuçlandırmıştır. Benzeri içerikte tescil talepleriyle Türkiye’de de sıklıkla karşılaşıldığından dava ve kararın okuyucularımızın dikkatini çekeceğini düşünüyoruz.

Kararın tüm metninin http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9ea7d2dc30dd6058be42ad0c4effb364e1d85eeb3f30.e34KaxiLc3qMb40Rch0SaxuSah50?text=&docid=172647&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=271829 bağlantısından incelenmesi mümkündür.

A.B.D. menşeili “K-SWISS INC.” firması 23/5/2013 tarihinde aşağıda yer alan şekil markasının “Sınıf 25: Spor ayakkabıları, yani tenis ayakkabıları, basketbol ayakkabıları, kros koşusu ayakkabıları, jogging ayakkabıları ve günlük kullanım için ayakkabılar.” malları için tescil edilmesi talebiyle tarihinde İç Pazarda Uyumlaştırma Ofisi (OHIM)’ne başvuruda bulunur.

5stripes

OHIM başvuruyu 4/3/2014 tarihinde ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddeder ve başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder. İtiraz 30/10/2014 tarihinde OHIM Temyiz Kurulu tarafından reddedilir.

OHIM Temyiz Kurulu’na göre, ayakkabı şeklinin kenarında yer alan beş şerit şeklinin orijinal hiçbir özelliği yoktur ve spor ayakkabılara şerit şekli koyma şeklinde yaygın uygulama göz önüne alındığında beş şerit şekli sıradan, jenerik bir süslemeden başka bir şey değildir. Buna ilaveten Temyiz Kurulu’na göre; kamunun ilgili kesimi pahalı ayakkabılar alırken daha dikkatli olsa da, bu yaklaşım ilgili sektördeki tüm mallar için geçerli olmayacaktır, başvuru sahibinin sunduğu kanıtlar spor ayakkabılar için şeritlerden oluşan markaları OHIM’in genel bir uygulama olarak tescil ettiğini göstermemektedir ve OHIM kararlarının hukukiliği OHIM’in önceki kararları doğrultusunda değil, Birlik mahkemelerince yorumlandığı haliyle Marka Tüzüğüne göre değerlendirilmelidir.

Başvuru sahibi bu karara karşı dava açar. Dava yukarıda da belirtildiği üzere, Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nce 4 Aralık 2015 tarihinde T-3/15 sayılı kararla sonuçlandırılır.

Yerleşik içtihada göre, bir markanın ayırt edici karaktere sahip olması, inceleme konusu işaretin, tescili talep edilen mallar veya hizmetler bakımından bir işletmenin ürünlerini diğer işletmelerin ürünlerinden ayırt edilmesini mümkün kılması anlamına gelmektedir. Ayırt edici nitelik, ilk olarak tescil talebine konu mallar veya hizmetler bakımından, ikinci olaraksa söz konusu malların veya hizmetlerin ilgili tüketicilerine göre değerlendirilmelidir.

Başvuru sahibi OHIM değerlendirmesinin aksine, başvuruya konu işaretin ayırt edici nitelikte olduğunu öne sürüyorsa, bu durumda işaretin ayırt edici niteliğe sahip olduğuna dair spesifik ve doğrulanmış bilgileri sunma yükümlülüğü başvuru sahibine aittir.

İncelenen vakada başvuruya ait tarifnamede, başvuru takip eden biçimde tanımlanmıştır: “Marka, iki set halinde beş paralel şeritten oluşmaktadır. Şerit setlerinin her biri ayakkabının ortasında bulunmaktadır ve ayakkabının üst tarafından tabana doğru uzanmaktadır.”

Marka tarifnamesinden, markanın bir ayakkabı şeklinin iki boyutlu görünümünden değil, malların üzerine uygulanacak bir şekilden oluştuğu anlaşılmaktadır.

OHIM Temyiz Kurulu itirazı, başvuruya konu şeklin sıradan bir şekil olması ve ilgili sektörde yaygın bir uygulama olan ayakkabıların üzerine şerit şekli koyma uygulamasından yeterli derecede farklılaşmamış olması, bu çerçevede başvurunun malların ticari kaynağını gösterme vasfına sahip olmaması gerekçeleriyle reddetmiştir.

Genel Mahkeme’ye göre de, şerit şekilleri sıradan ve jenerik bir süslemeden başka bir şey değildir. Marka 5 adet birbirine paralel eğimli şeritten oluşmaktadır ve bu şeritlerin ölçüleri ayakkabının boyutuna göre değişmektedir.

Buna ilaveten, bu derece basit ve sıradan bir şeklin kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazanması da bir hayli güçtür, şöyle ki şekil ayakkabının yan tarafı üzerinde yer almaktadır. Açıklamak gerekirse ilk olarak, başvuru sahibinin de belirttiği üzere, çoğu spor ayakkabı üreticisi ayakkabıların yan taraflarına basit çizgi veya şerit şekilleri yerleştirmektedir. İkinci olarak, şeritler ayakkabının en yüksek kesimine dek uzanmaktadır ve bu yükseklik ayakkabının ölçüsüne göre değişmektedir. Bu durum işaretin, ürünün özelliklerinden bağımsız olarak anında kavranmasını engellemektedir. Son olarak, işaretin ayakkabının yan tarafına yerleştirilmesi kamunun ilgili kesiminin dikkatini muhtemelen çekmeyecek ve ayakkabıların yan taraflarına uygulanan diğer işaretlerden ayırt edilmesini muhtemelen sağlamayacaktır. Belirtilen nedenlerle ayakkabının yan tarafına yerleştirilmiş inceleme konusu işaret, ilgili mallar bakımından ticari kaynak gösteren bir işaret olarak algılanmayacaktır.

Başvuru sahibince öne sürülen iddialar da varılan sonucu değiştirmeyecektir.

Başvuru sahibine göre, ayakkabıların yan tarafına marka koymak ilgili sektörün bir geleneğidir ve bu gelenek nedeniyle, ortalama tüketiciler bu bölüme konulan işaretlere özellikle dikkat edecek ve bu işaretleri marka olarak değerlendirecektir.

Başvuru sahibince sunulan bilgi, çok sayıda spor ayakkabı üreticisinin ayakkabıların yan tarafına şekil markaları yerleştirdiğini gösterse de, bu bilgi ortalama tüketicilerin ayakkabıların yan tarafında yer alan işaretle belirli bir üretici arasında otomatik bir bağlantı kurmayı öğrendiğini ve bunun sonucunda tüketicilerin spor ayakkabıların yan tarafında yer alan her geometrik şekli marka olarak algıladığını kabul etmek için yeterli değildir.

Buna ilaveten, ayakkabıların yan tarafına yerleştirilmiş bazı basit geometrik şekiller bakımından ortalama tüketicilerin belirli bir üreticiyle bağlantı kurabileceği kabul edilse de, bu ayırt edici özellik işaretin ürün üzerine yerleştirilme biçiminden ziyade, ürünlerin piyasada yoğun biçimde kullanımıyla açıklanabilir.

Ayrıca, başvuru sahibi iddiasının aksine Adalet Divanı içtihadının, spor ayakkabıların yan tarafına yerleştirilmiş her basit geometrik şeklin ayırt edici niteliğe sahip olduğu yorumunu mümkün kılmadığı da belirtilmelidir.

Bir an için ayakkabıların yan tarafına yerleştirilmiş şekillere ortalama tüketicilerin özel dikkat gösterdiği ve bunları genellikle marka olarak değerlendirdiği kabul edildiğinde bile; inceleme konusu şeklin sıradanlığı göz önüne alındığında, ortalama tüketicilerin bu şekli basit bir dekoratif unsur olarak değil, ticari kaynak gösteren bir işaret olarak algılayacağını ispatlayan yeterli kanıt başvuru sahibince sunulmamıştır.

Buna ilaveten, en basiti dahil olmak üzere her geometrik şeklin ayakkabıların yan tarafına uygulandığında ayırt edici olduğunu kabul etmek, bazı üreticilerin herkesin kullanımına açık kalması gereken basit ve dekoratif şekilleri kendilerine mal etmelerine yol açacaktır.

Başvuru sahibinin bir itiraz gerekçesi ise, OHIM tarafından önceden benzer içerikteki markaların tescil edilmiş olmasıdır.

Genel Mahkeme bu iddiayı alışıldık gerekçeyle reddetmiştir:

OHIM, eşit muamele ve düzgün yönetim ilkeleri çerçevesinde benzer markalar hakkında önceden verilmiş kararları dikkate almalı ve aynı yönde karar verip vermeyeceğini dikkatle belirlemelidir. Bununla birlikte, bu ilkelerin ne şekilde uygulanacağı hukukilik ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bunun sonucu olarak, bir başvuru sahibi kendi çıkarına olan bir kararı elde edebilmek için, başka birisi için önceden verilmiş hukuki olmayan bir karara dayanamaz. Bunun ötesinde, hukuki belirlilik ve iyi yönetim esasları çerçevesinde, markaların uygun olmayan biçimde tescil edilmesini engellemek amacıyla, her markanın incelenmesi düzgün ve kapsamlı biçimde yapılmalıdır. Buna uygun olarak, inceleme her vaka bazında ayrı olarak gerçekleştirilmelidir. Bir markanın tescil edilmesi, ilgili vakanın kendi şartları kapsamında değerlendirilebilecek ve amacı, inceleme konusu markanın herhangi bir ret gerekçesi kapsamına girip girmediğini belirlemek olan özel kriterlere bağlıdır.

İncelenen vakada, Temyiz Kurulu’nun, itirazı reddederken kapsayıcı ve detaylı bir inceleme yaptığı açıktır. Kararın önceki bölümlerinde belirtildiği üzere, Temyiz Kurulu, başvuruya konu şeklin başvuru kapsamındaki mallar bakımından ayırt edici niteliğe sahip olmadığını tespit etmiştir ve Mahkeme’ye göre bu tespitler yerindedir. Dolayısıyla, başvuru sahibinin bu sonucu ortadan kaldırmak için OHIM’in önceki kararlarına dayanması mümkün değildir.

Belirtilen tüm açıklamalar çerçevesinde, Adalet Divanı Genel Mahkemesi, OHIM Temyiz Kurulu’nun başvuru konusu şekil hakkında ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verdiği ret kararını yerinde bulmuş ve davayı reddetmiştir.

Genel Mahkeme bu kararıyla, ayakkabılar üzerine uygulanan şerit işaretlerini veya daha geniş bir tanımlamayla basit geometrik şekillerden oluşan işaretleri ayırt edici nitelikten yoksun olarak değerlendirmektedir. Bu durumun istisnası şüphesiz kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik halidir. Kararın yerindeliğinin değerlendirilmesini bu aşamada okuyucularımıza bırakıyoruz.

Kendi adıma özellikle son birkaç yılda karşılaştığım Adalet Divanı ve Adalet Divanı Genel Mahkemesi kararlarının, aynı mahkemelerin eski pratiklerine ve OHIM kararlarına göre bir hayli farklılaştığını ifade etmem gerekiyor. Bu değişim kanaatimce, ayırt edici niteliğin tespiti konusunda sınırları oldukça geniş bırakan ilkelerin sınırlarının yeniden çizilmesi ve daraltılması amacından kaynaklanıyor. Bir diğer deyişle, Adalet Divanı eski kararlarının arkasını topluyor diyebiliriz. Yazının konusu kararı da bu gözle değerlendirmek kanaatimce yerinde olacaktır.

Önder Erol Ünsal

Aralık 205

unsalonderol@gmail.com

 

Anketimize Katılır mısınız? Sizce 7/1-(b) Bendinin Akıbeti Ne Olacak?

SurveyTime

 

Anayasa Mahkemesi, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmüde Kararname’nin 7/1-(b) bendinin iptali için yapılan talebi 23 Aralık 2015 günü esastan görüşüp karara bağlayacak.

Merakla beklenen karar hakkında sizin görüşünüzü de merak ediyoruz ve bu konuda 2 sorudan oluşan çok kısa bir anket hazırladık.

Sadece bir dakikanızı ayırarak https://tr.surveymonkey.com/r/8Q67YM8 bağlantısından erişebileceğiniz anketimizi yanıtlar mısınız?

Anket sonuçlarını kararla eşzamanlı olarak duyuracağız.

Katkılarınızdan dolayı şimdiden teşekkürler.

IPR Gezgini

iprgezgini@gmail.com

Aralık 2015

Avrupa Birliği’nde Ürün Taklitçiliği – 2015 Durum Raporu Yayınlandı

europol

 

“Avrupa Birliği’nde Ürün Taklitçiliği – 2015 Durum Raporu”, İç Pazarda Uyumlaştırma Ofisi (OHIM) ve EUROPOL tarafından hazırlanmış ve Nisan 2015’te yayınlanmıştır.

70 sayfalık raporda, Avrupa Birliği’ne  giren taklit ürünlerin kaynağı ülkeler, transit ülkeler, tedarik ağı, taklit ürünlerin piyasaya sürülmesini sağlayanlar ve kolaylaştırıcılar, organize suç örgütleriyle bağlantılar gibi konularda detaylı bilgi ve istatistikler sunulmaktadır.

Okuyucularımızın rapora https://oami.europa.eu/ohimportal/documents/11370/80606/2015+Situation+Report+on+Counterfeiting+in+the+EU bağlantısından erişimi mümkündür.

Sınai ve fikri mülkiyet hakları korumasının sadece modern bir mevzuata sahip olma veya iyi bir sicil tutma yükümlülüğüyle sınırlı olmadığı, asıl meselenin hakların etkin biçimde korunmasının sağlanması noktasında ortaya çıktığı açıktır. “Avrupa Birliği’nde Ürün Taklitçiliği – 2015 Durum Raporu” konuya bu açıdan yaklaşmakta ve objektif verilere dayalı olarak tabloyu okuyuculara sunmaktadır.

Raporda Türkiye’nin adının sıklıkla geçtiğini belirtmek, okuyucularımız için muhtemelen sürpriz olmayacaktır.

Okuyucularımızın raporu dikkat çekici bulacağını düşünüyoruz.

Önder Erol Ünsal

Aralık 2015

unsalonderol@gmail.com

 

 

Otomobil Şekillerinin Ayırt Edici Niteliği Hakkında Adalet Divanı Genel Mahkemesi Kararı (T-629/14)

rangerover.evoque.1

 

Otomobillerin kendilerine özgü görünümlerinin marka olarak tescil edilebilecek derecede ayırt edici niteliğe sahip olup olmadığı sorusu, Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin T-629/14 sayılı kararında tartışılmıştır. Bu dikkate değer karar, umuyoruz ki okuyucularımızın da ilgisini çekecektir.

Otomobillere olan merakı çocukluk döneminde sahip olduğu “Matchbox” ve “Majorette” markalı oyuncak arabalarla sınırlı olan ve uzun yol dışında araba kullanmaktan hiç hoşlanmayan bu satırların yazarı, çoğu hemcinsinin tersine otomobil modellerini gördüğünde, bunları otomobil markaları ile eşleştirmeyi çoğunlukla başaramamaktadır. Hele ki, motor özelliği, yakıt –yol performansı, araç içi donanım kıyaslaması, vb. konular yanında konuşulduğunda, kendisini mide sancısından beter bir acıya maruz kalıyormuş gibi hissetmektedir.

Bununla birlikte, otomobil modellerinin görünümlerinin tescil edilebilirliğinin tartışıldığı T-629/14 sayılı Adalet Divanı Genel Mahkemesi kararı, yazara oldukça ilgi çekici gelmiş ve tartışmaya gebe konu hakkındaki Adalet Divanı yaklaşımını öğrenmek son derece yararlı olmuştur. İlgilenen okuyucularımız karar metnine http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=172022&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=639448 bağlantısı aracılığıyla erişebilirler.

Birleşik Krallık menşeili “JAGUAR LAND ROVER LTD” firması 30 Kasım 2011 tarihinde aşağıdaki üç boyutlu şekil markasının tescil edilmesi talebiyle İç Pazarda Uyumlaştırma Ofisi’ne (OHIM) başvuruda bulunur:

 

rangerover.evoque

 

Başvuru kapsamında 12., 14. ve 28. sınıflara dahil mallar yer almaktadır.

OHIM uzmanı başvuruyu 12. sınıfa dahil “Taşıtlar; kara, hava ve su yoluyla ulaşım için cihazlar; ambülanslar, arabalar, golf arabaları, elektrikli taşıtlar, askeri ulaşım taşıtları, motorlu evler, soğutuculu taşıtlar, oyuncaklar dışında kalan uzaktan kumandalı taşıtlar, spor arabalar, vanlar (taşıtlar), kara, hava, su ve raylar yoluyla ulaşım için taşıtlar, otomobil gövdeleri, otomobil şasileri, otomobil kaportaları, taşıtlar için gövdeler, taşıtlar için kaportalar, taşıt şasileri, biçimlendirilmiş taşıt kılıfları.” malları ve 28. sınıfa dahil “Oyunlar ve oyuncaklar, oyunlar, radyo kontrollü oyuncak taşıtlar, ölçekle küçültülmüş model oyuncaklar, ölçekle küçültülmüş model taşıtlar, oyuncak taşıtlar, oyuncaklar.” malları bakımından Topluluk Marka Tüzüğü’nün 7/1-(b) bendi gereğince ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddeder.

Başvuru sahibi bu karara karşı OHIM Temyiz Kurulu nezdinde itiraz eder. OHIM Temyiz Kurulu başvuru sahibinin itirazını “hava ve su yoluyla ulaşım için cihazlar” malları bakımından haklı bulur ve ret kararını belirtilen mallar bakımından kaldırır, ancak ret kararı kapsamında bulunan diğer mallar bakımından ret kararı onanır. Başvuru sahibi bunun üzerine, OHIM Temyiz Kurul kararına karşı dava açar ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından 25 Kasım 2015 tarihli T-629/14 sayılı kararla sonuçlandırılır.

Davacının temel argümanı, başvuruyu oluşturan şeklin ayırt edici niteliğe sahip olduğu, dolayısıyla başvuru hakkında verilen ret kararının yerinde olmadığıdır. Başvuru sahibi iddiasını dört sütuna oturtmuştur: “(i) Temyiz Kurulu başvurunun tarifnamesini dikkate almamıştır; (ii) Temyiz Kurulu, “Range Rover Evoque” ve “Evoque” ibarelerinin başvuruda yer almaması nedeniyle başvuru sahibinin birçok kanıtını dikkate almamıştır, bu yaklaşım yerinde değildir; (iii) Temyiz Kurulu taşıt şekli hakkında sunulan üçüncü taraf görüşlerini yeteri derecede dikkate almamıştır; (iv) Temyiz Kurulu, üzüğün 7/1-(e) bendine atıfta bulunarak hata yapmıştır.”

Mahkeme değerlendirmesine ilk olarak genel tespitlerle başlamıştır.

Buna göre; 207/2009 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 7/1-(b) bendine göre ayırt edici niteliğe sahip olmayan markaların tescil edilmesi mümkün değildir. Bu hüküm kapsamında bir markanın ayırt edici niteliği, bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin belirli bir işletmeden gelen mallar ve hizmetler olduğunun anlaşılmasını sağlaması ve bu yolla, başka teşebbüslerin aynı nitelikteki mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması anlamına gelmektedir.

Ayırt edici nitelik, ilk olarak tescili talep edilen mallar veya hizmetler bakımından, ikinci olarak ise kamunun ilgili kesiminin algısı bakımından değerlendirilecektir. Kamunun ilgili kesimi, ilgili malların veya hizmetlerin, yeteri derecede bilgili, gözlemci ve ihtiyatlı ortalama tüketicilerinden oluşmaktadır.

Ürünlerin görünümünden oluşan üç boyutlu markaların ayırt edici niteliğini değerlendirmek için kullanılacak kriterler, diğer marka kategorileri için kullanılacak kriterlerden farklı değildir.

Bununla birlikte, ortalama tüketicilerin ürünlerin görünümden oluşan üç boyutlu markalara yönelik algısı, aynı tüketicilerin markanın kapsadığı malların görünümüne ilişkin herhangi bir bağlantı içermeyen kelime veya şekillerden oluşan markalara yönelik algısıyla her durumda aynı olmayacaktır. Ortalama tüketiciler, şekil veya kelime unsurları olmadığı sürece, ürünlerin veya ürünlerin ambalajlarının şekillerine bakarak malların kaynağı hakkında tahminde bulunma alışkanlığına sahip değillerdir ve bu nedenle, üç boyutlu bir markanın ayırt edici niteliğini ortaya koymak, bir kelime veya şekil markasının ayırt edici niteliğini ortaya koymaktan daha güç olabilir.

Yerleşik içtihada göre, başvurusu yapılan şekil, inceleme konusu ürünlerin olası şekline ne derece yakınlaşırsa, şeklin ayırt edici nitelikten yoksun bulunması ihtimali o derecede artacaktır. Bu tip durumlarda sadece, ilgili sektörün kurallarından ve geleneklerinden belirgin biçimde farklılaşan ve dolayısıyla, kaynak belirtme işlevi olarak tanımlanan asli işlevi yerine getirebilen markaların, madde 7/1-(b) anlamında ayırt edici niteliğe sahip olduğu söylenebilecektir.

Bu çerçevede, bir ürünün şeklinden oluşan üç boyutlu bir markanın, ilgili ürün şeklinin başka bir biçimi olması, tek başına markanın ayırt edici nitelikten yoksun olduğu sonucuna varmak için yeterli değildir. Bu tip durumlarda, inceleme konusu şeklin, ilgili ürünün yeteri derecede gözlemci, bilgilenmiş ve bilinçli ortalama tüketicilerince -analitik bir inceleme yapılmaksızın ve özel dikkat sarf edilmeksizin-, bir işletmenin mallarını diğer işletmelerin mallarından ayırt edilmesini sağlayabilecek bir işaret olarak değerlendirip değerlendirilmeyeceği dikkate alınmalıdır.

Mahkeme yukarıda yer verilen genel tespitler ışığında davayı değerlendirmiştir.

Mahkemeye göre, Temyiz Kurulu, başvurunun 12. sınıfında yer alan malların hem kamunun geneline hem de profesyonellere, 28. sınıfında yer alan mallarınsa kamunun geneline hitap eden mallar olduğu yönündeki tespiti yerindedir.

Başvuru, bir otomobil gövdesinin değişik perspektiflerden altı adet çiziminden müteşekkil üç boyutlu grafik gösterime sahiptir. Başvuruda, başkaca bir kelime veya figüratif unsur bulunmamaktadır.

İncelenen vakada, Temyiz Kurulu başvuru hakkındaki ret kararını “hava ve deniz yoluyla ulaşım için cihazlar” malları bakımından kaldırarak yerinde bir karar vermiş olmakla birlikte, ret kararını “hava ve deniz yoluyla ulaşım için taşıtlar” malları bakımından kaldırmamakla hata yapmıştır. Dolayısıyla, Genel Mahkeme ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret kararını “hava ve deniz yoluyla ulaşım için taşıtlar” malları bakımından kaldırmıştır, şöyle ki başvuruyu oluşturan şekil, belirtilen mallar bakımından ilgili sektörün norm ve geleneklerinden belirgin biçimde uzaklaşmıştır.

Takiben Temyiz Kurulu kararı, ret kararı kapsamında bulunan diğer mallar, yani “Sınıf 12: Taşıtlar; kara yoluyla ulaşım için cihazlar; ambülanslar, arabalar, golf arabaları, elektrikli taşıtlar, askeri ulaşım taşıtları, motorlu evler, soğutuculu taşıtlar, oyuncaklar dışında kalan uzaktan kumandalı taşıtlar, spor arabalar, vanlar (taşıtlar), kara, hava, su ve raylar yoluyla ulaşım için taşıtlar, otomobil gövdeleri, otomobil şasileri, otomobil kaportaları, taşıtlar için gövdeler, taşıtlar için kaportalar, taşıt şasileri, biçimlendirilmiş taşıt kılıfları. Sınıf 28: Oyunlar ve oyuncaklar, oyunlar, radyo kontrollü oyuncak taşıtlar, ölçekle küçültülmüş model oyuncaklar, ölçekle küçültülmüş model taşıtlar, oyuncak taşıtlar, oyuncaklar.” malları bakımından değerlendirilmiştir.

Temyiz Kurulu kararında, başvuruyu oluşturan şeklin, dört tekerlekli ve her iki yanında ikişer kapı olan bir araba gövdesinin altı farklı perspektiften kabataslak çiziminden oluştuğu belirtilmektedir. Temyiz Kurulu’na göre bu araba gövdesini, piyasada rastgele seçilecek diğer araba gövdelerinden belirgin bir farklılaştıran özellikler bulunmamaktadır. Başvuruda göze çarpan başlıca özellikler; yassı bir ön cam, kavisli bir ön cephe, eğimli kupe bir çatı hattı, yükselen bir bel hattı, gövdeye entegre ön – arka lambalar ve çamurluk, arka kısmın tepesinde aerodinamik bir kanat gibi modern arabalarda tipik olarak bulunan özelliklerdir. Buna ilaveten arabanın ızgara kısmında belirgin bir unsur bulunmamaktadır ve bu kısmın çizimi son derece kaba durumdadır. Temyiz Kurulu, sayılan ve buna benzer diğer gerekçelerle, başvuruyu oluşturan çizimlerin, piyasadaki diğer alışıldık arabaların görünümlerinden belirgin biçimde farklılaşmadığı ve başvuruya konu şeklin tipik araba biçimlerinden farklılık içermediği görüşlerine ulaşmıştır.

Başvuru sahibi bu tespitlere karşı çıkmakta ve tecrübeli oto tasarımcıları tarafından tasarlanan başvuru konusu şeklin yeteri derecede anlaşılır, net ve objektif olduğunu belirtmektedir.

Mahkemeye göre, başvuru sahibinin iddiaları, başvuru konusu şeklin ilgili sektörün norm ve geleneklerinden belirgin biçimde farklılaştığını göstermemektedir ve dolayısıyla, başvuru hakkında ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verilen ret kararı, inceleme konusu mallar bakımından yerindedir.

Başvuru sahibi OHIM tarafından tescil edilen araba şekillerini emsal karar olarak sunmuş olsa da, ilgili markalardaki şekillerin, OHIM tarafından ilgili sektörün norm ve geleneklerinden belirgin biçimde farklılaşmış olarak değerlendirildiği öne sürülebilir. Bunun ötesinde, Temyiz Kurulu kararlarının hukuka uygunluğu, OHIM’in önceki karar verme pratikleri bağlamında değil, Avrupa Birliği mahkemelerince yorumlandığı haliyle Birlik marka mevzuatı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, OHIM’in önceki kararlarının Birlik mahkemeleri açısından bağlayıcı olması mümkün değildir. Hukuki belirlilik ve iyi yönetim esasları çerçevesinde, markaların uygun olmayan biçimde tescil edilmesini engellemek amacıyla, her markanın incelenmesi düzgün ve kapsamlı biçimde yapılmalıdır. Buna uygun olarak, inceleme her vaka bazında ayrı olarak gerçekleştirilmelidir. Bir markanın tescil edilmesi, ilgili vakanın kendi şartları kapsamında değerlendirilebilecek ve amacı, inceleme konusu markanın herhangi bir ret gerekçesi kapsamına girip girmediğini belirlemek olan özel kriterlere bağlıdır. Bu çerçevede, 12. sınıf için tescilli başka üç boyutlu araba şekli markalarının olması, inceleme konusu şekli kendiliğinden ilgili sektörün norm ve geleneklerinden belirgin biçimde farklı ve ayırt edici niteliğe sahip hale getirmez.

Başvuru sahibinin bir diğer iddiası, OHIM Temyiz Kurulu’nun, “Range Rover” veya “Evoque” terimlerinin inceleme konusu başvuruyla herhangi bir bağlantısının bulunmadığı yönündeki tespitinin yerinde olmadığıdır.

Mahkemeye göre, OHIM başvuruları kendisine sunulan marka örneğini esas alarak incelemek zorundadır ve inceleme konusu başvuruda “Range Rover” veya “Evoque” kelime unsurları yer almamaktadır. Buna ilaveten, başvurunun bir araba modelinin fotoğraflarından değil, çizimlerden oluştuğu da belirtilmelidir. Bu çerçevede, OHIM Temyiz Kurulu’nun kararını yalnızca başvuruya konu çizimleri esas alarak vermesi ve “Range Rover” veya “Evoque” kelime unsurlarını veya bu isimdeki arabanın fotoğraflarını dikkate almaması yerindedir.

Başvuru sahibi, OHIM Temyiz Kurulu’nun inceleme konusu araba şekline ait üçüncü kişi yorumlarını dikkate almadığını, oysa bu yorumların başvuruya konu şeklin ayırt edici niteliğe sahip olduğunu gösterdiğini iddia etmektedir.

Genel Mahkeme bu iddiayı da kabul etmemiştir. Şöyle ki, Mahkemeye göre, OHIM tarafından incelenen başvuru bir araba şeklinin 6 farklı perspektiften çiziminden oluşmaktadır ve başvuruda araba şeklinin veya oyuncak arabaların fotoğrafları bulunmamaktadır. Buna karşın başvuru sahibi, başvuru konusu çizime ilişkin üçüncü kişi yorumları sunmamıştır. Başvuru sahibi tarafından sunulan fotoğraflarda, araba ızgarası ve diğer bazı unsurlar görülebilir durumdayken, başvuruya konu çizimde bu tip unsurlar görülmemektedir. Dolayısıyla, sunulan fotoğraflarla başvuruya konu çizimin aynı olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Bu bağlamda, OHIM Temyiz Kurulu’nun araba fotoğraflarına dayalı üçüncü kişi yorumlarını incelemede dikkate almamasının bir hukuki hata olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Başvuru sahibi, OHIM Temyiz Kurulu’nun Topluluk Marka Tüzüğü madde 7/1-(e)’yi referans göstermesinin yerinde olmadığını belirtmekle birlikte, başvuru belirtilen bent kapsamında reddedilmemiş olduğundan bu hususun sonucu etkilemesi, Genel Mahkeme tarafından mümkün görülmemiştir.

Belirtilen nedenlerle, Genel Mahkeme, OHIM Temyiz Kurulu tarafından ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verilen ret kararını “hava ve deniz yoluyla ulaşım için taşıtlar” dışındaki mallar bakımından yerinde bulmuştur. Bu çerçevede, ret kararı “Sınıf 12: Taşıtlar; kara yoluyla ulaşım için cihazlar; ambülanslar, arabalar, golf arabaları, elektrikli taşıtlar, askeri ulaşım taşıtları, motorlu evler, soğutuculu taşıtlar, oyuncaklar dışında kalan uzaktan kumandalı taşıtlar, spor arabalar, vanlar (taşıtlar), kara ve raylar yoluyla ulaşım için taşıtlar, otomobil gövdeleri, otomobil şasileri, otomobil kaportaları, taşıtlar için gövdeler, taşıtlar için kaportalar, taşıt şasileri, biçimlendirilmiş taşıt kılıfları. Sınıf 28: Oyunlar ve oyuncaklar, oyunlar, radyo kontrollü oyuncak taşıtlar, ölçekle küçültülmüş model oyuncaklar, ölçekle küçültülmüş model taşıtlar, oyuncak taşıtlar, oyuncaklar.” malları bakımından Genel Mahkeme tarafından onanmıştır.

Otomobil modellerinin şekilleri özellikle bu sektörün meraklılarına çok tanıdık gelmekte ve kaba bir çizime bakılarak otomobil markası veya modeli tahmin edilebilmektedir. Bununla birlikte, ilgili sektörün birçok kullanıcısı bakımından bu tip bir tahminde bulunmak çoğunlukla mümkün değildir. OHIM Temyiz Kurulu ve Genel Mahkeme incelenen vakada, bir otomobil modelinin kabataslak çiziminin ilgili sektörün norm ve geleneklerinden belirgin biçimde farklılaşmadığı, dolayısıyla ayırt edici nitelikte olmadığı yönünde karar vererek, kanaatimizce ayırt edici özellikleri göstermekten aciz otomobil şekli çizimlerine tescil yolunu kapatmıştır.

Kararın okuyucularımızın dikkatini çekeceğini umuyoruz.

Önder Erol Ünsal

Aralık 2015

unsalonderol@gmail.com 

 

 

Marka Hükümsüzlük Davası Sonucunun Beklenmesindeki Hukuki Yarar, Tescil/İtiraz Sürecinde Göz Ardı Edilemez. Adalet Divanı Genel Mahkemesinin 12 Kasım 2015 Tarihli Nestlé ALETE/ALETA Kararı, (T‑544/14)

 

resim_Pause_break

Kimi marka hükümsüzlük davası ile itiraz/tescil sürecinin eş zamanlı gitmediği hallerde, hükümsüzlük davası sonucu beklenmeden itiraz hakkında karar verilmesi söz konusu olabilmektedir. Bu durumlarda gerçek marka sahipleri aleyhine ek zaman ve emek kaybı, sanırım bazı meslektaşlarımın da başına gelmiştir. Örneğin; yurt dışında uzun süredir kullanılan, tescilli ve sektöründe ayırt edicilik kazanmış bir marka sahibi, markasını Türkiye’de de tescil ettirmek istediğinde karşısına daha önceden ve çoğu zaman da kötü niyetle tescil edilmiş aynı veya benzeri marka çıktığı bir durumda, genellikle TPE’nin itiraz sonucunda verdiği son kararın iptali ile birlikte hükümsüzlük davası açılmaktadır. Ancak hükümsüzlük davası açısından zamanaşımı süresinin gündeme geldiği hallerde, TPE kararının kesinleşmesi beklenmeden itiraz dayanağı markaya karşı hükümsüzlük davası açılması gerekmektedir. İşte bu durumlarda hükümsüzlük davası ile TPE tescil/itiraz süreci eş zamanlı gitmediğinden ve esasen 556 sayılı KHK’da itiraz kararının verilmesi için itiraz dayanağı markaya karşı açılan hükümsüzlük davası sonucunun beklenmesi yönünde bir hüküm olmadığından, TPE’ce mevcut sicil kayıtlarına göre itiraz değerlendirilmesi yapılmaktadır. Ancak bu durumda marka üzerindeki gerçek hak sahibi, haksız tescilin hükümsüzlük davasına ek olarak TPE kararının iptali için de ayrıca dava açma külfetine katlanmak zorunda kalmaktadır.

Bu yazı konusu Adalet Divanı Genel Mahkemesinin 12 Kasım 2015 tarihli kararı, bu gibi durumlarda aynen 556 sayılı KHK gibi Birliğin 207/2009 sayılı Tüzüğünde de bekletmeye ilişkin bir hüküm olmasa da, tarafların hukuki yararı ve haklı neden gereğince ulusal mahkemede açılan hükümsüzlük davasının sonucunu beklemeden verilen OHIM kararını iptal etmiştir. Kararın, emsal olması açısından olumlu karşılanacağını ve dikkat çekeceğini tahmin ediyorum.

Kararın Almanca metnine http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=171361&pageIndex=0&doclang=DE&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=357355 bağlantısından ulaşabilirsiniz.

Öncelikle dava konusu olayın tarihçesi şu şekildedir:

  • 19 Ekim 2011 tarihinde İsviçre merkezli Société des produits Nestlé SA (“Nestlé”)

ALETE

        kelime markasının topluluk markası olarak tescili için başvuruda bulunmuştur.

  • Başvuru Nice Sınıflandırmasının 5, 29, 30 ve 32. sınıflarında yer alan “tıbbi amaçlı hijyen ürünleri, diyabetik ürünler, bebek mamaları ve gıdaları, hamile ve emziren kadınlar için yiyecek ve içecek ürünleri, vitaminler, bitki özleri, yağları, gıda takviyeleri” için yapılmıştır.
  • Başvuru 2 Ocak 2012 tarihli Topluluk Marka Bülteninde ilan edilmiştir.
  • İlan edilen başvuruya Romanya merkezli Terapia SA, (“Terapia“) 5. sınıftaki mallar için  itiraz etmiştir. İtiraza dayanak olarak Romanya’da 5. sınıfta yer alan “ecza ve veteriner ürünleri, gıda takviye ürünleri, tıbbi hijyen ürünleri, diyabetik tıbbi ürünler, bebek mamaları” için daha önceden tescili

ALETA

          kelime markası gösterilmiştir.

  • İtiraz, OHIM İtiraz Bölümü tarafından 26 Nisan 2013 tarihinde Birliğin 207/2009 sayılı Tüzüğün 8/1 maddesine göre 5. sınıftaki mallar için kabul edilmiştir.
  • 19 Haziran 2013 tarihinde  Nestlé itiraz kararının kaldırılması için OHIM Temyiz Kuruluna başvurmuştur. OHIM Temyiz Kurulu da itirazı reddetmiştir.
  • 3 Aralık 2013 tarihinde  Nestlé yetkili Romanya mahkemeleri huzurunda itiraza dayanak markanın, Parkinson hastalığının tedavisinde kullanılan ilaç haricinde, içerdiği diğer mallar için yasal süresi içinde marka olarak kullanılmadığı iddiası ile marka hükümsüzlük davası açmıştır.
  • 10 Aralık 2013 tarihinde  Nestlé, OHIM’e itiraz dayanağı olarak gösterilen markaya karşı Romanya’da açtığı hükümsüzlük davasını bildirerek, itiraz sürecinin hükümlülük davası sonuçlanıncaya bekletilmesini talep etmiştir.
  • OHIM Temyiz Kurulu, bekletme talebini dikkate almamış ve  Nestlé’nin iddialarının aksine, önceki marka sahibi firma Terapia’nın sunduğu belgeler ile yasal süreler içinde markasını geçerli şekilde kullandığını ispatladığını tespit etmiştir.  Bunun yanı sıra OHIM, itiraz konusu markalar arasında karıştırılma ihtimalinin mevcut olmadığına karar vermiştir.

Nestlé konuyu Adalet Divanı Genel Mahkemesi önüne taşımıştır. Davacı Nestlé’ye göre OHIM markalar arasındaki karıştırılma ihtimali değerlendirmesinde hataya düşmüştür. Bunun yanı sıra Davacı Nestlé, Romanya’da itiraz dayanağı markanın hükümsüzlüğü için açtığı davanın sonucunu beklemeden OHIM’in karar vermesinin 2868/95 sayılı Tüzüğün 20/7 (c)[1] maddesine aykırı olduğunu iddia etmiştir.

Mahkeme öncelikle 2868/95 sayılı Tüzüğün 20/7 (c) maddesinin somut davada uygulama imkânının; OHIM’ın itiraz sürecini Romanya’daki dava sonuçlanıncaya kadar bekletmede hukuki bir yarar olup olmadığı hususunu incelemiştir. Mahkeme, şimdiye kadarki kararlara göre taraflardan herhangi birinin talebi halinde otomatik olarak bu sürecin durmayacağı belirtmekle beraber, haklı bir neden ve daha üstün bir hukuki yararın bulunması halinde OHIM’in ulusal mahkemedeki yargılama sonucuna kadar itiraz sürecini bekletebileceğini belirtmiştir.[2] Bu durum, OHIM’in daha üstün bir hukuki yarar nedeniyle itiraz sürecini bekletmesi halinde vereceği kararın mahkeme denetimden muaf olacağı anlamına gelmemektedir. Ancak bu durumda kararın denetimi sadece usuli denetim ile sınırlı kalacaktır.

Somut olayda OHIM, Romanya’daki hükümsüzlük davasının sonucunu beklemeden karar vermiştir. OHIM’e göre Davacı Nestlé, daha önceki markanın Parkinson hastalığının tedavisinde kullanılan ilaçlar için markasal kullanıldığı hususunu, ne itirazında ne de Romanya’da açtığı hükümsüzlük davasında ihtilaf konusu yapmıştır. Dolayısıyla OHIM 5. sınıf için itiraz dayanağı markanın, markasal kullanıldığı tespitine varmıştır.

Ancak Mahkemeye göre bu tespit, itiraz dayanağı markanın 5. sınıfta yer alan “tüm” mallar için marka olarak kullanıldığının ispatı için yeterli bir delil oluşturmamaktadır. Keza OHIM kararında bu yönde bir tespiti haklı kılan hukuki bir gerekçe de bulunmamaktadır.  Kaldı ki her ne kadar Parkinson ilacı ile diğer hijyen ürünleri, beslenme takviye ürünleri, bebek gıdası, şeker hastaları için ürünleri gibi ürünlerin üretim, satış, pazarlama yolları benzer olsa bile, Nestlé’nin, Parkinson hastalığı tedavisi ilacı için itiraz dayanağı markanın kullanıldığını ihtilaf konusu yapmaması hususunun, diğer tüm ürünler için kullanıldığına ilişkin tek başına delil olarak kabulü söz konusu olamaz.

Sonuç olarak, Mahkemeye göre OHIM’in sadece tek ürün için itiraz dayanağı markanın kullanımına itiraz edilmediği hususundan yola çıkarak, Romanya’daki davanın sonucunu beklemede hukuki yarar olmadığı yönündeki tespiti yerinde değildir. OHIM bekletme kararını, haklı bir hukuki gerekçeye dayandıramadığı gibi, tarafların menfaatlerini adil şekilde göz önüne almamıştır.

OHIM’in 207/2009 sayılı Tüzükte, bir hükümsüzlük veya terkin davası için itiraz sürecini bekletmeye dair hüküm olmaması yönündeki savunması da, Mahkemenin yukarıdaki belirtilen hükmünü etkilemediği belirtilmiştir.

Mahkeme OHIM kararının yerinde olmadığından iptali ile birlikte, somut olayda bu kararı değiştirecek bir mahkeme kararı tesisi için dosyada yeterli bilgi ve belge bulunmadığını da tespit etmiştir. Mahkeme ancak dosyada yeterli delil bulunması halinde karar verebileceğine hükmettiğinden, Davacının diğer iddiaları açısından karar vermemiştir.

Her ne kadar 556 sayılı KHK’da bekletici meseleye ilişkin bir hüküm olmasa da davaların en az giderle ve süratle sonlandırılmasını öngören evrensel “usul ekonomisi ilkesinin” getirdiği hukuki yararın TPE tarafından da göz önünde tutulması gerektiğini, bu nedenle beklentilerin yüksek olduğu yeni marka kanununda TPE’ye bu yönde yetki veren bir düzenlemenin de yer alması gerektiği kanaatindeyim.

Gülcan Tutkun Berk

Aralık, 2015

gulcan@gulcantutkun.av.tr

 

Dipnotlar:

[1]The Office may suspend opposition proceedings: (a) where the opposition is based on an application for registration pursuant to Article 8 (2)(b) of the Regulation until a final decision is taken in that proceeding, (b) where the opposition is based on an application for registration for a geographical indication or designation of origin under Council Regulation (EEC) No 2081/9224 until a final decision is taken in that proceeding, or (c) where a suspension is appropriate under the circumstances.

[2] 25 Kasım 2014, Royalton Overseas/HABM – S.C. Romarose Invest [KAISERHOFF], T‑556/12

Anayasa Mahkemesi’nin 2015/98 ve 2015/99 Sayılı Kararları – 7/1-(b) Bendinin İptali Talebinin İncelenmesini Beklemeye Devam Edeceğiz

anayasamah7b

556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 7/1-(b) bendinin, Anayasaya aykırılık gerekçesiyle iptali için Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nce yapılan 2015/92 ve 2015/93 sayılı talepler, hatırlanacağı üzere Anayasa Mahkemesi’nin 2015/98 ve 2015/99 sayılı kararları ile reddedilmişti.

IPR Gezgini’nde tarihinde yayınlanan “Anayasa Mahkemesi Kararı Biraz Daha Beklenilmesi Gerektiğini mi Söylüyor?” (http://wp.me/p43tJx-s1) başlıklı yazımızda, Anayasa Mahkemesi kararının muhtemel gerekçesini tahmin etmiş ve kanaatimizce ret gerekçesinin, Anayasa Mahkemesi önünde halihazırda beklemekte olan aynı içeriğe sahip, yani 7/1-(b) bendinin iptali talebini içeren 2015/15 esas sayılı talep olduğunu ifade etmiştik.

Anayasa Mahkemesi internet sitesinde, 2015/98 ve 2015/99 sayılı kararlarını yayınladı ve tahminiz yanlış çıkmadı.

anayasamahk.7bgerekçesi

Anayasa Mahkemesi kararlarında, “4. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme tarafından, itiraz konusu kural hakkında daha önce de Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulduğu anlaşılmakta olup Mahkememizin E.2015/15 esasına kayıtlı olan bu başvurunun,  bakılmakta olan dava dosyası için de bekletici mesele sayılması gerekirken, tekrar başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır. 5. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Kanun’un 41. maddesinin (2) numaralı fıkrasına aykırı olduğu anlaşılan itiraz başvurusunun, Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından, esas incelemeye geçilmeksizin reddi gerekir.” ifadelerini kullanarak, 7/1-(b) bendinin Anayasaya aykırılık gerekçesiyle iptali için yapılan 2015/92 ve 2015/93 sayılı talepleri reddetmiştir.

Anayasa Mahkemesi kararlarının; http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/e93ae013-dca3-46a3-bdff-ccaf203bcb69?excludeGerekce=False&wordsOnly=False ve http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/6729fafc-1851-40bc-abe6-8585aa5f2c02?excludeGerekce=False&wordsOnly=False bağlantılarından görülmesi mümkündür.

7/1-(b) bendinin akıbetini Anayasa Mahkemesi’nce muhtemelen bu ay (Aralık 2015) görüşülecek 2015/15 esas sayılı iptal talebi belirleyecektir.

Okuyucularımızla birlikte 2015/15 esas sayılı iptal talebine ilişkin kararı merakla beklemeye devam edeceğiz.

Önder Erol Ünsal

Aralık 2015

unsalonderol@gmail.com

Türkiye’nin YouTube Yasağı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce İfade Özgürlüğünün İhlali Olarak Değerlendirildi

europea_court_of_human_rights_big

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bugün (1 Aralık 2015) verdiği kararla, Türkiye Cumhuriyeti’nin YouTube video paylaşım sitesini 2008-2010 yılları arasında 2 yıl süreyle erişime kapatmasını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde yer alan “İfade Özgürlüğü”nün ihlali olarak değerlendirdi.

Serkan Cengiz, Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak isimli akademisyenler tarafından yapılan başvuruların (48226/10 ve 14027/11) incelenmesi sonucunda verilen kararın metninin http://hudoc.echr.coe.int/eng#{“itemid”:[“001-158948”]} bağlantısından (şimdilik sadece Fransızca) incelenmesi mümkündür. Karar hakkındaki basın açıklamasıysa, İnsan Hakları Mahkemesi’nin internet sitesinde file:///C:/Users/pc/Downloads/Judgment%20Cengiz%20and%20Others%20v.%20Turkey%20-%20blocking%20of%20access%20to%20YouTube.pdf bağlantısı aracılığıyla görülebilir.

2008 – 2010 yılları arasında YouTube video paylaşım sitesinin kapalı kaldığı dönemi okuyucularımız hatırlayacaktır. Özetlemek gerekirse, YouTube’un bir açılıp bir kapandığı 2008 yılında, Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi 5 Mayıs 2008 tarihinde, Atatürk’ün hatırasına hakaret içeren 10 adet videonun varlığı nedeniyle YouTube’a erişimin engellenmesine karar verir ve YouTube Türkiye’de 30 Ekim 2010 tarihine kadar erişime kapalı kalır. Bu karara karşı, Serkan Cengiz, Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak haber alma özgürlüklerinin engellenmesi nedeniyle itiraz eder ve erişim engelinin kaldırılmasını talep eder. Başvuru sahipleri taleplerinde, erişim yasağının profesyonel akademik kariyerlerini etkilediğini ve YouTube’a erişim sağlanmasının kamu yararıyla ilintili olduğunu belirtir. Buna ilaveten itirazda, yasağa gerekçe 10 videodan altısının silindiği ve kalan dördüne Türkiye’den erişimin mümkün olmadığına bilgisine de yer verilir.

İtirazı inceleyen mahkeme, erişimin engellenmesi kararının hukuka uygun şekilde alınması ve erişim engelinin sadece başvuru yapan kişilere yönelik olmaması, dolayısıyla itiraz sahiplerinin dava açma haklarının bulunmaması gerekçeleriyle itirazı reddeder. Bu karara karşı yapılan itiraz ise üst mahkeme tarafından reddedilir.

17 Haziran 2010 tarihinde YouTube’a karşı bir daha erişimi engelleme kararı alınır ve Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak buna karşı gene itiraz eder. Bu itiraz da reddedilir ve ret kararı üst mahkeme tarafından gene onanır.

Serkan Cengiz, Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak bu kararlara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde 20/07/2010 ve 27/12/2010 tarihlerinde itiraz eder.

İtiraz gerekçeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin  ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddesinin ihlalidir (bilgi alma özgürlüklerinin engellenmesi). İtiraz sahipleri, buna ilaveten adil bir yargılamanın söz konusu olmadığını, dolayısıyla sözleşmenin 6. maddesinin de ihlal edildiğini öne sürmektedir.

İnsan Hakları Mahkemesi, bu davayı Başkan Paul Lemmens (Belçika) ve üyeler Işıl Karakaş (Türkiye), Nebojša Vučinić (Karadağ), Ksenija Turković (Hırvatistan), Robert Spano (İzlanda), Jon Fridrik Kjølbro (Danimarka), Stéphanie Mourou-Vikström (Monako)’den oluşan heyetle 1 Aralık 2015 tarihinde karara bağladı ve Türkiye’nin İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine oybirliğiyle karar verdi.

Mahkemeye göre, YouTube’a erişimin engellenmesi kararı itiraz sahiplerini kişisel olarak hedef almadığından, ilk olarak itiraz sahiplerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre mağdur statüsünde olup olmadığı belirlenmelidir. Bu aşamada, itiraz sahiplerinin YouTube’u profesyonel amaçlarla, özellikle de akademik çalışmaları için video indirme ve videolara erişim sağlama amacıyla yoğun biçimde kullandığı tespit edilmiştir. Mahkemeye göre, YouTube özel ilgi alanlarında, özellikle de politik ve sosyal meselelerde bilgi sağlayan münferit bir platformdur. Bu nedenle, YouTube önemli bir iletişim kaynağıdır ve bu platformda yer alan bilgilere başka bir biçimde erişim imkanı bulunmadığından, YouTube’a erişimin engellenmesi bu bilgilere erişim imkanını ortadan kaldırmaktadır. Buna ilaveten YouTube, “vatandaş gazeteciliği”nin ortaya çıkmasını ve geleneksel medyada yer bulmayan politik bilginin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu çerçevede, YouTube şikayetçilerin bilgi ve fikirlere ulaşmasına ve bunları oluşturmasına imkan veren önemli bir ortamdır ve şikayetçiler doğrudan hedef alınmamış olsa da, YouTube’a erişimin engellenmesi nedeniyle, bu kişilerin etkilenmiş olduklarını öne sürmeleri meşrudur.

Mahkemeye göre erişim yasağı, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin İfade Özgürlüğü başlıklı 10. maddesince koruma altına alınmış haklarına bir kamu otoritesince müdahale anlamına gelmektedir.

Erişim yasağı 5651 sayılı kanunun 8(1) maddesi uyarınca verilmiş olsa da, İnsan Hakları Mahkemesi’nde göre, belirtilen kanun, içeriği nedeniyle bir internet sitesinin tamamen kapatılmasına imkan vermemektedir (İnsan Hakları Mahkemesi’nin “3111/10 sayılı Ahmet Yıldırım v. Türkiye” sayılı önceki kararı da aynı yönde tespitleri içermektedir.). Belirtilen madde Mahkemeye göre, suç şüphesi içeren spesifik yayınlara uygulanabilecektir, dolayısıyla anılan madde kullanılarak YouTube’a erişimi tamamen engelleyen “battaniye erişim yasağı” konulması yerinde değildir.

Belirtilen gerekçeler doğrultusunda İnsan Hakları Mahkemesi, incelenen vakadaki devlet müdahalesinde, İnsan Hakları Sözleşmesi’nde öngörülen hukuka uygunluk şartının yerine getirilmediği ve şikayetçilerin yeterli derecede hukuki koruma altına alınmadığı sonuçlarına ulaşmıştır.

İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, yukarıda sayılan nedenlerle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde yer alan “İfade Özgürlüğü” ihlal edilmiştir.

Mahkeme, 10. madde kapsamındaki ihlali tespit etmiş olduğundan, 6. maddede düzenlenmiş “Adil Yargılanma Hakkı”nın ihlali gerekçeli şikayeti ayrıca incelememiştir.

Şikayetçiler, Sözleşme’nin 46. maddesinde yer alan “Kararların Bağlayıcılığı ve Uygulanması” maddesine de şikayetlerinde yer vermiş olmakla birlikte, İnsan Hakları Mahkemesi , 5651 sayılı kanunda yapılan değişikliklerle, bir internet sitesinin tümüyle erişime kapatılması ayrı şartlara bağlanmış olduğundan, bu madde çerçevesinde ayrıca bir karar vermemiştir.

IPR Gezgini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu kararını memnuniyetle karşılıyor ve internet erişim yasakları yoluyla bilgiye erişimin engellenmesi kararlarının ülkemizde bundan sonra eskisi kadar kolay alınmayacağını umut ediyor. Davacılar Serkan Cengiz, Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak’a hepimizin özgürlüğü için verdikleri mücadele nedeniyle teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Önder Erol Ünsal

Aralık 2015

unsalonderol@gmail.com