Kategori: kişilik hakları

ESER SAHİBİNİN MANEVİ HAKLARINDAN “ESERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINI MEN HAKKI”

Eserde değişiklik yapılmasını men hakkı telif hakkı yasasının genel teorilerinden biri olan kişilik hakları teorisinin telif hakları yasalarındaki karşılığıdır. Kişilik teorisi, hem Avrupa Birliği (AB) nezdindeki düzenlemeler hem de bu düzenlemelerden etkilenen ulusal hukukumuz üzerinde oldukça fazla etkiye sahiptir. Bu teori, fikir ürünlerinde kişilikle ilgili bir nitelik görmektedir.

Kişilik teorisine göre, eser, eser sahibinin kişiliğinin bir yansıması veya uzantısıdır.[1] Eser sahibi, eseri aracılığıyla kendini tanımlar ve toplumla bağlantı kurar. Eser ile sahibi arasındaki yakın duygusal ilişki nedeniyle eser sahibinin eser üzerindeki kişisel menfaatlerinin korunması gerekir.[2] Kişilik teorisinin yansıması olarak, eser, fiziki olarak bir başkasına devredilse dâhi eser sahibinin, esere yabancılaşması engellenmektedir. Bu nedenle kişilik teorisine önem veren ülkeler, eser sahibi bakımından manevi hakları vazgeçilmez nitelikteki haklar olarak düzenlemiştir.

Ulusal hukukumuz bakımından ise eser sahibine, birtakım manevi haklar tanınmıştır. Bu haklar 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.14 hükmünde düzenlenen “Umuma arz salahiyeti”, FSEK m.15 hükmünde düzenlenen “Adın belirtilmesi salahiyeti”, FSEK m.16 hükmünde düzenlenen “Eserde değişiklik yapılmasını menetmek” ve FSEK m.17 hükmünde düzenlenen “Eser sahibinin zilyed ve malike karşı hakları” dır.

Bu yazının konusu ise eser sahibinin en önemli manevi haklarından birisi olan ve uygulamada sıkça karşılaşılan “eserde değişiklik yapılmasını men hakkı” dır.  FSEK m.16 hükmüne göre eser sahibinin izni olmadıkça eserde veya eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz. Eser sahibinin adı, eserin içeriği,  adı ile şekli bakımından bir bütünlük arz eden eserin bütünlüğünün korunması hususunda eser sahibinin manevi çıkarı bulunmaktadır.[3] Çünkü eser sahibinin hususiyeti, eserin her parçasında kendisini göstermektedir. Bu kapsamda, eser üzerinde eser sahibinin izni dışında yapılacak değişiklikler hususiyete, eser sahibinin ününe ve şerefine zarar verebileceği gibi eserin bütünlüğünü de  bozabilir.[4]

Bern Anlaşması 6. tekrar maddesinin 1. fıkrası da bu yönde bir hüküm sevk etmiştir. Söz konusu hükme göre; eser sahibi, haiz olduğu mali haklardan müstakil olarak ve hatta bu hakların devrinden sonra dâhi eserin kendi eseri olduğunu beyan etmek ve bu eserin kendi şeref ve şöhretine zarar veren her türlü bozuluşuna, parçalanışına veya herhangi bir şekilde değişikliğe uğratılmasına yahut aynı eserin başka herhangi bir suretle haleldar edilmesine muhalefet etme hakkını bütün hayatı boyunca muhafaza eder.

Eser sahibi, eseri ile kendini ifade etmektedir. Bu nedenle eserdeki değişiklikleri men hakkı, eser sahibinin ifade özgürlüğü hakkı ile de ilişkilidir. Anayasa Mahkemesi’nin 2014/5433 sayılı bireysel başvuru hakkında verdiği 11/07/2019 tarihli kararında[5] “…demokratik bir toplum için büyük önem taşıyan, alenileşmiş olması nedeniyle artık insanlığın fikri servetinin herkese açık bir parçası haline gelen bir sanat eserinin ve dolayısıyla Anayasa tarafından koruma altına alınmış olan sanatsal ifade özgürlüğünün korunması noktasında gösterilmesi gereken hassasiyet somut başvuruda kamu gücünü kullanan organlarca gösterilmemiştir.” İfadesine yer vererek heykelin, eser sahibinin izni olmadan, Kars Belediye Meclisi 01/02/2011 tarihli kararı ile kaldırılmasının sanatçının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, heykel, Kars Belediyesi tarafından belirli bir ücret karşılığında başvurucuya yaptırılmış ve ücreti başvurucuya tam olarak ödemiş olsa ve eser, üçüncü kişilerin tasarrufuna terk edilmiş olsa bile manevi hakların eser sahibince hayatı boyunca kullanılabilen haklar olduğunu kararda açıkça belirtmiştir. Buradan çıkacak sonuç, esere fiziken sahip olan kişinin diğer bir deyimle aslın maliki ve zilyedinin, eseri kullanırken eser sahibinin haklarına riayet etmesi gerektiğidir. Aslın maliki eseri bozamaz, değiştiremez ve yok edemez[6]. Hatta malikin eseri kullanma şekli, teşhir yeri ve biçimi yahut satışa çıkarılma tarzı eser sahibinin şeref ve itibarını zedelememeli ve eseri korumak için gerekli tedbirleri almalıdır. Aslın malikinin eserin korunmasına yönelik sorumluluğu, objektif özen yükümlülüğüdür. Aksi hâlde eser sahibinin FSEK m.16 ve 17 hükümlerinin ihlali gündeme gelecektir.[7]

Eserin doğrudan veya dolaylı olarak değiştirilmesi yahut esere zarar verici davranışlar da eser sahibinin eserde değişikliği men etme hakkı kapsamında engellenebilir davranışlardır. Bu kapsamda örneğin, anlam korunsa da eserdeki ifade şeklinin değiştirilmesi, eserle verilmek istenen mesajın değiştirilmesi yahut eserin farklı renge boyanması durumunda esere dolaylı müdahale söz konusudur.[8] Yapılacak değişikliklerin olumlu veya olumsuz olması sonucu değiştirmemektedir. Çünkü aksi halde üçüncü kişilere sınırsız bir takdir hakkı tanınmış olur.[9] Bu kapsamda örneğin acıklı sonla biten bir hikâyenin mutlu son şeklinde değiştirilmesi veya bir heykelin farklı renge boyanması durumunda da eser sahibinin eserde değişikliği men hakkını ihlal etmektedir.

Yargıtay bir kararında[10], eser sahibinin projesine uygun olarak yapılan boyanın değiştirilmesinin, eserin orijinal hâlini bozduğu için, eser sahibinin eserde değişiklik yapılmasını men hakkının ihlal edildiğini belirtilerek, eserin projeye uygun olarak boyatılmasına karar vermiştir.[11] Yargıtay bir başka kararında[12] da, eser sahibinin “Hitit Gözü” adlı rölyef eserinin tadilatı sırasında gereken özenin gösterilmemesi gerekçesiyle eski hâle getirilmeyecek derecede zarar görmüş olduğundan eser sahibinin eserde değişiklik yapılmasını men hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. [13]

Yargıtay’a göre, bir musiki eserin, mahiyetine uygun olmayacak şekilde, başka bir müzik aletiyle ve eserin hususiyetini bozacak biçimde icrasının eser sahibinin manevi haklarına halel getirmektedir. Yargıtay bir kararında[14] “Çile Bülbülüm” adlı musiki eserin mahiyetine aykırı şekilde icra edilip edilmediğinin ve bestenin çalınması esnasında kullanılan müzik aletinin çıkardığı sesin eserin özelliğin ve hususiyeti ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. [15]

Eserde kısaltma veya esere ekleme yapılması da eserin değiştirilmesine yol açtığından, izinsiz şekilde yapılan bu ekleme veya çıkartmalar eser sahibinin manevi hakkının ihlaline sebebiyet vermektedir. Yargıtay bir kararında[16], eser sahibinin sualtı belgeselinin kısaltılması yoluyla yapılan değişikliğin, eser sahibinin manevi haklarını ihlal ettiğini ifade etmiştir.[17]

Ontario Yüksek Mahkemesi bir kararında[18] davacı heykeltıraş Micheal Snow’un  60 adet kazın uçarkenki doğal görüntüsünü yaptığı heykelde yer alan kazların boyunlarına, Noel sebebiyle kırmızı kurdeleler takılması üzerine, kurdelelerin, sanatçının eserin amacı ve karakterine dair öznel niyetinin makul olduğu ölçüde dikkate alınması gerektiğini belirtmiş ve mahkeme, yapılan eklemenin eseri bozulduğu ve değiştirdiği gerekçesiyle,  kazların boynunda yer alan süslemeleri, çıkarılmasına karar vermiştir.

FSEK m.16 hükmünde yer alan “eser” kavramının geniş yorumlanmakta ve eserin adı ve alametlerinde yapılacak olan değişiklikler FSEK m.16 hükmünün ihlali kapsamında değerlendirilmiştir.[19]

Kanunun veya eser sahibinin müsaadesiyle bir eseri işleyen, umuma arz eden, çoğaltan, yayımlayan, temsil eden veya başka bir suretle yayan kimse; işleme, çoğaltma, temsil veya yayım tekniği icabı zaruri görülen değiştirmeleri eser sahibinin hususi bir izni olmaksızın da yapabilir. İstisna kapsamında olan, tekniğin icabı zaruri görülen değiştirmelerdir. İstisnanın kapsamı hususunda FSEK hükmünde bir belirleme yapılmadığı için her somut olaya göre değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu durum, hükmün geniş ve kötü kullanımına yol açabilecek niteliktedir.[20] Kasten yapılmış olmayan imla ve yazım yanlışlarının düzetilmesi yahut müfredata uygunluk için gerekli olan değişiklikler yahut mizanpaj değişiklikleri bu kapsamdadır. Zaruri durumlar dışında yapılacak değişikliklere izin vermek hakkı eser sahibindedir ve bu hakkın aslen veya devren iktisabı mümkün değildir.[21]

Zaruri olan değişikliklere dair istisnanın mimari eserler için de geçerli olup olmayacağı hususunda fikir birliği bulunmamaktadır. Doktrindeki birinci görüşe göre, mimari eserler bakımından fonksiyonellik estetik görünümünden önce geldiğinden bu eserler bakımından, Eser sahibinin şeref ve haysiyetine halel getirilmeksizin, mimarın izni olmaksızın haklı sebeplerle değişiklik yapılması mümkündür.[22] Tekinalp’e[23]göre, eserin dürüstlük kurallarına uygun olarak bakım ve tamiri de istisna hükmü kapsamında değerlendirilmelidir. Doktrindeki diğer görüşe göre ise, bir mimari eserde yapılan esaslı değişiklik, eser sahibinin işlenme hakkının ihlal edeceğinden mimari eserler bakımından istisna hükmünün uygulanmaması gerekmektedir.[24]Kılıçoğlu’na[25] göre ise mimari projede değişikliğin haklı nedene dayanması, değişikliğin ekonomik yahut teknik sebeple zorunlu olması durumunda eser sahibinin mesleki onur ve itibarına zarar vermemek ve mümkün mertebe eserin mahiyetini ve hususiyetini bozmamak koşuluyla mimari projelerde değişiklik yapılaması mümkündür.

Yargıtay kararlarında genel eğilim, teknik zorunluluklar nedeniyle yapılan değişikliklerin hak ihlali sayılmayacağını belirtmektedir. Yargıtay bir kararında[26], Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali’nin mimari projesinde yapılan teknik değişikliklerin eserin estetik görünümünü değiştirmeyeceği ve kullanım amacı bakımından zorunlu değişiklikler olduğu, sebebiyle eser sahibinin hususi bir izni olmaksızın yapılabileceğini ifade etmiştir.[27]

Yargıtay başka bir kararında[28] da“…stadyumun ihtiyaca cevap vermemesi nedeniyle tadilatın zorunluluktan kaynaklandığı…” ifadesine yer vererek eser sahibinin manevi hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır.[29]

Berlin Bölge Mahkemesi’nin 2006 yılında verdiği bir kararda[30], davacı Meinhard von Gerkan tarafından, katedrallerin başkilise olma özelliğine atfen, katedrallarin tonozlu tavanlarından ilham alınarak tasarlanan Berlin tren istasyonunun, Almanya Demiryolu İşletmesi tarafından maliyetlerin azaltılması amacıyla değiştirilerek inşa edilmesine nedeniyle açılan davada, mahkeme, mimarın orijinal tasarımının tahrif edildiği gerekçesiyle telif hakkı ihlalinin bulunduğunu belirterek, tavanın projede yer aldığı şekilde inşa edilmesine karar vermiştir.

Yine Amerika Birleşik Devletleri temyiz mahkemesi tarafından verilen karar sonucunda, davalının eser sahibi olan grafiti sanatçılarına haber vermeksizin kendi izniyle yapılan grafitiye zarar vermesinin Görsel Sanatçı Hakları Yasası’nı (VARA) doğrudan ihlal ettiğini tespit etmiştir. [31](VARA (§ 106A)

Bir binanın önemli bir kısmının reklam panosu ile kaplanması üzerine açılan davada, Çekya Yüksek Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin söz konusu durumunun esere zarar verme teşkil etmediği gerekçesine katılmadığını ifade etmiştir.[32]

Eser, eser sahibinin yazılı izni ile değiştirilebilecektir. Eserin değiştirilmesine dair yetkinin sınırsız, kayıtsız ve şartsız devri mümkün olmadığı gibi haklı sebebin bulunması durumunda verilen izin geri alınabilecektir.[33] Belirtmek gerekir ki eser sahibi, eserin değiştirilmesine dair kayıtsız ve şartsız olarak yazılı izin vermiş olsa bile şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilir. (FSEK m.16/3) Men yetkisi esere dolaylı şekilde yapılacak müdahaleleri de kapsamaktadır.[34] Örneğin, ailelere hitap eden bir sinema filminde kullanılmasına izin verilen eserin, cinsel içerikli filmlerde kullanılması eser sahibinin FSEK m.16 hükmünde kullanılan hakkının ihlali anlamına gelecektir. Menetme yetkisinden, bu hususta sözleşme yapılmış olsa bile vazgeçmek hükümsüzdür. Eser sahibinin men yetkisi, yasa tarafından izin verilen değişiklikler için de

bulunmaktadır. Bu kapsamda, temsil veya yayım tekniği icabı zaruri görülen değişiklikler eser sahibinin şeref ve itibarını düşürüyorsa veya eseri bozuyorsa söz konusu değişikler eser sahibi tarafından men edilebilecektir.[35]

Sonuç olarak, eser sahibine kanun ile koruma sağlanarak emek ödüllendirilse de eser arasındaki duygusal bağa saygı göstermelidir. Bu nedenle eserden doğan mali haklar devredilmiş olsa dâhi eserde veya eser bütünlüğünde değişiklik yapılmasının önüne geçilebilmesi gerekir. Yazarın eser üzerindeki kontrolü, ekonomik hakların devri ile sona ermemeli ve kanun, kontrolün devamını sağlamalıdır.

Elif AYKURT KARACA

elifaykurt904@gmail.com

Ağustos 2021


[1] Yoo, Christopher S., “Rethinking Copyright and Personhood” (2019). Faculty Scholarship at Penn Law. 423.
https://scholarship.law.upenn.edu/faculty_scholarship/423, s.1039-1078, s.1041,

[2] Yoo, s.1041.

[3] Odabaş, F.A. “Eser üzerindeki Manevi Haklar”. İstanbul Barosu Dergisi, C.90 Sa.4,2016,

s.117-135, s.124.

[4] Güneş, İ. Eser Sahibinin Manevi Hakları ve Uygulama, Terazi Hukuk Dergisi, C.3 Sa.19, 2008, s.-67-76, s.73; Odabaş, s.125.

[5] Söz konusu karar, 30959 Sayılı, 25/11/2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

[6] Her ne kadar FSEK m.16 kapsamında “yok etme” fiili yer almasa da “çok azı kapsar” prensibi gereği, eserin değiştirilmesi korunuyorken ortadan kaldırılması da aynı şekilde korunmalıdır. Alman Telif Hakkı Yasası’nda da “eserin yok edilmesi” m.14 kapsamında düzenlenen “Eserin tahribatı” kapsamında yer almasa da Federal Yüksek Mahkeme, eser sahibi ile eser arasındaki bağı koparacağı için, eserin yok edilmesinin en güçlü ve şiddetli bozulma/ tahribat biçimi olduğunu ifade etmiştir.  Ancak bu durumda, esere fiziken sahip olan kişinin/ mülk sahibinin meşru menfaatleri ile eser sahibinin menfaatinin tahrip edilen eserin tek nüsha olup olmadığı, eserin özgünlük düzeyi, eser sahibinin eseri geri alma veya kopyalama fırsatına sahip olup olmadığı gibi hususlar dikkate alınarak dengelenmelidir.

[7] Yargıtay HGK 21/10/2020 tarihli 2017/137 E., 2020/806 K. sayılı kararı.

[8] Yavuz, L./ Alıca, T. / Merdivan, F. (2013). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, Cilt 1, Birinci Bası, Ankara, s.460-461.

[9] Güneş, s.73.

[10] Yargıtay 11. HD 22/06/1998 tarihli 1998/3246 E., 1998/4717 K. sayılı kararı.

[11] Erdil, E. (2009). İçtihatlı ve Gerekçeli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, İstanbul, s.547.

[12] Yargıtay 11. HD 23/01/2007 tarihli 2005/13649 E., 2007/689 K. sayılı kararı.

[13] Erdil, s.526.

[14] Yargıtay 11. HD 11/02/1983 tarihli 4-70 E., 123 K. sayılı kararı.

[15] Erdil, s.554.

[16] Yargıtay 11. HD 06/03/2000 tarihli 2000/863 E., 2000/1762 K. sayılı kararı.

[17] Bulut, B. (2020). Sinema Eserlerinde Hak Sahipliği, Ankara, s.125.

[18] 08.12.1982 tarihli 70 CPR (2d) 105 sayılı kararı. (Karar https://www.cipil.law.cam.ac.uk/virtual-museum/snow-v-eaton-centre-ltd-1982-70-cpr-2d-105 adresinden alınmıştır.)

[19] Bkz. Yargıtay 11. HD  16/09/2019 tarihli 2019/2476 E.,  2019/5446 K. sayılı kararı.

[20] Karakuzu Baytan, D. (2005). Fikir Mülkiyeti Hukuku Kavramlar. İstanbul, s.47.

[21] Bulut, s.123.

[22]Ateş, M. (2003). Fikir ve Sanat Eserleri Üzerindeki Hakların Kapsamı ve Sınırlandırılması. Ankara, s.150

[23] Tekinalp, Ü. (2012). Fikrî Mülkiyet Hukuku. Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 5. Bası, İstanbul, s.173.

[24] Üstün, G. (2001), Fikrî Hukukta İşleme Eserler. İstanbul, s.120-121.

[25] Kılıçoğlu, A. (2013). Sınai Haklarla Karşılaştırmalı Fikrî Haklar, Genişletilmiş Gözden Geçirilmiş 2. Bası, Ankara, s.277.

[26] Yargıtay 11. HD 07/12/2007 tarihli 2006/8353E., 2007/15508 K. sayılı kararı.

[27] Öztunalı, D. (2010). Eser Sahibinin Manevi Hakları. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul, s.109.

[28] Yargıtay 11. HD 24/04/2008 tarihli 2007/9568 E., 2008/5481 K. sayılı kararı.

[29] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.482.

[30] Karar, Harvard CopyrightX derslerinde Prof. William Fisher tarafından işlenmiş ve söz konusu derslerde tutulan notlardan işbu makaleye aktarılmıştır.

[31] Karar, Harvard CopyrightX derslerinde Prof. William Fisher tarafından işlenmiş ve söz konusu derslerde tutulan notlardan işbu makaleye aktarılmıştır.

[32] Rosati, Eleonora, Czech Court Rules That Placement Of Advertisements On A Building Constitutes A Moral Rights Infrigment, April, 2020, ipkitten.blogspot.com adresinden alınmıştır.

[33] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.464-466.

[34] Odabaş, s.125.

[35] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.471.


KAYNAKÇA

Ateş, M. (2003). Fikir ve Sanat Eserleri Üzerindeki Hakların Kapsamı ve Sınırlandırılması. Ankara.

Bulut, B. (2020). Sinema Eserlerinde Hak Sahipliği, Ankara.

Erdil, E. (2009). İçtihatlı ve Gerekçeli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, İstanbul.

Güneş, İ. Eser Sahibinin Manevi Hakları ve Uygulama, Terazi Hukuk Dergisi, C.3 Sa.19, 2008, s.-67-76

Karakuzu Baytan, D. (2005). Fikir Mülkiyeti Hukuku Kavramlar. İstanbul.

Kılıçoğlu, A. (2013). Sınai Haklarla Karşılaştırmalı Fikrî Haklar, Genişletilmiş Gözden

Geçirilmiş 2. Bası, Ankara.

Odabaş, F.A. “Eser üzerindeki Manevi Haklar”. İstanbul Barosu Dergisi, C.90 Sa.4,2016,

s.117-135.

Öztunalı, D. (2010). Eser Sahibinin Manevi Hakları. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.

Tekinalp, Ü. (2012). Fikrî Mülkiyet Hukuku. Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 5. Bası,

İstanbul, s.173.

Üstün, G. (2001), Fikrî Hukukta İşleme Eserler. İstanbul, s.120-121.

Yavuz, L./ Alıca, T. / Merdivan, F. (2013). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, Cilt 1,

Birinci Bası, Ankara.

Yoo, Christopher S., “Rethinking Copyright and Personhood” (2019). Faculty Scholarship at Penn Law. 423.
https://scholarship.law.upenn.edu/faculty_scholarship/423, s.1039-1078.

Marka Tarihinden Karanlık Bir Kesit: İnsan Markalama

Türkçe’de karşılığında sadece “Marka” kavramını kullanıyor olsak da, İngilizce’de “Brand” ve “Trademark” birbirlerinden farklı anlamları olan iki ayrı kavramdır. “Brand” bir işletmenin ürettiği mallar veya sunduğu hizmetler için kullandığı ayırt edici isim veya işaret olarak pazarlama, ekonomi, hukuk, davranış bilim, sosyoloji gibi disiplinlerle ilgili genel bir kavramken; “Trademark” bu işaretin yalnızca hukuki korumasıyla ilgili alt bir kavramdır. Bir diğer deyişle, her “Trademark” bir “Brand”dir, ancak her “Brand” bir “Trademark” değildir ve “Trademark” kavramı çok daha sınırlı bir alana ilişkindir.

IPR Gezgini’nde yazdığımız çoğu yazı, markanın “Trademark” boyutuyla, yani hukuki korumasıyla ilgilidir. Okumakta olduğumuz yazı ise, markanın hukuki koruması boyutuna değil, tarih, insan hakları ve hümanizm boyutuna göz kırpacaktır. Daha da ötesinde, marka tarihinden karanlık bir kesiti sizlerle buluşturacaktır.


Kölelik, insanlık tarihinin uzun ve karanlık bir sayfasıdır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde köle kelimesinin karşılığı “Savaşta tutsak alınan, yabancı ülkelerden zorla kaçırılıp özgürlükten yoksun bırakılan veya başkasından satın alınan kimse” olarak yer almaktadır. Kölelik bin yıllar boyunca, neredeyse her medeniyet veya devlette yasal bir statüdür ve egemen veya zengin zümrenin doğal bir hakkı olarak görülmüştür. Aydınlanma çağıyla birlikte güçlenen kölelik karşıtı düşünce, 20. yüzyılda en azından hukuki boyutta köleliğe karşı zafer kazanmış ve kölelik statüsü tüm dünyada ortadan kaldırılmıştır. Buna karşın, kölelik bir statü olarak ortadan kalksa da, köleliğin farklı boyutlarda devam ettiği gerçektir ve modern kölelik olarak tabir edebileceğimiz dönüştürülmüş hal, hayatımızın birçok boyutunda karşımıza halen çıkmaktadır. Kölelik tarihi veya modern kölelik kavramı bu yazının konusu olmadığından bu hususları daha da uzatmıyoruz.


Fikri Mülkiyet alanıyla ilgili yazıların çoğunluğu, fikri mülkiyet korumasının güzellemesi ve insanlığın gelişimine ve refahına fiili ve potansiyel katkısı perspektifiyle yazılmaktadır. Elbette, bu perspektif doğrudur ve fikri mülkiyet koruması, insan refahının gelişmesinin bir boyutunu teşkil etmektedir. Bununla birlikte, özellikle patent, telif hakkı gibi koruma alanları kimi yönleriyle kamu sağlığı, bilgiye erişim gibi toplumsal çıkarlarla çatışmaktadır ve fikri mülkiyet koruması bu yönüyle ağır eleştirilere uğramaktadır. Marka koruması alanı bu tip eleştirilerin fazlasıyla konusu olmamakla birlikte, tarihte markanın da karanlık kullanım alanları mevcuttur. Bu yazıda tescilli marka koruması alanıyla ilgisi bulunmayan, ancak markanın daha geniş “Brand” tanımı kapsamına giren insanlık dışı bir kullanım boyutundan bahsedeceğiz.      


Human Branding” yani “İnsan Markalama” veya “İnsan Damgalama” kavramı, “canlı bir insanın derisine, sıcak veya çok soğuk bir demir kullanarak deriyi yakma suretiyle kalıcı bir işareti, sembolü veya süslemeyi işlemek” anlamına gelmektedir. Yazı boyunca “Human Branding” kavramının karşılığı olarak “İnsan Markalama” terimini kullanmayı tercih edeceğiz.

İnsan markalama, birkaç ana amaçla kullanılmıştır:

Birinci kullanım amacı, tarih boyunca kölelerin mülkiyetini veya kölelik statüsünü göstermek amacıyla, köle sahiplerinin sembollerinin (markalarının) veya köleliği ifade eden işaretlerin kölenin vücuduna işlenmesidir.

İnsan markalamanın diğer kullanım amaçları arasında cezalandırma bulunmaktadır ki, tarihte uzun bir dönem boyunca özellikle dini sapkınların ve fahişelerin toplumda ayırt edilmelerini sağlamak için vücutlarında kalıcı izler bırakılması bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmıştır. Günümüzde yasal bir cezalandırma biçimi olmasa da yeraltı dünyasında rakiplerin bu yolla cezalandırılmasıyla da karşılaşılmaktadır. Belirtmeden geçmemek gerekir, 2. Dünya Savaşı sırasında Toplama Kamplarında tutsak edilen kişilerin kollarına esir numaraları dövme tekniğiyle işlenmiştir.  

İnsan markalamanın bir diğer kullanım biçimi ise ait oldukları grup veya cemaati simgeleyen sembolleri vücutlarına gönüllü olarak damgalatan kişilere özgüdür.


Bu yazıda insan markalamanın ticari boyutunu teşkil eden kölelerin markalanmasıyla ilgili kısaca bilgi verilecektir.

Britannica’ya göre köle damgalamaya Antik Yunan’da rastlanmaktadır. Kölelerin vücuduna “Δ” (delta) harfi [doulos (köle) karşılığı olarak] damga yoluyla işlenmektedir. (https://www.britannica.com/topic/branding-identification)

Benzer bir pratik Roma İmparatorluğu’nda da görülmüştür, Romalılar kaçtıktan sonra yakalanan kölelerin vücudunu “FGV”(fugitivus) harfleriyle damgalamaktadır.

Kölenin kime ait olduğunun kolayca ayırt edebilmesi için kölenin vücuduna aidiyet gösteren işaretleri damgalamakla, yaygın olarak Afrika’dan Amerika kıtasına gemilerle köle ticaretinin yapıldığı dönemlerde rastlanmaktadır. Gemilere dolduran yüzlerce köle seyahat bitiminde, bu yolla kolaylıkla sahipleri veya onları satışa sunacak köle tacirleri tarafından ayırt edilmekte ve üzerlerinde taşıdıkları markaların yardımıyla satılacakları pazara, çalışacakları çiftlik veya alanlara transfer edilmektedir.

Kölelerin damga yoluyla markalanmasının bir diğer boyutu ise, özgür siyahilerle köle siyahilerin birbirlerinden ayırt edilmesinin sağlanmasıdır. Köle olarak damgalanan siyahiler, bu yolla özgür siyahilerden ayrıştırılmakta ve özgür siyahilerin hakları(!) korunmuş olmaktadır.

Damgalamanın kullandığı bir diğer alan ise sıklıkla kaçan veya itaatsizlik eden kölelerin damgalanması suretiyle itaatsizlerin hem cezalandırılması hem de vücutlarında taşıdıkları işaretin görülmesi suretiyle onlara daha dikkatli veya sert davranılmasının sağlanmasıdır. Köle markalamaya ilişkin atıflar, 18.,19. yüzyıllarda yazılmış çok sayıda eserde yer almaktadır. Kölenin vücudunda (omuz, alın, yanak, gövde) aynı zamanda kalıcı bir iz olan marka geçen zaman içerisinde, kölenin satış değerini düşüren (vücutta iz bir deformasyondur) bir unsur konumuna gelmiş ve kölenin ekonomik değerinin zarar görmemesi için köle markalama pratiği zaman içerisinde azalmıştır. Bununla birlikte, kölelerin özellikle de kaçan kölelerin cezalandırılması amaçlı köle damgalama pratiği devam etmiştir. (Konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okurlarımız https://www.encyclopedia.com/humanities/applied-and-social-sciences-magazines/branding-slaves , https://afram101autumn2015.wordpress.com/2015/11/19/marks-of-oppression-the-scarred-identity-of-african-american-slaves-through-human-branding/ bağlantılarını ve bu bağlantılardaki kaynakçayı kullanabilir.)

Marka tarihinin kanaatimizce en karanlık kısmı olan İnsan Markalamanın, günümüzde kalan örnekleri yeraltı dünyasının cezalandırma ve insan ticareti yöntemi olarak kullanım ve bazı kişilerin kendi özgür iradeleriyle bir topluluğa aidiyeti göstermek için kendilerini damgalatmalarıdır. Bu örneklerin dışında İnsan Markalama bir ticari pratik veya yasal bir cezalandırma yöntemi olarak ortadan kalkmıştır.

Kölelik karşıtı mücadelenin fikir babaları, savunucuları ve savaşçıları olan Aydınlanma Dönemi filozofları, Fransız ve Amerikan Devrimlerinin liderleri, dönemin insan hakları savunucuları ve vicdan sahibi insanları olmasaydı, köleler ticari bir mal olarak satılmaya ve alınmaya muhtemelen yüzyıllar boyunca devam edecekti. Ve böyle senaryoda, şu an Nicé Sınıflandırmasının 31. sınıfında nasıl “Canlı hayvanlar” malı yer alıyorsa, köleliğin devamı halinde aynı sınıfta farklı bir mal grubu olarak “Canlı insanlar” da yer alabilecekti. Düşüncesi bile korkunç öyle değil mi?!


Tüm bunlara ilaveten, canlıları damgalama meselesinin günümüzde de devam ettiğinin de altı çizilmelidir. İnsanoğlu başka canlıların vücutlarını hayvan hayatına devam ederken vahşice ve hayvana acı çektirerek damgalamaktadır. Besi ve binek hayvanları üzerinde kızgın ve soğuk demirle aidiyet gösterme amaçlı damgalama yapılmaktadır ve bu damgaların marka işlevi gördüğü kabul edilmektedir. Temennimiz hayvan markalamaya ilişkin bu vahşi pratiğin daha az acı veren yollarla değiştirilmesi ve gelecek yıllarda tamamen ortadan kalkmasıdır.  

Önder Erol ÜNSAL

Ağustos 2019

unsalonderol@gmail.com

ESER NİTELİĞİ TAŞIMAYAN RESİM VE PORTRELERDE TASVİR EDİLEN KİŞİLER BAKIMINDAN FSEK M.86 HÜKMÜ İLE SAĞLANAN KORUMAYA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda (FSEK) eser niteliği taşımamakla birlikte eserle benzer nitelikler gösteren bazı haklara yer verilmiş ve bu hakların korunması konusunda başka kanunlara atıf yapılması yöntemi tercih edilmiştir.[1] Bu haklardan biri de eser niteliği taşımayan resim ve portreler üzerinde, tasvir edilen kişinin veya haleflerine tanınan haktır. FSEK m.86/1 hükmüne göre; eser niteliğinde olmasalar bile resim ve portrelerde tasvir edilenin; tasvir edilenler ölmüşse ve ölümün üzerinden on yıl geçmemişse FSEK m.19 hükmünde belirtilen kişilerin muvafakati olmadan söz konusu resim veya portre teşhir veya farklı şekillerde umuma arz edilemez. Aksi halde FSEK m.86/3 hükmünün atıfla 11.01.2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m.49 (Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkilerinde Sorumluluk) hükmüne göre tazminat sorumluluğu ve koşulları varsa 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) m.134 (Özel Hayatın Gizliliğini İhlal), m.139 (Şikâyet) ve m.140 (Tüzel Kişiler Hakkında Güvenlik Tedbiri Uygulanması) hükümleri uyarınca ceza sorumluluğu ortaya çıkacaktır. Yargıtay; aşağıda ilgili bölümleri yer alan kararlarda, kişinin portre ya da resmindeki tasvirinin izinsiz kullanılmasının hukuka aykırı olduğuna işaret etmektedir:

  • Hiç kimsenin resmi, rızası dışında sinema, televizyon, gazete, afiş, kitap ve benzeri araçlarla teşhir edilip yayınlanamaz. Kural olarak kişinin rızası olmadan resminin kullanılması hukuka aykırıdır.[2]
  • Kişinin resminin her ne şekilde olursa olsun izinsiz olarak yayınlanması, hukuka uygunluk sebepleri bulunmadıkça hukuka aykırıdır. Kişinin resminin, önüne gelen her türlü iletişim aracıyla ve ticari amaçla kullanılması ağır saldırı niteliğindedir.[3]

FSEK m.86/2 hükmüne göre; toplumun siyasi ve sosyal hayatında rol oynayan kişilerin resminin varlığı halinde, resmin tasvir edilenin katıldığı resmi törenlerde, geçitlerde veya genel toplantılarda çekilmesi halinde, günlük olaylara ilişkin resimlerle, radyo ve film haberlerinin varlığı halinde söz konusu resim ya da portreler, tasvir edilenin rızası aranmaksızın kullanılabilir.

Her ne kadar FSEK m.86/1 hükmünde “resim ve portre” ifadesi kullanılsa da uygulamada fotoğraflar da anılan hükmün kapsamında değerlendirilmektedir. Fotoğraf ile resim arasındaki farkın ayrıntılı incelemesi çalışmamızın kapsamını aşacaktır. Bununla birlikte, Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlükte “resim” sözcüğünün üçüncü sıradaki anlamı “fotoğraf” olarak belirtilirken,[4] “resim çekmek (veya çıkarmak)” birleşik fiilinin anlamı ise “fotoğraf makinesiyle bir şeyin biçimini kâğıda geçirmek” olarak belirtilmektedir.[5] Fotoğrafların FSEK m.86 hükmü kapsamında değerlendirilmesi hem hükmün amacına (ratio legis) hem de resim sözcüğünün fotoğrafı da kapsar nitelikteki yerleşik kullanımına uygun bir yaklaşımdır. Yargıtay’ın da fotoğrafın FSEK m.86 hükmü kapsamında korunup korunamayacağı tartışmasına değinmeksizin, uyuşmazlık konusunun fotoğraf olduğu davalarda, FSEK m.86 hükmü ile gerekçelendirilen ve aşağıda ilgili bölümleri yer alan kararları mevcuttur:

  • Kişinin fotoğrafını bizzat internet sitesine vermiş olması, bu fotoğrafın izinsiz bir şekilde ticari amaçla kullanılmasına da izin verildiği anlamına gelmemektedir. Kişinin, fotoğrafı bizzat internet sitesinde kullanması, bu fotoğraf üzerindeki tasarruf hakkını ortadan kaldırmayacaktır. Kişinin fotoğrafının, izni olmaksızın mağaza vitrininde ve işletme sahibinin kartvizitinde ticari nitelikli kullanımları, fotoğrafta yer alan kişinin kişilik haklarını ihlal etmektedir.[6]
  • Fotoğrafta yer alan kişiyle yapılmış bir sözleşme veya fotoğrafın kullanılması için ilgili kişiden alınmış bir izin belgesi bulunmadığı sürece, söz konusu fotoğrafın ticari amaçla kullanılması, fotoğrafta yer alan kişinin kişilik haklarına saldırı oluşturmaktadır.[7]

FSEK m.86/1 hükmünde yer alan “resim ve portre” ibaresinin kapsam bakımından genişletildiği bir başka durum ise tasvir edilen kişinin resim veya portrede tek başına yer almaması halidir. Gerçekten; resim veya portrede yalnız bir kişinin değil birden fazla kişinin yer alması halinde de FSEK m.86 hükmünde öngörülen koruma söz konusu olacaktır.[8] Kanaatimizce resimde veya portrede birden fazla kişi tasvir edilmişse ya da fotoğrafta birden fazla kişi yer alıyorsa, bu kişilerin tamamının rızası alınmaksızın gerçekleşen kamuya arz FSEK m.86 hükmü bağlamında hukuka aykırı olacaktır.

FSEK m.86/4 hükmüne göre; m.86/1 ve 2 hükümlerine göre yayımın caiz (hukuka uygun) olduğu hallerde dahi 2.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.24 hükmünün saklıdır. Anılan hükümde her ne kadar “yayım” ibaresi kullanılmış olsa da FSEK m.86/1 hükmüne uygun olarak “teşhir veya diğer suretlerle kamuya arz” hallerinin de FSEK m.86/4 hükmü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.[9] FSEK m.86/4 hükmünün amacı, tasvir edilenin resminin ya da portresinin hukuka uygun şekilde kamuya arz edilmesi halinde dahi kişilik haklarına saldırı olursa bu saldırının yaptırımsız bırakılmamasıdır. TMK m.24 hükmüne göre; hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.

Kamuya arzın hukuka uygun şekilde gerçekleştiği durumlar, FSEK m.86/1 ve 2 hükümlerinde belirtilmiştir. Resim ya da portrenin kamuya arz edilmesi durumunda, resim ya da portrede tasvir edilenin kişilik haklarına saldırı gerçekleşebileceği gibi, üçüncü kişilerin kişilik haklarına da saldırı gerçekleşebilir. Bu bağlamda kamuya arzın hukuka uygun şekilde gerçekleştiği durumlarda, saklı tutulan TMK m.24 hükmünün uygulanma kabiliyetinin, tasvir edilen ve üçüncü kişiler bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki kamuya arzın hukuka uygun olduğu her durumda, üçüncü kişilerin kişilik haklarına saldırı ihtimali söz konusudur ve bu durumda üçüncü kişiler bakımından TMK m.24 hükmü uygulanabilir niteliktedir. Bununla birlikte kamuya arzın hukuka uygun şekilde gerçekleştiği ve bu arz nedeniyle tasvir edilenin kişilik haklarına saldırının meydana geldiği her durumda TMK m.24 hükmü uygulanabilir nitelikte değildir. FSEK m.86/2 hükmünde öngörülen durumların gerçekleşmesi veya tasvir edilenin ölümünün üzerinden on yıl geçmesi nedeniyle hukuka uygun olarak gerçekleşen kamuya arz hallerinde tasvir edilenin kişilik haklarına saldırı varsa TMK m.24 hükmü uygulanabilir. Ancak, kamuya arzı hukuka uygun hale getiren, tasvir edilenin ya da tasvir edilen ölmüşse FSEK m.19 hükmünde belirtilen kişilerin muvafakati ise kanaatimizce tasvir edilenin kişilik haklarına saldırı olsa bile TMK m.24 hükmü uygulanabilir nitelikte değildir. Zira muvafakat yalnız kamuya arzı değil, kamuya arzın ne şekilde gerçekleşeceğini de kapsamaktadır. Bu itibarla muvafakate dayanan bir kullanım nedeniyle kişilik haklarına saldırı gerçekleştiği ileri sürülemez. Belirtmek gerekir ki muvafakat edilenden farklı şekilde kullanımlarda ise kamuya arz hukuka uygun şekilde gerçekleşmediği için TMK m.24 hükmü değil, FSEK m.86/3 hükmü uygulama alanı bulacaktır.

Konuya ilişkin sonuç niteliğindeki değerlendirmede; FSEK m.86 hükmünün uygulanabilmesi için resim veya portrenin eser niteliğinde olmaması gerektiğinin, sağlanan tasvir edilenin yaşamı süresince ve ölümünü müteakip on yıl boyunca devam edeceğinin, hükümde her ne kadar “resim ve portre” sözcükleri kullanılsa da fotoğrafların da anılan madde hükmündeki korumadan yararlanacağının, kişinin tasvirinin ya da görüntüsünün kullanılmasında ilgililerin rızasının alınması gerektiğinin, ancak FSEK m.86/2 hükmünde belirtilen durumlarda ilgililerin rızası bulunmasa dahi kullanımın hukuka uygun olacağının, FSEK m.86/3 hükmüne göre, kişinin tasvirinin ya da görüntüsünün hukuka aykırı şekilde kullanılması halinde failin, TBK m.49 hükmüne göre hukuki sorumluluğunun, koşulları varsa TCK m.134 hükmüne göre cezai sorumluluğunun bulunacağının, muvafakate dayanan hukuka uygun kullanımlarda uygulanma kabiliyeti bulunmadığını düşündüğümüz FSEK m.86/4 hükmüne göre, FSEK m.86/1 ve 2 hükümleri kapsamında hukuka uygun bir kullanım olsa dahi TMK m.24 hükmünün saklı tutulduğunun vurgulanması önem arz etmektedir.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Temmuz 2018

[1] Tekinalp, Ü.; Fikrî Mülkiyet Hukuku, Güncelleştirilmiş ve Gözden Geçirilmiş Beşinci Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2012, s.287.

[2] YHGK; 17.10.2001 tarihli ve E.2001/4-926, K.2001/742 sayılı; Yarg. 4. HD; 19.03.2009 tarihli ve E.2008/9075, K.2009/4072 sayılı kararlar. (Kararlar için bkz; http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/hgk-2001-4-926.htm, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/4hd-2008-9075.htm, 18.07.2018.)

[3] YHGK; 03.10.1990 tarihli ve E.1990/4-275, K.1990/459 sayılı karar. (Karar için bkz; http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/hgk-1990-4-275.htm, 18.07.2018.)

[4] Bkz; http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5b50758557a924.34344971, (19.07.2018).

[5] Bkz; http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&kelime=resim%20%C3%A7ekmek%20(veya%20%C3%A7%C4%B1karmak)&cesit=2&guid=TDK.GTS.5b50758d260ac8.05976904, (19.07.2018)

[6] YHGK; 19.09.2012 tarihli ve E.2012/11-392, K.2012/593 sayılı karar. (Karar için bkz; http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/hgk-2012-11-392.htm, 18.07.2018.)

[7] Yarg. 11. HD; 01.07.2014 tarihli ve E.2014/6374, K.2014/12573 sayılı karar. (Karar için bkz; https://emsal.yargitay.gov.tr/BilgiBankasiIstemciWeb/GelismisDokumanAraServlet, 18.07.2018.)

[8] Tekinalp; age, s.290.

[9] Yavuz, L./ Alıca, T./Merdivan, F.; Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, 2. Cilt, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, s.2968.

KAN DAVASI; OLIVIA DE HAVILLAND v FX NETWORKS

 

2017 Mart ayında FX NETWORKS şirketinin 8 bölümlük  belgesel-drama dizisi “FEUD: BETTE and JOAN” (KAN DAVASI: BETTE ve JOAN) yayına girdi ve dünya genelinde büyük başarı yakaladı. Hepsi birbirinden ünlü oyuncuların boy gösterdiği bu mini diziyi  hem izlemesi zevkli hem de bir yandan Hollywood’un bir dönemini anlatması hasebiyle ilginç, dizi severlere izlemelerini tavsiye ederim doğrusu.

Dizinin konusu efsanevi film yıldızları Bette Davis ve Joan Crawford arasında ki, adeta kan davasına dönüşmüş, mesleki ve kişisel rekabet olarak görünüyor. Ama aslında bu iki yıldız ekseninde Hollywood film endüstrisindeki  erkeklerin sistemin içindeki  kadınlara nasıl baskı yaptığını, onları birbirine kırdırıp manipüle ederek kendilerinin ve yönettikleri şirketlerin ekonomik gelirlerini nasıl arttırdıklarını anlatıyor.

Dizi bir yandan da, olayların geçtiği 1960’lı yıllarda Hollywood’da kadın yıldızların yaşlandıkça nasıl  kötü muamelelere maruz kalıp ayrımcılığa uğradığını, rol bulmakta çektikleri güçlükleri bir kez daha hatırlatıyor bize (durum şimdi de pek farklı değil bence, ama en azından artık  bu ayrımcılık eskisi kadar açıktan ifade edilmiyor, daha doğrusu buna  cesaret edilemiyor. –Abartma yok öyle bir şey diyorsanız “Searching for Debra Winger” isimli belgeseli izlemenizi tavsiye ederim )

Dizinin oyuncu kadrosu da son derece albenili; Joan Crawford’u Jessica Lange, Bette Davis’i Susan Sarandon oynarken diğer karakterleri de oldukça bilinen yetenekli oyuncular canlandırıyor.

Gerçek hayatta Bette Davis’in yakın arkadaşı olan OLIVIA DE HAVILLAND’ı ise dizide Oscar ödüllü ünlü oyuncu Catherine Zeta Jones canlandırıyor.

Olivia De Havilland kendi zamanının ünlü oyuncularından biri, 2 kez Oscar kazanmış ve meşhur Rüzgar Gibi Geçti filminde de oynamış. İnanılması güç ama De Havilland bugün hala hayatta, 101 yaşında ve Paris’de yaşıyor.

Zeta Jones’un hayat verdiği  De Havilland karakteri tüm seri boyunca 17 dakikadan az bir süre ve sadece temelde iki ana sahnede görünüyor, ama ne görünmek! Konuşma ve vücut dilini  bir izleyin derim; her halinden klas bir kadın olduğu anlaşılıyor ve Zeta Jones kendisini harika canlandırıyor bence. De Havilland zarif ve sakin konuşuyor fakat söyledikleri o dönem için demirden leblebi aslında.

De Havilland karakterinin göründüğü ilk an dizinin birinci bölümünde yer alan 1978 Oscar Ödülleri sırasında geçen ve  hayali olarak oluşturulmuş bir röportaj sahnesi . Burada  De Havilland  Hollywood sisteminin kadınlara nasıl davrandığı hakkında  konuşuyor, ayrıca Crawford ve Davis arasındaki kan davasına dönüşmüş rekabetten de bahsediyor.

— Karakterin göründüğü diğer sahnede is De Havilland  Susan Sarandon’un canlandırdığı Bette Davis karakteriyle konuşuyor. Sahne iki kadının ne kadar yakın arkadaş olduğunu işaret ediyor izleyiciye.

De Havilland dizide, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, güzel- ışıltılı-zarif- kendine güvenli-kadınlar konusunda eşitlikçi söylemlere sahip  ve Hollywood’da kadınlara daha fazla saygı gösterilmesi gerektiği konusunda zamanının çok ötesinde  fikirlere sahip  biri olarak resmedilmiş durumda.

De Havilland’ın fotoğrafı  bütün dizi boyunca hiç görünmüyor;  sadece son bölümün bitişinde kendisinin resmiyle Zeta Jones’un resmi yanyana koyularak gerçek hayatta De Havilland’a ne olduğu hakkında kısa bir bilgi veriliyor.

Dizinin yayına girmesinden  sonra De Havilland, FX NETWORKS şirketine  Haziran 2017 tarihinde dava açıyor. Dizide  gayet güzel, akıllı, alımlı ,zamanına göre fikirleriyle öncü birisi olarak yansıtıldığına göre sorun ne? De Havilland diyor ki;

1— Dizide beni doğru şekilde canlandırmadılar ve benim California Medeni Hukuku’na göre mevcut aleniyet haklarımı ihlal ettiler,

2— Benden imajımı ve kimliğimi kullanmak için izin  alınmadı ,

3— Mahremiyetim ihlal edildi ve yanlış bir imajla gösterildim.  Dizide benim karakterim Bette Davis ile konuşurken kendi kız kardeşini “bitch” diye tanımlıyor, halbuki ben kardeşim için “dragon lady” (ejderha kadın) tanımlamasını kullanmıştım,  ayrıca aynı sahnede benim Frank Sinatra’nın alkolik olduğunu ima ettiğim gibi yanlış bir imaj çizilmiş. Dizi durdurulsun.

(De Havilland’ın kızkardeşine hitap şekliyle ilgili neden bu kadar reaksiyon gösterdiğini anlamak için kız kardeşiyle olan ilişkisine bakmak ve bunun arkasındaki ruhsal durumu görmeye çalışmak  lazım gelebilir, çünkü Havilland’ın kızkardeşi de bir oyuncuymuş ve hayat boyu aralarında hiç düzelmeyen gerilimli bir ilişki ve feci bir mesleki rekabet yaşanmış. Kız kardeşi 2013 yılında ölmüş olsa da Havilland’ın bu konudaki hassasiyetinin devam ettiğini görüyoruz)

Davalı FX, California’da geçerli kısaca SLAAP diye anılan kanun çerçevesinde davanın reddini talep ediyor; SLAAP kısaca  Anayasal hakkın (konuşma özgürlüğü) kullanılmasına engel olmayı hedefleyen davaların reddedilmesi gerektiğini düzenliyor. FX, De Havilland’ın dizide zaten gerçek hayattakine en yakın biçimde yansıtıldığını, kendisinin haklarının ihlal edilmediğini, yapımın bir belgesel-dizi olduğunu ve bu tarz bir davanın kabul edilmesinin dizi sektöründe ki yaratıcılığı kısıtlayacağını dolayısıyla dizinin First Amendment çerçevesinde konuşma/ifade özgürlüğü içine girdiğinden koruma altında olduğunu iddia ediyor.

Biz bu First Amendment’ı yani ABD Anayasası’nın 1. Ek maddesini daha çok “konuşma özgürlüğü” maddesi olarak biliyoruz ama içinde din özgürlüğü, basın özgürlüğü,toplanma özgürlüğü gibi başka konularda var.

Los Angeles Mahkemesi davayı kabul ediyor  ve diyor ki; dizide Havilland “dönüştürülmemiş”(transformative değil) fakat –olabilecek– en gerçekçi biçimde yansıtılmış, o yüzden First Amendment çerçevesinde davalı (Anayasal) bir korumadan yararlanamaz.

Aleyhine karar çıkan FX , Temyiz’e başvuruyor ve  California 2. Temyiz Mahkemesi 26 /03/2018 tarihli kararıyla  Yerel Mahkeme kararını bozuyor. Temyiz Mahkemesi diyor ki;

SLAAP’ın uygulanabilmesi için davalının, davacının talebinin  bir anayasal hakkın kullanılmasını engelleyeceğini yada bir kamu menfaatiyle bağlantılı olduğunu göstermesi lazım. Davalı bunu gösterirse o zaman ispat külfeti yer değiştirir ve davacının da, elindeki delillerle, taleplerinin kabul edilmesinin mümkün olduğunu ispat etmesi gerekir.  De Havilland davada FX’in kendi üstüne düşen yükümlülüğü yerine getirdiğini kabul ediyor, o zaman Mahkeme ikinci unsura odaklanacaktır.

Olaydaki gibi davacı kamuya mal olmuş bir figür ise o zaman davalının eyleminde gerçek bir kötü niyet yada zarar kastı   bulunduğunu göstermesi lazımdır.

California Hukuku’na göre “her kim ki bilerek  başkasının adını, sesini, imzasını, fotoğrafını, suretini/tasvirini herhangi bir biçimde reklam veya satış veya satışa arz amacıyla o kişiden izin almaksızın ürünler/hizmetler üzerinde kullanırsa  verdiği zarardan sorumlu olur”. Ancak FX’in belgesel dizisi bir ürün veya ticari eşya sayılmaz; aksi farz edilse ve Havilland’ın canlandırılmasının onun isminin veya suretinin kullanılması anlamına geldiği düşünülse dahi Feud dizisi Amerikan Anayasası’nın 1.Eki çerçevesinde koruma altındadır. 1. Ek hayatın gerçek malzemelerini  alıp kullanarak bunları sanata dönüştüren ve bunlardan kitaplar ve oyunlar yazan, filmler çeken hikaye anlatıcılarını ve sanatçıları da korur. Bu kişilerin yaratıları gerçek şahısların hikayeleri de olabilir.

Bu çerçevede Feud’un yaratıcılarının De Havillan’ın ismini kullanmak ve kendisinin canlandırılması için kendisine bir ödeme yapması veya ondan izin alması gerekmez.

De Havilland sosyal medyada kendisinin resminin Zeta Jones ile birlikte kullanılmasının aleniyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmişse de bunun aleniyet hakkına tecavüz eden bir yönü yoktur çünkü kendisi dizide canlandırılan karakterlerden biridir ve resminin dizinin reklamı için kullanılması normaldir.

De Havilland’ın canlandırılması hukuki açıdan transformative  yani dönüştürücüdür. İşin değeri (canlandırılan kişinin)  ününden değil de prensip olarak başka kaynaklardan temelleniyorsa ,mesela işin yaratıcılığından,yetenekten, (onu oluşturanın) ününden vs., o zaman Ek 1 maddesindeki korumadan yararlanmak için gerekli transformative olma koşulu sağlanmış olur. Feud dizisinin pazarlanabilirliği ve ekonomik değeri temelde De Havilland’ın ününden kaynaklanmamakta , bilakis bu diziyi yaratanların ve oyuncuların yaratıcılığından-yeteneğinden ve ününden doğmaktadır.

Feud bir belgesel dizidir ve bu manada toplumca belli seviyede yaratıcı özgürlüğe sahip olması beklenir. Bir belgesel dramayı seyredenler olayların dramatize edildiğini, hatta karakterlerin hayali olabileceğini ve karakterlerin söylediklerinin gerçek yaşamda tam olarak öyle olmayabileceğini  bilirler.  Belgesel dramalar çoğunlukla dramatik olayların yorumuna dayanır ve belagata dayalı diyaloglarla doludur. Seyircilerin büyük çoğunluğu bunların gerçekten fazlasıyla hayali yapımlar olduğunun farkındadır.

Dizideki hayali röportaj ve Frank Sinatra’ya yapılan referansa gelince; makul hiç kimse bunları karalayıcı veya yüksek derecede saldırgan ifadeler olarak algılamaz. Esasen bakıldığında dizide De Havilland’ın genel manada olumlu canlandırıldığı görülmektedir.

Feud’un yazarları/senaristleri hayali röportaj sahnesinin bir çerçeve çizmek maksatlı oluşturulduğunu beyan etmiştir. Yani bu röportajdaki diyaloglar aslında dizinin gerçek temasını ortaya koyar biçimde kaleme alınmıştır. Röportajda Zeta Jones’un canlandırdığı karakter Hollywood’daki erkeklerin kadınlar üzerinde güçlerini nasıl suistimal ettiği temasına vurgu yapmaktadır.

— De Havilland’ın kardeşi için “bitch” değil de gerçek yaşamda “dragon lady” tanımlamasını kullanmış olması konusuna gelince; dizideki karakter kız kardeşi için iki kez bahsi geçen tanımı kullanmıştır. (5. ve 7. bölümlerde)

FX şirketi bu bölümlerin senaryo yazarlarının beyanlarını dosyaya sunmuştur. Yazarlar De Havilland’ın kız kardeşiyle ömür boyu süren ve toplumca da gayet iyi bilinen anlaşmazlığından haberdar olduklarını söylemişlerdir. Yazarlar, dragon lady tanımlamasıyla dizide kullanılan terimin genelde aynı anlama geldiğini/öyle kullanıldığını ancak dizideki kelimenin seyirciler tarafından daha fazla bilindiğini ve bu yüzden bu terimi kullandıklarını beyan etmiştir. Esasen, seyirci açısından, gerçek yaşamda kullanılmış olan kelime dizideki kullanılan kelimeden pek de fazla değişik bir algı yaratmamaktadır.

— De Havilland Feud’un yaratıcılarının kendisine karşı bir kötü niyet ve kasıt içinde olduğunu ispat edememiştir. Bilakis dizide De Havilland son derece akıllı ve saygıdeğer bir karakter olarak canlandırılmıştır ve esasen dizinin önemli karakterlerinden de değildir.

Dolayısıyla Yerel Mahkeme’nin FX şirketinin ret talebini kabul etmesi gerekirdi.

Court of Appeal of The State of California Second Appellate District Division Three, B285629, Los Angeles County Super. Ct. No. BC667011

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Mayıs 2018