Ay: Nisan 2015

“DIGITAL COUPONS” v. “DG DIGITAL QPONS” Ayırt Edici Gücü Zayıf Unsurların Karıştırılma Olasılığına Etkisi – USPTO Temyiz Kurulu Kararı

dijitalkupon1

Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.) Patent ve Marka Ofisi (USPTO), marka başvurularını önceden tescilli markalarla benzerlik ve karıştırılma olasılığı açısından resen inceleyen ofislerden birisidir. Bir diğer deyişle USPTO, karıştırılma olasılığı değerlendirmesi için başvuruların ilan edilmesini ve ilana karşı itiraz edilmesini beklememekte, bu inceleme, başvurunun alınmasından ardından ofis tarafından resen yapılmaktadır. 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK’nin 7/1-(b) bendi çerçevesinde uygulanan resen benzerlik incelemesinin A.B.D.’ndeki karşılığı niteliğindeki bu sistem, USPTO kararlarını, kanaatimizce ülkemizde uygulanan sistem ve verilen kararlarla karşılaştırma anlamında daha da ilginç hale getirmektedir.

Okumakta olduğunuz yazı, USPTO tarafından resen inceleme neticesinde reddedilen ve önceki markayla ortak unsuru ayırt edici niteliği düşük nitelikte bir kelime grubu olan bir marka başvurusu hakkında, karara itiraz üzerine USPTO Temyiz Kurulu’nca yapılan değerlendirme hakkındadır. Konu hakkındaki USPTO Temyiz Kurulu değerlendirmesinin okuyucuların ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Kararın tamamını incelemek isteyen okurların karara http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-86105555-EXA-11.pdf bağlantısından erişmesi mümkündür

“Hy-Vee, Inc.” firması aşağıda görseline yer verilen markanın USPTO’da tescil edilmesi talebiyle başvuruda bulunur:

digitalcoupons

Başvuru sahibi, başvurudaki “digital coupons” kelime unsuru için münhasıran koruma talep etmemektedir. Başvuru kapsamında, özet olarak, aşağıdaki mal ve hizmetler yer almaktadır: “Sınıf 9: Global bir bilgisayar ağından indirilen tüketici kuponları; ürünleri ve hizmetleri yorumlamak ve bunun karşılığında kupon, indirim, özel teklif gibi promosyon ürünlerine dönüştürülebilir puanlar kazanmak amaçlı indirilebilir mobil cihaz uygulamaları. Sınıf 42: Ürünleri ve hizmetleri yorumlamak ve bunun karşılığında kupon, indirim, özel teklif gibi promosyon ürünlerine dönüştürülebilir puanlar kazanmak amaçlı teknolojileri içeren interaktif web sitesi hizmetleri.”

USPTO uzmanı başvuruyu, A.B.D. Marka Kanunu madde 2(d) uyarınca aşağıda görseline yer verilen markayla karıştırılma olasılığı gerekçesiyle reddeder:

digitalqpons

Ret gerekçesi markanın kapsamında takip eden hizmetler yer almaktadır: “Sınıf 35: Site kullanıcılarının kazandıkları puanları kupon, indirim, özel teklif gibi promosyon ürünleriyle değiştirmesini sağlayan ve kullanıcıların internet içeriğini, kişileri, şirketleri, ürün ve hizmetleri yorumlayarak veya oylayarak puan kazanmalarını esasına dayanan interaktif web sitesi hizmetleri; elektronik kuponlar, promosyonlar ve indirimler aracılığıyla başkalarının mallarının ve hizmetlerinin satışına ilişkin promosyon hizmetleri.”

Başvuru sahibi USPTO uzmanının ret kararına karşı itiraz eder ve itiraz USPTO Temyiz Kurulu’nca incelenir.

Temyiz Kurulu’na göre, karıştırılma olasılığına ilişkin değerlendirme, konuyla ilgili tüm faktörlerin bir arada incelenmesi esasına göre yapılmalıdır. Bununla birlikte, karıştırılma olasılığına ilişkin her değerlendirmede iki anahtar faktör mevcuttur, bunlar markaların benzerliği ve malların / hizmetlerin benzerliğidir.

İlk olarak, malların ve hizmetlerin benzerliği veya farklılığı hususları değerlendirilmiştir.

Malların ve hizmetlerin değerlendirilmesi, başvuru kapsamında yer alan mallar ve hizmetlerle, ret gerekçesi marka kapsamında yer alan malların ve hizmetlerin karşılıklı olarak değerlendirilmesini içerir. Markalardan herhangi birisinin içerdiği mal veya hizmet, daha geniş (kapsayıcı) biçimde ifade edilmişse ve malların veya hizmetlerin niteliği, ticaret kanalları ve alıcı grubu hakkında bir kısıtlama belirtilmemişse, markanın ilgili tanım kapsamına giren tüm malları veya hizmetleri kapsadığı kabul edilir. Aynı kabul çerçevesinde, belirtilen malların veya hizmetlerin normal olan her tür ticaret kanalı ile pazarlandığı ve ilgili malların veya hizmetlerin potansiyel her tür alıcısına açık olduğu kabul edilir.

Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde, başvuru sahibinin malları ve hizmetleri, ret gerekçesi marka kapsamında bulunan hizmetlerle karşılaştırıldığında, mallar ve hizmetler aynı şekilde ifade edilmemiş olsa da bunların esasen aynı olduğu ve aynı tüketicilerin başvuru sahibi ile ret gerekçesi marka sahibinin mal ve hizmetlerini birbirlerinin yerine kullanabileceği görülmüştür. Bu bağlamda, başvuru sahibinin hizmetleri ile ret gerekçesi marka kapsamında bulunan hizmetlerin hukuki açıdan aynı olduğunun, başvuru sahibinin mallarının ise ret gerekçesi marka kapsamında bulunan hizmetlerle bağlantılı olduğunun kabul edilmesi gereklidir. Buna ilaveten Temyiz Kurulu, başvuru sahibi ile ret gerekçesi marka sahibi hizmetlerinin aynı ticari kanallarla pazarlanacağı ve sıradan tüketiciler niteliğindeki aynı tip tüketicilerin alımına konu olacağı görüşündedir, bağlantılı mallar bakımından da durum aynı olacaktır.

Başvuru sahibi, kendi hizmetlerinin hem web sitelerine hem mobil uygulamalara yönelik ve malların ve hizmetlerin yorumlanması ve oylanması amaçlı olduğunu, buna karşın ret gerekçesi marka sahibinin hizmetlerinin sadece web sitelerine yönelik ve sponsorların değerlendirilmesini talep ettiği herhangi bir şeyin yorumlanması ve oylanması amaçlı olduğunu belirterek, hizmetlerin farklı olduğunu iddia etmektedir. Temyiz Kurulu bu argümanı yerinde bulmamış ve kabul etmemiştir. Şöyle ki ret gerekçesi markadaki hizmetler kapsamları itibarıyla sınırlandırılmamış durumdadır ve başvuru sahibi hizmetlerinin mobil uygulamalara yönelik olması, hizmetlerin çakışan fonksiyonlara sahip olması durumunu değiştirmemektedir.

Sonuç olarak, malların ve hizmetlerin aynılığı ve benzerliği yönündeki tespit, Temyiz Kurulu’nca yerinde bulunmuş ve markaların benzerliği değerlendirmesine geçilmiştir.

Temyiz Kurulu’na göre, markaların benzerliği değerlendirmesinde kullanılacak test, markaların yanyana konularak karşılaştırılması değil, markaların oluşturdukları ticari etki anlamında benzer olup olmadıklarının yani markalarla karşılaşacak kişilerin markalar arasında bağlantı kurup kurmayacağının değerlendirilmesidir. Markalar bütün olarak değerlendirilecek olsa da, markalardaki ayırt edici unsurlara daha büyük önem verilmesi tamamen yerinde bir yaklaşımdır. Temyiz Kurulu kararlarını inceleyen mahkemelerce önceden belirtildiği üzere, markayı oluşturan unsurlardan birisinin, marka kapsamında bulunan mallara veya hizmetlere ilişkin olarak tanımlayıcı veya jenerik nitelikteki olması, incelemede o unsura daha düşük ağırlık verilmesi gerektiği bakımından genel kabul görmüş rasyonel bir gerekçe niteliğindedir (re National Data Corp., 224 USPQ at 751 (Federal Circuit 1985).

İncelenen vakada, başvuru ile ret gerekçesi marka arasındaki benzerlik, başvuru “DIGITAL COUPONS” ibaresini içerirken, ret gerekçesi markanın başvurunun fonetik eşdeğeri olan “DIGITAL QPONS” ibaresini içermesidir. Bununla birlikte, “DIGITAL COUPONS” veya onun fonetik eşdeğeri olan “DIGITAL QPONS” ibareleri, markaların kapsadığı mallara veya hizmetlere ilişkin olarak jenerik olmasa da, tanımlayıcı nitelikte adlandırmalardır (Digital Coupon ibaresinin Türkçe karşılığı “dijital kupon”dur.). Bu husus dikkate alındığında, tüketicilerin bu terimleri markaların kapsamlarında yer alan malların veya hizmetlerin ticari kaynağı ile ilişkilendirerek değil, malların ve hizmetlerin kendileriyle özdeşleştirerek değerlendireceği düşünülmektedir.

digitacouponsbirlikte

Ret gerekçesi markada, stilize biçimde yazılı DQ harfleri başvuruda baskın rol oynamaktadır, şöyle ki stilize DQ harfleri altında yer alan ve tanımlayıcı nitelikteki “DIGITAL QPONS” ibaresine kıyasla daha büyük puntolarla yazılmış durumdadır. DQ harfleri tescil sahibinin markasında görsel olarak baskın konumda bulunduğundan, bu unsur tüketicilerin zihninde esasen yer edinecek unsur konumundadır. Buna karşın, inceleme uzmanının “DQ” harflerinin stilize biçimde yazılı eş anlamlılık içerdiği ve kısaltmanın altta yer alan kelime unsurlarıyla bağlantılı olarak algılanacağı yönündeki beyanı desteksiz niteliktedir. Buna ilaveten, başvuruda yer alan ve “U” – “I” harflerinin yerine konulmuş stilize bilgisayar faresi biçimindeki şekil de, başvuruyu ret gerekçesi markadan farklılaştırmaktadır.

Yukarıda yer verilen görsel farklılıklar, Temyiz Kurulu’na göre markalar hakkında tamamen farklı ticari algı ortaya çıkmasına yol açacaktır.

Temyiz Kurulu, bu tespitleri yaparken “DIGITAL COUPONS” kelime unsurunun başvuruda baskın konumda bulunduğunun ve markaların kelime ve şekil unsurlarının ilgili kamu kesimi üzerinde en kalıcı etkiyi yaptığının farkındadır. Başvuru hakkında ret kararını veren inceleme uzmanı bu değerlendirmenin sonucunda, “DIGITAL COUPONS” ibareli başvuru ile onun fonetik eşdeğeri olan “DIGITAL QPONS” ibareli ret gerekçesi markayı karıştırılabilecek derecede benzer markalar olarak değerlendirmiştir. Kelime ve şekil kombinasyonlarından oluşan markalarda kelime unsurlarının daha baskın unsur olduğu genellikle doğru olsa da, Temyiz Kurulu’na göre durum her zaman böyle olmayacaktır.

Tüm bu değerlendirmelerin sonucunda Temyiz Kurulu, “DIGITAL COUPONS” ile “DIGITAL QPONS” ibarelerinin yüksek düzeydeki tanımlayıcı ve jenerik niteliği dikkate alındığında, markalar aynı hizmetler için kullanılacak olsalar da, başvurunun ret gerekçesi markadan oldukça farklı olduğu ve markalar arasında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkmayacağı neticesine ulaşmıştır.

Yukarıda ayrıntılı olarak aktarılan karar ve gerekçelerinden anlaşılacağı üzere, incelenen vakada markaların kelime unsurları arasında yüksek düzeyde benzerlik ve malları – hizmetler arasında aynılık ve benzerlik bir arada bulunmuş olmakla birlikte, USPTO Temyiz Kurulu, markaların ortak kelime unsurunun tanımlayıcı ve zayıf nitelikteki karakterini dikkate alarak, markaların birbirlerine benzer olmadıkları, aralarında karıştırılma ihtimalinin bulunmadığı tespitine varmış ve bunun sonucunda başvuru hakkındaki ret kararını kaldırmıştır.

Ayırt edici niteliği zayıf unsurları ortak unsur olarak içeren markalar arasında karıştırılma ihtimali değerlendirmesi, vaka bazında bizi kimi zaman farklı sonuçlara götürse de, çoğu zaman varılan sonuç ayırt edici gücü zayıf unsurların ortaklığının tek başına karıştırılma olasılığının varlığı anlamına gelmediğidir. İnceleme konusu USPTO Temyiz Kurulu kararında da benzer içerikte değerlendirme yapılmış ve ayırt edici gücü zayıf kelime unsurlarının üst düzeydeki benzerliğine rağmen, markaların stilize yazım tarzlarındaki farklılık esas alınarak, markaların benzer olmadığı ve dolayısıyla markalar arasında karıştırılma olasılığı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Önder Erol Ünsal

unsalonderol@gmail.com

Nisan 2015

Amerikan Patent ve Marka Ofisi, Bir “Moda İkonu” Olan “Prenses Kate” Adının Marka Olarak Tescil Edilebilirliğini Tartışıyor (85179243)

 

princesskate

 

İngiltere kraliyet ailesinin üyeleri ve onların hayatları her zaman tüm dünyada popüler konulardan biri olmuştur. 80’li 90’lı yıllarda ailenin popüler üyesi Prenses Diana iken, günümüzde Kate Middleton, namıdiğer Prenses Kate’dir. Prenses Kate’in her adımı, hareketi, her giydiği tüm dünyada ilgiyle izlenmekte, kendisi bir “moda ikonu” olarak medyada yer almaktadır. Halk nezdinde oluşan, Prenses Kate ile moda arasındaki bu bağın yarattığı algı, Amerikan Patent ve Marka Ofisi (USPTO) uzmanlarınca Kate Middleton’ın “korunmaya değer temel kişilik hakları” arasında görülmüştür. Bu yazıda inceleyeceğimiz 30 Ocak 2015 tarihli Amerikan Patent ve Marka Ofisi Temyiz Kurulu’nun kararı, magazin haberlerinden hareketle halk nezdinde oluşan bu algının Marka Hukuku açısından değerlendirmesini ortaya koymaktadır.

Okuyucularımız kararın orijinal metnine http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-85179243-EXA-39.pdf adresinden ulaşabilirler.

Nieves & Nieves LLC (“LLC”) firması standart yazı karakteri ile

PRINCESS KATE

markasının tescili için başvuruda bulunmuştur. Başvuru; kozmetik ve kişisel temizlik malzeleri (3. sınıf), saatler ve mücevler (Sınıf 14), deriden mamül çantalar ve aksesuarlar (Sınıf 18), yatak malzemeleri, perdeler ve havulular (Sınıf 24), iç ve dış giyim ürünlerini (Sınıf 25) içermektedir.

USPTO uzmanı, 1946 tarihli Marka Kanunu’nun 1052 (a) ve (c) maddelerine göre “PRINCESS KATE” markasının, Cambridge Düşesi Catherine, bilinen adıyla Kate Middleton adını “yanıltıcı” suretle çağrıştırdığını; bu adla yakın benzerlik bağı oluşturduğunu; sahibinin izni olmaksızın yaşayan belirli bir kişiyi tanımladığı için tescil başvurusunu reddetmiştir.

Konu Temyiz Kurulu’nun önüne geldiğinde başvurucu firma LLC, “PRINCESS KATE” markasının;

  • Kate Middleton adı ile yakın benzerlik bağı kurulamayacağını, zira Kate Middleton’ın, “PRINCESS KATE” ibaresini eskiden beri kendisini tanımlayan bir ad olarak kullanmadığını;
  • Aksi yönde bir delil olmadığını;
  • Her ne kadar bazı kişilerce “PRINCESS KATE” ibaresinin Kate Middleton’ı çağrıştırdığı hususu makul ölçüde kabul edilebilir olsa da, Kate Middleton’un bir prenses olmadığını, Kate Middleton’un bizzat kendisinin prenses olmadığını, doğru unvanının“Cambridge Düşesi” olduğunu kamuya basın yoluyla açıkladığını,

iddia etmiştir.

Temyiz Kurulu başvurucunun iddialarını reddetmiştir. Kurul’a göre yanıltıcı çağrışım yoluyla benzerlik: başvurucu dışındaki bir başka kişiye ya da başka kişinin kişiliğine sıkı sıkıya bağlı bir konuya atıfta bulunmak suretiyle tezahür eder. Bu benzerlik türünün kanunda yasaklanmasının nedeni; ilgili kişinin kimliği üzerindeki hâkimiyet ve kontrol hakkını kaybetme olasılığıdır. Bu yasak temelini, özel hayatın gizliliğinden ve kişinin kendini kamuya tanıtım hakkından almaktadır. Başka bir kişiye ait olan ad, ticari amaçla veya marka anlamında kullanılmasa dahi, bu kişinin ilgili ibarenin kullanımını yanıltıcı çağrışım nedeniyle engelleme hakkı mevcuttur.

Kurul açısından, yanıltıcı çağırışıma yönelik olayın değerlendirilmesinde, 3.kişinin korunmaya değer bir hakkının/menfaatinin olup olmadığı hususu, kilit noktayı oluşturmaktadır. Kamuya tanıtım hakkı, ünlü kişilerin kişiliklerine bağlı ticari menfaatlerinin korunmasına yöneliktir. Bu hak kapsamında ünlü kişinin, adının izinsiz ticari kullanımını önlemeye yönelik menfaati mevcuttur. Ünlü bir kişinin, adının izinsiz kullanılması halinde zaten söz konusu hakka bir saldırı olacağından, artık bu noktada tescil başvurusunda o adın aynen mi yoksa benzerinin mi kullanıldığı konusu önem arz etmeyecektir.

Dosyadaki mevcut deliller ışığında, Kate Middleton tanınmış/ünlü bir şahsiyettir. Bu anlamda bu isim, Kanunun 1052/(a) maddesi çerçevesinde “yanıltıcı çağırım” nedeniyle reddedilme ile amaçlanan korumaya değer bir isimdir. Kate Middleton’ın “PRINCESS KATE” ismini kullanıp kullanmaması itirazı, yanıltıcı çağrışım nedeniyle red kararında etkili değildir. Zira bu noktada, tescili talep edilen marka özellikle ve açıkça bir kişiyle özdeşleşmiştir. Dosyaya sunulan ve medya kayıtlarından oluşan tüm delillerden “PRINCESS KATE” isminin halk arasında Kate Middleton’ı kastettiği açıktır.

Kurul’a göre somut olayda, ünlü kişinin ABD dışında yaşaması önem arzetmektedir. Zira ABD halkı nezdinde, Kate Middleton hakkında çıkan haberler yakından takip edilmekte ve onun hakkındaki kaynak haberler ister sanal mecrada ister yazılı basında İngilizce dilinde sunulmaktadır. Kurul, kararında Kate Middleton hakkında basında çıkan bazı magazin haberlerine ayrıntılı şekilde yer vermiş ve “PRINCESS KATE” ibaresinin Kate Middleton’ın şahsına bağlı bir çağrışım yaptığı hususunu netleştirmiştir. Başvurucunun Kate Middleton’un prenses olmadığından dolayı “yakın” çağrışım olmadığına ilişkin aksi yöndeki tüm delilleri, ikna edici bulunmamıştır. Zira Amerikalılara göre Kate Middleton bir prens ile evli olduğundan “prenses” sayılmaktadır. Kaldı ki tarih boyunca da birçok kraliyet ailesinde Catherine ismi kullanılmasına rağmen, “PRINCESS KATE” ibaresinin Kate Middleton dışında bir başka kişiyi işaret ettiğine ilişkin dosyaya delil sunulmamıştır.

Buna ek olarak başvurucu, başvuru konusu ibareyi modayı ilgilendiren mal sınıfları için kullanmak istemektedir. Bu mallar için “PRINCESS KATE” ibaresinin kullanılması doğrudan ve tereddütsüz olarak Kate Middleton’u çağrıştırmaktadır. Wikipedia kayıtlarına göre Kate Middleton “moda zevki ile hayran olunan” ve pek çok kez “en iyi giyinen kişi” olarak tanımlanmaktadır. Bu noktada, esasen başvurucu da Kate Middleton’ın tanınmış bir kişi olduğunu ve şöhretinin geçici olmadığını kabul etmektedir. Ancak başvurucu Kate Middleton’un moda sektörüne girmediğini, kendisinin hiçbir ürünü desteklemeyeceğini bildiklerinden halkın başvuru konusu mallarla Kate Middleton arasında bir bağlantı kurmayacağını iddia etmiştir. Kurul, yanıltıcı çağırışım değerlendirmesinde başvurucunun bu iddiasının doğru bir nokta olmadığını beyan etmiştir. Zira Kurul bu değerlendirmede, Kate Middleton adının kozmetik, mücevher, çantalar, kıyafetler için tanınmış olup olmadığına ilişkin kanıt istememektedir. Kurul’un sorguladığı; bu mallar için “PRINCESS KATE” ibaresi kullanıldığında tüketicilerin doğrudan “PRINCESS KATE” ile Kate Middleton’ın kasdedildiğini anlayıp anlamadıkları konusudur. Buradaki nokta, söz konusu ismin bizzat ve tereddütsüz olarak doğrudan bir şahsa ya da kuruma işaret etmesidir. Somut olayda, hem ibarenin tanınmışlığı ve şöhreti hem de başvurunun içerdiği mal sınıflarının bu tanınmışlıkla bağlantısı, doğrudan ve tereddütsüz olarak tek bir kişiyi işaret etmektedir. Kurul’un önündeki tüm deliller ve kayıtlar, gerçekten de ABD basınında “PRINCESS KATE” ibaresinin Kate Middleton’un tanınmışlığını ifade ettiğini ve bu tanınmışlığın moda ile bağlantılı olduğunu açıkça ve fazlasıyla ortaya koymuştur. Tüm bu deliller ışığında da Kurul;

  • “PRINCESS KATE” markası ile Kate Middleton’a doğrudan ve tereddütsüz olarak çağrışım yapılmasının amaçlandığını,
  • Kate Middleton’un başvurucu ile fiili ve ticari bir bağının olmadığını,
  • Tescil konusu markanın içerdiği mallar için tanınmış “PRINCESS KATE” ibaresinin kullanılmasının ilgili tüketiciler nezdinde Kate Middleton ile bağlantı kurulmasına neden olacağını,

tespit etmiştir. Bu tespitlerle Kurul, “PRINCESS KATE” markasının içerdiği sınıflar için Kate Middleton’la doğrudan bağlantısı nedeniyle “yanıltıcı çağrışım” yaptığı sonucuna varmıştır.

Kurul, son olarak Kanunun 1052/(c) maddesi anlamındaki “onay/izin” konusunda değerlendirmelerde bulunmuştur. Zira ilgili maddeye göre sahibinin izni, onayı olmaksızın yaşayan kişilerin adlarını işaret eden başvurular tescil edilemez. Kurul bu madde kapsamında, ilgili kişinin tam adının yanında ön ad, soyad, kısaltılmış ad, sahne adı, lakap, takma ad, unvan gibi yaşayan kişi ile bağlantısının ispatlandığı ibarelerin de girdiğini belirtmiş ve bu konuda önceki tarihli kararlarına atıfta bulunmuştur. Kurul somut olayda da aynı mantıktan hareketle; her ne kadar Kate Middleton “PRINCESS KATE” adını kullanmasa da, yukarıda açıklandığı gibi bu ad ABD halkı ve medyası tarafından ünlü Kate Middleton’ı tanımlamak ve doğrudan ve tereddütsüz olarak onu işaret etmek üzere kullanıldığı tespit edildiğinden ve Kate Middleton’ın da bu adın tescil edilmesine onayı, izni olmadığından Kanunun 1052/(c) maddesine göre reddedilmesini doğru bulmuştur.

Belirtilen nedenlerle USPTO Temyiz Kurulu, “Princess Kate” ibareli başvuru için verilen ret kararını onamış ve itirazı reddetmiştir.

USPTO tarafından resen yapılan inceleme sonucunda verilen ret kararının gerekçeleri olan “yaşayan veya ölü kişilerle yanıltıcı bağlantı kurulması” ve “yazılı izin verilmediği sürece yaşayan bir kişinin isminden oluşma” (No trademark by which the goods of the applicant may be distinguished from the goods of others shall be refused registration on the principal register on account of its nature unless it— (a) Consists of or comprises … or falsely suggest a connection with persons, living or dead…(c) Consists of or comprises a name, portrait, or signature identifying a particular living individual except by his written consent) şeklindeki ret gerekçeleri Türk marka mevzuatında aynı şekilde yer almamakla birlikte kanaatimizce bu konunun resen incelemede ne şekilde ve ne dereceye kadar değerlendirmeye alınması gerektiği üzerinde tartışılmaya değer bir konudur.

Gülcan Tutkun Berk 

Nisan 2015 

gulcan@gulcantutkun.av.tr

 

“GREEN” Sadece Bir Renk Adı Değildir – Adalet Divanı Genel Mahkemesi “GREENWORLD” Kararı (T-106/14)

greenworld

 

Tüketicilerin yıllar içinde değişen bilinç düzeyinin ve tüketime ilişkin davranış eğilimlerindeki değişikliklerin, marka hukukuna ilişkin kararlara da yansıdığını görmekteyiz. Belki, 15-20 yıl önce “GREEN” ve “WORLD” kelimelerinin bir araya gelmesi ile oluşan “GREENWORLD” ibaresi enerji sektörünü ilgilendiren mallar ve hizmetler için ayırt edici niteliğe sahip bir marka algısı oluşabilirdi. Ancak son yıllarda kaynakların hızla tükenmesi neticesinde, çevre dostu, çevreye en az zarar veren enerji üretmek/tüketmek arayışında olan insanoğlunun yenilenebilir enerjiye olan yoğun ilgisi, bu ibarenin algılama biçimine de etki etmiştir. Artık tüketicilerin zihinlerinde, enerji sektöründe üretilen/tüketilen mallar ve hizmetler için kullanılan “GREENWORLD” ibaresi, “YEŞİL DÜNYA” şeklinde anlamı olan ayırt edici bir marka olarak değil, söz konusu mallar ve hizmetler için “ayırt edici niteliği bulunmayan” ve “tanımlayıcı” bir ibare olarak yer etmektedir.

Yukarıdaki bu tespit, 27 Şubat 2015 tarihinde Avrupa Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin “GREENWORLD” markasına ilişkin dava hakkında verdiği T-106/14 sayılı karara dayanmaktadır. Kararı orijinal Almanca metninden incelemek isteyen okuyucular, karara http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9ea7d2dc30dda522765608f34b6eb538ee38064e0216.e34KaxiLc3qMb40Rch0SaxuPbx50?text=&docid=162577&pageIndex=0&doclang=DE&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=607241 bağlantısından erişebilir.

Konunun Mahkeme önüne gelmeden önceki safahatı kısaca şöyledir:

  • Alman Universal Utility International GmbH & Co. KG firması, standart karakterlerde yazılı,

                                                                        GREENWORLD

kelime markasının, topluluk markası olarak tescili için 28 Şubat 2013 tarihinde OHIM’e başvuruda bulunmuştur. Başvuru, Nice Sınıflandırmasının 4. sınıfı (Yakıtlar, elektrik enerjisi), 35. sınıfı (Yakıtların internet üzerinden perakende satış ve aracılık hizmeti, elektrik tedarik sözleşmeleri), 39. sınıfı (Elektrik, doğal gaz, su enerjisi iletim ve dağıtım hizmetleri, su temin hizmetleri) için yapılmıştır.

  • OHIM 15 Mart 2013 tarihli kararı ile bu başvuruyu reddetmiştir. Bu karara dayanak olarak 207/2009 sayılı Tüzüğün 7/1 maddesi (b) ve (c) bentleri ile 7/2 maddesi gösterilmiştir. Buna göre OHIM ret kararında, “GRENNWORLD” kelimesinin İngilizce bilen tüketiciler için içerdiği mal ve hizmetlerin “çevreye zararsız”, “çevre dostu” ürünler olduğuna işaret ettiğini, bu kelimenin ilgili olduğu mal ve hizmetlerin niteliğini ve içeriğini belirttiğinden açıkça ve doğrudan tanımlayıcı olduğunu, ayırt edici karakterden yoksun olduğunu gerekçe göstermiştir.
  • Başvurucu firmanın ret kararına itirazlarının, OHIM nezdinde yine aynı gerekçelerle reddedilmesi üzerine Avrupa Adalet Divanı Mahkemesi’nde 14 Şubat 2014 tarihinde dava açılmıştır.

Davacı  Universal Utility International GmbH & Co. KG, öncellikle OHIM’in “GREENWORLD” kelimesinin tanımlayıcı olduğuna ilişkin tespitinin yerinde olmadığını iddia etmiştir.

Mahkeme bu iddia karşısında, 207/2009 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü 7/1 maddesi (c) fıkrası uyarınca kamu yararı amacıyla ve herkes tarafından kullanılan ibare ve işaretlerin tanımlayıcı olduğuna ilişkin önceki tarihli içtihatlarına işaret etmiştir.[1] Malların ve hizmetlerin özelliklerini açıklayan bu tür ibare ve işaretlerin, bir markadan beklenen ana fonksiyona sahip olmadığını, bir mal veya hizmetin hangi işletme tarafından sunulduğunu göstermediğini, tüketicilerin edindiği iyi veya kötü tecrübelere göre daha sonra o ürünü ayırt etmelerine olanak sağlamadığını belirtmiştir. Buna ek olarak, bir ibarenin, tüketicilerin düşünmesine fırsat vermeden doğrudan ve ani şekilde ilgili ürünün içeriğini doğrudan ve somut şekilde belirtmesi halinde tesciline izin verilmediğinin altı çizilmiştir.

Tüzüğün 7/1 (c) maddesi anlamında tanımlayıcı nitelikte türetilmiş bir kelimeden ya da her biri tanımlayıcı nitelikteki kelimelerden oluşan bir markada, sadece markayı oluşturan unsurların teker teker tanımlayıcı olduğu tespiti ile yetinilmemesi gerektiği, markanın “bir bütün olarak tanımlayıcı” olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği hatırlatılmıştır.[2] Zira bir marka her ne kadar tanımlayıcı nitelikte türetilmiş bir kelimeden ya da tanımlayıcı birden çok kelimelerin bir araya gelmesinden oluşsa da, “özgün/alışıldık olmayan şekilde biraya gelme tarzı itibari” ile “bir bütün olarak” ilgili olduğu mallar ve hizmetler için tanımlayıcı karakterden uzaklaşabilir. İlgili ibarenin bu anlamdaki analizinde, ait olduğu dildeki anlam ve dilbilgisi kuralları göz önüne alınacaktır.

Mahkemeye göre, bir ibarenin tanımlayıcı olup olmadığını tespitinde ilgili malların ve hizmetlerin hitap ettiği tüketici kitlesinin algılayış tarzı da dikkate alınmalıdır.[3] Söz konusu dava açısından OHIM tüketici kitlesini, dava konusu markanın hitap ettiği branştaki çalışanlar ve işletmeler ile aynı zamanda ortalama düzeyde bilgi ve dikkat sahibi tüketiciler olarak belirlemiştir. Başvuru konusu ibaredeki “GREEN” ve “WORLD” kelimeleri İngilizce olduğundan, İngilizce konuşan ülkelerdeki tüketiciler dikkate alınmıştır.

Sonraki aşamada Mahkeme, belirlenen tüketici kitlesi nezdinde dava konusu ibarenin, içerdiği mal ve hizmet grubu için doğrudan ve somut tanımlayıcılık ilişkisi içinde olup olmadığı hususunun incelemesine geçmiştir.[4] İlk olarak “GREEN” kelimesine yönelik tespitler yapılmıştır. “GREEN” kelimesinin sadece “yeşil renk” anlamına gelmediği aynı zamanda “yaygın” olarak “çevre dostu” olarak algılandığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre, ilgili tüketici kitlesi bir ürün veya hizmet üzerinde bu kelimeyi gördüğünde, genel olarak o ürün ya da hizmeti çevre dostu ya da daha az çevreye zararlı olarak tanımlamaktadır.

“Dünya” anlamına gelen İngilizce “WORLD” kelimesinin ise, kelime anlamının mı yoksa mecazen mi anlaşılacağı sorusunun, dava konusu olayın değerlendirilmesinde ilgisiz olduğu belirtilmiştir.

“GREENWORLD” kelimesinin bir bütün olarak, içerdiği mallar ve hizmetler açısından incelendiğinde; özellikle yakıtlar ve elektrik enerjisi mal grubu ve elektrik, doğalgaz, termal, su enerjisi, yakıt dağıtım ve pazarlaması göz önüne alındığında “açıkça ve tereddütsüz çevre korumasına ilişkin yaygın bir tanımlayıcı karaktere” sahip olduğu belirlenmiştir.   Her biri ayrı ayrı tanımlayıcı karaktere sahip kelimelerin somut olaydaki şekilde bir araya gelmesi ile oluşan bütünün de tanımlayıcı karaktere sahip olduğu belirtilmiştir. Yine bu tarz bir bileşimin İngilizce dilinin gramer ve sözdizimi açısından da “özgün” olmadığı ortaya konmuştur.  Mahkeme bu noktada önceki tarihli bir içtihadına işaret ederek,    “COMPANY” ve “LİNE” kelimelerinin bir araya gelmesi ile oluşturulan markanın, ilgili işletmenin ürün ve hizmetlerini ayırt edici nitelikte olduğuna ilişkin verdikleri kararın ve o kararda yer alan “COMPANYLINE” şeklindeki kombinasyonun sözlükte bulunmadığına ilişkin tespitlerinin, somut olayda ileri sürülemeyeceğini açıklamıştır. [5]

Mahkeme, davacının “GREEN” kelimesinin “çevre dostu” yanında kullanılan diğer anlamlarının (genç, güvenilir, işlenmemiş, hazır olmayan, hasta/sağlıksız görünüm) olduğu yönündeki itirazlarını yerinde bulmamış, daha önceki içtihatlarına göre bir ibarenin ilgili olduğu mal ve hizmetlerin özelliğini belirten bir anlamının olmasının, tescil engeli için yeterli olduğunu belirtmiştir.

Mahkeme OHIM Temyiz Kurulu’nun, ilgili mal ve hizmetlerden yakıtlar ve elektrik enerjisi için “GREENWORLD” ibaresini gören ortalama dikkat seviyesindeki tüketicilerin zihinlerinde, o mal ve hizmetlerin çevre dostu olduğu izlenimini uyandıracağını ve bu özellikleri nedenleri ile tercih edilecekleri şeklindeki tespitlerini yerinde bulmuştur. Davacının internet arama motorlarında veya Wikipedia kayıtlarında dava konusu markanın tanımlayıcı olarak kullanıldığına dair bir sonuç çıkmadığına ilişkin iddiasını da yerinde bulmamıştır. Zira Mahkemeye göre, her somut olayın özelliğine göre OHIM, mahkemelerin denetimine tabi olarak ve internet sonuçlarında bağımsız olarak bir markanın tanımlayıcı olup olmadığını belirlemektedir. [6]

Davacının son olarak, OHIM’in bir başka başvuru olarak “GREENWORLD” markasının 7, 37, 39 ve 42 için tesciline müsaade ettiğini, dava konusu benzer durumda ise farklı davranarak kararlardaki istikrar ve eşit muamele ilkesinden uzaklaşıldığını iddia etmiştir. Mahkeme, bir markanın topluluk markası olarak tescil edilip edilmeyeceği hususunun, OHIM’in önceki kararlarına bağlı olmadığını, bu konunun Tüzüğü yorumlayan uzmanların değerlendirmesine tabi olduğunu cevaben belirtmiştir.[7] Öte yandan, eşitlik ve yasal istikrar ilkelerinin bir gereği olarak OHIM kararlarının uyum içinde olması gerektiğinin, ancak her somut olayın özelliğine uygun olarak her marka başvurusunun tescil edilebilirlik hususunun titizlikle ve kapsamlı olarak değerlendirilmesi gerektiğinin altı çizilmiştir.[8]

Sonuç olarak Mahkeme, dava konusu “GREENWORLD” markasının içerdiği mallar ve hizmetler için tanımlayıcı karaktere sahip olduğunu tespit ettiğinden, OHIM kararını yerinde bulmuş ve davacı firmanın davasını reddetmiştir.

Son yıllarda ülkemizde “yeşil” veya “green” kelimelerini ürün adlarıyla veya başka tanımlayıcı kelimelerle birlikte içeren markalara sıklıkla rastlanmaktadır. Bu tip markaların tescil başvurularının reddedilmesi durumunda, başvuru sahiplerinin “yeşil” veya “green” kelimesinin bir renk ismi olduğu belirtilerek ret kararlarının yerinde olmadığı savunabileceği düşünülebilir. Bununla birlikte, Adalet Divanı Genel Mahkemesi kararında da belirtildiği üzere “yeşil” veya “green” kelimeleri, artık sadece renk adı değil, çevre dostu ürünleri simgeleyen genel bir adlandırma niteliğindedir ve tüketicilerce de bu şekilde algılanmaktadır. “GREENWORLD” kararı bu bağlamda, markaların kelime anlamına bağlı kalmak yerine, tüketicilerin kelimeleri ne şekilde algıladığına bağlı olarak değerlendirme yapmanın gerekli olduğunu gösteren önemli bir karar niteliğindedir.

Gülcan Tutkun Berk

Nisan 2015

gulcan@gulcantutkun.av.tr

Dipnotlar:

[1] 23 Ekim 2003 tarihli HABM/Wrigley (C‑191/01), 27 Şubat 2002 tarihli Ellos/HABM [ELLOS] (T‑219/00), 7Temmuz 2011 tarihli Cree/HABM [TRUEWHITE] (T‑208/10) kararları

[2] 12 Ocak 2005 tarihli Wieland-Werke/HABM (T‑367/02), 12 Şubat 2004 tarihli Koninklijke KPN Nederland (C‑363/99) kararları

[3] 27 Şubat 2002 tarihli Eurocool Logistik/HABM [EUROCOOL] ( T‑34/00) kararı

[4] 26 Kasım 2003 tarihli HERON Robotunits/HABM [ROBOTUNITS] (T‑222/02) kararı

[5] 12 Ocak 2000 tarihli DKV/HABM (COMPANYLINE) (T‑19/99) kararı

[6] 10 Mayıs 2012 tarihli Amador López/HABM [AUTOCOACHING] (T‑325/11) kararı

[7] 15 Eylül 2005, BioID/HABM (C‑37/03) kararı

[8] 13 Haziran 2014, K-Swiss/HABM – Künzli SwissSchuh (T‑85/13), 10 Mart 2011, Agencja Wydawnicza Technopol/HABM, (C‑51/10) kararları.

Adalet Divanı Sloganların Ayırt Edici Niteliği Konusunu Yeniden Değerlendiriyor – “So What Do I Do With My Money” Kararı (T-609/13 )

sowhatdoido

Sloganların marka olarak tescil edilebilirliği hakkında site içeriğinde önceden yazdığım çok sayıda yazı bulunmaktadır. Konu hakkındaki yazı sayısının fazlalığı, maalesef, herhangi bir ülkede veya yargı bölgesinde istikrarlı bir uygulamanın varlığını işaret eden bir gösterge değildir, tersine Avrupa Birliği ve A.B.D. başta olmak üzere birçok gelişmiş ülkede konu hakkında birbirleriyle çelişir nitelikte çok sayıda karara rastlanmaktadır. Dolayısıyla, sloganların tescil edilebilirliği ile ilgili her yeni Adalet Divanı kararı, bu satırların yazarının ilgisini çekmekte ve fırsat bulundukça bu içerikteki yazılar okuyucularla paylaşılmaktadır.

Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi, 29 Ocak 2015 tarihinde verdiği T-609/13 sayılı “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY” kararında sloganların tescil edilebilirliği konusunu bir kez daha irdelemiştir. Belirtilen karar bu yazının konusunu oluşturmaktadır ve yazının orijinal metnini incelemek isteyenlerin karara http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=161905&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=194940 bağlantısından erişmesi mümkündür.

İlk olarak davaya konu kararın gerekçeleri ve başvuru hakkında bilgi verilmesi yerinde olacaktır:

“Blackrock, Inc.” firması 28 Ağustos 2012 tarihinde “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY” kelime markasının tescil edilmesi talebiyle İç Pazarda Uyumlaştırma Ofisi (OHIM)’ne başvuruda bulunur.

SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY

Başvurunun kapsamında 35. sınıfa dahil “Piyasa verilerinin ekonomik analizi ve bununla ilgili danışmanlık hizmetleri, finansal yatırımcılar ve finans profesyonelleri için ticari araştırma ve pazar araştırması hizmetleri, ticari yönetim danışmanlığı, ticari pazar analizi hizmetleri.” ve 36. sınıfa dahil “Finansal yönetim ,finansal danışmanlık hizmetleri ve burada tek tek sayılmayacak çok sayıda finansal hizmet” yer almaktadır.

Bu noktada başvuruyu oluşturan “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY” sloganının Türkçe karşılığının “ÖYLEYSE PARAMLA NE YAPACAĞIM” ibaresi olduğu belirtilmelidir.

OHIM uzmanı başvuruyu ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddeder ve başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder. İtirazı inceleyen OHIM Temyiz Kurulu, 11 Eylül 2013 tarihinde verdiği kararla itirazı reddeder.

Temyiz Kurulu’na göre, başvuru kapsamındaki hizmetlerin tamamı finans veya yatırımla ve dolayısıyla parayla ilgilidir. Buna ilaveten, kamunun ilgili kesimi ortalama tüketicilerden ve profesyonellerden oluşan kişilerdir ve bu kişilerin promosyon terimlerine ilişkin dikkat düzeyi görece düşüktür. “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY” ibaresi tek bir anlama gelmektedir, kelimelerle oynama içermemektedir, fantezi nitelikte bir ibare değildir ve herhangi bir yaratıcı unsur içermemektedir. Bu bağlamda, başvuru kapsamında bulunan parayla ilgili hizmetler açısından, terim çok açık ve kolay anlaşılır niteliktedir ve İngilizce’nin gramer kurallarına uygundur. Temyiz Kurulu, inceleme konusu sloganın tüketicilerin zihninde oluşturduğu tek sorunun finansal durumlarına yönelik değerlendirme yapmaya davet olduğu görüşündedir.

Reklam sloganları hakkında yerleşik olan içtihat, bu tip ibarelerin sadece reklam sloganları olmaları nedeniyle tescillerinin engellenemeyeceği yönündedir. Buna karşılık, bu nitelikteki sloganların tescil edilebilmeleri için, kamunun ilgili kesimi tarafından, malların veya hizmetlerin ticari kaynağını gösterir işaretler olarak derhal algılanmaları gerekmektedir. Temyiz Kurulu’na göre, incelenen başvuru için böyle bir durum söz konusu değildir, dolayısıyla başvurunun 207/2009 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 7(1)(b) maddesi çerçevesinde ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddedilmesi kararı yerindedir.

Başvuru sahibi bu karara karşı dava açar ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nce görülür. Mahkeme kararı aşağıda detaylarıyla aktarılmıştır.

Başvuru sahibinin iki temel iddia çerçevesinde ret kararının yerinde olmadığını savunmaktadır: (i) Başvuru ayırt edici niteliğe sahiptir. (ii) OHIM, Adalet Divanı’nın C-398/08 sayılı kararında yer alan ilkeleri yanlış biçimde değerlendirmiştir.

Genel Mahkeme ilk olarak konu hakkındaki içtihadı özetlemiştir:

Topluluk Marka Tüzüğü madde 7(1)(b) çerçevesinde ayırt edici niteliğe sahip olmayan işaretler tescil edilmeyecektir.

Mahkemeye göre, markanın asli fonksiyonu, malların veya hizmetlerin ticari kaynağını göstermek ve bu yolla ilgili malları veya hizmetleri edinen tüketicilerin sonraki bir satın alma esnasında, önceki deneyimlerinden memnun kalmaları halinde bu deneyimi tekrarlamalarını, tersine memnun olmamaları halinde ise aynı deneyimden kaçınmalarını sağlamaktır.

Yerleşik içtihada göre, bir markanın ayırt edici niteliğe sahip olduğundan bahsedebilmek için, bu markanın tescili talep edilen malların belirli bir işletmeden kaynaklandığını göstermesi ve bu şekilde malların diğer işletmelerin mallarından ayırt edilmesini sağlaması gerekmektedir. Bir markanın ayırt edici niteliği, öncelikle tescil talebine konu mallar veya hizmetler, ikinci olarak, kamunun ilgili kesiminin belirtilen mallara veya hizmetlere yönelik algısı esas alınarak değerlendirilmelidir.

Tescili talep edilen mallara veya hizmetlere yönelik olarak, aynı zamanda reklam sloganı veya bu malların satın alınmasını sağlamak amacıyla kalite veya teşvik emaresi olarak kullanılan işaretlerden müteşekkil markalar, bu kullanımları nedeniyle tescilden muaf tutulamazlar. Adalet Divanı, bu tip markaların ayırt edici karakteri değerlendirilirken, sloganlara diğer işaretlere uygulananlardan daha katı kriterler uygulanmaması gerektiğini de ifade etmiştir.

Ayırt edici niteliğin değerlendirilmesine ilişkin kriterler farklı marka türleri bakımından aynı olsa da, bu kriterler uygulanırken, kamunun ilgili kesiminin algısının her marka türünde aynı olacağından bahsedilmesi mümkün değildir ve bu nedenle, bazı marka türlerinde ayırt edici niteliğin ortaya konulması diğer marka türlerine kıyasla daha zor olabilir. Belirtilen zorluklar, reklam sloganlarının ayırt edici karakterinin tespiti için, kelime markalarının ayırt edici karakterinin tespitinde kullanılanlardan daha farklı ilave veya eksik kriterler kabul edilmesini meşru hale getirmez. Özellikle, reklam sloganlarının ayırt edici niteliğinin varlığının kabul edilebilmesi için, sloganın hayalgücü içermesi veya sürpriz veya sarsıcı etki oluşturacak kavramsal algı yaratması şartları getirilemez. Bunun ötesinde, kamunun ilgili kesiminin markayı bir promosyon ifadesi olarak algılayacağı ve bu tip ifadelerin övücü nitelikleri nedeniyle diğer işletmelerce de kullanılabileceği iddiası, tek başına markanın ayırt edici nitelikten yoksun olduğu sonucuna varılabilmesi için yeterli değildir.

Kelime markalarının övücü çağrışım yapması, bu tip markaların kapsadıkları mallar veya hizmetler bakımından ticari kaynak gösteremeyeceği anlamına gelmez. Bu çerçevede, bu tip markaların tüketiciler tarafından hem bir promosyon ifadesi hem de malların veya hizmetlerin ticari kaynağını gösterir bir işaret olarak algılanması mümkündür. Dolayısıyla, kamunun ilgili kesiminin, markayı kaynak gösterir şekilde algılaması durumunda, bu marka aynı zamanda -hatta öncelikle- bir promosyon ifadesi olarak değerlendirilse de, bu değerlendirme ayırt edici karakterin varlığının tespitinde etkili olmayacaktır.

Mahkeme ayırt edici niteliğe yönelik değerlendirmeyi yukarıda belirtilen genel ilkeler çerçevesinde yapmıştır.

Kamunun ilgili kesimine ilişkin olarak, bu kesimin OHIM Temyiz Kurulu kararında da belirtildiği gibi, hem ortalama tüketicilerden hem de profesyonellerden oluştuğu, markanın İngilizce kelimelerden ibaret olduğu, dolayısıyla ayırt edici nitelik değerlendirmesinin İngilizce konuşan halk esas alınarak yapılması gerektiği ortaya konulmalıdır.

Buna ilaveten, Temyiz Kurulu’nca da belirtildiği üzere, promosyon ifadeleri söz konusu olduğunda, kamunun ilgili kesiminin dikkat derecesi düşük olabilir, bu durum tescil talebinin konusu finansal ve parasal hizmetler bakımından da geçerlidir.

Yerleşik içtihada göre, bileşke kelime markaları söz konusu olduğunda, işareti oluşturan unsurlardan her birinin anlamı tek başına ve diğerlerinden izole edilmiş şekilde değerlendirilmemeli, aksine işareti oluşturan tüm unsurların bir arada oluşturduğu anlam dikkate alınmalıdır. Bu durum, incelemeye başlarken başvuruyu oluşturan kelimelerin her birinin anlamının ayrı biçimde incelenemeyeceği anlamına gelmez. Bütüncül değerlendirmeye giden yolda, bileşke markayı oluşturan bileşenlerin her birini ayrıca değerlendirmek yerinde olabilir.

İncelenen vakada, başvuru yaygın kullanıma konu 8 İngilizce kelimeden oluşmaktadır: “so”, “what”, “do”, “I”, “do”, “with”, “my”, “money”. Başvuruyu oluşturan kelimelerin genel niteliği ve başvuru kapsamında yer alan hizmetlerin alanı dikkate alındığında, “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY” sloganının anlamının kamunun ilgili kesimince kolaylıkla anlaşılacağı düşünülmektedir.

Yaygın kullanıma konu İngilizce kelimelerin tek bir ifade içerisinde toplanması suretiyle oluşturulan ve İngilizce gramer kuralarına uygun olan başvuru, derhal anlaşılacak açık ve kesin bir mesaj vermekte ve İngilizce konuşan tüketicilerce herhangi bir yorum yapılmasını gerektirmemektedir. Bu çerçevede, “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY” sloganı kişinin kendisine finansal kaynakları ve varlıkları ile ne yapması gerektiği sorusunu yöneltmesine yol açmaktadır. İncelenen vakada, başvuru kapsamındaki hizmetlerin makul derecede bilgili ve gözlemci tüketicileri, başvuruya konu ifadeyi gördüklerinde kendilerine paralarını etkin biçimde kullanıp kullanmadıklarını soracaktır. Temyiz Kurulu’nca da belirtildiği üzere, kişinin kendisine sorduğu bu soru, finansal bir uzmandan danışmanlık hizmeti alma yolunda atılan ilk adım niteliğindedir. Dolayısıyla, başvuru sahibinin öne sürdüğünün aksine, Temyiz Kurulu, başvuruda yer alamayan mesajlara ilişkin bir çözümleme yapmış durumda değildir. Bu bağlamda, başvuru, kişilerin kendilerine sorduğu bir sorudan oluşmaktadır ve ifade kamunun ilgili kesiminin başvuru kapsamındaki hizmetlere ilişkin genel bir talebini belirtmektedir. Bunun ötesinde, başvuruyu oluşturan ifade oldukça açıktır ve kamunun ilgili kesiminin hizmetlerle doğrudan bir bağlantı kurmasını engelleyecek anlamsal bir derinlik içermemektedir. Temyiz Kurulu’nca da belirtildiği üzere, başvuruyu oluşturan “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY (öyleyse paramla ne yapacağım)” sorusunu kendisine soran kişi, bir yatırım profesyoneline danışma ihtiyacı hissetmektedir. Bu husus, başvuru kapsamındaki tüm hizmetlerin parayla ilgili olduğu göz önüne alındığında, terimin ilgili hizmetler bakımından sıradan – banal bir ifade olduğunu ortaya koymaktadır.

Başvuru sahibinin bir diğer iddiası, başvuruya konu sloganın birden fazla anlamı olması ve bu durumun başvurunun ayırt edici niteliği olduğunun bir göstergesi olduğudur. Bununla birlikte, Adalet Divanı’nın “Live Richly” kararında belirtildiği üzere “Bir promosyon sloganının birden fazla anlamının bulunması sloganın ayırt edici niteliğinin bulunduğu sonucuna varılabilmesi için tek başına yeterli değildir.” Bu durumda başvuru sahibinin bu yöndeki itirazı da kabul edilmemiştir.

OHIM’in farklı birimleri arasında fonksiyonları itibarıyla devamlılık bulunsa da, Temyiz Kurulu içtihadında açık yer aldığı üzere, Kurul karar verirken, OHIM’in ilgili biriminin gerekçelendirmesi ile bağlı değildir.

Başvuruya konu ifadenin soru kalıbında olması, başvuru kapsamında hizmetler açısından ifadenin sıradanlığını ortadan kaldıran bir husus değildir.

Başvuru sahibi, başvurunun başında yer alan “so (öyleyse, bu nedenle, bunun sonucu olarak)” kelimesinin önceki bir olayı işaret ettiğini, dolayısıyla sloganın tüketicilerin zihninde aşamalı bir değerlendirmeye konu olacağını iddia etmektedir. Buna karşılık, OHIM Temyiz Kurulu’nca da belirtildiği üzere, bu kelimenin slogana dahil edilmesi, kamunun ilgili kesiminin önemli bir karar vermeden, yani parasını yatırıma yöneltmeden önce bir an için durup düşündüğünü göstermektedir. Bunun sonucu olarak, “so” kelimesinin başvuruda yer alması, sloganın apaçık anlamını değiştirmemekte veya slogana, sloganın ayırt edici nitelikte olarak değerlendirilmesini gerektirir, sıradışı gramatik bir yapı katmamaktadır.

Son olarak, başvuruya konu sloganın önceden üçüncü bir tarafça kullanılmamasının, sloganın ayırt edici niteliğe sahip olduğu anlamına gelmediği de belirtilmelidir.

Tüm bunların sonucunda, başvuruya konu sloganın ayırt edici nitelikte olmadığı tespitini içeren OHIM Temyiz Kurulu kararı yerinde bulunmuştur.

Takiben, başvuru sahibinin diğer itiraz gerekçesi yani, OHIM Temyiz Kurulu’nun, Adalet Divanı’nın C-398/08 sayılı kararında (Audi v. OHIM) yer alan ilkeleri yanlış biçimde değerlendirdiği iddiası incelenmiştir.

OHIM Temyiz Kurulu incelemesinde ilk olarak, sloganın başvuruya konu hizmetler açısından paranın kullanımına ilişkin basit bir kavramsal karşılığı bulunduğunu, kamunun ilgili kesiminin bu anlamı algılamak için çaba göstermesine gerek olmadığını ve terimin hizmetlerle bağlantılı bir anlamı olduğunu tespit etmiştir. Temyiz Kurulu, tüm bunların sonucunda, sloganın başvuru kapsamındaki hizmetler bakımından, ticari kaynak gösteren bir işaret olarak algılanmayacağı ve ayırt edici nitelikte olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Temyiz Kurulu, kararın sadece 15. paragrafında sloganın övücü ve promosyona yönelik bir slogan olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, başvuru sahibinin iddia ettiğinin tersine, sloganın derin bir analizi yapılmıştır.

Temyiz Kurulu bu analizi yaparken, “Tescili talep edilen mallara veya hizmetlere yönelik olarak, aynı zamanda reklam sloganı veya bu malların satın alınmasını sağlamak amacıyla kalite veya teşvik emaresi olarak kullanılan işaretlerden müteşekkil markalar, bu kullanımları nedeniyle tescilden muaf tutulamazlar. Adalet Divanı, bu tip markaların ayırt edici karakteri değerlendirilirken, sloganlara diğer işaretlere uygulananlardan daha katı kriterler uygulanmaması gerektiği kararını önceden vermiştir. Kelime markalarının övücü çağrışım yapması, bu tip markaların kapsadıkları mallar veya hizmetler bakımından ticari kaynak gösteremeyeceği anlamına gelmez. Bu çerçevede, bu tip markaların tüketiciler tarafından hem bir promosyon ifadesi hem de malların veya hizmetlerin ticari kaynağını gösterir bir işaret olarak algılanması mümkündür. Dolayısıyla, kamunun ilgili kesiminin, markayı kaynak gösterir şekilde algılaması durumunda, bu marka aynı zamanda -hatta öncelikle- bir promosyon ifadesi olarak değerlendirilse de, bu değerlendirme ayırt edici karakterin varlığının tespitinde etkili olmayacaktır.” ilkelerini dikkate almıştır.

Bir diğer deyişle, başvuruya konu slogan sadece bir reklam sloganı olması nedeniyle reddedilmemiştir. OHIM Temyiz Kurulu’nun başvuruyu reddetmesinin nedeni, sloganın promosyonel niteliğinin ötesinde, kamunun ilgili kesiminin başvuruya konu hizmetler açısından, sloganı ticari kaynak gösterir bir işaret olarak algılamasını sağlayacak herhangi bir unsurun sloganda bulunmamasıdır.

Adalet Divanı C-398/08 sayılı kararında (Audi v. OHIM), başvuruya konu “Vorsprung Durch Technik (teknoloji yoluyla avantaj (veya gelişme))” sloganının ayırt edici niteliğe sahip olduğu kararını verirken, sloganın kolaylıkla hatırlanmasını sağlayabilecek, birden fazla anlama gelen veya kelimeler üzerinde oynama içeren veya hayal ürünü, sürpriz içeren veya beklenilmedik nitelikte olan yapıya sahip olduğunu belirtmiştir. Buna karşılık incelenen başvuru, “Vorsprung Durch Technik” sloganından farklı olarak kararın önceki bölümlerinde detaylı olarak açıklandığı üzere, ticari kaynak gösterebilme işlevini herhangi bir şekilde yerine getiremeyecek, ayırt edici özelliği bulunmayan bir slogan niteliğindedir. Belirtilen husus ve karar içeriğinde yer verilen birkaç ek husus da dikkate alınarak, başvuru sahibinin Adalet Divanı’nın C-398/08 sayılı kararında (Audi v. OHIM) yer alan ilkelerin yanlış biçimde değerlendirildiği yönündeki iddiası da haksız bulunmuştur.

Belirtilen tüm değerlendirmeler ışığında, Adalet Divanı Genel Mahkemesi, “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY” sloganının ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle, Topluluk Marka Tüzüğü paragraf 7(1)(b) uyarınca reddedilmesi yönündeki kararı yerinde bulmuş ve davayı reddetmiştir.

Yazının başında da belirttiğimiz üzere, sloganların tescil edilebilirliği konusunda birbirleriyle çelişen veya farklı tespitler içeren çok sayıda kararla karşılaşılması mümkündür ve OHIM ile Adalet Divanı kararları incelendiğinde bu husus açık olarak ortaya çıkmaktadır. İncelenen vakada davacı, Adalet Divanı’nın C-398/08 sayılı önceki kararında yer alan ilkelere aykırılığa kolaylıkla öne sürebilmekte ve Temyiz Kurulu veya Mahkeme de aynı rahatlıkla başvurunun incelenmesinde aynı ilkelere aykırı bir husus olmadığını ifade edebilmektedir. Bu ikilemin marka incelemesinin doğasından kaynaklanan belirli derecedeki subjektifliği gösterdiği açık olmakla birlikte, yorum marjının bu derecede açık olması tercih edilebilir nitelikte değildir. Yorum marjının bu denli açık olmasının nedeni, kanaatimizce sloganların tescil edilebilirliğine ilişkin değerlendirme kriterlerinin Adalet Divanı kararlarında çok net olarak ortaya konulmamış olması ve her vaka bazında aynı kriterler kullanılarak farklı sonuçlara gidilebilmesinin mümkün olmasıdır. Tüm bu hususlara karşın, incelenen vakada, “SO WHAT DO I DO WITH MY MONEY” sloganının ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddedilmesi yönündeki karar kanaatimizce de yerindedir.

Önder Erol Ünsal

Nisan 2015

unsalonderol@gmail.com

“Rienergy Cola” – “Coca Cola”ya Karşı – Ayırt Edici Gücü Zayıf Kelimelerin Tertip Tarzlarının ve Tanınmışlığının Karıştırılma Olasılığına Etkisi (Adalet Divanı Genel Mahkemesi – T-384/13)

cocacola3 “The Coca Cola Company” adına tescilli yukarıdaki logoyu gören herkesin zihninde oluşan çağrışımın aşağı yukarı benzer olduğunu sanıyorum. Tüketiciler üzerinde “Coca Cola” markasının görsel, işitsel, kavramsal olarak yarattığı etki, bu markayı dünyanın en çekici markaları arasına yerleştirmiştir. Bazen kötü niyetle, bazen ise bilmeyerek ticari hayatta bu markanın yüksek cazibesinden yararlanmak isteyenler olmuştur ve büyük ihtimalle gelecekte de olacaktır. Bu gibi durumlarda, ulusal veya uluslararası mahkemelerin her zaman aynı paralelde kararlar verdiğini söylemek zordur. Zira, her ne kadar mahkemelerin uyguladıkları mevzuatlar, markanın korunmasına ilişkin genel çerçeveyi belirlemiş olsa da, hangi durumların bu çerçeve içinde yer alıp almadığı konusuna ilişkin bir matematik formülü belirlenebilmiş değildir. Çünkü benzerlik veya karıştırılma tehlikesi gibi konuların değerlendirilmesinde, her olayda değişen birçok farklı faktörün/etkinin aynı anda göz önüne alınması gerekmektedir. Bu nedenle, her somut olayın kendine has özellikleri dikkate alınarak verilen kararlar farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar nedeniyledir ki Marka Hukuku, kendi içinde dinamizm barındırmakta, sıkı bağlantı içinde olduğu piyasa/rekabet şartları, tüketicinin psikolojik, sosyolojik eğilim ve davranışları ile markayı algılayış tarzları, ticari hayatın gerçekleri vb. gibi ilgili konulardaki değişkenlikler dolayısıyla canlılığını korumaktadır. Bu hareketliliğinin sonucu olarak, her mahkeme kararı ilginç tespitleri de beraberinde getirmektedir.

Bu yazının konusu olan Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın 18 Mart 2015 tarihli ve T‑384/13 sayılı kararının da, “Coca Cola” markası hakkında verilmiş enteresan bir karar olarak düşündüğümüzden sizlerle paylaşmak istedik. Öyle ki; Mahkeme bir yandan “Coca” ve “Cola” ibarelerinin tanımlayıcı olduğunu, ayırt edici gücünün ilgili olduğu mallar için düşük olduğunu, zemindeki kırmızı rengin ayırt edici özeliği olmayan bir renk olduğunu, dava konusu markaların ayırt edici farklı unsurlar içerdiğini tespit ederken, diğer yandan da markanın tanınmışlığının tüketici üzerindeki istisnai etkisine, tüketicilerin markayı bütünsel hatırlama ihtimaline, ayırt edici gücü düşük ibarelerin markanın esas unsuru haline gelebilme olasılığına işaret etmiştir. Bu kapsamlı inceleme neticesinde de bir sonuca varmıştır. Kararı orijinal metninden incelemek isteyen okuyucular, karara http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9ea7d2dc30dd7331f9a667f446248f7ee69d66017278.e34KaxiLc3qMb40Rch0SaxuPc3j0?text=&docid=163002&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=217129 bağlantısından erişebilir.

Davanın geçmişini kısaca özetlemek gerekirse;

  • Romanya menşeli Intermark Srl, 9 Kasım 2010 tarihinde “RIENERGY COLA” kelime ve şekil markasının, Nice Sınıflandırması’nın 32. sınıfında yer alan “biralar, maden suyu, sodalar, alkolsüz içecekler, meyve suyu ve özleri, şurup ve içecek hazırlanmasında kullanılan preparatlar” ile 35. sınıfında yer alan “reklamcılık, iş yönetimi ve idaresi, büro hizmetleri” mal ve hizmetlerinde topluluk markası olarak tescili için İç Pazarda Uyumlaştırma Ofisi (OHIM)’ne başvurmuştur.          rienergy
  • Başvuru 20 Ocak 2011 tarihli Bülten’de yayınlamıştır. 15 Nisan 2011 tarihinde The Coca-Cola Company, adına daha önceden tescilli marka ve logosunu dayanak göstererek 207/2009 sayılı Topluluk Yönetmeliği’nin 41. maddesine göre yayına itiraz etmiş ve başvurunun reddini talep etmiştir.
  • OHIM itiraz birimi, itirazı kabul ederek başvuruyu reddetmiştir. Bunun üzerine başvuru sahibi Intermark Srl, OHIM Temyiz Kurulu’na başvurunun reddi kararının iptali için başvurmuştur.
  • OHIM Temyiz Kurulu, 6 Mayıs 2013 tarihinde Intermark Srl şirketinin itirazını reddetmiştir. Temyiz Kurulu, “Coca Cola” markasının tanınmışlığına ilişkin inceleme yapma gereği dahi duymaksızın markalar arasındaki benzerliğin karıştırılma ihtimaline neden olacağı sonucuna varmıştır.
  • Intermark Srl, Temyiz Kurulu’nun markalar arasında karıştırılma ihtimali olduğuna dair tespitinde hatalı olduğu iddiası ile Adalet Divanı’nda 6 Mayıs 2013 tarihinde dava açmıştır.

Davacı, Intermark Srl, markalar arasındaki benzerliğin, karıştırılma ihtimaline yol açmayacak kadar düşük düzeyde olduğu kanaatindedir. Başvurusunda, “Coca” yerine “RIENERGY” kelimesinin bulunduğunu, grafik olarak farklı yazıldığını, arka plan şeklinin, uyumunun, elyazısının ve çerçevesinin görsel açıdan farklılıklar arzettiğini iddia etmiştir. İşitsel açıdan ise tüketici kitlesinin “RIENERGY’ kelimesini telaffuz etmeye ihtiyaç duymayacaklarından farklılık olduğu görüşündedir. Kavramsal açından da; Davacı “Cola” ibaresinin toplumun çok büyük bir kısmı nazarında 32. sınıfta yer alan mallar için tanımlayıcı, jenerik ad olduğunu, “RIENERGY” kelimesinin ise enerji kelimesinden esinlenilmiş, özgün yapıda olduğunu belirtmiştir.

OHIM ise verdiği ret kararının arkasında durmuş; iki markanın aynı yazı karakteri ile ortak “Cola” kelimesini içermeleri, zeminde aynı rengi kullanmaları nedeniyle görsel açıdan benzer oldukları, marka bütünlüğü içinde “RIENERGY” kelimesinin tali role sahip olduğu şeklinde savunma yapmıştır. İşitsel açıdansa, markalarda ortak olan “Cola” kelimesinin aynı şekilde telaffuz edileceği ve “RIENERGY” kelimesinin markadaki tali konumu ve küçüklüğü dikkate alındığında telaffuz edilme olasılığının bulunmadığını belirtmiştir. Kavramsal açıdan ise “Cola” kelimesinin ilgili tüketici kitlesinin zihninde kahverengi gazlı içecek imajını uyandırdığını, buna karşılık “RIENERGY” kelimesinin ise ani kavramsal bir çağırışım yapmadığını, boyutunun küçüklüğü nedeniyle de rolünün sınırlı olduğunu ifade etmiştir. Ek olarak, “Coca Cola” markasının Avrupa Birliği içinde tanınmışlığı nedeniyle yüksek ayırt edici güce sahip olduğunun ve “Cola” kelimesinin Birlik içindeki zayıf ayırt edici karakterine rağmen bu kelimenin görmezden gelinemeyeceğinin, bu nedenle mevcut olayda karıştırılma ihtimalinin varlığının altı çizilmiştir.

Tarafların iddia ve savunmalarının ardından Mahkeme, karıştırılma ihtimali değerlendirmesine önceki tarihli içtihatlarını dayanak gösterdiği tespitler ile başlamıştır. Yerleşik Mahkeme içtihatlarına göre, malların ve hizmetlerin aynı işletme veya birbiri ile bağlantılı işletmeler tarafından sunulduğuna dair bir izlenim oluştuysa, markalar arasında karıştırılma ihtimali mevcuttur.[1] Yine yerleşik içtihatlara göre, bazı durumlarda mal ve hizmetler arasındaki düşük derecedeki benzerlik, markalar arasındaki yüksek derecedeki benzerliği bertaraf edebildiği gibi tersi durumlar da söz konusu olabilmektedir.[2] Mahkeme yine karıştırılma ihtimali değerlendirmesine ilişkin olarak görsel, işitsel ve kavramsal benzerliklerin markaların bütün olarak bıraktığı izlenimler dikkate alınarak yapılacağı tespitine yer vermiştir. Markaların sadece ayırt edici esas unsurlarının dikkate alınarak yapılacak değerlendirmelerin bazen aldatıcı olabileceğini; zira orta dikkat seviyesindeki ilgili tüketicilerin bu unsurlara dikkat etmek yerine markayı bir bütün olarak algıladıklarını belirtmiştir.[3] Her olayda tüketicinin dikkat seviyesi ilgili mal ve hizmet türüne göre değişiklik arz etse de genel kabule göre, tüketiciler nadir olarak iki farklı ürünü doğrudan karşılaştırma imkânlarına sahip olmakta, ilgili ürünü alırken hatırlayabildikleri güven duygusu rol oynamaktadır.[4]

Mahkeme’ye göre tescilli marka ne derece ayırt edici yüksek karaktere sahipse karıştırılma ihtimali o derece yüksektir. Bu nedenle ister kendiliğinden ister piyasadaki tanınmışlığı nedeniyle yüksek ayırt edici güce sahip markalar, ayırt edici gücü düşük markalara göre daha fazla korumadan yararlanmaktadır. Dolayısıyla karıştırılma ihtimali değerlendirmesi yapılırken bir markanın ayırt edici gücü ve tanınmışlığı mutlaka göz önüne alınmalıdır. [5]

Mahkeme yukarıdaki tespitleri hatırlattıktan sonra somut olayın incelemesine geçmiştir. Somut olayda 32. sınıftaki günlük tüketim malzemeleri için tüketicilerin dikkat seviyesi “ortalama”, 35. sınıf hizmetler ise profesyonellere yönelik olduğundan “yüksek” olarak belirtilmiştir.

Mahkeme başvuru konusu markanın merkezinde ve büyük şekilde yer alan “Cola” kelimesinin esas unsur olduğunu, “RIENERGY” kelimesinin ise hayali ve ayırt edici olmasına rağmen küçük boyutundan dolayı, her ne kadar tamamen yok sayılamasa da, okunmasının zor olduğu için marka bütünlüğü içinde tali rol oynadığını tespit etmiştir. Mahkeme “Cola” kelimesinin 32. sınıf için “tanımlayıcı” olarak algılandığını, ancak aynı şeyin 35. sınıf için söylenemeyeceğini belirtmiştir. Bu noktada Mahkeme önemli bir nüansın altını çizmiştir: Marka bütünlüğü içinde ayırt edici gücü zayıf bir kelimenin, o markanın esas unsuru olmadığı anlamına gelmeyeceği durumlar olabilir, zira ayırt edici gücü zayıf olsa da boyutu ve konumu itibari ile tüketicilerin zihninde esas unsur olarak yer edebilir ve çağrışım yapabilir.[6]

Somut olayda da “Cola” kelimesinin her ne kadar 32. sınıf için “tanımlayıcı” olduğu kabul edilse de, bu kelimenin boyutu ve konumu ile yarattığı etki nedeniyle marka bütünlüğü içinde yok sayılamayacağını ifade edilmiştir. Kaldı ki, başvuruya konu içeceklerin hammaddesini ifade eden “Coca” kelimesinin tıpkı “Cola” gibi dört harften oluşması nedeniyle, iki kelimenin marka bütünlüğü içinde 32. sınıf için aynı rolü oynadığı belirtilmiştir. 35. sınıf için ise “Cola” kelimesinin ayırt edici karaktere sahip olduğu tekrarlanmıştır.

Mahkeme markalar arasındaki “benzerlik” incelemesinde de, Temyiz Kurulu’nun görsel benzerlik tespitlerini yerinde bulmuştur. Tespitlerin odak noktasını, ortak “Cola” ibaresinin iki marka da esas unsur olarak yer alması ve bu nedenle ayırt edici gücü olduğu hususu oluşturmuştur. Markalar içinde birbirinden farklı unsurlar yer alsa da, “Cola” kelimesi için yapılan bu ana tespit, iki marka arasındaki benzerliği belirgin düzeye taşımıştır. Mahkeme işitsel benzerlik konusunda da Temyiz Kurulu’nun benzerlik tespitlerini teyit etmiştir. Mahkeme kavramsal benzerlik tespitler açısından da Temyiz Kurulu’nun tespitlerine katılmış, ek olarak “Cola” kelimesinin tüketicilerin zihninde doğrudan “Coca” hammaddesini çağrıştıracağını, bu çağrışımın markalar arasında bir bağlantı yarattığını, tali nitelikteki “RIENERGY” kelimesinin, özel bir anlamı olmadığından markalardaki ortak esas unsur “Cola” kelimesinin yarattığı kavramsal benzerliği zayıflatmadığını belirtmiştir.

Tüm benzerliklerin ötesinde Mahkeme, ayrıca “Coca Cola” markasının 32. sınıf için kırmızı zemin üzerine beyaz el yazısından oluşan klasik tanınmış markasının karıştırılma ihtimali olgusunun tespitinde göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret etmiştir. Öyle ki, , karıştırılma ihtimali değerlendirmesi açısından zemindeki renk özel bir renk olmasa da, incelenen vakada, itiraz gerekçesi markanın ayırt edici gücünün derecesi, yani tüketicilerin gözündeki yüksek ayırt ediciliği nedeniyle, somut olayda renk unsurunun dahi dikkate alınacağı belirtilmiştir.[7]

Sonuç olarak Mahkeme, itiraz sürecindeki markaların 32. sınıf için karıştırılma ihtimalinin mevcut olduğu tespitlerini doğru bulmuştur. 35. sınıf için ise her ne kadar hitap ettiği tüketici kitlesinin profesyoneller olduğu göz önüne alındığında, görsel benzerliğin daha düşük düzeyde olduğu gerçek olsa da, iki markadaki ortak esas unsurun (“Cola”) aynı olduğu ve ibarenin söz konusu hizmetler için ayırt edici karaktere sahip olduğu tespit edilmiştir. Markalar arasındaki işitsel ve kavramsal düzeydeki benzerlik yönünden de yukarıdaki tespitler dikkate alındığında, 35. sınıf için de markaların karıştırılma ihtimali olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen tüm faktörler ışığında, Mahkeme, OHIM Temyiz Kurulu’nun dava konusu marka tescil başvurusunun reddedilmesi yönündeki kararını yerinde bulmuş ve davayı reddetmiştir.

Ayırt edici gücü zayıf unsurları ortak olarak içeren markalar arasındaki karıştırılma ihtimalinin görece düşük bir olasılık olduğu genel bir kabul olarak ortaya konulabilir. Buna karşılık, ayırt edici gücü zayıf ortak kelime unsurunun yeni başvurudaki konumu veya yazım biçimi veya yeni tarihli başvurunun tertip tarzı itibarıyla eski tarihli markayı oldukça açık biçimde çağrıştırması veya önceki tarihli markanın tanınmışlığından kaynaklanan yüksek ayırt edici gücü nedenleriyle, markalar arasında karıştırılma ihtimalinin var olduğu sonucuna ulaşmak da mümkün olabilir. İncelenen “Rienergy Cola” başvurusu, bu nitelikleri itibarıyla oldukça dikkat çekici bir karara konu olmuştur. Bu bağlamda kararın okuyucuların dikkatini çekeceğini düşünüyoruz.

Son söz olarak, “Cola” kelimesi nasıl olsa “jenerik ad” ve içecekler için “tanımlayıcı” yönü var denilerek yeni başvurunun bir unsuru olarak kullanılacaksa, risksiz bir tescil başvurusu için, başvuruyu en azından tertip tarzı (kırmızı renk – beyaz el yazısı karakterler) itibarıyla “Coca Cola” markasından belirgin ayrıştırmanın gerekli olduğu söylenebilir.

Gülcan Tutkun Berk

Nisan 2015

gulcan@gulcantutkun.av.tr

 

Dipnotlar:

[1] 9 Temmuz 2003 tarihli Laboratorios RTB v OHIM — Giorgio Beverly Hills (GIORGIO BEVERLY HILLS), kararı (T‑162/01)

[2] 13 Eylül 2007 tarihli Il Ponte Finanziaria OHIM, (C‑234/06), 23 Ekim 2002 tarihli Matratzen Concord v OHIM — Hukla Germany (MATRATZEN) (T‑6/01) kararları

[3] 8 Aralık December 2011 tarihli Aktieselskabet af 21. november 2001 v OHIM — Parfums Givenchy (only givenchy) (T‑586/10) kararı

[4] 23 Ekim 2002 tarihli Oberhauser v OHIM — Petit Liberto (Fifties), (T‑104/01), 30 Haziran 2004 tarihli BMI Bertollo v OHIM — Diesel (DIESELIT), (T‑186/02) kararları

[5] 17 Nisan 2008 tarihli Ferrero Deutschland v OHIM, (C‑108/07),   28 Ekim 2010 tarihli Farmeco v OHIM — Allergan (BOTUMAX), (T‑131/09) kararlar

[6] 13 Haziran 2006 tarihli Inex v OHIM — Wiseman (Representation of a cowhide), (T‑153/03), 13 Temmuz 2004 tarihli  AVEX v OHIM — Ahlers (a), (T‑115/02), 14 Eylül 2011 tarihli Olive Line International v OHIM — Knopf (O-live), (T‑485/07) sayılı kararları

[7] 9 Nisan 2014 tarihli Pico Food v OHIM — Sobieraj (MILANÓWEK CREAM FUDGE), (T‑623/11) kararı

 

Adalet Divanı Genel Mahkemesi “FORCE” Kelimesinin Ayırt Edici Gücünü Değerlendiriyor – “FSA K-FORCE” Kararı (T-558/13)

usetheforce 

(IPR Gezgini’nin yeni yazarı Gülcan Tutkun Berk‘e hoş geldin diyor ve oldukça ilgi çekici yazısını okuyucuların bilgisine sunuyoruz. Yazar hakkında detaylı bilginin http://iprgezgini.org/blog-sahibi-hakkinda/ bağlantısından görülmesi mümkündür.)

 

Ayırt edici gücü düşük olan kelimeleri içeren markaların, 556 sayılı KHK’nın 8/1(b) maddesi uyarınca benzerlik ve karıştırılma ihtimali değerlendirmesi, her somut olayda farklılıklar arz etmektedir. Bu kapsamda, bir ibarenin ilgili sektörde ayırt edici gücü düşük bir ibare olup olmadığı ve/veya ayırt edici gücü düşük ibare içeren markaların benzerlik ve karıştırılma ihtimallerinin hangi somut kriterler göz önünde tutularak değerlendirildiği son zamanlarda tartışılan konuların başında gelmektedir. Bu yazıda, ayırt edici gücü zayıf bir kelimeyi ortak olarak içeren iki marka arasındaki karıştırılma ihtimalini değerlendiren bir Adalet Divanı kararı irdelenmiştir. Bu kararın, benzer durumdaki markaların tescil ve itiraz süreçlerinin değerlendirilmesine ışık tutacak unsurlar içerdiğine inanmaktayız.

Yazı konusu olan Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin 4 Mart 2015 tarihli ve T-558/13 sayılı kararı, başvurusu yapılan “FSA K-FORCE” markası ile daha önce tescil edilen topluluk markası “FORCE-X” arasındaki benzerlik ve karıştırılma ihtimali konularını kapsamaktadır. Bu kararda iki markadaki ortak kelime olan “FORCE” ibaresinin ayırt edici gücü hususuna ve sektörel tanımlayıcı niteliğine yoğunlaşılmış, bu hususlar hakkında çeşitli açılardan değerlendirmelerde bulunulmuştur.

Avrupa Adalet Divanı Genel Mahkemesi önüne gelmeden önce, “FSA K-FORCE” markasının Avrupa Birliği İç Pazar Uyumlaştırma Ofisi’ndeki (kısaca “OHIM”) tescil süreci aşağıda özetlenmiştir:

  • Başvurucu, İtalyan şirket FSA Srl, 21 Haziran 2010 tarihinde “FSA K-FORCE” ibaresinin topluluk markası olarak tescili için OHIM’e başvuruda bulunmuştur.

 

FSA K-FORCE

 

  • Başvuru, Nice Sınıflandırmasındaki 9,12,25. sınıflar için yapılmıştır. İncelediğimiz kararda, ihtilafın değerlendirilmesi noktasında başvurunun içerdiği “bisiklet kaskı, bisiklet ve bisiklet parçaları ve aksesuarları” malları için 9. ve 12. sınıflar göz önüne alınmıştır.
  • Söz konusu başvuru, Topluluk Marka Bülteni’nde 6 Ağustos 2010 tarihinde yayınlanmış ve 10 Kasım 2010 tarihinde de tescil edilmiştir.
  • “FSA K-FORCE” markasının tescili üzerine, Portekiz menşeili Motokit Veículos e Acessórios, SA, 7 Şubat 2011 tarihinde tescilin iptali için OHIM’in Marka İptal Bölümü’ne başvurmuştur. Bu itirazda Motokit Veículos e Acessórios, SA, kendi adına 9. ve 12. sınıflar altında yer alan “Koruyucu gözlükler, lensleri, koruyucu yüz maskeleri, kasklar, koruyucu optik malzemeler, şapka ve giysiler; Bisikletler ve bunların gövdeleri, gidonları, çamurlukları, seleler, pedallar, jantlar, lastik pompaları” için 5 Temmuz 2007 tarihinde tescil edilen “FORCE-X” topluluk markasını gerekçe göstererek, “FSA K-FORCE” markasının 207/2009 sayılı Yönetmeliğin 53/1(a) ile 8/1(b) maddelerine göre iptalini talep etmiştir.

 

FORCE-X

 

  • İptal Birimi, iki markada da yer alan “FORCE” kelimesinin, hitap ettiği tüketici kitlesinin zihninde “karıştırma ihtimali” oluşturacağı gerekçesiyle itirazı kabul etmiş ve “FSA K-FORCE” markasının itiraz konusu mallar için tescilini iptal etmiştir.
  • “FSA K-FORCE” markası için başvuran İtalyan FSA Srl şirketi, OHIM İptal Bölümü’nün verdiği iptal kararına karşı itiraz ederek, 7 Mart 2012 tarihinde Temyiz Kurulu’na başvurmuştur.
  • OHIM 2. Temyiz Kurulu, FSA Srl şirketinin yaptığı itirazı 5 Ağustos 2013 tarihinde reddetmiştir. Temyiz Kurulu kısaca, iki marka arasında 207/2009 sayılı Yönetmeliğin 8/1(b) maddesi gereğince tüketiciler nezdinde “karıştırılma ihtimalinin” mevcut olduğu ve markaların görsel, fonetik ve kavramsal olarak benzer olduğu kanaatine varmıştır. Ek olarak Kurul, başvurucunun, “FORCE” ibaresinin tescil konusu malların dayanıklılığına ima amacıyla kullanıldığına ve bu kelimenin Avrupa pazarında ilgili mallar için herkes tarafından kullanılan bir kelime olduğuna yönelik itirazlarının, “FORCE-X” ibaresinin “ayırt edici karakterini” ortadan kaldırmadığını savunmuştur. Ayrıca Kurul’a göre ihtilaf konusu markalar arasındaki ortak kelime olan “FORCE” ibaresinin, başvurucunun unvanı olan “FSA” ile birlikte kullanılması halinde dahi, “FORCE-X” ibaresinin “bağımsız ayırt edici rolünün” devam ettiğini belirtmiştir.

OHIM nezdindeki yolların tüketilmesinin ardından, İtalyan şirket FSA Srl, konuyu Avrupa Adalet Divanı önüne taşımış ve marka iptal kararının reddi ve “FSA K-FORCE” ibareli başvurusunun topluluk markası olarak tescili için dava açmıştır.

Avrupa Adalet Divanı Genel Mahkemesi, önüne gelen olayı öncelikle markaların “benzerliği” açısından incelemiş ve benzerlik değerlendirmesinin ilk ayağı olarak “tüketicilerin dikkat seviyesi” konusunu ele almıştır. Buna göre Mahkeme, OHIM Temyiz Kurulu’nun ihtilaf konusu kararında, markaların hitap ettikleri Avrupa Birliği içindeki tüketici kitlesini, “ortalama dikkat seviyesindeki” tüketiciler olarak belirlenmesini yerinde bulmamıştır. Mahkeme, bisiklet kullanıcılarının güvenlikleri için zorunlu bir ürün olan “kask”ı alırken ortalamadan daha fazla dikkat sarf ettiklerini ve bu seviyenin de ortalamadan daha fazla olduğunu öngörmüştür. [1] Mahkeme yine bu doğrultuda, dava konusu markaların ilgili olduğu 12. sınıftaki malların son kullanıcılarının profesyoneller ve distribütörler olacağından hareketle, bu tür tüketicilerin bisikleti veya yedek parçaları veya aksesuarları alırken teknik ve estetik özelliklerini yakından incelediklerini belirtmiştir. Keza, özellikle bisiklet yedek parça ve aksesuarları alınırken teknik açıdan bisiklete uyumlu ürünler seçilmesi gerektiği hesaba katıldığında, ilgili tüketicinin ortalamadan daha fazla dikkat seviyesinde olacağı sonucuna varılmıştır.

Mahkeme benzerlik değerlendirmesinin ikinci ayağı olarak markalar arasındaki işitsel, görsel ve kavramsal benzerlik konusunu ele almıştır. Bu bağlamda Mahkeme şimdiye kadar oluşan içtihatlar ışığında, markalar arasındaki benzerlik olgusunun orta düzeydeki tüketiciler için bütünsel olarak ele alındığını; bu grup tüketiciler için görsel, işitsel ve kavramsal noktalardan bir veya birkaçı ortak olan markaların benzer olduğunun kabul edildiğine kararında değinmiştir. Bununla birlikte bütünsel değerlendirmenin de her somut olayda farklılık gösterebileceği, bazı durumlarda marka bütünü içinde yer alan esas unsurun daha baskın şekilde tüketici zihninde kaldığına ve diğer unsurların ise fark edilmediğine dikkat çekilmiştir. [2]

Somut olayımıza gelirsek; OHIM Temyiz Kurulu, dava konusu kararında, başvurucunun “FORCE” kelimesinin Avrupa piyasasında ilgili ürünlerin güç ve dayanıklılığına atıfta bulunmak için yaygın olarak kullanılan sıradan bir ibare olduğundan ayırt edici gücünün zayıf olduğu yönündeki itirazlarını dikkate almamıştır. Mahkeme ise, iki marka açısından da ortak kelime olan “FORCE” kelimesinin, içerdikleri ürünler için piyasada güç ve dayanıklılık hatta özellikle bazı ürünler için amaç belirten ve herkes tarafından kullanılan tanımlayıcı yönü olduğunu ifade etmiş ve Temyiz Kurulu’nun “FORCE” kelimesinin Avrupa piyasasında ilgili sektörde herkes tarafından kullanılan bir ibare olmadığına yönelik tespitlerini doğru bulmamıştır.

Diğer yandan Mahkeme, Temyiz Kurulu’nun tespitlerine paralel olarak, başvurucunun markada esas unsur olarak yer alan “FSA” ibaresinin, ilgili sektörde tanınmış olduğuna dair yeterli delil sunulamadığına yönelik tespitlerini haklı bulmuştur.

Mahkeme yukarıdaki tespitlerin ardından kararında, dava konusu iki markanın görsel, işitsel ve kavramsal karşılaştırmasına yer vermiştir.

 

FSA K-FORCE                              FORCE-X

 

  • Mahkeme, Temyiz Kurulu’nun iki marka arasında düşük düzeyde görsel benzerlik olduğu tespitine karşılık, iki markanın ortak kelimesi olan “FORCE” ibaresinin marka bütünlükleri içinde farklı yerlerde bulunmasından, başka ibarelerle birlikte kullanılmasından ve “FORCE” ibaresinin zayıf ayırt edici gücü nedeniyle görsel açıdan bütün olarak farklı izlenim bıraktığına hükmetmiştir.
  • Temyiz Kurulu, iki markanın farklı unsurlar da ihtiva etmesine rağmen, “FORCE” kelimesinin ortak olmasından dolayı işitsel olarak belirgin benzerlik olduğu şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Ancak Mahkeme, “FORCE” ibaresinin zayıf ayırt edici gücü olduğundan hareketle, markaların telaffuz uzunluklarının birbirinden farklı olduğuna ve bu nedenle de işitsel benzerlik düzeylerinin düşük olduğuna hükmetmiştir.
  • Kavramsal benzerlik değerlendirmesinde ise Mahkeme, İngilizce “FORCE” kelimesinin anlamının, farklı ana dilleri olsa bile azımsanmayacak ölçüde Avrupa tüketicisi tarafından aynı şekilde algılanacağını; Birlik içinde ana dilleri İngilizce olmayan ülkelerde bile temel İngilizce seviyesindeki tüketiciler tarafından da bilinebileceğini[3]; zaten markalar arasındaki ortak “FORCE” kelimesinin zayıf ayırt edici gücü nedeniyle kavramsal benzerliğin düşük düzeyde olduğuna hükmetmiştir.

Mahkeme en son aşamada ise markalar arasındaki “karıştırılma ihtimali” konusunu ele almıştır. Temyiz Kurulu’nun markaların benzerliğinden ve içerdikleri ürün gruplarının aynılığından dolayı, markalar arasında ilgili tüketiciler nezdinde karıştırılma ihtimalinin mevcut olduğu yönündeki tespitine karşılık Mahkeme, Temyiz Kurulu’nun 12 ve 9. sınıftaki ürünlerin özel teknik karakterlerini göz önüne almadığını, oysa bu ürün grupları için tüketicilerin orta seviyeden daha fazla dikkat göstereceklerinden ve “FORCE” kelimesinin Avrupa pazarında ilgili sektörde herkes tarafından kullanılan tanımlayıcı bir ibare olmasından dolayı, söz konusu ürün grubu için zayıf ayırt edici gücü olduğunu belirtmiş ve iki marka arasında karıştırılma ihtimalinin mevcut olmadığı sonucuna varmıştır.

Mahkeme OHIM’in, ayırt edici gücü zayıf olsa dahi, bağımsız ayırt edici rolün ortadan kalkmayabileceğine yönelik önceki tarihli içtihatları[4] dayanak göstererek, somut olayda da “FORCE” kelimesinin zayıf ayırt edici gücüne rağmen “FORCE-X” markasının ilgili sektörde bağımsız ayırt edici rolünün devam ettiğine, bu nedenle dava konusu markanın “K-FORCE’ şeklinde kullanılması halinde, sektörde sanki markalar arasında ekonomik bir bağlantı olduğu izlenimi uyandırarak karıştırılma ihtimali yaratacağına[5] yönelik iddialarını kabul etmemiştir. Zira Mahkeme, markalar arasındaki ortak ibarenin “FORCE” olduğunu; sektörde bağımsız ayırt edici rolü olduğu iddia edilen önceki tescilin “FORCE-X” olduğunu, oysa dava konusu markanın “FORCE-X” ibaresini içermediğini ve bu nedenlerle dayanak gösterilen içtihatlardaki durumun somut olayda mevcut olmadığına karar vermiştir.

Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında sonuç olarak Mahkeme, başvurucunun davasını kabul etmiş ve OHIM Temyiz Kurulunun dava konusu marka iptal kararını yerinde bulmamıştır.

Görüldüğü üzere Mahkeme somut olayda, ayırt edici gücü düşük bir kelime olarak kabul ettiği “FORCE” ibaresini ortak kullanan iki marka arasında, benzerlik ve karıştırılma ihtimali konularında kapsamlı bir değerlendirme yapmıştır. Mahkeme’nin kararında; kelimenin sektörel anlamda tanımlayıcı ve herkes tarafından kullanılan bir kelime olup olmadığının değerlendirilmesinin ve markanın hitap ettiği tüketici kitlesinin dikkat seviyesinin belirlenmesinin önemli kilit noktalar olduğu görülmüştür.

İnceleme konusu mallar veya hizmetler bakımından ayırt edici gücü zayıf olan terimleri ortak olarak içeren markalar arasındaki karıştırılma ihtimali meselesi, birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de yoğun tartışma konusudur. Ayırt edici gücü zayıf terimlerin sağlayacağı koruma kapsamının zayıf olacağı yönünde literatürde genel bir kabul bulunmakla birlikte, bunun tam aksi yönünde idare ve yargı kararlarına sıklıkla rastlanmaktadır. Yazı kapsamında yer verilen Adalet Divanı kararından anlaşılacağı üzere konu Avrupa Birliği’nde de halen net standartlara göre değerlendirilmemektedir. Bu çerçevede, yazı kapsamında açıklanan T-558-13 sayılı karar ayırt edici gücü zayıf olan terimleri ortak olarak içeren markaların karıştırılması ihtimali sorununu çözecek sihirli bir formül sunmasa da, Avrupa Birliği yargısının güncel yaklaşımını ortaya koymaktadır. Dikkat çekici değerlendirmeler içeren kararın okuyuculara konu hakkında yeni bir perspektif sunacağını düşünüyoruz.

 

Gülcan TUTKUN BERK

Nisan 2015

gulcan@gulcantutkun.av.tr

 

Dipnotlar:

[1] Mahkeme, dava konusu ürünler için ortalamadan daha fazla dikkat seviyesi gerektiğine ilişkin olarak 22 Mart tarihli T‑486/07 sayılı Ford Motor v OHIM — Alkar Automotive (CA) kararın atıfta bulunmuştur.

[2] Mahkeme bütünsel değerlendirme konusunda 12 Haziran 2007 tarihli C‑334/05 sayılı OHIM v Shaker, 23 Ekim 2002 tarihli T‑6/0120 sayılı Matratzen Concord v OHIM — Hukla Germany (MATRATZEN) ve 20 Eylül 2007 tarihli C‑193/06 sayılı Nestlé v OHIM kararlarına atıfta bulunmuştur.

[3] Mahkeme bu değerlendirmesinde 9 Aralık 2010 tarihli T‑307/09i sayılı Earle Beauty v OHIM (NATURALLY ACTIVE) kararına atıfta bulunmuştur.

[4] OHIM bu iddiasına dayanak olarak 27 Haziran 2013 tarihli T‑367/128 sayılı MOL v OHIM — Banco Bilbao Vizcaya Argentaria (MOL Blue Card) ve 8 Mayıs 2014 tarihli C‑591/12 sayılı Bimbo v OHIM kararlarını göstermiştir.

[5] OHIM bu iddiaya dayanak olarak 6 Ekim 2005 tarihli C‑120/04 Medion kararını göstermiştir.