Etiket: karıştırılma olasılığı

Stilize Tek Harflerden Oluşan Markaların Benzerliği – EUIPO Temyiz Kurulu Büyük Kurulu “A” Harfi Kararı


Bu yazı ilk olarak Fikri Mülkiyet Hakları Koruma Derneği (AIPPI Türkiye)’nin Fikri Gündem dergisinin Kasım 2021 tarihli 21. sayısında yayımlanmıştır. (Bkz.: https://www.aippiturkey.org/fikri-gundem/)


Ulusal uygulamamızda; standart karakterlerle ifade edilen tek harften oluşan markalar ayırt edici kabul edilmemekle birlikte, özgün bir tasarıma sahip ve/veya stilize biçimde yazılmış tek harf markaları ayırt edici bulunarak tescile konu edilebilmektedir.

Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından yayımlanan Marka İnceleme Kılavuzu’nun “Tek Harf ve Rakamdan Oluşan Başvuruların Benzerlik Değerlendirmesi” başlığı altında (5/1-(ç) bendi anlamında aynılık ve ayırt edilemeyecek kapsamında) yapılan değerlendirme  şu şekildedir [1]:

“Marka örneğinin tek harf veya tek basamaklı sayıların özgün tasarımından oluştuğu durumlarda, benzerlik değerlendirmesi aynılık derecesinde bir benzerlik eşiği aramak suretiyle yapılacaktır. Bu tarz başvurulara getirilen ufak eklemelerin işaretleri 5/1(ç) anlamında birbirinden farklılaştırmaya yeterli olduğu kabul edilecektir.”

Yine, aynı kılavuzun “Tek Harften veya Rakamdan Oluşan Markaların Karşılaştırılması” başlığı altında yapılan değerlendirmede konu 6. madde (karıştırılma olasılığı) bakımından ele alınmıştır [2]. Bu kısımdaysa; stilize edilmiş tek harften oluşan bir işaretin günlük hayatta yaygın bir şekilde kullanılan standart harfe yakınlığının ayırt edici gücünü belirlemede etkili olacağı belirtilmiştir. Yani, tek harften oluşan markaların stilize ediliş biçimi ve tasarımlarının özgünlüğü ayırt edici gücünü belirlemede başlıca etken olarak kabul edilmektedir.

Kılavuza göre; genel kabul olarak tek harften oluşan işaretler kısa işaretler olmaları nedeniyle tüketiciler tarafından bütünsel olarak algılanacağından işaretlerin görsel benzerliği ancak markaların genel izlenimleri itibarıyla benzer olmaları durumunda ortaya çıkacaktır. Öte yandan, aynı harften oluşan markaların tertip tarzı itibariyle görsel olarak farklılaşmaları durumunda, işaretlerin benzer olmadıkları kabul edilmektedir.

Bu kapsamda; stilize tek harflerin benzerliğine ilişkin Avrupa Birliği uygulamasına baktığımızda da EUIPO Temyiz Kurulu Büyük Kurulu (Grand Board) tarafından verilen, 26 Mart 2021 tarihli R 551/2018-G sayılı kararda [3] yer alan değerlendirmeler ulusal uygulamamıza benzer bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bu noktada belirtmek gerekir ki Büyük Kurul; EUIPO Temyiz Kurullarının çözümlemekte güçlük çektiği, önemli bulduğu veya farklı zamanlarda farklı kararlar verdiği meseleleri taşıdığı bir nevi üst kuruldur ve bu nedenle Büyük Kuruldan çıkan kararların benzer meselelerin çözümlenmesindeki bakış açısını ortaya koyan bir yönü bulunmaktadır.

Söz konusu kararda karşılaştırılan markalar aşağıda yer almaktadır:

İtiraz edilen marka 36. sınıfta: “Hayat sigortası ile ilgili mali danışmanlık hizmetleri; sigorta ile ilgili finansal hizmetler” için tescil ettirilmek istenmektedir.

İtiraza mesnet markaların kapsamı ise yine 36. sınıfta yer alan: “Sigorta, risk analizi de dahil olmak üzere sigorta ile ilgili danışmanlık ve bilgilendirme; finansal ilişkiler, bankacılık, parasal işler, emlak işleri” hizmetleri yer almaktadır.

Bir diğer deyişle, başvuru ile itiraz gerekçesi markaların aynı veya benzer hizmetleri kapsadığı açıktır.

EUIPO İtiraz Birimi, itiraza ilişkin verdiği kararda markaların görsel olarak ortalama bir benzerliğe sahip olduğu ve somut olayda işitsel ve kavramsal karşılaştırma yapılamadığı gerekçesiyle markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunduğuna ve itirazın kabulü ile sonraki markanın reddedilmesine karar vermiştir.

Başvuru sahibi, söz konusu karara karşı bir üst kurula başvurarak, ret kararının iptalini  talep etmiştir. İtirazın havale edildiği EUIPO Temyiz Kurulu, stilize tek harflerin benzerliği hakkında önceden verilmiş birbirleriyle çelişen kararların varlığını ve bu konuda bir uygulama birliğinin bulunmadığını tespit ettiğinden, itiraz hakkında bir karar vermeden itilafı EUIPO Temyiz Kurulu Büyük Kurulu’na iletmiştir.

Bunun üzerine dosya Büyük Kurul önüne gelmiş ve konu detaylı olarak incelenmiştir. Bu yazıda, kararın tamamına yer verilmeyecek, yalnızca stilize tek harf benzerliğinde Büyük Kurul’un dikkate aldığı bir kısım önemli noktalara değinilecektir. Dolayısıyla, aşağıda Büyük Kurul tarafından yapılan incelemede öne çıkan değerlendirmeler maddeler halinde sıralanmaktadır:

  • Tek harflerden oluşan işaretler genellikle stilize biçimlerde ifade edilir. Ancak, işaretleri karşılaştırmadan önce, ilgili tüketicinin karşılaştırılan işaretleri tek bir harften ibaret olarak algılayıp algılamadığı son derece önemlidir.
  • Karşılaştırılan her iki işarette de ‘A’ harfinin normal grafik temsilinin temel bir bileşeni olan yatay çizgi eksiktir. Dolayısıyla, işaretlerin her ikisi de hemen ve herhangi bir zihinsel çaba olmadan bir harf olarak kabul edilmeyecektir. İşaretlerin tüketici tarafından yalnızca bazı temel figüratif unsurların birleşimi olarak algılanması daha olasıdır. Yani, karşılaştırılan markalarda; tüketici ancak derinlemesine bir analizden sonra, işaretleri büyük ‘A’ harfinin stilize temsili olarak algılayabilir.
  • Markaların görsel olarak karşılaştırılması: İşaretlerin bazı ortak özellikleri bulunmasına rağmen marka görselleri arasında farklılıklar hakimdir. İşaretler farklı renklere sahip olmasının yanı sıra, soldaki çubuklar farklı boyutlardadır ve farklı bitiş noktalarına sahiptir. Başvuru konusu işaret, önceki markada bulunmayan ve sağda yer alan çubukla örtüşen bir üçgen içermektedir. Bu nedenle işaretler görsel olarak farklı kabul edilmelidir.
  • Markaların işitsel olarak karşılaştırılması: Somut olayda olduğu gibi, yalnızca stilize öğelerden oluşan işaretler telaffuz edilemeyeceğinden ve tüketicinin işaretleri telaffuz etmeye çalışması olası olmadığından işitsel karşılaştırma yapılması mümkün değildir.
  • Markaların kavramsal olarak karşılaştırılması: Somut olayda, işaretler açık ve hemen algılanabilir bir kavramı çağrıştırmamaktadır ve bu nedenle basit figüratif araçlar olarak algılanmalıdır. Bu nedenle kavramsal karşılaştırma yapılması da mümkün gözükmemektedir. Ancak, her iki taraf da tüketicinin hatırı sayılır bir kesiminin söz konusu işaretleri “A” harfi olarak algılayacağını belirttiğinden Büyük Kurul bu çerçevede karşılaştırma yapmıştır. Şöyle ki: Genel Mahkeme kararlarına bakıldığında üç farklı yaklaşımın benimsendiği görülmektedir: İlki, tek harf olarak stilize edilen işaretlerin, harfin kendisini ifade etme kabiliyetine sahip olduğu; ikincisi, tek harften oluşan işaretlerin söz konusu mal ve hizmetlerle ilgili bir anlamı varsa bir kavramı çağrıştırabileceği; üçüncüsü ise tek harflerin herhangi bir kavram ifade etmeyeceği yönündedir. Tek harflerle ilgili belirsizlikler ve çelişkili kararlar nedeniyle Büyük Kurul, kavramsal karşılaştırmaya ilişkin içtihatlarda verilen gerekçeleri incelemiş ve karşılaştırılan işaretlerde her iki işaretin de alfabenin aynı harfine gönderme yaptığı kabul edildiği taktirde kavramsal olarak özdeş olabileceği belirtilmiştir. Huzurdaki dosyada, büyük A harfinin matematikte bir değişken, elektrik temel birimi olan Amper, otoyol belirteci, Avusturya’nın uluslararası plaka kodu gibi pek çok farklı kavramı ifade edebileceği belirtilmiştir. Ancak, tüketicilerin huzurdaki dosyaya konu olan hizmetleri satın alırken bu çağrışımları yapmaları muhtemel olmadığından söz konusu kavramlara ilişkin bir karşılaştırma yapılamayacağı ortaya konulmuştur. Stilize işaretler söz konusu olduğunda bunların grafik unsurlarının çağrıştırdığı kavramlar da dikkate alınması gereken bir diğer husustur. Bu nedenle, somut olayda önceki işaret çadır şeklinde bir büyük A harfi olarak algılanabilecekken, başvurusu konusu işaret; iskambil kartlarından bir ev şeklinde büyük A harfi olarak tanımlanabilecektir. Dolayısıyla işaretler aynı harfe atıfta bulunsa bile kavramsal olarak benzer kabul edilemeyecektir. Yani, iki işaretin alfabenin aynı harfine atıfta bulunması, işaretler arasındaki kavramsal karşılaştırmada sınırlı bir öneme sahiptir. Zira aksi durumda hiçbir anlamı olmayan fantezi ibarelerin bile kavramsal olarak özdeş kabul edilmesi mümkündür ki, bu durum karşılaştırmada işaretlerin bir bütün olarak dikkate alınması prensibine aykırı olacaktır. Özetle; tarafların iddia ettiği gibi tüketicinin büyük bir kesimi tarafından işaretler “A” harfi olarak algılansa dahi, bu durum her iki işaret arasında kavramsal benzerlik kurmak için yeterli olmayacaktır.

Büyük Kurul tarafından tüm bu değerlendirmeler ortaya konulduktan sonra, karşılaştırılan işaretlerin benzer olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Belirtilen nedenle, başvuru sahibinin itirazı kabul edilmiş ve başvuru hakkında aksi yöndeki tespit çerçevesinde İtiraz Birimince verilen ret kararı iptal edilmiştir.

Yukarıda yer verilen Büyük Kurul kararından da açıkça görülmektedir ki, EUIPO uygulamasında, ulusal uygulamamızla benzer olarak stilize tek harflerin karşılaştırılmasında markaların genel izlenimleri dikkate alınmalıdır. Tek harf markalarının ayırt edici niteliğinin görece zayıf olması nedeniyle farklı stilize biçimlerde ifade edilen markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunması için; markaların alfabenin aynı harfini içeriyor olmasının yeterli görülmediği, aynı zamanda karşılaştırılan markaların grafik unsurlarının da ciddi benzerlikler içeriyor olması gerektiği sonucu da inceleme konusu Büyük Kurul kararından çıkartılabilecektir.

Gülçen ATASEVER BAŞCI

Kasım 2021

gulcenatasever@gmail.com


[1] Türk Patent ve Marka Kurumu, Marka İnceleme Kılavuzu (2021), s. 287. https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/resources/temp/CFF1AE84-9563-42D6-BC18-1EF3597D01CC.pdf

[2] Türk Patent ve Marka Kurumu, Marka İnceleme Kılavuzu (2021), s. 662. https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/resources/temp/CFF1AE84-9563-42D6-BC18-1EF3597D01CC.pdf

[3] Karar metni için bkz. https://euipo.europa.eu/eSearchCLW/#basic/*///number/0551%2F2018

ORTALAMA TÜKETİCİ BİR ŞEKLİN İÇİNDE GİZLİ HARFLERİ OKUYABİLEN KESİM MİDİR? ABAD GENEL MAHKEMESİ BALIK ŞEKLİ KARARI (T-354/20)

The Blink Fish | Have you ever seen a Fish blinking?


The Blink Fish isimli yapım şirketi, 9 Ekim 2017 tarihinde aşağıdaki şekil markasını tescil ettirmek için Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) başvuruda bulunmuş ve marka 2018 yılının başında tescil edilmiştir.

Image not found

Marka;

  • 35. sınıfta bulunan “Reklamcılık; İş yönetimi, idaresi ve bu konular ile ilgili danışmanlık; sekreterlik hizmeti”,
  • 38. sınıfta bulunan “Haberleşme hizmetleri”,
  • 41. sınıfta bulunan “Spor, kültür ve eğlence hizmetleri; Eğitim ve öğretim hizmetleri”

için tescil edilmiştir.

8 Mayıs 2018 tarihinde Wirtschaftsgesellschaft des Kfz-Gewerbes mbH isimli Alman şirketi (bundan sonra “hükümsüzlük talebi sahibi” olarak anılacaktır), Almanya’da tescil edilmiş “BLINKA” kelime markasıyla karıştırılma ihtimali gerekçesine dayanarak, The Blink Fish (bundan sonra “marka sahibi” olarak anılacaktır) adına tescil edilmiş markanın bütün hizmetler bakımından hükümsüz kılınmasını talep etmiştir.

Her iki markanın aynı hizmetleri kapsadığı ilk olarak belirtilmelidir.

Hükümsüzlük talebi, EUIPO İptal Birimi tarafından 22 Ağustos 2019 tarihinde markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunmaması gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karara karşı EUIPO Temyiz Kurulu’na başvuran hükümsüzlük talebi sahibinin iddiaları Temyiz Kurulu tarafından da reddedilmiştir.

Hükümsüzlük talebi sahibinin Temyiz Kurulu’na sunduğu ana argümanlar aşağıdadır:

  • Her iki markanın etki yaratacağı yer benzer şekilde Almanya’dır ve markaların tescilli bulundukları hizmetler aynıdır.
  • Karşılaştırılan markaların hedef kitleleri aynı olmakla beraber bu kitle hem ortalama tüketici hem de işin profesyonellerinden oluşmaktadır.
  • Dava konusu marka yalnızca stilize edilmiş olan bir balık figürünü değil bunun yanı sıra “B”, “L”, “I”, “N” ve “K” harflerinden oluşan “blink” kelimesini de içermektedir ve kelime unsurları arasında benzerlik bulunmaktadır.
  • Önceki tarihli “blinka” markasının Almanca ve İngilizce ’de herhangi bilinen bir anlamı bulunmamasından dolayı benzerlik bir kat daha artacaktır.
  • Bütün bu iddialar sonucunda dava konusu marka ile eski tarihli “blinka” markası ile aralarında karıştırılma olasılığı ortaya çıkacaktır.

EUIPO Temyiz Kurulu’nun itirazın reddi yönündeki kararının gerekçelerine aşağıda yer verilmiştir:

  1. Markaların aynılık veya benzerlik incelemesinde, hükümsüzlük talebine gerekçe olarak gösterilen “blinka” markasının Almanya’da tescilli bulunmasından dolayı, dava konusu markanın tescilinin etkili olacağı coğrafi alanın Almanya ile sınırlı bulunması gerekmektedir.
  2. Tescil edilen markanın yöneltildiği hedef kitle hem bilinçli ve profesyonel kişilerden hem de ortalama tüketiciden oluşmaktadır ve bu kitle dava konusu markayı yalnızca stilize edilmiş bir balık şekli olarak algılayacaktır.
  3. Markalar arasında görsel benzerlik bulunmamaktadır ve hükümsüzlük talebinin konusu marka yalnızca stilize edilmiş bir balık şekli olarak algılanacağından, markaların işitsel ve kavramsal olarak karşılaştırılması mümkün değildir. Dolayısıyla, markalar aynı veya benzer değildir.

Bu kararı da yerinde bulmayan hükümsüzlük talebi sahibi, Temyiz Kurulu kararının iptali talebiyle uyuşmazlığı Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) Genel Mahkemesi’ne taşımaya karar vererek dava açmıştır. ABAD Genel Mahkemesi tarafından 24 Mart 2021 tarihinde T‑354/20 sayılı kararla sonuçlandırılan davada, hükümsüzlük talebi sahibi iddialarını iki temel üstüne kurmuştur.

İlk olarak, markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunmasından dolayı EUIPO Temyiz Kurulu kararının haksız olduğu iddia edilmiştir. İkinci olarak, EUIPO Temyiz Kurulu tarafından verilen kararın 2017/1001 sayılı Direktif’in 94. maddesi uyarınca yeterli gerekçe ve sebeplere dayandırılması gerekirken, işbu kararın bir sebep sonuç ilişkisi kurmaktan uzak olduğu ve Temyiz Kurulu tarafından yapılan değerlendirmenin bu maddenin gerekliliklerini sağlamadığı iddia edilmiştir.

Mahkeme değerlendirmeye ikinci iddiayı ele alarak başlamıştır. Bahsi geçen maddenin ruhunu sorgulayan Mahkeme, 94. maddenin iki unsuru sağlama amacı olduğundan bahsetmiştir. Buna göre, kararların gerekçeli olması yoluyla, bir taraftan taraflar kararların dayandığı temelleri anlayabilecek, diğer yandan mahkemeler kararların hukuka uygunluğunu denetleyebilecektir.

Maddenin ruhunun ve amacının incelenmesinden sonra, iptali talep edilen karar bu madde kapsamında değerlendirilmiştir. Mahkeme, Temyiz Kurulu kararının çok ayrıntılı olmasa da gerekçe bakımından yeterli ve 94. maddenin gereklilik ve amaçlarına uygun olduğu görüşüne varmış ve iddiayı reddetmiştir.

İkinci iddianın bu şekilde değerlendirmesinden sonra Mahkeme, hükümsüzlük talebi sahibinin ilk iddiasını incelemeye geçmiştir.

İlk olarak, tescil edilen markanın coğrafi etki alanının Almanya olduğu konusunda fikir birliğine sahip olan tarafların görüşleri teyit edilmiştir.

İkinci olarak, ilgili tüketici kesiminin dikkat seviyesinin ölçülmesi konusunda değerleme yapan Mahkeme, dava konusu markanın hedef aldığı kitlenin özel veya profesyonel kişilerle birlikte genel tüketici kesimi de olduğunu belirtmiştir.

İlgili kitlenin dikkat seviyesinin her olay için farklılık göstermesi sebebiyle belirli bir hukuki kural olarak somutlaştırılması adaletli olmayacağı için bu değerlendirmenin, ancak markaların kapsadığı mal ve hizmetler dikkate alınarak yapılmasının daha doğru olacağının altı çizilmiştir.

Mahkeme, bu doğrultuda dava konusu markanın tescil edildiği hizmet sınıflarını iki ayrı kategoriye bölmüştür. Buna göre;

  1. 35. sınıfta bulunan reklamcılık ve iş yönetimi hizmetlerinin ortalama tüketiciden ziyade dikkat seviyesi yüksek olan özel ve profesyonel kişileri hedef aldığını,
  2. 41. sınıfta bulunan haberleşme hizmetleri, spor, kültür ve eğlence hizmetleri, eğitim ve öğretim hizmetlerinin ise hem ortalama tüketici hem de işin profesyonellerine hitap ettiğini ve söz konusu bu kesimin her ne kadar dikkatli kişilerden oluştuğu kabul edilse dahi özellikle spor, kültür ve eğlence hizmetlerine bütün tüketici kitlesi tarafından çok fazla dikkat edilmediği ifade edilmiştir.

Bu noktada Mahkeme, markaların karıştırılması olasılığı incelenirken ortalama tüketicilerden dikkat düzeyi en düşük grubun göz önünde tutulması gerektiğini belirtmiştir. (20 Mayıs 2014, Argo Group International Holdings v OHIM – Arisa Assurances)

Sonrasında markaları karşılaştıran Mahkeme, Temyiz Kurulu’nun dava konusu markanın yalnızca stilize edilmiş olan balık şeklinden meydana geldiğini, davacı Alman şirketinin “blinka” ibareli kelime markasıyla hem görsel hem de işitsel olarak benzer olmadığı görüşünü destekler bir kararı emsal göstermiştir. Bu kararda; ortalama tüketicinin bir mal veya hizmeti satın alırken dikkatli bir şekilde analiz yapmaya vakit ayırmayacağı, herhangi bir markanın görseli okunması zor ya da uğraştıracak şekilde ise tüketicinin markaya yaklaşımının ortalama dikkat seviyesinden farklı olmayacağı ve marka içerisinde okunması zor biçimde yer alan kelime unsurlarını ayrıntılı şekilde incelemesinin beklenmesinin doğru olmayacağı ifade edilmiştir. (2 Temmuz 2008, Stradivarius España v OHIM–Ricci)

İkinci iddianın değerlendirilmesi sonucunda; dava konusu markanın yalnızca bir balık şekli tasarımı olmadığı düşünülse ve balık şeklinin içine yerleştirilmiş olan “B” “L” “I” “N” “K” harflerinin tüketici kesimi tarafından dikkatli bir şekilde incelendikten sonra anlaşılması imkânsız olmasa da, bu dikkat seviyesinin ilgili tüketiciden beklenmesinin doğru olmayacağı ifade edilmiştir. Genel Mahkeme tıpkı Temyiz Kurulu gibi, inceleme konusu markaların görsel açıdan hiçbir ortak unsur içermedikleri, birisi “blinka” kelime markası iken, diğerinin stilize bir balık şekli olduğu görüşündedir. Bu nedenle markalar görsel açıdan benzer bulunmamıştır. Hükümsüzlük talebine dayanak gösterilen “blinka” kelime markasının bir anlamının bulunmaması nedeniyle markaların kavramsal olarak karşılaştırılmasının yapılamayacağı, hükümsüzlüğü talep edilen markanın telaffuz edilmesinin mümkün olmaması nedeniyle de işitsel karşılaştırmanın yapılamayacağı belirtilerek, markalar işitsel ve kavramsal açılardan da benzer bulunmamıştır.  Sonuç itibarıyla, markaların görsel, işitsel ve kavramsal açılardan aynı veya benzer olmadığı yönündeki Temyiz Kurulu tespitleri Genel Mahkeme tarafından yerinde görülmüştür.

Tüm bunlara ek olarak, davacıyı temsil eden hukuk firmasının kendi çalışanları arasında yaptığını belirttiği piyasa araştırması, güvenilir ve objektif bulunmadığından dikkate alınmamıştır. Ayrıca, dava konusu markanın tasarımcısının markayı hem balık şekli hem de kelime markası olarak tasarladığı yönündeki beyanı da karara esas teşkil etmemiştir, çünkü karıştırılma olasılığı incelemesinde algısı dikkate alınması gereken kesim ilgili mal ve hizmetlerin ortalama tüketicisidir, bu anlamda markanın tasarımcısının niyetinin bir önemi bulunmamaktadır.

ABAD Genel Mahkemesi, belirtilen nedenlerle markalar arasında karıştırılma olasılığının bulunmadığı sonucuna ulaşmış, aynı yöndeki Temyiz Kurulu kararını onamış ve davayı reddetmiştir.

Onurcan TUTAR

Haziran 2021

tutaronurcan@gmail.com

İLTİBAS DEĞERLENDİRMESİNDE BÖLGEDE KONUŞULAN DİLİN ETKİSİ VE TÜKETİCİ ALGISININ ÖNEMİ

EUIPO Temyiz Kurulu “Pınar Süzme Peynir” Kararı Kapsamında İnceleme

“SÜZME” kelimesinin peynirler başta olmak üzere, süt ürünleri için ayırt ediciliği, ülkemizde farklı firmalara ait pek çok markaya karşı açılan seri davalarda tartışılmış ve kararlar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Benzer hususlar, bu kez EUIPO Temyiz Kurulu tarafından verilen bir kararda ele alınmıştır. Temyiz Kurulu tarafından verilen R2126/2019-1 sayılı karar, ülkemizde verilen kararlarla karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde ihtilaf konusu bölgede yaşayan ortalama tüketicinin konuştuğu dilin ve tüketici algısının iltibas tehlikesi üzerinde oynadığı rolün önemi net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

İnceleme konusu karar metnini okuyucularımız https://euipo.europa.eu/eSearchCLW/#basic/*///number/2126%2F2019-1 bağlantısından görebilirler


Sütaş Süt Ürünleri A.Ş. (SÜTAŞ) adına ülkemizde de EUIPO nezdinde de tescilli olan “SÜZME” markasına dayalı olarak, içinde “SÜZME” yahut “SÜZME PEYNİR” ibaresi geçen pek çok markaya SÜTAŞ tarafından Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde itiraz edilmiş, söz konusu itirazların reddi üzerine SÜTAŞ tarafından konu Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemelerine taşınmıştır. Söz konusu davaların çoğunda “SÜZME” ibaresinin özellikle “süt ve süt ürünleri” emtiası bakımından ayırt edici niteliği tartışılmış, sonuç itibariyle ilk derece mahkemesinden çıkan ve Yargıtay tarafından da onanarak kesinleşen kararda “süt ve süt ürünleri” emtiası bakımından SÜZME ibaresinin tescilli olsa dahi “ayırt edici” olmadığı ve tekel altına alınamayacağı belirtilmiş ve SÜZME ibaresini içeren markaların “süt ve süt ürünleri” haricindeki emtia bakımından hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.

Ancak, az sonra ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz EUIPO Temyiz Kurulu kararında yapılan değerlendirmede birlik ülkelerinde konuşulan dilin Türkçe olmadığı ve bölgede yaşayan ortalama tüketici tarafından SÜZME ibaresinin herhangi bir anlam ifade etmediği gerekçesiyle, PINAR SÜZME PEYNİR marka başvurusuna karşı SÜTAŞ tarafından yapılan itiraz haklı bulunmuş ve marka başvurusu reddedilmiştir.

EUIPO nezdinde itiraz ve Temyiz Kurulu karar süreci:

09.11.2017 tarihinde Yadex International GmbH , aşağıdaki markanın 29. sınıfta yer alan “Tereyağı; krema; kesilmiş süt; süt bazlı tatlılar; dip soslar [süt ürünleri]; süt ürünlerinden elde edilen az yağlı ezmeler; krem peynir; yoğurt; yoğurtlu içecekler; peynir; peynir sosları; Beyaz peynir; sert peynir; peynir karışımları; kefir [sütlü içecek]; margarin; Süt; süt kremaları [yoğurt]; süt veya süt içeren içecekler içmek; süt ürünleri; gıda amaçlı süt tozu; milkshake’ler; kesilmiş sütün suyu; Süt Ürünleri; kuark; krema [süt ürünleri]; yemeklik yağlar; yenilebilir yağlar; soya sütü [süt muadili]; pirinç sütü [süt yerine geçen ürünler]” malları için tescili amacıyla EUIPO nezdinde başvuru yapmıştır:

Söz konusu başvuruya, SÜTAŞ SÜT ÜRÜNLERİ A.Ş. tarafından süresi içerisinde yine 29. sınıfta yer alan aynı ve benzer mallar için tescilli olan  aşağıdaki AB markasına markasına dayanılarak itiraz edilmiştir:

23 Temmuz 2019 tarihli kararla EUIPO İtiraz Birimi, markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle talep edilen tüm mallar bakımından marka başvurusunun reddine karar vermiştir. İtiraz Birimi tarafından verilen karar gerekçesinde özetle aşağıdaki hususlara değinilmiştir:

  • Öncelikle karşılaştırılan malların bir kısmı aynı, bir kısmı ise benzer görülmüş ve söz konusu tüm malların birbiri ile rekabet etme imkânı olduğu kanısına varılmıştır.
  • İtiraz konusu malların ortalama tüketiciye hitap ettiği ve tüketicinin ilgi derecesinin düşük olduğu yönünde tespitte bulunulmuştur.
  • Markaların “SÜZME PEYNİR” ibaresinde ortaklaştığı; “Pınar”, “tam kıvamında” ve “yumuşacık ve leziz” kelime unsurları yönünden farklılaştığı ve figüratif unsurların da farklı olduğu ancak söz konusu farklılıkların tali unsurlarda olduğu, ayırt edici unsurun ise itiraz edilen markada da esas unsur olarak yer aldığı tespitine yer verilmiş ve markalar görsel olarak düşük düzeyde benzer, işitsel olarak ise orta seviyede benzer bulunmuştur.
  • İtiraz birimi tarafından yapılan kavramsal değerlendirmede Türkçe’de “SÜZME PEYNİR” ibaresinin İngilizce “COTTAGE CHEESE” anlamına geldiği, PINAR ibaresinin Türkçe’de bir anlamı olduğu ancak İngilizce konuşan halk bakımından bir anlam ifade etmediği ve genel olarak sözlü unsurların bölgedeki halk için hiçbir anlam ifade etmediği belirtilmiştir. Bu bakımdan kavramsal karşılaştırmanın mümkün olmadığı ve bu karşılaştırmanın da benzerlik değerlendirmesine etki etmeyeceği yönünde değerlendirmede bulunulmuştur.
  • Başvuru sahibi PINAR ibaresinin Türkiye’de iyi bilinen bir süt ürünleri üretim markası olduğunu iddia etmişse de bu argümanı Avrupa Birliği tüketicisi özelinde delillerle ispat edilememiş olduğundan itiraz birimi tarafından dikkate alınmamış ve hem PINAR hem de SÜZME PEYNİR ibarelerinin ortalama bir ayırt ediciliğe sahip olduğu belirlenmiştir.
  • Başvuru sahibi, söz konusu ürünün ortalama tüketicisinin Avrupa Birliği içerisinde yaşayan Türk/Müslüman kesim olduğunu ve PINAR markasını bilen kişilerden oluştuğunu belirtmişse de bu argüman da itiraz birimi tarafından tüketicinin zamanla değişiklik gösterebileceği ve pazarlama stratejisinin karıştırılma tehlikesi ile ilgisi olmadığı gerekçesiyle kabul görmemiştir.
  • Sonuç olarak İtiraz Birimi tarafından ortalama tüketici kesimi de dikkate alınarak SÜTAŞ tarafından yapılan itiraz kabul edilmiş ve PINAR SÜZME PEYNİR markasının reddine karar verilmiştir.

Başvuru sahibi söz konusu karara karşı; İtiraz Biriminin SÜZME PEYNİR ibaresinin anlamını ve üzerinde kullanılacağı ürünü nitelediğini görmezden gelerek karar verdiği, SÜZME PEYNİR ibaresinin sadece Türk tüketiciye yönelik olarak kullanıldığı ve onların peynir çeşidine referans verdiğini anlayacağı, SÜZME PEYNİR ibaresinin itiraz sahibi tarafından tekelleştirilemeyeceği, SÜTAŞ tarafından sunulan delillerden de SÜZME PEYNİR ibaresinin ayırt edici olarak kullanılmadığının anlaşıldığı gerekçeleriyle Temyiz Kurulu nezdinde itirazda bulunmuştur.

SÜTAŞ ise verdiği cevap dilekçesinde; SÜTAŞ tarafından tescil ettirilen önceki tarihli markanın kelime unsuru olan SÜZME PEYNİR ibaresinin Türkçe bilmeyen Avrupa Birliği tüketicisi bakımından herhangi bir anlama gelmediğini, Türkçe anlayan tüketici nezdinde dahi SÜZME olarak adlandırılabilecek bir peynir çeşidi olmadığını, ilgili tüketicinin hem esas hem de malı alma potansiyeline sahip tüketici olduğunu yani Avrupa Birliği tüketicisi olarak değerlendirilmesi gerektiğini, markalar arasında var olan benzerliğin yeterli olduğunu, tüketicide malların aynı kaynaktan geldiği yahut bağlantılı olduğu izlenimi yaratacağını belirterek temyiz talebinin reddini istemiştir.

Temyiz Kurulu tarafından yapılan değerlendirmede de itiraz birimi ile paralel olarak; öncelikle ilgili tüketici kesimi değerlendirilmiş ve iş faaliyetindeki amaca bakılmaksızın değerlendirme yapılması gerektiği ve ilgili halk kesiminin önemli bir bölümünün Türkçe’ye aşina olmadığı tespit edilmiştir. Bu bağlamda, yapılan değerlendirmede markaların görsel olarak düşük düzeyde benzerlik taşıdığı, işitsel olarak ortalama benzerlik seviyesinde olduğu ve kavramsal olarak işaretlerin hiçbirinin ilgili tüketici nezdinde bir anlam ifade etmediği ve kavramsal olarak benzemediği kanaatine varılmıştır. Bu nedenle ilgili tüketicinin önemli bir kesimi bakımından işaretlerin benzer olduğu değerlendirilmiştir.

Temyiz Kurulu kararında kanaatimce dikkat çeken kısım önceki markanın ayırt ediciliğine ilişkin yapılan değerlendirmedir. Yukarıda da belirtilmiş olduğu üzere, ülkemizde yapılan değerlendirmede SÜZME ibaresinin “süt ve süt ürünleri” bakımından ayırt edici kabul edilemeyeceği yönünde karar verilmiştir. 

Temyiz Kurulu; bir markanın ayırt edici karakterinin ilk olarak tescil talep edilen mal veya hizmetlere atıfta bulunularak, ikinci olarak ilgili tüketici tarafından algılanma şekline bakılarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda Temyiz Kurulu bir bütün olarak önceki markanın, tescilli olduğu mallar yönünden, ilgili bölgede İngilizce konuşan halkın önemli bir kısmı açısından bir anlam taşımadığı ve bu nedenle markada yer alan ayırt edici olmayan bir figüratif unsurun varlığına rağmen, önceki markanın ayırt edici olduğu kanaatine ulaşmıştır.

Tüm bu gerekçelerle, Temyiz Kurulu tarafından İtiraz Birimi kararı onanmış ve başvuru sahibinin itirazı reddedilmiştir.

Ülkemizde ve EUIPO nezdinde iki farklı karar çıkmasının en önemli nedeni yukarıda da açıklandığı üzere, bölge halkının konuştuğu dil ve markanın tüketici nezdinde herhangi bir anlam ifade edip etmediğidir. SÜZME ibaresi Türk tüketici bakımından bir peynir çeşidi olarak algılanırken, Avrupa Birliği tüketicisi nezdinde ayırt edici bir marka olarak algılanmakta ve koruma elde etmektedir. Söz konusu kararlar markalara ilişkin iltibas değerlendirmesinin bölgesellikten ve tüketicinin bakış açısından yoğun bir biçimde etkilendiğini ortaya koyması açısından son derece önemlidir.

Gülçen ATASEVER

Ekim 2020

gulcenatasever@gmail.com

Benzer Hayvan Figürü İçeren İşaretlerde Karıştırılma İhtimali Her Koşulda Mümkün mü?

Moda – tekstil sektöründe hayvan figürlerini taşıyan markalarla sık sık karşı karşıya kalmak mümkündür. Puma, kartal, timsah, kanguru, kırlangıç, köpekbalığı, penguen vb. hayvan figürleri ilk anda akla gelen dünyanın tanınmış markalarının logolarında yer alan figürlerdir.

Söz konusu hayvan figürlerini markasında ilk kez kullanan hak sahiplerinin, daha sonra yaratılan yeni markalarda aynı hayvanların farklı figüratif versiyonları kullanılsa da bu marka veya kullanımlara sıkça itiraz ettikleri bilinen bir durumdur. Örneğin dünyaca tanınmış Lacoste markasının, tekstil – moda sektöründe içerisinde timsah görseli geçmekte olan tüm kullanımlara sıkça itiraz ettiği bilinen bir gerçektir.

Genel Mahkemenin 15 Temmuz 2020 tarihli T-371/19 sayılı kararı da yine hayvan figürlerinin kullanımına yönelik benzer içerikli bir uyuşmazlığı ele almıştır. Söz konusu kararın kahramanı bu defa bir “ördek” (veya ördek yavrusu da olabilir) figürü olup Genel Mahkemeye göre, davacı “Save The Duck SpA” firmasına ait önceki tarihli  markası ile başvuru sahibi Itinerant Show Room Srl firmasının  şeklindeki başvurusu arasında iltibas yaratacak düzeyde bir benzerlik bulunmaktadır.

Öncelikle her iki marka da 18 ve 25. sınıftaki emtiaları kapsadıklarından emtialar arasında tartışmasız bir benzerlik bulunmaktadır.

Genel Mahkeme taraf markalarını karşılaştırdığında, işaretlerin görsel olarak ortalama düzeyde benzer olduklarını, zira her iki markanın da benzer şekilde çizilmiş bir ördek figürünü taşıdığı, bu ördek figürünün siyah renkli, benzer ölçeklerde olduğunu vurgulamıştır. Davacı markasındaki dairesel figür ile dava konusu markanın dikdörtgen şekildeki mizanpajının, markalara görsel etkisi son derece sınırlıdır.  Ayrıca her iki markada da “duck” ortak kelimesi yer almaktadır.

Genel Mahkemeye göre, ördeklerin yönlerindeki zıtlık, dava konusu ördeğin ayak/gövde renkleri arasındaki kontrast, sözcüklere göre konumları gibi unsurlar dikkate değer nitelikte farklılıklar meydana getirmemektedir. Her ne kadar başvuru sahibi markalardaki ortak şekil unsurunun “ayırt edici gücü zayıf bir işaret” olduğunu iddia etmiş ise de bu iddiasını destekler nitelikte argümanları dosyaya kazandırabilmiş değildir. Ayrıca yine başvuru sahibi, dava konusu markanın iki kelimeden, davacı markasının ise üç kelimeden oluşuyor olmasını, yine “fake” kelimesinin “k” sesi ile bitmesi nedeniyle güçlü, sert bir ton yarattığı halde davacı markasındaki “save the” şeklindeki başlangıç sesinin, ıslık sesi gibi telaffuz edileceği ve her şeyden öte markaların başlangıç seslerinin farklı olmaları nedeniyle işaretler arasında fonetik bir benzerlik bulunmadığını itiraz konusu etmiş ise de Genel Mahkeme bu itirazları dikkate alınabilir bulmamıştır.

Genel Mahkemeye göre, işaretlerin ortak olarak “duck” sesi taşımaları, her iki markada da son sesin bu kelime olması, ayrıca “save” ve “fake” sözcüklerinin de aynı sesli harfleri taşıyan, birbirine yüksek işitsel benzerlik gösteren kelimeler olmaları nedeniyle taraf markaları arasında fonetik benzerlik oldukça yüksektir. Mahkemeye göre, işaretlerin sahip oldukları ses ve hece sayılarındaki farklılığın, benzerlik değerlendirmesinde baskın bir rolü yoktur. Ayrıca her ne kadar tüketici işaretlerin başlangıç seslerine daha fazla önem vermekte ise de “duck” kelimesinin telaffuzdaki yüksek vurgusu işaretlerin fonetik olarak benzer algılanmalarına neden olmaktadır.

Ancak Genel Mahkeme, Temyiz Kurulunun, işaretlerin kavramsal olarak yüksek düzeyde benzerlik taşıdığı görüşünü ise benimsememiştir.

Temyiz Kuruluna göre her iki taraf markasının da aynı kelime ve şekil unsurunu taşıyor olmaları nedeniyle verdiği hissiyat benzerdir. Bununla beraber Temyiz Kuruluna göre markaları oluşturan “save” ve “fake” sözcükleri münferiden farklı anlamlara olsalar da işaretlerin bütünsel anlamlarında yine bir yakınlaşma söz konusudur. Kurula göre “save the duck” ifadesi, marka sahibinin, tüketiciyi kuş tüyü tercihlerini, sentetik tüyler ile değiştirmeye yönlendiren, başka bir ifadeyle ördekleri bu şekilde korumayı hedefleyen bir anlama sahipken, “fake duck” ibaresi yine tüketiciye “yalancı ördek tüyü” algısı yaratan bir ibare olup bu sayede amaçlanan yine ördeklerin korunması fikridir. Bu nedenle Temyiz kuruluna göre, işaretlerin kavramsal olarak benzerlik düzeyleri çok üst düzeydedir.

Ancak Genel Mahkeme, Temyiz Kurulunun bu aşırı uç yaklaşım içerir değerlendirmesini mantıklı bulmamış ve tüketicilerin bu kapsamda bir değerlendirme yoluna giderek kavramsal bir benzerlik kurma ihtimalini makul görmemiştir. Kaldı ki Genel Mahkemeye göre “save” ve “fake” kelimeleri, İngilizce bilen ortalama tüketiciler tarafından farklı anlamları bulunan kelimelerdir. Ancak Genel Mahkemeye göre de “duck” kelimesindeki ortaklık nedeniyle, işaretlerin bütün olarak ortalama bir kavramsal benzerlik düzeyine sahip olduklarını belirtmiştir.

Bu tespitler sonrasında Mahkeme, önceki markanın tanınmışlığının da iltibas ihtimalini arttıran bir sonuç meydana getirdiğini ayrıca vurgulamıştır.

Buna göre davacı markası İtalya ve AB ülkelerinde belli düzeyde bilinirlik elde etmeyi başarmış bir markadır. Davacı markasının yoğun kullanım sonucu elde ettiği yüksek tanınmışlığa karşı başvuru sahibince de itiraz edilmiş değildir. Bu anlamda taraf markalarının kapsamlarındaki emtiaların hemen hemen aynı olmaları, işaretler arasındaki ortalama – yüksek düzeyli benzerlik ve önceki markanın güçlü ayırt edici niteliği birlikte ele alındığında, tüketici, sonraki markayı, önceki markanın yeni bir varyasyonu veya önceki markanın yenilenmiş bir hali olarak algılayacaktır.

Her ne kadar başvuru sahibi bu hususta, taraf markalarının ortak emtia grubu olan tekstil – moda sektöründe tüketicinin dikkat düzeyinin daha yüksek olduğu, işaretleri grafik unsurlarını betimlemekle değil telaffuz ile ifade ettiği, bu nedenle bir yanılgıya düşmeyeceği çerçevesinde itirazlar ileri sürmüş ise de Genel Mahkemeye göre de emtialar ve işaretler arasında yukarı ifade edilen benzerlik düzeyi ve önceki markanın tanınmışlığı karşısında Temyiz Kurulunun verdiği kararı, sonuç olarak yerinde görmekte ve işaretler arasında iltibas ihtimalinin var olduğuna kanaat getirmektedir.

Genel Mahkemeye göre, satış mağazalarında, tüketiciler, kıyafetleri ya kendileri doğrudan seçerler ya da bir satış danışmanın aracılığıyla tercihlerini belirtirler. Buna göre her ne kadar gerek ürün gerekse marka seçiminde sözsel bir ilişki kurulsa da genel anlamda tercihler görsellik üzerinden yapılmaktadır. Bu anlamda işaretlerin görsel algıları, tüketicide, satın alım öncesindeki esas algıdır. Bu nedenle görsel algı, bu tür emtialarda (tekstil sektöründe) daha ön planda olmaktadır. Dolayısıyla  işaretler arasındaki görsel benzerlik, tüketicinin, ürünlerin ticari kaynakları noktasında bir yanılgı oluşturabilecektir. Ayrıca yine tüketici bu noktada, taraf markalarını telaffuz etse dahi, işaretlerin fonetik olarak da yüksek düzeyli benzerlik taşımaktadır. Bu durum da yine tüketiciyi, işaretler arasında yanılgıya düşürebilecektir.

Genel Mahkeme, bütüne ilişkin değerlendirmesinde, önceki markanın sahip olduğu yüksek ayırt edici karakterin, dava konusu markanın bu ayırt edicilikten yararlanma ve davacı markasının şöhretini kullanma amacıyla oluşturulmuş bir marka olduğuna kanaat getirerek işaretler arasında karıştırılma ihtimali bulunduğu yönündeki Temyiz Kurulu kararı ile benzer bir görüşü benimsemiştir. Genel Mahkemeye göre,  ayırt edici vasfı daha yüksek olan işaretlerin, daha yüksek bir korumadan yararlanmaları gerekmekte olup bu noktada ilgili tüketicinin önceki marka hakkında bilgi sahibi olup olmadığı da güçlü bir etkendir.

Nihai anlamda işaretler ortak olarak bilinen hayvan figürlerini taşıdıklarında,  genel ilke uyarınca, bu işaretlerin kavramsal olarak benzer oldukları ve hatta işaretlerin yalnızca hayvan figüründen oluşuyor ise de aynı oldukları tespitinde bulunulması mümkündür. Ancak bu durum her hal ve koşulda iltibas ihtimalini beraberinde getirmeyecektir. Özellikle önceki markayı oluşturan işaretteki figürün, toplum nezdinde bilinen ve yaratıcılığı düşük nitelikte bir görselle tasviri halinde, önceki markanın toplum nezdinde bir bilinilirliği de mevcut değil ise kavramsal benzerlik, karıştırılma ihtimaline sebebiyet vermeyecektir. Zira esas olan marka sahibinin jenerik nitelikteki bir hayvan görseli üzerinde münhasır hak elde etmesi değil kendi yarattığı özgün işaret ile sonraki markadaki figürün de önceki marka ile benzerlik taşıyor olmasıdır. Nitekim ülkemizdeki uygulamada benzer bir görüş benimsenmektedir.  Örneğin  markası ile  görselini ve ayrıca bazı ayırt edici ek sözcük unsurlarını içerir sonraki marka arasında  görülen bir uyuşmazlıkta, yerel mahkemece “orta düzey bir tüketicinin, davacının orijinal ve ayırt edici “uğur böceği” şeklini öğrenip belleğine kaydettikten sonra, “seçici tutma” yoluyla davalı markalarında bulunan sözcük unsurlarını görme algısı azalabilir ve önceden bildiği şeklin imajından hareketle markaları ilişkilendirebilir” gerekçeleri ile “n11” markasının tanınmışlığı da gözetilerek taraf markaları arasında iltibas ihtimali bulunduğu yönünde verilen karar, Yargıtay 11. HD’sinin 2018/2743E – 2019/4216 sayılı hükmü ile de onanmış ve kesinleşmiştir. Bu anlamda ülkemizdeki uygulamada da benzer kriterlerin arandığından bahsedilmesi mümkündür.

Poyraz DENİZ

Eylül 2020

poyrazdeniz@hotmail.com

USPTO Temyiz Kurulu Kararı Sizce Hangi Yönde Olmuştur?

Erkek Vücudu Biçimli Parfüm Şişeleri Hangi Halde Karıştırılır? USPTO Temyiz Kurulu Ne Demiş?

Parfüm şişeleri standart parfüm şişesi görünümünden uzaklaştıkları ölçüde, parfümleri ayırt etmek için kelime markaları kadar işlevsel hale gelmektedir.

Parfüm tutkunları, kullandıkları parfümün sadece şişesine bakarak, yani kelime markasını görmeden veya parfümü koklamaya ihtiyaç duymadan, kokunun markasını söyleyebilmeye yetisine çoğunlukla sahiptir. Elbette bu durum, bütün parfüm şişeleri açısından değil, stilize parfüm şişeleri bakımından geçerlidir. Böyle bir halde, stilize parfüm şişeleri birbirlerine benzerse, şişelerin benzerliği nedeniyle tüketicilerin markaları karıştırması olasılığından bahsetmek mümkün hale gelecektir.

Peki, parfüm şişeleri arasında karıştırılma olasılığının varlığından bahsedebilmek için ne düzeyde bir benzerlik aranmalıdır? A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO) Temyiz Kurulu aşağıda yer vereceğimiz kararında bu soruyu erkek vücudu görünümlü parfüm şişeleri açısından vermiştir.

“Coscentra B.V.” aşağıda görseline yer verdiğimiz şekil markasının “parfümler ve esans yağları” için tescil edilmesi talebiyle USPTO’ya başvuruda bulunur. Başvuru tarifnamede; “Marka, malların erkek vücudu şeklindeki ambalajının üç boyutlu görünümünden oluşmaktadır. Sprey başlığını tasvir eden kesik çizgiler markanın parçası değildir. Markanın bir özelliği olarak renk talebi bulunmamaktadır.” biçiminde anlatılmıştır.

USPTO’da yapılan inceleme neticesinde uzman, başvuruyu aşağıdaki tescilli şekil markasıyla karıştırılma olasılığı gerekçesiyle reddeder. Ret gerekçesi markanın kapsamında da “parfümler” yer almaktadır.  Ret gerekçesi markanın tarifnamesi; “Marka, malların ambalajının üç boyutlu şeklinden oluşmaktadır. Şekildeki çizgi kısımlar mavi renk içindir.” biçimindedir.

Başvuru sahibi ret kararına karşı itiraz eder ve itiraz USPTO Temyiz Kurulu’nca 26 Mart 2019 tarihinde karara bağlanır. Kararın tüm metninin http://ttabvue.uspto.gov/ttabvue/ttabvue-79196465-EXA-14.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür.

Temyiz Kurulu kararına karıştırılma olasılığı hakkındaki içtihatla başlar. IPR Gezgini’nde bu içtihadı daha önce defalarca yazdığımız için bir kez daha tekrarlamayacağız.

Karardaki ilk tespit, markaların kapsadığı malların aynı olduğuna ilişkindir. Devamında markaların benzerliği hususu detaylıca irdelenir.

Markaların benzerliği incelenirken dikkate alınan temel ilke, markaların yanyana konularak karşılaştırılması suretiyle birbirlerinden ayırt edilip edilmeyeceklerinin test edilmesi değil; oluşturdukları bütüncül ticari izlenim itibarıyla birbirleriyle yeterli düzeyde benzer olup olmadıklarının, bu yolla da malların ticari kaynağına ilişkin karıştırmanın ortaya çıkıp çıkmayacağının değerlendirilmesidir. Markaların benzerliği değerlendirilirken, markalar parçalara bölünerek, bu unsurların farklılıkları değil, markaların bütünsel olarak benzer olup olmadıkları dikkate alınmalıdır. Bu değerlendirme yapılırken farklı unsurların benzerliği göz önüne alınabilir. İncelenen vakada mallar aynı olduğundan, karıştırılma olasılığının varlığı sonucuna ulaşabilmek için markaların benzerliğine duyulan ihtiyaç nispeten azalacaktır.

Başvuru ve ret gerekçesi marka parfüm şişelerinden oluşmaktadır. Normal pazar koşullarında, tüketicilerin markaları yanyana inceleme lüksü genellikle bulunmamaktadır, dolayısıyla tüketiciler karşılaştırmayı yaparken tam ve noksansız olmayan hafızalarından yararlanırlar. Ortalama tüketicinin hafızasının odağında, ürünleri spesifik değil genel izlenimi bulunmaktadır. Bu vakada, ortalama tüketici parfüm satın alabilecek her bireydir.

USPTO uzmanı kararında, her iki markanın da malların erkek vücudu biçimindeki ambalajından oluşmaları nedeniyle görsel, çağrışımsal ve bütünsel ticari algı anlamında benzer olduklarını öne sürmektedir. Başvuru sahibi de, markaların erkek vücudu biçimindeki ambalajlardan oluştuğunu kabul etmektedir, ancak ona göre vücutların biçimi tüketicilerin onları farklı ticari kaynaklardan gelen ürünler olarak değerlendirmelerini sağlayacak derecede farklıdır.

Başvuru sahibi, Britannica Ansiklopedisi’nde yer alan farklı vücut tiplerinden (endomorphic yani yuvarlak şişman vücut tipi; mesomorphic yani kaslı vücut tipi; ectomorphic yani zayıf düz vücut tipi) bahsetmiş;  buna bağlı olarak markalardaki erkek vücutlarının farklılıklarını belirtmiştir. Başvuru sahibine göre, ret gerekçesi markadaki erkek vücudu zayıf fiziğe sahip ve penissiz iken, başvurudaki erkek vücudu kaslı fiziğe ve penise sahiptir. Buna ilaveten; tüketiciler her tür medyada erkek biçimlerini görmeye alışkındır ve tüm erkeklerin aynı fiziğe sahip olmadıklarını bilirler; başvurudaki erkek vücudu şekli kaslı ve daha orantılı iken, ret gerekçesi markadaki erkek vücudu zayıf üst gövde ve orantısız derecede büyük kalçalara sahiptir; tüketici ürünlerinde penis çoğunlukla gösterilmese de başvuruda penis yer almaktadır ve tüketiciler bunu haliyle fark edecektir; ret gerekçesi markada kollar hemen kesilmişken, başvuruda kollar daha uzundur ve dolayısıyla geniş omuzlar belirgin hale getirilmiştir.

Temyiz Kurulu, başvuru sahibinin markaların belirli yönleriyle farklılıklar içerdiği yönündeki iddiasına katılmaktadır; bununla birlikte Kurul incelemesi markaların görsel, çağrışımsal ve bütüncül ticari izlenimi dikkate alınarak yapılmalıdır. Uzman kararında düzinelerce parfüm şişesi şekline yer vermiştir ve bunların hiçbirisi erkek vücudu şeklinden oluşmamaktadır. Ret gerekçesi marka esas sicilde tescillidir ve korumadan muaf tutulan unsur veya kullanım sonucu kazanılmış ayırt edici nitelik içermemektedir. Bir diğer deyişle, ret gerekçesi markanın ticari veya kavramsal olarak zayıf olduğuna ilişkin bir kanıt bulunmamaktadır. Tersine, bütüncül olarak bakıldığında başvuru ve ret gerekçesi marka görsel, çağrışımsal ve ticari algı bakımından birbirleriyle benzerdir. Her iki marka da, tüketicilerce erkek vücudu biçiminde parfüm şişesi olarak anılacaktır. Sonuç olarak Kurul’a göre, markalar arasında benzerlik bulunmaktadır.

Temyiz Kurulu; malların aynı olması ve aynı ticari kanallarda dolaşımda olmasını, aynı tüketicilere hitap etmesini ve markaların görsel, çağrışımsal ve ticari algı bakımından benzer olmalarını birlikte dikkate aldığında, markalar arasında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkabileceği görüşüne ulaşmış ve başvuru hakkındaki ret kararını onamıştır.

Okuyucularımıza bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, bu ret kararı yayıma itiraz üzerine verilmemiştir, tersine USPTO resen yaptığı incelemede markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunduğuna karar vermiştir ve bu karar yukarıda okuduğunuz üzere Temyiz Kurulu’nca onanmıştır.

İçlerinden birisi olmasam da parfüm meraklısı okurlarımızın çoğu gibi ben de, ret gerekçesi markanın Jean Paul Gaultier’in efsanevi erkek parfümü şişesi olduğunu biliyorum. Uzman kararında ret gerekçesi markanın bilinirliğinden, dolayısıyla artırılmış ayırt edici gücünden hiç bahsedilmemesi bana tuhaf geldi diyebilirim.

Önder Erol ÜNSAL

Eylül 2019

unsalonderol@gmail.com

Bileşke Kelime Markalarında Kelime Unsurlarından Birisinin Önceden Tescilli Olması Durumunda Karıştırılma İhtimalinin Varlığı – Adalet Divanı “Medion v. Thomson” Kararı (C-120/04)

massconfusion

Markalar arasındaki karıştırılma olasılığı tespit edilirken, önceki markanın ayırt edici gücü, varsa bilinirliği de göz önüne alınarak, markaların görsel, işitsel ve kavramsal benzerliği ve malların ve/veya hizmetlerin benzerliği sonucu ortaya çıkan genel değerlendirme esas alınır. Genel algı, ilgili malların ve/veya hizmetlerin ortalama tüketici grubu bakımından ortaya çıkacağı varsayılan algıdır.

Avrupa Birliği marka hukukunda karıştırılma olasılığına ilişkin temel ilkeler yıllar önce tespit edilmiş ve kabul gören ilkeler üzerinde genel uzlaşı sağlanmış durumdadır.

Türkiye bakımından da 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesi birinci fıkrası (b) bendi kapsamında düzenlemiş hükmün uygulama alanı konusunda genel hatlarıyla bir uzlaşı bulunduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte üzerinde uzlaşı sağlandığı kabul edilen bazı konulara ilişkin genel ilkelerin halen oluşturulmamış olması uygulama anlamında kimi zaman sıkıntılara yol açmaktadır.

Bu yazı kapsamında, karıştırılma olasılığı kavramı irdelenirken sıklıkla kullanılan genel değerlendirme (global appreciation) kavramının bir anlamda istisnasını teşkil eden “bileşke kelime markalarında yer alan kelime unsurlarından birisinin tescilli bir marka olması halinde” karıştırılma olasılığının ortaya çıkıp çıkmayacağı hususu ve Avrupa Birliği Adalet Divanının bu tip durumlarda uygulanacak genel kriterleri belirlediği “Medion v. Thomson” kararı incelenecektir.

Adalet Divanının 06/10/2005 tarihinde verdiği C-120/04 sayılı ön yorum kararı, karıştırılma olasılığı incelemesinde sıklıkla karşılaşılan bir problem hakkındaki belirsizliği büyük oranda ortadan kaldırması nedeniyle sıklıkla atıf yapılan bir karar haline gelmiştir.

Önyorum kararının gerekçesi ihtilaf kısaca aşağıdaki biçimde gerçekleşmiştir:

“MEDION AG” (bundan sonra “Medion” olarak anılacaktır)firması Almanya’da 1998 yılında “life” markasını tescil ettirir. Markanın kapsamında “eğlence amaçlı elektronik cihazlar” yer almaktadır. “THOMSON MULTIMEDIA SALES GERMANY & AUSTRIA GMBH” (bundan sonra “Thomson” olarak anılacaktır), “Thomson Life” markasını “eğlence amaçlı elektronik cihazlar” için kullanmaktadır.

2002 yılında “Medion”, “Thomson”’un “Thomson Life” markasını “televizyon setleri, kasetçalarlar, CD çalarlar, hi-fi sistemleri” için kullanımının, kendisine ait “Life” markasından kaynaklanan haklara tecavüz mahiyetinde olduğunu iddia eder ve kullanımın engellenmesi amacıyla dava açar.

İlk derece mahkemesi, “Life” markasıyla “Thomson Life” markası arasında karıştırılma olasılığının ortaya çıkmayacağı tespitiyle davayı reddeder.

“Medion” karara karşı temyiz yolunu kullanır ve ihtilaf Düsseldorf Yüksek Bölge Mahkemesi önüne taşınır.

Düsseldorf Yüksek Bölge Mahkemesi, öncelikle ihtilafın çözümünün “Life” markasıyla – “Thomson Life” markası arasında, Topluluk Marka Direktifi madde 5(1)(b) kapsamında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkıp çıkmayacağı sorusunun yanıtına bağlı olduğunu ortaya koyar.  Mahkemeye göre, Alman Federal Adalet Mahkemesinin o dönemde uyguladığı “Pragetheorie” (iletilen algı teorisi) ismindeki teoriye göre, ihtilafa konu işaretlerin benzerliğini değerlendirmek için, her iki işaretin ilettiği bütüncül algı değerlendirmeye alınacak ve ortak unsurun, bileşke markadaki diğer unsurları bütüncül izlenimde ikinci planda bırakacak derecede, bileşke markaya hakim olup olmadığı belirlenecektir. “Pragetheorie”ye göre, ortak unsur, işaretin oluşturduğu genel izlenime sadece katkıda bulunuyorsa karıştırılma olasılığı ortaya çıkmayacaktır. Bileşke işarette yer alan tescilli markanın bağımsız bir ayırt edici role sahip olması sonucu etkilemeyecektir.

Düsseldorf Yüksek Bölge Mahkemesine göre incelemeye konu malların ait olduğu sektörde tüketiciler önemi öncelikle üreticinin ismine vermektedir. Bu husus incelenen ihtilafa uygulandığında, üreticinin ismi olan “Thomson” kelimesi “Thomson Life” bileşke markasının ilettiği bütünsel izlenimde asli öneme sahip unsuru teşkil etmektedir. Normal düzeyde ayırt edici niteliğe sahip “Life” işaretinin eklenmesi, “Thomson” kelime unsurunun, bileşke işaretin ilettiği bütünsel izlenimde asli öneme sahip olması durumunu değiştirmemektedir.

Buna karşın, Düsseldorf Yüksek Bölge Mahkemesi bu teorinin tartışmaya açık olduğunu, bazı yazarların farklı görüşleri bulunduğunu ve bu görüşlerin Alman Federal Adalet Mahkemesinin önceki içtihadı paralelinde olduğunu belirtmektedir. Alman Federal Adalet Mahkemesinin önceki içtihadı, ihtilaf konusu bileşke işarette, önceki markayla aynı olan kısmın, bağımsız ayırt edici role sahip olduğu, işaretin bütünü tarafından absorbe edilmemiş olduğu ve tescilli markayı anımsatmayı durduracak duruma indirgenmediği hallerde, karıştırılma olasılığının varlığının tespit edilmesi gerektiği yönündedir. Düsseldorf Yüksek Bölge Mahkemesi, önceki içtihadın uygulanması halinde, “Life” markası ile “Thomson Life” markası arasında karıştırılma ihtimalinin varlığının tespit edilmesi gerektiği görüşündedir ve mevcut durumda hangi kriterin uygulanması gerektiği konusunda şüpheye düşmüştür.

Dolayısıyla, Düsseldorf Yüksek Bölge Mahkemesi işlemleri durdurur ve Adalet Divanına önyorum kararı verilmesi maksadıyla takip eden soruyu yöneltir:

“İhtilaf içerisinde bulunan işaretlerin kapsadığı malların veya hizmetlerin aynı olduğu hallerde, normal düzeyde ayırt edici niteliğe sahip bir kelime markası, üçüncü bir kişiye ait sonraki tarihli bir bileşke kelime markasında (veya üçüncü bir kişiye ait kelimelerle ifade edilebilen kelime ve şekilden oluşan bir bileşke markada), üçüncü kişinin şirket ismi, ortak kelime unsurundan (önceki tescilli markadan) önce gelecek şekilde kullanılmışsa ve ortak kelime unsuru, bileşke markanın ortaya çıkardığı bütünsel izlenimi tek başına oluşturmasa da, bileşke marka içerisinde bağımsız ayırt edici bir güce sahipse, Direktif madde 5(1)(b) işaretler arasında karıştırılma olasılığı ortaya çıkacaktır şeklinde mi yorumlanmalıdır?”  

Adalet Divanı, kendisine yöneltilen soruyu öncelikle aşağıdaki şekilde kolayca anlaşılır hale getirmiş ve ardından incelemiştir:

“İhtilafa konu işaretin üçüncü bir kişiye ait bir şirket isminin ve normal düzeyde ayırt ediciliğe sahip tescilli bir markanın birlikte kullanılmasından oluşturulması ve tescilli markanın, bileşke markanın ilettiği bütünsel izlenimi tek başına oluşturmamakla birlikte, bileşke markada bağımsız bir ayırt edici niteliğe sahip olması halinde, mallar veya hizmetler aynıysa, halkın ilgili kesimi nezdinde Direktif madde 5(1)(b) kapsamında karıştırılma ihtimali ortaya çıkacak mıdır?”

Adalet Divanı, öncelikle karıştırılma ihtimaline ilişkin olarak önceki kararlarında yer verdiği temel ilkeleri sıralamış ve kavramın genel hatlarını ve uygulama alanını ortaya koymuştur:

“Halkın mevzubahis malların veya hizmetlerin aynı işletmeden veya ekonomik olarak bağlantılı işletmelerden geldiğine inanması yönündeki risk, Direktif madde 5(1)(b) anlamında karıştırılma ihtimalini ortaya çıkartır (Karar no: C-342/97, Lloyd Schuhfabrik Meyer, 1999, paragraf: 17). Halkın bir kısmında ortaya çıkabilecek karıştırılma olasılığı, ilgili vakaya ilişkin tüm faktörler dikkate alınarak bütün olarak değerlendirilmelidir (Karar no: C-251/95, Sabel, 1997, paragraf: 22; Karar no: C-342/97, Lloyd Schuhfabrik Meyer, 1999, paragraf: 18; Karar no: C-425/98, Marca Mode, 2000, paragraf: 40; Karar no: C-3/03, Matratzen Concord v. OHIM, 2004, paragraf: 28). Karıştırılma olasılığının bütünsel değerlendirmesi, inceleme konusu markaların görsel, işitsel veya kavramsal benzerliği bakımından, markaların ayırt edici ve baskın unsurları özellikle göz önüne alınarak, markaların bütünsel olarak ortaya çıkardıkları izlenim esasında yapılmalıdır. İnceleme konusu malların veya hizmetlerin ortalama tüketicilerinin markaları algılayış biçimi, karıştırılma olasılığına yönelik genel değerlendirmede belirleyici rol oynar. Bu bağlamda, ortalama tüketiciler markayı genellikle bütün olarak algılar ve markanın çeşitli detaylarını analize girişmez (Karar no: C-251/95, Sabel, 1997, paragraf: 23; Karar no: C-342/97, Lloyd Schuhfabrik Meyer, 1999, paragraf: 25; Karar no: C-3/03, Matratzen Concord v. OHIM, 2004, paragraf: 29). Karıştırılma olasılığı incelemesinde, markaların benzerliğinin değerlendirilmesi, bileşke markayı oluşturan unsurlardan birisinin alınıp bu unsurun diğer markayla karşılaştırılmasından daha öte bir anlama gelir. Bunun tersine, karşılaştırma inceleme konusu markaların her birini bütün olarak inceleyerek yapılmalıdır, ancak bu husus, bileşke markanın, halkın ilgili kesimine ilettiği bütünsel algının, bazı durumlarda bileşke markanın, bir veya birden fazla sayıda baskın öğesince gerçekleştirilmesini ortadan kaldırmaz (Karar no: C-3/03, Matratzen Concord v. OHIM, 2004, paragraf: 32).”

Bununla birlikte, bütünsel izlenimin baskın konumdaki bir veya daha fazla sayıdaki öğe tarafından belirlenmediği ve ortalama tüketicilerin markayı bütüncül olarak algıladıkları normal şartlarda, bir bileşke işarette üçüncü bir tarafın şirket ismiyle birlikte kullanılan önceden tescilli bir markanın, bileşke işaretin baskın unsurunu teşkil etmese de, bileşke markada bağımsız bir ayırt edici role sahip olması mümkündür.

Bu tip bir durumda, bileşke markanın oluşturduğu bütünsel izlenim, halkın inceleme konusu malların veya hizmetlerin, en azından, ekonomik olarak bağlantılı şirketlerden geldiğine inanmasına yol açabilir, ki bu da karıştırılma olasılığının ortaya çıkması anlamına gelir. Karıştırılma olasılığının ortaya çıkacağı yönündeki bulgu, bileşke markanın ortaya çıkardığı bütünsel izlenimde önceki markada aynen yer alan kısmın baskın olması koşuluna bağlı olmamalıdır. Böyle bir koşul zorunlu kılınmış olsaydı, önceki markanın sahibi, markanın, bileşke işarette baskın olmasa da, bağımsız bir ayırt edici role sahip olduğu hallerde, Direktif madde 5(1) uyarınca kendisine sağlanan münhasır haklardan yoksun bırakılmış olacaktır.

Bu tip durumlar, örneğin, geniş ölçüde tanınan bir markanın sahibinin, bu markasının yanında başkasına ait, aynı derecede tanınmış olmayan önceden tescilli markaları kullanması veya bileşke markanın, bilinir bir ticaret unvanı ile önceden tescilli bir diğer markadan oluşması hallerinde ortaya çıkabilir. Esasen, bu tip durumlarda, bileşke markanın bütüncül olarak oluşturduğu izlenimde, çoğunlukla bileşke markada yer alan geniş ölçüde tanınan marka veya ticaret unvanı baskın nitelikte olacaktır.

Bu durumda, önceki marka bileşke işarette bağımsız bir ayırt edici role sahip olsa da, önceki markanın ticari kaynak göstermesi garanti edilemeyecektir.

Dolayısıyla, karıştırılma olasılığının ortaya çıkması için, önceki markanın bağımsız bir ayırt edici role sahip olması nedeniyle, halkın bileşke markanın kapsadığı malların veya hizmetlerin kaynağını, önceki markanın sahibine bağlamasının yeterli olacağının kabul edilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, Adalet Divanının önyorum kararı aşağıdaki biçimde oluşmuştur:

“Malların veya hizmetlerin aynı olduğu hallerde, ihtilafa konu işaretin, üçüncü bir tarafa ait bir şirket ismi ve bileşke markanın ortaya çıkardığı bütünsel izlenimi tek başına oluşturmasa da, bileşke marka içerisinde bağımsız ayırt edici bir güce sahip tescilli bir markanın bir arada kullanılmasından oluşturulduğu durumda, Direktif madde 5(1)(b) kapsamında halkın bir kısmında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkabileceği şeklinde yorumlanması gerekmektedir.” 

Yukarıda detaylarına yer verilen karar, bileşke kelime markalarında, kelime unsurlarından birisinin önceden tescilli olması durumunda, markalar arasında karıştırılma olasılığının ortaya çıkıp çıkmayacağı sorusu hakkında genel bir cevap vermektedir.

Adalet Divanına göre bu sorunun yanıtı, markalar arasında karıştırılma olasılığı ortaya çıkmayacaktır şeklinde değildir. Bu tip durumlarda markalar arasında karıştırılma olasılığının ortaya çıkabileceği (may be a likelihood of confusion) şeklindeki cevap ise inceleme biriminin veya mahkemenin kimi durumlarda karıştırılma olasılığının varlığı sonucuna varabileceğini ortaya koymaktadır. Uygulamada benzer hallerde hangi tür durumlarda karıştırılma olasılığının ortaya çıkacağı ve hangi hallerde bu ihtimalle karşılaşılmayacağı ise ayrı bir soru teşkil etmektedir. Bir sonraki yazıda İç Pazarda Uyum Ofisi (OHIM) Marka İnceleme Kılavuzunda bu soruya nasıl bir yanıt verildiği incelenecek ve konu daha derinlemesine irdelenecektir.

Yaşamı siyah-beyaz görmeye alışkın ve keskin değerlendirmeleri (kanaatimizce daha doğru terim “kolay çözümleri” olmalıdır) seven Türk uygulayıcıları bu tip bir yanıtın tatmin etmeyeceği ise açıktır. Şöyle ki, Türkiye’de bu tip soruların yanıtının “may be (olabilir)” or “may not be (olmayabilir)” yerine “shall be (olacaktır)” veya “shall not be (olmayacaktır)” şeklinde kalıplara dökülmesi ve her sorunun yanıtını veren sihirli formüller oluşturularak sorunlu alanların ortadan kaldırılması tercih edilmektedir. Bu hususta söylenmesi gereken ise, yeni bir kavram setine sahip olan ve bizim yaklaşık onbeş yıldan bu yana uygulamaya çalıştığımız modern marka hukukunun, Türkiye’den çok önce Avrupa Birliği ülkeleri ve A.B.D. başta olmak üzere çok sayıda ülkede uygulandığı, bu konuda çokça teori ve doktrin geliştirildiği, bu teorilerin, doktrinlerin ve yüksek yargı kararlarının neredeyse tamamının, özellikle karıştırılma olasılığı konusunda “olabilir” veya “olmayabilir” şeklinde yanıtları tercih ederek, keskin kalıplardan kaçındığıdır. Kanaatimizce de, adı üzerinde bir “ihtimal” incelenirken, sihirli formüller geliştirerek, “bu tip durumlarda her marka benzer” veya “bu tip durumlarda hiçbir marka benzemez” sonuçlarına gitmek yerine, genel ilkeler oluşturulmalı ve ihtimalin ortaya çıkıp çıkmayacağı genel ilkeler esasında her vakanın kendi özel şartları bağlamında değerlendirilmelidir.

 

Önder Erol Ünsal

Şubat 2014         

Elimizde Karıştırılma İhtimali Kalmamış, Onun Yerine Size İlişkilendirilme İhtimali Verelim

400px-Apples(Görsel http://en.wikipedia.org/wiki/File:Apples.jpg adresinden alınmıştır.)

 

““Ayırt Edilemeyecek Derecede Benzerlik” Kavramının Eleştirisi” başlıklı bir önceki yazımızda 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’nin 8. maddesinin birinci fıkrası (b) bendinde yer alan markaların ilişkili olması ihtimalinin ayrıca açıklanması gerektiğini belirtmiştik. Bu yazı kapsamında KHK içeriğinde markaların ilişkili olması ihtimali olarak yer bulmuş, uluslararası literatürde “likelihood of association” olarak adlandırılmış, yazı içeriğinde ise “markalar arasında bağlantı kurulması ihtimali” olarak anılacak kavram ve bu kavramın ortaya çıkacağı olası haller açıklanmaya çalışılacaktır.

 

556 sayılı KHK’nin 8. maddesi birinci fıkrası (b) bendi takip eden içeriktedir: “Tescil edilmiş veya tescil için başvuru yapılmış bir markanın sahibi tarafından itiraz yapılması durumunda, aşağıdaki hallerde marka tescil edilemez:…… Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa.”

 

KHK’nin büyük ölçüde ilgili Avrupa Birliği Direktifinden ve Topluluk Marka Tüzüğü’nden çeviri olduğu bilinmektedir, yukarıda maddenin çevirisinin çok başarılı olduğunun söylenmesi ise mümkün değildir. Metnin orijinalinin “Upon opposition by the proprietor of an earlier trade mark, the trade mark applied for shall not be registered …if because of its identity with or similarity to the earlier trade mark and the identity or similarity of the goods or services covered by the trade marks there exists a likelihood of confusion on the part of the public in the territory in which the earlier trade mark is protected; the likelihood of confusion includes the likelihood of association with the earlier trade mark.” şeklinde olduğu bilinmektedir. Ortalama düzeyde İngilizce bilgisine sahip kişilerin KHK içeriğinde yer alan Türkçe çeviri (çeviri diyebilmek için çok iyimser olmak gerekir, o nedenle yorum kelimesini kullanabiliriz) ile orijinal metnin farklılığını algılaması oldukça kolaydır. Orijinal metin açık olarak “karıştırılma olasılığının (likelihood of confusion)”, “markalar arasında bağlantı kurulması ihtimalini (likelihood of association)” kapsadığını söylemekte ve dolayısıyla markalar arasında bağlantı kurulması ihtimalinin de bir ret gerekçesi olduğu sonucuna varılmasını sağlamaktadır. KHK içeriğinde yer alan metin ise, markalar arasında bağlantı kurulması ihtimalini karıştırılma olasılığının ortaya çıkmasını sağlayacak kurucu unsurlarından birisi olarak algılamaya müsait bir içerik sunmaktadır. Bununla birlikte, kötü çeviri, uygulamayı ve Türkçe literatürü fazlasıyla etkilememiş ve maddenin orijinal hali göz önüne alınarak hükmün içeriği anlaşılmaya gayret edilmiştir. Biz de aynı yöntemi kullanarak, hükmün içeriğini konu hakkındaki Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ve Topluluk Marka Ofisi (OHIM) yorumlarını dikkate alarak çözümlemeye çalışacağız.

 

Markalar arasında bağlantı kurulması ihtimali, hükmün orijinal İngilizce metninden de anlaşılacağı üzere, karıştırılma olasılığı kavramı tarafından kapsanmaktadır (the likelihood of confusion includes the likelihood of association with the earlier trade mark), yani markaların ilişkili olması ihtimali karıştırılma olasılığının alternatifi ya da ondan bağımsız bir kavram değildir. Bu hususa ilişkin olarak Avrupa Birliği Adalet Divanı Sabel v. Puma (C-251/95) kararının 18. paragrafında takip eden tespiti yapmıştır: “Markalar arasında bağlantı kurulması ihtimali, karıştırılma ihtimaline alternatif değildir, karıştırılma ihtimalinin kapsamının tanımlanması amacına hizmet eder.” Divan bir diğer önemli kararı olan Marca Mode v. Adidas (C-425/98) kararında ise takip eden tespitleri yapmıştır: “Malların aynılığı, yüksek düzeyde tanınmışlık ve markalar arasında bağlantı bulunsa da karıştırılmanın ortaya çıkacağı her durumda varsayılamaz. Karıştırılma olasılığına yönelik pozitif bir bulgu ortaya çıkmalıdır. (OHIM İlana İtiraz Rehberi Bölüm 2 Kısım 2A s.5)”. Bir diğer deyişle, markalar arasında bağlantı kurulması ihtimali, karıştırılma ihtimalinin bir adım ötesi ya da farklı bir kavram seti değildir, tersine markalar arasında bağlantı kurulması ihtimali karıştırılma ihtimali kavramı içerisinde değerlendirilmesi gereken, bu kavram içerisinde yer alan ancak değerlendirme kriterleri bakımından bazı farklılıklar gösteren alt küme niteliğinde bir durumdur. Bu durumda, yanıtlanması gereken soru takip eden hali almaktadır: Markalar arasında bağlantı kurulması ihtimaline ilişkin değerlendirme, klasik karıştırılma ihtimali değerlendirmesinden hangi noktalarda farklılaşmaktadır? Takip eden paragraflarda bu soru yanıtlanmaya çalışılacaktır.

 

Markalar arasında bağlantı kurulması ihtimalinin ortaya çıkacağı durumları değerlendirirken, üst küme olarak tanımladığımız karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkacağı hallere ilişkin olarak OHIM marka inceleme kılavuzunda kullanılan ayrımı ödünç alacağız. Bu ayrıma göre, karıştırılma, doğrudan karıştırılma ve dolaylı karıştırılma olarak ikiye ayrılmaktadır (OHIM İlana İtiraz Rehberi Bölüm 2 Kısım 2A s.17-18). Doğrudan veya bir diğer deyişle klasik karıştırılma ihtimalinde, markaların ve malların / hizmetlerin benzerlik derecesinin yüksekliği nedeniyle, ilgili tüketici kesimi alım esnasında markalar arasındaki farklılıkları ayırt etmeyecektir ve markaların biri yerine diğerini alımına konu ederek karıştırma tehlikesinin içine düşecektir. Dolaylı karıştırılma ihtimalinde ise, ilgili tüketiciler markaların arasındaki farkların bilincindedir, ancak gene de malların / hizmetlerin aynı kaynaktan geldikleri konusunda yanılgıya düşmeleri ihtimali mevcuttur. Markalar arasında bağlantı kurulması ihtimali olarak da adlandırılan dolaylı karıştırılma durumunda da, mallar / hizmetler arasında benzerlik bulunmalıdır, bu ihtimal malların / hizmetlerin benzerliği halinden bağımsız bir değerlendirmeye konu değildir (malların / hizmetlerin benzerliğinden bağımsız değerlendirme KHK’nin 8/4 fıkrasında yer bulan tanınmış / bilinir markalara ilişkin ret gerekçesidir).

 

OHIM inceleme kılavuzunda, dolaylı karıştırılma olarak tanımlanan markalar arasında bağlantı kurulması ihtimaline ilişkinin değerlendirmenin ana hatları, Avrupa Birliği Adalet Divanının bu yazının önceki kısımlarında belirtilen Sabel v. Puma (C-251/95), Marca Mode v. Adidas (C-425/98) kararlarında çizilmiştir. Belirtilen kararları özetlemek gerekirse, Avrupa Birliği Adalet Divanına göre, markaların arasında bağlantı kurulması ihtimali, karıştırılma ihtimalinin alternatifi değildir ve malların aynılığı, yüksek düzeyde tanınmışlık, markalar arasında bağlantı bulunsa da, karıştırılma olasılığına yönelik pozitif bir bulgu olmadıkça, markaların arasında bağlantı kurulması ihtimalinden söz edilemez. Ayrıca, yeni markanın ortaya çıkardığı izlenim önceki markayı anımsatsa da, ilgili tüketiciler markaların arasında farkların bilincindeyse ve malların / hizmetlerin aynı (veya ekonomik olarak bağlantılı) kaynaktan geldiği kanaatinde değilse, markaların karıştırılması veya markalar arasında bağlantı kurulması ihtimali ortaya çıkmayacaktır. Yani, iki marka arasındaki belirli ortak özellikler nedeniyle, ilgili tüketici kesiminin markalar arasında sadece bağlantı kurması ilgili ret gerekçesinin ortaya çıkması için yeterli değildir. (OHIM İlana İtiraz Rehberi Bölüm 2 Kısım 2A s.17-18). Bu yorumun OHIM ve AB üyesi ülkeler marka inceleme pratiğine yansıması ise markalar arasında bağlantı kurulması ihtimalinin uygulama alanının oldukça sınırlı tutulması yönünde olmuştur.

 

Sınırlı uygulama hali, özellikle (ancak bununla sınırlı kalmamak üzere) yeni markanın önceki markanın ait olduğu bir marka serisiyle ilişkilendirilmesi halinde ortaya çıkacaktır. Marka serisine ait olma konusunda açıklamada bulunan önemli Adalet Divanı kararlarından başlıcası C-234-06 sayılı Bainbridge kararıdır. Bainbridge kararında yer alan ilkeler ayrı bir yazıda belirtilebilir, burada en önemlilerine yer verilecek olursa; “Aynı kelimeye farklı grafik unsurlar veya yeni kelimeler eklenmesi veya farklı kelimelere sürekli biçimde aynı ön ek veya son ekin eklenmesi biçimiyle karakterize edilen markalar söz konusu olduğunda marka serilerinden bahsedilebilir. Seri markalar nedeniyle karıştırılma için iki koşul gereklidir: Bir marka serisi oluşturacak yeterli sayıda marka piyasada olmadıkça, hiçbir tüketiciden o marka serisinin ortak özelliklerini tespit edip, o özelliği içeren başka markalarla bağlantı kurması beklenemez. Sonraki marka, marka serisine dahil markalarla sadece benzer olmamalı, aynı zamanda seriye dahil markalarla ilişkilendirilmeyi sağlayacak karakteristik özellikleri (aynı kelimeye farklı grafik unsurlar veya yeni kelimeler eklenmesi veya farklı kelimelere sürekli biçimde aynı ön ek veya son ekin eklenmesi, vb.) de içermelidir.”

 

Sonuç:

 

Markalar arasında bağlantı kurulması ihtimali, OHIM ve AB üyesi ülkeler ofisleri tarafından markalar arasındaki benzerliğin görece düşük olduğu durumlarda karıştırılma olasılığı sonucuna varmak için kullanılan bir emniyet supabı hükmü değildir. Markalar arasında bağlantı kurulması ihtimalinden sınırlı durumlarda (bir marka serisine ait marka olarak değerlendirilme hali başta olmak üzere) bahsedilebilir ve bu durumlar karıştırılma olasılığı kavramının dışında kalan veya malların / hizmetlerin benzerliğinden bağımsız haller değildir. Türkiye uygulamasında sıklıkla karşılaşılan markaların ilişkilendirileceği yönündeki iddiaların değerlendirilmesinde, markalar arasında bağlantı kurulması ihtimalinin Avrupa’daki sınırlı uygulama alanının göz önüne alınması ve markalar arasındaki görece düşük benzerlik hallerinde kolaylıkla karıştırılma – ilişkilendirilme (bağlantı kurulması) ihtimalinin varlığı sonuçlarına ulaşılmaması yerinde olacaktır.

 

Önder Erol Ünsal

Kasım 2011

 

“Ayırt Edilemeyecek Derecede Benzerlik” Kavramının Eleştirisi

article-0-120FE0E0000005DC-486_468x364(Görsel http://www.dailymail.co.uk/news/article-2111846/Mum-finds-half-red-half-green-apple-marked-perfect-line.html adresinden alınmıştır.)

Markaların aynılığı veya benzerliği ve markaların kapsadığı malların / hizmetlerin aynılığı veya benzerliği sonucu markaların karıştırılması ihtimali ortaya çıkabilir. Karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkmasını etkileyen diğer faktörler (önceki markanın tanınmışlığı veya bilinirliği, bütünsel izlenim bakımından benzerlik, vb.) de bulunmakla birlikte, karıştırılma ihtimalinin kurucu iki unsuru, markaların aynılığı veya benzerliği ve markaların kapsadığı malların / hizmetlerin aynılığı veya benzerliğidir.

Markaların ve kapsadıkları malların / hizmetlerin aynı olması durumunda karıştırılma mutlaktır, dolayısıyla bu durumda ihtimalden bahsetmek veya ihtimalin varlığını araştırmak yersizdir.

Diğer tüm durumlarda, yani;

 

Markalar aynı     –   Mallar / hizmetler benzer
Markalar benzer  –  Mallar / hizmetler aynı
Markalar benzer  –  Mallar / hizmetler benzer

durumlarında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkıp çıkmayacağı araştırılmalıdır.

Karıştırılma ihtimalinin varlığının tespit edilmesi incelemesinde marka inceleme ofisinin (Türkiye’de bu inceleme Türk Patent Enstitüsü tarafından yapılmaktadır) incelemeyi resen ya da itiraz üzerine öneme sahip değildir. Karıştırılma ihtimali vardır ya da yoktur, incelemenin resen ya da itiraz üzerine yapılması karıştırılma ihtimalinin varlığını etkilemez.

Yurtdışında marka inceleme ofisleri; karıştırılma ihtimalini resen veya ilana itiraz üzerine veya resen incelemenin ardından ilana itiraz üzerine bir kez daha inceleme yaparak iki aşamalı biçimde inceleyebilmektedir. Türkiye, resen incelemenin ardından ilana itiraz üzerine bir kez daha inceleme yaparak iki aşamalı inceleme yöntemini seçen ülkelerden birisidir. Resen inceleme 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 7/1-(b) bendi kapsamında yapılırken, ilana itiraz üzerine inceleme aynı kararnamenin 8. maddesinin birinci fıkrası kapsamında gerçekleştirilmektedir. Bununla birlikte, kararnamenin 7/1-(b) bendi içeriğinde kullanılan terimler bu bendin içeriği hakkında farklı değerlendirme ve yorumlara neden olmaktadır. Bu yazı 7/1-(b) bendi kapsamında kullanılan ifadelerin yol açtığı (veya açabileceği) tek sonucun karıştırılma ihtimali olduğunu göstermek, 7/1-(b) bendi ile 8. maddenin birinci fıkrası arasında yaratılan abartı derecesindeki ayrımın anlamsızlığını veya yanlışlığını ortaya koymak için yazılmıştır.

Karıştırılma ihtimali, yazının girişinde bahsedildiği üzere iki kurucu unsura sahiptir, bu unsurlar, markaların aynılığı veya benzerliği ve markaların kapsadığı malların / hizmetlerin aynılığı veya benzerliğidir. 556 sayılı KHK’nin 7/1-(b) bendi önceden tescilli veya başvurusu yapılmış markalarla aynı veya aynı tür malları / hizmetleri kapsayan aynı ya da ayırt edilemeyecek derecede benzer marka tescil başvurularının reddedileceği hükmünü içermektedir. Bir diğer deyişle, bir marka tescil başvurusunun bu bent kapsamında reddedilebilmesi için başvuru ile önceki marka aynı veya ayırt edilemeyecek derecede benzer olmalı ve markalar aynı veya aynı tür malları / hizmetleri kapsamalıdır. 7/1-(b) bendinde kullanılan terminolojide klasik karıştırılma olasılığı tanımlamasından farklılaşan unsurlar markaların benzerliğine ilişkin olarak kullanılan “ayırt edilemeyecek derecede benzer” ifadesi ve malların / hizmetlerin benzerliğine yönelik olarak kullanılan “aynı tür” ifadesidir.

Karıştırılma ihtimali kavramına yer veren ret hali ise 556 sayılı KHK’nin 8. maddesinin birinci fıkrası (b) bendinde yer bulmaktadır. Bu bent Avrupa Birliği marka direktifinden çeviridir ve karıştırılma ihtimali durumunda uygulanacak ret gerekçesini içermektedir: “Tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa.” marka tescil edilemez. Hüküm içeriğinde geçen ilişkili olma ihtimali, karıştırılma ihtimalinin alt kümesi olup, bu ihtimal hakkında farklı bir yazıda açıklama yapılacaktır. 8. maddenin birinci fıkrası (b) bendi hükmü, bu haliyle iki marka arasında karıştırılma ihtimali varsa, sonradan yapılan başvuru reddedilecektir demektedir ve 8. madde bilindiği üzere ilana itiraz üzerine incelenmektedir.

7/1-(b) bendinde yer alan kavramların (ayırt edilemeyecek derecede benzer – aynı tür) markalar veya mallar / hizmetler arasındaki benzerliğin derecelendirilmesine yönelik (yapay) derecelendirmeler olduğu kabul edildiğinde ve 8. maddenin birinci fıkrasında karşımıza çıkan klasik karıştırılma olasılığı tanımı dikkate alındığında, karşımıza markaların benzerliğine ilişkin dört aşamalı bir tablo çıkmaktadır. Bu tabloya göre, iki marka birbirleriyle;

Aynı veya Ayırt edilemeyecek derecede benzer veya Benzer veya Benzemez olabilir.

Aynı paralelde, iki markanın kapsadığı mallar / hizmetler birbirleriyle;

Aynı veya Aynı tür veya Benzer veya Benzemez olabilir.

Dolayısıyla, yanıtlanması gereken soru, markaların benzerliğine ilişkin kategoriler ile malların / hizmetlerin benzerliğine ilişkin kategorilerin birbirleriyle eşleştirilmesi neticesinde hangi sonuçların ortaya çıkacağıdır.

Eşleştirmeler bağlamında ortaya çıkacak sonuçların aslında çok net ve anlaşılır olması gerekirken, 556 sayılı KHK hazırlanırken ve sonradan tadil edilirken kullanılan terminolojinin, 7/1-(b) bendi özelinde, uluslararası marka literatüründen son derece farklı olması nedeniyle algılama ve uygulama farklılıkları ortaya çıkmış ve Türkiye’de markaların karıştırılması ihtimaline ilişkin yapay bir ayrım ortaya çıkmıştır. İki marka arasında karıştırılma ihtimali var mıdır sorusunun yanıtı tüm dünyada “vardır” ya da “yoktur” şeklinde iken, Türkiye’de bu sorunun yanıtı “7. maddeye göre yok ama 8. maddede olabilir”, “resen incelemede yok ama ilana itiraz edilirse karıştırılma ihtimali olabilir”, “7. madde incelemesinde yayınlanır itiraz gelirse reddedilir” biçiminde ortaya çıkabilmektedir. Peki, o halde 7/1-(b) bendi hangi durumda ret kararı verilmesini öngörmektedir ve marka hukukunda karıştırılma olasılığı dışında veya bu kavramın alt kümesi niteliğinde bir hal var mıdır?

Soruyu ve ifadeleri netleştirmek için yukarıda yer verdiğimiz markaların benzerliğine ve malların / hizmetlerin benzerliğine ilişkin kategorileri ve bunların sonuçlarını birbirleriyle tablo biçiminde eşleştireceğiz. Kategorilerden birisinin karşılığı benzemez ise 7/1-(b) veya 8. madde birinci fıkra kapsamında ret hali ortaya çıkmayacağı için “benzemez” kategorilerine ilişkin eşleştirmeler yapmayacağız. Eşleştirmeler yapılırken gereksiz tekrarlardan kaçınmak için benzer marka kavramının ayırt edilemeyecek derecede benzerlik halini de içeren bir üst küme olduğu ve benzer mal / hizmet kavramının aynı tür mal / hizmet halini de içeren bir üst küme olduğu kabul edilmiştir.

1. Markalar aynı Mallar / hizmetler aynı Karıştırılma mutlak(7/1-(b) bendi kapsamında ret)
2. Markalar aynı Mallar / hizmetler aynı tür ………………………..(7/1-(b) bendi kapsamında ret)
3. Markalar ayırt edilemeyecek derecede benzer Mallar / hizmetler aynı ………………………..(7/1-(b) bendi kapsamında ret)
4. Markalar ayırt edilemeyecek derecede benzer Mallar / hizmetler aynı tür ………………………..(7/1-(b) bendi kapsamında ret)
5. Markalar aynı Mallar / hizmetler benzer Karıştırılma ihtimali mevcut(8.madde kapsamında ret)
6. Markalar benzer Mallar / hizmetler aynı Karıştırılma ihtimali mevcut(8.madde kapsamında ret)
7. Markalar benzer Mallar / hizmetler benzer Karıştırılma ihtimali mevcut(8.madde kapsamında ret)

Görüldüğü üzere tablonun 2., 3. ve 4. satırlarında 7/1-(b) bendi hükmü gereğince ret hali ortaya çıkmış olmakla birlikte, bu ret halinin kavramsal karşılığı kısmı boş bırakılmıştır. Türk marka hukukuna (maalesef) egemen olan görüşe göre, 7/1-(b) bendinde yer alan “ayırt edilemeyecek derecede benzer marka” kavramı 8. madde incelemesinde yer bulan “benzer marka” kavramı o kadar farklıdır ki, 7. ve 8. madde incelemeleri son derece ayrı benzerlik hallerine ilişkindir. Bu görüşe katılmamız mümkün olmadığı gibi, bu görüşün kavramsal olarak şiddetle eleştirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Her şeyden önce, karıştırılma olasılığı kavramının tek olduğu, 7/1-(b) bendi kapsamında yer bulan ve tablomuzun 2., 3. ve 4. satırlarında görülen eşleştirmelerin karşılığının da “karıştırılma olasılığı mevcut” şeklinde doldurulması gerektiği belirtilmelidir. 7/1-(b) bendinde yer alan “ayırt edilemeyecek derecede benzer marka” kavramının, 8. madde incelemesinde yer bulan “benzer marka” kavramından son derece farklı olduğu savunan egemen görüş öncelikle bu farklılığı kavramsal bir zemine oturtmalı ve eğer bu benzerlik halleri birbirlerinden farklı ise 7/1-(b) bendi incelemesi sonucu ortaya çıkan halin karıştırılma olasılığından neden farklı olduğunu veya ne olduğunu ortaya koymalıdır. Ancak, bu beklenti iyimser bir beklentidir, çünkü bu beklentinin kavramsal karşılığı yoktur ve olması da beklenemez. Marka literatüründe ve uluslararası uygulamalarda karıştırılma olasılığı kavramı tektir ve markaların benzerlik hali aynı, ayırt edilemeyecek derecede benzer veya benzer olarak ve malların / hizmetlerin benzerlik hali aynı, aynı tür veya benzer olarak adlandırılsa da, tüketicilerin içine düşecekleri tehlike tektir ve bu da karıştırılma olasılığıdır.

Yanıtlanması gereken soru bu durumda farklılaşmaktadır. 7/1-(b) bendi ve 8. maddenin birinci fıkrasının kavramsal karşılığı, yani karıştırılma olasılığı kavramı tek ise, 7/1-(b) bendi ile 8. maddenin uygulaması arasındaki ayrım ve bu ayrımı savunan egemen görüş hangi aşamada anlam kazanmaktadır? Çeşitli Yargıtay ve mahkeme kararlarında ayırt edilemeyecek derecede benzerlik hali ve dolayısıyla 7/1-(b) bendinin uygulama alanı uzun uzadıya tarif edilmiş olmakla birlikte, bu benzerlik halinin kavramsal karşılığının ne olduğu ve bu halin karıştırılma olasılığından neden farklı olduğu açıklanmamış olduğundan yapılan açıklamalar teorik bakımdan boş kümeyi işaret etmektedir. Dolayısıyla, sorunun tek anlamlı yanıtı pratik ve uygulamaya ilişkin kaygılar olarak ortaya konabilir.

Kuruluş aşamasında nicelik ve nitelik olarak yeterli işgücüne sahip olmayan ve eski kanunun getirdiği geleneksel yaklaşımdan ve kavramlardan pek de kopmak istemeyen kanun hazırlayıcılar, çoğunluğu Avrupa Birliği mevzuatından çeviri olan yeni mevzuatın içine eski mevzuatın (esas unsur; ilk bakışta tefrik edilemeyecek derecede benzer = ayırt edilemeyecek derecede aynı [sonradan ayırt edilemeyecek derecede benzer olarak değiştirilmiştir] gibi) kavramlarını eklemişler ve malların / hizmetlerin benzerliğine ilişkin tebliğ ve 7/1-(b) bendi – 8. madde ayrımı örneklerinde görüleceği üzere mümkün olduğu kadar mekanik yaklaşımları kabul ederek marka incelemesinde indirgemeci bakışı uygulamayı tercih etmişlerdir. Zamanla, 7/1-(b) bendi – 8. madde ayrımı şeklinde ifade ettiğimiz ve bu yazı boyunca eleştirdiğimiz yaklaşım kurumsallaşmış ve Yargıtay kararları ile ayrım iyice yerleşik hale gelmiştir.

Kavramsal temeli bulunmayan ve yerleşik hale gelen ayrımın fazlaca eleştirilmemesi ilginç olmakla birlikte, bu sorunun yanıtı da basittir. Ayrım birinci aşamada, 7/1-(b) bendi kapsamında resen yapılan inceleme neticesinde markalar arasında çok üst düzeyde benzerlik ve tebliğe göre belirlenmiş aynı / aynı tür mallar / hizmetler bulunmadığı sürece başvuruların ilan edilmesi şeklinde sonuç vermektedir. İkinci aşamada, yani ilana itiraz üzerine yapılan incelemede ortaya çıkan sonuç ise markalar arasında daha düşük derecedeki benzerlikler ve tebliğde farklı grup veya sınıflarda yer almalarına rağmen benzer bulunabilen (ki son derece yerinde bir yaklaşımdır) mallar / hizmetler nedeniyle karıştırılma ihtimalinin varlığı sonucuna varılabilmesidir. Çok sayıda marka başvurusunda bulunan ve tescil edilen markalarının etkin takibi için ilana itiraz yöntemini sıklıkla kullanan firmaların büyük – ekonomik açıdan güçlü firmalar olduğu açıktır. Bu tip firmaların markaları genellikle piyasanın etkin, kariyerli ve birikimli vekil firmaları tarafından takip edilmekte ve ilana itiraz amaçlı marka izleme hizmetleri kesintisiz sağlanmaktadır. Ekonomik açıdan görece küçük veya güçsüz firmalar ise genellikle bir ya da birkaç markanın sahibidir ve bu firmalar markalarını büyük firmalarda olduğu kadar etkin takip etmemektedir. Bu tip firmalar genellikle marka vekili aracılığıyla başvuru yapmış olmakla birlikte ilana itiraz yolunu aynı sıklıkla kullanmamaktadır. Kısaca, çok sayıda başvuruya sahip büyük firmalar 7/1-(b) bendi kapsamında resen Enstitü tarafından yapılan incelemenin çok üst düzeydeki benzerlikle sınırlı olmasından faydalanmaktadır. Aynı şekilde, markaların etkin biçimde ilana itiraz yoluyla takip eden büyük tip firmalar, ilana itiraz üzerine gerçekleşen 8. madde kapsamındaki incelemenin çoğunlukla başvuruların reddedilmesiyle sonuçlanmasından da memnundur. Bu tip firmaların vekilleri olan marka vekilleri de bu sistemi tercih edilir nitelikte bulmaktadır, çünkü ilana itiraz gibi takip işlemleri de ücretlendirilmektedir. Enstitü de bu sistemi tercih edilir bulmaktadır, çünkü her yıl yapılan 80.000 – 100.000 marka tescil başvurusunun 7/1-(b) bendi kapsamında resen benzerlik incelemesinin derinlemesine yapılması, mevcut koşullarda pratik olarak mümkün değildir. Bu sistemden zararlı çıkan ise bir ya da birkaç markanın sahibi olan ve markasını izleme servisi satın alarak etkin olarak koruyacak bütçesi olmayan veya bunun farkında bile olmayan küçük firmalardır. Dolayısıyla, 7/1-(b) bendi ile 8. madde uygulamaları arasında oluşturulan ve kavramsal temeli bulunmayan ayrım, küçük firmaların aleyhine, büyük firmaların ve vekillerinin lehine sonuç doğurmakta, Enstitü pratik ve anlaşılabilir nedenlerle bu uygulamayı tercih etmektedir.

Enstitü uygulamasının ve Yargıtay yaklaşımının 7/1-(b) bendi ile 8. madde arasında oluşturulan (yapay) ayrım konusunda netleşmiş olması ve bu ayrımın geri dönülmez karaktere bürünmüş olması göz önüne alındığında, kavramsal karşılığı bulunmayan ayrımın fiili durum haline büründüğü ortaya çıkmaktadır. Fiili durumu kavramsal olarak anlamlı kılmanın tek yolu ise geleceğe yönelik olarak resen benzerlik incelemesinin, yani 7/1-(b) bendi incelemesinin kaldırılması olacaktır. 7/1-(b) bendinin gerekliliği, Türkiye koşullarında genel olarak marka sahiplerinin marka takibi konusundaki bilinçsizliğine dayandırılıyor olmakla birlikte, 7/1-(b) bendi uygulamasının kapsamının günümüzde son derece sınırlı hale getirildiği ve Yargıtay kararlarının da bu yorumun öncüsü olduğu görülmektedir. Kısaca, 7/1-(b) bendi kanunen yerinde durmakla birlikte, ayırt edilemeyecek derecede benzerlik gibi son derece anlamsız bir kavramın Yargıtay kararlarıyla içinin iyice boşaltılması suretiyle bent fiilen ortadan kaldırılma aşamasına gelmiştir. Dolayısıyla, şu anki yorumlanma biçimiyle 7/1-(b) bendi, aynılık hali dışarıda tutulmak kaydıyla neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Bu bağlamda, fiili durumda uygulama alanı son derece sınırlı olan bu hükmü tamamen kaldırmanın ve bu yolla kavramsal kargaşanın da önüne geçmenin çare olabileceği düşünülmektedir.

7/1-(b) bendinin kaldırılması tartışmaları ülkemizde zaman zaman dile getirilmiş olsa da, bu yöndeki söylemlerin genellikle altyapısı bulunmadığı, incelemeye dayanmadığı, tartışmayı veri olmadan gelişmiş ülke – az gelişmiş ülke perspektifinden yorumlamaya çalışan düzeyde kaldığı ortadadır. 7/1-(b) bendinin yani resen benzerlik incelemesi yapılmasının ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ilgisinin bulunmadığı ortadadır ve bunlar başka bir yazıda dile getirilecektir. Aynı yazı kapsamında 7/1-(b) bendi kaldırılırsa ne tür bir modelin uygulanabilir olacağı da tartışılacaktır.

Önder Erol Ünsal

Kasım 2011

“du Pont” Faktörleri – Karıştırılma Olasılığının Tespitinde A.B.D.’nde Kullanılan Testler

İki marka arasındaki karıştırılma olasılığı olup olmadığının tespit edilmesinde A.B.D. mahkemeleri tarafından kullanılan “du Pont” faktörleri 1973 yılında A.B.D. Gümrük ve Patent Temyiz Mahkemesi tarafından verilen “E. I. DuPont de Nemours & Co., 476 F.2d 1357, 177 USPQ 563 (C.C.P.A. 1973)” davasında sayılmıştır. “du Pont” faktörleri karıştırılma olasılığının tespit edilmesinde dünya genelinde kullanılan faktörlerle benzeşmekle birlikte, kararın A.B.D. marka inceleme sisteminde en çok atıfta bulunulan karar olması ve halen geçerliliğini sürdürmesi, daha çok Avrupa Birliği pratikleri üzerinde yoğunlaşmış ülkemizde de kararın temel ilkelerinin bilinmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu tespitten hareketle, A.B.D.’nde karıştırılma olasılığının tespiti için kullanılan “du Pont” faktörleri sıralayacak olursak:

1-      Markaların görsel, işitsel, anlamsal ve ticari izlenim bakımlarından bütünsel benzerliği veya benzemezliği.

2-     Başvuru veya tescilde yer alan malların ve / veya hizmetlerin niteliği ve benzerliği veya benzemezliği.

3-     Yerleşik ve devamlılık göstereceği düşünülen ticaret kanalların benzerliği veya benzemezliği.

4-     Satışların gerçekleştirildiği koşullar ve alıcıların karar biçimi; ani alıma karşı dikkatli – karmaşık alım süreci.

5-      Önceki markanın satış, reklam veya kullanım süresinin uzunluğundan kaynaklanan ünü (bilinirliği, tanınmışlığı).

6-     Benzer mallar üzerinde kullanılan benzer markaların sayısı ve niteliği.

7-     Fiili karışıklık, eğer varsa fiili karışıklığın niteliği ve boyutu.

8-    Eş zamanlı kullanım. Fiili karışıklık olmaksızın eş zamanlı gerçekleşen kullanımın süresi ve bu kullanımın gerçekleştiği şartlar.

9-     Kullanıma konu olan veya olmayan malların çeşitliliği.

10-  Sonraki markanın sahibinin ve önceki markanın sahibinin piyasadaki kesişim noktası.

11-  İddia sahibinin malları üzerinde markasının kullanımı hakkında diğer kişileri engelleme hakkının bulunup bulunmadığı.

12-  Olası karışıklığın boyutu (Karıştırmanın sonuçları önemsiz mi olacaktır yoksa karıştırma esasa ilişkin önemli problemlere mi yol açacaktır?).

13-  Karıştırılma iddiasını destekler nitelikteki diğer unsurlar.

Karıştırılma ihtimalinin varlığı incelenirken, A.B.D.’nde “du Pont” faktörlerinin tamamına eşit ölçüde değer atfedilir, ancak incelenen vakanın niteliğine bağlı olarak bir faktör diğerlerine göre daha belirleyici nitelikte olabilir.

Önder Erol Ünsal

Aralık 2011

unsalonderol@gmail.com

İhtilaf Dışı Üçüncü Kişiler Adına Önceden Tescilli Markaların Karıştırılma İhtimaline Etkisi – A.B.D. Örneği

A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO) marka inceleme rehberine göre (Trademark Manual of Examining Procedure – TMEP – 1207.01(d)(iii) – 8th edition – 2011), üçüncü kişiler adına önceden tescilli markaların varlığı, (genellikle) önceki bir markayla çok benzer olan sonraki bir markanın tescil edilmesini haklı hale getirmez, bir diğer deyişle bu tip markaların mevcudiyeti karıştırılma olasılığının varlığı sonucuna ulaşılması ihtimalini ortadan kaldırmaz. Bununla birlikte, üçüncü kişi tescillerinin varlığı, markanın veya markanın bir bölümünün tanımlayıcı, çağrıştırıcı veya genel kullanıma açık nitelikte olduğunu, dolayısıyla halkın malların / hizmetlerin kaynağını ayırt etmek için markadaki diğer unsurlar üzerinde yoğunlaşacağını göstermek için uygun olabilir. Bu biçimde değerlendirildiğinde, üçüncü kişi tescilleri dilin genel olarak nasıl kullanıldığını gösteren sözlüklere benzetilebilir.

USPTO inceleme rehberinin yukarıda yer verilen kısmına göre, üçüncü kişilerin (benzer markaları) kullanımını gösteren kanıtlar, “benzer mallar üzerinde kullanılan benzer markaların sayısı ve niteliği” olarak tanımlanan bir faktördür (karıştırılma olasılığı değerlendirmesinde kullanılan faktörler A.B.D.’nde 1973 yılında alınan ünlü “du Pont” davasında belirtilmiştir ve bu faktörler blogdaki bir sonraki yazıda sayılacaktır). Eğer kanıtlar, ilgili tüketici kesiminin benzer markaların benzer mallar üzerinde üçüncü taraflarca kullanımının farkında olduğunu (bu tip kullanıma maruz kaldığını) ispatlar nitelikteyse, bu kanıtların markanın göreceli olarak zayıf olduğunu ve daha dar içerikli bir koruma kapsamından yararlanması gerektiğini gösterdiği kabul edilir. Belirtilen hususlar, A.B.D. mahkemelerince yapılan değerlendirmelerdir ve davaların isim – numaraları USPTO marka inceleme rehberinin yukarıda yer verilen kısmında görülebilir.

Yukarıdaki paragraflarda yer verilen açıklamalar, USPTO’nun ve A.B.D. mahkemelerinin ayırt edici gücü görece zayıf markalarda karıştırılma olasılığının tespiti konusunda uyguladığı rejimin ana hatlarını göstermesi bakımından da önemlidir. Tanımlayıcı niteliğin varlığı, ilgili piyasalarda veya ticari yaşamda yaygın kullanım veya düşük ayırt edici güç gibi markaların koruma kapsamını zayıflatan evrensel marka inceleme kriterleri dikkate alınmaksızın, çok sayıda markanın, sadece birbirine benzer kelime unsurları içermeleri nedeniyle, hükümsüz kılınabildiği veya reddedilebildiği ülkemiz özelinde ayırt edici gücü görece zayıf markaların koruma kapsamının değerlendirilmesi içerikli karşılaştırmalı analizlerin yapılmasının yerinde olacağı düşünülmektedir.

Önder Erol Ünsal

Aralık 2011