Kategori: 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu

Fikrî ve Sınai Mülkiyet Haklarının E-Ticaret Sırasında Korunmasına İlişkin Yeni Dönem


Bilişim teknolojilerinin yaygın alt alanlarından olan elektronik ticarete (e-ticaret) ilişkin, Türk hukukundaki temel normatif metin olan 23.10.2014 tarihli ve 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da (6563 sayılı Kanun), 07.07.2022 tarihli ve 31889 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 01.07.2022 tarihli ve 7416 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’la (7416 sayılı Kanun)[1] [2] bir kısım değişiklikler yapılmıştır. 7416 sayılı Kanun’un Çerçeve Madde 3 hükmüyle birlikte 6563 sayılı Kanun m.9 hükmünde kapsamlı bir değişiklik yapılarak hukuka aykırı içeriklerden sorumluluk ve bu içeriklere ilişkin yükümlülükler düzenlenmiştir. Yapılan değişikliklerin uygulanmasına yönelik olan ve yazımızın konusunu oluşturan Elektronik Ticaret Aracı Hizmet Sağlayıcı ve Elektronik Ticaret Hizmet Sağlayıcılar Hakkında Yönetmelik (Yönetmelik) ise 29.12.2022 tarihli ve 32058 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Yönetmeliğin yürürlük maddesi, 7416 sayılı Kanun’un çeşitlilik gösteren yürürlük maddesiyle benzer ve uyumlu şekilde kaleme alınmıştır. Bu bağlamda Yönetmeliğin fikrî ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin 12 ila 14. maddeleri 01.01.2023 tarihinde yürürlüğe girecektir.[3] Anılan maddeler; fikrî ve sınai mülkiyet haklarının ihlali durumunda şikâyet başvurusunun usulüne, şikâyet başvurusuna karşı itiraza ve başvurunun sonuçlandırılmasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Bu düzenlemelere ilişkin önemli hususlar ve değerlendirmelerimiz aşağıda yer almaktadır:

  • Yönetmelik m.12/1 hükmüne göre; fikrî ve sınai mülkiyet hakkı ihlaline yönelik şikâyet başvurusu dâhili iletişim sistemi, noter veya KEP aracılığıyla elektronik ticaret aracı hizmet sağlayıcıya (ETAHS) yapılacaktır. Hükümde yer alan “dâhili iletişim sistemi”, Yönetmelik m.4/1,ç hükmüne göre; ETAHS’nin, aracılık hizmeti sunduğu elektronik ticaret hizmet sağlayıcılarla (ETHS) elektronik ticaret pazar yerindeki her türlü iletişimini kolay ve ücretsiz sağlamak üzere oluşturulan sistemi ifade etmektedir. Dâhili iletişim sisteminin işlevsel olması ve ispat bakımından yeterli güvenceyi sağlaması durumunda, hem maliyetin düşük olması hem de işlem kolaylığı sağlaması sayesinde şikâyetlerin genellikle bu sistemi üzerinden gerçekleştirileceği öngörülmektedir.  
  • Yönetmelik m.12/1 hükmüne göre; şikâyet sırasında aşağıdaki bilgi ve belgelerin sunulması zorunludur:
    • Türk Patent ve Marka Kurumunca düzenlenen hak sahipliğini gösterir tescil belgesi veya Kültür ve Turizm Bakanlığınca düzenlenen bandrol formu ya da 5.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamındaki meslek birlikleri bakımından faaliyet belgesi. Düzenlemedeki “tescil belgesi” ifadesi sınai mülkiyet hukuku terminolojisi bakımından patent ve faydalı model belgesini karşılamamaktadır. Ancak bunun uygulamada bir soruna neden olmayacağı değerlendirilmektedir. Bunun yanında bandrollenmeye uygun olmayan ya da meslek birliklerince takip edilmeyen haklar bakımından hak sahipliğini ortaya koyacak resmî belge bulunmaması ihtimalinde uygulamada şikâyetin kabul edilmesi bakımından sorun yaşanabileceği değerlendirilmektedir.
    • Şikâyette bulunanın gerçek kişi olması halinde adı, soyadı, T.C. kimlik numarası, adres bilgileri, e-posta adresi ve varsa KEP adresi; tüzel kişi olması halinde unvanı, adres bilgileri, e-posta adresi, varsa KEP adresi ve vekil sıfatıyla şikâyette bulunulması halinde vekâlet verenin ve vekilin anılan bilgileri ile vekilin temsile yetkili olduğunu gösterir belge. Düzenlemede e-posta adresi zorunlu bir unsur olarak arandığı için şikâyette bulunulması için örtülü şekilde e-posta adresi edinilmesi zorunluluğu getirildiği değerlendirilmektedir. Düzenlemede geçen “vekil” ifadesi ile kastedilen vekâlet ilişkisinin niteliği, ne 6563 sayılı Kanun’da ne Yönetmelik’te tespit edilebilmektedir. Bu anlamda vekâlet ilişkisinin marka ve/veya patent vekilleriyle mi, avukatlarla mı kurulacağı, alelade bir vekâlet ilişkisiyle de işlem yapılıp yapılamayacağı konusunda bir belirsizlik bulunmaktadır.
    • Şikâyet konusu ürünün fikrî ve sınai mülkiyet hakkını ihlal ettiğine dair gerekçe ve deliller.
    • Şikâyete konu ürünü gösterir internet adresi.
    • Şikâyet başvurusu kapsamında sunulan bilgi ve belgelerin gerçeğe aykırı olması durumunda başvuru sahibinin doğacak zararlardan sorumlu olduğuna dair beyan. Beyanın, bir sorumluluk beyanı olması nedeniyle vekil aracılığıyla değil, ancak hak sahibi tarafından bizzat verilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.  
  • Yönetmelik m.12/2 hükmüne göre; ETAHS, Yönetmelik m.12/1 hükmünde belirtilen hususları içermeyen başvuruları işleme almaz ve başvuru sahibini eksiklikler konusunda bilgilendirir. Eksiklik bildirimi yapılması hâlinde eksikliklerin giderilerek yeniden şikâyette bulunulmasına bir engel bulunmamaktadır.
  • Yönetmelik m.12/3 hükmüne göre; ETAHS, şikâyet başvurusunun kendisine ulaşmasından itibaren kırk sekiz saati geçmemek üzere, gecikmeksizin şikâyete konu ürünü yayımdan kaldırarak durumu ETHS’ye ve hak sahibine bildirir. ETHS’ye yapılan bildirimde şikâyet başvurusuna itiraz yöntemleri belirtilir. Hükümde, işlemin yapılacağı zaman bakımından kırk sekiz saat gibi kısa bir üst sınır öngörülmesi ve “gecikmeksizin” ifadesine yer verilmesi, ETAHS’ın bir esas incelemesinden ziyade, şekli inceleme yapacağı izlenimi uyandırmaktadır. Zira bu kadar kısa sürede, üstelik gecikmeksizin gibi bir ilke belirlenmişken evrakların içeriklerinin sağlıklı şekilde incelenmesi mümkün görünmemektedir.
  • Yönetmelik m.12/4 hükmü; şikâyete ilişkin bildirim ve bilgilendirmelerin dâhili iletişim sistemi üzerinden yapılmasına imkân tanımaktadır.
  • Yönetmelik m.13/1 hükmüne göre; fikrî ve sınai mülkiyet hakkı ihlaline yönelik şikâyet başvurularına karşı itiraz, ürünü yayımdan kaldırılan ETHS tarafından, tıpkı şikâyette olduğu gibi; dâhili iletişim sistemi, noter veya KEP aracılığıyla ETAHS’ye yapılacaktır. Dâhili iletişim sisteminin uygulanmasına ilişkin itiraz bölümünde yaptığımız açıklamalar bu bölüm için de geçerlidir.
  • Yönetmelik m.13/1 hükmüne göre; itiraz sırasında aşağıdaki bilgi ve belgelerin sunulması zorunludur. Şikâyetle benzerlik gösteren kısımlara ilişkin değerlendirmelerimiz, itiraz bakımından da geçerliliğini korumaktadır.
    • İtirazda bulunanın adı, soyadı veya unvanı ile yetkili temsilci veya vekil sıfatıyla itirazda bulunulması halinde bunların ad ve soyadları ile temsile yetkili olduklarını gösterir belge.
    • İtirazın gerekçeleri, yayımdan kaldırılan ürünün şikâyette bulunanın fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ihlal etmediğine dair belge ve deliller.
    • Ürünün orijinal olduğunu ispatlamaya elverişli fatura veya fatura yerine geçen belgeler, kendisinden başlayarak geriye doğru fikrî ve sınai mülkiyet hakkı sahibini veya hak sahibinin verdiği yetkiyle ürünü piyasaya sunmuş kişileri gösterir sözleşme, sair belge ve deliller. Hükümde fikrî ve sınai mülkiyet haklarında tükenme ilkesinin ifade edildiği değerlendirilmektedir. Ancak bu aşamada itiraz sahibinin tedarik silsilesini ortaya koyması gerekliliğini doğuran “kendisinden başlayarak geriye doğru” ifadesi, ilgiliden yerine getirmesi beklenemeyecek, çoğu zaman içerisinde yer almadığı ticari ilişkiler nedeniyle yerine getirmesi de mümkün olmayacak bir yükümlülük yüklemektedir.
    • Başvuru sahibinin, itiraz başvurusu kapsamında sunulan bilgi ve belgelerin gerçeğe aykırı olması durumunda doğacak zararlardan sorumlu olduğuna dair beyanı.
  • Yönetmelik m.13/2 hükmüne göre; ETAHS, Yönetmelik m.13/1 hükmünde belirtilen hususları içermeyen itiraz başvurularını işleme almaz ve başvuru sahibini eksiklikler konusunda bilgilendirir. Hükümde yer alan “başvuru sahibi” ifadesi, şikâyet ve itiraz prosedürü olan bir konuda, itiraz sahibinden ziyade şikâyet edene karşılık gelmektedir. Ancak hükmünde “başvuru sahibi” ifadesinden itiraz sahibinin kastedildiği anlaşılmaktadır.
  • Yönetmelik m.14/1 hükmüne göre; ETHS’nin itirazında haklı olduğunun Yönetmelik m.13 hükmü kapsamında sunulan bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılması halinde ETAHS, şikâyete konu ürünü itiraz başvurusunun kendisine ulaşmasından itibaren en geç yirmi dört saat içinde yeniden yayımlar ve durumu hak sahibi ile ETHS’ye gecikmeksizin bildirir. Şikâyet hakkında karar verilmesi için bir azami süre öngörülmüşken, itiraz hakkında karar verilmesi için bir süre sınırı belirlenmemiş, ancak itirazın haklı olduğunun açıkça anlaşılması hâlinde, itirazın ulaşmasından itibaren yirmi dört saat içinde yayımlanma yükümlülüğü getirilmiştir. Burada dikkate edilmesi gereken husus, yirmi dört saatin “açıkça anlaşılma” tespitinden itibaren değil, itiraz anından başlayacak olmasıdır. İnceleme için bir azami süre belirlenmemişken, kararın uygulanması için itiraz anından başlayan bir sürenin belirlenmiş olması norm yapma tekniğine uygun değildir. Örneğin itirazın, kırk sekizinci saatte incelendiği ve açıkça haklı olduğunun anlaşıldığı bir durumda yirmi dört saatlik süre anlamını yitirecektir. Kanaatimizce karar için bir üst sınır belirlenmiş ise bunun hem şikâyet hem itiraz için öngörülmesi gerekirdi. Zira yapılan işlem nitelik bakımından benzerlik göstermektedir ve karar hangi yönde olursa olsun tarafların haklarına müdahale niteliği taşımaktadır. Yönetmelik m.14/1 hükmünde yer alan “açıkça” ifadesi, sınırları belirsiz ve subjektif değerlendirmeye açık olduğu için sorun yaratma potansiyeline sahiptir.
  • Yönetmelik m.14/2 hükmüne göre; ETAHS, fikrî ve sınai mülkiyet hakkı ihlalini ispatlayıcı yeni belgeler sunulmadıkça, aynı ürün ve iddiaya ilişkin şikâyet başvurularını işleme almaz ve bu durumu başvuru sahibine bildirir. Hükümden açıkça anlaşılmasa da düzenlemenin itirazın kabul edildiği, bir başka ifadeyle şikâyetin reddedildiği durumlara ilişkin olduğu değerlendirilmektedir.
  • Yönetmelik m.14/3 hükmüne göre; ETAHS tarafından yapılacak inceleme yalnızca ETHS’den temin edilen bilgi ve belgelerin incelenmesi ile sınırlıdır. Hükümde sözü edilen incelemenin, itiraz incelemesi olduğu, burada şikâyet sahibi tarafından sunulan bilgi ve belgelerle herhangi bir karşılaştırma yapılmaksızın sadece ETHS’den temin edilen belgelerin incelenmesiyle sonuca varılacağı değerlendirilmektedir.
  • Yönetmelik m.14/4 hükmüne göre; ilgililerin genel hükümlere göre adli ve idari mercilere başvurma hakları saklı tutulmuştur. Bir yönetmelik hükmüyle kanunla tanınmış başkaca bir hakkın saklı tutulduğunun ifade edilmesinin, normlar hiyerarşisi bakımından yersiz olduğu değerlendirilmektedir.

E-ticaretin, ticaret alanındaki hacmi arttıkça, fikrî ve sınai haklar alanındaki hak ihlallerinin e-ticaret mecralarında geçekleşme oranı da artmaktadır. Günümüzde fikrî ve sınai mülkiyet hakkı sahiplerinin yaşadığı önemli sorunlar arasında, taklit ürünlerin e-ticaret pazar yerlerinde yaygın şekilde satışa konu edilmesi, ETHS’ye ulaşmanın zor, bazen de imkansız olması gibi e-ticarete özgü durumlar da yer almaktadır.  6563 sayılı Kanun m.9/3 hükmünün ve Yönetmelik 12 ila 14 hükümlerinin ihdası, yaşanan sorunları belli ölçüde ve hızlı şekilde gidermeye elverişlidir. Ancak düzenlemelerde belirsiz alanlar da bulunmakta ve bu belirsizliklerin uygulamada sorunlara neden olabileceği değerlendirilmektedir.

Osman Umut KARACA

Aralık 2022

osmanumutkaraca@hotmail.com


DİPNOTLAR

[1] 7416 sayılı Kanun için bkz; https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/07/20220707-2.htm, (29.12.2022).

[2] 7416 sayılı Kanun’la 6563 sayılı Kanun’da fikrî ve sınai mülkiyet hukuku alanına ilişkin yapılan değişiklikleri incelediğimiz yazı için bkz; https://iprgezgini.org/2022/07/19/fikri-ve-sinai-mulkiyet-hukuku-baglaminda-elektronik-ticaret-alanindaki-guncel-gelismeler/, (29.12.2022).

[3] Yönetmelik için bkz; https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/12/20221229-5.htm, (29.12.2022).

FİKRİ MÜLKİYET HAKLARINA TECAVÜZ HALİNDE AÇILABİLECEK HUKUK DAVALARI

GİRİŞ

5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) uyarınca eser, sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsullerini ifade etmektedir (m. 1/a). Eser sahibinin FSEK uyarınca mali ve manevi hakları bulunmaktadır. Mali ve manevi haklarını kullanma yetkisi münhasıran eser sahibine aittir (m. 18/1). Mali haklar sözleşme ile üçüncü bir kişiye devredilebilirken manevi hakların devri mümkün değildir; ancak bu hakları kullanma yetkisinin devri mümkündür. Eser sahibi veya haklarının mülkiyetini ya da kullanma yetkisini devrettiği kişiler dışında üçüncü kişilerin hak sahibinin mali ve manevi haklarına aykırı yaptığı her fiil tecavüz anlamına gelir. Fikri mülkiyet haklarına tecavüz halinde hak sahibinin başta Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu olmak üzere, Türk Borçlar Kanunu (TBK) ve Türk Ticaret Kanunu (TTK) uyarınca birçok hukuki imkanı bulunmaktadır.

Uyuşmazlığın tarafları arasında yazılı veya sözlü bir sözleşme olması durumunda uyuşmazlık sözleşme hükümleri ve üstün genel ilkelere göre çözümlenir. Taraflar arasında sözleşme akdedilmemiş olması halinde haksız fiil temelli bir tecavüz söz konusu olacaktır, bu durumda TTK ve yerine göre TBK hükümleri uygulanacaktır.[1] FSEK’te düzenlenen ve eser şartlarını taşımayan değer ve iş ürünleri için ise haksız rekabet hükümleri uygulanır.

FSEK uyarınca mali ve/veya manevi haklarının ihlal edilmesi halinde hak sahibi, hukuk davaları ve ihlalin aynı zamanda suç teşkil etmesi halinde ceza davaları açabilir, ayrıca mahkemeden ihtiyati tedbir veya gümrük idaresinden tecavüz oluşturan eşyalara el konulmasını talep edebilir. Hak sahibinin açabileceği hukuk davaları (1) eser sahipliğinin tespiti davası, (2) tecavüzü tespit davası, (3)  tecavüzün men’i (önlenmesi) davası (4) tecavüzün ref’i (kaldırılması) davası ve (5) tazminat davası; ceza davaları ise mali, manevi ve bağlantılı haklara tecavüz suçları nedeniyle açılan ceza davalar, eser, icra, fonogram, yapım ve yayınları etkisiz kılmaya yönelik eylemlere karşı davalar ve bandrol ihlalleri için açılan davalardır. Bu yazımızda hukuk davaları incelenecektir.

A. İHTİYATİ TEDBİR VE GÜMRÜKTE GEÇİCİ OLARAK EL KOYMA

Hukuk mahkemesi, esaslı bir zararın veya ani bir tehlikenin önlenmesi için veya diğer herhangi bir sebepten dolayı zaruri ve bu hususta ileri sürülen iddiaları kuvvetle muhtemel görürse, FSEK uyarınca tanınmış olan hakları ihlal veya tehdit edilen kişinin ya da meslek birliklerinin talebi üzerine diğer tarafa bir işin yapılmasını veya yapılmamasını, işin yapıldığı yerin kapatılması veya açılmasını emredebileceği gibi bir eserin çoğaltılmış nüshalarının veya onu imale yarayan kalıp veya buna benzer çoğaltma vasıtalarının ihtiyati tedbir yoluyla muhafaza altına alınmasına da karar verebilir.

İhtiyati tedbir ve el koyma, davanın açılmasından önce talep edilebileceği gibi davanın açılmasından sonra da talep edilebilir. İhtiyati tedbir hususunda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 389 vd. hükümleri uygulanır. İhtiyati tedbir kararına muhalefet edilmesi halinde, duruma göre HMK m. 398 ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK) m. 343’de belirtilen disiplin hapsi ve hapsen tazyik cezaları uygulanır.[2] Buna göre, tedbir kararı veren mahkeme, ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren altı ay içerisinde şikayet edilmesi halinde disiplin ceza yargılaması yaparak muhalefet edenin ihtiyati tedbir kararının uygulanmasına ilişkin emre uymadığı veya tedbir kararına aykırı davrandığını tespit ederse muhalefet eden hakkında 6 aya kadar disiplin cezasına karar verebilir. Karara, tefhim veya tebliğinden itibaren 1 hafta içinde itiraz edilebilir. İtirazı, o yerde hükmü veren mahkemenin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisinden sonra gelen daire; son numaralı daire için bir numaralı daire; o yerde hükmü veren mahkemenin tek dairesi bulunması hâlinde en yakın yerdeki aynı düzey ve sıfattaki mahkeme inceler. İtiraz merci, 1 hafta içinde kararını verir. Merci, itirazı yerinde görürse işin esası hakkında karar verir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. Disiplin hapsi kararı kesinleştikten sonra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2 yıl içerisinde infaz edilir. Disiplin hapsine ilişkin karar, kesinleştiği tarihten itibaren 2 yıl geçtikten sonra yerine getirilemez. Tedbir kararına aykırı davranışın sona ermesi veya tedbir kararının gereğinin yerine getirilmesi ya da şikayetten vazgeçilmesi hâlinde, dava ve bütün sonuçlarıyla beraber ceza düşer.

Haklara tecavüz oluşturulması ihtimali hâlinde yaptırım gerektiren nüshaların ithalat veya ihracatı sırasında, 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun (GK) 57. maddesi hükümleri uygulanır. Buna göre, hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder nitelikteki eşyanın alıkonulması veya gümrük işlemlerinin durdurulması hak sahibinin veya temsilcisinin talebi üzerine gümrük idareleri tarafından gerçekleştirilir. Durdurma ve alıkoyma kararı hak sahibi veya temsilcisi ise beyan sahibi veya GK m. 37’de belirtilen kişilere bildirilir. Gümrük idaresine henüz bir talepte bulunulmadığı durumda ve söz konusu eşyanın fikri ve sınaî mülkiyet haklarını ihlal ettiğine dair açık deliller olması halinde, hak sahibinin geçerli bir başvuruda bulunabilmesini teminen, gümrük idareleri tarafından eşya 3 işgünü süresince re’sen alıkonulabilir veya eşyanın gümrük işlemleri durdurulabilir. Hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder nitelikteki nüshalara gümrük idareleri tarafından el konulmasına ilişkin işlemler Gümrük Yönetmeliği’nin ilgili hükümlerine göre yürütülür. Ayrıca, şartların varlığı halinde, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanır.[3]

B. HUKUK DAVALARI

I. AÇILABİLECEK DAVALAR

1. ESER SAHİPLİĞİNİN TESPİTİ DAVASI

Eser sahipliğinin tespiti davası, eser sahibinin kim olduğunun tespit edilmesi amacıyla  hukuk mahkemelerinde açılan bir eda davasıdır.[4] Eser sahipliğinin tespiti davası, eser sahibinin manevi haklarından olan eser sahibi olarak tanıtılma (adın belirtilmesi) hakkının kullanımı niteliğindedir. FSEK m. 15/3 uyarınca bir eserin kim tarafından yaratıldığı hususunda bir uyuşmazlık söz konusuysa veya üçüncü bir kişi eserin esas sahibi olduğunu iddia ediyorsa, eserin asıl sahibi, hakkının tespit edilmesini mahkemeden isteyebilir. Dolayısıyla eser sahipliğinin tespiti davasında çekişmesiz değil; çekişmeli yargılama usulü işletilmektedir.

FSEK m. 19 uyarınca eser sahibinin vefat etmesi durumunda bu davayı vasiyeti tenfiz memuru, bu tayin edilmemişse sırasıyla sağ kalan eşi ile çocukları ve mensup mirasçıları, anne-babası, kardeşleri hak sahibinin ölümünden itibaren 70 yıl içerisinde açabilir. Mezkûr kişilerin bu yetkilerini kullanmamaları durumunda, eser sahibinden veya onun halefinden mali bir hak iktisap eden kimse meşru bir menfaati bulunduğunu ispat ederse, dava açma hakkını kendi namına kullanabilir. Ayrıca, eser ülkenin kültürü bakımından önemli görülmüşse ve yukarıda sayılan yetkili kişilerden hiçbirinin bulunmaması veya bulunmasına rağmen yetkilerini kullanmamaları halinde ya da 70 yıllık sürenin dolmuş olması halinde Kültür ve Turizm Bakanlığı da eser sahibine tanınan hakları kendi namına kullanabilir.

2. TECAVÜZÜN TESPİTİ DAVASI

Tecavüzün tespiti davası, eser sahibinin haklarının veya bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir tarafın bu hakka veya haklara tecavüz edip etmediğinin belirlenmesi için açılır. Tecavüzün tespiti davası FSEK’te düzenlenmemiş olup genel hükümlere dayanılarak açılmaktadır (HMK m. 106, TTK m. 56/1). FSEK m. 19’da sayılan kişiler de tecavüzün tespiti davasını açabilir.[5] Tecavüzün tespiti davasının açılabilmesi için hukuka aykırılık yeterli olup, kusurun varlığı gerekmemektedir.

Hak sahibi, mütecavizin fiillerinin haklarını ihlal ettiğinin tespit edilmesinin yanı sıra, tecavüzün men’i veya ref’i (sonuçlarının ortadan kaldırılması, düzeltilmesi, tecavüzün işlenmesinde etkili olan araçların ve malların imhası) ve tazminat da (birlikte veya ayrı olarak) talep edebilir (TTK m. 56/1).[6]

3. TECAVÜZÜN MEN’İ (ÖNLENMESİ) DAVASI

Tecavüzün men’i davası, eser sahibinin olası tecavüzleri önlemesini amaçlayan bir eda davasıdır. FSEK m. 69’a göre eser sahibi, mali veya manevi haklarının tecavüz tehlikesine maruz kalması ya da gerçekleşen tecavüzün devamının veya tekrarının muhtemel görülmesi halinde tecavüzün önlenmesini dava edebilir.

Eser sahibinin ya da mali veya manevi haklarını devrettiği kişilerin tecavüzün men’i davasını açabilmesi için mütecavizin kusurunun varlığı şart değildir. Mahkeme, eser sahibinin mali ve manevi haklarını, tecavüzün kapsamını, kusurun olup olmadığını, varsa ağırlığını ve tecavüzün men’i halinde tecavüz edenin uğraması muhtemel zararları takdir ederek duruma göre tecavüzün men’i için lüzumlu göreceği tedbirlerin tatbikatına karar verecektir. Burada kusurun varlığı yalnızca tecavüzün önlenmesi hakkında verilecek tedbirin belirlenmesi bakımından rol oynamaktadır.

Tecavüz, hizmetlerini ifa ettikleri sırada bir işletmenin temsilcisi veya müstahdemleri tarafından yapılmışsa işletme sahibi hakkında da dava açılabilir.

Tecavüzün men’i ve ref’i aynı davada ileri sürülebilir.

Yargılama sonucunda davayı kabul etmesi halinde mahkemenin vereceği hüküm ile davalının yapması veya yapmaması gereken davranışları infazda tereddüt yaratmayacak şekilde açık ve net olarak göstermesi gerekmektedir.[7] Mezkur mahkeme hükmünün infazında “bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olan ilamlar”ı düzenleyen İİK m. 30 hükmü uygulanacak, mahkeme hükmüne muhalefet edenlere ise İİK m. 343 hükmü uygulanacaktır.

4. TECAVÜZÜN REF’İ (KALDIRILMASI) DAVASI

Tecavüzün ref’i davası, mali veya manevi hakları tecavüze uğrayan hak sahibinin tecavüzün ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için açtığı bir eda davasıdır. Eser sahibi veya mali/manevi hak sahibi, ref davası ile tecavüz sonucu meydana gelen hukuka aykırı sonucun ortadan kaldırılmasını talep etmektedir.

Eser sahibinin ya da mali veya manevi haklarını devrettiği kişilerin tecavüzün ref’i davasını açabilmesi için mütecavizin kusurunun varlığı şart değildir. Mahkeme, eser sahibinin mali ve manevi haklarını, tecavüzün kapsamını, kusurun olup olmadığını, varsa ağırlığını ve tecavüzün ref’i halinde tecavüz edenin uğraması muhtemel zararları takdir ederek duruma göre tecavüzün ref’i için lüzumlu göreceği tedbirlerin tatbikatına karar verecektir. Yine burada da kusurun varlığı yalnızca tecavüzün kaldırılması hakkında verilecek tedbirin belirlenmesi bakımından rol oynamaktadır.[8]

Tecavüz, hizmetlerini ifa ettikleri sırada bir işletmenin temsilcisi veya müstahdemleri tarafından yapılmışsa işletme sahibi hakkında da dava açılabilir.

(i) Manevi Haklara Tecavüz Halinde

FSEK m. 67’de düzenlenmiştir. Buna göre, henüz alenileşmemiş bir eser, sahibinin rızası olmaksızın veya arzusuna aykırı olarak umuma arzedildiği takdirde tecavüzün ref’i davasının açılabilmesi için umuma arz fiilinin çoğaltılmış nüshaların yayımlanması suretiyle gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Aynı şekilde esere, sahibinin arzusuna aykırı olarak adının konulduğu hallerde de hak sahibinin ref davası açabilmesi için hukuka aykırı fiilin çoğaltılmış nüshaların yayınlanması suretiyle gerçekleştirilmiş olması gerekir.

Eser üzerinde sahibinin adı hiç konulmamış veya yanlış konulmuş yahut konulan ad iltibasa meydan verecek mahiyette olup da eser sahibi eser sahipliğinin tespiti davasından başka tecavüzün ref’ini talep etmişse, tecavüz eden gerek aslına, gerek tedavülde bulunan çoğaltılmış nüshalar üzerine eser sahibinin adını kaydetmeye mecburdur. Masrafı tecavüz edene ait olmak üzere, hükmün en fazla 3 gazetede ilanı talep edilebilir (FSEK m. 67/2).

Eser haksız olarak değiştirilmiş ise:

(1) Eser sahibi, eserin değiştirilmiş şekilde çoğaltılmasının yayım ve temsilinin, yayım ve temsilinin, radyo ile yayımının menedilmesini ve tecavüz edenin, tedavülde bulunan çoğaltılmış nüshalardaki değişiklikleri düzeltmesini veya bunların eski haline getirilmesini talep edebilir. Değişiklik, eserin, gazete, dergi veya radyo ile yayımı sırasında yapılmışsa eser sahibi, masrafı tecavüz edene ait olmak üzere, eseri değiştirilmiş şekilde yayımlamış olan bütün gazete, dergi ve radyo idarelerinden değişikliğin ilan yolu ile düzeltilmesini talep edebilir.

(2) Güzel sanat eserlerinde eser sahibi asıldaki değişikliğin kendisi tarafından yapılmadığını veya eserdeki adının kaldırılmasını yahut değiştirilmesini talep edebilir. Eski halin iadesi mümkün ise değişikliğin giderilmesi kamunun veya malikin menfaatlerini esaslı surette bozmuyorsa eser sahibi eseri eski hale getirebilir.

(ii) Mali Haklara Tecavüz Halinde

Eseri, icrayı, fonogramı veya yapımları hak sahiplerinden yazılı izni almadan, işleyen, çoğaltan, çoğaltılmış nüshaları yayan, temsil eden veya her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletenlerden, izni alınmamış hak sahipleri sözleşme yapılmış olması halinde isteyebileceği bedelin veya tespit edilecek rayiç bedelin en çok üç kat fazlasını isteyebilir (FSEK m. 68/1).

İzinsiz çoğaltılan kopyalar satışa çıkarılmamışsa hak sahibi çoğaltılmış kopyaların, çoğaltmaya yarayan film, kalıp ve benzeri araçların imhasını veya üretim maliyet fiyatını geçmeyecek uygun bir bedel karşılığında kendisine verilmesini ya da sözleşme olması durumunda isteyebileceği miktarın üç kat fazlasını talep edebilir. Bu husus, izinsiz çoğaltanın hukuki sorumluluğunu ortadan kaldırmaz (FSEK m. 68/2).

İzinsiz çoğaltılan kopyalar satışa çıkarılmışsa hak sahibi, tecavüz edenin elinde bulunan nüshaların imhasını veya üretim maliyet fiyatını geçmeyecek uygun bir bedel karşılığında kendisine verilmesini ya da sözleşme olması durumunda isteyebileceği miktarın üç kat fazlasını talep edebilir (FSEK m. 68/3).

Yargıtay’a göre, davacının seçimlik hakkını kullanarak rayiç bedelin üç katını istemesi halinde mahkemenin bir veya iki kat bedele hükmetme gibi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır.[9] İşbu husus Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşınmış, AYM ise T. 28.02.2013, E. 2012/133 ve K. 2013/33 sayılı kararı ile aksi yönde bir gerekçe olarak FSEK m. 68/1’de yer alan bedel hususunda kanunda yer alan sınır içerisinde kalmak şartıyla hakimin dosya içeriği ve talebi de gözetilerek takdir yetkisini kullanacağının açık olduğunu ileri sürmüş ve iptal talebini reddetmiştir. Nitekim Yargıtay’ın son dönem kararları da bu yönde değerlendirmeler içermektedir.[10]

Eser sahibinin mali haklarını üçüncü bir kişiye devretmiş olması halinde ref davasını açma hakkı mezkur hakları devralan hak sahibine aittir; eski hak sahibinin dava açma hak ve yetkisi yoktur. Ruhsat sahiplerinin FSEK m. 68’da yer alan hukuki imkandan yararlanıp yararlanamayacağı hususu tartışmalıdır. Doktrinde münhasır  (tam) ruhsat sahiplerinin m. 68 uyarınca dava açabileceği, basit ruhsat alanların ise aksi sözleşmede belirtilmediği sürece dava hakkının bulunmadığı ileri sürülse de; Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin T. 20.11.2007, E. 2006/6776 ve K. 2007/14566 sayılı kararında “Davacı, FSEK’nun 68. maddesine dayalı olarak tecavüzün ref’i ve tazminata karar verilmesini istemiştir. Bu madde uyarınca talep hakkı eser sahibine veya eser sahibinden mali hakları devralan kişiye aittir. Ruhsat verilmesi yoluyla mali hakları kullanma yetkisine sahip olan kişi ise zararının karşılanmasını sadece FSEK’nun 70/2. maddesi uyarınca açacağı maddi tazminat davasında isteyebilir.” demek suretiyle ruhsat sahiplerinin FSEK m. 68’e dayanarak talepte bulunamayacağına hükmetmiştir.

Sonuç olarak, FSEK m. 68 uyarınca hak sahibinin üç tane seçimlik hakkı bulunmaktadır: (1) Bir sözleşme yapılmış olsaydı talep edilebilecek bedelin veya tespit edilecek rayiç bedelin en çok üç kat fazlasının ödenmesi, (2) Çoğaltılmış kopyaların, çoğaltmaya yarayan film, kalıp ve benzeri araçların imhası, (3) Maliyet fiyatını aşmamak üzere çoğaltılmış kopyaların ve çoğaltmaya yarayan film, kalıp ve benzer gereçlerin uygun bir bedel karşılığında kendisine verilmesi. Uygulamada çoğunluklu birinci seçenek seçilmektedir. Bu durumda Yargıtay’a göre taraflar arasında farazi bir sözleşme ilişkisi kurulmaktadır. Nitekim FSEK m. 68/6 uyarınca “Bedel talebinde bulunan kişi, tecavüz edene karşı onunla bir sözleşme yapmış olması halinde haiz olabileceği bütün hak ve yetkileri ileri sürebilir”. Bu sözleşme ilişkisinin sonucu olarak FSEK m. 68 uyarınca açılan davalarda zamanaşımı TBK m. 146 uyarınca belirlenecek ve 10 yıl olarak uygulanacaktır. Öte yandan, ikinci ve üçüncü seçimlik hakların kullanılması durumunda Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) el koymaya ilişkin hükümleri delil elde etmek amacı dışında uygulanmaz. Ayrıca, ikinci ve üçüncü seçimlik hakların eser sahibinden başka hak sahiplerince uygulanabilmesi için eser sahibinin FSEK m. 52 uyarınca çoğaltma izni vermiş olması gerekir.

Üç kat tazminat tecavüzün ref’i istemi ile birlikte mahkemeden talep edilebilir. Burada önem ihtiva eden husus, kural olarak bir tazminatın kazanılabilmesi için bir zararın ve nedensellik bağının söz konusu olması gerekirken FSEK m. 68’in sağladığı imkan için zararın kanıtlanması gerekmemektedir.[11]

Hükmün İlanı:

FSEK m. 78 uyarınca, FSEK m. 67/2’de yer alan durum dışında, haklı olan taraf, haklı bir sebebi veya menfaati varsa, masrafı diğer tarafa ait olmak üzere, kesinleşmiş olan kararın gazete veya buna benzer vasıtalarla tamamen veya özet olarak ilan edilmesini talep etme hakkına sahiptir. İlan şekil ve içeriği kararda tespit edilecektir. İlan hakkı, hükmün kesinleşmesinden itibaren 3 ay içerisinde kullanılmazsa düşecektir.

5. TAZMİNAT

Hak sahibi, diğer tüm davalarla birlikte veya onlardan ayrı olarak, uğramış olduğu maddi ve/veya manevi zararların tazmini için maddi ve/veya manevi tazminat davası açabilir.

(i) Manevi Haklara Tecavüz Halinde

FSEK m. 70 uyarınca manevi hakları ihlal edilen kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat ödenmesi için dava açabilir. Mahkeme, bu para yerine veya bunlara ek olarak başka bir manevi tazminat şekline de hükmedebilir. Mütecavizin kusuru olmasa dahi manevi tazminat davası açılabilir.

Manevi haklarına tecavüz edilen kişi, tazminat dışında, temin edilen karın kendisine verilmesini de isteyebilir. Bu halde FSEK m. 68 uyarınca talep edilen bedel indirilir.

(ii) Mali Haklara Tecavüz Halinde

FSEK m. 70 uyarınca mali hakları ihlal edilen kişi, mütecavizin kusuru olması halinde haksız fiillere ilişkin hükümler çerçevesinde maddi tazminat talep edebilir.  Dolayısıyla, maddi tazminat davasının açılabilmesi için mütecavizin kusurunun bulunması şarttır.

Mali hakları ihlal edilen kişi, tazminat dışında, temin edilen karın kendisine verilmesini de isteyebilir. Bu durumda yine FSEK m. 68 uyarınca talep edilen bedel indirilecektir.

Eser sahibinin ölümü halinde mirasçılar manevi hakları ayrı ayrı ve kendi namlarına kullanabilirken; mali hakları birlikte kullanmak zorundadırlar.[12]

II. TARAFLAR

Hukuk davalarını eser sahibi ve eser sahibinin vefat etmesi durumunda mirasçıları açabileceği gibi eser sahibinin kanuna uygun bir şekilde mali haklarını devrettiği mali hak sahibi ve münhasır (tam) ruhsat sahibi de bu davaları açabilir. Eser sahibi münhasır ruhsat vermiş ancak dava açma hakkını saklı tutmamışsa bu durumda kendisi de dava açamaz. Basit ruhsat sahipleri ise aksi sözleşmede belirtilmediği sürece hukuk davalarını açamazlar. Aynı kural bağlantılı haklar açısından da geçerlidir.

III. YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME

(i) Yetki        

HMK m. 6 uyarınca genel yetki kuralına göre hukuk davaları davalının ikametgah adresinde açılmaktadır. Genel yetki kuralının yanı sıra, FSEK m. 66/5 ile özel yetki kuralı belirlenmiştir. Buna göre eser sahibi, ikamet ettiği yerde de tecavüzün ref’i ve men davası açabilir. Dolayısıyla davacı eser sahibinin ikametgah adresinde açabileceği davalar yalnızca ref ve men davaları olup, tazminat davaları bu kapsamda yer almamaktadır.

FSEK m. 70/2 uyarınca mali haklara tecavüz edilmesi halinde tecavüz edenin kusuru varsa haksız fiillere ilişkin hükümler çerçevesinde maddi tazminat talep edilebileceği belirtilmiştir. Bu durumda hak sahibi HMK m. 16 uyarınca haksız fiilin işlendiği yerde, zararın meydana geldiği veya gelme ihtimalinin bulunduğu yerde ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde de dava açabilir. Doktrinde maddi tazminat davalarının da FSEK m. 66/5 uyarınca hak sahibinin ikametgah adresinde açılabilmesi gerektiği görüşü savunulmaktadır.[13]

(ii) Görev

FSEK m. 76 uyarınca görevli mahkeme, ihtisas mahkemesi olan Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’dir. Dava konusunun değeri veya suçun karşılığı olan cezanın miktarına bakılmaksızın görevli mahkeme, varsa ihtisas mahkemesi ve ihtisas mahkemesi kurulmayan yerlerde Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından yetkilendirilen Asliye Hukuk ve Asliye Ceza Mahkemeleridir.

Görevsizlik itirazı, hakim tarafından re’sen dikkate alınabileceği gibi taraflarca davanın her aşamasında ileri sürülebilir.[14]

IV. ZAMANAŞIMI

Eser, FSEK m. 27 uyarınca eser sahibi yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl boyunca korunmaktadır. Dolayısıyla eserin meydana getirildiği tarihten başlayarak eser sahibinin ölümünü takip eden 70 yıl içerisinde hukuk davaları açılabilir.

FSEK’te özel olarak bir kural belirlenmemesi sebebiyle hukuk davalarında TBK’nın zamanaşımı kuralları uygulanacaktır. TBK m. 72 uyarınca tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak 10 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır. Dolayısıyla, hak sahibinin mali haklarının ihlal edilmesi FSEK m. 71 uyarınca suç teşkil etmekte olup TCK m. 66/1-e’de yer alan “Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası; e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl geçmesiyle düşer.” hükmü neticesinde 8 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

Sözleşmeden doğan borçlarda zamanaşımı süresi 10 yıldır. Ancak TBK m. 147 kapsamında yer alan hallerde zamanaşımı süresi 5 yıldır. Yargıtay’a göre eser sahipliğinin manevi bir hak olması ve manevi hakların süreyle sınırlı olmayacak şekilde korunuyor olması sebebiyle eser sahipliğinin tespiti davası zamanaşımı süresine tabi değildir.[15] Yine manevi haklara tecavüz halinde zamanaşımı süresi söz konusu olmayacaktır.

Tecavüz fiili devam ederken zamanaşımı süresi işlemeyecektir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, FSEK m. 68 uyarınca açılan davalarda zamanaşımı süresi TBK m. 146 uyarınca 10 yıldır.

V. İSPAT

FSEK kapsamında açılacak hukuk davalarında mahkeme, davacının iddianın doğruluğu hakkında kuvvetli kanaat oluşturmaya yeter miktar delil sunması hâlinde, korunmakta olan eserler, fonogramlar, icralar, filmler ve yayınları kullananların, kanunda öngörülen izin ve yetkileri aldıklarına dair belgeleri veya tüm yararlanılan eser, fonogram, icra, film ve yayınların listelerini sunmasını isteyebilir. Belirtilen belge veya listelerin sunulamaması tüm eser, fonogram, icra, film ve yayınların haksız kullanılmakta olduğuna karine teşkil eder (FSEK m. 76/2).[16]

SONUÇ

Fikri mülkiyet hakları hak sahipleri için gerek mali gerek manevi açıdan oldukça önem arz etmektedir. Günümüzde özellikle teknolojinin gelişmelerin ve ulaşılabilirliğin artması gibi sebeplerle hak sahiplerinin mali ve manevi haklarının gün geçtikçe daha kolay ve sık bir şekilde ihlal edildiği görülmektedir. Bu hususta hak sahiplerinin hukuki imkanlarını ivedilikle kullanmaları gerekmekte ve böylece meydana gelebilecek olası zararları önleyebilmeleri veya halihazırda meydana gelmiş zararları ortadan kaldırabilmeleri mümkün olmaktadır. İşbu hususta hak sahiplerinin haklarını güvence altına alabilecekleri birçok hukuki imkan bulunmaktadır. Hak sahiplerinin haklarına tecavüz eden kişilere karşı kullanabilecekleri hukuki imkanlardan biri hukuk davalarıdır.

Hak sahipleri, mali ve/veya manevi haklarına tecavüz edilmesi halinde önleyici tedbir olarak dava açmadan önce veya dava açtıktan sonra mahkemeden ihtiyati tedbir talep edebilir, aynı zamanda gümrük idaresinden tecavüz oluşturan eşyalara el konulmasını da isteyebilir. Hak sahibi, eser sahibi olduğunun tespit edilmesi amacıyla eser sahipliğinin tespiti davası; maruz kaldığı tecavüzün tespit edilmesi amacıyla tecavüzü tespit davası; herhangi bir tecavüz gerçekleşmemiş ancak gerçekleşme tehlikesi mevcutsa veyahut sona eren bir tecavüzün devamı ya da tekrarı muhtemelse tecavüzün men’i davası; haklarına tecavüz edildiyse tecavüzün sonuçlarını ortadan kaldırmak için tecavüzün ref’i davası; ve tecavüz sebebiyle  gördüğü manevi ve/veya maddi zararların giderilmesi için maddi ve/veya manevi tazminat davası açabilir.

Hukuk davalarını eser sahibi, mirasçıları, mali hak sahibi ve münhasır (tam) ruhsat sahibi açabilir. Basit ruhsat sahipleri kural olarak hukuk davalarını açamazlar. HMK m. 6 uyarınca genel yetki kuralına göre hukuk davaları davalının ikametgah adresinde açılmaktadır. Genel yetki kuralının yanı sıra, FSEK m. 66/5 ile belirlenen özel yetki kuralı da uygulanmaktadır. Bunun yanı sıra FSEK m. 70/2 için HMK m. 16 da uygulanabilecektir. FSEK m. 76 uyarınca görevli mahkeme, ihtisas mahkemesi olan Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’dir. FSEK’te özel olarak bir kural belirlenmemesi sebebiyle hukuk davalarında TBK’nın zamanaşımı kuralları uygulanacaktır. Dolayısıyla haksız fiiller bakımından 2 ve 10 yıllık zamanaşımı süreleri uygulanacaktır. Sözleşmeden doğan borçlarda zamanaşımı süresi 10 yıldır. Ancak TBK m. 147 kapsamında yer alan hallerde zamanaşımı süresi 5 yıldır. Manevi haklara tecavüz halinde zamanaşımı süresi söz konusu değildir.

Aslı TAŞDELEN

Kasım 2022

aslitasdelen4@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] GÜNEŞ, İlhami; Uygulamada Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, 4. Baskı, Ankara, 2022, s. 198

[2] GÜNEŞ, s. 215

[3] SULUK, Cahit/KARASU, Rauf/TEMEL, Nal; Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara 2019, s. 141

[4] GÜNEŞ, s. 200

[5] SULUK, KARASU, TEMEL, s. 142

[6] GÜNEŞ, s. 214

[7] GÜNEŞ, s. 213

[8] Hukuk Genel Kurulu’nun T. 15.12.2010, E. 2010/4-607 ve K. 2010/663 sayılı kararı: “Anlaşılan odur ki; tecavüzün refi davası maddi ve manevi haklara bir tecavüzün olduğu her halde açılabilir (FSEK m.66/1). Ref davasının açılabilmesi için tecavüzde bulunanın kusurlu olması şart değildir. Kusur ve ağırlığı zararın takdirinde ve alınacak önlemlerde rol oynar(FSEK m.66/3).”.

[9] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin T. 28.09.2009, E. 2008/5307 ve K. 2009/9739 sayılı kararında “FSEK’nun 68/1.fıkrasındaki eser sahibinin “uğradığı zararın, en çok üç kat fazlasını isteyebilir” şeklindeki düzenleme, eser sahibinin mali haklarına tecavüz halinde gerektiğinde rayiç bedelin üç katının mütecavizden istenilebilmesi hususunda eser sahibine tanınmış bir seçeneğin kullanılması yetkisidir. Bu bakımdan, Kanun’da eser sahibine tanınan rayiç bedelin üç katı fazlasına kadar isteyebilme seçeneklerinden herhangi birisini kullanma yetkisi eser sahibi olan davacıya aittir. Mahkemece seçilen talep değiştirilemez (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, Üçüncü Bası, S.300). O halde, davacının FSEK’nun 68/1.fıkrası uyarınca rayiç bedelin üç katına hükmedilmesine ilişkin talebi gözetilerek hüküm kurulması gerekirken, kararda yazılı gerekçelerle iki katına hükmedilmesi doğru görülmemiş kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.” şeklinde hüküm kurmuştur.

[10] GÜNEŞ, s. 209

[11] GÜNEŞ, s. 211

[12] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin T. 18.04.2013, E. 2012/7048 ve K. 2013/7606 sayılı kararına göre FSEK’nın 19. maddesinde eser sahibine 14, 15 ve 16. maddelerin üçüncü fıkralarında tanınan manevi hakları eser sahibinin ölümünden itibaren maddede sayılan kimselerin 70 yıl süre ile kendi namlarına kullanabileceği düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 63. maddesinde ise kanunun tanıdığı mali hakların miras yolu ile intikal edeceği belirtilmiştir. Bu düzenleme karşısında FSEK 19. maddesi kapsamında eser sahibine tanınan manevi haklar bakımından Kanunda sayılan kimselerin ayrı ayrı ve kendi namlarına manevi hakları ileri sürebilmesi mümkün olup, bu hakların birlikte kullanma zorunluluğu da yoktur. Ancak, FSEK 19 maddesi uyarınca manevi hakların kullanımı yönünden hak sahiplerine tanınan yetkiler mali hakları kapsamayıp, aynı Kanun’un 63. maddesine göre mali hakları veraseten iktisap eden mirasçılar tarafından mali haklarla ilgili taleplerin kullanımı genel hükümlere tabidir.”.

[13] GÜNEŞ, s. 224

[14] SULUK, KARASU, TEMEL, s. 146

[15] GÜNEŞ, s. 216

[16] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin T. 02.05.2011, E. 2009/12371 ve K. 2011/5325 sayılı kararı:  “Öte yandan, 25.12.2002 tarihinde noterde düzenlenen tespit tutanağı ile icracı sanatçılar Edip ve Muazzez’in seslendirdiği eserlerin izinsiz olarak davalının işlettiği radyo kanalında temsil edildiği belirlenmiştir. 5846 sayılı FSEK’in 76. maddesi uyarınca davacının sunduğu deliller, korunmakta olan eserlerin ihlaline ve haksız kullanıma karine teşkil etmektedir. Dolayısıyla mahkemece, davacı meslek birliği üyesi olan icracı sanatçıların davalıya ait radyo kanalında izinsiz olarak temsili yoluyla gerçekleşen eylemleri nedeniyle FSEK 69. maddesi uyarınca davalı tecavüzünün men’ine karar verilmesi mümkündür.”


KAYNAKÇA

GÜNEŞ, İlhami; Uygulamada Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Ankara 2022

SULUK, Cahit/KARASU, Rauf/NAL, Temel; Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara 2019

https://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIstemciWeb/


Eser Sahibinin Ölümünden İtibaren Devam Edecek Olan Hakların Korunma Süresini 50 Yıldan 70 Yıla Çıkaran Değişikliğin Etkilerine Dair Güncel Bir Anayasa Mahkemesi Kararı İncelemesi

Eserler, kendilerini vücuda getiren kişiler öldükten sonra toplum bakımından uzun yıllar etkilerini sürdürmelerinin yanında eserden kaynaklı mali haklar yönünden de daha sınırlı bir grup bakımından etkilerini sürdürmeye devam eder. Bu yönüyle eserler, eser sahiplerinin ölümünden sonra entelektüel veya bilimsel tartışmalara konu olabilirken, hukuki ve cezai yaptırım sonucunu doğurma potansiyeli bulunan bir kısım ihtilafların da merkezinde yer alabilmektedir. İnceleme konumuz da eser sahibinin ölümünden sonra eserden kaynaklı mali hakların hukuki durumuna ilişkin bir Anayasa Mahkemesi (AYM) kararıdır.

AYM’nin, 21.10.2022 tarihli ve 31990 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 2018/25857 başvuru numaralı bireysel başvuru hakkında vermiş olduğu 14.09.2022 tarihli kararına[1] (Karar) konu olaylar silsilesi aşağıdaki gibidir:

  • 1936 yılında ölen İstiklal Şairi Mehmet Akif ERSOY’un “Sebilü’r Reşad” ve “Sırat-ı Müstakim” dergilerinde yayımlanan eserlerinin, Ömer Rıza DOĞRUL tarafından Latin harfleri esasına dayalı Türk alfabesi[2] kullanılarak işlenmesi suretiyle oluşturulan “Safahat” adlı eser (1. Eser) üzerindeki mali haklar, Mehmet Akif ERSOY’un mirasçıları tarafından İnkılap Kitabevi (Kitabevi)’ne devredilmiştir.
  • 1987 yılında, bir başka ifadeyle Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıldan uzun bir süre geçtikten sonra, M. Ertuğrul DÜZDAĞ tarafından kaleme alınan “Mehmet Akif Ersoy ve Safahat-Tam Metin ve Safahat Dışında Kalmış 54 Şiir” adlı eserin (2. Eser) mali hakları, 04.01.1997 tarihinde, 99 yıl süreyle sınırlı olmak üzere başvurucu Şaban KURT’un temsilcisi olduğu Çağrı Yayınlarına devredilmiştir. 2. Eser, Çağrı Yayınlarına tarafından yayımlanmıştır.
  • Eserden kaynaklı mali hakların, eser sahibinin ölümünden itibaren 50 yıl daha devam edeceğine ilişkin 05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.27/1 hükmü, 07.06.1995 tarihli ve 4110 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun (4110 sayılı Kanun) m.10 hükmü ile değiştirilerek, 50 yıllık koruma süresi 4110 sayılı Kanun’un Resmî Gazete’de yayımlandığı 12.06.1995 tarihi itibarıyla 70 yıla çıkarılmıştır.
  • Kitabevi tarafından, esere ilişkin mali hakların koruma süresinin, eser sahibinin ölümünden itibaren 70 yıl olduğundan bahisle, 1987 yılından itibaren yayımlanan 2. Eser’in,1. Eser’den kaynaklı mali hakları ihlal ettiği iddiasıyla, 2. Eser’in mali haklarının sahibi olan Yayınevi’nin temsilcisi Şaban KURT aleyhine, 29.03.2005 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuş, 06.04.2006 tarihinde ise İstanbul 1. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi (İstanbul 1. FSHHM) nezdinde tazminat davası açılmıştır.
  • Soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporunda, iki eserin de özgün nitelikte işleme eser olduğu, 2. Eser’in, 1. Eser’in “taklidi” olmadığı belirtilmiş; esere ilişkin mali hakların, eser sahibinin ölümünden itibaren 70 yıl boyunca korunduğu belirtilmiş, ancak FSEK Geçici Madde 2/2 hükmüne göre; FSEK’in yayımlanmasından önce bir eserin haklı olarak yapılan tercüme veya işlenmesi yayımlanmış ise tercüme eden veya işleyenin eski kanun hükümlerine göre iktisap ettiği hak ve salahiyetlerin korunacağı, bu bağlamda Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonra yayımlanan 2. Eser’in yayımlandığı dönemde, mirasçıların mali haklarının sona ermiş olduğu, koruma süresi sonradan 70 yıla çıkarılmış olsa da FSEK Geçici Madde 2/2 hükmüne göre 2. Eser üzerinde hak sahiplerinin kazanılmış hakkı bulunduğu değerlendirilmiştir. Bilirkişi raporundaki gerekçelerle, 27.07.2007 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
  • İstanbul 1. FSHHM’de yapılan yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda, her iki eserinde özgün işleme eser niteliğinde olduğu, davalının FSEK Geçici Madde 2/2 hükmü kapsamında kazanılmış hakkı bulunduğu değerlendirilmiştir. Mahkeme, Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonraki dönemle 4110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 12.06.1995 tarihi arasındaki dönemde gerçekleşen yayım faaliyetinin hukuka uygun olduğunu, FSEK Geçici Madde 2 hükmü bir bütün olarak değerlendirildiğinde, anılan hükmün 4110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce yayım işlemi tamamlanmış eserler için uygulanabileceği, 4110 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra, 1. Eser’e ilişkin sona eren mali hak korumasının tekrar başladığı, 2. Eser’in yeniden yayımlanması için mali hak sahiplerinden izin alınması gerektiği gerekçeleriyle davanın kabulüne; Kitabevi’nin 2. Eser’in yayımının durdurulması için herhangi bir girişimde bulunmamasından dolayı zararın artmasında kendisinin de etkisinin bulunduğu ve 2. Eser’e ilişkin yayım haklarının hukuka uygun olarak elde edilmiş olması gerekçeleriyle bilirkişi raporu ile belirlenen zarardan daha az olmak üzere 10.000, TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Şaban KURT’un temyiz başvurusu reddedilirken, Kitabevi’nin temyiz başvuru, tazminatın hesabına ilişkin bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmemesi nedeniyle kabul edilmiş ve ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. İlk derece mahkemesi bozma kararına uymuş, yeni bilirkişi raporunda 38.540,00 TL olarak belirlenen zarara rağmen, zararın artmasında Kitabevi’nin de kusurlu olduğu, 2. Eser’in ilk kez yayımlanmasının hukuka uygun olduğu, FSEK Geçici Madde 2 hükmünün yoruma açık olduğu gerekçeleriyle 25.000,00 TL tazminata hükmetmiştir. Şaban KURT’un temyiz başvurusu üzerine Yargıtay, ilk derece mahkemesi kararını yargılama giderleri yönünden düzelterek onamış, karar düzeltme başvurusunun reddedilmesi üzerine karar, 05.06.2018 tarihinde kesinleşmiştir.

2. Eser’in mali haklarının devredildiği Yayınevi’nin sahibi başvurucu Şaban KURT, mali hakların koruma süresinin, eser sahibinin ölümünden itibaren 70 yıla çıkarılmasının, kazanılmış hakları etkilemeyeceğinden, İstanbul 1. FSHHM’nin hukuk kuralları ve delillerin hatalı değerlendirildiği gerekçesiyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştur. AYM; fikrî hakların birer mülkiyet hakkı olduğunu, somut olayda devletin mülkiyet hakkına doğrudan bir müdahalesi bulunmadığını, ancak devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri bakımından inceleme yapılması gerektiğini belirterek başvurunun mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünde kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir. AYM; 2021/58970 başvuru numaralı ve 05.07.2022 tarihli Nevriye KURUÇ Kararı’nda uzun süren yargılama nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın bulunmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiş ve anılan kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihe kadar ve bu tarihten sonra yapılmış olan aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin söz konusu kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verildiği için, incelemekte olduğumuz bireysel başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar vermiştir.

AYM, eser üzerindeki mali hakların, eser sahibinin ölümünden itibaren korunacağı süreyi 50 yıldan 70 yıla çıkaran 4110 sayılı Kanun’da, anılan değişikliğe ilişkin bir geçiş hükmü öngörülmediğini, FSEK Geçici Madde 2/2 hükmünün, FSEK’in yürürlüğe girdiği 01.01.1952 tarihinden önce elde edilen hakların korunmasına ilişkin olduğunu, geçiş hükümlerinin ancak uygulanmasının öngörüldüğü geçiş dönemleriyle sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, 01.01.2952 tarihinden sonra yayımlanmış bir eserin FSEK kapsamında korumadan yararlanıp yararlanamayacağının FSEK Geçici Madde 2/2 hükmünün uygulanarak çözümlenmesinin makul ve öngörülebilir bir yorum olmadığını,  4110 sayılı Kanun’da konuya ilişkin bir geçiş hükmü öngörülmediğinden uyuşmazlığın genel hükümlere göre ve hukuk devleti ilkesi ışığında çözümlenmesi gerektiğini, hukuk normlarının öngörülebilir olmasının ve kural olarak kanunların geçmişe yürümemesinin ve kesinlik kazanmış hukuki durumlara etkili olmamasının hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olduğunu ifade etmiştir.

Genel ilkelerin olayla ilişkilendirilmesinin ardından AYM, 2. Eser’in, Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonra, bununla birlikte 4410 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce umuma arz edildiğini ve hukuka uygun olarak alenileştiğini, 2. Eser’in FSEK kapsamında korunan bir mülk hâline geldiğini, 4410 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte 1. Eser’in koruma süresi 2007 yılına kadar uzamış olsa da 4410 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce alenileşmiş işleme eserlerden kaynaklı mali hakları ortadan kaldıran açık bir hüküm bulunmadığını, Mehmet Akif ERSOY’un mirasçılarının haklarının canlanmasının, 2. Eser’den kaynaklı mali hakları sona erdireceği şeklindeki yorumun hukuk devleti ve öngörülebilirlik ilkesiyle bağdaşmayacağını, ilk derece mahkemesince verilen kararın başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediğini, başvurucu Şaban KURT aleyhine tazminata hükmedilmesinin devletin pozitif yükümlülüklerinin ihlaline yol açtığını ve başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğini tespit ederek yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir.  

AYM kararına konu ilk derece mahkemesi kararı ile her ne kadar başvurucunun lehine de olsa İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar; FSEK’in yürürlüğe girmesinden önce elde edilmiş olan kazanılmış hakları korumaya yönelik olan ve FSEK’in yürürlüğe girmesiyle sınırlı olarak uygulama kabiliyeti bulunan FSEK Geçici Madde 2/2 hükmünün somut olaya uygulanması bakımından hatalıdır. İlk derece mahkemesi kararının bir başka hatalı yönü ise FSEK Geçici Madde 2/2 hükmünü somut olaya uygulanmasından sonra, anılan hükmün sadece, Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıl geçtiği tarihle 4110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönemde yayımı yapılmış nüshalar için kazanılmış hak bahşedeceğine ilişkin değerlendirmedir. Zira bir an için FSEK Geçici Madde m.2/2 hükmünün somut olaya uygulanabileceği kabul edilse bile; anılan hüküm hukuka uygun olarak elde edilen müstakil bir fikrî mülkiyet hakkını saklı tutacağı için söz konusu hakkın hukuka uygunluğu; baskı sayısı, yayım tarihi gibi sınırlamalara tabi tutulamaz. Eserden kaynaklı mali hakların, eser sahibinin ölümünden itibaren korunacağı süreyi 50 yıldan 70 yıla çıkaran 4110 sayılı Kanun m.10 hükmünün yürürlüğe girdiği 12.06.2015 tarihine kadar, eser sahibinin ölümünün üzerinden 50 yıldan uzun bir süre geçmiş olması nedeniyle hukuka uygun şekilde ortaya çıkan işleme eserlerden kaynaklı hakların, asıl esere ilişkin mali hakların 4110 sayılı Kanun m.10 hükmüyle FSEK m.27/1 hükmünde yapılan değişiklikle canlanması durumunda dahi herhangi bir sınırlama olmaksızın korunacağına ilişkin AYM kararının yerinde ve benzer uyuşmazlıklara rehberlik edecek nitelikte olduğu değerlendirilmektedir.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Ekim 2022


[1] Karar için Bkz; https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/10/20221021-5.pdf, 22.10.2022.

[2] İnceleme konusu AYM kararında yer alan “Latin alfabesi” ifadesi kanaatimizce hatalıdır. Gerçekten 03.11.1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun m.1 hükmüne göre; Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap  harfleri yerine Latin esasından alınan Türk harfleri kabul edilmiştir. Bu bağlamda “Latin alfabesi” yerine Latin alfabesi esasına dayalı Türk harfleri ya da Türk alfabesi ifadesinin kullanılması yerinde olacaktır.

Ön Sözlere Sağlanan Telif Korumasına Dair Güncel Bir Anayasa Mahkemesi Kararı İncelemesi


Kitapların giriş kısmına konulan, o eserin konusunu, amacını, işleniş biçimini anlatan yazı, sunuş, söz başı, ön deyi, mukaddime anlamlarına gelen[1] ön sözler, doğası gereği müstakil eser niteliğindeki kitaplarla birlikte vücuda gelmekte ve genelde kitabın yazarından farklı kişilerce kaleme alınmaktadır.

Yazımızın konusunu oluşturan, Anayasa Mahkemesi (AYM), 24.08.2022 tarihli ve 31933 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 2019/6570 başvuru numaralı bireysel başvuru hakkında vermiş olduğu, 04.07.2022 tarihli kararında[2] (Karar) ön sözlerin, kapsamına dâhil oldukları kitaplardan bağımsız bir eser niteliği taşıyıp taşımadığı, telif hukuku bağlamında korunup korunamayacağı ile ön sözler üzerinde, içerisinde yer aldıkları kitaplardan bağımsız şekilde tasarrufta bulunulup bulunulamayacağı ele alınmıştır.

Karara konu olayda; ilk baskısı 1960 yılında yapılan bir kitabın 1967 yılında yapılan 5. baskısına, kitabı ve kitabın müellifini övücü nitelikte, ön söz mahiyetinde bir takriz[3] yazısı ilave edilmiş ve bu metin, söz konusu kitabın takip eden yıllarda yayımlanan 125 baskısında daha yer almıştır. Ön söz yazarının mirasçısı tarafından, 30.10.2013 tarihinde yayımcı şirkete karşı, ön sözün kitap metninden çıkarılması istemiyle İstanbul 3. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Davacı, ön sözün yayımlanması için 05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) kapsamında, ön sözün sahibinden ve mirasçılarından izin alınmadığını, ön sözün kitabın mevcut baskılarında yer almasının, hak sahiplerinin FSEK’ten kaynaklı haklarını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

Başvurucu davalı, davacının aktif dava ehliyetinin (taraf sıfatı) bulunmadığını, talepler yönünden hak düşürücü sürenin dolduğunu, ön sözün eser niteliğinin bulunmadığını, ön sözün murisin izni ile kitaba dâhil edildiğini, kitap hacimsel olarak genişlese de kitabın içeriğinde bir değişiklik olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

İlk derece mahkemesince; ön söz metninin FSEK m.2 hükmü kapsamında ilim ve edebiyat eseri olduğu, ön sözün murise ait olduğu, başvurucu davalının kitabı yayımlamaya devam etmesi nedeniyle taleplerin zamanaşımına uğramadığı, ön sözün yayınlanmasına ilişkin muristen izin alındığına dair bir belgenin dosyada olmadığı, sonraki yıllarda yapılan genişletilmiş baskılar için mirasçılardan izin alınmadığı, ön sözün ilk kez yer aldığı baskıda kitabın hacmi 496 sayfa iken sonraki baskılarda 1248 sayfaya ulaştığı, kitapta ön sözün yayınlanmaya devam etmesinin ön sözün amacını aşar şekilde kullanılması sonucunu doğurduğu gerekçeleriyle davanın kabulüne, takriz kısmının kitaptan çıkarılmasına karar verilmiştir. Anılan karar; Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından, eserin mahiyet ve hususiyetini bozucu hâllerde ref kararı verilebileceği belirtilerek onanmıştır. Verilen karar, karar düzeltme talebinin reddi üzerine 04.12.2019 tarihinde kesinleşmiştir.

Davalı yayımcı; ön sözün 1967 ila 2013 yıllarında kesintisiz ve çekişmesiz olarak kitapta yer aldığını, kitabın özünde bir değişikliğe uğramadığını, takriz metninin yeni basılarda kullanılmasının izne tabi olmadığını belirterek ifade özgürlüğünün; kitabın ayrılmaz bir parçası olan ön sözün kitaptan çıkarılmasının mülkiyet hakkının; mahkemece verilen kararda bilirkişi raporlarından ayrılan yönler olmasının ve hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğuracak şekilde uzun bir süre sonra dava açılmasının adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğu gerekçeleriyle AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştur. AYM; mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkı kapsamındaki iddiaların, ifade özgürlüğü kapsamında bir bütün olarak incelenmesine karar vermiştir.

AYM tarafından; ön sözün kitap metninden çıkarılmasının ifade özgürlüğüne müdahale niteliğinde olduğu, ancak başvuruya konu takriz yazısının yer aldığı dinî içerikli kitabın ve takriz yazısının toplumun genel yararına ilişkin güncel bir tartışmaya katkı sağlamaması, mahkeme kararının bariz bir takdir hatası veya açık bir keyfilik içermemesi; takriz metninin kitaptan çıkarılması dışında, kitabın basım ve yayımının engellenmesine, kitabın toplatılmasına ilişkin bir karar verilmemesi hususları dikkate alındığında, çatışan menfaatler arasında dengenin kurulduğu, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmesi ve orantılı olması nedeniyle demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu belirtilerek ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmiştir.

İncelenen karardaki; ön sözlerin, içerisinde yer aldıkları kitaptan bağımsız olarak eser niteliğinin bulunduğu; ön sözlerin hak sahiplerinin, kitaptan ve kitap üzerindeki hak sahiplerinden bağımsız olarak, belli koşullarda ön sözler üzerinde tasarruf yetkisinin bulunduğu yönündeki tespitler, fikrî mülkiyet hukuku bakımından önem arz etmekte ve emsal niteliği taşımaktadır.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Ağustos 2022


[1] Bkz; https://sozluk.gov.tr/, 27.08.2022.

[2] Karar için Bkz; https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/08/20220824-4.pdf, 27.08.2022.

[3] Takriz: Övme, övüş, bir eserin başına konulan yetkili bir kimsenin yazdığı, övücü tanıtma yazısı, beğence. https://sozluk.gov.tr/, 27.08.2022.

TÜRK HUKUKUNDA ONLİNE İÇERİK PAYLAŞIM HİZMETİ VE İÇERİK SAĞLAYICILARIN TELİF HAKKI İHLALLERİNDEN CEZAİ SORUMLULUKLARI

Serimizin ilk iki yazısında[1] sırasıyla internet ortamında gerçekleşen telif hakları ihlallerinde yer alan genel kavramlar ile online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcıların[2](OİPHS) hukuki sorumlulukları ele alınmıştı. Serimizin son yazısı olan bu yazımızda ise, telif hakları ihlallerinden doğan cezai sorumluluklar ele alınacaktır. Konu ile ilgili olarak telif hakkına konu olabilecek içerikler, sağlanan koruma ve eser sahibinin hakları serimizin ikinci yazısında ele alındığı için bu yazımızda ayrıca ele alınmayacaktır.

İnternet üzerinden, eser sahiplerinin haklarının ihlal edilmesi sonucunda hukuki yaptırımlar yanında cezai yaptırımlar da gündeme gelebilir. İnternet süjelerinin sorumluluğuna dair genel nitelikte kanun 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun (5651 Sayılı Kanun) olsa da telif hakkı ihlallerinden kaynaklı sorumluluğa 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda (FSEK) özel hükümlere yer verilmiştir.

Manevi, mali veya bağlantılı haklara tecavüz başlıklı FSEK m.71 hükmüne göre; FSEK’te koruma altına alınan fikir ve sanat eserleriyle ilgili manevi, mali veya bağlantılı hakları ihlal ederek:

  • Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren, dağıtan, her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair şekilde yayan, ticarî amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden, kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
  • Başkasına ait esere, kendi eseri olarak ad koyan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır. Bu fiilin dağıtmak veya yayımlamak suretiyle işlenmesi hâlinde, hapis cezasının üst sınırı beş yıl olup, adlî para cezasına hükmolunamaz.
  • Bir eserden kaynak göstermeksizin iktibasta bulunan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır.
  • Hak sahibi kişilerin izni olmaksızın, alenileşmemiş bir eserin muhtevası hakkında kamuya açıklamada bulunan kişi, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
  • Bir eserle ilgili olarak yetersiz, yanlış veya aldatıcı mahiyette kaynak gösteren kişi, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
  • Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı, tanınmış bir başkasının adını kullanarak çoğaltan, dağıtan, yayan veya yayımlayan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır.
  • FSEK ek m.4/1 hükmünde bahsi geçen fiilleri yetkisiz olarak işleyenler ile FSEK’te tanınmış hakları ihlâl etmeye devam eden bilgi içerik sağlayıcılar hakkında, fiilleri daha ağır cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

FSEK ek m. 4/1 hükmüne göre, eser ve eser sahibi ile eser üzerindeki haklardan herhangi birinin sahibi veya eserin kullanımına ilişkin süreler ve şartlar ile ilgili olarak eser nüshaları üzerinde bulunan veya eserin topluma sunulması sırasında görülen bilgiler ve bu bilgileri temsil eden sayılar veya kodlar yetkisiz olarak ortadan kaldırılamaz ve değiştirilemez. Bilgileri ve bilgileri temsil eden sayıları ve kodları yetkisiz olarak değiştirilen veya ortadan kaldırılan eserlerin asılları veya kopyaları dağıtılamaz, dağıtılmak üzere ithal edilemez, yayınlanamaz veya topluma iletilemez.

1. OİPHS’lerin Cezai Sorumluluğu

OİPHS’lerin yer sağladığı içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü olmadığına dair 5651 Sayılı Kanun m. 5 hükmü, hukuki sorumluluğa dair olup telif hakkı ihlalinin aynı zamanda suç olduğu durumda OİPHS’lerin cezai sorumluluğunun olup olmadığı incelenmesi gereken bir husustur.

Konu ile ilgili FSEK ek m.4/3 hükmünde OİPHS’lere, telif hakkı ihlaline devam eden içerik sağlayıcısına verdiği hizmeti durdurması yükümlülüğü yüklenmişse de OİPHS’nin cezai sorumluluğuna ilişkin düzenlemeye yer verilmemiştir.

FSEK ek m.4 hükmünde uyar-kaldır sistemi benimsenmiş ve OİPHS’ye, telif hakkı ihlaline sebebiyet veren ve aynı zaman suç teşkil eden içeriğin resmi makamlar tarafından süre içinde yayından kaldırma yükümlülüğü yüklenmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Dijital Milenyum Teli Hakkı Yasası m.512 hükmünde yer verilen uyar-kaldır sistemine benzer bir sistem FSEK kapsamına alınmıştır. Yer sağlayıcıların veya bir veriyi bir taraftan diğerine taşıyan pasif aracıların, gönderilen veriyi veya gönderilen kişiyi seçmemeleri veya yolda değiştirmemeleri koşuluyla telif hakkı ihlalinden sorumlu olmadığı kabul edilmiştir[3]. Bir anlamda OİPHS’ler burada bir posta servisine benzetilmiş ve nasıl ki posta servisi gönderilen mektubun hukuka aykırı veya suç teşkil eden içeriğinden sorumlu değilse OİPHS’nin de sorumlu olmaması gerektiği belirtilmiştir.

Türk hukuku bakımından ise suç ve cezaların şahsiliği ve kanuniliği ilkeleri dikkate alındığında yer sağlayıcıların telif hakkı ihlallerinden kaynaklı bir cezai sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varılabilmektedir.

Yargıtay 19. Ceza Dairesi 2015/12260 E., 2017/7086 K. sayılı kararında “yer sağlayıcı” sıfatına sahip olan sanığın, sitede yer alan içerikleri paylaşan kişi olmaması, davaya konu içeriklerin kaldırıldığına dair internet çıktıları da göz önünde bulundurulduğunda, yer sağlayıcının 5651 Sayılı Kanun’da tarif edilen ve sorumluluğunu gerektiren yasal şartların olayda oluşmaması nedeniyle sanığın beraatı yerine mahkumiyetine karar veren ilk derece mahkemesi kararını hukuka aykırı bulmuştur.[4]

Ankara 1. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi tarafından verilen 2021/79 E. sayılı bir kararda ise, dava konusu karikatürler internet sitesinde paylaşılmak suretiyle eser sahibinin izni olmadan umuma iletilmiş olsa da sanığın söz konusu internet sitesinde yer sağlayıcı sıfatına sahip olmadığı, diğer bir deyimle dava konusu içeriğin yer sağlayıcı tarafından değil ilgili internet sitesine üye olan kişiler tarafından paylaşılmak suretiyle umuma iletildiği, uyar-kaldır prosedürünün işletilmesine rağmen yer sağlayıcı sıfatına sahip sanığın içeriği kaldırmamasının ancak kendisinin hukuki sorumluluğunu doğurabileceği ifade edilerek yer sağlayıcının cezai yönden sorumluluğu bulunmadığına karar vermiştir[5].

Ancak OİPHS’nin aynı zamanda içerik sağlayıcısı olarak da hizmet vermesi, diğer bir deyimle ilgili içeriği siteye yükleyen kişi olması durumunda FSEK m.71/2 hükmü kapsamında sorumluğunun gündeme geleceğini belirtmek gerekir. OİPHS’nin içerik sağlayıcının eylemine iştirak etmesi durumunda da sorumluluğu gündeme gelecektir.[6]

2. İçerik Sağlayıcıların Cezai Sorumluluğu

FSEK m.71/2 hükmünde, FSEK’te tanınmış hakları ihlâl etmeye devam eden “bilgi içerik sağlayıcıların” cezai sorumluluğuna yer verilmiştir. FSEK kapsamında bilgi içerik sağlayıcısının tanımına yer verilmemiştir. Bun nedenle hükümde yer alan bilgi içerik sağlayıcısı teriminin, 5651 Sayılı Kanun’da yer alan içerik sağlayıcı terimi yerine kullanıldığı düşünülmektedir. Bu doğrultuda, 5651 Sayılı Kanun m.4 hükmüne göre içerik sağlayıcı, internet ortamında kullanıma sunduğu her türlü içerikten sorumludur.  İçerik sağlayıcı, bağlantı sağladığı başkasına ait içerikten ise, sunuş biçiminden, bağlantı sağladığı içeriği benimsediği ve kullanıcının söz konusu içeriğe ulaşmasını amaçladığı açıkça belli ise genel hükümlere göre sorumludur.

FSEK m.71/2 hükmünde ek m. 4 hükmüne atıf yapılmış ve ek m.4/1 hükmünde yer alan fiilleri işleyenler ile eser sahibinin haklarını ihlal etmeye devam eden kişiler hapis yaptırımıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Bu durumda, eser ve eser sahibi ile eser üzerindeki haklardan herhangi birinin sahibi veya eserin kullanımına ilişkin süreler ve şartlar ile ilgili olarak eser nüshaları üzerinde bulunan veya eserin topluma sunulması sırasında görülen bilgiler ve bu bilgileri temsil eden sayılar veya kodlar yetkisiz olarak ortadan kaldıran, değiştiren kişiler ve bilgileri ve bilgileri temsil eden sayıları ve kodları yetkisiz olarak değiştirilen veya ortadan kaldırılan eserlerin asıllarını veya kopyalarını dağıtan, dağıtılmak üzere ithal eden, yayınlayan veya topluma ileten kişiler FSEK m.71/2 hükmü kapsamında cezalandırılacaktır.

Ek m. 4 hükmüne göre ise; dijital iletim de dahil olmak üzere işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla servis ve bilgi içerik sağlayıcılar tarafından eser sahipleri ile bağlantılı hak sahiplerinin bu Kanunda tanınmış haklarının ihlâli halinde, hak sahiplerinin başvuruları üzerine 3 gün içinde eser sahipleri ile bağlantılı hak sahiplerinin haklarını ihlal eden içerik ve bilgileri kaldırmaması durumunda cumhuriyet savcısına başvurulmaktadır. EK m. 4 hükmünde yer alan eylemleri yetkisiz olarak yapanlar ve eser sahibinin haklarını ihlal etmeye devam eden içerik sağlayıcılar fiilleri daha ağır cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

FSEK’te yer alan hükümler dikkate alındığında, içerik sağlayıcının cezai sorumluluğuna dair düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Bunlar kapsamında içerik sağlayıcısının sorumluluğunun gündeme gelmesi için uyar-kaldır mekanizmasının işletilmesi gerekmektedir. İhlal durumunda, hak sahibinin başvurusu üzerine içerik sağlayıcısından ihlalin durdurulması talep edilmelidir. Kendisine yapılan bildirimden itibaren süresi içinde ihlale konu içeriği, diğer bir deyimle FSEK’te öngörülen haklardan en az birini[7] ihlal eden içeriği kaldırmayan içerik sağlayıcısının cezai sorumluğu gündeme gelecektir. Bu nedenle suçun oluşması için ihlalde ısrarın varlığı gerekmektedir. Bu kabul, internet yoluyla telif hakkı ihlalinin varlığı durumunda kanun koyucunun bu duruma bir süre göz yumduğu sonucunu doğurduğu için eleştirilse de uyar-kaldır mekanizması işletilmedikçe içerik sağlayıcısının cezai sorumluğunun doğmayacağı kabul edilmektedir.[8]

Belirtmek gerekir ki FSEK m.71/2 hükmünde düzenlenen suç, FSEK m.71/1 hükmünde yer alan tecavüz suçları ile birleşebilmektedir. Çünkü bir eserini hak sahibinin izni olmadan, internette erişime sunulması durumunda, FSEK ek m.4/3 hükmünde yer alan uyar-kaldır mekanizması işletilmese bile hak sahibinin işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkını ihlal edecektir. Uyar- kaldır mekanizmasının işletilmesi ve içerik sağlayıcının ihlalde ısrar etmesi halinde aynı zamanda FSEK m.71/2 hükmündeki suç da oluşmuş olacaktır. Bu durumda, FSEK m.71/2 hükmünde yer alan “…fiilleri daha ağır cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde…” ibaresi dikkate alındığında fikri içtima hükümlerinin uygulanması gerektiği ve failin daha ağır cezayı gerektiren FSEK m.71/1 hükmüne göre cezalandırılması gerektiği ifade edilmelidir.[9]

3. Görev ve Usul

i. Şikâyet

FSEK m.75 hükmüne göre FSEK m.71 ve 72 hükümlerinde sayılan suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması şikâyete bağlıdır. Bu durumda yer sağlayıcı ve içerik sağlayıcının cezai sorumluluğuna gidilebilmesi için eser sahibi yahut yetkili kişilerin şikâyette bulunması gerekmektedir. Yapılan şikâyetin geçerli kabul edilebilmesi için hak sahiplerinin veya üyesi oldukları meslek birliklerinin haklarını kanıtlayan belge ve sair delilleri Cumhuriyet başsavcılığına vermeleri gerekir. Bu belge ve sair delillerin şikâyet süresi içinde Cumhuriyet başsavcılığına verilmemesi hâlinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir.

Yargıtay 19. Ceza Dairesi 24.06.2021 tarihli 2021/5971 E., 2021/7232 sayılı kararında “…şikayetçi MÜYAP meslek birliği vekilinin sunmuş olduğu müzik eseri kayıt tescil belgesine göre yapımcı şirketin, 5846 sayılı Kanun’da belirtilen mali haklardan hangisine sahip olduğu, temsil hakkına sahip olup olmadığı ve hak sahipliği süresi belirtilmediği gibi şikayetçi MÜYAP Meslek Birliği ile yapımcı şirket arasında “üyelik ve yetki belgesi” imzalandığı ancak suça konu eserin hak sahibi olan gerçek veya tüzel kişilerin, temsil haklarını yapımcı şirkete devrettiğine dair hukuken geçerli ve yeterli belgeleri kanuni süresi içinde ibraz etmediği, şikayetçi MÜYORBİR meslek birliği tarafından ise hak sahipliğine ilişkin herhangi bir belge sunulmadığı anlaşıldığından, davaya katılma ve temyiz hakkı bulunmayan şikayetçiler vekilinin temyiz inceleme isteminin, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi gereğince tebliğnameye aykırı olarak REDDİNE, … oybirliğiyle karar verildi.” ifadelerine yer vermiştir.

FSEK m.75/2 hükmünde ayrıca; soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı suçlar dolayısıyla başta Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri olmak üzere ilgili gerçek ve tüzel kişiler tarafından, eser üzerinde manevi ve malî hak sahibi kişiler şikâyet haklarını kullanabilmelerini sağlamak amacıyla durumdan haberdar edileceği belirtilmiştir. Böylece üçüncü kişiler tarafından eser sahiplerinin şikâyet hakkını kullanabilmesi için üçüncü kişiler tarafından bilgilendirilmesi yöntemine yer verilmiştir.

Şikâyetin usulü hakkında FSEK kapsamında hüküm bulunmasa da şikâyetin yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılacağını ifade eden 5271 Sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) m.158 hükmü uygulanmalıdır.

ii. Görev ve Yetki

Görevli mahkeme ise, FSEK m.76 hükmünde yapılan atıf sebebiyle 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu m. 156 hükmüne göre fikri ve sınai haklar ceza mahkemesidir. Fikri ve sınai haklar ceza mahkemesi kurulmamış olan yerlerde bu mahkemenin görev alanına giren dava ve işlere, asliye ceza mahkemesince bakılacaktır.

Bu anlamda, telif hakkının ihlalinden doğan sorumluluklarda, konu ile ilgili özel hükümler içeren FSEK uygulansa da 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) genel hükümleri de uygulama alanı bulacaktır. Zira TCK m.5 Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.” hükmünü içermektedir.

Yetki konusunda ise 5271 Sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan yetki kurallarına göre belirlenecektir. Bu durumda yetkili mahkeme kural olarak suçun işlendiği yer mahkemesi olacaktır. Ancak suç, ülkede yayımlanan bir basılı eserle işlenmişse yetki, eserin yayım merkezi olan yer mahkemesine aittir. Ancak, aynı eserin birden çok yerde basılması durumunda suç, eserin yayım merkezi dışındaki baskısında meydana gelmişse, bu suç için eserin basıldığı yer mahkemesi de yetkilidir.

SONUÇ

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte telif hakları ihlalleri çeşitlilik kazanmıştır. İnternet kullanımın tüm dünyada artması sonucunda telif hakkı ihlallerinin kolaylaştırmıştır. Bu nedenle gerek FSEK gerek diğer mevzuatlarda söz konusu ihlaller ile mücadele edebilmek için düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. İnternet ortamında telif hakkı ihlallerinden doğan sorumlulukları incelediğimiz ve üç yazıdan oluşan serimizde hem hukuk hem cezai sorumluluklar incelenmiş ve FSEK sistematiğine bakıldığında içerik sağlayıcıların sorumluluklarına daha fazla yer verildiği tespit edilmiştir. FSEK kapsamında yer verilen düzenlemelerde 5651 Sayılı Kanun ile kavram birliğine yer verilmemesi ve söz konusu kavramların FSEK kapsamında da tanımlanmamış olması yanında uyar-kaldır mekanizmasının uygulanmasındaki belirsizlikler de dikkate alındığında uygulamada yaşanan sorunların çözümü için yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğu açıktır. Fakat biz, mümkün olduğunca elimizdeki düzenlemeleri yorumlayarak konuyu ele almaya çalıştık. Konunun geleceğini ve devam eden kanun değişikliği çalışmalarının getireceği yenilikleri merakla beklemekteyiz.

Elif AYKURT KARACA

Alara NAÇAR SEÇKİN

Ağustos 2022

elifaykurt904@gmail.com

nacar.alara@gmail.com


[1] https://iprgezgini.org/2022/08/10/turk-hukuku-kapsaminda-icerik-ve-yer-saglayicilarin-telif-hakki-ihlallerinden-sorumlulugu/  ; https://iprgezgini.org/2022/08/17/turk-hukukunda-online-icerik-paylasim-hizmeti-saglayicilarin-oiphs-telif-hakki-ihlallerinden-hukuki-sorumluluklari/

[2] Online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcısı ile kastedilen, yer sağlayıcılardır.

[3] Harvard CopyrightX derslerinde Prof. Dr. William Fisher tarafından yapılan benzetme, söz konusu derslerde tutulan notlardan işbu makaleye aktarılmıştır.

[4]https://karararama.yargitay.gov.tr/YargitayBilgiBankasiIstemciWeb/pf/sorgula.xhtml

[5] Yer Sağlayıcıların Telif Hakkı İhlalinden Sorumluluğu,https://gun.av.tr/tr/goruslerimiz/makaleler/yer-saglayicilarin-telif-hakki-ihlalinden-sorumlulugu  

[6] Alıca Türkay/ Yavuz, Levent/ Merdivan Fethi, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, C.II, 2013,s.2220.

[7] Bu haklar, mali manevi veya bağlantılı haklar olabilir.

[8] Baştürk, İhsan; Genel Olarak Fikir ve Sanat Eserleri ve Bunlara İnternet Yoluyla Tecavüz İle Sonuçları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s.201; Alıca / Yavuz/ Merdivan, C.II,s.2218-2219.

[9] Alıca / Yavuz/ Merdivan, C.II,s.2222.

Türk Hukukunda Online İçerik Paylaşım Hizmeti Sağlayıcıların (OİPHS) Telif Hakkı İhlallerinden Hukuki Sorumlulukları

Yazı dizimizin birinci kısmında, Türk hukukunda sosyal medya aktörleri ile ilgili olabilecek genel kavramlardan bahsedip bunları tanımlamış ve online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcılar bakımından sorumluluk konusu için bir temel giriş oluşturmuştuk. Bu doğrultuda, ikinci kısımda OİPHS’lerin telif hakkı ihlallerinden doğan hukuki sorumluluklarını Türk hukuku çerçevesinde kısaca ele almaya çalışacağız. Bu kapsamda öncelikle belirtmek gerekir ki, yazının temel konusunu oluşturan online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcıları kavramını hem yazının uzunluğunu dengelemek hem de okurken daha rahat olacağı düşüncesiyle buradan itibaren (birinci kısımda da olduğu gibi) OİPHS olarak kullanacağız. 

1.     Telif Hakkına Konu İçerikler, Sağlanan Koruma ve Eser Sahibinin Hakları

İnternet üzerinden, özellikle OİPHS yoluyla eser sahiplerinin haklarının ihlal edilmesi oldukça kolaydır. Bunun başlıca sebepleri, eserlerin dijital ortamda birebir kopya edilmesi ve çoğaltılarak dağıtılmasının kolaylığı, koruma kapsamının belirsizleşmesi, internetin erişim alanı gözetildiğinde ülkesel korumaya konu eserlerin korunacağı yerin ve uygulanacak hukukun belirlenmesinin zorluğu, internette denetimin genel olarak mümkün olmaması veya zorluğu olarak belirtilebilir. Türk hukukunda da aslında diğer hukuk sistemlerinde olduğu gibi, teknolojinin gelişimi ve internetin hayatımıza girerek yayılmasıyla bu problemlerin çözülmesi gereği doğal olarak oluşmuştur. Bu anlamda özellikle Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRIPs Anlaşması) fikri mülkiyet haklarının etkin biçimde korunmasında önemli bir adımdır. Türkiye, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurucu üyelerinden biri olup TRIPs Anlaşması’na en başından itibaren taraf olmasına rağmen gelişmekte olan ülkeler için öngörülen geçiş sürecinden faydalanmak suretiyle 2000 yılında (kuruluştan 5 sene sonra) hükümlerini uygulamaya başlamıştır. Bu anlaşmanın en önemli özelliği, kapsamlı düzenlemeler içermesi ve taraf ülkeler için asgari koruma şartları öngörmesidir.

İnternet yoluyla eser sahibinin haklarının çok kolay ihlal edilebileceğinden bahsederken en önce telif hakkının kapsamından, hangi içeriklerin eser sayılıp ne tür bir korumadan faydalanacağından ve eser sahiplerinin hangi haklara sahip olduğundan kısaca da olsa bahsetmek yararlı olacaktır. Buna göre, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) kapsamında eser korumasından bahsedebilmek için ortada fikri bir çaba sonucu oluşan, sahibinin hususiyetini taşıyan ilim, edebiyat, müzik, güzel sanat ve sinema eseri türlerinden birinin kapsamına giren bir ürün, bir ifade biçimi bulunması gerekmektedir.[1] 

Eser koruması için hukukumuzda öngörülen önemli bir şart, kanunda belirtilen eser türlerinden (FSEK m. 2-6) bir tanesini oluşturmaktır (numerus clausus). Bunlardan OİPHS’in sorumluluğunu gerektirebilecek, yani internet üzerinden online içerik şeklinde paylaşılmak yoluyla ihlal edilebilecek birçok eser türü sayılabilir. Bu anlamda ister sözlü ister yazılı olsun herhangi bir şekilde dil ile ifade olunan ilim ve edebiyat eserleri, örneğin şiir veya hikayeler; danslar, sözlü veya sözsüz müzik eserleri, fotoğraflar, resimler, karikatür, heykel veya mimarlık eseri gibi güzel sanat eserleri ve elbette ilişkili hareketli görüntüler dizisi yani özgün video veya film gibi sinema eserleri şüphesiz internet ortamında korunacak eserler niteliğindedir.[2]

Eser sahibinin haklarından internet ortamında ve online içerik paylaşımı bakımından en kritik ve önemli olanlar kanaatimizce mali haklardan işleme hakkı (FSEK m. 21), çoğaltma hakkı (FSEK m. 22), umuma iletim hakkı (FSEK m. 25) ile manevi haklardan umuma arz (FSEK m. 14), eser sahibi olarak tanıtılma hakkı (FSEK m. 15) ve eserde değişiklik yapılmasını men yetkisidir (FSEK m. 16).[3] 

a.     Eser sahibinin manevi hakları

Eser sahibinin haklarının kapsamından kısaca bahsetmek gerekirse, ilk olarak manevi haklardan eseri kamuya sunma hakkı; eser sahibine ait, yarattığı eseri kendi özel alanından çıkarıp ilk defa kamuya sunma zamanını ve şeklini belirleme ve eserin içeriği hakkında bilgi verme yetkisi olarak açıklanabilir. Bir eser ancak sahibinin rızasıyla kamuya arz edilmişse aleni sayılır. FSEK m. 14/3 uyarınca ayrıca, eser sahibinin izni olsa da kamuya arz, eser sahibinin şeref ve itibarını zedeleyecek şekilde gerçekleştirilemez. 

İkinci olarak, yine manevi haklardan adın belirtilmesi veya eser sahibi olduğunun belirtilmesi hakkı eser sahibinin eserini kamuya arz ederken adını belirtip belirtmemesi, yalnızca baş harflerini kullanması veya başka bir ad/mahlas ile arz etmesi yönündeki hak ve yetkisinden oluşmaktadır. Bu hak yalnızca eser üzerinde değil eserin kullanıldığı her yerde adın belirtilmesini kapsar[4]. Kural olarak eser, üzerinde adı belirtilen kişinin sayılır ve eser sahibi eserde adının belirtilmemesini istemediği sürece adının belirtilmemesi bu hakkın ihlalini oluşturur. İnternette de herhangi bir eser yayınlandığında eser sahibinin adı belirtilmemişse aynı şekilde ihlal söz konusu olabilmektedir. Bu husus özellikle link verme durumlarında ortaya çıkabilmektedir. Zira link verilen eserin sahibinin belli olmadığı, isminin verilmediği durumlarda, özellikle derin link, çerçeve link ve gömme link söz konusu olduğunda eserin gerçek sahibinin değil de paylaşanın eser sahibi olduğu sanılabilmekte ve bu da eser sahibinin manevi haklarını ihlal edebilmektedir. 

Bahsedeceğimiz üçüncü manevi hak, eserde değişiklik yapılmasını men etme hakkıdır. Buna göre, eser sahibinin izni olmadan eserin bütünlüğünü bozacak şekilde değişiklik yapılamaz. Ne var ki, FSEK m. 16 aynı zamanda bu kurala bir istisna öngörmüştür. Kanunun ve eser sahibinin izniyle eseri işleyen, çoğaltan, yayımlayan kişiler bakımından zorunlu görülen hallerde zorunlu değişimler için eser sahibinin izni aranmamaktadır. Yine de eser sahibinin şeref ve itibarını zedeleyecek şekilde değişiklik yapılması mümkün değildir, eser sahibinin böyle bir durumda yine değişikliği engelleme hakkı bulunmaktadır. 

b.     Eser sahibinin mali hakları

Eser sahibinin konuyla ilgili mali haklarından ilki olan işleme hakkı kapsamında, eserden ekonomik olarak bağımsız biçimde yeniden değerlendirilebilecek şekilde yeni bir eser oluşturulması söz konusudur. Buradaki durum, yine yaratıcı bir çabayla, bir hususiyet katılmasıyla bir tür eserden başka bir tür eser oluşturulmasıdır. İşleme eser de FSEK m. 6 kapsamında eser korumasından faydalandığından, FSEK m. 21 kapsamında oluşturulan yeni işleme eser üzerinde işleyen kişinin eser sahipliği ve bundan doğan hakları ayrıca mevcuttur. Bir eseri işleme hakkı münhasıran eser sahibine ait olduğundan izin alınması gerekse de izinsiz işleme sonucu oluşan eser de kanunda aranan şartları taşıyorsa eser niteliğinde olur ve yaratıcısı eser sahipliğinden doğan hakların sahibi olur. Eserin ihlal oluşturması onun eser niteliğini etkilemez. Önemli bir husus da işleme hakkının hangi tür için tanınmışsa onun için kullanılabileceği ve işleme eser üzerinde yeniden işleme yapılacaksa bu sefer hem esas eser sahibinden hem de işleme eser sahibinden izin alınması gerektiğidir.[5]

İkinci olarak, internette oldukça önemli olan çoğaltma hakkını açıklamak gerekmektedir. FSEK m. 22’de düzenlenen bu hak kapsamında çoğaltma tekniği ve aracı bakımından bir sınırlama söz konusu değildir, herhangi bir şekilde çoğaltma mümkündür. Eserin tamamını veya bir kısmını çoğaltmak bu hak kapsamındadır.[6] Örneğin eserin bir kopyasının bilgisayara veya USB’ye kaydedilmesi çoğaltma eylemi oluşturacaktır. Bu sebeple de internetin ortaya çıkması ve gelişmesiyle elektronik olarak çoğaltmanın çok hızlı ve kolay olması, birebir aynı kopya yaratılabilmesi gibi gelişmeler bu hakkın ihlalini çok basit ve yaygın hale getirmiştir. 

Son olarak bahsedilmesi gereken ve kanaatimizce belki de günümüz internet ortamı bakımından en önemlilerden olan mali hak, FSEK m. 25 kapsamında düzenlenen işaret, ses ve görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkıdır. Her ne kadar çoğaltma da bu anlamda çok önem taşısa ve yaygın olsa da birkaç yıl öncesine kıyasla, eserlerin kopyalarının kaydedilmesine göre internet üzerinden anlık görüntüleme ve izleme eylemleri yani yayın yoluyla ihlalin ön planda olduğunu söylemek kanaatimizce yanlış olmayacaktır. Zira internette artık kullanıcılar yeni platformlar vasıtasıyla (Netflix, YouTube, Instagram gibi) eserleri diledikleri zaman diledikleri yerde ilk kez veya tekrardan görüntüleyebildiklerinden kaydetme ihtiyacının eskiye göre biraz daha azaldığı söylenebilir. Bu nedenle de yalnızca kullanıcı veya içeriği sağlayanın değil barındıran platformların da sorumluluğuna gidilmesine yönelik düzenlemeler yapılması gerekliliği elbette doğmuştur. 

Photo by Markus Winkler on Unsplash

2.     Telif Hakkı İhlali Nedeniyle Öne Sürülebilecek Talepler ve Sorumluluk

a.     İnternet ortamındaki telif hakkı ihlalleri ile online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcılar açısından görünümleri

İnternet ortamında eser sahiplerinin hakları yukarıda da açıklandığı gibi daha kolay ve geniş çaplı ihlale uğrayabilmektedir. Bunların ne şekilde olacağı elbette internet üzerinden gerçekleştirilen eylemin mahiyetine göre de değişebilmektedir. Bu anlamda, kopyalama ya da bilgisayara indirme ve kaydetme gibi eylemler söz konusu olduğunda çoğaltma hakkının ihlali, platforma yüklemek suretiyle diğer kullanıcılarla paylaşma veya onların erişimine açma gibi durumlarda ise umuma iletim hakkının ihlalinden bahsetmek gerekecektir.[7] Bu kapsamda, internet ortamında yaygın olan eylemlerden öne çıkan birkaç tanesini aşağıda kısaca değerlendirmekteyiz.

i. Link vermek

İnternet ortamında ve OİPHS üzerinden çokça gerçekleştirilen bir eylem olan link vermenin birkaç çeşidi mevcuttur. Daha çok çeşidi teknik anlamda mevcut olsa da, burada ihlalin oluşma ihtimalini daha çok gördüğümüz çerçeveleme linkten bahsetmekle yetineceğiz. Çerçeveleme halinde linkin hedeflediği içerik başka bir sayfaya gidilmeden bulunulan sayfada görüntülenmektedir[8]. Mevcut sitede bir çerçeve açılıp içerisinde başka bir sitede yer alan içerik görüntülenmekte olup bu durumda, adres çubuğundaki adres bile değişmediğinden burada özellikle eser sahibi konusunda yanılma riski çok yüksektir. Umuma iletim açısından eser, kaynak sayfada eser sahibinin izniyle yer alıyorsa ihlalin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmekle birlikte izinsiz yer aldığı durumda kaynak da belirtilmemişse hem umuma iletim hem de adın belirtilmesi hakkı ihlal edilmiş olur[9]. Çerçeve içine alınan eserin bütünlüğü bozulmuşsa, FSEK m. 16 kapsamında bir ihlal de somut olayın koşullarına göre söz konusu olabilmektedir. Örneğin, içeriğin başka bir dile çevrilerek paylaşılması durumunda işleme hakkı ve eserin bütünlüğünün korunması hakkı zarar görebilecektir.[10] 

5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun (5651 sayılı Kanun) m.4 çerçevesinde kişilik hakkı ihlali söz konusu olduğunda içerik sağlayıcı dahi kural olarak link verdiği içerikten sorumlu olmayıp, ancak bu içeriği benimsiyor ve ulaşılmasını amaçladığı açıksa genel hükümlere göre sorumludur. Dolayısıyla yer sağlayıcının kural olarak sorumluluğunun bulunmaması bu açıdan makul gözükmektedir. İçeriği üreten veya kontrol eden OİPHS olmadığında, kendisine bildirim yapılıp hukuka aykırılığı bildiği halde içeriği kaldırmaması dışında bu açıdan sorumluluğu doğmayacağı düşünülmektedir.[11]

ii. Başkasına ait eseri ihtiva eden içerik paylaşımı

OİPHS kapsamında sunulan hizmetler düşünüldüğünde ihlal görünümlerinden ilk akla gelenlerden biri de kullanıcıların bir başkasına ait eser niteliğinde ve/veya bir eseri de içeren fotoğraf, video, müzik gibi bir içeriği izinsiz olarak platforma yüklemesidir. Bu kapsamda önemli olabilecek ihlal noktalarından ilki, daha önce bahsedildiği gibi, paylaşılan içeriğin kime ait olduğunun bildirilmemesinden ötürü adın belirtilmesi hakkının ihlalidir. Bunun yanı sıra, umuma iletim hakkının ihlal edildiği de söylenebilecektir. Örneğin bir sanatçının bir şarkısının arka plan müziği olarak kullanılması veya bir romanın/şiirin hususiyet taşıyan önemli bir bölümünün kullanılarak internette yayın yapılması umuma iletim hakkının ihlali olacaktır. Esasen, somut olayda bir işleme söz konusuysa, örneğin bir şiirin izinsiz olarak şarkı haline getirilerek söylenmesi ve buna ilişkin ses kaydının yüklenmesi durumunda işleme hakkının ihlali ya da bir eserin bütünlüğünü bozacak ve/veya bir eserin paylaşılırken şeref ve itibarı zedeleyici şekilde herhangi bir değişiklik/ekleme/çıkarma yapılması halinde manevi haklardan eserde değişikliğin yasaklanması hakkının ihlali söz konusu olabilir. Bu örnekler çoğaltılabilir, burada önemli olan herhangi bir eserin kendisinin veya işlemesinin platform üzerinden başkalarıyla izinsiz paylaşılmasının ihlal teşkil etmesidir.  

b.     Online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcılar bakımından telif ihlallerinden doğan talepler ve sorumluluk

Bir önceki başlıkta açıklanan, FSEK kapsamında m. 2-6 arasında belirlenen eserlerden doğan maddi ve manevi hakların ihlali halinde FSEK m. 66-79 arasında belirlenen hukuki ve cezai yollara başvurulabilir. FSEK ek madde 4 kapsamında hak sahibi tarafından hukuka aykırı içeriğin kaldırılması için başvurulması mümkündür.

Her şeyden önce, telif hakları ihlalinin de bir tür haksız fiil olduğunu[12], bu sebeple de Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 49 vd. genel hükümlere de başvurulabileceğini söylemek gerekmektedir. Ancak, FSEK kapsamına giren bir durum söz konusuysa genel hükümlere gitmekten ziyade özel hükümlere başvurmak daha doğru olacaktır. 

i. FSEK kapsamındaki hukuki talepler

FSEK ve diğer kanunlar kapsamında öne sürülebilecek hukuki talepleri şu şekilde sıralayabiliriz: Tecavüzün tespiti, ref’i, men’i, tazminat, ihtiyati tedbir ve hükmün ilanı. Tecavüzün ref’ine ilişkin davalarda özel bir hüküm niteliğinde olan FSEK m. 68 çerçevesinde tüm mali haklar bakımından kusur aranmaksızın üç kata kadar telif tazminatına hükmedilebilmesi mümkündür.

Önemle belirtmek gerekir ki, tecavüzün tespiti davası FSEK’te açıkça yer almamaktadır. Yine de söz konusu davalar, haksız rekabet kapsamında Türk Ticaret Kanunu m. 54-58 uyarınca ve Türk Medeni Kanunu m. 25 kapsamında açılabilmektedir.[13] Tecavüzün men’i ve ref’i davaları ise sırasıyla eser sahibinin haklarına tecavüzün önlenmesi ve sona erdirilmesi için açılabilir (FSEK m. 69 ve 66). Men davası, tecavüz tehlikesinin veya devamının önlenmesi için açılabilirken, ref davası ise başlamış ve devam eden hak ihlalinin sona erdirilmesi için açılır; tecavüz sona ermişse açılamaz. Yine de tecavüz sona ermiş fakat hukuka aykırı eylemin sonuçları devam etmekte ise ref davası açılması mümkündür. İnternette işlenen mali ve manevi hakların tecavüzü genellikle devam eden niteliktedir, örneğin izinsiz ve kaynaksız yüklenen eser platformda durmaya devam ettiği sürece eser tekrar tekrar veya yeni kişiler tarafından görülebilir ve bu durumda sürekli ihlal mevcuttur. Bu davalarda kusur şartı aranmaz.[14]

Tazminat davaları bakımından ise, mali ve manevi haklardan hangilerinin ihlal edildiğine göre maddi veya manevi (ya da ikisi birden) tazminat talepli dava açılması FSEK m. 70 kapsamında mümkündür. Doğal olarak, FSEK m. 68 kapsamındaki telif tazminatı hariç, tazminat davasının açılabilmesi için zarar ve kusur şartları aranmaktadır. Ayrıca, FSEK m. 70/3 uyarınca tazminat davalarının yanı sıra bir de eser sahibinin mali ve manevi haklarının ihlal edilmesi üzerine elde edilen kârı da istemesi mümkündür. Manevi tazminat söz konusu olduğunda ise maddi tazminatın aksine mutlaka maddi ve parasal tazmin gerekli değildir, ilan veya özür gibi başka türlü manevi tazmin şekilleri de öngörülebilir[15]

Fikri hakların ihlali yönünden bir ihtiyati tedbir türünü düzenleyen ve doğrudan konuyla ilgili düzenleme olan FSEK ek madde 4 kapsamında da ihlale konu eserin hukuka aykırı içerikten çıkarılması öngörülmüştür. Bu tedbir, internetin doğası gereği hızlıca aksiyon alınabilmesi bakımından öngörülmüştür. Buna göre, önce hak sahibi içerik sağlayıcıya başvuracak, ihlal 3 gün içerisinde durdurulmuyorsa bu sefer savcılığa başvurulup 3 gün içerisinde yer sağlayıcının içerik sağlayıcıya verdiği hizmetin durdurulması talep edilecek, ihlal durdurulursa ancak o zaman içerik sağlayıcısına yeniden hizmet sağlanabilecektir. 

Ek madde 4’ün yanı sıra, telif hakkı ihlallerinde genel olarak ihtiyati tedbir talebini düzenleyen FSEK m. 77, “Esaslı bir zararın veya ani bir tehlikenin yahut emrivakilerin önlenmesi için veya diğer her hangi bir sebepten dolayı zaruri ve bu hususta ileri sürülen iddialar kuvvetle muhtemel görülürse hukuk mahkemesi, bu Kanunla tanınmış olan hakları ihlal veya tehdide maruz kalanların ya da meslek birliklerinin talebi üzerine, davanın açılmasından önce veya sonra diğer tarafa bir işin yapılmasını veya yapılmamasını, işin yapıldığı yerin kapatılmasını veya açılmasını emredebileceği gibi, bir eserin çoğaltılmış nüshalarının veya hasren onu imale yarayan kalıp ve buna benzer sair çoğaltma vasıtalarının ihtiyati tedbir yolu ile muhafaza altına alınmasına karar verebilir.” hükmünü haizdir. Buna göre, kanunda belirtilen koşulların oluşması halinde elbette hukuk mahkemesine de başvurmak suretiyle erişimin engellenmesi veya içeriğin kaldırılması gibi ihtiyati tedbir talepleri de öne sürülebilir. 

Dikkat edilmesi gereken bir diğer konu da, tedbirin ifade özgürlüğü ve diğer temel haklar bakımından dengeli olması gerektiğidir. Örneğin sosyal medya platformları açısından değerlendirildiğinde sadece ifade özgürlüğü değil, toplantı hak ve özgürlüğünün dahi etkilenmesinin mümkün olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple de temel hak ve hürriyetler dengesi gözetilerek hakların özüne dokunulmadan ölçülü bir sınırlama yapılması gerekmektedir. Bu çerçevede, 2019 tarihinde birtakım suçları önlemek ve kişilik hakları ile özel hayatın gizliliğini korumak amaçlı 5651 sayılı Kanun m.8’e eklenen 17. fıkrada da öngörüldüğü gibi, yalnızca içeriğe erişimin engellenmesi ile ihlal önlenebilirse, internet sitesinin tamamına erişimin engellenmesi ölçülü olmayacaktır.[16]

FSEK çerçevesinde, yukarıda bahsedildiği gibi içerik sağlayıcının ihlal bildirimini alıp buna uygun olarak hukuka aykırı içeriği kaldırmaması durumunda sorumluluğu söz konusu olup, platformların ise yalnızca ihlalin durdurulmaması halinde içerik sağlayıcısına hizmet vermeyi durdurması kapsamında sorumluluğu öngörülmüştür. Bu kapsamda, sosyal medya platformlarının sürekli ve genel bir izleme/gözleme/filtreleme sorumluluğu söz konusu değildir.

ii. 5651 sayılı Kanun kapsamında talepler

5651 sayılı Kanunun telif hakkı ihlalleri bakımından uygulanıp uygulanamayacağı konusu tartışmalı gözükmektedir. Bu nedenle bu konuya da bir başlık açıp kısaca değerlendirmek gerekmiştir. Fakat Kanun, m.8’de katalog suçlar arasında telif suçlarını saymamış, m. 9’da kişilik hakkı ihlallerinden bahsetmiş, m.9/A’da da özel hayatın gizliliğini ihlal durumunda uygulanma alanı belirlemiştir. Kanunun düzenlenme amacı da telif suçları veya ihlallerini içermek ve önlenmesinin hedeflemekten çok diğer başka suç türleri ve kişilik haklarının ihlallerine karşı internet kullanıcılarının korunması gibi görünmektedir. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi dikkate alındığında, 5651 sayılı Kanun kapsamında; katalog suçlardan biri işlenmemişse, kişilik haklarına saldırı veya özel hayatın gizliliğini ihlal olarak nitelenebilecek bir eylem ile birleşmedikçe eser ve bağlantılı hak sahiplerinin mali ve manevi haklarının ihlali nedeniyle erişimin engellenmesi yaptırımlarının uygulanamayacağı düşünülmektedir. Bu sebeple, kanaatimizce, söz konusu Kanuna telif hakkı ihlalleri bakımından başvurabilmek ancak ve ancak FSEK m. 14/3 ve 16/3 kapsamında şeref ve itibarın zedelenmesi halinde kişilik hakkı ihlali oluşuyorsa düşünülebilir. 

Buna göre, 5651 sayılı Kanun m. 9/1 uyarınca kişilik hakkı ihlal edilenler bakımından söz konusu durumun düzeltilmesi için iki ayrı talep mevcuttur: İhlal oluşturan içeriğin platformdan kaldırılması veya erişimin engellenmesi. Bunların işletilebilmesi için ise iki yola başvurulabilir, “uyar-kaldır” yöntemi ile içerik veya yer sağlayıcısına başvurulması ve içeriğin kaldırılmasının talep edilmesi veya bunun için doğrudan sulh ceza hakimliğine başvurulması. 6518 sayılı Kanun ile 5651 sayılı Kanununun 9/1. maddesi değiştirilmiş ve yeni halinde içerik sebebiyle hakları tecavüze uğrayan kişinin içeriğin kaldırılması için önce içerik sağlayıcısına, ona ulaşamaması durumda yer sağlayıcısına başvurup ihtarda bulunmasına (yani “uyar-kaldır” mekanizmasına) gerek olmadan doğrudan sulh ceza hakimine başvurabilmesi olanağı sağlanmıştır[17]. 5651 sayılı Kanuna eklenen Ek Madde 4’ün 8. fıkrası uyarınca yargı kararı ile hukuka aykırılığın tespiti halinde sosyal ağ sağlayıcı, kararın kendisine bildiriminden itibaren 24 saat içerisinde içeriği kaldırmak veya duruma göre erişimi engellemek zorundadır. Bu sorumluluğun doğması için sosyal ağ sağlayıcıdan önce içerik sağlayıcıya başvurulması gerekmemektedir. Karara rağmen hukuka aykırı içeriği yayından kaldırmayan sosyal ağ sağlayıcı, hak sahibinin bundan doğan zararlarını tazmin etme yükümlülüğü altındadır.[18]

iii. Yargı kararları

Konuyla ilgili olabilecek içtihatlardan da kısaca bahsetmek gerekir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2013 tarihli bir kararında, alan adı tahsisi de yapan bir yer sağlayıcı bakımından husumetin bulunmadığı yönündeki ilk derece mahkemesi kararını bozmuş, davalı yer sağlayıcısının tecavüzün durdurulması için ihtarname yoluyla bilgilendirilmesine rağmen hiçbir aksiyon almamasının husumet yarattığına karar vermiştir[19]. Elbette sorumluluğun doğmasında bildirimin varlığına ek olarak ayrıca önemli olan, bildirilen ihlal iddiasındaki içeriğin hukuka aykırı olmasıdır.[20] Aynı şekilde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2014 tarihli bir kararında, yer sağlayıcının kusura dayalı sorumluluğu olduğu ve üçüncü kişiye sağlanan hukuka aykırı içerikten iştirak halinde sorumlu olduğuna karar vermiştir. Buna göre, yer sağlayıcının tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve kaldırılması bakımından sorumlu olabilmesi için hukuka aykırılıktan haberdar edilmesine rağmen haksız biçimde içeriği kaldırmamış olması gerekir, zira hukuka aykırılığı öğrenip haklı bir neden olmaksızın harekete geçmemesi kusurludur. Haberdar edilme bakımından ihtarnamenin yanı sıra dava dilekçesinin tebliğ edilmesinin de aynı işlevi göreceği kabul edilmiştir.[21] Yine 11. Hukuk Dairesi 2020 tarihli bir kararında, TTK m. 56 uyarınca haksız rekabet davalarında tazminat dışı taleplerde fiili bizzat gerçekleştirenler bakımından kusur aranmadığı, uyar-kaldır kuralı gereği ihtarın ardından hukuka aykırı içeriğin kaldırılmamasının sorumluluk doğuracağı, yer sağlayıcının tazminat sorumluluğu bakımından haberdar edilmiş olmasının yeterli olduğu yönünde karar vermiştir.[22]

Anayasa Mahkemesi, ihlal bildirimi yapılan içeriğin kaldırılması için açıkça ihlal teşkil etmesi gerektiği, aksi halde yer sağlayıcının içeriği yayından kaldırmamasının sorumluluğunu doğurmayacağı kanaatindedir.[23] İhlal bildiriminin ihlalin tespiti için yeterince açık ve anlaşılır olması gerektiği ve ihlali tam belirterek içeriğin yayından kaldırılabilmesini sağlayacak bilgileri içermesi gerektiği de vurgulanmalıdır. Yargıtay bir kararında basiretli davranış yükümlülüğünden bahsetmiştir, ne var ki bu durumda kanunun aksine yer sağlayıcıya içerik ile ilgili araştırma yapma yükümlülüğü yüklemiş bulunmaktadır. Burada yine yer sağlayıcının kanun gereği hukuka aykırılığı araştırma yükümlülüğü olmadığına dikkat edilerek ihlalin tespitinde bir denge bulunması ve bu anlamda belli derecede bir araştırma beklense de bunun en azından ihlal bildiriminden sonra yapılmasının beklenmesi gerekebilmektedir[24]

SONUÇ

Yukarıdaki tüm açıklamalarımız ışığında, hukukumuzda OİPHS’lerin genel bir izleme sorumluluğu olmadığı anlaşılmaktadır. Sorumluluk, hukuka aykırılığın kendilerine bildirilmesinden itibaren başlamakta olup hali hazırda neredeyse hepsinin bu sebeple hukuka aykırılıkların bildirilebilmesi için online ihtar/bildirim mekanizmaları bulunmaktadır.[25] Türk hukukunda telif hakları ihlalinden doğan online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcıların hukuki sorumlulukları bakımından henüz FSEK veya başka bir kanun OİPHS’leri tanımlayarak bunlar için özel bir düzenleme getirmiş değilse de, mevcut rejimi değiştirecek bir düzenlemenin elbette mevzuatın bütününe uyumunu gözetmesi gerektiği ve özel hükümlerin getirildiği AB’de de henüz çok yeni olan ve iç hukuka aktarılması bile tüm üye ülkeler tarafından tamamlanmayan konuyla ilgili yeni direktifin nasıl uygulandığı, nasıl sonuçlar getirdiği gibi noktaların gözlemlenmesinin faydalı olacağı da açıktır.[26] 

Alara NAÇAR SEÇKİN

Elif AYKURT KARACA

Ağustos 2022

nacar.alara@gmail.com

elifaykurt904@gmail.com


[1] TEKİNALP, Ünal: Fikri Mülkiyet HukukuBeşinci Bası, Vedat, İstanbul, 2012, ss. 103 vd.

[2] TEKİNALP, ss. 114-128.

[3] ÖZTAN, Fırat: Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Turhan, Ankara, 2008, ss.286-392; BOZBEL, Savaş: Fikri Mülkiyet Hukuku, Oniki Levha, İstanbul, 2015, ss. 71-111; TEKİNALP, ss. 160-198.

[4] TEKİNALP, ss. 168-170; ÖZTAN, ss. 305-306.

[5] TEKİNALP, ss. 182-183; BOZBEL, ss. 74-75; AYHAN İZMİRLİ, Lale: Avrupa Birliği ve Türk Hukuklarına Göre İnternet Ortamında Fikri Mülkiyet Haklarının İhlali ve Korunması, Seçkin, Ankara, 2012, ss. 141-142.

[6] ÖZTAN, ss. 355-359.

[7] AYHAN İZMİRLİ, ss. 174-175, 182-184; ALICA, Türkay/YAVUZ, Levent/MERDİVAN, Fethi: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, İkinci Baskı, Seçkin, Ankara, 2014, s. 1956.

[8] LEUNG, Dawn: ‘What’s all the Hype About Hyperlinking?: Connections in Copyright’, Intellectual Property Brief 1 (7), 2020, S.63.

[9] ALICA/YAVUZ/MERDİVAN, s. 1950.

[10] AYHAN İZMİRLİ, ss. 186-190; ALICA/YAVUZ/MERDİVAN, s. 1951.

[11] BOZBEL, ss. 320-321; ALICA/YAVUZ/MERDİVAN, ss. 1951-1952; YASAMAN, ss. 643-646.

[12] KAYA, Turgut: İnternet Servis Sağlayıcısının Hukuki ve Cezai SorumluluğuSeçkin, Ankara, 2019, s. 67; BOZBEL, s. 235.

[13] AYHAN İZMİRLİ, s. 217; BOZBEL, ss. 237-241, 252-253, 324.

[14] AYHAN İZMİRLİ, ss. 217-218; BOZBEL, s. 258.

[15] BOZBEL, ss. 254-255.

[16] ÇINAR, İsmail: “5651 Sayılı Kanun Çerçevesinde Koruma Tedbiri Olarak İnternet Ortamında Yapılan Yayınlarda İçeriğin Çıkarılması ve/veya Erişimin Engellenmesi” İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 8 (1), 63-95, ss. 89-92.

[17] YASAMAN, Zeynep: Türk ve Avrupa Birliği Hukukunda İnternette Marka Hakkının İhlali, Oniki Levha, İstanbul, 2020, ss. 610-611.

[18] YASAMAN, ss. 691-692.

[19] Yargıtay 11.H.D. 27.02.2013, 2012/3350 E. 2013/3597 K. (YASAMAN, ss. 620-621).

[20] YASAMAN, s. 611.

[21] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.01.2014, 2013/11-1138 E., 2014/16 K. (BOZBEL, ss. 323-324).

[22] Yargıtay 11. HD 21.01.2020, 2019/5303 E., 2020/629 K. (YASAMAN, ss. 652-653).

[23] AYM, Ali Kıdık Başvuru No. 2014/5552, 26.10.2017 para. 56-63 hakkında YASAMAN, s. 617.

[24] YASAMAN, ss. 618-622.

[25] YASAMAN, s. 689.

[26] ÇONKAR, s. 712.

TÜRK HUKUKU KAPSAMINDA İÇERİK VE YER SAĞLAYICILARIN TELİF HAKKI İHLALLERİNDEN SORUMLULUĞU

I. GİRİŞ

Teknolojinin gelişmesi ve dijitalleşmenin yaygınlaşması telif hukukunu da önemli ölçüde etkilemiştir. İnternet sayesinde kullanıcılar, bilgiye hızlı ve kolay bir şekilde ulaşmaktadır.

İnternet kullanımının yaygınlaşması fikri mülkiyete konu olan eserlerin internet ortamına aktarılmasına yol açmıştır. Fikri mülkiyet hakkına konu olan eserlerin internet ortamında paylaşılması, eser sahibinin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamakla birlikte birtakım sorunlara da sebebiyet vermektedir.

Günümüzde sosyal medya kullanımının, ayrılan zaman ve verilen önem gözetildiğinde yaş veya sosyal statü fark etmeksizin herkes için çok yaygın ve ön planda olduğu görülmektedir. Sosyal medya platformları; YouTube, Facebook, Twitter, Instagram gibi her türlü metin, fotoğraf, ses ve görüntü ile video paylaşımı dâhil olmak üzere eser sahibinin haklarını ilgilendiren birçok farklı uygulama içermektedir.

Commencis 2021 Sosyal Medya Raporu’na göre 2021 yılında Facebook aylık aktif kullanıcı sayısı 2,8 milyar iken Instagram için bu sayı 1 milyar olup, 2020 yılında internet kullanıcılarının sosyal medyada harcadığı günlük ortalama süre ise 145 dakikadır[1]. Statista verilerine göre Temmuz 2021 itibariyle Facebook’taki aktif kullanıcı sayısı 2.85 milyar, YouTube’daki 2.29 milyar, Instagram’daki 1.38 milyar ve Twitter’daki aktif kullanıcı sayısı ise 397 milyon olarak görülmektedir[2]. Buna göre, bir eserin söz konusu sosyal medya platformları aracılığıyla ihlal edilmesi halinde, örneğin umuma iletim hakkı kapsamında izinsiz yapılan bir paylaşımla, milyonlarca hatta milyarlarca insan tarafından ihlal konusu esere erişim söz konusu olabilecektir.

Bir eserin ihlali halinde hukuka aykırı içeriği paylaşanı tespit edip ona ulaşmak daha zor olduğundan ihlalin gerçekleşmesine imkân veren platformun sorumlu tutulması, ulaşılabilir ve belirli bir başvuruya imkân vereceğinden hak ihlallerinin önüne geçmek ve eski hale döndürme açısından önem arz edebilmektedir[3]. Bu anlamda söz konusu servis sağlayan platformların ne derece sorumlu tutulacağına ve sorumluluğun sınırlarına ilişkin hukuki ve/veya cezai düzenlemeler yapılması gerektiği açıktır. Bu nedenle serimizde, telif hakkı ihlalleri ile sınırlı olmak üzere online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcılarının (OİPHS) hukuki ve cezai sorumluluğunu Türk hukukundaki düzenlemeler kapsamında inceleyeceğiz. Serimizin ilk bölümünü oluşturan okumakta olduğunuz yazımızda, konu ile ilgili genel bilgi ve kavramlara yer verilmiştir.

II. KONU İLE İLGİLİ GENEL KAVRAMLAR     

A. İnternet ve İnternet Ortamı

Genel ağ[4] olarak ifade edilen internet, Türk Dil Kurumu’nda yer alan tanıma göre bilgisayar ağlarının birbirine bağlanması sonucu ortaya çıkan, herhangi bir sınırlaması ve yöneticisi olmayan uluslararası bilgi iletişim ağıdır[5].Söz konusu tanıma göre internet, merkezi olmayan, hiç kimsenin sahibi olmadığı ve herhangi bir kişinin, kurumun veya kuruluşun kontrolünde olmayan bir ağdır[6].

5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunun (İnternet Kanunu) “Tanımlar” başlıklı 2.maddesinin 1.fıkrasının (g) bendinde internet ortamı, haberleşme ile kişisel veya kurumsal bilgisayar sistemleri dışında kalan ve kamuya açık olan internet üzerinde oluşturulan ortam olarak tanımlanmıştır[7].

B. İnternette Yapılan Yayın

İnternet Kanunu m.2/1 (ğ) hükmüne göre, internet ortamında yer alan ve içeriğine belirsiz sayıda kişilerin ulaşabileceği verilerdir.

C. İçerik Sağlayıcı

İçerik sağlayıcı, internet ortamı üzerinden kullanıcılara sunulan her türlü bilgi veya veriyi üreten, değiştiren ve sağlayan gerçek veya tüzel kişilerdir. Bu kapsamda içerik sağlayıcı, internette yer alan bir sitenin içeriğini oluşturan veya içeriğin oluşturulmasına bilgi aktarımı yoluyla katkı sağlayan ve böylece sitede yer alan bilgiyi kullanıcıların hizmetine sunan gerçek veya tüzel kişilerdir[8]

D. Yer Sağlayıcı

Hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan veya işleten gerçek veya tüzel kişilere yer sağlayıcı denilmektedir. Yer sağlayıcılar, internette yer alan bir sitenin barındırıldığı sistemi sağlayan veya işletendir. Bu kapsamda, internette üçüncü kişilere yer temin ederek bu kişilerin satış yapmasına izin veren https://dolap.com/ gibi siteler kullanıcılar için “yer sağlayıcı” terimi içerisinde yer almaktadır. Ancak doğal ki bu sitelerin aktif şekilde çalışabilmesi için bulunduğu sanal ortam ise bu site açısından yer sağlayıcı konumunda olacaktır.

Yer sağlayıcı konumunda bulunanların, aynı zamanda sitede yer alan içeriği de oluşturması durumunda yer sağlayıcı ve içerik sağlayıcı sıfatları birleşecektir. Diğer bir deyimle, içerik paylaşımı da yapan yer sağlayıcılar, içerik sağlayıcı olacaktır. Üçüncü kişilere ürünlerini satma imkânı vererek yer sağlayıcı olan amazon.com, kendi sattığı ürünler bakımından aynı zamanda içerik sağlayıcı olarak değerlendirilecektir.

E. Erişim Sağlayıcı

Erişim bir internet ortamına bağlanarak kullanım olanağı kazanılmasıdır. Erişim sağlayıcı ise kullanıcılarına internet ortamına erişim olanağı sağlayan her türlü gerçek veya tüzel kişilerdir. (İnternet Kanunu m.2/1 (e)) İnternet Toplu Kullanım Sağlayıcıları Hakkında Yönetmelik m. 3 /1(ç) hükmüne göre ise erişim sağlayıcılar, toplu kullanım sağlayıcılarına ve abone olan kullanıcılarına internet ortamına erişim olanağı sağlayan işletmeciler ile gerçek veya tüzel kişiler olarak tanımlanmıştır.

F. Toplu Kullanım Sağlayıcı

Toplu kullanım sağlayıcı, kişilere belli bir yerde ve belli bir süre internet ortamı kullanım olanağı sağlayan gerçek ve tüzel kişilerdir. Bu kapsamda, internet erişimini mümkün kılan iş yerleri ve okullar veya belirli bir ücret karşılığında internet kullanımı hizmeti veren ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılar (örneğin internet kafeler) bu tanımın içerisinde yer almaktadır.

G. Kullanıcı

Kural olarak içeriğin hazırlanmasına ve sunulmasına katkı sağlamayan kullanıcılar, internet ağı üzerinde dolaşan, internet ortamında yer alan içeriklere ulaşabilen ve hatta herhangi bir kısıtlama bulunmaması durumunda bu içerikleri indirebilen kişilerdir[9]. Bu kapsamda kullanıcı, genel anlamda, aboneliği olup olmamasına bakılmaksızın internet ortamından yararlanan gerçek veya tüzel kişilerdir.

III. ONLINE İÇERİK PAYLAŞIM HİZMETİ SAĞLAYICILAR KAVRAMI, TANIMI VE ÖZELLİKLERİ

Öncelikle, sorumluluklarına geçmeden, online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcı sosyal medya platformlarını tanımlamak gerekmektedir. Sosyal medya, kullanıcıların eşzamanlı ve karşılıklı olarak bilgi ve içerik paylaşımı yapabildiği ve sanal etkileşim içerisinde olmalarına yarayan dijital platformlar bütünüdür[10]. OİPHS ise kavram olarak Türk pozitif hukukunda henüz bir tanıma kavuşmuş değildir.  Bu kavram esasen Avrupa Birliği (AB) hukukunda yer almakta olup oraya da 2019 tarihli Avrupa Birliği Dijital Tek Pazarda Telif Hakları Direktifi’nin kabulü ile girmiştir. Bu Direktifin 2/6 (1). Maddesine göre bunlar, ana faaliyeti kullanıcıları tarafından yüklenen ve eser mahiyeti de taşıyabilen içeriklerin depolanması, kâr amacıyla düzenlenmesi ve tanıtılması ile toplumun erişimine sunulması olan hizmet sağlayıcılarıdır[11].

Hukukumuzda söz konusu terimin tanım olarak karşılığının tam olmasa da ancak yer sağlayıcı veya sosyal ağ sağlayıcı kapsamında yapılabileceği kanaatindeyiz. Yer sağlayıcılar, teknik altyapı ile internet üzerinde paylaşılan içeriği barındırma hizmeti verenlerdir. Bu anlamda yer sağlama hizmeti de “internet ortamına yüklenerek kullanıcıların erişimine sunulan üçüncü kişiye ait bilgi içeriğinin, belirli bir sunucuda depolanması, kaydedilmesi” ve bunların internet kullanıcılarına erişilebilir kılınmasını hizmetini tanımlamaktadır. Bunlar, internet üzerinden sunulan bilgi, belge gibi içerikleri barındıran platformlardır. Dolayısıyla kullanıcıları tarafından üretilen içerikleri barındıran YouTube, Twitter, Instagram, Facebook gibi platformların da bu anlamda yer sağlayıcı olarak kabulü gerekmektedir[12].

IV.   TÜRK HUKUKUNDAKİ DÜZENLEMELER

Yukarıda da bahsedildiği gibi, hukukumuzda OİPHS kavramı doğrudan yer almamaktadır. Bu anlamda,  5651 sayılı Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2.maddesinin 1.fıkrasının (m) bendinde yer sağlayıcı, “Hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan veya işleten gerçek veya tüzel kişileri” ve 2020 yılında eklenen (s) bendiyle tanımlanan sosyal ağ sağlayıcı, “Sosyal etkileşim amacıyla kullanıcıların internet ortamında metin, görüntü, ses, konum gibi içerikleri oluşturmalarına, görüntülemelerine veya paylaşmalarına imkân sağlayan gerçek veya tüzel kişileri” ifade eder şekilde tanımlanmıştır. Aynı şekilde, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesine Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 3.maddesinin 1.fıkrasının (s) bendine göre yer sağlayıcı, “İnternet ortamında hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan veya işleten gerçek veya tüzel kişileri” ifade etmektedir. Türk hukukunda sosyal medya platformlarında paylaşılan içeriklerin eserden doğan hakları ihlal etmesi halinde uygulanacak kanun hükümleri ise, esas itibariyle 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda (FSEK) yer almaktadır. Fakat, FSEK’te bu kavramların tanımı yapılmamıştır.

Online içerik paylaşım hizmeti sağlayıcıların da kullanıcılarının içerik yüklemesi için yer sağlamasından ötürü aslında bir çeşit yer sağlayıcıları olduğunu söylemek mümkündür[13]. Bu anlamda belirtmek gerekir ki yer sağlayıcı kavramı, OİPHS kavramını da içerisine alabilecek çok daha geniş bir kavramdır. Bu nedenle, her yer sağlayıcı OİPHS değilken her OİPHS bir yer sağlayıcıdır denebilir. Bu sebeple, YouTube, Instagram, Facebook ve Twitter gibi platformlar hem AB hukuku bakımından OİPHS hem de Türk hukuku bakımından yer sağlayıcı ve sosyal ağ sağlayıcı kategorisinde sayılmalıdır[14].

Bunların yanı sıra, 2004 yılında FSEK’e eklenen ek madde 4’ün 2. Fıkrası kapsamında, “Dijital iletim de dahil olmak üzere işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla servis ve bilgi içerik sağlayıcılar tarafından eser sahipleri ile bağlantılı hak sahiplerinin bu Kanunda tanınmış haklarının ihlâli halinde, hak sahiplerinin başvuruları üzerine ihlâle konu eserler içerikten çıkarılır. Bunun için hakları haleldar olan gerçek veya tüzel kişi öncelikle bilgi içerik sağlayıcısına başvurarak üç gün içinde ihlâlin durdurulmasını ister. İhlâlin devamı halinde bu defa, Cumhuriyet savcısına yapılan başvuru üzerine, üç gün içinde servis sağlayıcıdan ihlâle devam eden bilgi içerik sağlayıcısına verilen hizmetin durdurulması istenir. İhlâlin durdurulması halinde bilgi içerik sağlayıcısına yeniden servis sağlanır.” düzenlemesi mevcuttur. Bu hüküm kapsamındaki uygulamaya “uyar-kaldır” da denmektedir.

5651 sayılı Kanuna 2020 yılında eklenen ek madde 4’ün 3.fıkrasında, “Türkiye’den günlük erişimi bir milyondan fazla olan yurt içi veya yurt dışı kaynaklı sosyal ağ sağlayıcı, 9 uncu ve 9/A maddeleri kapsamındaki içeriklere yönelik olarak kişiler tarafından yapılacak başvurulara, başvurudan itibaren en geç kırk sekiz saat içinde olumlu ya da olumsuz cevap vermekle yükümlüdür. Olumsuz cevaplar gerekçeli olarak verilir.” ve aynı hükmün 8 ve 9.fıkralarında ise “Hukuka aykırılığı hâkim veya mahkeme kararı ile tespit edilen içeriğin sosyal ağ sağlayıcıya bildirilmesi durumunda, bildirime rağmen yirmi dört saat içinde içeriği çıkarmayan veya erişimi engellemeyen sosyal ağ sağlayıcı, doğan zararların tazmin edilmesinden sorumludur. Bu hukuki sorumluluğun işletilmesi için içerik sağlayıcının sorumluluğuna gidilmesi veya içerik sağlayıcıya dava açılması şartı aranmaz … Bu maddenin uygulanmasında sosyal ağ sağlayıcının yükümlülükleri, içerik veya yer sağlayıcısı olmasından doğan sorumluluk ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz.” hükmü mevcuttur. Bu hükümden anlaşılan, sosyal ağ sağlayıcı için kişilik hakkı ihlali söz konusu olduğunda ayrı bir sorumluluk kategorisi öngörüldüğü ve içerik sağlayıcıdan bağımsız olarak sosyal ağ sağlayıcının da sorumluluğuna gidilebileceğidir. Sosyal ağ sağlayıcının sorumluluğu, kişilik hakkı ihlali hakkında uyarıldığı veya bilgilendirildiği halde içeriği kaldırmaması veya erişimi engellememesi durumunda doğmaktadır. Bu kapsamda kendiliğinden bir kontrol yükümlülüğü bulunmamakla birlikte ihlale karşı bilgilendirildiğinde derhal harekete geçmesi gerektiği öngörülmüştür. 

Alara NAÇAR SEÇKİN

Elif AYKURT KARACA

Ağustos 2022

nacar.alara@gmail.com

elifaykurt904@gmail.com


[1] Commencis, Sosyal Medya Raporu, 2021, https://www.commencis.com/wp-content/uploads/2021/04/Sosyal-Medya-Raporu.pdf?vgo_ee=AhACHX%2FapfgiEVdUWnBzwGSrDNXGZ4J4MbttW3gYmMM%3D, son erişim tarihi 09.08.2021, ss. 20-22.

[2] Statista Research Department: “Global social networks ranked by number of users 2021” Statista, 2 Ağustos 2021, https://www.statista.com/statistics/272014/global-social-networks-ranked-by-number-of-users/, son erişim tarihi 09.08.2021.

[3] AYHAN İZMİRLİ, Lale: Avrupa Birliği ve Türk Hukuklarına Göre İnternet Ortamında Fikri Mülkiyet Haklarının İhlali ve Korunması, Seçkin,Ankara, 2012, s. 64-65; YASAMAN, Zeynep: Türk ve Avrupa Birliği Hukukunda İnternette Marka Hakkının İhlali, Oniki Levha, İstanbul, 2020, s. 586, 687.

[4] Bkz. Güncel Türkçe Sözlük https://sozluk.gov.tr/

[5] Bkz. https://sozluk.gov.tr/

[6] Kaya, Turgut, İnternet Servis Sağlayıcısının Hukuki Ve Cezai Sorumluluğu, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk ABD, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.6.

[7] Söz konusu tanım gereğince, haberleşme ile kişisel ve kurumsal iç ağlarda herkese açık olmayan yayınlar mevzuat kapsamı dışında tutulmuştur. Bkz. Durnagöl, Yasemin: “5651 Sayılı Kanun Kapsamında İnternet Aktörlerine Getirilen Yükümlülükler ile İdari ve Cezai Yaptırımlar”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Cilt:2, Yıl:2, Sayı:4, 20 Ocak 2011, s. 381, chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/http://www.ajindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423934986.pdf adresinden alınmıştır.

[8] Özbakır, Ali Fuat, İnternet Servis Sağlayıcılarının Hukuki Sorumluluğu, Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış yüksek Lisans Tezi, Ocak, 2016, s.50.

[9] Özbakır, s.59.

[10]  ALTUNÇ, Fatoş Altunç: “Sosyal Medya Üzerinden Umuma İletim – Genel Çerçeve”, Dijital Alanda Telif Hakları-Telif Haklarında Güncel Gelişmeler (Telif Hakları Sempozyum Bildirileri), (ed. Selim Çoraklı), İstanbul 2020, s. 45; MERDİVAN, Fethi: “Eser ve Bağlantılı Hak Sahiplerinin Umuma İletim Hakkı ve Sosyal Medyada Telif Temizliği/Telif Sözleşmeleri”, Dijital Alanda Telif Hakları-Telif Haklarında Güncel Gelişmeler (Telif Hakları Sempozyum Bildirileri), (ed. Selim Çoraklı), İstanbul 2020, s. 53; ÇOLAK, Uğur: “Sosyal Medyada Telif Hakkı İhlalleri ve Hukuki Çareler”, Dijital Alanda Telif Hakları-Telif Haklarında Güncel Gelişmeler (Telif Hakları Sempozyum Bildirileri), (ed. Selim Çoraklı), İstanbul 2020, s. 65; YASAMAN, s. 686.

[11] ÇONKAR, Halil: “Dijital Tek Pazarda Telif Hakkı ve Bağlantılı Haklar”, Türk Hukukunun Avrupa Birliği Hukukuna Uyumu Özel Hukuk, (ed.Arslan Kaya vd.), İstanbul Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2020, s.699.

[12] YASAMAN, ss.571-573; Yargıtay 4. HD 18.12.2017, 2016/6124 E., 2017/8379 K. (YASAMAN, s. 688); BOZBEL, Savaş: Fikri Mülkiyet Hukuku, Oniki Levha, İstanbul, 2015, s. 318-319.

[13] BAISTROCCHI, Pablo Asbo: “Liability of Intermediary Service Providers in the EU Directive on Electronic Commerce”, Santa Clara High Tech. L.J., 19 (1), 111-130, http://digitalcommons.law.scu.edu/chtlj/vol19/iss1/3, s. 116, 122; YASAMAN, s. 646.

[14] GÖNÜLAL, Ece: “Dijital Tek Pazarda Telif Hakkı ve Bağlantılı Haklar Yönergesi ile Beraberinde Getirdiği Tartışmalar”, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019/2, 783-808, s.794.

TELİF HAKLARI ALANINDA MESLEK BİRLİKLERİ YÖNETMELİĞİ NELER GETİRİYOR?


Kültür ve Turizm Bakanlığı görev ve yetkilerinde düzenleme

I. GİRİŞ

Eser sahipleri ve eser sahiplerinin hakları ile bağlantılı hak sahiplerinin telif kapsamındaki haklarına ilişkin düzenlemeler 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (“Kanun”) ile korunmaktadır. Kanun’un 42. ve devam maddeleri uyarınca, eser sahibi ve bağlantılı hak sahiplerinin haklarının korunması ve gözetilmesi için dernek niteliğinde olan meslek birliklerinin kurulmasına belirli şartlar altında cevaz verilmektedir.

Meslek birlikleri ve bunlara ilişkin esaslara ilişkin düzenlemeler ise, Resmi Gazete ile getirilen değişikliklere değin 99/12574 sayılı Bakanlar Kurulu kararınca yürürlüğe giren Fikir ve Sanat Eseri Sahipleri ile Bağlantılı Hak Sahipleri Meslek Birlikleri ve Federasyonları Hakkında Tüzük (“Tüzük”) ve Tüzük kapsamındaki uygulamalara ilişkin 2003/5167 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile getirilen Fikir ve Sanat Eseri Sahipleri ile Bağlantılı Hak Sahipleri Meslek Birlikleri Tip Statüsü (“Mülga Tip Statü”)  ile korunmakta idi.

7 Nisan 2022 tarihli ve 31802 sayılı Resmi Gazete (“Resmi Gazete”) ile fikri mülkiyet hakları ve telif hukukuna ilişkin meslek birlikleri alanında değişiklikler yapılmıştır. İşbu çalışmanın konusu ise mevzuat düzenlemelerine ilişkin açıklama ve karşılaştırmaları ve bu doğrultuda hukuksal açıdan usul ve esaslara ilişkin değerlendirmeleri ihtiva etmektedir. (Yönetmelik için bkz.: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/04/20220407-17.pdf)

Resmi Gazete ile getirilen değişiklikler kapsamında Mülga Tip Statü ve Tüzük yürürlükten kaldırılarak, işbu feri mevzuat düzenlemeleri çeşitli değişiklikleri de ihtiva eder şekilde Telif Hakları Hakkında Meslek Birlikleri Yönetmeliği (“Yönetmelik”) kapsamına alınmış ve bütüncül bir düzenlemeye gidilmiştir.

Yönetmelik ile Tüzük’ün içerdiği düzenlemelerin güncelleştirilmesi amaçlanırken, Tüzük’e bağlı Mülga Tip Statü de Yönetmelik ile uyumlu bir tip statü (“Tip Statü”) getirilerek bu doğrultuda ortadan kaldırılmıştır.

İşbu Yönetmelik’in hazırlanmasında, Avrupa Birliği (AB) Fikri ve Sınai Mülkiyet Hukuku ile harmonizasyon prensipleri gözetilerek Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi tarafından çıkartılan 2014/26 sayılı Telif Hakları ve Bağlantılı Haklara İlişkin Toplu Hak Yönetimi ve İç Pazarda Müzik Eserlerinin İnternet Üzerinden Kullanımlarına İlişkin Hakların Çoklu Bölgesel Lisanslanması Hakkında AB Direktifi (“Direktif”)  ile belirlenen esaslar dikkate alınmış ve günümüz güncel uygulamalarına yönelik pratik uygulama kolaylıkları benimsenmiştir.

II. KARŞILAŞTIRMA

Yukarıda belirtildiği üzere Tüzük ile belirlenen düzenlemelerin yerine geçmek üzere yürürlüğe konulan Yönetmelik, meslek birliklerinin kuruluş ve çalışma esaslarına yönelik uygulama ve kapsam anlamında esaslı değişiklikler içermektedir.

İşbu Yönetmelik’e ek olarak ise meslek birliklerinin amaç ve alanlarını düzenleyen Tüzük’ün 7. maddesi doğrultusunda Tüzük’e ek olarak çıkarılan ve meslek birliği kuruluş esaslarına ilişkin düzenlemeler ihtiva eden Mülga Tip Statü ile aynı amacı taşıyan ve Yönetmelik’e ek olarak yürürlüğe giren Meslek Birliği Tip Statüsü çıkarılmıştır.

Mülga Tip Statü ile Tip Statü karşılaştırmalı olarak incelendiğinde, iki düzenlemenin format ve içerik olarak birbirinden farklı olacak şekilde düzenlendiği ve Tip Statü’nün bir meslek birliği faaliyet izni formu niteliğin taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda, Mülga Tip Statü ile getirilen bazı düzenlemeler Yönetmelik içeriğine taşınmış ve Tip Statü Yönetmelik’e ek bir referans formu olarak bırakılmıştır.

Bu kapsamda, Mülga Tip Statü’de açıklama ve madde düzenlemesi olarak düzenlenen, meslek birliği başvurularında yer alması gerekenlere yönelik bir takım lafzi düzenlemeler Tip Statü ile matbu bir başvuru formu formatına dönüştürülerek anlatılmıştır (birliğin adı, merkezi, faaliyet alanı, amacı vb. başvuruda bulunması gereken hususlar).

1. Yapısal Değişiklikler

a. Kapsam Değişiklikleri

Tüzük ve Tip Statü’nün Yönetmeliğe geçişi sürecinde meslek birliklerinin amaç ve alanları ile birlik yapısı hakkında çeşitli değişikliklere gidilmiştir. Bu doğrultuda, Meslek Birliği kurulabilecek alanlarda değişiklikler yapılmış ayrıca kurulacak meslek birliğinin adına bu faaliyet alanları doğrultusunda düzenleme gerektiği belirtilmiştir. İlaveten Merkez Müdürlüğü kavramı kaldırılmıştır. Şubelere ilişkin tamamen farklı düzenlemeler getirilmiştir.


b. Üyeliğe İlişkin Düzenlemeler

Kurulacak olan birliklere belirli objektif kriterlere dayalı olması koşuluyla üyelik kriterlerini belirleme ve bu üye türlerine göre seçme ve seçilme haklarını düzenleme yetkisi verilmiş, yine de bu yetki objektif ve adil gerekçeler ile sınırlandırılmaya çalışılmıştır.

Tüzük’te düzenlenenin aksine farklı türlerde üyelik oluşturma hakkı verilmekle birlikte bu farklı üyeliklere uygulanacak esasların adil ve şeffaf olması da aranmıştır. Mülga Tip Statü’deki üye olmanın eşit kriterlere tabiyeti Yönetmelik ile objektif ve geçerli değerlendirme şeklinde değiştirilmiş ve bazı usuli değişikliklere gidilmiştir.

Mülga Tip Statü’de sayılan üyelik tipleri kaldırılarak birliklere üyelik türü belirleme serbestisi getirilmiştir ve bu bağlamda çeşitli kriterler eklenmiştir. Üye türlerine ilişkin düzenleme ile de birlikte tamamen farklı iki düzenleme öngörülmüştür.

İlaveten, üyelik başvurusuna ilişkin kararlara karşı yargı yoluna başvurma seçeneği getirilmiştir.

Sona erme nedenleri arasına (i) üyelik için aranılan niteliklerin sonradan kaybedilmesi, (ii) yetki belgesinin konusuz kalması eklenmiştir.


c. Organlara İlişkin Düzenlemeler

Genel Kurul görev ve yetkilerinde değişiklikler yapılarak yeni düzenlemeler getirilmiştir. Genel Kurul’un çağrılma usulünde düzenlemeler yapılmış ve Genel Kurulun çağrılmasına yönelik bürokrasinin azaltılması hedeflenmiştir. Ayrıca toplantılarda hükümet komiseri bulundurulma zorunluluğu kaldırılmıştır.

İlk Genel Kurul için 6 aylık süre aynı tutulurken bu Genel Kurulun gerçekleşmemesi halinde Mülga Tip Statü’de fesih için dava açılması izni verilirken Yönetmelik ile bu halde kendiliğinden sona erme sonucu getirilmiştir.

Yönetim Kurulunun görev ve yetkileri genişletilerek Genel Kurulda karara bağlanacak birtakım hususlar Yönetim Kuruluna devredilmiştir. Birliğin temsil yetkisi Yönetim Kurulu Başkanından Yönetim Kuruluna olacak şekilde değiştirilmiştir. Mülga Tip Statü ile Birliğe özgülenen bazı haklar Birlik Yönetim Kurulu görev ve yetkileri kapsamına sınırlandırılmıştır.

Haysiyet Kurulu tarafından hazırlanacak olan disiplin yönergesine ilişkin detaylı düzenlemeler getirilerek somut ve objektif yönergenin hazırlanarak üyelikten çıkartılma durumlarına ilişkin şeffaf bir süreç yürütülmesi için Direktif ile uyumlu hale getirilmiştir.


d. Tüzel Kişiliğin Sona Ermesine İlişkin Düzenlemeler

Birliklerin mahkeme kararıyla feshedilmesine ilişkin hüküm kaldırılarak, birliklerin kendiliğinden feshedilmesine ilişkin düzenlemeler Tüzük ve Mülga Tip Statü’ye nazaran detaylandırılmıştır. Yönetmelik ile Tüzük’teki ilgili maddeler de birleştirilerek ayrıntılı düzenlemeler getirilmiştir.


e. Mali ve Muhtelif Hükümlerde Değişiklikler

Düzenlemelerde, birliklerin kurumsal kapasitelerinin güçlendirilmesi ve birlik işleyişlerinin daha verimli ve kolaylaştırılması amaçlanarak defter ve kayıtları gibi hususlar detaylandırılarak düzenlenmiştir. Mülga Tip Statü’de yer verilen defter ve kayıtlara ilişkin farklı ve detaylı hükümler getirilmiştir.

Yönetmelik ile Tüzük’te de düzenlendiği üzere mesleki birliklerin yanı sıra federasyonların kuruluşu, görev ve yetkileri düzenlenerek, Tüzük’ten düzenlemelerde biraz ayrışarak teknolojik gelişmelere uyum sağlanarak işlem süreçlerinin hızlandırılması hedeflenmiştir.

Yönetmelik ile meslek birlikleri tarafından yetki belgesi çerçevesinde yapılacak sözleşmelere ilişkin Mülga Tip Statü’de belirlenenden farklı bir düzenleme öngörülmüş ve kriterler ve ilkelerde değişiklik gerçekleştirilmiştir, ayrıca Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek denetime ilişkin detaylı hükümlere yer verilmiştir.


2. Sürelere İlişkin Düzenlemeler

Yönetmelik ile Tüzük ve Mülga Tip Statü’deki süreler genişletilerek meslek birliklerine getirilen yükümlülükler ve prosedürlere ilişkin süreler esnetilmiş ve bu sayede meslek birliklerine uygulamada serbestlik tanınmıştır.


3. Niceliksel Düzenlemeler

Yönetmelik ile üye sayıları ve toplantı nisaplarına ilişkin de yine güncelleştirme ve pratik uygulama hedefi ile bazı değişiklikler gerçekleştirilmiştir.


III. SONUÇ OLARAK

Meslek birlikleri, özellikle telif hakları hususunda hak sahiplerinin bireysel olarak takip etmekte zorlandıkları hakların korunmasında ve sonucunda telif ücreti elde edebilmesinde önemli bir kuruluş olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yapılan değişiklikler ile meslek birliklerine ve telif hakkına ilişkin Direktif’e uyum sağlanması amaçlanmış, aynı zamanda yeni teknolojik gelişmeler doğrultusunda düzenlemeler ile meslek birliklerinin işleyişi hızlandırılmaya çalışılmış, işleyişe ilişkin düzenlemeler yapılırken aynı zamanda meslek birliklerinin üye kabulü, üyelik nitelikleri ve üyelikten çıkartılma gibi hassas konularda şeffaf, objektif ve adil kuralları kendi içerisinde belirlemesine ilişkin de yeni hükümler düzenlenmiştir. Aynı zamanda ilgili Yönetmelik ile merkez müdürlüğünün kaldırıldığı ve meslek birliklerinin şube açılışlarına ilişkin önemli değişikliklerin yapılarak usuli bazı köklü değişikliklerin getirildiği anlaşılmaktadır.

Mevcut meslek birlikleri ve federasyonların, tüzüklerini ve birliğin işleyişine dair diğer düzenlemeleri en geç 1 Ocak 2023 tarihinde kadar yapacakları olağanüstü genel kurul toplantısı ile Yönetmelik hükümlerine uygun hale getirmeleri öngörülmüştür.

Gülenay KAVCAR

gulenaycapkinoglu@gmail.com

Besray SAVAŞ

besray@outlook.com

Çağla YARGIÇ

caglayargic1@gmail.com

Nisan 2022

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun Ceza Hükümlerinde Yapılan 21.12.2021 Tarihli Değişiklik ve Muhtemel Etkileri

25.12.2021 tarihli ve 31700 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 21.12.2021 tarihli ve 7346 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un yayımı tarihinde yürürlüğe giren Çerçeve Madde 1 hükmü ile 05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun (FSEK) ceza hükümlerinden biri olan m.72 hükmü, başlığı ile birlikte değiştirilmiştir.

FSEK m.72 hükmü, 23.01.2008 tarihli ve 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m.139 hükmüyle değiştirilerek bu yazıda inceleyeceğimiz değişiklikten önceki hâlini almıştı. FSEK m.72 hükmünde yapılan son değişiklikle birlikte, suç için öngörülen cezada bir değişiklik olmamasına rağmen suçu oluşturan eylemlerin ve hükümle koruma altına alınan hakların kapsamı genişletilmiştir.

Yapılan değişikliğin, bir kapsam genişlemesi olduğuna ilişkin ilk işaret, hükmün başlığında karşımıza çıkmaktadır. Nitekim değişiklikle birlikte “koruyucu programlar” ibaresi “teknolojik önlemler” olarak değiştirilmiştir. Başlıktaki “etkisiz kılmaya yönelik hazırlık hareketleri” ifadesinin, “etkisiz kılma” şeklinde değiştirilmesinin ise ceza hukuku terminolojisine uygun olsa da amaca uygun olmadığı değerlendirilmektedir. Zira Kanun Koyucu, teknolojik önlemleri etkisiz kılacak araçların kullanılıp kullanılmadığına, etkisiz kılmanın gerçekleşip gerçekleşmediğine bir önem atfetmeksizin, bizatihi bazı ürün ve araçların varlığına ve bunların çeşitli işlemlere tabi tutulmasına sonuç bağlamıştır.

Yapılan değişiklikle birlikte, maddenin korumasına dâhil olan hakların kapsamı genişletilmiştir. Değişiklikten önce yalnız bilgisayar programları hükmün kapsamında iken, değişiklikten sonra FSEK’te yer alan hakların tamamı kapsama alınmıştır.

Değişiklikten önce yalnız hukuka aykırı çoğaltmanın önüne geçilmesine yönelik programlar kapsamda iken değişiklikten sonra hukuka aykırı kullanım kontrolünü sağlamaya yönelik, sınırlı sayıda olmamak üzere erişim kontrolü ve şifreleme gibi koruma yöntemleriyle çoğaltım kontrol mekanizmalarıyla sağlanan teknolojik önlemlerin tamamı kapsama alınmıştır.

Değişiklikten önce program ve teknik donanımları üretmek, satışa arz etmek, satmak veya kişisel kullanım amacı dışında elde bulundurmak suçu oluşturan eylemlerken, değişiklikten sonra korumayı işlevsiz kılacak ürün ve araçları imal veya ithal etmek, dağıtmak, satmak, kiraya vermek, ticari amaçla elde bulundurmak, ürün ve araçların reklamını, pazarlamasını, tasarımını veya uygulamasını yapmak suçu oluşturan eylemler olarak belirlenmiştir. Bu aşamada dikkat çekici değişikliklerden biri, “kişisel kullanım dışında elde bulundurmak” istisnasının, “ticari amaçla elinde bulunduranlar” ibaresinin mefhumu muhalifinden çıkarılabilecek örtülü bir istisnaya dönüştürülmesidir.

Değişiklikle birlikte suçu oluşturan eylemlerin sayısında artış olsa da eylemler karşısında öngörülen ceza miktarı değişmemiştir. 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) m.7/2 hükmüne göre; yapılan değişikliğin, önceki düzenlemeye göre lehe hükümler içermemesi nedeniyle devam eden soruşturma, kovuşturma ve infazlar ile değişiklikten önce işlenen ancak henüz soruşturmasına başlanmamış suçlar bakımından bir etkisinin olmayacağı değerlendirilmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki TCK m.7/1 hükmüne göre; değişiklikten önce gerçekleşen ve kanun değişikliğiyle birlikte ilk kez suç sayılan eylemlerden birini işleyenlere, FSEK m.72 kapsamında herhangi bir ceza verilmesi mümkün değildir. İncelemeye konu kanun değişikliğine ilişkin karşılaştırma tablosu aşağıda yer almaktadır:

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Aralık 2021

NFT ve SANAL MÜLKİYET

Non-fungible token (NFT) definition | Currency.com


Son on yıldır özellikle finansal teknolojiler alanında adını duyduğumuz blokzincir (blockchain) kavramı, ‘’Code is new art&code ise new money’’ (Kod yeni sanat & kod yeni para) anlayışı ile sanat alanında da başrole geçmek üzere. Dijital ortamdaki içerikler üzerinde mülkiyet hakkı yaratma arzusundan doğan NFT’ler diğer kripto varlıklardan farklı olarak ‘’biriciklik’’ unsurunu barındırdığı için sanat eseri olarak nitelendirilebiliyor. Dünyada ve ülkemizde birçok ünlü sanatçı ve markanın kullanmaya başladığı bu token kişisel verilerin korunması, telif hakları, devir sorunu ve vergilendirmeye tabi olup olmaması gibi birçok hukuki problem barındırıyor.



Herhangi bir otoriteye bağlı olmayan ve internet aracılığı ile kullanılan kripto paranın aksine ‘’token’’ mevcut bir kripto para biriminin blokzincirine bağlıdır. Adını çok sık duyduğumuz Bitcoin, Ethereum gibi kripto paralar ile NFT (Non-Fungible Tokens) arasındaki temel fark burada kendisini gösterir. Bir diğer ayırt edici fark ise kripto paraların misli olmasıdır. Kripto paralar birbirleri yerine ikame edilebilir ve tükenmez niteliktedir ancak Türkçeye misli olmayan kripto varlıklar olarak çevirebileceğimiz NFT’ler birbirlerine benzemeyen, eşsiz olarak nitelendirilen varlıklardır. NFT bölünemez, silinemez ve değiştirilemez olduğundan dijital ortamda üretilen bir içeriğin teklik ve orijinalliğine dair belge vasfındadır. Tablo, heykel, kitap gibi fiziki tüm sanat eserleri NFT’ye dönüştürülerek artık yeni bir ‘’pazar’’ olan Kripto/Dijital Sanat kapsamına girebilir. Herhangi bir ana ait video görüntüleri, ses kayıtları, dijital platformlarda paylaşılan fotoğraflar, birçok ünlü markanın tasarladığı sanal ayakkabı-çantalar ve hatta atılan bir Tweet dahi bu pazarda yer bulabilir.

Telif Hakkı Bakımından Kripto/Dijital Sanat

Kripto/Dijital Sanat kavramını 5846 sayılı “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu” bağlamında değerlendirmek gerekir. FSEK, ilim ve edebiyat eserlerini, musiki eserlerini, güzel sanat eserlerini, sinema eserlerini ve bunların yanında mektup, portre, ad ve alamet gibi eser konumunda olmayan konuları koruma kapsamına almaktadır. Söz konusu korunan haklar eser sahibinin manevi ve mali haklarıdır. Eser sahibi ise örneğin bir heykeli meydana getiren, veri tabanına kodları yazan, fotoğrafı çeken yanı eseri meydana getiren kişidir.

Bununla beraber ortaya konulan bir ürünün eser sayılması için belli şartlar ön görülmüştür. Eser onu meydana getiren kişinin özelliklerini barındırmalı, sahibinin hususiyetini taşımalıdır. Maddi bir varlığı olmalıdır, henüz fikir aşamasındaki bir ürün diğer şartları sağlasa dahi FSEK kapsamında eser sayılamaz. Son olarak ise kanunda bahsedilen ve yukarıda sayılmış olan eser türlerinden birinin kapsamına girmelidir.

NFT olarak sanal ortamda bulunan bir sanat eserinin sahibi blockchain teknolojisi ile doğrudan tespit edilebilmektedir. Dolayısıyla bir eserin kime ait olduğunun tespiti oldukça kolaydır kaldı ki blockchain sayesinde herhangi bir eserin taklit edilmesi mümkün değildir. Eserin orijinalliği sabittir. Bir ürünün sanal ortamdaki halinin -bu amaç için geliştirilen uygulamalar kullanılarak- NFT’ye dönüştürülmesinden itibaren ürünün sanal ortamdaki maddi varlığı saptanmış olur. NFT bunu gösteren belge niteliğindedir. Son olarak ise sahibinin özelliklerini taşıması ve tek olması sebebi ile NFT’ler eser vasfını haizdir. Dolayısıyla NFT olarak hazırlanmış ya da NFT’ye dönüştürülmüş eserler gerek Türk hukuku gerek uluslararası mevzuat gereği eser olarak kabul edilir ve hukuki korumaya sahiptir.

Eser üzerindeki manevi haklar eser sahibine ait olmakla birlikte eser üzerindeki işleme, çoğaltma, yayma, temsil ve umuma iletim hakkı gibi mali haklar eser ile birlikte süreli veya süresiz olarak devredilebilir. Bir satım işlemi söz konusu olduğunda mali hakların durumu eser sahibi ve satın alan arasında belirlenmelidir. NFT’lenen eser için de durum benzerdir. Eserin satılması ile telif hakkı sahibi değişmez, eser sahibi haklarının kullanımını lisans sözleşmesi ile devretmediği sürece satın alan yalnızca NFT’lenmiş eserin kendisini satın almış olacaktır.

Dijital ortamda var olmayan ve var olma amacı ile yapılmayan fiziki eserlerin de NFT haline getirilmesi mümkündür. Eserin mali haklarına sahip olan kişi NFT şeklini üretme hakkına sahiptir ancak eserin yalnızca NFT’sine sahip olmak fiziki hali üzerinde mülkiyet hakkı vermez. Buradan anlaşılacağı üzere bir kişi başkasının eserini NFT’ye dönüştürebilir ama telif hakkı sahibi kimseden bunun için izin alması gerekir.

NFT’lerin Akıllı Sözleşmeye Bağlı Olması

Eser hakkındaki önemli konulardan biri mali hakların geçişi sırasında hak sahiplerini korumaktır. Kripto/Dijital eserin devri mümkün olduğundan bu durum NFT’ler içinde geçerli bir sorundur. NFT eser sahibi bu tür eserlerin aslının satıldığı siteler ile blokzinciri bazlı akıllı sözleşme yaparak eserin her el değiştirmesinden haberdar olup ödemeden pay alabilir. FSEK madde 45’de yer verilen ‘’Güzel sanat eserlerinin satış bedellerinden pay verilmesi’’ düzenlemesi de bu duruma hukuki dayanak sağlamaktadır. Bu durum NFT’lenmiş eserin, eser sahibinden hiçbir zaman kopmamasının ve eser sahibinin kodlarla sabit olmasının bir sonucu olarak karşımıza çıkar.

Vergilendirme Sorunu

Ticari faaliyet alanı fark etmeksizin gelir elde eden her vatandaş bunun vergisini ödemekle yükümlü tutulmaktadır. Vergilerin çeşitleri, ödenmesi gereken dönemler, verilmesi gereken verginin oranları kanunla düzenlenmiş durumdadır ve ülkemizde vergide beyan usulü benimsenmiştir. Kripto para dünyası diğer birçok alanda olduğu gibi Vergi Hukuku açısından da henüz bir düzenleme içermemektedir. Durum böyle iken henüz Türk Hukuku tarafından resmi olarak tanımı yapılmayan NFT’lerin vergilendirme yöntemi için yorum yapmak güçtür. Ayrıca hem kripto para borsalarının hem de NFT’lerin uluslararası çapta işlem görmesi de bu durumu zorlaştırmaktadır.

Kripto para birimlerinin ödeme yöntemi olarak yıllardır kullanıldığı ABD’de, ABD Gelir İdaresi kripto para kullanılarak alım yapılan NFT’lerin vergisinin ödeneceğini bildirmiştir. Bu düzenleme yalnızca ABD sınırları içerisinde geçerli olduğundan şu ana kadar dünyanın birçok yerinde gerçekleşen milyonlarca dolar değerindeki satışlardan vergi elde edilmemiştir.

Uyuşmazlıkların Çözüm Yöntemi

NFT’nin bir eser olarak nitelendirilmesi ve NFT eserin sahibinin, FSEK kapsamındaki eser sahibi hükmünde olması sebebi ile doğabilecek uyuşmazlıkların da FSEK kapsamında çözümlenmesi gerekir. Eser sahibinin mali ve manevi haklarının ihlali söz konusu olduğunda hak sahiplerinin açabileceği davalar mevcuttur. Söz konusu ihlalin tespiti için tespit davası açılabilir, henüz gerçekleşmemiş ancak gerçekleşeceğine dair şüphe olan hallerde ihlalin önlenmesi için tecavüzün men’i davası, gerçekleşmiş ya da gerçekleşmeye devam eden ihlaller durumunda ise tecavüzün ref’i davası açılabilir. Diğer yandan zarar meydana gelmiş ise her zaman maddi ve manevi tazminat davaları açmak mümkündür.

Beste BAYRAK

Kasım 2021

bayrakbeste@gmail.com


Kaynakça

http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2005-57-130

https://fikrimulkiyet.com/nft-sanat-eserleri-ve-telif-hukuku/

https://teknolojihukuk.com/dijital-dunyada-yeni-donem-nft-non-fungible-token/

http://www.tilegal.com/Assets/Upload/nft.pdf

https://mihci.av.tr/nft-fikri-mulkiyet-hukuku/

ESER SAHİBİNİN MANEVİ HAKLARINDAN “ESERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINI MEN HAKKI”

Eserde değişiklik yapılmasını men hakkı telif hakkı yasasının genel teorilerinden biri olan kişilik hakları teorisinin telif hakları yasalarındaki karşılığıdır. Kişilik teorisi, hem Avrupa Birliği (AB) nezdindeki düzenlemeler hem de bu düzenlemelerden etkilenen ulusal hukukumuz üzerinde oldukça fazla etkiye sahiptir. Bu teori, fikir ürünlerinde kişilikle ilgili bir nitelik görmektedir.

Kişilik teorisine göre, eser, eser sahibinin kişiliğinin bir yansıması veya uzantısıdır.[1] Eser sahibi, eseri aracılığıyla kendini tanımlar ve toplumla bağlantı kurar. Eser ile sahibi arasındaki yakın duygusal ilişki nedeniyle eser sahibinin eser üzerindeki kişisel menfaatlerinin korunması gerekir.[2] Kişilik teorisinin yansıması olarak, eser, fiziki olarak bir başkasına devredilse dâhi eser sahibinin, esere yabancılaşması engellenmektedir. Bu nedenle kişilik teorisine önem veren ülkeler, eser sahibi bakımından manevi hakları vazgeçilmez nitelikteki haklar olarak düzenlemiştir.

Ulusal hukukumuz bakımından ise eser sahibine, birtakım manevi haklar tanınmıştır. Bu haklar 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.14 hükmünde düzenlenen “Umuma arz salahiyeti”, FSEK m.15 hükmünde düzenlenen “Adın belirtilmesi salahiyeti”, FSEK m.16 hükmünde düzenlenen “Eserde değişiklik yapılmasını menetmek” ve FSEK m.17 hükmünde düzenlenen “Eser sahibinin zilyed ve malike karşı hakları” dır.

Bu yazının konusu ise eser sahibinin en önemli manevi haklarından birisi olan ve uygulamada sıkça karşılaşılan “eserde değişiklik yapılmasını men hakkı” dır.  FSEK m.16 hükmüne göre eser sahibinin izni olmadıkça eserde veya eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz. Eser sahibinin adı, eserin içeriği,  adı ile şekli bakımından bir bütünlük arz eden eserin bütünlüğünün korunması hususunda eser sahibinin manevi çıkarı bulunmaktadır.[3] Çünkü eser sahibinin hususiyeti, eserin her parçasında kendisini göstermektedir. Bu kapsamda, eser üzerinde eser sahibinin izni dışında yapılacak değişiklikler hususiyete, eser sahibinin ününe ve şerefine zarar verebileceği gibi eserin bütünlüğünü de  bozabilir.[4]

Bern Anlaşması 6. tekrar maddesinin 1. fıkrası da bu yönde bir hüküm sevk etmiştir. Söz konusu hükme göre; eser sahibi, haiz olduğu mali haklardan müstakil olarak ve hatta bu hakların devrinden sonra dâhi eserin kendi eseri olduğunu beyan etmek ve bu eserin kendi şeref ve şöhretine zarar veren her türlü bozuluşuna, parçalanışına veya herhangi bir şekilde değişikliğe uğratılmasına yahut aynı eserin başka herhangi bir suretle haleldar edilmesine muhalefet etme hakkını bütün hayatı boyunca muhafaza eder.

Eser sahibi, eseri ile kendini ifade etmektedir. Bu nedenle eserdeki değişiklikleri men hakkı, eser sahibinin ifade özgürlüğü hakkı ile de ilişkilidir. Anayasa Mahkemesi’nin 2014/5433 sayılı bireysel başvuru hakkında verdiği 11/07/2019 tarihli kararında[5] “…demokratik bir toplum için büyük önem taşıyan, alenileşmiş olması nedeniyle artık insanlığın fikri servetinin herkese açık bir parçası haline gelen bir sanat eserinin ve dolayısıyla Anayasa tarafından koruma altına alınmış olan sanatsal ifade özgürlüğünün korunması noktasında gösterilmesi gereken hassasiyet somut başvuruda kamu gücünü kullanan organlarca gösterilmemiştir.” İfadesine yer vererek heykelin, eser sahibinin izni olmadan, Kars Belediye Meclisi 01/02/2011 tarihli kararı ile kaldırılmasının sanatçının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, heykel, Kars Belediyesi tarafından belirli bir ücret karşılığında başvurucuya yaptırılmış ve ücreti başvurucuya tam olarak ödemiş olsa ve eser, üçüncü kişilerin tasarrufuna terk edilmiş olsa bile manevi hakların eser sahibince hayatı boyunca kullanılabilen haklar olduğunu kararda açıkça belirtmiştir. Buradan çıkacak sonuç, esere fiziken sahip olan kişinin diğer bir deyimle aslın maliki ve zilyedinin, eseri kullanırken eser sahibinin haklarına riayet etmesi gerektiğidir. Aslın maliki eseri bozamaz, değiştiremez ve yok edemez[6]. Hatta malikin eseri kullanma şekli, teşhir yeri ve biçimi yahut satışa çıkarılma tarzı eser sahibinin şeref ve itibarını zedelememeli ve eseri korumak için gerekli tedbirleri almalıdır. Aslın malikinin eserin korunmasına yönelik sorumluluğu, objektif özen yükümlülüğüdür. Aksi hâlde eser sahibinin FSEK m.16 ve 17 hükümlerinin ihlali gündeme gelecektir.[7]

Eserin doğrudan veya dolaylı olarak değiştirilmesi yahut esere zarar verici davranışlar da eser sahibinin eserde değişikliği men etme hakkı kapsamında engellenebilir davranışlardır. Bu kapsamda örneğin, anlam korunsa da eserdeki ifade şeklinin değiştirilmesi, eserle verilmek istenen mesajın değiştirilmesi yahut eserin farklı renge boyanması durumunda esere dolaylı müdahale söz konusudur.[8] Yapılacak değişikliklerin olumlu veya olumsuz olması sonucu değiştirmemektedir. Çünkü aksi halde üçüncü kişilere sınırsız bir takdir hakkı tanınmış olur.[9] Bu kapsamda örneğin acıklı sonla biten bir hikâyenin mutlu son şeklinde değiştirilmesi veya bir heykelin farklı renge boyanması durumunda da eser sahibinin eserde değişikliği men hakkını ihlal etmektedir.

Yargıtay bir kararında[10], eser sahibinin projesine uygun olarak yapılan boyanın değiştirilmesinin, eserin orijinal hâlini bozduğu için, eser sahibinin eserde değişiklik yapılmasını men hakkının ihlal edildiğini belirtilerek, eserin projeye uygun olarak boyatılmasına karar vermiştir.[11] Yargıtay bir başka kararında[12] da, eser sahibinin “Hitit Gözü” adlı rölyef eserinin tadilatı sırasında gereken özenin gösterilmemesi gerekçesiyle eski hâle getirilmeyecek derecede zarar görmüş olduğundan eser sahibinin eserde değişiklik yapılmasını men hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. [13]

Yargıtay’a göre, bir musiki eserin, mahiyetine uygun olmayacak şekilde, başka bir müzik aletiyle ve eserin hususiyetini bozacak biçimde icrasının eser sahibinin manevi haklarına halel getirmektedir. Yargıtay bir kararında[14] “Çile Bülbülüm” adlı musiki eserin mahiyetine aykırı şekilde icra edilip edilmediğinin ve bestenin çalınması esnasında kullanılan müzik aletinin çıkardığı sesin eserin özelliğin ve hususiyeti ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. [15]

Eserde kısaltma veya esere ekleme yapılması da eserin değiştirilmesine yol açtığından, izinsiz şekilde yapılan bu ekleme veya çıkartmalar eser sahibinin manevi hakkının ihlaline sebebiyet vermektedir. Yargıtay bir kararında[16], eser sahibinin sualtı belgeselinin kısaltılması yoluyla yapılan değişikliğin, eser sahibinin manevi haklarını ihlal ettiğini ifade etmiştir.[17]

Ontario Yüksek Mahkemesi bir kararında[18] davacı heykeltıraş Micheal Snow’un  60 adet kazın uçarkenki doğal görüntüsünü yaptığı heykelde yer alan kazların boyunlarına, Noel sebebiyle kırmızı kurdeleler takılması üzerine, kurdelelerin, sanatçının eserin amacı ve karakterine dair öznel niyetinin makul olduğu ölçüde dikkate alınması gerektiğini belirtmiş ve mahkeme, yapılan eklemenin eseri bozulduğu ve değiştirdiği gerekçesiyle,  kazların boynunda yer alan süslemeleri, çıkarılmasına karar vermiştir.

FSEK m.16 hükmünde yer alan “eser” kavramının geniş yorumlanmakta ve eserin adı ve alametlerinde yapılacak olan değişiklikler FSEK m.16 hükmünün ihlali kapsamında değerlendirilmiştir.[19]

Kanunun veya eser sahibinin müsaadesiyle bir eseri işleyen, umuma arz eden, çoğaltan, yayımlayan, temsil eden veya başka bir suretle yayan kimse; işleme, çoğaltma, temsil veya yayım tekniği icabı zaruri görülen değiştirmeleri eser sahibinin hususi bir izni olmaksızın da yapabilir. İstisna kapsamında olan, tekniğin icabı zaruri görülen değiştirmelerdir. İstisnanın kapsamı hususunda FSEK hükmünde bir belirleme yapılmadığı için her somut olaya göre değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu durum, hükmün geniş ve kötü kullanımına yol açabilecek niteliktedir.[20] Kasten yapılmış olmayan imla ve yazım yanlışlarının düzetilmesi yahut müfredata uygunluk için gerekli olan değişiklikler yahut mizanpaj değişiklikleri bu kapsamdadır. Zaruri durumlar dışında yapılacak değişikliklere izin vermek hakkı eser sahibindedir ve bu hakkın aslen veya devren iktisabı mümkün değildir.[21]

Zaruri olan değişikliklere dair istisnanın mimari eserler için de geçerli olup olmayacağı hususunda fikir birliği bulunmamaktadır. Doktrindeki birinci görüşe göre, mimari eserler bakımından fonksiyonellik estetik görünümünden önce geldiğinden bu eserler bakımından, Eser sahibinin şeref ve haysiyetine halel getirilmeksizin, mimarın izni olmaksızın haklı sebeplerle değişiklik yapılması mümkündür.[22] Tekinalp’e[23]göre, eserin dürüstlük kurallarına uygun olarak bakım ve tamiri de istisna hükmü kapsamında değerlendirilmelidir. Doktrindeki diğer görüşe göre ise, bir mimari eserde yapılan esaslı değişiklik, eser sahibinin işlenme hakkının ihlal edeceğinden mimari eserler bakımından istisna hükmünün uygulanmaması gerekmektedir.[24]Kılıçoğlu’na[25] göre ise mimari projede değişikliğin haklı nedene dayanması, değişikliğin ekonomik yahut teknik sebeple zorunlu olması durumunda eser sahibinin mesleki onur ve itibarına zarar vermemek ve mümkün mertebe eserin mahiyetini ve hususiyetini bozmamak koşuluyla mimari projelerde değişiklik yapılaması mümkündür.

Yargıtay kararlarında genel eğilim, teknik zorunluluklar nedeniyle yapılan değişikliklerin hak ihlali sayılmayacağını belirtmektedir. Yargıtay bir kararında[26], Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali’nin mimari projesinde yapılan teknik değişikliklerin eserin estetik görünümünü değiştirmeyeceği ve kullanım amacı bakımından zorunlu değişiklikler olduğu, sebebiyle eser sahibinin hususi bir izni olmaksızın yapılabileceğini ifade etmiştir.[27]

Yargıtay başka bir kararında[28] da“…stadyumun ihtiyaca cevap vermemesi nedeniyle tadilatın zorunluluktan kaynaklandığı…” ifadesine yer vererek eser sahibinin manevi hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır.[29]

Berlin Bölge Mahkemesi’nin 2006 yılında verdiği bir kararda[30], davacı Meinhard von Gerkan tarafından, katedrallerin başkilise olma özelliğine atfen, katedrallarin tonozlu tavanlarından ilham alınarak tasarlanan Berlin tren istasyonunun, Almanya Demiryolu İşletmesi tarafından maliyetlerin azaltılması amacıyla değiştirilerek inşa edilmesine nedeniyle açılan davada, mahkeme, mimarın orijinal tasarımının tahrif edildiği gerekçesiyle telif hakkı ihlalinin bulunduğunu belirterek, tavanın projede yer aldığı şekilde inşa edilmesine karar vermiştir.

Yine Amerika Birleşik Devletleri temyiz mahkemesi tarafından verilen karar sonucunda, davalının eser sahibi olan grafiti sanatçılarına haber vermeksizin kendi izniyle yapılan grafitiye zarar vermesinin Görsel Sanatçı Hakları Yasası’nı (VARA) doğrudan ihlal ettiğini tespit etmiştir. [31](VARA (§ 106A)

Bir binanın önemli bir kısmının reklam panosu ile kaplanması üzerine açılan davada, Çekya Yüksek Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin söz konusu durumunun esere zarar verme teşkil etmediği gerekçesine katılmadığını ifade etmiştir.[32]

Eser, eser sahibinin yazılı izni ile değiştirilebilecektir. Eserin değiştirilmesine dair yetkinin sınırsız, kayıtsız ve şartsız devri mümkün olmadığı gibi haklı sebebin bulunması durumunda verilen izin geri alınabilecektir.[33] Belirtmek gerekir ki eser sahibi, eserin değiştirilmesine dair kayıtsız ve şartsız olarak yazılı izin vermiş olsa bile şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilir. (FSEK m.16/3) Men yetkisi esere dolaylı şekilde yapılacak müdahaleleri de kapsamaktadır.[34] Örneğin, ailelere hitap eden bir sinema filminde kullanılmasına izin verilen eserin, cinsel içerikli filmlerde kullanılması eser sahibinin FSEK m.16 hükmünde kullanılan hakkının ihlali anlamına gelecektir. Menetme yetkisinden, bu hususta sözleşme yapılmış olsa bile vazgeçmek hükümsüzdür. Eser sahibinin men yetkisi, yasa tarafından izin verilen değişiklikler için de

bulunmaktadır. Bu kapsamda, temsil veya yayım tekniği icabı zaruri görülen değişiklikler eser sahibinin şeref ve itibarını düşürüyorsa veya eseri bozuyorsa söz konusu değişikler eser sahibi tarafından men edilebilecektir.[35]

Sonuç olarak, eser sahibine kanun ile koruma sağlanarak emek ödüllendirilse de eser arasındaki duygusal bağa saygı göstermelidir. Bu nedenle eserden doğan mali haklar devredilmiş olsa dâhi eserde veya eser bütünlüğünde değişiklik yapılmasının önüne geçilebilmesi gerekir. Yazarın eser üzerindeki kontrolü, ekonomik hakların devri ile sona ermemeli ve kanun, kontrolün devamını sağlamalıdır.

Elif AYKURT KARACA

elifaykurt904@gmail.com

Ağustos 2021


[1] Yoo, Christopher S., “Rethinking Copyright and Personhood” (2019). Faculty Scholarship at Penn Law. 423.
https://scholarship.law.upenn.edu/faculty_scholarship/423, s.1039-1078, s.1041,

[2] Yoo, s.1041.

[3] Odabaş, F.A. “Eser üzerindeki Manevi Haklar”. İstanbul Barosu Dergisi, C.90 Sa.4,2016,

s.117-135, s.124.

[4] Güneş, İ. Eser Sahibinin Manevi Hakları ve Uygulama, Terazi Hukuk Dergisi, C.3 Sa.19, 2008, s.-67-76, s.73; Odabaş, s.125.

[5] Söz konusu karar, 30959 Sayılı, 25/11/2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

[6] Her ne kadar FSEK m.16 kapsamında “yok etme” fiili yer almasa da “çok azı kapsar” prensibi gereği, eserin değiştirilmesi korunuyorken ortadan kaldırılması da aynı şekilde korunmalıdır. Alman Telif Hakkı Yasası’nda da “eserin yok edilmesi” m.14 kapsamında düzenlenen “Eserin tahribatı” kapsamında yer almasa da Federal Yüksek Mahkeme, eser sahibi ile eser arasındaki bağı koparacağı için, eserin yok edilmesinin en güçlü ve şiddetli bozulma/ tahribat biçimi olduğunu ifade etmiştir.  Ancak bu durumda, esere fiziken sahip olan kişinin/ mülk sahibinin meşru menfaatleri ile eser sahibinin menfaatinin tahrip edilen eserin tek nüsha olup olmadığı, eserin özgünlük düzeyi, eser sahibinin eseri geri alma veya kopyalama fırsatına sahip olup olmadığı gibi hususlar dikkate alınarak dengelenmelidir.

[7] Yargıtay HGK 21/10/2020 tarihli 2017/137 E., 2020/806 K. sayılı kararı.

[8] Yavuz, L./ Alıca, T. / Merdivan, F. (2013). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, Cilt 1, Birinci Bası, Ankara, s.460-461.

[9] Güneş, s.73.

[10] Yargıtay 11. HD 22/06/1998 tarihli 1998/3246 E., 1998/4717 K. sayılı kararı.

[11] Erdil, E. (2009). İçtihatlı ve Gerekçeli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, İstanbul, s.547.

[12] Yargıtay 11. HD 23/01/2007 tarihli 2005/13649 E., 2007/689 K. sayılı kararı.

[13] Erdil, s.526.

[14] Yargıtay 11. HD 11/02/1983 tarihli 4-70 E., 123 K. sayılı kararı.

[15] Erdil, s.554.

[16] Yargıtay 11. HD 06/03/2000 tarihli 2000/863 E., 2000/1762 K. sayılı kararı.

[17] Bulut, B. (2020). Sinema Eserlerinde Hak Sahipliği, Ankara, s.125.

[18] 08.12.1982 tarihli 70 CPR (2d) 105 sayılı kararı. (Karar https://www.cipil.law.cam.ac.uk/virtual-museum/snow-v-eaton-centre-ltd-1982-70-cpr-2d-105 adresinden alınmıştır.)

[19] Bkz. Yargıtay 11. HD  16/09/2019 tarihli 2019/2476 E.,  2019/5446 K. sayılı kararı.

[20] Karakuzu Baytan, D. (2005). Fikir Mülkiyeti Hukuku Kavramlar. İstanbul, s.47.

[21] Bulut, s.123.

[22]Ateş, M. (2003). Fikir ve Sanat Eserleri Üzerindeki Hakların Kapsamı ve Sınırlandırılması. Ankara, s.150

[23] Tekinalp, Ü. (2012). Fikrî Mülkiyet Hukuku. Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 5. Bası, İstanbul, s.173.

[24] Üstün, G. (2001), Fikrî Hukukta İşleme Eserler. İstanbul, s.120-121.

[25] Kılıçoğlu, A. (2013). Sınai Haklarla Karşılaştırmalı Fikrî Haklar, Genişletilmiş Gözden Geçirilmiş 2. Bası, Ankara, s.277.

[26] Yargıtay 11. HD 07/12/2007 tarihli 2006/8353E., 2007/15508 K. sayılı kararı.

[27] Öztunalı, D. (2010). Eser Sahibinin Manevi Hakları. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul, s.109.

[28] Yargıtay 11. HD 24/04/2008 tarihli 2007/9568 E., 2008/5481 K. sayılı kararı.

[29] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.482.

[30] Karar, Harvard CopyrightX derslerinde Prof. William Fisher tarafından işlenmiş ve söz konusu derslerde tutulan notlardan işbu makaleye aktarılmıştır.

[31] Karar, Harvard CopyrightX derslerinde Prof. William Fisher tarafından işlenmiş ve söz konusu derslerde tutulan notlardan işbu makaleye aktarılmıştır.

[32] Rosati, Eleonora, Czech Court Rules That Placement Of Advertisements On A Building Constitutes A Moral Rights Infrigment, April, 2020, ipkitten.blogspot.com adresinden alınmıştır.

[33] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.464-466.

[34] Odabaş, s.125.

[35] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.471.


KAYNAKÇA

Ateş, M. (2003). Fikir ve Sanat Eserleri Üzerindeki Hakların Kapsamı ve Sınırlandırılması. Ankara.

Bulut, B. (2020). Sinema Eserlerinde Hak Sahipliği, Ankara.

Erdil, E. (2009). İçtihatlı ve Gerekçeli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, İstanbul.

Güneş, İ. Eser Sahibinin Manevi Hakları ve Uygulama, Terazi Hukuk Dergisi, C.3 Sa.19, 2008, s.-67-76

Karakuzu Baytan, D. (2005). Fikir Mülkiyeti Hukuku Kavramlar. İstanbul.

Kılıçoğlu, A. (2013). Sınai Haklarla Karşılaştırmalı Fikrî Haklar, Genişletilmiş Gözden

Geçirilmiş 2. Bası, Ankara.

Odabaş, F.A. “Eser üzerindeki Manevi Haklar”. İstanbul Barosu Dergisi, C.90 Sa.4,2016,

s.117-135.

Öztunalı, D. (2010). Eser Sahibinin Manevi Hakları. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.

Tekinalp, Ü. (2012). Fikrî Mülkiyet Hukuku. Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 5. Bası,

İstanbul, s.173.

Üstün, G. (2001), Fikrî Hukukta İşleme Eserler. İstanbul, s.120-121.

Yavuz, L./ Alıca, T. / Merdivan, F. (2013). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, Cilt 1,

Birinci Bası, Ankara.

Yoo, Christopher S., “Rethinking Copyright and Personhood” (2019). Faculty Scholarship at Penn Law. 423.
https://scholarship.law.upenn.edu/faculty_scholarship/423, s.1039-1078.

FİKİR VE SANAT ESERLERİ HUKUKUNDA BAĞLANTILI HAK SAHİPLERİ

BAĞLANTILI HAK KAVRAMI

Eser sahibi yanında bir eserin yayınlanması, tanıtılması, oynanması, çalınması suretiyle eserin kamuoyuna ulaştırılmasına hizmet eden kişiler de vardır[1]. Eserle yakın ilişki içerisinde olan ve eserin kitlelere ulaşmasına doğrudan aracılık eden kişilere tanınan hakkı ifade eden bağlantı haklar, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.1/B/1(j) hükmünde; eser sahibinin manevi ve mali haklarına zarar vermemek kaydıyla komşu hak sahipleri ile filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren film yapımcılarının sahip oldukları haklar olarak tanımlanmıştır. Esasen FSEK hükmünde yer alan ifade bir tanım yapmaktan çok bağlantılı hakların kapsamını belirlemektedir. Bağlantılı haklar, eser sahibinin maddî ve manevî haklarına zarar vermemek şartıyla ve kanunî sınırlamalar çerçevesinde, icracı sanatçıların, fonogram yapımcılarının, radyo televizyon kuruluşlarının ve film yapımcılarının yapmış oldukları faaliyetler sonucu ortaya çıkan haklar olarak tanımlanabilir[2].

Türk Hukuku’nda ilk kez 1995 yılında 4110 sayılı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun ile FSEK’te yapılan değişiklikle düzenlenen bağlantılı haklar, ilk olarak eser sahibinin haklarına komşu haklar olarak düzenlenmişken daha sonra 21/02/2001 tarihli 4630 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun ile yapılan değişiklikle bağlantılı hak terimine açıkça yer verilmiştir.

Bağlantılı haklar FSEK m.80 hükmünde, komşu haklar (icracı sanatçılar, fonogram yapımcısının hakları ile radyo ve televizyon kuruluşlarının hakları) ve film yapımcılarının hakları olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

1. KOMŞU HAK SAHİPLERİ

Eser Sahibinin Haklarına Komşu Haklar Yönetmeliği (KHY) m.4/1(a) hükmüne göre komşu hak,  eser sahibinin haklarına zarar vermeden ve onun rızası ile bir eseri özgün biçimde icra eden veya icrasına katılan, bir icrayı ya da sesleri ilk defa tespit eden, yayınlayan gerçek ve tüzel kişilerin münhasıran sahip oldukları; icrayı tespit etme, çoğaltma, kiralama, telli-telsiz her türlü araçla yayınlama ve kamuya açık yerlerde temsil suretiyle bundan faydalanma haklarını ifade etmektedir. Bu kapsamda komşu hakları, eser sahibinin hakları saklı kalmak kaydıyla, eser üzerinde, eser sahibinin haklarıyla komşuluk ilişkisi içinde bulunan ve bu eserle ilgili çeşitli korumalardan yararlanan haklar olarak tanımlamak mümkündür[3]. Komşu haklar klasik olarak eserin korunması amacıyla değil, eserin icrası, tanıtımı ve yayını amacıyla harcanan fikri emeklerin korunması gereğinden ortaya çıkmıştır[4].

FSEK m.80 hükmüne göre; icracı sanatçılar, fonogram yapımcıları ve radyo televizyon kuruluşları komşu haklar kavramının içerisindedir.

i. İcracı Sanatçılar

Bağlantılı hak sahipleri düzenlenirken ilk belirtilen grup olan icracı sanatçılar; eseri, eserin sahibi tarafından yaratılmış şekliyle fakat kendi sanatçılık becerisi ile başkalarına aktararak eserin topluma tanıtılmasına ve yayılmasına katkı sağlayan kişilerdir[5]. FSEK m.80/1 hükmüne göre  eser sahibinin manevi ve mali haklarına zarar vermemek kaydıyla ve eser sahibinin izniyle bir eseri özgün bir biçimde yorumlayan, tanıtan, anlatan, söyleyen, çalan ve çeşitli biçimlerde icra eden sanatçılar, icracı sanatçılar olarak belirlenmiştir. KHY m.4/1(b) hükmüne göre, sanat eserleri ile folklor eserlerini düzgün biçimde yorumlayan, tanıtan, anlatan, söyleyen, çalan ve çeşitli biçimlerde icra eden oyuncular, ses sanatçıları, müzisyenler ve dansçılar vb. icracı sanatçıdır. Bu kapsamda, piyano, keman, bağlama, arp, davul, saz, mandolin gibi müzik aletlerini çalanlar; orkestra şefleri[6]; şarkıcılar; dansçılar; tiyatro yönetmenleri; şiir ve hikaye okuyanlar gibi eserin özgün biçimde icrasında katkı ve rol sahibi olan kimselerin tamamı icracı sanatçı kapsamında değerlendirilmektedir. İcracı sanatçıların yaratıcılığı yorumlarından kaynaklandığından, ses düzeneği kuranlar gibi sadece tekniği uygulayan kişiler bu kapsamda değerlendirilmemektedir. İcracı sanatçıların harcadığı emek eserin yaratılması için değil ancak tanıtılması ve yayılması içindir [7].

İcranın, özgün olması gerektiği KHY m.4 hükmünde belirtilmiştir. Özgünlükten kasıt, icrada kişisel – sanatsal özelliklerinin ortaya çıkarılması ve icranın diğer icralardan ayrılmasını ifade etmektedir. İcrada özgünlük yorum ile ortaya çıkmaktadır[8]. FSEK ve ilgili mevzuat kapsamında sağlanan korumanın nedeni icradaki özgünlük olduğundan, alelade her icra ve icracı korumadan yararlanamayacaktır[9]. İcracı sanatçının kendisine manevi haklar tanınan tek bağlantılı hak sahibi olmasının nedeni de icrasındaki özgünlüktür[10]. Bu nedenle herkesin yapabileceği şekilde gerçekleştirilen icralar ve yorumlar, sağlanan hukuksal korumadan faydalanamayacaktır[11].

Yargıtay 11. HD  18/02/2017 tarihli 2016/5259 E., 2017/7348 K. sayılı kararında  “…bir sinema eserinde rol alan ancak icrasını alelade ifa eden kişilerin “özgün biçimde icra” unsurundan yoksun olan oyunculuklarının da FSEK 80/1.maddesi anlamında “icracı sanatçı” olarak nitelendirilemeyeceği aşikardır. Ancak, az önce de açıklandığı üzere bir sinema eserinde komşu hak sahibi icracı sanatçı olarak 5846 Sayılı FSEK kapsamında koruma sağlanmasının temel koşulu, o sinema eserine temel oluşturan yazılı ya da sözle ifade edilen ilim ve edebiyat eserinin veya yönetmenin fikri çabası ve yorumuna göre gerçekleştirilen icranın “özgün bir biçimde” ifa edilmesidir. Bu bakımdan, bir sinema eserinde rol alan kişilerin icracı sanatçı sıfatını kazanıp kazanamayacakları hususu bu eserde rol alan kişilerin asıl ya da yardımcı oyuncu olup olmadıklarından ziyade icranın “özgün bir biçimde” gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği dikkate alınarak ve her somut olay bakımından ayrı ayrı tartışılıp belirlenmelidir…” ifadelerine yer vererek ancak özgün olan icraların korumadan yararlanabileceğini belirtmiştir.

4110 sayılı Kanun’dan önceki bir tarihte yapılan icralarda, kişinin icracı sanatçı olarak komşu hak sahipliği bulunmamakla birlikte, 4110 sayılı Kanun ile değişik FSEK m. 80 hükmüyle icracı sanatçılara tanınan haklar, FSEK’in  21/02/2001 tarih ve 4630 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun ile değişik ek m.2 hükmü uyarınca 12/06/1995’ten önceki icraları da kapsamaktadır. Yargıtay  4110 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce yapılan icralar bakımından icracı sanatçı ve yapımcı arasında akdedilen sözleşmelerin kural olarak belirli bir sonucun taahhüt edildiği iş görme sözleşmesi niteliği taşıdığını ve 4630 sayılı Kanunla sinema eserlerini de kapsayacak şekilde icracı sanatçılara bağlantılı hak sahipliği tanınmış olmasının da eser sahibi olan film yapımcısının mali haklarına herhangi bir kısıtlama getirmeyeceğini ifade etmektedir[12].

İcracı sanatçı olabilmek için bir eserin varlığı ve bunun icrası zorunludur[13] [14]. Ancak bu eserin kimin eseri olduğunun bir önemi olmadığından bir kişi sahibi olduğu bir eseri de icra edebilir. Bu durumda hem asıl eser sahipliği hem de icracı sanatçı sıfatları tek bir kişi üzerinde toplanmış olmaktadır[15] [16]. Örneğin, Tarkan’ın söz ve müziği kendisine ait olan “Kuzu Kuzu” şarkısını seslendirmesi halinde hem musiki eserin sahibi hem de icracı sanatçı olacaktır. Ayrıca, bu eserin bir folklor eseri de olabileceği KHY kapsamında belirtildiğinden bir destanın veya kutsal kitabın okuma yöntemlerden biri ile okunması durumunda da okuyan kişi icracı sanatçı sayılmalıdır[17].

İcracı sanatçı tarafından icra edilen eserin koruma süresinin devam etmesi gerekmemektedir. Koruma süresi dolan bir eseri yorumlanması sonucu meydana gelen icralar da FSEK m.80 hükmü kapsamında olacaktır.

İcracı sanatçının da eser sahibi gibi icrası üzerinde mali ve manevi hakları bulunmaktadır. Manevi haklar bakımından, icracı sanatçı, eser sahibinin sahip olduğu tüm manevi haklara sahip değildir. İcracı sanatçının manevi hakları; icra sahibi olarak tanınma ve icrasının değiştirilmesini men etme (tahrifat veya bozmaya karşı çıkma) diğer bir ifadeyle icranın bütünlüğünün korunması haklarıdır[18]. İcracı sanatçının mali hakları ise; icranın tespit edilmesi, icranın canlı verilmesi, temsili; tespitin çoğaltılması, kiralanması ve veya ödünç verilmesi dahil olmak üzere yayılması; radyo-TV, uydu veya kablo gibi telli veya telsiz yayın kuruluşlarında yayını ve yeniden yayını; işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla yayın veya yeniden yayını; dijital ortamda umumun erişimine açma; telli ve telsiz araçlarla umuma iletim haklarıdır.

İcracı sanatçıların hakları, icranın tespitinin yapıldığı tarihten başlayarak, yetmiş yıl devam eder. İcra tespit edilmemiş ise bu süre icranın ilk aleniyet kazanmasıyla başlar.

ii. Fonogram Yapımcıları

Fonogram, FSEK m.1/B (f) hükmüne göre, sinema eseri gibi görsel-işitsel eserler içindeki ses tespitleri hariç olmak üzere, bir icrada yer alan seslerin veya diğer seslerin veya ses temsillerinin tespit edildiği ses taşıyıcısı fiziki ortamı olarak ifade edilmiştir. Ses taşıyıcısı, bir icranın, seslerin ya da elektronik bir yöntemle eserlerin üzerine tespit edildiği her türlü aracı ifade etmektedir. FSEK m. 80 hükmüne göre fonogram yapımcıları ise, eser sahibinden ve icracı sanatçıdan mali hakları kullanma yetkisini devraldıktan sonra bir icra ürünü olan sesleri veya sair sesleri ilk defa tespit eden kişiler olarak tanımlanabilir. KHY m.4/1(c) hükmüne göre fonogram yapımcısı sözlü ya da sözsüz tüm seslerin ilk tespitini yapan, bu durumun hukuksal sorumluluğunu üstlenen kişi olarak tanımlanmıştır. Bu durumda fonogram yapımcısının, eser sahibinden eserin çoğaltılması, icracı sanatçıdan icranın tespiti için izni alması gerekmektedir.

Fonogram yapımcısı olarak sağlanan korumadan tespiti ilk yapan kişi yararlanmaktadır. Bu nedenle ilk tespitten sonra yapılan çoğaltmalarda veya eski tarihlerde yapılan tespitin yeni ve daha teknolojik araçlara aktarılarak iyileştirilmesi durumları bu kapsamda sayılmamaktadır. Fonogram yapımcısının korunması için tespitin çoğaltılması da gerekli değildir. Çoğaltma olmasa da ilk tespiti yapan kişi, fonogram yapımcısına sağlanan haklardan yararlanacaktır[19].

Fonogram yapımcılarına sağlanan korumanın konusu, icrayı oluşturan sesleri, görüntüler veya her ikisini birden içeren plak, CD, kaset ve benzeri şekilde somutlaşmış ürün yani tespit olup plak, CD, DVD gibi nüsha korunmamaktadır[20].

Fonogram yapımcılarının manevi hakları bulunmamaktadır. Çünkü fonogram yapımcısının korunmasının temelinde yapımcının şahsına değil tekniğe ve organizasyona bağlı hususlar göz önünde bulundurulmuştur[21]. Mali hakları ise, tespitin çoğaltılması, dağıtılması, satılması, kiralanması ve kamuya ödünç verilmesi, tespitlerinin işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletimi ve yeniden iletimidir. Fonogram yapımcısı, mali haklarının üçüncü kişiler tarafından kullanılmasına yazılı olarak izin verebilecektir[22]. Fonogram yapımcısı, yurt içinde henüz satışa çıkmamış veya başka yollarla dağıtılmamış tespitlerinin aslının veya çoğaltılmış nüshalarının satış yoluyla veya diğer yollarla dağıtılması hususunda izin verme ve yasaklama hakkına sahiptir. Yapımcıların hakları, ilk tespitin yapıldığı tarihten başlayarak 70 yıl devam eder.

iii. Radyo ve Televizyon Kuruluşları

Bir programın yayınlanabilmesi için gereken masraflı ve zorlu organizasyonu ve teknik alt yapıyı sağlayan radyo ve televizyon kuruluşları da FSEK kapsamında bağlantılı hak sahipleri arasında sayılmıştır. KHY m.4/d hükmüne göre radyo ve televizyon kuruluşları, yayın yapan kuruluşlardır. Yayın ise yine aynı maddenin (g) bendine göre, seslerin ya da görüntülerin ya da her ikisinin toplumun yararlanacağı şekilde radyo ve televizyon araçlarıyla telli ya da telsiz olarak kamuya sunulmasıdır.

Radyo ve televizyon kuruluşlarının da tıpkı fonogram yapımcıları gibi sadece mali hakları bulunmaktadır. Bu kuruluşlara tanınan mali haklar yayınların tespiti, diğer yayın kuruluşlarınca eş zamanlı iletimi, gecikmeli iletimi, yeniden iletimi, uydu veya kablo ile dağıtımı, özel kullanımlar hariç olmak üzere, yayınlarının herhangi bir teknik veya yöntemle, doğrudan veya dolaylı bir şekilde çoğaltılması ve dağıtımı, yayınlarının umuma açık mahallerde iletimi, tespit edilmiş yayınlarının, gerçek kişilerin seçtikleri yer ve zamanda yayınlarına ulaşılmasını sağlamak suretiyle umuma iletimi, haberleşme uyduları üzerindeki veya kendilerine yöneltilmiş olan yayın sinyallerinin diğer bir yayın kuruluşu veya kablo operatörü veya diğer üçüncü kişiler tarafından umuma iletimi ve şifreli yayınlarının çözülmesidir. Radyo ve televizyon kuruluşlarının hakları programın ilk yayınlandığı tarihten başlayarak 70 yıl devam eder.

2. FİLM YAPIMCILARI

Sermayesi, işletmesel örgütlenme gücü ve yeteneği ile bir filmin ilk tespitini gerçekleştiren kişilere film yapımcısı denmektedir[23]. Bu durumda, sesli olup olmamasına bakılmaksızın, görüntüleri anlaşılabilecek, çoğaltılabilecek veya iletilebilecek şekilde bir araca ilk kez kaydeden ve işin mali külfeti ile tespitin hukuki sorumluluğunu üstelenen kişiler film yapımcısı olarak tanımlanabilecektir[24]. Statüsü itibariyle fonogram yapımcısına benzeyen film yapımcıları, fonogram yapımcılarından farklı olarak seslerin değil görüntülerin ilk kez tespitini gerçekleştirmektedir[25].

Film yapımcısının bağlantılı hak sahibi olarak FSEK hükümleriyle sağlanan korumadan yararlanabilmesi için eser sahibinden ve icracı sanatçıdan mali hakları kullanma yetkisini devralması gerekmektedir[26]. Film yapımcısına, ilk tespitin çoğaltılması, satılması, dağıtılması, kiralanması veya ödünç verilmesi, umama iletilmesi ve yeniden iletilmesi ve temsili hakları tanınmıştır[27]. Bu kapsamda korumanın konusu sadece ilk tespittir[28]. FSEK m.80 hükmüne göre film yapımcısı; tespitin, doğrudan veya dolaylı olarak çoğaltılması, dağıtılması, satılması, kiralanması ve kamuya ödünç verilmesi; tespitlerinin işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletimi ve yeniden iletimi; yurt içinde henüz satışa çıkmamış veya başka yollarla dağıtılmamış film tespitlerinin aslının veya çoğaltılmış nüshalarının satış yoluyla veya diğer yollarla dağıtılması, haklarına sahiptir. Film yapımcıları ayrıca tespitlerinin telli veya telsiz araçlarla satışı veya diğer biçimlerde umuma dağıtılması veya sunulması ve gerçek kişilerin seçtikleri yer ve zamanda tespitlerine ulaşılmasını sağlamak suretiyle umuma iletimine izin vermek veya yasaklamak hakkına sahiptir. Film yapımcısının haklarının doğabilmesi için eser sahibinden ve icracı sanatçıdan mali hakların kullanma yetkisini devralmalıdır. Koruma süresi, ilk tespitinin yapıldığı tarihten başlayarak yetmiş yıldır.

SONUÇ

Ortaya koydukları icra ve yatırımların nedeniyle korunan bağlantılı hak sahipleri, eserin tanıtılmasına ve geniş kitlelere yayılmasına katkı sağlamaktadır. Eser sahibinin haklarına zarar verici nitelik taşımaması şartına tabi olan bağlantılı haklar, eser sahibinin hakları gibi mutlak haklardandır. Hakkın doğumu için gerekli olan eylemin yapılması sonucunda doğan bağlantılı hak, kanundan kaynaklanmaktadır. Bağlantılı hak sahipliğinin kazanılması, kendisinden önceki hak sahibinin haklarını ortadan kaldırmamaktadır. Aynı zamanda hak sahipleri arasında müşterek ve iştirak halinde bir ortaklık da bulunmamaktadır.

Ulusal ve uluslararası düzenlemelerde yeni ortaya çıkan bir kavram olduğu için hala bazı düzenlemelere gerek bulunsa da bu hakların FSEK kapsamında düzenlenmiş olması isabetli olmuştur.

Elif AYKURT KARACA

elifaykurt904@gmail.com

Şubat 2021


[1] Bülter, A., Eser Sahibinin Hakları İle Bağlantılı Haklar, TBB Dergisi, Sayı 59, 2005, s.90- 107, s.91.

[2] Erberk, Ö. Müzik Eserlerinin Umuma Açık Mahallerde Kullanılması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 9, Özel Sayı, 2007, s. 849-905, s.861.

[3] Kılıç, M. İcracı Sanatçılar ve Hakları, Türkiye Barolar Birliği Dergisi 1998/2, s.594-610, s.595.

[4] Apaydın, E. Fikir Haklarına Komşu Haklar, Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi, C.1, Sa.4, s.75-103, 2001, s.85.

[5] Can, M.E. Radyo Ve Televizyon Yayınları Üzerindeki Fikrî Haklar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.48, Sa.1-4, 1999  s.291-348, s.321; Erel, Ş. N. (2009). Türk Fikir ve Sanat Hukuk, 3. Bası, Yetkin Yayınları, Ankara, s.208; Kılıç M., s.596; Türker, G. Bağlantılı Haklar ve Bu Hakların Fikri Hukuk Alanındaki Yeri. Fikri Mülkiyet Hukuku Çalıştayı 2019, s.83-126, s.104.

[6] Orkestra şefi ve tiyatro yönetmenleri, icraya doğrudan katılmamakla birlikte, icraya yön verdikleri ve onun daha estetik olmasını sağladıkları için icracı sanatçılar kapsamında yer almaktadır. (Apaydın, s.88)

[7] Baygın, C. Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa Göre Eser Sahibinin Hakları ile Bağlantılı Haklar, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, C.5, Sa.1-4, 2001, s.297- 329, s.300; Bülter, s.95.

[8] Türker, s.106.

[9] Bozbel, S (2015). Fikri Mülkiyet Hukuku, On İki Levha Yayınları, İstanbul, s.162; Can, s.322; Erberk, Ö. Müzik Eserlerinin Umuma Açık Mahallerde Kullanılması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 9, Özel Sayı, 2007, s.862; Erel, s.209; Güneş, İ. FSEK’te Yer Alan İcracı Hakları Ve Uygulama, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 14, Sayı: 1, 2012, s.169-181 (Basım Yılı: 2013), s.174.

[10] Güneş, s.174; Tekinalp, s.273.

[11] Erdil, E. (2009). İçtihatlı ve Gerekçeli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, C. 2,  Güncelleştirilip Genişletilmiş 3. Bası, Vedat Kitapçılık, s.1556.

[12] Bkz. Yargıtay 11. HD 21/11/2017 tarihli 2016/3915 E.,  2017/6598 K. sayılı kararı.

[13] Türker, s.107.

[14] Eser üzerinde yapılan çalışma sonucu ortaya çıkan çalışma yeni bir eser ise bu durumda işleme eser hükümleri uygulanır. (Erdil, C. 2,  s.1556.)

[15] Güneş, s.175; Türker, s.108.

[16] Kılıç’a göre, eserin sahibi, eser sahipliği sıfatıyla korunduğundan icracı sanatçı olarak ek bir korumaya gerek duymamaktadır. Bu nedenle icracı sanatçının başkasına ait eseri yani kendisine ait olmayan eseri icra etmelidir. (Bkz. Kılıç M., s.596) (Bkz. Aynı Yönde Apaydın, s.86)

[17] Bozbel, s.161.

[18] Güneş, s.178.

[19] Bozbel, s.166; Koyuncu, s.32; Öztan, F.(2008). Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Turhan Kitabevi, Ankara, s.729; Türker, s.112.

[20] Tekinalp, Ü (2012). Fikri Mülkiyet Hukuku. Güncellenmiş Genişletilmiş 3. Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul, s.280; Türker, s.111.

[21] Öztan, s.733.

[22] Apaydın, s.95.

[23] Erdil, C. 2,  s.1568.

[24] Bülter, s.102; Türker, s.119.

[25] Bülter, s.102.

[26] Bozbel, s.171.

[27] Tekinalp, s.284.

[28] Öztan, s.746.


KAYNAKÇA

Apaydın, E. Fikir Haklarına Komşu Haklar, Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi, C.1, Sa.4, s.75-103, 2001.

Baygın, C. Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa Göre Eser Sahibinin Hakları ile Bağlantılı Haklar, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, C.5, Sa.1-4, 2001, s.297- 329.

Bozbel, S (2015). Fikri Mülkiyet Hukuku, On İki Levha Yayınları, İstanbul.

Bülter, A., Eser Sahibinin Hakları İle Bağlantılı Haklar, TBB Dergisi, Sayı 59, 2005, s.90- 107.

Can, M.E. Radyo Ve Televizyon Yayınları Üzerindeki Fikrî Haklar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.48, Sa.1-4, 1999,  s.291-348.

Erberk, Ö. Müzik Eserlerinin Umuma Açık Mahallerde Kullanılması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 9, Özel Sayı, 2007, s. 849-905.

Erdil, E. (2009). İçtihatlı ve Gerekçeli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, C. 2,  Güncelleştirilip Genişletilmiş 3. Bası, Vedat Kitapçılık.

Erel, Ş. N. (2009). Türk Fikir ve Sanat Hukuk, 3. Bası, Yetkin Yayınları, Ankara.

Güneş, İ. FSEK’te Yer Alan İcracı Hakları Ve Uygulama, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 14, Sayı: 1, 2012, s.169-181 (Basım Yılı: 2013).

Kılıç, M. İcracı Sanatçılar Ve Hakları, Türkiye Barolar Birliği Dergisi 1998/2, s.594-610.

Öztan, F.(2008). Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Turhan Kitabevi, Ankara.

Tekinalp, Ü (2012). Fikri Mülkiyet Hukuku. Güncellenmiş Genişletilmiş 3. Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul.

Türker, G. Bağlantılı Haklar ve Bu Hakların Fikri Hukuk Alanındaki Yeri. Fikri Mülkiyet Hukuku Çalıştayı Bildiriler Kitabı, s.83- 16-19 Aralık 2019.

EMEK İLE SOSYAL MEDYA AYNI DÜZLEMDE ÇARPIŞINCA: “KARİKATÜR ONLARIN HAYATI”

2020 yılı Aralık ayının son haftalarına girerken herkesin bildiği ve takip ettiği Türkiye’nin önemli karikatüristlerinden Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem ve Serkan Altuniğne, telif hakları ve bunların korunması ile ilgili gündeme geldiler. Oldukça popüler olmaları ve çizmiş oldukları karikatürlerin birçok anonim hesapta ve uygulamada aktif bir şekilde kullanılarak yayılıyor olması sebebiyle konuyla ilgili birçok haber yazılıp çizildi. Magazinsel boyutta birçok iddia ortaya atıldı. Sosyal medya konuyla ilgili yorum yapan insanlarla doldu taştı.

Konunun hukuki boyutunu incelemeden önce sizler için konunun başlangıcını, nasıl geliştiğini ve son durumunu paylaşmak istedik.

Tüm olay bir sosyal medya kullanıcısının anonim hesabında paylaştığı karikatürlerden dolayı, bir hukuk bürosundan paylaşımları sebebiyle ceza alabileceği, ancak belirtilen daha makul miktardaki parayı ödemesi durumunda şikayetlerini geri çekebilecekleri bilgisini alması ile başlıyor. Daha sonrasında kullanıcı belirtilen parayı ödemeyi reddediyor ve neden “uyar-kaldır” sistemini uygulamadıklarını sorguluyor. Ancak karşı taraf ile ortak bir paydada buluşamadıklarından aralarındaki konuşma sonlanıyor. Akabinde kullanıcı şikâyete konu karikatürleri sayfasından kaldırıyor ve şikâyet ile ilgili ifade vermeye gittiğinde benzer birçok telif davası olduğu bilgisine ulaşıyor. Başından geçenleri sosyal medyada anlatması ile bizler gibi birçok kişi olaydan haberdar oluyor. Aşağıda sosyal medya kullanıcısının attığı tweetleri görmeniz mümkün. Maalesef bu şahıs daha sonrasında Twitter hesabını kapattığından bizler bu görsellere farklı bir linkten ulaştık.

Görsel – 2

Daha sonrasında Erdil Yaşaroğlu, Selçuk Erdem ve Serkan Altuniğne sosyal medyada “Karikatür Bizim Hayatımız” başlığı altında bir açıklama paylaştı.

Bu açıklamanın akabinde olaylar daha fazla büyüyor ve birçok kişi söz konusu açıklamalarla çelişen olaylar anlatmaya başlıyor. Hukuk bürolarından taleplerin kanuna uygun olarak gelmediği ve yüksek meblağlarda paraların talep edildiği dile getiriliyor.

Görsel – 3

Arada gerçekleşen ve iddiayı ilk olarak ortaya atan kişi Twitter hesabını kapatmış olsa da konuyla ilgili çarpıcı açıklamalarına internetten kolayca ulaşmanız mümkün. Şubat 2021’de ilk duruşmasının gerçekleşeceğini belirtmiş bu sebeple dava ile ilgili önümüzdeki aylarda sizleri güncellemeye devam edeceğiz.

Hukuki açıdan konuyu irdeleyecek olursak; tüm dünyada sosyal medyanın öneminin ve kullanımının artması ile bu mecralarda telif haklarının korunması, ihlalleri durumunda izlenecek yollar ve doğacak tazminatın ne şekilde belirleneceği somut olayda da karşılaştığımız gibi en tartışmalı konulardan biri haline gelmiştir. Ancak özellikle sosyal medya aracılığı ile internet ortamlarında ortaya çıkan ihlalleri engellemek ve hak sahiplerinin haklarını korumak için diğer ülkeler tarafından da kabul gören “Uyar-Kaldır Sistemi” Türk hukukunda da benimsenmiştir. Aslında somut olayda da birçok kullanıcı “Uyar-Kaldır Sisteminin” uygulanmamış olmasından dem vurmaktadır. Bu sistem 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında Ek 4. maddede düzenleme alanı bulmuştur.

Ek madde 4:…Bunun için hakları haleldar olan gerçek veya tüzel kişi öncelikle bilgi içerik sağlayıcısına başvurarak üç gün içinde ihlâlin durdurulmasını ister. İhlâlin devamı halinde bu defa, Cumhuriyet savcısına yapılan başvuru üzerine, üç gün içinde servis sağlayıcıdan ihlâle devam eden bilgi içerik sağlayıcısına verilen hizmetin durdurulması istenir…

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Ek 4. madde uyarınca, eser sahibinin öncelikle çevrimiçi ortamlarda kullanılan içeriğin paylaşımlarını yapan kişiye/kuruluşa başvurması ve ihlâle konu içeriği 3 gün içerisinde kaldırmasını talep edebilmesi düzenlenmiştir. Bu uyarı sonucu içerik paylaşımında bulunan gerekeni yapmaz ve ihlale konu fiillerine devam ederse, telif hakkı sahibinin Cumhuriyet Savcılığı’na şikâyette bulunabilmesi düzenlenmiştir. Ancak bu sistem kullanılarak ihlale konu fiilin durdurulması telif hakkı sahibinin maddi ve manevi tazminat haklarını kullanmasını engellememektedir.

Fakat FSEK’te Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı 5 Mayıs 2017 tarihinde yayınlanmış ve bu versiyonda Ek 4. madde yeniden düzenlenmiş ve bir şikâyette bulunmadan önce uyar-kaldır sistemine başvurulması zorunluluk olmaktan çıkarılmıştır.

Madde 77/B:Bu Kanunda tanınmış hakları internet ortamında ihlal edilen hak sahipleri, hak sahipliğini ve ihlali gösterir bilgi veya belgelerle birlikte içerik sağlayıcısına veya yer sağlayıcısına internet sayfalarındaki elektronik posta veya diğer iletişim araçlarına göndereceği uyarıyla, ihlale konu içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan Cumhuriyet savcısına başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini de isteyebilir…

Bu değişiklikle hak ihlaline uğrayan kişilerin daha hızlı sonuç almasının hedeflendiği düşünülmektedir. Somut olayda doğrudan Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunulabileceği düzenlenmektedir. Ancak bu tasarının ne zaman yürürlüğe gireceği henüz bilinmemektedir.

Tüm bu bildiklerimiz doğrultusunda, hukuken başlatılan süreçlerin kanuna uygun olarak yürütülüp yürütülmediği hususunda verilecek olan kararın beklenmesi ve mahkemenin ne yönde karara vereceğinin görülmesi daha doğru olacaktır. Konuyla ilgili çok fazla karara erişilememesine rağmen, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2019/1433K. 2019/8234 T. 17.12.2019 kararına baktığımızda, Yargıtay tarafından “5846 Sayılı FSEK’nin Ek 4/son maddesi gereği davacı meslek birlikleri tarafından davalı yayın kuruluşuna usule uygun ihtarname keşide edilmediği sonuç olarak hukuki statüsü itibariyle önceden hangi eserlerin  ihlal oluşturduğunu bilmesi, bilebilmesi ve içerikten çıkarılmasını sağlaması mümkün bulunmayan davalı yönünden sübut bulmayan davanın reddine karar verilmesi” yönündeki kararın onandığını da belirtmek isteriz. Açıklamalarımız doğrultusunda, bizlerin bilmediği ve ileride ortaya çıkabilecek hususlar, şikâyet ile karşılaşan kişilerin durumları ve tazminat konuları hakkında davalar sonuçlandığında konuşmak daha yerinde olacaktır.

Cansu ÇATMA BİLEN

Ocak 2021

cansucatma1@gmail.com

KİRLİ ELLER (UNCLEAN HANDS) DOKTRİNİ – AVRUPA BİRLİĞİ FİKRÎ MÜLKİYET OFİSİ BANKSY KARARI

Gerçek ismi bilinmeyen aktivist sokak sanatçısı Banksy tarafından Kudüs’teki bir garajın duvarına çizilen “Çiçek Fırlatan Eylemci” (Flower Thrower) isimli grafiti, “Banksy” adına hareket eden Pest Control Office Limited Şirketi adına 2014 yılında, 02, 09, 16, 18, 19, 24, 25, 27, 28, 41 ve 42 nci sınıflarda yer alan mal ve hizmetlerde Avrupa Birliği Markası (EUTM) olarak tescil edilmiştir[1].

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) İptal Birimi kararına konu olan ve dolayısıyla bu yazının da konusunu oluşturan “Çiçek Fırlatan Eylemci” isimli grafitinin görseli aşağıda yer almaktadır.


2019 yılında Full Colour Black Limited Şirketi tarafından;

  • Tescilli olan görselin, Banksy’nin en ünlü ve ikonik eserlerinden biri olduğu ve aynı zamanda çok sayıda kişi tarafından ticari eşyaların dekorasyonu için çoğaltıldığı ve kullanıldığı,
  • Marka sahibinin markayı kullanmamasına rağmen üçüncü kişilerin faaliyetlerini engellediği,
  • Söz konusu grafiti halka açık bir alanda olduğundan, grafitinin fotoğraflanmasının ücretsiz olduğu,
  • Kaldı ki Banksy’nin çalışmalarının yayılmasına izin verdiği, kendi internet sitesine eserlerinin yüksek çözünürlüklü versiyonlarını ekleyerek halkın bunları indirmesine ve kendi ürünlerini üretmesine imkân sağladığı,
  • Banksy’nin “Wall and Piece” adlı eserinde “Telif hakkı kaybedenler içindir.” (Copyright for losers) cümlesine yer verdiği ve halkın kendisine dayatılan herhangi bir eseri çoğaltma, değiştirme veya başka şekilde kullanma konusunda özgür olduğunun Banksy tarafından ifade edildiği,
  • Banksy’nin, kendisiyle bağlantılı olmayan kişiler tarafından eserlerinin fotoğraflandığını ve çoğaltıldığını bildiği ve yakın zaman dek kimseye karşı yasal işlem başlatılmadığı,
  • Banksy’nin itiraz konusu somut görsel dahil tescili istenen görselleri marka olarak kullanmadığı, bu nedenle yapılan başvurularla telif haklarının korunmasına yönelik hükümlerin aşılarak, söz konusu görsellerin süresiz olarak korunmasının ve tekelleştirilmesinin amaçlandığı,
  • Bu kapsamda, Banksy’nin markayı kullanma amacının bulunmadığı ve başvurunun kötü niyetli olduğu,

ifade edilerek markanın hükümsüzlüğü talebiyle Avrupa Birliği Fikrî Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) başvuruda bulunulmuştur.

Başvuru sahibinin yukarıda yer alan gerekçelerine karşı marka sahibi tarafından;

  • Kötü niyet iddiasının kanıtlanamadığını, çünkü Banksy’nin eserlerin ticari marka başvurusuna konu edilmesinin tek başına kötü niyeti göstermeyeceği,
  • Somut olayda yer alan görselin Banksy’nin 2006’da yayınlanan kitabının ön kapağında yer aldığı,
  • Banksy’nin eserlerinin kullanımına izin verdiği ve eserlerinin kullanımından haberdar olduğu iddiasının yerinde olmadığı ve bu iddiayı ispatlayan delillerin sunulmadığı,
  • Banksy’nin toplum nezdindeki kişiliğine halel getirmeden tescilsiz marka ve telif hukukundan doğan haklarını kullanamayacağını bilerek dava konusu görselden haksız çıkar sağlayan üçüncü kişilerin engellemesi amacıyla gerçekleştirilen marka tescilinin meşru sebebinin bulunduğu,
  • Markaların kullanılmama nedeniyle iptali tehlikesi olduğu, telif haklarının ise eser sahibinin hayatı boyunca ve öldükten sonra 70 yıl boyunca korunması gerçeği karşısında, markaların ancak gerçek kullanımın varlığı halinde süresiz şekilde tekelleştirilebildiği ifade edilerek marka tescilinin telif hakkı yasasını aşma amacı taşımadığı ve kötü niyetin de başvuru sahibince ispat edilemediği,
  • Herkesin, yasa önünde eşit olması ve kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları dikkate alınmaksızın, görüş sahibi olma, fikir ve bilgilere erişme, bunları yayma serbestisine sahip olması nedeniyle Banksy’nin “Telif hakları kaybedenler içindir.” şeklindeki açıklamasının marka tescil başvurusu yapmasına engel olmadığı,

ifade edilerek marka tescilinin kötü niyetle yapılmadığı ve başvurunun kabul edilen etik davranış ilkelerine uygun olarak ve dürüstçe yapıldığının açık olduğu belirtilmiştir.

EUIPO İptal Birimi, taraflarca sunulan deliler ve iddialar çerçevesinde somut olayı değerlendirmiş ve 14 Eylül 2020 tarihinde kararını vermiştir. 

Avrupa Birliği Marka Tüzüğü (EUTMR) m.59/1(b) hükmüne göre, başvuru sahibinin marka başvurusunda bulunurken kötü niyetle hareket etmesi durumunda markanın hükümsüz kılınabilmektedir. Ancak “kötü niyet” teriminin kesin bir yasal tanımı bulunmamaktadır. Kötü niyet, başvuru sahibinin marka başvurusundaki niyetine dayanan öznel bir durumdur.

Başvuru sahibinin davranışı, kabul edilen etik davranış ilkelerinden veya dürüst ticari uygulamalardan saptığında kötü niyet söz konusudur ve kötü niyet kavramı, her bir vakanın nesnel gerçeklerine göre yapılacak değerlendirmeyle tespit edilebilir. (Opinion of Advocate General Sharpston of 12/03/2009, C-529/07, Lindt Goldhase, EU:C:2009:361, § 60) Başvuru sahibinin marka başvurusunda bulunurken kötü niyetle hareket edip etmediği, belirli bir durumla ilgili tüm faktörleri dikkate alarak yapılan genel bir değerlendirmenin konusu olmalıdır. (11/06/2009, C-529/07, Lindt Goldhase, AB: C: 2009: 361, § 37)

Kötü niyetin, başvuruda bulunan kişi tarafından ispat edilmesi gerekmekte olup aksi kanıtlanana kadar iyi niyetin varlığı asıldır.

EUIPO İptal Birimi, bu yazının konusunu oluşturan kararında, markanın amacının tüketicilerin söz konusu mal veya hizmetlerin ticari kökenini belirlemesine ve bu mal veya hizmetleri diğer şirketlerin mal ve hizmetlerinden ayırmasına olanak sağlamak olduğunu belirtmiştir. Telif hakkının amacı ise farklı türden orijinal sanat eserlerini korumaktır. Bu nedenle yasada yer alan koşulların var olması durumunda bir grafiti veya resim telif hakkı korumasından faydalanabilir.

Kararda, mülk sahibinin izni olmadan yapılan grafitiler bakımından telif hakkının kim tarafından kullanılabileceğine dair açıklamalara yer verilmiştir. Bu kapsamda, yer aldığı mülkün sahibinin izni olmadan yapılan grafitilerin suç oluşturduğu ve bu nedenle bu tür çalışmaların telif hakkı koruması kapsamında olmadığı veya telif hakkının onu meydana getirene değil çalışmanın üzerine yapıldığı mülkün sahibinde olabileceğine dair görüşlerin bulunduğunu ifade edilmiştir. Mevcut yargılamanın kapsamı dışında olduğundan bu hususlarla ilgili daha fazla değerlendirmede bulunulmasa da EUIPO iptal birimine göre Banksy’nin anonim olmayı seçmiş olması, onu telif hakkı korumasından faydalanmasını engellemeyecektir.

EUIPO İptal Birimi ayrıca, başvuru sahibinin sunduğu delillerde görüleceği üzere, Banksy’nin “Telif hakkı kaybedenler içindir” yahut “Görüp görmeme hususunda size tercih hakkı vermeyen kamusal alana yerleştirilmiş reklamlar sizindir.” şeklinde açıklamalarının bulunduğunu ve Banksy’nin bazı çalışmalarında başkalarının telif hakkını kullandığını kararında belirtilmiştir. Ayrıca, Banksy’nin web sitesinde yapılan ve aşağıda yer alan alıntılar dikkate alındığında Banksy’nin çalışmalarının halk tarafından ticari amaç dışında kullanılmasına ve indirilmesine izin verdiği anlaşılmaktadır.

Somut olaya konu olan marka tescili, Banksy’nin adının gizli kalması amacıyla Pest Control Office Limited şirketi tarafından yapılmıştır. EUIPO İptal Birimine göre, sunulan kanıtlar çerçevesinde Banksy ile Banksy’nin yasal temsilcisi gibi görünen marka sahibi arasında bir bağlantı olduğu görülse de kanıtlar Banksy’nin kimliğini yasal olarak belirlemeye yetecek kadar ayrıntılı değildir. Bu nedenle marka sahibinin, üçüncü şahıslara karşı, eser sahipliğinden doğan haklarını fiilen kullanmasının oldukça zor olacağı bir gerçektir.

Telif hakları, eser sahibinin hayatı boyunca ve öldükten sonra 70 yıl boyunca korunmaktadır. Marka sahibinin iddiasının aksine, markadan doğan haklar markanın yenilenmesi kaydıyla sonsuza kadar sürmektedir. Markanın kullanılmama nedeniyle iptali tehlikesi olsa da EUIPO İptal Birimine göre, kullanımın var olması halinde markanın, eserin koruma süresini uzatabileceği ve bu nedenle marka korumasıyla telif hukukunda yer alan süre sınırının aşılabileceği bir gerçektir.

Marka sahibinin, çok sayıda sanat eserinin marka olarak tescil edildiği ve telif hakkının bu markaların tesciline herhangi bir engel oluşturmadığı yönündeki argümanlara cevaben EUIPO İptal Birimi bunun doğru olduğunu ve marka ve telif hakkının birbirini dışlamasına gerek olmadığını belirtmiştir. Ancak bu markalara karşı, kötü niyet gerekçesiyle hükümsüzlük talebinde bulunulması halinde davanın ayrıntılı olarak incelenmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. 

Marka sahibinin ifade özgürlüğüne dair ileri sürdüğü argümanlar doğru olsa da bir markanın kötü niyetle tescil edilmesi durumunda EUTMR m.59/1 hükmü gereğince marka hakkından doğan korumadan faydalanılmayacaktır. Çünkü kötü niyetle yapılan bir başvurudan hak kazanılamaz. Diğer birçok durumda olduğu gibi, diğer yasalar ihlal edildiğinde veya çiğnendiğinde, kişisel haklar ve özgürlükler kısıtlanabileceğinden marka sahibinin bu argümanı da reddedilmiştir.

Marka sahibi, ticari amaçlarla kullanılmaması şartıyla, halkın sanat eserlerini dilediği gibi indirmesi ve kullanması için açık izin verdiğini ifade etmiştir. Banksy ayrıca, dava konusu eserin üçüncü kişiler tarafından ticari amaçlarla kullanıldığından haberdar olduğunu kabul etmiş ve bu kullanımların kendi izniyle yapılmadığını ifade etmesine rağmen bu eylemleri önlemek için herhangi bir yasal girişimde de bulunmamıştır.

Marka sahibinin 2010-2011 tarihli bazı web sitesi alıntılarında, aşağıda yer alan ifadelere yer verilmiştir.

  • Tüm resimler ticari amaçlı kullanım dışında indirilebilir.
  • Banksy tebrik kartı, kupa, tişört, fotoğraf tuvali vb. satışlarından herhangi bir ciro veya kâr sağlamaz.
  • Banksy tebrik kartı üretmez.
  • Banksy hiçbir zaman eserlerinden tebrik kartı, kupa veya fotoğraf tuvalleri üretmedi.

Söz konusu iptal talebi başvurusunun yapıldığı tarihten sonra yani mevcut yargılama sırasında (beş yıllık hoşgörü süresi sona erdikten ve mevcut iptal incelemesi başlatıldıktan sonra)  markanın kullanıldığına dair kanıtlar, marka sahibi tarafından EUIPO İptal Birimine sunulmuştur. Bunlar, halkın, ürünleri yeniden satmayacaklarından ve sanat tüccarı olmadıklarından emin olmak için bir inceleme prosedüründen sonra vitrin ekranlarına bakabildiği ve ürünleri çevrimiçi olarak satın alabildiği bir Banksy mağazasının açılmasından bahseden 2019 Ekim tarihli bazı önemli yayınlardır. Ancak Banksy ve temsilcisi, söz konusu kullanımın, malları ticarileştirerek pazarda bir pay yaratılması veya sürdürülmesi amacı taşıyan gerçek bir kullanım olmadığını, yalnızca yasayı dolanmak için olduğunu kabul etmişler ve malların sadece bu amaç için üretildiğini ve satıldığını ifade etmişlerdir. Bu kapsamda yapılan inceleme sonucunda, EUIPO İptal Birimi tarafından, bu kullanımların markanın kullanılmama sebebiyle iptaline engel olmak için yapıldığı ve gerçek/ciddi bir kullanımı göstermediği kanaatine varılmıştır.

Dosya kapsamında yer alan kanıtlar, marka sahibinin mevcut işlemlerin başlamasına kadar işaret altında herhangi bir mal satmadığını veya bir hizmet sağlamadığını göstermektedir. Üçüncü şahıslar tarafından yapılan kullanımların ise Banksy’nin izni olmadan yapıldığı defalarca beyan edilmiştir. Her iki tarafça sunulan delillerin incelenmesi sonucunda, EUIPO İptal Birimi, marka sahibinin yahut Banksy’nin söz konusu markayı kullanmadığını ve bu markayı içeren herhangi bir malı veya hizmeti gerçekten pazarlamadığı veya satmadığı kanaatine varmıştır.

Tescil kapsamındaki mal ve hizmetlerle ilgili olarak ticari markayı kullanma niyeti olmaksızın yapılan bir ticari marka başvurusunun amacının, dürüstlük kuralına aykırı bir şekilde üçüncü şahısların menfaatlerini baltalamak veya belirli bir üçüncü şahsı hedeflemeden, bir ticari markanın işlevlerine giren amaçlar dışında münhasır bir hak elde etmek olması halinde marka başvurusunun kötü niyetle yapılmış olduğu kabul edilir. Kötü niyetin yasada tanımı olmasa da kabul edilen etik davranış ilkelerinden veya dürüst ticari uygulamalardan uzaklaşan bir davranış kötü niyet olarak ifade edilmektedir.  EUIPO İptal Birimi, kötü niyetin varlığının ticari marka başvurusunun yapıldığı zamana atıfta bulunularak tespit edilmesi gerekmesine rağmen, başvuranın o andan önceki ya da sonraki davranışının da kötü niyet kanıtlaması halinde dikkate alınabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca EUIPO İptal Birimine göre, dikkate alınması gereken bir diğer faktör de Banksy’nin, bu eserlerin tartışmasız sahibi olarak tanımlanamayacağıdır. Hükümsüzlüğü istenen marka başvurusu, telif haklarına güvenemeyen Banksy’nin marka hakkına sahip olması amacıyla yapılmıştır ve bu amaç, markanın işlevlerinden biri değildir.

Sonuç olarak EUIPO İptal Birimi, marka sahibinin, markasını, tescil kapsamındaki mal ve hizmetler bakımından kullanma niyetinin bulunmaması ve marka tescil başvurusunun, markanın işlevi dışındaki amaçlar için münhasır bir hak elde etmek amacıyla yapmış olduğu kanaatine ulamıştır. Bu nedenle, başvuru sahibinin marka başvurusunda bulunurken kötü niyetle hareket ettiği sonucuna ulaşılarak markanın, tescil edildiği tüm mal ve hizmetler bakımından hükümsüz kılınmasına karar verilmiştir.

Değerlendirme:

EUIPO İptal Biriminin kararının en ilginç kısmının, varılan sonuçtan çok telif hakkıyla ilgili olarak yapılan yorumlar olduğu kanaatindeyim. Bu yazının konusunu oluşturan kararda, mülk sahibinin izni olmadan yapılan eserin/grafitinin telif hakkı korumasını hak edip etmediğini sorgulanarak – açıkça ifade edilmemiş olsa da – yasa dışı sanatın korunmaya değer olmadığı gibi tehlikeli bir sonucun kapısı aralanmıştır. Grafitilerin telif hukuku tarafından sağlanan korumadan yararlanıp yararlanmayacağına dair daha önce kaleme aldığım yazıya https://iprgezgini.org/2018/10/25/grafiti-fikir-ve-sanat-eserleri-kanunu-ve-turk-ceza-kanununun-kesisim-kumesinde-bir-sokak-sanati/ bağlantısından ulaşılabilir. Önceki yazıda, grafitiyi yaratan kişinin hakları ile grafitinin üzerinde yer aldığı mülkün sahibinin haklarının yarışması hususu tartışılmıştı. Kanaatimce, EUIPO İptal Birimi kararında yer verilenin aksine, üzerinde yer aldığı mülkün sahibinin izni olmadan yapılan grafitlere yönelik olarak ortaya atılan ve suçluların, suçlarından fayda sağlamasına izin verilmemesini öngören “kirli eller doktrini” (unclean hands doctrine), eser sahibiyle mülk sahibi arasındaki uyuşmazlıklar bakımından gündeme gelmelidir. Söz konusu doktrine göre, sokak sanatçısının mülk sahibinin iznini almaksızın mülk üzerine grafiti yapması durumunda, mülk sahibine karşı hak iddia edemeyeceği ifade edilmektedir. Ancak, sanatçının davranışı ile taraflar arasındaki ihtilafın esası arasında doğrudan bir ilişki olmaması durumunda kirli eller doktrini uygulanmamalıdır[2]. Diğer bir ifadeyle kirli eller doktrini, sanatçının, eser sahipliğinden doğan haklarını, mülk sahibi dışındaki kişilere yani sokak sanatçısının etik dışı davranışından etkilenmeyen üçüncü kişilere karşı kullanmasını engellememektedir. Bu durumda, eser sahibinin eserin/grafitinin üçüncü kişiler tarafından çoğaltmasını, poster veya afiş haline getirilmesini veya yok edilmesini engelleme hakkı devam etmektedir.


Elif AYKURT KARACA

Ocak 2021

elifaykurt904@gmail.com

[1] Marka numarası 12575155.

[2] Kontakos, Panagiotis, Copyright Protection Of Illegal Street Artworks, https://thesafiablog.com/2020/08/24/copyright-protection-of-illegal-street-artworks/; Lerman, Celia, Protecting Artistic Vandalism: Graffıti and Copyrıght Law, N.Y.U. Journal of Intell. Prop. & Ent. Law vol. 2:295, s.295-338, s.334.

MİMARİ ESERLERİN VE MİMARİ PROJELERİN FİKRİ HAKLAR BAKIMINDAN SARAÇOĞLU MAHALLESİ KAPSAMINDA İNCELENMESİ

Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut projesi olan Ankara’daki Saraçoğlu Mahallesi’nin yenilenerek halkın kullanımına sunulması amacıyla bir dönüşüm projesi planlanmaktadır. Bu dönüşüm projesine karşı mahallenin mimarı Paul Bonatz’ın mirasçısı olan Brigitte Dübers’ın, mimarın telif hakkının ve Saraçoğlu’nun korunması için Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanına ve oda avukatlarına vekalet verdiği ve bu vekalet ile odanın telif hakkına müdahalenin men’i davası açılacağı duyuruldu.[1]

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı yaptığı açıklamada; muhalefet tarafından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na restorasyon amacıyla projelendirilen Saraçoğlu Mahallesi’ne ilişkin olarak yöneltilen “Saraçoğlu’nun mimarı Paul Bonatz’ın varislerinden izin alındı mı?’ sorusunun önce yanıtsız bırakıldığını, daha sonra Bakanlık tarafından yazılı açıklama yapılarak “660 sayılı ilke kararı gereği restorasyon işlemi öncesi yapılmış rölöve işlemimize dayalı olarak telif hakkı iddia edilemez.” şeklinde yanıt verildiğini belirtmiştir.

Saraçoğlu Mahallesi uzun yıllardan beri imar hukuku, sit alanlarının korunması gibi pek çok hukuk dalı yönünden hukuki davalara konu olmuştur. Bu toplu konut projesinin telif hukuku bakımından incelenmesi hem yargısal açıdan hem de Ankara için çok önemli olacaktır. Bu nedenle, bu yazıda hem Saraçoğlu Mahallesi’ndeki süreç hakkında hem de mimari projeler ve mimari eserlerin telif hukuku bakımından hak sahipliği hakkında kısaca bilgi verilecektir.

Öncelikle mimari projeler ve mimari eserler üzerinde fikri bir hakkın mevcut olup olmadığı ve bu hakkın kapsamının açıklanması gerekmektedir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu md 1’e göre eser, “Sahibinin hususiyetini taşıyan ve aşağıdaki hükümler uyarınca ilim ve edebiyat, musikî, güzel sanatlar veya sinema eserleri sayılan her nevî fikir ve sanat mahsulüdür.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere telif hakkından söz edebilmek için eser, eser sahibinin hususiyetini taşımalı ve kanunda tahdidi olarak sayılan eser türlerinin birine girmelidir.

FSEK md. 2/1, b.3 bendinde, estetik niteliği bulunmayan bir nevi teknik ve ilmi mahiyette haritalar, planlar, projeler, krokiler gibi her çeşit mimarlık ve şehircilik tasarım ve projelerinin sahibinin hususiyetini taşıyor ise eser sayılabileceği düzenlenmiştir.  Bu maddeden de görüleceği üzere mimari projelerin korunması için herhangi bir estetik niteliği bulunması şartı aranmamaktadır. Bu madde kapsamında korunan eser proje olup, projeye uygun inşa edilen bina değildir.  Ancak, binalar  estetik nitelik taşıyorlar ise mimari eserler olarak korunabilirler.  Bu yapılar, bilim ve edebiyat eseri olarak değil, FSEK md. 4’te düzenlenen güzel sanat eseri olarak korunmaktadır.

Peki bu mimari projeler ve mimari eserler üzerinde değişiklik yapılabilir mi?

Bakanlık 660 sayılı ilke kararı gereği restorasyon işlemi öncesi yapılmış bir rölöve işlemi olduğu belirtilmiş ve bu nedenle telif hakkı bulunmadığı söylenmiştir.[2]

Restorasyon işlemi rölöve projesi, restitüsyon projesi, restorasyon projesi ve uygulama olmak üzere dört aşamadan oluşan bir mimari eserin zarar görmüş bozulmuş kısımlarını, o eserin değerine zarar vermeden onarımıdır.  

Bir yapının eskimesi, yıpranması ve zarar görmesi nedeniyle bakım ve onarıma ihtiyaç doğar. Bu onarımın mimari projelerde herhangi bir değişikliğe neden olmaması yalnızca onarım amacını taşıması önemlidir.

Mimari yapıda gerçekleşen onarımın aslına bağlı kalınarak yapılması önemlidir. Ayrıca, mimari bir yapının onarımı aslına uygun olsa bile kullanılan malzeme veya onarımın işçiliği etkilemesi halinde yapının bütünlüğü bozuluyor ise bu tür değişiklikler mimarın şeref ve itibarını zedeleyecektir. Bu gibi durumlarda eser sahibi, FSEK md 16’ya dayanarak söz konusu değişikliği yasaklayabilmektedir.[3]

Bazı yargı kararlarında, mimari projelerde ve eserlerde yapılan değişiklikler ile meydana gelen telif hakkı ihlalleri incelenirken eserin mimari proje mi yoksa mimari eser kapsamında mı olacağı ayrımına gidilmiştir.

Örneğin Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2010 yılında verilen bir kararında “FSEK kapsamında mimari projelerin eser olarak kabul edildiği, proje mükelleflerinin eser sahipliğinin yapıda değil, bu yapı ile ilgili projede olduğu, projede değişiklik yapılmadığı, davacının binada yapılan değişikliğe müdahale etme hakkının olmadığı” belirtilmiştir. (Yargıtay 11. H.D 21.0.2010 E. 2009/1346, K. 2010/7136)[4]

Aynı zamanda yargı kararlarında bir önemli husus ise mimari proje ve eserde yapılacak değişikliğin zaruri olup olmamasıdır. Mahkeme tarafından eserdeki değişikliğin zaruri bir değişiklik olduğu takdirde hak ihlalinden söz edilemeyecektir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 25.10.2005 tarihli 2005/3748E 2005/10277K sayılı kararında değişikliklere ilişkin bazı kriterler belirlenerek eserde yapılan değişikliğin zaruri olup olmadığı incelenmiştir. Bu kriterler şunlardır:

  1. Yapının sağlamlığı ve kullanım alanını büyütmek için zorunlu tadilat ve değişikliğin yapılabileceği,
  2.  Değişen konfor ve hizmet ihtiyaçlarının dikkate alınması gerektiği,
  3. Yapılan değişikliğin eserin bütünlüğünün bozmaması gerektiği,
  4. Eser sahibinin şeref ve itibarına zarar vermemesi. [5]

Telif hakkı bakımından ihlal oluşturup oluşturmadığı incelenirken, yukarıdaki kriterler eserdeki değişikliğin zaruri olup olmadığı incelemesinde yol gösterici olabilecektir.

Buna paralel olarak, AŞTİ-Ankara Otobüs Terminali’nin mimari projesinde davalıların yapmış olduğu teknik değişikliklerin eserin estetik görünümünü değiştirmeyeceği ve kullanım amacı bakımından zorunlu değişiklikler olduğu, eser sahibinden izin alınmasına gerek olmadığı gerekçeleriyle davanın reddi kararı onanmıştır.[6]

Bir başka konu ise; olası davada mirasçının telif hakkının ihlali nedeniyle dava açma hakkının bulunup bulunmadığıdır. Telif hakkı, kural olarak eseri kim meydana getirmişse o eser sahibinindir. Eser sahibi Bonaltz 1956 yılında vefat ettiğinden mirasçıların bu eser ile ilgili olarak haklarının incelenmesi gerekmektedir. Bir eser hakkı üzerinde mali ve manevi haklar bulunmaktadır.  Eser sahipliğinden doğan mali hak; eser sahibinin eseriyle olan mal varlıksal ve ekonomik haklarını ifade eder. Mali haklar yasada sınırlı bir şekilde sayılmıştır. Bunlar; işleme, çoğaltma, yayma, temsil, işaret-ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim (m. 21-25); güzel sanat eserlerinde satış bedelinden pay talep etme (m. 45) haklarıdır.

Manevi haklar ise yine kanunda sınırlı olarak sayılmış olup bunlar; “eserin umuma sunulması” (m. 14); “eser sahibinin adının belirtilmesi” (m. 15), “eserde değişiklik yapılmasını yasaklama” (m. 16); “eser sahibinin esere ulaşma” (eserin cisimlendiği madde üzerinde zilyet ve malik olanlardan eserini incelemeye ve sergilerde teşhir etmeye müsaade etmesini isteme) (m. 17) haklarıdır.

Mali haklar miras yoluyla mirasçılara geçebilmektedir. Ancak manevi haklar niteliği gereği mirasçılara devredilemez haklardır. Bu nedenle kanunda ayrı bir düzenlemeyle manevi hakların devrinin gerçekleşmediği ancak mirasçıları tarafından kullanılabileceği düzenlenmiştir.

Somut olayda da olduğu gibi manevi hakların ihlali halinde mirasçıları tarafından manevi hakların tecavüzünün ref’i ve men’i davası açılabilecektir.

Olası davaya konu olan Saraçoğlu Mahallesi neden önemlidir?

Saraçoğlu Mahallesi memurların oturması amacıyla Türkiye’de düzenlenen ilk toplu konut projesidir. 1944 yılında Başbakan Saraçoğlu tarafından temeli atılan mahalle, içinde kütüphane, çocuk parkı gibi ortak yaşam alanlarını da barındıran örnek bir projedir.

Mahalle kültürünü yaşatmak amacıyla kurulan mahalle, çevresinde herhangi bir çit vb. bulunmayan çevresiyle iç içe planlanan bir proje olup, üst düzey devlet memurlarına ev sahipliği yapmıştır. 1979 yılında binalar ve çevresindeki ağaçlar ile birlikte 1. derece kentsel sit alanı ilan edilmiştir.

Saraçoğlu Mahallesi’ndeki tartışmaların temeli 2013 yılına dayanmaktadır. 2013 yılında kentsel risk alanı ilan edilmiş, daha sonrasında Danıştay 14. Dairesi tarafından verilen kararda; “Davalı idarelerin savunmalarında belirttiği rapordaki incelemenin sadece 15,17,19 numaralı binalara ilişkin olduğu, yapıların tamamına yönelik bir inceleme bulunmadığı, en son hazırlanan raporda da yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair tespitin bulunmadığı” gerekçesiyle karar iptal edilmiştir.[7] 18 Kasım 2013’te Bakanlık Kurulu tarafından yeniden riskli alan ilan edilmiştir.  3 Nisan 2014 tarihinde Danıştay 14. Dairesi riskli alan kararına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı vermiş, ancak 2014 yılında konutlarda tahliyeler başlamış ve bütün konutlardaki sakinler tahliye edilmiştir.

Saraçoğlu Mahallesine ilişkin davalar ve kararlar bununla kalmamış günümüze kadar devam etmiştir. Ankara Mimarlar Odası 2020 Güncel Dava Raporunda devam eden bazı davalar aşağıdaki şekilde gösterilmiştir:

  • 5 Ağustos 2014 tarih ve 29079 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Ankara İli, Çankaya İlçesi, Namık Kemal ve Yenişehir Mahallelerinde bulunan bazı taşınmazların tahsislerin kaldırılmasına ilişkin 2014/6645 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali hakkında dava şu an temyiz aşamasındadır.
  • 2014 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Fikir Projesi Yarışması başlatılmış bu proje de iptal davasına konu oluşmuştur. Bu dava da aynı şekilde temyiz aşamasındadır.
  • 7 Ağustos 2017 tarih ve 30157 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Ankara İli, Çankaya İlçesi, Namık Kemal ve Yenişehir Mahallelerinde bulunan bazı taşınmazların Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. ile gayrimenkul satış vaadi ve arsa payı karşılığında hasılat paylaşımı esasına göre inşaat sözleşmesi yapılmak suretiyle değerlendirilmesi hakkında 2017/10562 sayılı Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali talepli dava açılmıştır. Yürütmeyi durdurma kararı verilmiş ancak bu karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından kaldırılmıştır.

Bunun gibi ihale kararının ve imar planının iptali gibi pek çok dava halen devam etmektedir.

En güncel olarak, Saraçoğlu Mahallesi yeniden dönüşüm projesi başlatılmış ve Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı tarafından yapılan ihalede bir şirket ile anlaşılmıştır.

Yıllardır ayakta kalmak için mücadele veren Saraçoğlu Mahallesi’ne telif hakkı kapsamında korunma sağlanıp sağlanmayacağının mahkeme tarafından; mahallenin eser kapsamına girip girmemesi, mahallenin mimarın hususiyetini taşıyıp taşımaması, eserin mimari proje mi mimarı eser olarak mı değerlendirilmesi gerektiği, yapılan değişikliklerin aslına bağlı kalınarak mı yapılacağı, bu değişikliklerin zaruri olup olmadığı, mirasçının dava açma ehliyeti bulunup bulunmadığı gibi pek çok konu bakımından incelenmesi gerektiğinden dava sürecini merakla beklemekteyiz.

Aysu TAŞ

Aralık 2020

aaaysutas@gmail.com


[1] http://www.mimarlarodasiankara.org/?Did=11225

[2] “Rölöve, bir yapının, kent dokusunun veya arkeolojik kalıntının yakından incelenmesi, belgelenmesi, mimarlık tarihi açısından değerlendirilmesi ve restorasyon projeleri hazırlanabilmesi için binanın iç ve dış mimarisine, özgün dekorasyonuna ve taşıyıcı sistemi ile yapı malzemelerine ait mevcut durumunun ölçekli çizimlerle anlatımıdır.”(Kaynak : https://www.sanalsantiye.com/rolove-projesi-nasil-hazirlanir-rolove-nedir/#:~:text=R%C3%B6l%C3%B6ve%2C%20bir%20yap%C4%B1n%C4%B1n%2C%20kent%20dokusunun,malzemelerine%20ait%20mevcut%20durumunun%20%C3%B6l%C3%A7ekli)

[3] DOĞRUL Gürhan Sefa, MİMARIN TELİF HAKKI, ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÖZEL HUKUK ANABİLİM DALI , Ankara–2013 ss. 228

[4] SULUK Cahit, Mimari Eserlerde Eser Sahibi ile Yapı Malikinin Menfaatlerinin Dengelenmesi, Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi, Sayı 12, 2011,ss. 60

[5] SULUK Cahit, ss. 61

[6] ÖZTUNALI Duygu, ESER SAHİBİNİN MANEVİ HAKLARI, T.C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı,İstanbul, 2010, ss. 109

[7] Danıştay 14. Dairesi 2013/1493E 2013/5670 K sayılı kararı (KAYNAK: https://www.danistay.gov.tr/upload/guncelkarar/12_06_2014_081842.pdf)

Müzik Eserlerinde Miks ve Mastering Yapanın Eser Üzerindeki Hakları

Radyoda dinlediğimiz bir şarkı yahut streaming platformlarında listemizde yer alan ve tekrar tekrar dinlediğimiz şarkılar kulağımıza varıncaya kadar birtakım yollar kat etmektedir. Bu yolun en keskin dönüşleri olan güfte ve bestenin oluşmasının sanatçı bakış açısı gerektirdiği konusunda tüm dünya hem fikir ki, Bern’den beridir bu hususta kural bestenin ve güftenin eser üzerindeki hakları oluşturduğu kanısında mutabık kalınmıştır. Akabinde yorumcu ve diğer icracıların icralar üzerindeki hakları da bağlantılı hak olarak mevzuattaki yerini almıştır. 1995 yılında yorumcular ve icracı sanatçıların haklarının yanı sıra bir diğer bağlantılı hak sahibi olan fonogram yapımcıları için de mevzuata bağlantılı hak eklemesi yapılmıştır.

Peki, müziğin kulağımıza ulaşıncaya kadar aldığı uzun yolda hangi aşamalar esere katkı anlamına gelmektedir? Miks işlemi nedir ve esere katkısı ne ölçüdedir? Mastering işlemi ne anlama gelmektedir ve eserle arasındaki ilişkisi nedir? Ve ayrıca miks ve mastering işlemleri telif temelli bir hakka konu olabilirler mi? Yazımızda bu soruların cevabını arayacağız. Cevaplandıramadığımız yerler için de yeni sorular sorabilmek ümidi ile öncelikle müzik eserinin tanımı ile yazımıza başlayacak, müzik eserinin üzerindeki haklar ve kimlerin hak sahibi olabileceğini aktaracak, miks ve mastering işlemlerini tanımlayıp eser ile arasındaki ilişkiyi inceleyerek yazımızı bitireceğiz.

Müzik Eserinin Tanımı

Müzik eseri 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (bundan sonra FSEK olarak anılacaktır) Madde 3’te “her türlü sözlü yahut sözsüz bestelerdir” şeklinde tanımlanmıştır. Her ne kadar FSEK eser tanımını musiki eseri başlığı altında yapmışsa da musiki ve müzik aynı anlama gelen kelimeler olduğundan yazımızda güncel kullanıma daha yakın olan müzik ifadesini kullanacağız. Kanunun tanımından yola çıkacak olursak, müzik eseri için olmazsa olmaz unsurun bir beste olduğunu fark etmekteyiz. Peki nedir bu beste? Türk Dil Kurumu’na göre “bir müzik eserini oluşturan ezgilerin bütünü”dür. Bestenin içinde geçen ezgi kelimesini açıklamadan geçersek müzik eseri ile beste kelimesi bir birine atıf yapmış olacak bir çeşit şıracının şahidi bozacı sendromu ile karşı karşıya kalacağız. Yazının devamı için de müzik eseri tanımının oturması için ezgi kelimesinin anlamının arayışına girmek zorundayız. Ezgi kelimesinin Türkçe Sözlükteki 2. Anlamı esasında FSEK’de korunan müzik eserinin kapsamını belirleyecek bir ifadedir. TDK’ya göre ezginin ikinci anlamı “müzik parçasında baştan sona kadar belli yerlerde tekrarlanan ses dizisi”dir. Bu tanımlar çerçevesinde söyleyebiliriz ki bir müzik eserinin melodik olması, nota ile ifade edilmesi gerekmemektedir. Elektronik olarak oluşmuş, şehirde duyduğumuz gelişi güzel sesler ve doğada tespit edilebilmiş yahut oluşturularak icra edilmiş sesler de müzik eseri tanımının içine dahil olabilmektedir.

Müzik Eseri Üzerinde Hak Sahibi Olabilecek Kişiler

Hak sahipliği hususunda FSEK genel bir tanım yaparak gerek 1/B maddesinde gerekse 8. maddesinde bir eseri oluşturanın eser sahibi olduğunu düzenlemektedir. Müzik eserleri üzerinde eser sahibi olarak ilk sıraya müzik eserini besteleyen kişinin adını yazmak icap eder. Çünkü müzik eseri kanuni tanıma göre de sözlük tanımına göre de ezgi ile dolayısı ile de besteyle sıkı sıkıya bir ilişki içerisindedir. Bu güçlü ve üçlü ilişki bestekara müzik eseri üzerindeki hakkı teslim etmek için yeterlidir. Birden fazla bestekarın bulunması halinde ise her bestekar beste üzerinde esere katkı payı oranında hak sahibi olacaktır.

Diğer yandan kanuni tanımdan yola çıkarak sözlü bir müzik eserinin de sözleri ile birlikte eser olacağını ifade etmemiz ve dolayısıyla güftekarı da onore etmemiz gerekir. Yani bir müzik eseri eğer güfte içeriyorsa güftekar da bestekar gibi eser sahibi olarak kabul edilecek ve eser üzerindeki hakları bestekar ile güftekar birlikte kullanacaklardır. Diğer yandan edebi niteliği olması halinde güftenin ayrıca ilim ve edebiyat eseri olarak hakka konu olması da mümkündür. 

Nihayetinde bir müzik eseri üzerinde hak sahibi olan kişi eseri meydana getiren ve eserin oluşmasını sağlayan bestekar ve sözlü müzik eserlerinde güfte sahibidir.

Bağlantılı Hak Sahipleri ve Özellikle Fonogram Yapımcıları Hakları ve Hak Tesisinin Sebebi

Eser üzerindeki hakların yanı sıra bir müzik eserinde müzik eserinin oluşmasını, temsilini, kaydını sağlayan birtakım ortaklar vardır ki bunları anlatmadan eser sahipliği ve eser üzerindeki haklar bahsini kapatmak yanlış olacaktır. Gerek FSEK md. 1/B maddesinin K bendinde, gerek FSEK 80. maddesinin I fıkrasında yer aldığı üzere, bir eserin temsili yahut icrası sırasında eseri icra eden, çalan, söyleyen ve bu icraları yahut eseri tespit eden kişilerin de eser üzerinde olmasa da kendi faaliyetleri ile sınırlı olmak üzere komşu hakları mevcuttur.

Yasa koyucu bize demektedir ki; bir eseri sana kim ulaştırıyor ise ben onun emeğini de tıpkı eseri yapan gibi korumaktayım, sakın ola ki kalkıp da eseri sana ulaştıranın hakları yokmuş gibi davranıp ihlallerde bulunmayasın, aksi taktirde fikri sınai haklar mahkemelerinde kendini beklenmedik şekilde taraf olarak bulabilirsin! Bu kapsamda eserin icrası konusunda bir hak ve hak sahipliğinden bahsedebilmek için bu icranın icracının hususiyetini taşıması gerekmektedir. Yani bir keman virtüözünün keman ile yerine getirdiği icra üzerinden virtüözün tarzını ve yöntemini bilen ilgili kişinin “bu eseri bu icra etmiştir” diyebilmesi gerekmektedir. Güncel durumda birçok eser, eser sahibinden ziyade, yorumcu icracının adı ile bilinip tanındığından yorumcu icracılar hususunda zaten uygulama kendiliğinden —hatta bazen eser sahibinin önüne geçecek şekilde— yorumcunun bir hakkı olduğunu kabul etmiş ve eğri büğrü de olsa yorumcunun hak sahibi olduğu ve hakları yerleşmiştir.

İcracı ve yorumculardan sonra karşımıza sesin tespitini yapanın hakları çıkmaktadır. Bu hakkı anlatmadan önce belki de biraz sesin kulağa ulaşmasının tarihsel gelişiminden bahsetmek icap edebilir. Bugün hemen her kişi elindeki akıllı telefonlar ile ses kayıtları yapabilmekte ve anında bu kayıtları paylaşabilmektedir. Ancak bu zamana kolay gelinmedi elbette! Önce gramofon vasıtası ile disk şeklinde bal mumuna ortamdaki titreşimler kaydedilmiş, sonra bu kayıtlar diski iğneler ile okuyarak gramofona aktarılmış. Sonra gel zaman git zaman bu bal mumundan diskler çok hacimli olduğu için taş plaklara, sonra da bugün bile kullanılan plaklara geçiş yapılmış. Plakların akabinde, daha fazla ses kaydedebilmek için, içinde bant yer alan kaset teknolojisi kullanılmış ve günün sonunda analog devir kaset teknolojisi ile sonlanmış ve kayıtlar dijital olarak tespit edilip çoğaltılmaya başlanmış. Bu tarihi silsile içerisinde sesin kendi doğası gereği kontrolü de zor olduğundan bu kaydı alan kişiler için kayıt hakkı olması bakımından tespitleri üzerinde hak sağlanması mümkün kılınmıştır. Zira sesi iyi bir şekilde kaydedebilmek eserin dinleyiciye en iyi şekilde ulaşmasını sağlamaktadır ki bu da çok ciddi maliyet doğuran bir yatırım gerektirmekteydi. Stüdyoların kurulması ve ayakta tutulması dahi tek başına masraflı olduğundan, bu hakkın tanınması kaçınılmaz bir fayda sağlamaktaydı. Bunun yanı sıra bir kaydın alındığı mekan, kaydın alındığı teçhizat, kaydın alındığı andaki hava sirkülasyonu ve hatta kaydın alındığı binanın elektrik akımı dahi kayıt üzerinde kaydın alındığı yeri bilen dikkatli dinleyen için bir şey ifade edebilmektedir. Bunun hususiyetin sağlanmasının en zor olduğu davul kayıtları için bile geçerli olduğu düşünüldüğünde, kaydı alan kişinin kaydı üzerinde bir komşu hak sahibi olması yerinde bir tercih olmuştur.

Ancak bugün bunlara hala ihtiyaç var mıdır? Zira günümüzde birçok sanatçı kendi evinde kurmuş olduğu ev stüdyolarını kullanmakta ve gelişen teknolojiler ile bu kayıtlar Jehan Barbur’un Gidersen ve Selvi Boylum Al Yazmalım şarkılarında olduğu gibi evde kaydedildiği dahi anlaşılamadan sanatçının en popüler şarkısı olabilmektedir. Ses kayıtları üzerinde yer alan hakları ayrıca irdelemek gerekmesinin yanı sıra kısaca şunu söylemek gerekir ki tespit üzerindeki haklar tespiti yapanın kişiliğinden ve pozisyonundan bağımsız olarak tespiti yapanın hakkıdır. Dolayısı ile piyasada günümüzde yerleşmiş olduğu şekilde tespiti bir stüdyoda yaptırıp ancak daha sonra, onun etiketi veya tanınmışlığı bulunduğu için ve tespiti yapanın hakları devrolmadan, başka bir yapımcının adı ile müzik eserini piyasaya sürmek mümkün olmamalıdır.

Eser sahipliği bahsini toparlayacak olursak; bir müzik eseri üzerinde tamamında hususiyet bulunmak kaydı ile besteyi oluşturanların, güfte sahibinin, esere bağlı doğrudan eseri icra eden yorumcunun, eseri çalan icracıların ve eserin tespitini yapanın hakları/komşu hakları bulunmaktadır.

Miks İşleminin Tanımlanması

Miks üzerinde eser sahipliği hakkı yahut eser sahipliğine komşu bir hakkın olup olmadığını irdelemeden önce miks denen nanenin ne olduğunu tanımlamakta fayda vardır. En kısa ve net şekilde tanımlayacak olursak miks “Bir müziğin seviye dengesi ve frekans uyumunun teknik ve artistik anlamda ihtiyaca göre yönlendirme” olarak tanımlanabilir. Yani miks işlemi bir müzik eserinin hangi aralıkta duyulacağından enstrümanların şiddetine, enstrümanların efektlerinden müzik kompozisyonunun bütünlüğüne kadar etki eden bir süreçtir.  Eserin içinde yer alan enstrümanların ve solistin birbirlerine ve dinleyiciye olan açı ve uzaklık durumu da miks yapan tarafından ayarlanmaktadır.

Miks İşleminin Esere Katkısının Değerlendirilmesi

Bir eser üzerinde yapılan miks işlemi tamamen tercihe bağlı ve sübjektiftir. Miks yaparken ses mühendisleri esere hem kendi mühendislik bilgilerini hem de sanatsal bakış açılarını katmakta ve eserin dinleyiciye ulaşacak son halini oluşturmaktadır. Bu sebeptendir ki bazı şarkıların çeşitli albümlerde aynı enstrümanlar ile çalınmış ve belki de aynı kişiler tarafından icra edilmiş versiyonları olmasına rağmen salt miks yapan kişinin tercihinden dolayı farklı miks olduğu sıradan dinleyici tarafından dahi fark edilebilmektedir. Bu münasebetle miks işleminin günün sonunda ortaya çıkan eserin kendisine olmasa dahi topluma ulaştırılan hali üzerinde bir payı bulunmaktadır.

Miks İşleminin Özgünlük Değerlendirmesi

Bahsettiğimiz üzere miks işlemi daha çok eserin nasıl duyulduğu ile alakalı bir düzenlemedir. Miksin tek başına eser kabul edilip edilmemesi değerlendirmesinde miksin hususiyet şartını taşıması gerektiğinden bu irdelemeyi yapmak kaçınılmazdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, her insan her sesi aynı şekilde algılamamaktadır. Zira kulak, göz gibi kapanan bir organ olmadığından, kendince bir hassasiyet geliştirmiş ve önceliğini kendisini alakadar edecek sesleri duymaya adamıştır. Dolayısı ile her insanın duyduğu ses, sese yüklediği anlam ve sesi algılama biçimi doğal olarak farklılık göstermektedir. Miks işlemi alınan kayıtların düzenlenmesini de içerdiğinden tercih aralığı sınırsızdır, kişiden kişiye değişebilmektedir ve miks üzerinden miksi yapan kişinin “kulak izine” ulaşılabilmektedir. Ayrıca miks objektif olarak bitebilen bir işlem olmayıp miksi yapan kişinin sonlandırma kararı vermesi ile tamamlanmaktadır. Dolayısıyla miks işleminin tamamlanması dahi sübjektif bir karardır. Bu sebeple özgün olmak zorundadır ve özgünlüğü miksi yapana bir hak tanıyabilecektir.

Miks İşleminin Eser Hakkı Olup Olamayacağı Değerlendirmesi

İfade ettiğimiz üzere, miks eserin kendisine ilişkin bir hak değildir. Ancak eserin icralarının yeniden düzenlenerek kayıtların dinlenir hale getirilmesidir. Bunun yanı sıra miks yapan kişi için kanunda tanınmış bir bağlantılı hak bulunmamaktadır. Dolayısı ile miks yapanın miks yaptığı müzik üzerinde doğrudan müzik eserine bağlı bir hakkı yahut komşu hakkı yoktur. Ancak FSEK md. 6 FII 3. ve 4. bentlerde bir müzik eserinin radyo veya televizyonda yayına hazır hale getirilmesi ve musiki eserleri üzerindeki aranjman ve tertiplerin işleme olacağı konusunda açık hüküm bulunmaktadır. Dolayısı ile miks işlemi miks yapan kişiye bir işleme eser nedeniyle kendi miksi üzerinde hak sahipliği sağlamaktadır. Zira kanunun tanımlamasına göre miks yapan kişi bir eseri işlemektedir.

Mastering İşleminin Tanımlanması

Mastering denen kavram esasında tamamlanmış bir müziğin yayına hazır hale getirilmesidir. Masteringde yapılan işlem özet olarak bestelenmiş, güfte var ise güftesi tamamlanmış, icra edilmiş, icrası tespit edilmiş ve üzerinde miks çalışması tamamlanmış olan bir müzik eserinin dinleyiciye ulaşması için en verimli versiyonun oluşturulmasıdır. Bu kapsamda mastering işi ile uğraşan ses mühendisleri temelde 3 işlem yaparlar ki bunlardan biri müziğin bütün kullanıcılar tarafından aynı şekilde duyulmasını sağlamaktır. Burada amaç evinde sinema sistemi olan bir dinleyicinin de hoparlörü bulunmak kaydı ile müziği hesap makinesinden (!) dinleyen kişinin müzikten aynı zevki almasını sağlamaya çalışmaktır. Bu bağlamda mastering yapanın  en temel işi sanatın eşit erişimini sağlamaktır diyebiliriz. 

Bununla birlikte mastering işi ile uğraşan ses mühendisleri bir müzik eserinin yer alacağı ortama göre ilgili ortama yazılacak versiyonunu ve eserin çoğaltılmaya hazır numunesini oluşturmaktadırlar. Bu ortamlar geçmişte CD, kaset ve plak ile oluşmuş ise de bu gün eserin streaming platformlarında yayına hazır hale getirilmesi de mastering işleminin içindedir. Ayrıca mastering işi ile iştigal eden mühendisler eserin radyo ve televizyonda yayına hazır halini de oluşturmaktadırlar ki işin bu yönü mastering ve telif hakkı ilişkisinde önemli bir unsur olmaktadır. Zira FSEK md. 6 F. II B: 3. Eseri radyo ve televizyonda yayına hazır hale getirmenin bir işleme olduğunu düzenlemiş durumdadır. Bu sebeple aşağıda ayrıntılı değerlendireceğimiz üzere mastering telif ilişkisi bu kısımda canlıdır.

Mastering işi ile iştigal eden ses mühendislerinin yaptıkları bir diğer iş de müzik eserinin içinde bulunduğu albümdeki diğer eserler ile aynı ses aralığında duyulmasını sağlamaktır. Dolayısı ile her parçasının ayrı masteringi yapılmış olan bir albümde nihai olarak dinleyiciye albüm bütünlüğü sağlamak ve tarz gerekliliklerinden dolayı ses iniş çıkışları yerine sesin aynı olduğu hissini uyandırmak için albümün şarkılarının ses seviyelerinin eşit olması teknik ve sanatsal bütünlük sağlayacaktır. Ayrıca bu husus radyo ve televizyon yayınları için de önemli bir noktayı işgal etmektedir. Zira 80’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan volüm savaşları müzik endüstrisinin gelişmesi ve streaming platformlarının belirli ses seviyesinde şarkı yüklenmesine ve dinlenmesine müsaade etmesi ile farklı bir tartışmaya evrilmiştir. Zira ses seviyesi sanatsal bir tercih olabileceği gibi tarzın gereklilikleri yahut mastering yapan mühendisin tercih aralığını belirlemektedir. Ayrıca yüksek sesli müziklerin insanların dikkatini daha çok çektiği yönündeki çalışmalar müzik eseri sahiplerinde daha yüksek perdeden duyulan eser ihtiyacını da oluşturmuştur. Ancak bugün streaming platformlarının neredeyse tamamı kendi belirledikleri kriterlerdeki ses yüksekliğine sahip eserleri kabul etmektedirler. Dolayısı ile bu aşamada mastering yapan kişinin bir seçim özgürlüğü olup olmadığı tartışmalıdır.

Mastering İşleminin Esere Katkısı

Toparlayacak olursak, mastering işlemi esere miks işleminde olduğu gibi doğrudan bir müdahale içermemektedir. Ancak eserin bütün dinleme araçlarında en iyi şekilde duyulmasını sağlamak eserin dinleyici ile arasındaki ilişkiyi kuracak ve eserin her kişi tarafından aynı şekilde algılanabilmesini sağlayacaktır. Bunun yanı sıra eserin yer alacağı ortama göre düzenlenmesi ve ses seviyesinin ayarlanması da eserin sunumu ile ilgili mühim bir meseledir. Dolayısı ile mastering esere bir katkıda bulunmamakta sadece eserin sunumunu sağlamaktadır diyebiliriz.

Mastering İşleminin Özgünlüğü

Mastering işlemi esasında estetikten ziyade teknik bir konudur. Dolayısı ile sanatsal bakış açısından ziyade eseri eşitlemek ön plandadır. Bu işlem de master kayıt üzerinden mastering yapan ses mühendisine ulaşma aralığı vermemektedir. Ki zaten plak ortamı için ses yüksekliği bakımından mastering yapan mühendis fizik ile streaming platformları için mastering yapan mühendis ise platformların öngördüğü yükseklik seviyeleri ile sınırlanmış durumdadır. Ayrıca sesin bütün ses sistemlerinde doğru bir şekilde duyulabilmesi de şahsi tercihlere göre değil teknik meselelere göre düzenleme ve tamamlama gerektirmektedir. Dolayısı ile mastering üzerinde bir hususiyetten bahsetmemiz mümkün olmayacaktır. Zira hususiyet içeren mastering kavramı işin doğasına aykırıdır ve masteringde önemli olan eserin herkese eşit ulaşımıdır.

Mastering Eser İlişkisi

Mastering hususiyet taşıması beklenmeyen bir işlem olduğu için işleme kabul edilmesi kanaatimizce zordur. Zira mastering ürünün oluşturulmasından ziyade ürünün sunulmasına ilişkin bir işlemdir, mastering yapandan beklentiler teknik beklentiler olup sanatsal işlemler miks aşamasında tamamlanmaktadır. Dolayısı ile masteringin tek başına eser üzerinde işleme hakkı oluşturduğunu söylemek çok da doğru olmayacaktır. Ancak yukarıda bahsettiğimiz üzere kanunda yer alan eserin radyo ve televizyonda yayına hazır hale getirilmesi işlemi mastering işlemi üzerinde bir işleme hakkı oluşmasını sağlayacaktır. Ancak bu işlem radyo ve televizyonda yayınlamaktan bağımsız olarak düşünülemeyecek ve işlemenin alenileşmesi için radyoda yahut televizyonda yayınlanmış olması gerekecektir.

Sonuç

Sonuç olarak bir eser; beste ve varsa güfte sonrasında müzisyenler tarafından icra edilip kaydedilir. Kayıt sonrasında sanatsal ve teknik düzenlemeler içeren miks aşamasından geçer ve en son dinlemeye hazır bir şekilde kulağımıza ulaşmak üzere mastering aşamasından geçer. Bu aşamalardan miks aşaması gerek tercih sınırsızlığı gerek hususiyet unsurunun daha yoğun olması sebebi ile FSEK m. 6 F. II. B. 3 ve 4 hükümlerinde yer alması münasebeti ile işleme hakkını miksi yapana sağlamaktadır.

Mastering ise daha çok teknik bir düzenleme olması ve sınırlarının teknik ile belirlenmesi sebebi ile FSEK . md. 6 f. II. B. 3’te yer alan hüküm doğrultusunda ancak eserin radyo ve televizyonda yayına hazır versiyonları üzerinde işlemeden kaynaklanan bir hakka konu olabilecektir. Ki burada da yukarıda ifade ettiğimiz üzere, bunun için işlemenin alenileşmesi yani radyoda yahut televizyonda yayınlanmış olması gerekecektir.

İşbu yazıyı oluştururken gerek miks ve gerek mastering kavramlarını anlamam için olsun gerekse ses kayıt teknolojileri ve ses kayıt sistemleri hakkında sorularımı sabırla cevaplayan değerli komşum ses mühendisi Özkan Barış Özdemir’e, benzer konular ile ilgili sorularımı cevaplamaktan imtina etmeyen Güneş Bozkır’a, isminin işbu yazıda yer almasına müsaade eden Jehan İstiklal Barbur’a ve bu yazımın ilk okumasını yapan görüşlerini benimle paylaşan değerli insan Ayşe Şebnem Tufan’a teşekkürlerimle…

M. Samet FİDAN

Kasım 2020

msametfidan@gmail.com

ESER NİTELİĞİ TAŞIYAN VE TAŞIMAYAN VERİ TABANLARI

5846 SAYILI FSEK KAPSAMINDA DEĞERLENDİRME

Yakın zamanda Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemelerinde görülen bir davada, at yarışları ve antrenmanlarında tutulan galop ve sprintlerin 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) kapsamında “eser” niteliğinde korunup korunmayacağına ilişkin bir karar verilmiştir. Dava henüz kesinleşmemiş olsa da veri tabanlarının ne zaman FSEK kapsamında koruma altına alınacağını ele alacağımız bu yazıda ilgili Mahkeme kararının da yol gösterici önemli bir karar olduğunu düşünmekteyiz.

Veri tabanları kişinin ihtiyaç duyduğu bilgiye kolayca ulaşabilmesinin sağlanması amacıyla kullanılmak üzere geliştirilen vasıtalardır. Bir veri tabanı içeriğindekilerin eser niteliğinde olup olmadığına bakılmaksızın, meydana getirilişi ve insanların istifadesine sunuluşunda yaratıcılık niteliği varsa, bunları da diğer fikir ve sanat eserleri gibi korumak gerekir. Buradaki “yaratıcılık” kavramı FSEK’teki “eser sahibinin hususiyeti” şeklinde ifade olunan eser olmanın sübjektif unsurudur. Diğer bir ifadeyle veri tabanı ancak meydana getirenin hususiyetini taşıyorsa, eser olarak nitelendirilebilir ve hukuk düzeninin eserler için öngördüğü fikri hak korumasından yararlanabilir. Veri tabanının, onu meydana getirenin fikri çalışmasının bir ürünü olmaması, yani sahibinin hususiyetini taşımaması halinde, eser korumasından yararlanması söz konusu değildir. (Veri Tabanlarının Hukuki Koruması, Dr. Mustafa Ateş)

96/9 sayılı “Veri Tabanlarının Hukuki Koruması” başlıklı AB Direktifine göre veri tabanı, “Sistematik veya metodik bir şekilde düzenlenen ve elektronik veya başka bir vasıta ile münferiden erişilebilen bağımsız eserlerin, verilerin veya diğer materyallerin bir derlemesidir.” (md. 1/2). Direktif dibacesi (recital)’inde daha geniş kapsamlı bir tarife yer verilmiştir. Dibacenin 17. paragrafında veri tabanı kavramının; edebiyat, sanat ve müzik eserleri ile diğer eserlerin koleksiyonlarını veya metinleri, sesleri, görüntüleri, sayıları, verileri ve diğer materyallerin sistematik veya metodik bir şekilde düzenlenmesi suretiyle oluşturulan ve çeşitli şekillerde erişilebilen derlemeleri ifade edeceği; bu derlemenin içeriğini oluşturan kayıt ve tespitler ile görsel-işitsel, sinematografik, edebi veya müzikal eserlerin bu Direktif kapsamında korunmayacağı belirtilmiştir. (Veri Tabanlarının Hukuki Koruması, Dr. Mustafa Ateş)

Daha açık olmak gerekirse, fikri hak, kişilerin fikri çabaları sonucu yarattıkları fikir ve sanat ürünleri üzerindeki haklardır. Dolayısıyla fikri hak sahipliğine neden olan unsur “yaratma”dır.

5846 sayılı FSEK “sahibinin hususiyetini taşıması” koşuluyla dört eser grubundan birine giren fikri ve sanatsal çabaları eser saymakta ve fikri hak korumasından yararlandırmaktadır. Buna göre bir fikri ve sanatsal çaba sahibinin hususiyetini taşımıyor ve yasada öngörülen eser gruplarından birini girmiyorsa eser sayılmayacaktır. Veri tabanları ise derleme niteliğinde fikri ürünlerdendir.

5846 sayılı FSEK madde 6’nın 11. bendi “Belli bir maksada göre ve hususi bir plan dahilinde verilerin ve materyallerin seçilip derlenmesi sonucu ortaya çıkan ve bir araç ile okunabilir veya diğer biçimdeki veri tabanları (Ancak, burada sağlanan koruma, veri tabanı içinde bulunan veri ve materyalin korunması için genişletilemez). İstifade edilen eserin sahibinin haklarına zarar getirmemek şartıyla oluşturulan ve işleyenin hususiyetini taşıyan işlenmeler, bu kanuna göre eser sayılır.” şeklindedir. İlgili madde kapsamında düzenlenmek istenen veri tabanları sadece özgün nitelikteki veri tabanlarıdır. Özgün nitelik taşımayan veri tabanları, sui generis korumaya tabi olmadığından 11. bent kapsamında değerlendirilemezler. Dolayısıyla 11. bent hükmünün sadece “vücuda getirenin hususiyetini taşıyan” yani “özgün nitelikteki” veri tabanlarını kapsayacak şekilde anlaşılması gerekmektedir.

Belirtmiş olduğumuz davada, davacı at yarışlarında koşan atların antrenmanları sırasında galop ve sprintleri tespit ederek tuttukları kayıtların, davalılara ait internet sitelerinde izinsiz ve ticari amaçla kullanıldığını, bu galop ve sprint tespitlerinin bir veri tabanı oluşturduğunu, ilgili veri tabanının izinsiz kullanımının 5846 sayılı FSEK anlamında ihlal teşkil ettiğini iddia ederek maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesini talep etmiştir.

Bu durumda öncelikle galop ve sprint terimlerinin ne anlama geldiğini açıklığa kavuşturmak gerekir.

Galop; at yarışlarından önce yapılan son idman provasıdır.

Sprint; at yarışlarında bir atın kısa zamanda yükselebileceği en yüksek hıza ulaşmasıdır.

Yarış atları hipodromlarda sabahın çok erken saatlerinde antrenmana başlamaktadır. Bu antrenmanlarda ileride gerçekleşecek yarışlara bir gösterge olması açısından atların dereceleri, yani yukarıda açıkladığımız galop ve sprintler; at sahibi, antrenör vs. tarafından tespit edilip kaydedilmektedir. Sonuç olarak elde edilen tespitler bültenler aracılığıyla paylaşılmakta, bahis sitelerine satılmaktadır.

Dava dosyası özelinde ise öncelikle “eser” ve “hususiyet” kavramlarına açıklık getirilmiştir.  “FSEK’in 1/B maddesinde eser, “Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır,” denilmiş ve devamında “Davacının web sayfasında yer verdiği, ekipleri aracılığıyla kaydını tutturduğu galop ve sprint kayıtlarının, atların antrenman ya da koşularını izleyen başka kişilerce de tespit edilebilecek sıradan bilgiler olduğu, kaydı tutanların hususiyetini taşımadığı, veri tabanına sağlanan korumanın kapsamında olmadığı ve 5846 sayılı Kanun kapsamında eser niteliğinde olmadığı anlaşılmıştır…” şeklinde hüküm kurularak davanın reddine karar verilmiştir.

Somut uyuşmazlığı yukarıdaki açıklamalarımız çerçevesinde incelediğimizde, davacıların tuttukları galop ve sprinte ilişkin verilerin tespitten ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu rakamların tutulduğu platformun eser niteliğinde bir veri tabanı olarak nitelendirilemeyeceği söylenebilir. Zira bu kayıtlar herhangi bir özgün nitelik taşımayan, sadece atların koştukları mesafe ile hızlarını gösteren ham ölçümlerden oluşan bir listeden ibarettir.  Bu nedenle burada bir fikri yaratımdan bahsetmek söz konusu olmadığı gibi zaman tutmak suretiyle yapılan bir tespit söz konusudur.  Bu bağlamda söz konusu veri tabanının sahibinin hususiyetini taşımaması nedeniyle 5846 sayılı FSEK madde 6’nın 11. bendi kapsamında özgün nitelikte bir veri tabanı olmadığını belirtmek yerinde olacaktır.

Peki özgün olmayan bir veri tabanı hukuki olarak nasıl korunacaktır?

3.3.2004 tarihinde kabul edilen ve 12.3.2004 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5101 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” ile 5846 sayılı FSEK’e eklenen Ek Madde 8 ile veri tabanlarına ilişkin yeni hükümler getirilmiştir.

Söz konusu hüküm ile “veri tabanının içeriğinin oluşturulmasına, doğrulanmasına veya sunumuna nitelik ve nicelik açısından esaslı bir nispet dahilinde yatırım yapan veri tabanı yapımcısı, ayrıca veri tabanının içeriğinin önemli bir kısmının veya tamamının;

a. Herhangi bir araç ile herhangi bir şekilde sürekli veya geçici olarak başka bir ortama aktarılması,

b. Herhangi bir yolla dağıtılması, satılması, kiralanması veya topluma iletilmesi” yasaklanmıştır.

Ancak bu yasağın bu Kanun’da öngörülen istisnaları dışında, kamu güvenliği, idari ve yargı işlemlerinin gerektirdiği istisnalarının olduğu kabul edilmiştir. Maddede veri tabanı yapımcısına sağlanan koruma süresinin aleniyet tarihinden itibaren on beş yıl olduğu kabul edilmiştir.

Söz konusu düzenleme 96/9 sayılı Direktifin 7. vd maddelerinde düzenlenen sui generis veri tabanı korumasına ilişkin hükümlerin hukukumuza aktarımı amacıyla getirilmiştir. Direktifin 7/1 maddesinde, “Üye ülkeler, içeriğinin elde edilmesinde, doğrulanmasında veya sunulmasında nitelik ve/veya nicelik itibariyle esaslı bir yatırımın yapılmış olduğunu gösteren veri tabanının yapımcısına, veri tabanının nitelik ve/veya nicelik bakımından değerlendirilebilen içeriğinin tamamı veya önemli bir kısmının başka bir ortama aktarılması ve/veya yeniden kullanılmasına engel olma hakkı tanıyacaklardır.” denilmektedir.

Bunlar dışında maddenin son fıkrasında, bu maddede tanınmış hakları ihlal edenler hakkında 72. maddenin 3. fıkrası hükmünün uygulanacağı kabul edilmiştir. Yani, veri tabanı yapımcısı olası bir ihlal halinde cezai yollara başvurabilecektir. Ne var ki kanun koyucu hukuki yollara ilişkin bir düzenlemeye yer vermemiştir. Özgün olmayan veri tabanı sahibi FSEK kapsamında eser sahibi sayılmadığından bu kanun çerçevesinde hukuki korumadan yararlanamayacaktır. Bu durumda veri tabanı sahibi hukuki taleplerini FSEK hükümleri yerine Borçlar Kanunun genel hükümlerine veya şartları gerçekleşmiş ise Ticaret Kanununun haksız rekabete ilişkin hükümlerine dayandırabilecektir.

Nihan ÖZKOÇAK

Kasım 2020

avnihanozkocak@gmail.com

Entegre Müzik Sistemleriyle Donatılmış Olan Motorlu Kara Taşıtlarının Kiralanması ve Eser Sahibinin Umuma İletim Hakkı – ABAD Örnek Karar İncelemesi

Avrupa Birliği Adalet Divanının (ABAD) 2 Nisan 2020 tarihinde ön karar talebi hakkında vermiş olduğu kararda[1], eser sahibinin mali haklarından biri olan umuma iletim hakkı ele alınmıştır. Okumakta olduğunuz yazı bu karara ilişkindir. Fleetmanager Sweden AB ve Nordisk Biluthyrning AB, İsveç’te motorlu taşıt kiralama sektöründe hizmet veren iki şirkettir. Söz konusu şirketlerin faaliyeti, radyo ile donatılan motorlu taşıtları doğrudan veya aracılar yoluyla kiralamaktadır. Kiralamaların süresi 29 günle sınırlı olduğu için bu kiralamalar, ulusal hukuka göre “kısa süreli kiralama” sayılmaktadır.

2018 yılında, STIM (Swedish Collective Management Organisation) ve SAMI (Swedish Artists’ and Musicians’ Interest Organisation) ile bu şirketler arasında yıllık lisans ücretinin ödenmemesi nedeniyle bir kısım ihtilaflar ortaya çıkmıştır. İlk uyuşmazlık, STIM ile Fleetmanager Sweden AB şirketi, ikinci uyuşmazlık ise SAMI ile Nordisk Biluthyrning AB şirketi arasındadır. STIM ve SAMI´ye göre; şirketlerin, radyolu motorlu taşıtları, aracı şirketlerin kullanımına sunması, üçüncü şahıslar tarafından gerçekleştirilen telif hakkı ihlaline katkı olarak kabul edilmelidir. Diğer bir ifadeyle, bu tür bir eylem, müzik eserlerinin izinsiz bir şekilde umuma iletilmesidir.

STIM  ve Fleetmanager Sweden AB arasındaki davada, ilk derece mahkemesi, radyo ile donatılan motorlu taşıtların bu şekilde kiralanmasının gerçekten de müzik eserlerinin “umuma iletimi”ne katkı sağladığına, ancak Fleetmanager’ın bu durumda herhangi bir sorumluluğun bulunmadığına karar vermiştir. Söz konusu kararın temyiz incelemesinden geçerek onanması üzerine STIM, İsveç Yüksek Mahkemesine başvurmuştur. İkinci dava ise Nordisk Biluthyrning AB tarafından SAMI´ye karşı açılmıştır. Nordisk Biluthyrning AB, İsveç Patent ve Ticaret Mahkemesi nezdinde dava açarak, kiraladığı araçların radyo alıcıları ve CD okuyucularla donatılmış olması nedeniyle SAMI’ye ücret ödenmesine gerek olmadığının karara bağlanmasını talep etmiştir. İlk davadan farklı olarak bu davada  Nordisk Biluthyrning AB’nin sorumlu olduğu sonucuna varılmış olsa da anılan karar temyiz incelemesinde bozulmuştur. Bunun üzerine SAMI, İsveç Yüksek Mahkemesine başvurmuştur[2]. Benzer iki davayı inceleyen İsveç Yüksek Mahkemesi, somut olaya uygulanacak kuralların yorumundan emin olamadığı için ABAD’a başvurmuştur. Bu kapsamda, 2001/29 sayılı Bilgi Toplumunda Telif Hakları ve Bağlantılı Hakların Bazı Yanlarının Uyumlaştırılmasına İlişkin Direktif  (m.3/1) ve 2006/115 sayılı Fikrî Mülkiyet Alanında Telif Hakları ile Bağlantılı Belirli Haklar, Kiralama Hakkı ve Ödünç Verme Hakkına İlişkin Direktif  (m.8/2) kapsamında yer alan ve “umuma iletim hakkı”nı düzenleyen ilgili hükümlerinin netleştirilmesi talebinde bulunmuştur.

Talep kapsamında yer alan sorular aşağıdaki şekildedir:

  1. Standart olarak radyo alıcıları ile donatılmış araçları kiralayanlar, 2001/29 sayılı Direktifi m.3/1 ve 2006/115 sayılı Direktif m.8/2 hükümleri kapsamında “eseri umuma ileten kişi” kapsamı içerisinde midir?
  2. Eğer öyleyse bu durumda, araç kiralama faaliyetinin hacmi ve kiralama süresinin önemi var mıdır?

İlgili Direktiflerin hükümlerine göre; telif hakkı korumasından yararlanan eserler bakımından, eser sahipleri ve icracı sanatçılar eserlerinin umuma iletimine izin vermek veya yasaklamak hususunda hak sahibidir. 2006/115 sayılı Direktif m.8/2 gereğince, eserlerin umuma iletilmesi halinde icracı sanatçı ile yapımcıya adil bir ücret ödenmelidir. Ayrıca WIPO Telif Hakları Sözleşmesi m.8 hükmüne göre; Bern Konvansiyonu ’nun 11 (1) (ii), 11 Mükerrer (1) (i) ve (ii), 11 ikinci mükerrer (1) (ii) ve 14 (1) (ii) ve 14 mükerrer (1) maddeleri, hükümleri ihlal edilmeksizin, edebiyat ve sanat eserleri sahipleri, eserlerinin telli ya da telsiz ortamda, toplum üyelerinin kendileri tarafından seçilen bir yer ve zamanda bu eserlerden kişisel olarak yararlanacak biçimde topluma iletilmesine izin verme hususunda münhasıran hak sahibidir. Söz konusu hükümle ilgili ortak bildirisine göre ise bir iletimin sağlanması veya yapılması için fiziksel imkanların oluşturulması, kendi başına WIPO Telif Hakları Sözleşmesi veya Bern Konvansiyonu anlamında “iletim” anlamına gelmemektedir.

ABAD, ilk sorunun, 2001/29 sayılı Direktif m.3/1 ve 2006/115  sayılı Direktif m.8/2 hükümlerinin, radyo alıcıları ile donatılmış motorlu araçların kiralanmasını kapsayacak şekilde yorumlanmasının gerekip gerekmediği olduğunu ifade etmiştir.

ABAD’a göre; umuma iletim kavramı, bu kavramların bulunduğu bağlamın ve fikrî mülkiyetle ilgili olan anlaşmaların ilgili hükümlerinin, bu hükümlerin amaçları da dikkate alınarak  uluslararası hukuk metinlerinde yer alan eşdeğer kavramlar ışığında ve onlarla tutarlı olacak şekilde yorumlanmalıdır.

Yerleşik içtihada göre, umuma iletim kavramı, eserin iletilmesi ve bu iletimin umuma olması unsurlarını kümülatif olarak içermektedir. Ayrıca radyo alıcıları ile donatılmış araçların kiralanmasının, 2001/29 ve 2006/115 sayılı Direktif hükümleri kapsamında bir “iletim” eylemi oluşturup oluşturmadığını belirlemek için, otonom olmayan ve birbirine bağlı olan bir dizi tamamlayıcı kriterin ışığında bireysel bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. ABAD, bu kriterlerden eylemi gerçekleştiren kişinin kasıtlı olması gerektiğinin defaten ifade edildiğini belirtmiştir. Umuma iletimden bahsedilmek için, eylemi gerçekleştiren kişi, kendi  müşterilerinin esere erişimini sağlamak amacıyla kasten bu eylemi gerçekleştirmelidir.

Radyo alıcıları ile donatılmış olan araçlarda radyo, aracın bütünleyici bir parçasıdır ve bu parça, kiralama şirketinin ek herhangi bir müdahalesi olmaksızın, aracın bulunduğu bölgedeki mevcut karasal radyo yayınlara ulaşılmasını mümkün kılar.

WIPO Telif Hakları Sözleşmesi m.8 ile ilgili ortak bildiri hükmü ve bu hükmün tekrarı olan 2001/29 sayılı Direktifin giriş kısmında yer alan 27 sayılı gerekçe de dikkate alındığında bu durum, hizmet sağlayıcıların, profesyonel kuruluşlarına yerleştirdikleri alıcılar aracılığıyla bir sinyal dağıtarak, musiki eserleri müşterilerine kasıtlı olarak ilettikleri eylemlerden farklıdır. Bu nedenle ABAD, Başsavcı Szpunar’ın 15 Ocak 2020 tarihli görüşü doğrultusunda, araç kiralama şirketlerinin, radyo ile donatılmış motorlu araçların kiralanması eyleminin, 2001/29 sayılı Direktif m.3/1 ve 2006/115 sayılı Direktif m.8/2 anlamında “umuma iletim” teşkil etmediğine karar vermiş ve ikinci soruyu incelemeye gerek görmemiştir.

Türk hukukunda da eserin umuma iletimi eser sahibinin mali hakları arasında yer almaktadır. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m. 25 hükmüne göre; bir eserin aslını veya çoğaltılmış nüshalarını, radyo-televizyon, uydu ve kablo gibi telli veya telsiz yayın yapan kuruluşlar vasıtasıyla veya dijital iletim de dâhil olmak üzere işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla yayınlanması ve yayınlanan eserlerin bu kuruluşların yayınlarından alınarak başka yayın kuruluşları tarafından yeniden yayınlanması suretiyle umuma iletilmesi hakkı münhasıran eser sahibine aittir. Aynı hükmün ikinci fıkrasına göre ise eser sahibi, eserinin aslı ya da çoğaltılmış nüshalarının telli veya telsiz araçlarla satışı veya diğer biçimlerde umuma dağıtılmasına veya sunulmasına ve gerçek kişilerin seçtikleri yer ve zamanda eserine erişimini sağlamak suretiyle umuma iletimine izin vermek veya yasaklamak hakkına da sahiptir. Ancak “umum” kavramı FSEK’te  tanımlanmamıştır. İlgili hükümlerin uygulanabilmesi için “umum” kavramının çerçevesinin belirlenmesi önem taşıdığı için  Türk hukukunda da söz konusu kavramın kapsamı mahkeme kararları ile ortaya konulmaya çalışılmıştır. Türkiye´de aynı hususun daha önce dava konusu olup olmadığı hakkında bilgimiz bulunmamaktadır. Ancak umuma iletim hakkının ihlal edilmesi durumunda tazminat sorumluluğunun doğması için kusur şartken, bu ihlal nedeniyle cezai sorumluluğun doğması için de kastın varlığı gerekmektedir. Ayrıca Türkiye’nin WIPO Telif Hakları Sözleşmesi’ne taraf olduğu hususu da dikkate alındığında ulaşılacak sonucun ABAD tarafından verilen cevapla aynı yönde olacağı değerlendirilmektedir.

Elif AYKURT KARACA

Ağustos, 2020

elifaykurt904@gmail.com

[1] Kararın tam metni için: http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=224895&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=11255911

[2] https://www.remarksblog.com/2020/05/ip-update-recent-development-in-eu-copyright-law-stim-sami-v-fleetmanager-sweden-ab-nordisk-biluthyrning-ab-c-753-18/

Telif Haklarında Parodi İstisnasının Sınırları A.B.D.’nde Tatlı Bir Kadın Tarafından Çizildi (Campbell v. Acuff-Rose)

A.B.D. Telif Hakkı Kanunu’nun 107. maddesi “adil kullanım (fair use)” ilkesi dahilinde hangi tip kullanımların telif hakkının ihlali sayılmayacağını düzenlemektedir. Anılan maddeye göre telif hakkıyla korunan eserin “eleştiri veya yorum” amacıyla kullanılması, adil kullanım sayılacak haller arasında yer almaktadır. Hükümde, parodi amaçlı kullanımın adil kullanım sayılacağı açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte, A.B.D. yargısının kararları çerçevesinde parodi amaçlı kullanım adil kullanım sayılmaktadır. Parodi ve telif hakkı ilişkisine dair en önemli karar, A.B.D. Yüksek Mahkemesi’nin 1994 tarihli Campbell v. Acuff-Rose Music kararıdır; bu yazıda bahsedilen karar okuyuculara ana hatlarıyla aktarılacaktır.

Muhtemelen tüm okurların bildiği (bilmese de Pretty Woman filminden hatırlayacağı) “Oh, Pretty Woman” şarkısı Roy Orbison‘a aittir ve hakları “Acuff-Rose Music” firmasındadır. Bir rap müzik grubu olan “2 Live Crew”, “Oh, Pretty Woman” şarkısının parodisi mahiyetindeki “Pretty Woman” isimli bir şarkı yapar, şarkıyı piyasaya sürmeden önce “Acuff-Rose Music”ten lisans talep eder, ancak kendilerine lisans verilmez. Lisansa ilişkin ret mektubunda, “Oh, Pretty Woman” şarkısının parodisine izin verilmediği de açıkça belirtilmektedir. “2 Live Music” lisansı alamasa da şarkıyı piyasaya çıkartır, şarkı 250.000 civarında satış yapar ve “Acuff-Rose Music” şarkının piyasaya sürülmesinden yaklaşık bir yıl sonra telif hakkı ihlali gerekçesiyle grup aleyhine dava açar.

Merak edenler için Roy Orbison ve 2 Live Crew’un eserlerini aşağıda paylaşıyoruz. 2 Live Crew’a şarkının sözlerinin müstehcen olduğu notunu da ekliyoruz.

İlk derece mahkemesi davayı reddeder ve “2 Live Crew”a ait şarkının parodi mahiyetinde adil kullanım olduğuna, dolayısıyla telif hakkı ihlali teşkil etmediğine karar verir. Kararda; dava konusu şarkı sözlerinin kelimelerle oynanmış bir nevi dejenerasyon olduğu, tahmin edilebilir sözleri şoke edici sözlerle değiştirerek, Roy Orbison’un şarkısının ne derece yavan ve banal olduğunu göstermeyi hedeflediği, bu haliyle bir parodi olduğu belirtilerek, şarkı ticari amaçlı olsa da, adil kullanım kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilir.

Temyiz Mahkemesi bu kararı kaldırarak, dava konusu şarkının bir parodi olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. Temyiz Mahkemesi’ne göre, orijinal eserin kalbi alınarak, yeni bir eserin kalbi yapılmıştır ve davalı taraf orijinal eserden miktar olarak gereğinden fazlasını almıştır. Dava konusu eserin bariz ticari amacı da, bu tip bir parodiyi adil kullanım olmaktan çıkartmaktadır.

Karar bir daha itiraza konu olur ve uyuşmazlık son olarak A.B.D. Yüksek Mahkemesi önüne gelir. Yüksek Mahkeme’nin 7 Mart 1994 tarihinde verdiği karar, A.B.D.’nde telif hakkı alanında parodi istisnasının çerçevesi çizen karar olması nedeniyle oldukça önemlidir.

Yüksek Mahkeme kararına mahkemenin 1845 yılına ait şu çarpıtıcı tespitiyle başlar: “Aslında edebiyat, bilim ve sanatta somut anlamda tamamen yeni ve bütünüyle orijinal yoktur veya varsa bile çok azdır. Edebi, bilimsel veya sanatla ilgili her kitap zorunlu olarak, bilinen veya önceden kullanılmış eserlerden ödünç almalıdır veya onları kullanmalıdır.”

Kararın ilerleyen bölümlerinde Telif Hakkı Kanunu’nun 107. maddesinde yer alan adil kullanım ilkesi irdelenir. Madde; eleştiri, yorum, habercilik, eğitim, burs veya araştırma amaçlı kullanım biçimlerinin aşağıdaki faktörler çerçevesinde değerlendirilerek adil kullanım sayılabileceğini ve telif hakkı ihlali teşkil etmeyebileceğini belirtmektedir: (i) Kullanımın ticari niteliğinin bulunması veya kar amacı gütmeyen eğitsel amaçlı olması dahil olmak üzere, kullanımın amacı ve niteliği; (ii) Telif hakkıyla korunan eserin niteliği; (iii) Telif hakkıyla korunan eser bütün olarak değerlendirildiğinde, kullanıma konu parçanın miktarı ve oranı; (iv) Kullanımın telif hakkıyla korunan eserin potansiyel piyasasına veya değerine etkisi.

Bu faktörler, adil kullanım istisnasına konu olabilecek her vakada birlikte değerlendirilmeli ve telif hakkı ihlali bulunup bulunmadığı yönündeki sonuca bütünsel değerlendirme neticesinde varılmalıdır.

Yüksek Mahkeme, önüne gelen davayı yukarıda sayılan faktörlerin tümü bakımından değerlendirir ve oybirliği ile “2 Live Crew” şarkısının parodi mahiyetinde adil kullanım teşkil ettiği ve telif hakkı ihlali oluşturmadığı sonucuna ulaşır.

Yüksek Mahkeme’ye göre, “Parodi amacına ulaşmak için orijinali taklit etmek zorundadır ve dolayısıyla, kurbanının hayalgücünün yaratıcılığını kullanmalıdır; buna karşın satir (hiciv) kendi ayakları üzerinde durmaktadır ve ödünç alma eylemindeki haklılığını ortaya koymalıdır.”

Bu noktada, Yüksek Mahkeme’nin parodi ve satir arasına kalın bir çizgi koyduğunu ve parodiyi adil kullanım kapsamında değerlendirirken, satir için aynı değerlendirmede bulunmadığını görüyoruz.

Mahkeme kararının devamında parodinin toplum normları bakımından uygun olmamasının veya yakışıksız olmasının, adil kullanım ilkesinin değerlendirilmesi bakımından önemli olmadığını belirtmektedir.

Yüksek Mahkeme’ye göre; Temyiz Mahkemesi, parodinin doğası gereği orijinali dönüştürmek zorunda olmasına bakmaksızın haksız biçimde ilk faktöre ağırlık vermiştir. “Eğer, ticari nitelik, adil kullanımın varlığı karşısında varsayımsal bir engel oluşturacaksa, bu varsayım Kongre’nin izin verme niyetinde olduğu neredeyse tüm kullanım biçimlerini yutacaktır.” Yüksek Mahkeme’nin bu tespiti, adil kullanım halinin ortaya çıkmamasını “2 Live Crew” şarkısının ticari niteliğine indirgeyen Temyiz Mahkemesi yaklaşımının eleştirisi ve yanlışlığı mahiyetinde bir tespittir. Ticari nitelik, dikkate alınması gereken faktörlerden sadece birisidir ve yukarıda sayılan faktörlerin her birisi değerlendirilerek adil kullanım ilkesinin varlığı incelenmelidir.

İkinci faktör, yani telif hakkıyla korunan eserin niteliği, bu tip uyuşmazlıkları çözmekte nispeten önemsizdir, çünkü parodinin sanatsal değeri, geçmişteki popüler eserlerden esinlenmekten (onları kopyalamaktan) kaynaklanmaktadır.

Temyiz Mahkemesi kararında, dava konusu eserin Roy Orbison’un şarkısının kalbini aldığını ve alınan miktarın gereğinden fazla olduğunu belirtmiştir. Bu değerlendirme telif hakkıyla korunan eser bütün olarak değerlendirildiğinde, kullanıma konu parçanın miktarı ve oranı biçimindeki üçüncü faktörün yorumlanmasıdır. Yüksek Mahkeme, Orbison şarkısının karakteristik bas riffinin ve ilk dizesinin dava konusu eserde de kullanıldığını ve bu durumun orijinal eserin kalbinin kullanılması anlamına gelebileceğini kabul etmekle birlikte, parodinin amacına ulaşması için orijinal eseri akla getirmesinin gerektiğinin ve dolayısıyla da orijinal eserin kalbine ulaşmasının zaten beklenir hal olduğunun altını çizmektedir. 2 Live Crew eserinin kalan kısmının sözleri ise Roy Orbison’un eserinden belirgin biçimde ayrılmaktadır ve farklı türde ayırt edici bir müzik ortaya çıkmaktadır.

Kullanımın telif hakkıyla korunan eserin potansiyel piyasasına veya değerine etkisi şeklindeki son faktör davaya uygulandığında; Yüksek Mahkeme’ye göre piyasada davacı aleyhine zarar ortaya çıkmayacaktır ve tersi yöndeki Temyiz Mahkemesi tespiti yerinde değildir. Yüksek Mahkeme, parodilerin orijinal eserin yerine geçmesinin nadiren rastlanan bir durum olduğunu, orijinal ve parodi eserlerin farklı piyasalara hitap ettiğini belirtmiştir. İncelenen vakadaki durumda da, parodi eserin varlığı orijinal eserin potansiyel piyasasını etkilemeyecektir.

Yüksek Mahkeme bu tespitler ışığında Temyiz Mahkemesi’nin kararını bozmuş ve kararı iade etmiştir. Sonraki aşamalarda taraflar aralarında anlaşmış ve uyuşmazlık son bulmuştur.

Adil kullanım istisnasının parodi boyutunu değerlendirmek ve dolayısıyla orijinal eserle parodisi arasındaki ayrımı telif hakkı ihlali boyutunda ele almak, kolay bir inceleme değildir. A.B.D. uygulamasında Yüksek Mahkeme’nin çizdiği sınırların ifade özgürlüğü ilkesiyle de ilintisi bulunmaktadır. Campbell v. Acuff-Rose Music kararının arka planda ifade özgürlüğü ilkesiyle birlikte değerlendirilmesi kanaatimizce yerinde olacaktır. Bununla birlikte, parodi ve satir farkını adil kullanım ilkesi boyutunda değerlendiren ayrı bir yazı konunun sınırlarının daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. 

https://supreme.justia.com/cases/federal/us/510/569/case.pdf

Önder Erol ÜNSAL

Şubat 2020

unsalonderol@gmail.com

Dijital Ürün de Tükenir mi Dersiniz? ABAD’ın Tom Kabinet Kararı ve Hukuk Sözcüsü Szpunar’ın Değerlendirmesine Kısa Bir Bakış!

Dijital dünyada ikinci el üründen bahsetmek mümkün mü? Sorunun cevabı her zaman çok da net olamayabiliyor. Zira, dijital ürünlerin satışı geleneksel ürünlere ilişkin benzerlikleri içinde bulundursa da  onlardan bir o kadar da farklı.

Kısa bir süre önce, Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD), Tom Kabinet davasında hakkın tükenmesi prensibinin dijital ürünler bakımından uygulama alanı bulup bulamayacağına ilişkin bir soruyla karşı karşıya kaldı. Konuya ilişkin karar 19.12.2019 tarihinde yayımlanmıştır[1]. Kararda, hukuk sözcüsü Szpunar’ın sunduğu hukuk sözcüsü görüşü büyük ölçüde benimsenmiş görünüyor[2].

Davanın ayrıntıları ve Szpunar’ın görüşüne geçmeden önce eserin yayma hakkının tükenmesi müesesesi üzerinde durmakta fayda görüyorum.

Eserin Yayma Hakkının Tükenmesi Kavramı

“Eserin yayma hakkının tükenmesi ilkesi”, Fikri Mülkiyet Hukuku ile haşır neşir olan herkesin bildiği bir müessese olmakla birlikte, eserin aslı veya çoğaltılmış nüshalarının satışa çıkarılması ve diğer yollarla dağıtılmasını içeren yayma hakkının kullanılması neticesinde aslı ya da örneğinin mülkiyeti devredilerek ilk satışı veya dağıtımı yapıldıktan sonra, bunların yeniden yayımının engellenememesi yayma hakkının tüketilmesi olarak ifade edilmektedir.

İnternetin hayatımızda kapladığı alanın büyümesi, ticaretin internet ortamına yayılması yeni nesil hukuki problemleri de beraberinde getirmiştir. Örneğin, yayma hakkının tükenmesi ilkesinin internet üzerinden yayılan eser örnekleri bakımından uygulama alanı bulup bulmayacağı uzun süre tartışmalara yol açmıştır. 2012 yılında ABAD tarafından verilen Usedsoft kararında, yayma hakkının tükenmesi ilkesinin internetten indirilen programlar/yazılımlar bakımından da uygulama alanı bulacağı yönünde bir karar verilmişti. ABAD, kararında, programın sürekli ve limitsiz kullanımına ilişkin açık bir kullanım hakkı tanınması halinde bu durumun tükenme ilkesinin ilgili ürünler bakımından da uygulanmasının kapılarını açtığını belirtmişti.

Bilmeyenler için “dijital hakkın tükenmesi” kavramının nasıl gündeme geldiğine ilişkin kısaca özet geçelim.  

Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD”) Usedsoft kararı[3] ile internetten program indirilmesi işlemini, teknik anlamda bir çoğaltma işlemi olarak nitelendirmiş ve AB Yönergesi kapsamında değerlendirmiştir. Bahsi geçen karara konu olayda çoğaltma işlemi bilgisayar programını hukuki yollardan temin eden kişinin programı yüklemesi eylemi ile oluşuyordu. ABAD kararında, ikinci el lisansı edindikten sonra programı Oracle’ın web sitesi üzerinden kendi sunucu bilgisayarına indiren kişinin de programı hukuka uygun bir biçimde edindiği kabul edilmiş ve bu doğrultuda belirtilen şekilde programı edinen kişi tarafından yapılacak satışın dijital hakkın tükenmesi kapsamında değerlendirilerek fikri mülkiyet hakkı ihlali oluşturmayacağına dikkat çekilmiştir. Ancak, UsedSoft kararının uygulama alanının oldukça dar olduğu göz önünde bulundurulduğunda diğer dijital ürünler için hakkın tükenmesi kavramının nasıl yorumlanacağı sorusu güncelliğini koruyordu. Yine ABAD tarafından verilen Nintendo[4] kararında, video oyunlarının bir bilgisayar programından fazlası olarak tanımlanarak, video oyunu sahibine bilgisayar programı sahibinden daha fazla koruma hakkı tanıdığını belirtmiş ve UsedSoft kararının uygulama alanının oldukça dar olduğunu açıklamıştır. Telif Hakkı Direktifi’nin çalışmasına video oyunlarını dahil etmiş olması nedeniyle, Nintendo kararı ABAD’ın dijital video oyunlarının yeniden satılmasının hukuka uygun olmadığına ilişkin bir açıklaması olarak görülmektedir. Nintendo kararında fiziksel video oyunları bakımından hakkın tükenmesi ilkesinin uygulama alanı bulacağı belirtilirken dijital video oyunları bakımından hak sahibinin daha geniş bir korumadan faydalanması gerektiğine dikkat çekilmişse de ne yazık ki Nintendo kararında neden bu ayırımın yapıldığını ve neden her iki ürüne farklı şekilde yaklaşılması gerektiğini açıklamamıştır. Bu durum en azından Nintendo davası kapsamında fiziksel durumla dijital durumun farkının anlaşılmasını güçleştirmektedir.

Yukarıda da anlatıldığı üzere, verilen kararlar ışığında, bir bilgisayar programının kopyasının ilk yasal satışıyla ilgili olarak öngörülen aynı sonuçların, InfoSoc Direktifi[5] kapsamında korunan ürünleri de kapsayıp kapsamadığı meselesi netliğe kavuşmamıştı. Yine, AB üye devletlerin konuya ilişkin farklı yaklaşımlar geliştirdiği de rastlanan bir durumdur. Örneğin, Almanya’da verilen bir kararda sesli kitaplar bakımından eserin yayma hakkının tükendiğinden bahsedilmesinin mümkün olmayacağı dile getirilmiştir[6].

Tom Kabinet Davası

Dava, yayma hakkının tükenmesi ilkesinin ikinci el e-kitaplar bakımından uygulama alanı bulup bulmayacağına ilişkindir. Davaya konu olay, Hollanda yayımcılar birliği ve kullanıcılarına ikinci el kitap indirme ve çoğaltma imkanı tanıyan “Tom Kabinet Okuma Kulübü” ismindeki platformun sahibi olan Tom Kabinet arasında gerçekleşmektedir. Yayımcılar, birkaç yazarla birlikte, Tom Kabinet’in bu eylemlerinin kendilerinin telif hakkını ihlal ettiğini, diğer bir deyişle, Tom Kabinet tarafından, e-kitapların kamuya izinsiz olarak iletildiğini ileri sürmüştür. Buna karşılık, Tom Kabinet, e-kitaplara ilişkin eylemlerinin, hakkın tükenmesi ilkesi kapsamında olduğunu ileri sürmüştür. Bu iddia uyarınca, e-kitabın bir kere hukuka uygun halde satışının gerçekleşmesi halinde, eser hakkı sahibinin telif hakkı ihlal edilmeksizin dağıtılmasının mümkün olmaktadır. Tom Kabinet tarafından ileri sürülen bu iddialar ABAD’ın, Usedsoft kararındaki gerekçeleri temeli üzerinde inşa edilmiştir. 

Hollanda’daki yerel mahkeme tarafların iddialarını değerlendirerek, e-kitapların yasal olarak ilk satışından sonra eserin yayma hakkının tüketilmesi ilkesinin uygulama alanı bulacağına karar verilmiştir[7]. Yayımcılar tarafından, verilen karara itiraz edilerek karar Lahey Mahkemesi önüne  getirilmiştir. Kararın temyiz merciine taşınması üzerine mahkeme eserin yayma hakkının tükenmesi ilkesinin e-kitaplar bakımından uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin ABAD’ın görüşünü almak üzere başvuruda bulunmuştur.

ABAD’ın hukuk sözcüsü Szpunar mahkemeye sunduğu 10.09.2019 tarihli görüşünde e-kitapların kalıcı olarak kullanılmak üzere indirilmesinin InfoSoc Direktifi’nin 4. Maddesi anlamında bir dağıtım oluşturmayacağı ancak Direktifin 3(1) maddesi kapsamına gireceğini, bu nedenle de bu madde anlamında yapılan bir kamuya iletmenin eserin yayma hakkının tükenmesi sonucunu doğurmayacağını belirtmiştir.

Bilindiği üzere hukuk sözcüsü görüşleri ABAD’ı bağlayıcı hükümde olmasa da genellikle ABAD kararlarında büyük ölçüde hukuk sözcüsünün görüşünden yararlanmaktadır. Bu kararda da benzer bir yaklaşıma yer verildiği görülmektedir.

ABAD 19.12.2019 tarihli kararında, hakkın tükenmesi prensibinin e-kitaplar bakımından uygulama alanı bulmayacağı yönünde karar verdi. ABAD kararında, ikinci el e-kitapların satışa sunulmasının InfoSoc Direktifi altında yetkisiz bir “kamuya iletim” olarak nitelendirileceğini açıklamıştır. Karar hukuk sözcüsü Szpunar’ın sunduğu görüş ışığında inşa edildiğinden, görüşün ayrıntılarına inilmesinde kararın dayanağının anlaşılması bakımından fayda görüyorum.

Hukuk Sözcüsü Szpunar’ın Görüşü

Szpunar, ABAD nezdinde sorulan soruların cevaplanması esnasında, hukuki değerlendirme, geçmiş kararlar ışığında değerlendirme ve kuralların amacı bakımından değerlendirme yaparak görüşünü üç katmanlı bir argüman üzerinde inşa etmiştir.  

Szpunar tarafından sunulan hukuki argümanlara bakıldığında, olayın kilit noktasının bir e-kitabı indirmenin InfoSoc Direktifi’nin 3. Maddesi anlamında bir eserin dağıtımı mı yoksa 4. Maddesi anlamında bir kamuya iletim mi olduğu meselesinin çözülmesi olduğu anlaşılmaktadır. Szpunar, görüşünde, dijital eserin yayma hakkının tükenmesinin InfoSoc Direktifi’nin 2. Maddesi ile düzenlenen çoğaltma hakkıyla engellendiğini ileri sürmektedir. Eser sahibinin rızası olmayan hallerde, eserin kopyasının çoğaltılması, bu durumun m. 5’te düzenlenen hiçbir istisna hallerinden birini teşkil etmediği ve m. 5(1)’deki şartları sağlamadığı durumlarda hukuka aykırı olduğu kabul edilmektedir[8].

Szpunar, uygulanacak hukuk kurallarına ilişkin genel çerçeveyi ortaya koyduktan sonra, Tom Kabinet kararı ile yazımızın başında yer vermiş olduğumuz UsedSoft kararını karşılaştırarak, Tom Kabinet kararının yalnızca yazılımlara ilişkin özel hukuk kuralları olması nedeniyle değil aynı zamanda yazılımın farklı özellikleri olması nedeniyle UsedSoft kararından ayrıldığını belirtmiştir. Görüş, yazılımın, dağıtım ortamının niteliğini alakasız kılan, kullanılması gereken bir bilgisayarda çalıştırılması gereken bir araç olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca, yazılım sürekli bakım ve güncelleme ihtiyacı duyduğundan, her zaman bir lisans yolu ile ticarete konu edilir ve böylelikle satış kavramının yazılımlar bakımından geniş yorumlanmasını haklı kılacağına ilişkin yoruma da görüşte yer verilmiştir. Yine, yazılımın aynı zamanda geleneksel eserlerden daha uzun süre kullanılır ve hızlı bir şekilde eskime ve değer kaybına maruz kalacağına da dikkat çekilmiş ve bu iki özelliğin de hakkın tükenmesinin yazılım pazarındaki hak sahipleri üzerindeki etkisini en aza indireceği belirtilmiştir.  

Szpunar; Yazılım Direktifi’nin 5. maddesi, yazılımı yasal bir şekilde elde eden tarafın programın kullanımı için gerekli olan tüm çoğaltmalara taşınabilir kopyaları kapsam dışında bırakmadan izin verdiğinden hakkın tükenmesi ilkesinin uygulanmasını mümkün hale getirdiğini ileri sürmüştür.  

Açıklamaları ışığında Szpunar, ABAD’ın, Tom Kabinet tarafından yapılan uygulamaların InfoSoc Direktifi’nin 4. maddesinin 2. fıkrası kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar verilmesi gerektiği yönünde görüşünü sunmuştur.

ABAD Kararı

ABAD, Szpunar’ın görüşünü esas alarak, hakkın tükenmesi ilkesinin e-kitaplar bakımından uygulanabilir olduğuna karar verilmesi halinde, e-kitap üzerinde fikri mülkiyet hakkı olanların, fiziksel kitap sahibi olanlardan çok daha fazla zarar göreceğini belirmiştir.   ABAD’a göre bunun temel nedeni, dijital ürün olan e-kitapların her zaman ilk halini yitirmeden çoğaltılabileceklerini ve bozulmalarının, kötüleşmelerinin söz konusu olmamasıdır.

AB hukuku altında, telif hakkının tükenmesi ilkesi yalnızca dağıtım hakkı bakımından uygulama alanı bulmaktadır. ABAD’ın 19.12.2019 tarihli kararında, e-kitapların internet ortamında indirilmesi bir dağıtım hakkı kapsamında değil, kamuya iletim hakkı kapsamında değerlerlendirilmiş ve bu kapsamda herhangi bir telif hakkı üzerinde herhangi bir tükenmenin söz konusu olmayacağının altı çizilmiştir.

ABAD, kararında, InfoSoc Direktifinin temelini oluşturan, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü’nün (WIPO) Fikri Mülkiyet Anlaşması’na atıfta bulunarak, anlaşmanın, hakkın tükenmesi ilkesinin, yalnızca fiziksel kitaplar gibi “somut nesnelerin dağıtılması”na ilişkin olarak uygulama alanı bulacağını belirtmiştir.

ABAD’ın bu kararının, eserin yayma hakkının tükenmesi ilkesinin dijital ürünler bakımından uygulanma alanı bulup bulmayacağı meselesine bir açıklık getirdiğine şüphe yoktur. ABAD bu kararı, Yazılım Direktifi’nin uygulama kapsamına giren Unisoft kararından ayırarak, InfoSoc Direktifi kapsamında eserin yayma hakkınının tükenmesi ilkesinin dijital ürünler bakımından uygulanmayacağını belirtmiştir.

Diğer bir deyişle, her ne kadar yazılım programının çoğaltılarak satılmasının yasal olduğuna ilişkin Unisoft kararı bu uygulamanın diğer dijital ürünlere de uygulanıp uygulanmayacağını gündeme getirmişse de,  Tom Kabinet kararında e-kitapların bilgisayar yazılımı/programı olmadığı bu nedenle bir özel yasal düzenleme olan Yazılım Direktifi kapsamında değerlendirilmediği bu nedenle de hakkın tükenmesi ilkesinin e-kitaplar bakımından uygulanma alanı bulmayacağı açığa kavuşturulmuştur. Yine, kitapların ve e-kitapların, kullanım ve ekonomik bakımdan değerlendirildiğinde, Usedsoft kararına konu yazılımlar gibi birbirine eş olmadığı bu nedenle e-kitaplar için bir ikinci el piyasasının var olmasının, e-kitaplar eskimediğinden yeni kitap alımını ortadan kaldırarak, telif hakkı sahiplerini ciddi bir şekilde etkileyeceğini vurgulamıştır. ABAD aynı zamanda, Tom Kabinet’in e-kitapları,  kamuya sunduğunu, değerlendirme yapılırken yalnızca kaç kişinin e-kitaba ulaştığının değil kaç kişinin ulaşabilmesinin mümkün olduğunun değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durmuştur.

Sonuç

ABAD tarafından, Unisoft kararı sonrası oluşan, dijital ürünlerin yeniden satışının hukuka uygun olup olmadığı meselesi açıklığa kavuşturularak, Unisoft kararında uygulanan Yazılım Direktifi’nden farklı olarak InfoSoc Direktifi altında, hakkın tükenmesi ilkesinin e-kitaplar bakımından uygulama alanı bulmasının söz konusu olmadığı açığa kavuşturulmuştur.

Karar her ne kadar e-kitap piyasası için oldukça önemli olsa da, dijital müzik ve film gibi eserler bakımından da emsal teşkil etmektedir. Kanaatimizce, dijital müzik veya filmlerin de yeniden satışa sunulması fikri mülkiyet hukukuna aykırılık teşkil edecektir.

İnci ERBİLEN

Aralık 2019

inc.erb@hotmail.com


[1] ABAD’ın C‑263/18 sayı ve 19.12.2019 tarihli Tom Kabinet kararı (http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=221807&pageIndex=0&doclang=en&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=43327)

[2] Hukuk Sözcüsü Szpunar’ın C‑263/18 sayılı Nederlands Uitgeversverbond,

Groep Algemene Uitgevers vs. Tom Kabinet davasında  10.10.2019 tarihli görüşü. (http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=217552&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=12761903)

[3] ABAD’ın C‑128/11 sayılı 3.07.2012 tarihli kararı. http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=124564&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=6507912

[4] ABAD’ın C‑355/12 sayılı 26.07.2012 tarihli Nintendo Co. Ltd, Nintendo of America Inc., Nintendo of Europe GmbH vs. PC Box Srl, 9Net Srl kararı (http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=146686&pageIndex=0&doclang=en&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=6514375)

[5] 2001/29/EC sayı ve 22 Mayıs 2001 tarihli InfoSoc Direktifi (https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=celex%3A32001L0029)

[6] OLG Hamm, 22 U 60/13: karara ilişkin inceleme için Bkz.: Eleonora Rosati, “No exhaustion beyond software: Katfriend translates German decision on audiobooks” (http://ipkitten.blogspot.com/2014/07/no-exhaustion-beyond-software-katfriend.html)

[7] Amsterdam Mahkemesi’nin C/13/567567 / KG ZA 14-795 SP/MV, NL:RBAMS:2014:4360 sayılı kararı (https://uitspraken.rechtspraak.nl/inziendocument?id=ECLI:NL:RBAMS:2014:4360)

[8]InfoSoc Direktifi m. 5.

Zillow Emlak İlan Sitesi Uzun Süredir Devam Eden Telif Hakları Davasında Kazanan Taraf Oldu –

2015 yılında VHT şirketi tarafından Zillow Group şirketine karşı, internet sitesinde kullanılan fotoğrafların telif haklarını ihlal ettiği iddiasıyla açılan davada, 9. Federal Temyiz Mahkemesi, VHT şirketinin sunduğu delillerin, Zillow şirketinin faaliyetlerinin kasten telif haklarının ihlalini teşkil ettiğini göstermediği gerekçesiyle kararı bozarak, Batı Vaşington Bölge  Mahkemesi’ne  gönderdi. 

Olayın geçmişine değinecek olursak.

Zillow Group şirketi internet aracılığıyla emlak piyasasında faaliyet gösteren, kullanıcılarına satmak veya kiralamak istedikleri evlerin fotoğraflarını, bilgilerini paylaşmasını sağlayan bir platformdur. VHT şirketi ise, ABD’deki evlerin daha hızlı ve kolay bir şekilde satışının veya kiralanmasının sağlanması için brokerlar veya emlakçılarının kullanması amacıyla evlerin profesyonel fotoğraflarını çeken bir firmadır.

VHT şirketi, Zillow şirketinin internet sitesinde Listing Platform (ana sayfada yer alan evlerin fotoğraflarının ve bilgilerinin bulunduğu kısım) ve Digs (evlerin iç dizaynı konusunda paylaşımlar   yapılan kısım) üzerinde kullanılan fotoğrafların VHT şirketinin, üçüncü taraflar ile (emlakçılar, brokerlar) yaptığı lisans sözleşmelerinin sınırlarını aştığı, bu sebeple de Zillow şirketinin faaliyetlerinin telif haklarına ihlal ettiği gerekçesiyle, 2015 yılında Batı Vaşington Bölge  Mahkemesi’nde dava açar. Dava dilekçesi https://www.nar.realtor/sites/default/files/court-records/2015/vht-complaint-2015-09-23.pdf bağlantısından incelenebilir. 

Batı Vaşington Bölge Mahkemesi jüri kararında, aşağıda belirteceğimiz dava dilekçesinde dayandığı iddialara bağlı olarak, VHT şirketinin 8.27 milyon dolarlık zararının olduğuna karar verir. Batı Vaşington Bölge Mahkemesi ise bu rakamı yaklaşık olarak 4 milyon dolara indirir. Zillow şirketi faaliyetlerinin VHT şirketinin telif haklarının ihlalini teşkil etmediği gerekçesiyle Batı Vaşington Bölge Mahkemesi kararını temyiz eder.

Yazının devamında mahkemenin gerekçelerini belirterek, davayı gören 9. Federal Temyiz Mahkemesi’nin 15 Mart 2019 tarihli kararına yer vereceğiz, kararın https://www.wsgr.com/PDFs/Zillow.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür.

9. Federal Temyiz Mahkemesi değerlendirmelerine dava konusunu analiz yaparak başlar. VHT şirketine ait fotoğrafların, Zillow şirketinin internet sitesinde ‘’listing platform’’ ve ‘’Digs’’ üzerinde kullanılması nedeniyle telif haklarını ihlal edildiğini iddia edilmiştir.

Yüksek Mahkeme tarafından, A.B.D. Telif Hakları Kanunu’nun 106. maddesine[1] göre, VHT şirketinin, telif haklarının ihlal edildiğini iddia ederken aşağıda bulunan iki şartın;  

            1. Telif haklarının ihlal edildiği iddia edilen çalışmanın kendisine ait olduğunun,

            2. Zillow şirketinin faaliyetlerinin VHT şirketinin münhasır hakkını ihlal ettiğinin,

kanıtlanması gerektiği belirtilmiştir.

Diğer bir deyişle, yukarıda belirtilen ilk maddede herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığından, VHT şirketinin, Zillow şirketinin internet sitesinde kullanılan fotoğraflarının lisans sözleşmesine aykırı bir şekilde kullanılıp, saklanıp veya üçüncü taraflara iletildiğinin kanıtlaması gerekmektedir.

VHT şirketi ayrıca dava dilekçesinde, VHT şirketinin üçüncü taraflar ile yaptığı lisans sözleşmesine göre VHT şirketine ait fotoğrafların sadece evlerin satışı sırasında gösterilmesine izin verdiğini belirtmiştir. Dolayısıyla, VHT şirketi, Zillow internet sitesinin üçüncü taraflardan gelen fotoğrafların, ilanlarda gösterilen evlerin satılmış olmasına rağmen gösterilmeye devam etmesi telif haklarının ihlaline neden olduğu iddiasıyla dava açmıştır.

Zillow şirketi savunmasında; emlakçı, brokerlar gibi üçüncü tarafların fotoğrafları internet sitelerine yüklediğini, bu fotoğrafları internet sitesinde kullanmadan önce, bu kişiler ile aralarında bu fotoğrafların kullanılması, kopyalanması, depolanması gibi Zillow şirketinin bir çok faaliyetine izin veren lisans sözleşmeleri yaptığını ve de üçüncü taraflardan Zillow şirketi ile paylaşılacak fotoğrafların her birisi için kullanımına izin veren lisans sözleşmesinin olduğunu ve üçüncü tarafların bu fotoğraflar üzerinde Zillow şirketinin kullanımına izin verecek lisans sahipliğinin olup olmadığını bilgisi aldıktan sonra fotoğrafların paylaşımının sağlandığını belirtmiştir. Üçüncü taraflar ile Zillow şirketinin internet sitesine fotoğraf sağlanırken, her bir fotoğraf için ayrı ayrı Zillow şirketi ile lisans sözleşmeleri yapılmaktadır.

Üçüncü taraflar, Zillow şirketinin internet sitesine fotoğraf yüklerken, Zillow şirketinin fotoğraflar üzerinde kendisine çeşitli kullanım hakları tanıyan evergreen veya deciduous adı verilen haklardan birisini seçmektedir.

Kısaca bu haklara değinecek olursak;

Evergreen denilen hak, üçüncü taraflarca paylaşılan fotoğrafın zaman kısıtlaması olmadan Zillow şirketinin internet sitesinde her türlü kullanımına ve aynı zamanda Zillow şirketine ait şirketlerde bu fotoğrafların her türlü kullanımına izin veren haktır.

Deciduous hakkı ise, limitli bir hak olup, Zillow şirketi ile paylaşılan fotoğrafların ancak emlak listesinde aktif olarak ilanda olduğu sürece kullanımına izin veren, örneğin, evin satışı sağlandığında, Zillow şirketinin ilanda bulunan fotoğrafı silmeye zorlayan bir haktır. Dolayısıyla, Zillow şirketinin internet sitesinde broker veya emlakçı bir ilan vermek istediğinde sisteme yükleyeceği fotoğrafların kullanımı ile ilgili belirtilen 2 haktan bir tanesini dilediği gibi seçmektedir.

Yukarıda da değinildiğini gibi, internet sitesine yüklenmek istenen fotoğraflar üçüncü taraflarca seçilen ve yüklenen fotoğraflar olup, evergreen ya da deciduous haklarının tercih imkanının olduğu bu tercihlerin bu taraflarca yapıldığı, Zillow şirketi tarafından yapılmadığı belirtilmiştir. Bununla beraber, Zillow şirketi, fotoğraf sağlayıcıları her bir fotoğraf için, kullanma haklarına sahip olduğunu, herhangi bir üçüncü tarafın telif hakları ihlal etmediğini fotoğrafı yüklerken garanti altına almaktadır. Buna bağlı olarak, Zillow sistemi üçüncü tarafların seçimiyle herhangi bir telif hakkı ihlalinden kaçınmak amacıyla fotoğrafların hangi hak kategorisine ait olduğunu otomatik olarak belirleyen bir sistem kullanmaktadır.

9. Federal Temyiz Mahkemesi, Zillow şirketi tarafından alınan önlemler nedeniyle, VHT  şirketine ait fotoğraflar için kasten bir telif hakkı ihlalinin bulunmadığını kabul eder. Ayrıca, mahkeme değerlendirmelerinde, VHT şirketinin aşağıda bulunan şartları ispat edemediğini belirtir.

           1. Telif hakkını ihlal ettiği öne sürülen tarafın, faaliyetlerinin bir ihlal teşkil ettiğinin farkında olduğunu,

           2.  İhlalde bulunan tarafın dikkate almadığı faaliyetlerinin sonucu veya görmezden gelinerek telif hakkı ihlalinde bulunması. (Unicolors,853 F.3d at 991)

VHT şirketi dava dilekçesinde, Zillow şirketine gönderilen ihtarname sonrası gerekli tedbirleri almadığını belirtmiştir. Fakat, Zillow şirketi bu ihtarnameyi alır almaz, VHT şirketinin telif hakkı sahipliğini ve fotoğrafların lisans bilgilerini talep etmiştir. VHT şirketi, Zillow şirketinin bu taleplerini karşılamak yerine, üçüncü taraflar ile imzalanmak üzere hazırlanmış matbu imzalanmamış sözleşmeleri gösterip, bu sözleşmelerin üçüncü taraflara alt lisans sağlama hakkını içermediğini belirterek, Zillow şirketine karşı dava açmıştır.

Her ne kadar, VHT şirketi Zillow şirketinin uzman bir hukuk ekibinin olduğunu, gösterdiği sözleşmelerin üçüncü taraflar ile yaptığı sözleşmelerin alt lisanslamaya izin vermediğinin farkında olduğunun belirtse de, 9. Federal Temyiz Mahkemesi’nin yaptığı değerlendirmede VHT şirketinin Zillow şirketine yalnızca bir kere ihtarname göndermesinin ve Zillow şirketlerinin bilgi taleplerini karşılıksız bırakarak dava yoluna gitmesinin, Zillow şirketinin faaliyetlerinin kasten telif haklarının ihlalini kanıtlamaya yetmeyeceği yönünde karar vermiştir.

Kaldı ki, Yüksek Mahkeme, Zillow şirketine gönderilen ihtarname sonrası, Zillow şirketinin iyi niyetli ve telif haklarına ihlalde bulunmadığı düşüncesi ile faaliyetlerine devam ettiği takdirde dahi kasten telif haklarına bulunduğunun bir göstergesi olarak kabul edilemeyeceği yönünde karar verir.   Evergreen Safety Council v. RSA Network Inc., 697 F.3d 1221, 1228 (9th Cir. 2012) 

Yukarıda ana hatlarıyla açıkladığımız gerekçelerle, 9. Federal Temyiz Mahkemesi VHT şirketinin sunduğu delillerin Zillow şirketinin faaliyetlerinin kasten telif haklarını ihlal ettiğinin ve telif haklarının ihlalinden farkında olduğunun kanıtlaması konusunda yetersiz kaldığı gerekçesiyle kararı bozarak Batı Vaşington Bölge Mahkemesi’ne göndermiştir.

Tonay Berkay Aras

Mart 2019, San Francisco

tonayberkay@gmail.com  


https://www.law.cornell.edu/uscode/text/17/106

ESER NİTELİĞİ TAŞIMAYAN RESİM VE PORTRELERDE TASVİR EDİLEN KİŞİLER BAKIMINDAN FSEK M.86 HÜKMÜ İLE SAĞLANAN KORUMAYA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda (FSEK) eser niteliği taşımamakla birlikte eserle benzer nitelikler gösteren bazı haklara yer verilmiş ve bu hakların korunması konusunda başka kanunlara atıf yapılması yöntemi tercih edilmiştir.[1] Bu haklardan biri de eser niteliği taşımayan resim ve portreler üzerinde, tasvir edilen kişinin veya haleflerine tanınan haktır. FSEK m.86/1 hükmüne göre; eser niteliğinde olmasalar bile resim ve portrelerde tasvir edilenin; tasvir edilenler ölmüşse ve ölümün üzerinden on yıl geçmemişse FSEK m.19 hükmünde belirtilen kişilerin muvafakati olmadan söz konusu resim veya portre teşhir veya farklı şekillerde umuma arz edilemez. Aksi halde FSEK m.86/3 hükmünün atıfla 11.01.2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m.49 (Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkilerinde Sorumluluk) hükmüne göre tazminat sorumluluğu ve koşulları varsa 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) m.134 (Özel Hayatın Gizliliğini İhlal), m.139 (Şikâyet) ve m.140 (Tüzel Kişiler Hakkında Güvenlik Tedbiri Uygulanması) hükümleri uyarınca ceza sorumluluğu ortaya çıkacaktır. Yargıtay; aşağıda ilgili bölümleri yer alan kararlarda, kişinin portre ya da resmindeki tasvirinin izinsiz kullanılmasının hukuka aykırı olduğuna işaret etmektedir:

  • Hiç kimsenin resmi, rızası dışında sinema, televizyon, gazete, afiş, kitap ve benzeri araçlarla teşhir edilip yayınlanamaz. Kural olarak kişinin rızası olmadan resminin kullanılması hukuka aykırıdır.[2]
  • Kişinin resminin her ne şekilde olursa olsun izinsiz olarak yayınlanması, hukuka uygunluk sebepleri bulunmadıkça hukuka aykırıdır. Kişinin resminin, önüne gelen her türlü iletişim aracıyla ve ticari amaçla kullanılması ağır saldırı niteliğindedir.[3]

FSEK m.86/2 hükmüne göre; toplumun siyasi ve sosyal hayatında rol oynayan kişilerin resminin varlığı halinde, resmin tasvir edilenin katıldığı resmi törenlerde, geçitlerde veya genel toplantılarda çekilmesi halinde, günlük olaylara ilişkin resimlerle, radyo ve film haberlerinin varlığı halinde söz konusu resim ya da portreler, tasvir edilenin rızası aranmaksızın kullanılabilir.

Her ne kadar FSEK m.86/1 hükmünde “resim ve portre” ifadesi kullanılsa da uygulamada fotoğraflar da anılan hükmün kapsamında değerlendirilmektedir. Fotoğraf ile resim arasındaki farkın ayrıntılı incelemesi çalışmamızın kapsamını aşacaktır. Bununla birlikte, Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlükte “resim” sözcüğünün üçüncü sıradaki anlamı “fotoğraf” olarak belirtilirken,[4] “resim çekmek (veya çıkarmak)” birleşik fiilinin anlamı ise “fotoğraf makinesiyle bir şeyin biçimini kâğıda geçirmek” olarak belirtilmektedir.[5] Fotoğrafların FSEK m.86 hükmü kapsamında değerlendirilmesi hem hükmün amacına (ratio legis) hem de resim sözcüğünün fotoğrafı da kapsar nitelikteki yerleşik kullanımına uygun bir yaklaşımdır. Yargıtay’ın da fotoğrafın FSEK m.86 hükmü kapsamında korunup korunamayacağı tartışmasına değinmeksizin, uyuşmazlık konusunun fotoğraf olduğu davalarda, FSEK m.86 hükmü ile gerekçelendirilen ve aşağıda ilgili bölümleri yer alan kararları mevcuttur:

  • Kişinin fotoğrafını bizzat internet sitesine vermiş olması, bu fotoğrafın izinsiz bir şekilde ticari amaçla kullanılmasına da izin verildiği anlamına gelmemektedir. Kişinin, fotoğrafı bizzat internet sitesinde kullanması, bu fotoğraf üzerindeki tasarruf hakkını ortadan kaldırmayacaktır. Kişinin fotoğrafının, izni olmaksızın mağaza vitrininde ve işletme sahibinin kartvizitinde ticari nitelikli kullanımları, fotoğrafta yer alan kişinin kişilik haklarını ihlal etmektedir.[6]
  • Fotoğrafta yer alan kişiyle yapılmış bir sözleşme veya fotoğrafın kullanılması için ilgili kişiden alınmış bir izin belgesi bulunmadığı sürece, söz konusu fotoğrafın ticari amaçla kullanılması, fotoğrafta yer alan kişinin kişilik haklarına saldırı oluşturmaktadır.[7]

FSEK m.86/1 hükmünde yer alan “resim ve portre” ibaresinin kapsam bakımından genişletildiği bir başka durum ise tasvir edilen kişinin resim veya portrede tek başına yer almaması halidir. Gerçekten; resim veya portrede yalnız bir kişinin değil birden fazla kişinin yer alması halinde de FSEK m.86 hükmünde öngörülen koruma söz konusu olacaktır.[8] Kanaatimizce resimde veya portrede birden fazla kişi tasvir edilmişse ya da fotoğrafta birden fazla kişi yer alıyorsa, bu kişilerin tamamının rızası alınmaksızın gerçekleşen kamuya arz FSEK m.86 hükmü bağlamında hukuka aykırı olacaktır.

FSEK m.86/4 hükmüne göre; m.86/1 ve 2 hükümlerine göre yayımın caiz (hukuka uygun) olduğu hallerde dahi 2.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.24 hükmünün saklıdır. Anılan hükümde her ne kadar “yayım” ibaresi kullanılmış olsa da FSEK m.86/1 hükmüne uygun olarak “teşhir veya diğer suretlerle kamuya arz” hallerinin de FSEK m.86/4 hükmü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.[9] FSEK m.86/4 hükmünün amacı, tasvir edilenin resminin ya da portresinin hukuka uygun şekilde kamuya arz edilmesi halinde dahi kişilik haklarına saldırı olursa bu saldırının yaptırımsız bırakılmamasıdır. TMK m.24 hükmüne göre; hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.

Kamuya arzın hukuka uygun şekilde gerçekleştiği durumlar, FSEK m.86/1 ve 2 hükümlerinde belirtilmiştir. Resim ya da portrenin kamuya arz edilmesi durumunda, resim ya da portrede tasvir edilenin kişilik haklarına saldırı gerçekleşebileceği gibi, üçüncü kişilerin kişilik haklarına da saldırı gerçekleşebilir. Bu bağlamda kamuya arzın hukuka uygun şekilde gerçekleştiği durumlarda, saklı tutulan TMK m.24 hükmünün uygulanma kabiliyetinin, tasvir edilen ve üçüncü kişiler bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki kamuya arzın hukuka uygun olduğu her durumda, üçüncü kişilerin kişilik haklarına saldırı ihtimali söz konusudur ve bu durumda üçüncü kişiler bakımından TMK m.24 hükmü uygulanabilir niteliktedir. Bununla birlikte kamuya arzın hukuka uygun şekilde gerçekleştiği ve bu arz nedeniyle tasvir edilenin kişilik haklarına saldırının meydana geldiği her durumda TMK m.24 hükmü uygulanabilir nitelikte değildir. FSEK m.86/2 hükmünde öngörülen durumların gerçekleşmesi veya tasvir edilenin ölümünün üzerinden on yıl geçmesi nedeniyle hukuka uygun olarak gerçekleşen kamuya arz hallerinde tasvir edilenin kişilik haklarına saldırı varsa TMK m.24 hükmü uygulanabilir. Ancak, kamuya arzı hukuka uygun hale getiren, tasvir edilenin ya da tasvir edilen ölmüşse FSEK m.19 hükmünde belirtilen kişilerin muvafakati ise kanaatimizce tasvir edilenin kişilik haklarına saldırı olsa bile TMK m.24 hükmü uygulanabilir nitelikte değildir. Zira muvafakat yalnız kamuya arzı değil, kamuya arzın ne şekilde gerçekleşeceğini de kapsamaktadır. Bu itibarla muvafakate dayanan bir kullanım nedeniyle kişilik haklarına saldırı gerçekleştiği ileri sürülemez. Belirtmek gerekir ki muvafakat edilenden farklı şekilde kullanımlarda ise kamuya arz hukuka uygun şekilde gerçekleşmediği için TMK m.24 hükmü değil, FSEK m.86/3 hükmü uygulama alanı bulacaktır.

Konuya ilişkin sonuç niteliğindeki değerlendirmede; FSEK m.86 hükmünün uygulanabilmesi için resim veya portrenin eser niteliğinde olmaması gerektiğinin, sağlanan tasvir edilenin yaşamı süresince ve ölümünü müteakip on yıl boyunca devam edeceğinin, hükümde her ne kadar “resim ve portre” sözcükleri kullanılsa da fotoğrafların da anılan madde hükmündeki korumadan yararlanacağının, kişinin tasvirinin ya da görüntüsünün kullanılmasında ilgililerin rızasının alınması gerektiğinin, ancak FSEK m.86/2 hükmünde belirtilen durumlarda ilgililerin rızası bulunmasa dahi kullanımın hukuka uygun olacağının, FSEK m.86/3 hükmüne göre, kişinin tasvirinin ya da görüntüsünün hukuka aykırı şekilde kullanılması halinde failin, TBK m.49 hükmüne göre hukuki sorumluluğunun, koşulları varsa TCK m.134 hükmüne göre cezai sorumluluğunun bulunacağının, muvafakate dayanan hukuka uygun kullanımlarda uygulanma kabiliyeti bulunmadığını düşündüğümüz FSEK m.86/4 hükmüne göre, FSEK m.86/1 ve 2 hükümleri kapsamında hukuka uygun bir kullanım olsa dahi TMK m.24 hükmünün saklı tutulduğunun vurgulanması önem arz etmektedir.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Temmuz 2018

[1] Tekinalp, Ü.; Fikrî Mülkiyet Hukuku, Güncelleştirilmiş ve Gözden Geçirilmiş Beşinci Bası, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2012, s.287.

[2] YHGK; 17.10.2001 tarihli ve E.2001/4-926, K.2001/742 sayılı; Yarg. 4. HD; 19.03.2009 tarihli ve E.2008/9075, K.2009/4072 sayılı kararlar. (Kararlar için bkz; http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/hgk-2001-4-926.htm, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/4hd-2008-9075.htm, 18.07.2018.)

[3] YHGK; 03.10.1990 tarihli ve E.1990/4-275, K.1990/459 sayılı karar. (Karar için bkz; http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/hgk-1990-4-275.htm, 18.07.2018.)

[4] Bkz; http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5b50758557a924.34344971, (19.07.2018).

[5] Bkz; http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&kelime=resim%20%C3%A7ekmek%20(veya%20%C3%A7%C4%B1karmak)&cesit=2&guid=TDK.GTS.5b50758d260ac8.05976904, (19.07.2018)

[6] YHGK; 19.09.2012 tarihli ve E.2012/11-392, K.2012/593 sayılı karar. (Karar için bkz; http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/hgk-2012-11-392.htm, 18.07.2018.)

[7] Yarg. 11. HD; 01.07.2014 tarihli ve E.2014/6374, K.2014/12573 sayılı karar. (Karar için bkz; https://emsal.yargitay.gov.tr/BilgiBankasiIstemciWeb/GelismisDokumanAraServlet, 18.07.2018.)

[8] Tekinalp; age, s.290.

[9] Yavuz, L./ Alıca, T./Merdivan, F.; Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, 2. Cilt, Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, s.2968.

Cordoba Davası Üzerine İnceleme: Umuma İletim Hakkı ve “Yeni Umum” Kriterinin Yerindeliği

Dava (Cordoba Davası olarak da anılacaktır), Dirk Renckhoff isimli profesyonel fotoğrafçı ile Almanya’nın Waltrop şehrindeki Gesamtschule Waltrop Ortaokulu arasındaki bir uyuşmazlıktan kaynaklanmaktadır. İlgili karar, Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD)’nın umuma iletim kavramı hakkındaki en güncel yorumlarından birini teşkil etmektedir.

Bay Renckhoff, İspanyol şehri Cordoba ile ilgili fotoğrafının kullanım hakkını münhasır olarak Schwarzaufweiss (www.schwarzaufweiss.de) olarak bilinen çevrimiçi seyahat portalına devretmiştir. Fotoğrafının kullanımı ile alakalı münhasır kullanım hakkı verirken fotoğrafla ilgili olarak herhangi bir erişim ya da indirme kısıtlaması koymamıştır. Gesamtschule Waltrop’ta okumakta olan bir öğrenci bu fotoğrafı indirmiş ve İspanyolca dersi atölyesindeki projesine bu resmi dahil etmiştir. Ayrıca, ilgili öğrenci fotoğrafın altında, fotoğrafı indirdiği çevrimiçi seyahat sitesine atıfta bulunmuştur. Projenin tamamlanmasına müteakiben, okul bu projeyi internet sitesi üzerinden ulaşılabilir hale getirmiştir. Bay Renckhoff bu durumdan haberdar olduğunda Hamburg Bölge Mahkemesi (Landgericht Hamburg) nezdinde ihlal davası açmıştır. Bu davada, fotoğrafın kullanım hakkını yalnızca seyahat sitesine verdiğini ve dolayısıyla okulun internet sitesinde ilgili fotoğrafın paylaşılmasının fikri mülkiyet haklarını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Bay Renckhoff’un fikrim mülkiyet ihlali iddiaları hem birinci derece mahkemesi hem de istinaf mahkemesi tarafından kabul edilmiştir. Bununla birlikte dava temyiz edilerek Almanya Federal Mahkemesi’ne götürülmüştür. Federal Mahkeme eser sahibinin izni olmadan ilgili fotoğrafı içeren bir proje ödevini okulun internet sitesinde paylaşmanın 2001/29 sayılı (Info So) Direktifin 3. maddesinde belirtilen şekilde eseri umuma iletme teşkil edip etmeyeceği noktasında şüpheye düşmüş ve ABAD’a bu yönde sorular yöneltmiştir. 

ABAD ve Başsavcı (Advocate General-AG) Sanchez-Bordona, kolayca ulaşılabilir olan bir fotoğrafın, eser sahibinin izni olmadan başka bir internet sitesinde paylaşılmasının umuma iletim teşkil edip etmeyeceği üzerinde farklı görüşler sunmuşlardır. Başsavcı olayda umuma iletim bulunmadığı görüşünde olmasına rağmen, olaydaki bulguların Avrupa Birliği’nin eser sahibi merkezli fikri mülkiyet düzenlemelerine uygun olduğunu söylemek zordur. Söz konusu karara ulaşırken Başsavcı, öğrenci ve okulun eser sahibinin fikri mülkiyet hakkını kasten ihlal etmediği, olayda fotoğrafın tali nitelik taşıdığı ve maddi kazanç elde etme saikinin olmamasını dikkate almıştır. Bununla birlikte, ABAD kasten ihlal olgusunun var olup olmadığını inceleme konusu yapmamıştır. ABAD, sadece okulun internet sitesine erişimi olan kişilerin ilgili fotoğrafa ulaşabilirliğini değerlendirmekte ve dolayısıyla olayda umuma iletim olduğuna hüküm vermektedir. ABAD’ın bu yaklaşımının eser sahiplerine yüksek bir düzeyde koruma sağlanmasını koruma istediğinden kaynaklandığı ifade edilebilir. Bununla birlikte, bu durum kafa karıştırıcı bir hal almaktadır, çünkü ABAD GS Media kararında ifade ettiği kasten ihlal/müdahale kriterini bu davada dikkate almamıştır. Bu bağlamda, öncelikle sübjektif bir kriter olduğu için böyle bir ihlalin her olayda varlığını tespit etmenin zor olduğunu belirtmek gereklidir. Dolayısıyla, umuma iletim sorununu değerlendirirken bu kriterin kararda değerlendirilen bir kriter olmaması daha makuldür. İkinci olarak, okulun ilgili fotoğrafı internet sitesinden ulaşılabilir hale getirirken, umuma iletim durumundan haberdar olmadığını kabul etmek makul gözükmemektedir. Okulun internet sitesi bütün internet kullanıcılarına açık olduğu için, okulun aksi görüşü savunmamalıdır. Proje için hedef kitlenin temel olarak aile bireyleri, öğrenciler ve öğrencilerden oluşması bu durumu değiştirmemektedir çünkü bütün internet kullanıcıları internet sitesine ve dolayısıyla ilgili fotoğrafa ulaşabilmektedir. Buna ek olarak, ABAD’ın umuma iletimi durumunu değerlendirirken, hyperlink bağlamının aksine, “kasten ihlal” durumunu genel bir kriter olarak görmediği için bu durumu değerlendirmesine almadığı söylenebilir.

Dava konusu ihtilaf daha ziyade telif konusu eserin “yeni bir umuma (kitleye)” iletilip iletilmediği noktasında örgülenmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere, telif konusu fotoğraf hiçbir kısıtlama ve ücret talep edilmeksizin online bir seyahat sitesinde yayımlanmıştır. Bu noktada, Advocate General Sanchez’in yaptığı gibi, hali hazırda söz konusu fotoğrafın kısıtlama olmaksızın bütün internet kullanıcılarının erişimine sunulduğu ve bu sebeple daha sonraki bir sitede yayımlanmasının fotoğrafı daha geniş bir kitleye ulaştırmayacağı akla gelebilir. Böylesi bir yaklaşım söz konusu ihtilaf ile Svenson (hyperlink) davası arasında ne gibi bir bağ olduğu/olabileceği sorusunu doğurmaktadır. Svenson davasında ABAD, hyperlink yoluyla bir esere erişimin sağlanmasını umuma iletim olarak tanımlamış ancak, söz konusu iletimin yeni bir kitleye (new public) erişim sağlamadığı tespitinde bulunmuştur[1]. Bu tespiti yaparken ABAD, hyperlink ile erişim sağlanan eserin ilk olarak bir web sitesinde yayımlandığı, söz konusu yayımın bir kısıtlama olmaksızın yapıldığı ve bu sebeple bütün potansiyel internet kullanıcılarının hedef kitle oluşturduğu olgularına dayanmıştır[2]. Bununla birlikte ABAD, mevcut dava kapsamında davalı okul ve İtalyan hükümeti tarafında ileri sürülen aynı minvaldeki argümanı kabul etmemiştir[3]. ABAD, içtihadı ile uyumlu olarak, eserin iletimi/yayımlanması noktasında yeni umum kavramının kapsamını belirlerken telif sahibi tarafından göz önüne alınan umumu/kitleyi dikkate almıştır. ABAD’a göre, Renckhoff tarafından fotoğrafın eriştirilmek istendiği hedef kitle yalnızca bahsi geçen seyahat web sitesinin kullanıcılarından oluşmakta olup, Land Nordrhein okul websitesi kullanıcılarını kapsamamaktadır[4].

Belirtmek gerekir ki, ABAD doğru bir şekilde ihtilaf konusu eylemin InfoSoc Direktifi 3. Madde uyarınca umuma iletişim olarak nitelendirmiştir. Bir eserin ücretsiz olarak erişime sunulması 3.kişilere telif konusu eseri dilediğince kullanılması hakkı bahşetmemektedir. Aksi bir tutum, ABAD tarafından da işaret edildiği üzere, ilgili Direktif tarafından açıkça yasaklanan telif hakkının tükenmesi (exhaustion principle) sonucunu doğuracaktır[5]. ABAD bununla yetinmeyip söz konusu eylemi yeni bir kitleye iletişim kapsamında da değerlendirmiştir. Rafael Otel davası ile birlikte yeni bir kitleye iletişim konsepti ABAD’ın içtihatının önemli bir parçası haline gelmiştir. Ancak, Cordoba davası ile bir kez daha “yeni umum/kitle” kriterine gerçekten ihtiyaç duyulup duyulmadığı ve söz konusu kriterin uluslararası hukuk ile ne kadar uyumlu olduğu sorusu tekrar gündeme gelmiştir. Rafael Hotel davasında ABAD tarafından da belirtildiği üzere, Birlik hukuku uluslararası (fikri sınai haklar) hukuk ile uyumlu olarak yorumlanmalıdır[6]. Yeni umum kriteri Bern Konvansiyonu’nun kaleme alınması sırasında açıkça reddedilmiş olup, buna rağmen ABAD tarafından umuma iletişim kapsamının bir parçası olarak incelenmesi doktrinde eleştirilere yol açmıştır[7]. Mevcut dava kapsamında, telif hakkının 3. kişilerin kullanımını önleyici özelliği özel olarak vurgulanmasına rağmen ABAD’ın yeni umum üzerindeki ısrarcı tutumu sorgulanmaya değer bir hususiyet arz etmektedir.  İhtilaf konusu eylemin umuma iletişim oluşturup oluşturmadığı ve bu neticede eser sahibinin umuma iletişim hakkının ihlal edilip edilmediği sorusunun ortaya çıktığı durumlarda, asıl dikkatin eser sahibinin eseri üzerindeki kontrolü icra edebilmesi ve bunun sonucu olarak maddi bir karşılık elde edebilme yetisi üzerinde olması gerektiği kanaatindeyim. 3. kişilerin telif konusu eserden istifadesini kontrol edebilme ve bunun neticesinde maddi bir karşılık elde edebilme telif haklarının temelini oluşturmaktadır. Seyahat web sitesinde yayımlanan fotoğrafın başka bir sitede yayımlanması eğer umuma iletişim olarak kabul edilmez ise, eser sahibinin kendi eseri üzerindeki kontrolü kaybedeceği aşikardır. Böylesi bir durum, yukarıda bahsi geçtiği üzere, temel amacı eser sahibine bir güvence ve mülkiyet hakkı tanımak olan telif sistemi ile çelişecektir. Bu durum yalnızca eser sahibi açısından değil, kamu menfaati açısından da problemler oluşturacaktır. Ücretsiz ve sınırlama olmaksızın erişime sunulan eserlere telif hakkının tanınmaması eser sahiplerinin eserlerini ücretsiz olarak umuma açma düşüncesinden vazgeçirebilecek niteliktedir. Bu noktada AG Sanchez, eser sahibinin başka sitelerden kendi eserinin kaldırılmasını talep edebileceğini ve bu şekilde eser üzerindeki kontrolünü sürdürebileceğini iddia etmiştir. Ancak, böylesi bir kabul eser sahibinin umuma iletişim hakkını icrasını sınırlandıracak ve birtakım formalitelere tabi olmasına yol açacaktır. Böyle bir durumda, eser sahibi sürekli olarak 3.kişilerce eserinin başka sitelerde erişime sunulup sunulmadığını kontrol etmek ve eserinin kaldırılması için girişimlerde bulunmak külfetine maruz kalacaktır. Bu yaklaşımın Bern Konvansiyonu’na aykırılık oluşturacağı aşikardır zira, Konvansiyonun 5. maddesinde açıkça telif haklarının icrasının herhangi bir formalite veya yükümlülüğe tabi tutulamayacağı hükmolunmuştur[8]. Bunun yanında ayrıca belirtilmelidir ki, yeni umuma iletim hakkının sınırlarını belirleme noktasında eser sahibince dikkate alınan umumun esas alınması telif hakları ile koruma altına alınan “münhasır hak” konsepti ile uyumsuzluk göstermektedir. Zira, telif ile koruma altına alınan münhasır haklar mülkiyet hakkı gibi mutlak bir hak teşkil edip sınırlarının net ve objektif bir şekilde çizilmesi gerekmektedir. Kesin ve objektif koşullar yerine eser sahibinin niyetinin anlaşılmaya çalışılması gibi sübjektif kriterlere dayanılması söz konusu hakkın kapsamını belirsiz hale getirmektedir[9]. Bahsi geçen sebeplerden ötürü, odak noktası eser sahibinin eseri üzerindeki kontrolünü dilediği gibi devam ettirip ettiremediği ettirebilmesi ve maddi menfaatlerden mahrum kalıp kalmadığı olmalıdır.

Kuşkusuz, umuma iletim hakkı sınırsız bir hak olmayıp birtakım sınırlama ve istisnalara tabidir. İlgili dava bakımından söz konusu olan istisna eğitim faaliyetlerine ilişkindir. Info So Direktifi 5. madde eğitimsel amaçlar ile bir eserin kullanılmasına ilişkin istisna öngörmektedir. AG Sanchez dava konusu eylemin bu istisna kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini incelemiş olsa da ABAD bu konuya ilişkin olarak herhangi bir değerlendirme de bulunmamıştır. ABAD’ın bu hususta sessiz kalması kendisine bu husus ile alakalı bir soru yöneltilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.  Meseleye ilişkin olarak Sanchez, okul tarafından gerçekleştirilen eylemin eğitimsel faaliyet istisnası koşullarını sağladığı ve bu sebeple eser sahibinin rızasına ihtiyaç duyulmadığı hükmüne varmıştır. Bu sonuca ulaşırken Sanchez, fotoğrafın kaynağı belirtilerek siteye konduğu ne öğrencinin ne de okulun herhangi bir kâr amacı taşımadığı ve söz konusu eylemin hiçbir şekilde eser sahibinin maddi haklarını olumsuz bir şekilde etkilemediği olgularına dayanmıştır. Bununla birlikte, ALAI davaya ilişkin yayımladığı görüşünde bütün internet kullanıcılarına açık bir yayın yapılmasının eğitim amacını aştığını iddia etmiştir. Görünen o ki ALAI, söz konusu eylemin eserin olağan kullanım hakkı ile çeliştiği kanısındadır[10]. Ancak, Sanchez tarafından da belirtildiği üzere, okul sitesi ziyaretçilerinin çoğunluk itibari ile okul öğrencileri ve öğrenci velileri olduğu nazara alındığında böyle bir yaklaşımın doğruluğu şüphe oluşturmaktadır. Akıllara acaba ABAD bu husus ile alakalı nasıl bir yaklaşım ortaya koyardı sorusu olarak gelmektedir. Bu noktadaki esas mesele, telif koruması ve eğitim amacı ile kullanım hakkı arasında adilane bir dengenin nasıl kurulabileceği meselesidir. Eğer ABAD telif hakkının olabildiğince geniş, istisnaların ise dar yorumlandığı klasik yaklaşımını benimser ise, ALAI’ye benzer bir yaklaşım takınacağı söylenebilir. Ancak, böylesi bir yaklaşımın yukarıda bahsi geçen iki hak arasında adilane bir denge tesis edeceğini söylemek güç olacaktır. Bu yaklaşım öğrenci ve öğretmenlerin ücretsiz ve kısıtlama olmaksızın internette yayımlanmış materyalleri kullanmasını ciddi ölçüde kısıtlayabilecek ve telif sisteminin meşruiyetine gölge düşürebilecek niteliktedir[11]

Ahmet Şamil ÇİÇEK

Haziran 2019

a.samilcicek@gmail.com


[1] Svensson and others v Retrierver Sverige AB (Case C-466/12)

[2] Ibid, paragraf 25 ve 26

[3] Renchkhoff Case C-161/17, paragraf 27

[4] Ibid, paragraf 35

[5] InfoSoc Direkif 3. Madde 3. fıkra

[6]  SGAE v Rafael Hotels Case C-306/05, paragraf 35

[7]  Makeen F. Makeen, The Controversy of Simultaneous Cable Retransmission to Hotel Rooms under International and European Copyright Laws, 57 J. Copyright Soc’y U.S.A. 59 (2009); ALAI Opinion on Case C-161/17, 29 May 2018; P. Bernt Hugenholtz and Sam C. van Velze, Communication to a New Public? Three reasons why EU copyright law can do without a ‘new public’, July 2016 

[8]  Berne Konvansiyonu Madde 5 fıkra 2

[9]   P. Bernt Hugenholtz and Sam C. van Velze, Communication to a New Public? Three reasons why EU copyright law can do without a ‘new public’

[10]  ALAI Opinion on Case C-161/17 (Land Nordrhein Westfalen v. Dirk Renckhoff

[11]  Opinion of the European Copyright Society concerning the scope of the economic rights in light of case C-161/17, Land Nordrhein Westfalen v. Dirk Renckhoff

Avrupa Birliği Dijital Tek Pazarda Telif Haklarını Düzenliyor (mu?) (II)

Önceki yazımızda dijital tek pazarda telif haklarını düzenlemeyi ve telif hakları korumasını AB üye ülkelerinde yeknesaklaştırmayı amaçlayan Dijital Tek Pazarda Telif Haklarına İlişkin Yönerge’nin (“Yönerge“) (“Directive on Copyright in the Digital Single Market“) tartışmalara sebep olan 15. maddesi ile bu maddenin yaratması beklenen etkilerini tartışmıştık. Bu yazımızda ise Yönerge’nin çok tartışılan 17. maddesini inceleyeceğiz.

Madde 17 – Çevrimiçi İçerik Paylaşım Platformlarının Sorumluluğu

(https://boingboing.net/2019/03/23/artikel-13.html)

Eski 13. ve yeni 17. madde çevrimiçi içerik paylaşım platformlarının (“online content-sharing service providers“) sorumluluğunu düzenlemektedir ve karşıtları tarafından “meme ban” veya “upload filter” (yükleme filtresi) adlarıyla anılarak geniş tepki toplamıştır.

Madde, çevrimiçi içerik paylaşım platformlarına bir filtre kurarak yüklenen içeriği denetim yükümlülüğü getirmektedir, buna göre telif hakkı ihlali niteliğinde olan ve kullanıcı tarafından yüklenen içerikten çevrimiçi içerik paylaşım platformları sorumlu olacaktır. Çevrimiçi içerik paylaşım platformu yüklenen içeriği bizzat kontrol edip gerektiğine karar verdiği halde bu içeriği engelleyebilecektir. Bu sebeple, “Uyar-Kaldır” sisteminden farklı olarak herhangi bir talep olmaksızın kullanıcılar tarafından yaratılan içeriğin “sansürlenmesi” de olanaklı hale gelmektedir.

Maddenin altında yatan amaç, hak sahibinin aktif fiilini gerektiren “Uyar-Kaldır” sisteminin sonuçlarının çevrimiçi içerik paylaşım platformları üzerinde bu platformların telif hakkı sahipleriyle lisans sözleşmesi yapmak için yeterli baskıyı kuramaması ve eser sahiplerinin eserlerinin çevrimiçi kullanımlarından hak ettikleri bedeli alamamasıdır.

Getirilen bu sorumluluk sebebiyle çevrimiçi içerik paylaşım platformlarının üzerindeki lisans sözleşmesi yapma baskısı artacaktır.

Bu madde ile tanınan denetim yükümlülüğü yalnızca;

  • ana amacı kullanıcılar tarafından çevrimiçi içerik yaratmak ve bu içeriği saklamak olan, ve
  • kar amaçlı

çevrimiçi içerik paylaşım platformlarına getirilmiştir.

Bu çevrimiçi içerik paylaşım platformlarına en önemli iki örnek Facebook ve YouTube verilebilir.

Kullanıcılar tarafından içerik yaratılan her platforma bu sorumluluk öngörülmemektedir. Kar amacı gütmeyen çevrimiçi ansiklopediler, kar amacı gütmeyen eğitim ve bilim amaçlı servisler, yazılım geliştirme ve paylaşım siteleri, çevrimiçi pazaryerleri Yönerge madde 17’de tanımlanan sorumluluktan muaftır.

Sistem Nasıl İşleyecek?

Maddeye göre bu çevrimiçi içerik paylaşım platformları özel bir algoritmayla bir yükleme filtresi (“upload filter“) kuracaktır. Bu filtre öncelikle içeriğin lisanslı bir içerik ile eşleşip eşleşmediğine bakacaktır.

  • Yüklenmeye çalışılan içerik lisanslı bir içerikle eşleşmiyorsa ve kara listede (“blacklisted“) değilse, içerik yayınlanacaktır. Kullanıcı tarafından yüklenen içeriğe ilişkin haklı bir telif hakkı ihlali şikayeti geldiğinde çevrimiçi içerik paylaşım platformlarının;
  • Lisans almak için yeterli çabayı gösterip göstermediğine (“made best efforts to get a license”),
  • İçeriğin kaldırılmasına ilişkin hak sahipleriyle iş birliği yapma konusunda yeterli çabayı gösterip göstermediğine, (“made best efforts to collaborate with right holders to block specific works“)
  • Hızlıca harekete geçip geçmediğine (“acted expeditiously“)

bakılacaktır. Yani, öngörülen sorumluluk mutlak bir sorumluluk değildir; çevrimiçi içerik paylaşım platformları Yönerge m. 17/4’te sayılan bu yükümlülükleri yerine getirdiği takdirde sorumlu tutulmayacaktır. Ancak bu yükümlülüklerin yerine getirilmediği takdirde, çevrimiçi içerik paylaşım platformu zararlardan sorumlu olacaktır.

  • Yüklenen içerik lisanslı bir içerikle eşleşiyorsa ancak lisans içeriğin yayınlanmasına izin vermiyorsa ve içerik yine de yayınlanırsa ve haklı bir telif hakkı ihlali şikayeti gelirse, içerik engellenecek ve çevrimiçi içerik paylaşım platformu zarardan sorumlu olacaktır.

Bu iki örnekte platformun sorumlu olduğu zarar eser sahibinin zararıdır.

Yönerge madde 17, platformun kullanıcıya karşı sorumluluğunu da düzenlemektedir. Nitekim yüklenen içerik lisanslı bir içerikle eşleşiyorsa ancak lisans içeriğin yayınlanmasına izin vermiyorsa ve içerik engellenirse kullanıcı tarafından bu engele itiraz imkanı tanınmaktadır. Bu itiraz sonucunda platform tarafından bu kullanımın parodi, kaynağın gösteriliyor olması vs gibi bir istisna kapsamına girip girmediği incelenir. Eğer platform içeriğin istisna kapsamına girmediğine karar verip içeriğin engelini devam ettirirse ve bu sebeple zarar doğarsa bu zarardan sorumlu olacaktır[1].

Küçük Ölçekli Çevrimiçi Paylaşım Platformları

Yaratılacak bu “upload filter” ciddi bir yatırım gerektirmektedir ve her çevrimiçi içerik paylaşım sitesi bu yatırımı yapamayacağı için zaten tekelleşmeye meyilli sektörü iyice birkaç büyük aktörün eline bırakacağı eleştirileri getirilmiştir.

Küçük ölçekli çevrimiçi içerik paylaşım platformlarından gelen bu yöndeki itirazlar neticesinde, AB üye devletlerinde üç yıldan az süredir aktif, yıllık cirosu 10 milyon Euro’dan az ve aylık kullanıcısının 5 milyondan az olan platformlar için bir istisna getirilmiştir.

Buna göre yukarıdaki üç şartı birlikte taşıyan platformlar hak sahibinden izin almak için makul çabayı gösterdiklerini ve ihlali öğrendikten sonra içeriğin kaldırılması için derhal müdahalede bulunduklarını ispat ettikleri takdirde sorumluluktan kurtulacaklardır. Bunları ispat edemediği takdirde küçük ölçekli çevrimiçi içerik paylaşım platformları da zararlardan sorumlu tutulacaktır.

Yönerge madde 17;

  • içerik engellemenin çevrimiçi içerik paylaşım platformunun inisiyatifine bırakması,
  • kötüye kullanıma elverişliliği sebebiyle aşırı sansürü getirme ihtimali,
  • sansürü yasaklayan AB E-Ticaret Direktifi m. 15’e aykırılığı,

sebebiyle eleştirilmektedir.

Yönerge m. 17 ile öngörülen sistemin nasıl işletileceğini, çevrimiçi içerik paylaşım platformlarına tanınan hakkın ne şekilde kullanılacağını ve AB telif yasalarında çok köklü değişiklik teşkil eden bu Yönerge’yi Polonya, Hollanda, İsveç, İtalya, Finlandiya ve Lüksemburg gibi karşı çıkan ülkelerin ne şekilde uygulayacağını merakla bekliyoruz.

Ece GÖNÜLAL

Haziran 2019

egonulal@gmail.com


[1] https://signal.eu.org/blog/wp-content/uploads/2019/03/article13flowchart.png?_sm_au_=iVVk6JFF8bQ07HDP

Avrupa Birliği Dijital Tek Pazarda Telif Haklarını Düzenliyor (mu?) (I)

Dijital tek pazarda telif haklarını düzenlemeyi ve telif hakları korumasını AB üye ülkelerinde yeknesaklaştırmayı amaçlayan Dijital Tek Pazarda Telif Haklarına İlişkin Yönerge (“Yönerge“) (“Directive on Copyright in the Digital Single Market“) büyük tartışmalara ve tepkilere rağmen 15 Nisan 2019’da Avrupa Birliği Komisyonu tarafından onaylandı, 17 Mayıs 2019’da AB Resmi Gazetesi’nde yayınlandı ve 7 Haziran 2019 tarihinde yürürlüğe girdi.

Yönerge’nin yürürlüğe girmesini takiben 24 ay içinde, yani 7 Haziran 2021 tarihine kadar, Avrupa Birliği üye devletlerinin ulusal kanunlarını Yönerge ile uyumlu hale getirmesi gerekiyor[1].

Yazımızda Yönerge’nin iddia edilen amacı ile tartışılan 15. ve 17. maddeleri ve bu maddelerin getirebileceklerini ele aldık. Bu yazımızda ağırlıklı olarak 15. maddeyi, bir sonraki yazımızda ise 17. maddeyi inceleyeceğiz.

Yönerge’nin çıkış noktası dijital tek pazar kapsamında ulusal telif yasaları arasındaki farklılığın azaltılması ve AB içerisindeki kullanıcıların telif hakkına konu içeriğe çevrimiçi ulaşımının kolaylaştırılması ihtiyacıdır. Bu kapsamda, Yönerge’nin üç ana amacı bulunmaktadır:[2]

  • Vatandaşların telif haklarına konu içeriğe sınır-ötesi erişim sağlaması,
  • Öngörülen eğitim, araştırma ve kültürel miras gibi istisnalarla bu amaçlar için telif haklarına konu içeriğin kullanılma fırsatlarının arttırılması,
  • Telif hakları piyasasının daha doğru çalışması amacıyla adil kuralların konulması.

Yönerge AB sınırları içerisinde telif hakkına konu içeriğe ulaşmayı kolaylaştırarak bu içerikler için yeni dağıtım yolları öngörmektedir. Yönerge’de teknolojik gelişmeler de dikkate alınarak ülkelerin telif yasalarındaki farklılıktan doğan zorluklar ve telif hakkına konu içeriğin çevrimiçi dağıtımının doğası gereği sınır ötesi oluşu da dikkate alınmıştır. [3] Yönerge ile telif yasaları yeknesaklaşacağından içeriğin lisans hakkına konu olması tek şekilde ve tek elden gerçekleşebilecektir. Örneğin, ulusal telif yasalarındaki farklılıklar sebebiyle ülkelere bağlı yayın yapan talebe bağlı yayın platformları veya televizyon yayıncıları bu sınırların kaldırılmasıyla Avrupa Birliği sınırları içinde aynı yayını yaparak izleyicilerin sınırlara takılmadan daha fazla içeriğe ulaşmasını sağlayacaktır.

Peki Yönerge’nin Hangi Maddeleri Neden Bu Denli Tartışma ve Protestoya Sebep Olmuştur?

Yönerge’nin özellikle detaylıca açıklayacağımız iki maddesi (madde 15 ile 17) çok büyük tartışmalara sebep olmuştur.

Madde 15 – Basın Yayımcısına Tanınan Komşu Haklar

Eski 11. ve yeni 15. madde basın yayımcısına tanınan komşu hakları düzenlemektedir.

Karşıtları tarafından “Link tax” (link vergisi) ve “News tax” (haber vergisi) adlarıyla anılan bu madde büyük dikkat çekmiş; ancak aşağıda detaylıca anlatacağımız sebeplerle ana medya kuruluşları tarafından yayınlanan haberlerde kendisine hak ettiği yeri bulamamıştır.

Yönerge daha adil bir ortam yaratma amacıyla AB üye ülkelerinde yerleşik basın yayımcısına özel yeni komşu haklar öngördüğü iddiasıyla bilgi hizmeti sağlayıcılarının (“information society service providers” ; örnek olarak arama motorları ile haber toplayıcıları verilebilir) aşırı kullanımını sınırlandırma amacıyla yeni düzenlemeler öngörmektedir.[4]

Madde uyarınca, AB üye ülkelerinde yerleşik basın yayımcısına, kendileri tarafından yayınlanan telif hakkına konu içeriğin arama motoru veya haber toplayıcıları tarafından kullanılması halinde bedel talep etme hakkı tanınmaktadır. Bir diğer deyişle, madde ile basın yayımcılarına tanınan hak kullanıcılardan değil, bilgi hizmeti sağlayıcılardan bedel talep etme hakkıdır.

Yönerge söz konusu hakkın içeriğe ilişkin belirli kelimeler veya çok kısa bir bölümün alıntılanması, içeriğin akademik veya bilimsel araştırmalar amacıyla kopyalanmasını ve “hyperlinking“i maddenin istisnaları olarak öngörmüştür.

Maddede basın yayın kuruluşlarına ilişkin bir tanım bulunmadığı gibi içeriğin çok kısa bir bölümünün ne olduğu da yoruma oldukça açıktır. AB üye ülkelerinin yasalarını Direktif ile uyumlaştırırken bu içeriği çok da doldurulmamış ibareleri tanımlamaları beklenmektedir. “Hyperlink” istisnası da anlamsız bulunmuştur; nitekim zaten linklere tıklanmadan yalnızca sayfanın küçük bir kısmı görülebilmektedir. Yani “hyperlinking” ile belirli kelimeler ile içeriğin kısa bir bölümünün alıntılanması aslında aynı sonuca yol açmaktadır.

AB üye ülkelerinde yerleşik basın yayın kuruluşlarının bu madde ile getirilen bedel talep etme hakkı ise haberin yayınından itibaren iki sene sonunda sona erecektir (ilk gerçekleştirilen Yönerge görüşmeleri sırasında bu sürenin 20 yıl olarak düşünülmüş, tepkiler sonucunda 2 yıla inmiştir).

AB üye ülkelerinde yerleşik olmayan basın yayımcıları madde ile tanınan haktan yararlanamayacaklardır.

Madde, blog yazıları yayınlayan siteler gibi internet sitelerini etkilemeyecektir. 🙂

Ek olarak, madde Yönerge’nin yürürlüğe girmesinden önce yayınlanan haberler için uygulama alanı bulamayacaktır.

Aslında, AB üye ülkeleri basın yayıncılarına tanınan bu yeni komşu hakka çok da yabancı değildir.

  • Almanya’da basın yayımcısına münhasır bağlantılı telif hakkı tanıyan kanun 1 Ağustos 2013’ten beri,
  • İspanya’da dijital basın yayımcısına münhasır bağlantılı telif hakkı tanıyan kanun 1 Ocak 2015’ten beri

yürürlüktedir.

Ancak, Almanya ve İspanya’da yürürlükte olan bu yasalarda çok önemli bir farklılık bulunmaktadır: Almanya’da basın yayımcılarına komşu hak tanıyan yasa yayımcıya bedel almama yönünde bir imkân tanırken, İspanya’da böyle bir imkân tanınmamaktadır.

Kanunların yürürlüğe girmesi üzerine, Almanya’da pek çok basın yayımcısı indekslenebilmek için bilgi hizmeti sağlayıcıları ile bedelsiz lisans sözleşmesi yaparken, İspanya’da bedel almama imkanı tanınmadığından “Google News” gibi pek çok önemli bilgi hizmeti sağlayıcısı hizmetlerini kapatmış ve yasa çıktıktan sonra İspanya’da dijital ortamdan haber takip edenlerin oranı büyük bir düşüş göstermiştir[5].

Yönerge’de basın yayımcısına tanınan bedel talep etme hakkından vazgeçilip vazgeçilemeyeceğine ilişkin herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Bu konuda herhangi bir açıklamaya yer verilmemesi, AB üye devletlerinin ulusal kanunlarını Yönerge ile uyumlu hale getirirken bu konuda bir serbestiye sahip oldukları yönünde yorumlanmaktadır. Bir diğer deyişle, bazı AB üye devletleri basın yayımcına bedel almama yönünde imkân tanırken bazı AB üye devletleri tarafından bu imkânın tanınmaması beklenmektedir. Bu durumda Yönerge’nin amaçladığı bölgeselliğin pratikte ne derece sağlanabileceği de tartışmaya açıktır.

Basın yayımcılarına tanınan bu bedel talep etme hakkının asıl sebebinin büyük basın yayımcıların kullanıcıların Google News gibi arama motorlarının ara yüzlerinden, ana sayfaya girmeden (ve tabi haber sitelerindeki reklamları görmeden) haberleri okuyabilmesi ve haber sitelerinden karşılıksız olarak yararlanılmasına ilişkin ticari kaygılarının yattığı bilinmektedir.

Yani,  basın yayın kuruluşlarının “arama motorları bizim içeriklerimizden kazanıyor, biz de arama motorlarından kazanalım” baskılarında başarılı oldukları ve istediklerine ulaştıkları söylenebilir. Böyle bir bedel isteme hakkının zaten neredeyse tekel olan bu sektörde büyümeye çalışan bilgi hizmeti sağlayıcılarına yüksek bedeller ödeterek gelişmelerini önleyeceği bekleniyor ve büyük oyuncuların lobisini destekleyen bu madde büyük eleştiriler alıyor.

Eleştirilen 15. maddenin ulusal mevzuatlara ne şekilde yansıyacağını ve özellikle Polonya, Hollanda, İsveç, İtalya, Finlandiya, Lüksemburg gibi Yönerge’nin onaylanmasına karşı çıkan ülkelerin Yönerge’yi nasıl uygulayacağı merakla bekliyoruz.

Ece GÖNÜLAL

Haziran 2019

egonulal@gmail.com


[1] https://www.osborneclarke.com/insights/new-copyright-directive-published-will-change-eus-copyright-framework/

[2] https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX%3A52016PC0593

[3] http://ec.europa.eu/information_society/newsroom/image/document/2018-25/creatingadigitalsinglemarket-europeancommissionactionssince2015pdf_996FEA88-AD3C-940E-050B64C9A7B33CF5_53055.pdf

[4] http://copyrightblog.kluweriplaw.com/2018/06/18/julia-reda-discusses-current-proposal-directive-copyright-digital-single-market/

[5] https://www.osborneclarke.com/insights/eu-copyright-reforms-is-it-the-end-for-the-much-hyped-press-publishers-right/

PEYNİRİN TADI TELİFLE KORUNUR MU: ÇEKİYORUM, GÜLÜMSEYİN ve “PEYNİİİİİİİR” DEYİN!

 

Aşağıda yer verdiğim ABAD görüşüne konu davanın taraflarının ilk karşı karşıya gelişi değil bu. Belli ki davacı Levola Hengelo B.V davalının piyasadaki varlığından hiç memnun değil ve onun “sinsi”  bir şekilde kendisini taklit ettiğini-kendisinden yararlandığını düşünüyor.

Taraflar geçmişte 2015 yılında bir marka ihtilafında ringe çıktılar ve itiraz eden/davacı Levola en sonunda Temyiz’de kazandı davayı. Aşağıda inceleyeceğim görüşe konu davayı duyunca hemen o marka ihtilafı zihnimde parıldadı, çünkü iflah olmaz bir Harry Potter hayranı olarak, Levola’nın kavramsal benzerlik ile ilgili argümanları ilgimi çekmiş ve eğlenceli gelmişti bana çünkü kavramsal benzerlik karşılaştırmasında büyücüler, cadılar vs havada uçuşuyordu! O zaman ne olmuştu hemen kısacık anlatayım. Davalı Benelüks’te WITTE WIEVENKAAS diye marka tescilleri yapınca Levola şirketi HEKS’NKAAS markasına dayanarak buna itiraz etmişti. İki marka da KAAS kelimesini içeriyor ama KAAS Hollanda dilinde “peynir” demek yani bir ayırt ediciliği yok. Şimdi diğer kelimelere bakalım;

Hollanda dilinde HEKS “CADI”, HEKSEN ise  “CADILAR” demek, WITTE “BEYAZ” demek ve “WIEVEN” bir Hollanda diyalektiğinde “KADIN EŞLER/KADINLAR” demek. Yani HEKS’NKAAS , “CADILARIN PEYNİRİ” ve WITTE WIEVENKAAS “BEYAZ KADINLARIN PEYNİRİ”  demek. Gördüğünüz gibi yazılışlar ve okunuşlar benzemiyor. (Hollanda dilinde bir kelimenin nasıl okunacağını Hollandalıların kendisi ve Tanrı dışında hiç kimse bilemez (!), ama verilen Benelüks kararında okunuşlar benzemiyor dendiğinden dolayı ben de benzemiyor diye yazdım.)

Levola demişti ki; WHITE WIEVEN cadıların hayaleti olan bir cadı türüne referans veriyor, bizim markamız da CADILARIN PEYNİRİ olduğuna göre bizim markamızla anlamsal ve kavramsal olarak güçlü bir benzerliği var.

Bunun üzerine Benelüks Marka Kurumundaki uzmanlar da oturup  (büyücü!) Merlin’in sözlüğünü açıp iki kavramın anlamını buluyorlar. (Bu arada hemen söyleyeyim, uzmanların yararlandığı Hollanda’nın en saygı gören sözlüğü tabii ki). Sözlüğe göre cadı; büyü yapma gücü olan, bir çeşit sihirbaz, başkaları için felaketlere sebep olma gücü olan kişi, zeki ve yaramaz kız veya doğada büyülü gücüyle var olan kişi gibi anlamlara geliyor.

Yine Sözlük’e göre WITTE WIEVEN ise Alman Mitolojisinden gelen bir kavram ve şu demek; kötücül ama aynı zamanda zeki kadın, deliklerde ve gizli yerlerde yaşayan, şans ve şanssızlığı aramak veya gelecekte olacakları tahmin etmek için zaman zaman bulundukları yeri terk eden, çalınmış veya kaybedilmiş şeylerin yerini bulan genç ve bekar kızlar.

Kurum neticeten bu iki kavram arasında bir benzerlik olmadığını çünkü HEKS(CADI) nın büyücülük yetenekleri olan bir kişiyken, Levola’nın iddialarının aksine, WITTE WIEVEN’in cadı olmadığını ve bu kavramı bilen herkesin de aradaki farkı ayırt edebileceğini söylüyor.  Böylece markalar benzer bulunmayarak itiraz reddediliyor. Levola işi bir üst aşamaya taşıyıp Temyiz’de kazanıyor ama. (Arzu ederseniz birgün o kararı da yazabilirim).

Şimdi yıllar sonra ABAD görüşüyle anlıyoruz ki yukarıda bahsettiğim marka ihtilafı devam ederken taraflar bir yandan da telif hakkı üzerinden bir savaşa girmişler. Bakalım neler olmuş.

 

OLAYIN VAK’ALARI

HEKSENKAAS veya HEKS’NKAAS bir çeşit sürülebilir ve batırılarak yenen (dip), krem peynir ve taze ot/bitkilerden müteşekkil yiyecek. (ben buna kısaca peynir diyeceğim) Ürün 2007 yılında taze sebze ve meyve ticareti yapan bir Hollandalı tarafından yaratılmış ve 2011 yılında tüm hakları Levola’ya devredilmiş. HEKSENKAAS markası 2010 yılında tescil edilmiş, ayrıca ürünün üretim usulüne ilişkin olarak 2012 yılında patent alınmış.

Davalı Smilde Foods BV ise 2014 yılından beri WITTE WIEKENKAAS markası altında Hollanda’da bir süpermarket zinciri için, Levola’nın ürünü gibi, bir peynir üretiyor.

2015 yılında Levolo, Smilde’ye, Hollanda’da dava açıyor ve kısaca diyor ki; bunlar benim peynirimin “tadını” taklit ediyor,  bu telif hakkı ihlalidir, peynirin tadındaki telif hakkı ürün tüketilirken ki hissedilişten kaynaklı genel izlenimden doğar ki, bunun içine ürüne dokunulduğunda doğan his ve ağızdaki algıda dahildir.

Ancak Gelderland Yerel Mahkemesi peynirin tadı telif hakkına tabi eser midir değil midir tartışmasına dahi girmeye gerek olmadığını, çünkü Levola’nın hangi unsur veya unsur kombinasyonlarının Heksenkaas peynirlerine orijinal karakter verdiğini ve Levola’nın hususiyetini taşıdığını ispat edemediğini söyleyerek davayı reddediyor.

Levola kararı temyiz ediyor. Temyiz Mahkemesi dosyayı durdurup ön görüş için ABAD’a gönderiyor.

Hemen söyleyeyim bu davaya Fransız, İtalyan, Hollanda ve İngiliz Hükümetleri ile AB Komisyonu da görüş sunuyor. Ben herkesi anladım da, kusura bakmasınlar, ama İngilizleri pek çözemedim. Kızmasınlar ama, İngilizlerin bi Cheddar (Çedar) peyniri vardır bilinen -ki peynir üstadı İsvçreliler Cheddar kelimesini duyunca  gözlerini devirirler o yüzden peynirle ilgili bir tartışmada İngilizleri görünce biraz şaşırdım!.

Temyiz Mahkemesi ABAD’a kısaca diyor ki;

Geçmişte Hollanda Yüksek Mahkemesi, prensip olarak, parfüm kokularının telife tabi olabileceğine karar vermişti; Levola bu karara dayanarak peynirin tadının da telife tabi eser olabileceğini iddia ediyor. Smilde ise telif sistemine göre korumanın ancak görsel ve işitsel eserlere verilebileceğini, bir gıda ürününün tadının sübjektif doğaya sahip olup, her zaman aynı stabilite de olmayacağından dolayı da telif korumasına tabi olamayacağını iddia ediyor. Fransa Court of Cassation ise kategorik olarak kokulara telif koruması verilmesine karşı çıkıyor. AB’ndeki Mahkemeler arasında bu konularda görüş birliği yok.

AB Hukuku bir yiyeceğin “tadına” telif koruması verilmesini yasaklıyor mu? Böyle bir koruma “edebi ve artistik eserler” kavramına aykırı mı olur? Bern Konvansiyonu  2(1) maddesi  “every production in the literary, scientific and artistic domain, whatever may be the mode or form of its expression”, diyor, burada verilen örnekler yalnızca görülerek ve/veya duyularak algılanan yaratılarla mı ilgildir?

Bir gıda ürününün tadının istikrarsız olabilme ihtimali ve/veya tüketildiğinde sübjektif bir kanaat oluşturması buna telif koruması verilmesine engel midir?

Eğer telif koruması verilebilirse bunun şartları nelerdir? Telif sadece tada mı verilir yoksa tarife de verilebilir mi? Telif iddiasında bulunan bunu hangi delillerle ispat etmelidir? Böyle bir ihtilafa bakan Mahkeme ihlal olup olmadığını nasıl tespit etmelidir; iki ürünün tadının bütünsel olarak aynı olması gözönüne alınacak bir faktör müdür?

 

Önce şunu söyleyeyim; Temmuz 2018’de ABAD Hukuk Sözcüsü bu dava hakkındaki görüşünde bir gıda ürününün tadına telif koruması verilmesinin mümkün olmadığını söylemişti.

C-310/17 sayılı 13/11/2018 tarihli görüşüyle ABAD bu konuda ne demiş şöylece özetleyebiliriz;

1- AB Hukuku üye ülkelere “eser” kavramının nasıl tespit edileceği ve kapsamı konusunda açık bir kural önermiyor. Ancak AB’nin her yerinde eşit biçimde uygulanacak ve aynı biçimde kabul görecek ortak bir anlayış ihtiyacı mevcuttur. Dolayısıyla yapılacak yorumların tüm AB’de aynı biçimde geçerli, otonom ve yeknesak olması şarttır.

2- Bir yiyeceğin tadına telif koruması verilmesi, bunun ancak eser kabul edilmesi ön şartına bağlıdır. Eser kabul edilebilmek için de bunun “orijinal” yani “sahibinin hususiyetini taşır” olması ve ifade edilmiş olması şarttır. İfade edilmiş olduğunun kabul edilebilmesi için ise, kalıcı bir formda olmasa dahi,  yeterli derecede kesinlik ve objektivite taşıması gerekir. Bu böyledir çünkü ortada telif ihlali olup olmadığını araştıracak mercilerin (Mahkemelerin) dava konusunun koruma altında olduğunu açık ve kesin biçimde tespit edebilmesi lazımdır. Ayrıca bu gereklilik piyasada var olan rakip kişiler için de lüzum arz eder. Ortada bir sübjektif durum olmaması gerekir.

3- Ancak bir yiyeceğin tadı kesin ve objektif biçimde bu vasfı taşımaz. Yiyeceğin tadı özünde duyum ve tecrübelere bağlıdır ki bunlarda sübjektif olup, tadan kişi – bunun yaşı – yiyecekler konusundaki tercihleri – tüketme alışkanlıkları gibi faktörlere bağlı olarak değişir.

4- Bugünün mevcut teknik imkanlarıyla bir yiyeceğin tadının kesin ve objektif olarak aynı tip başka ürünlerle farkının belirlenmesi mümkün değildir.

5- Tüm bunlar göz önüne alındığında bir gıda ürününün tadının AB Hukuku uyarınca “eser” kabul edilmesi mümkün değildir. Bu durumda herhangi bir Üye ülkenin yerel mevzuatının da yiyeceklerin tadının telifle korunacağına izin verdiği biçiminde yorumlanamaz. İlk soru bu şekilde cevaplandığına göre, sonraki soruların cevaplanmasına yer yoktur.

Acaba Levola’da çalışanlar fotoğraf çektirirken hala “cheeeeese” diyorlar mıdır?

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Kasım 2018

 

 

 

 

FSEK KAPSAMINDA FİKİR VE SANAT ESERLERİNDE KAYIT-TESCİL SİSTEMİ

 

Eser, 05.12.1951 tarihli ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.1/B hükmünde “Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır. Eser sahibi ise FSEK m.1/B/1,b ve m.8/1 hükümleri gereğince “eseri meydana getiren kişi” olarak tanımlanmıştır.

Bir fikir ve sanat ürününün eser olarak kabul edilmesi ve FSEK tarafından sağlanan korumadan faydalanabilmesi için, FSEK’te öngörülen eser kategorileri olan ilim ve edebiyat, güzel sanat, musiki veya sinema eseri kategorilerinden birine girmesi ve sahibinin hususiyetini taşıması gerekmektedir. Bu iki şartın birlikte varlığı halinde FSEK anlamında bir eserden söz etmek mümkündür.

Eser, meydana getirildiği andan itibaren başka bir hukuki işleme gerek kalmaksızın (ipso iure) doğmakta ve eser sahibinin eser üzerindeki hakları kural olarak herhangi bir tescil işlemine gerek kalmaksızın bu andan itibaren korunmaktadır. Ancak, FSEK’in “Eser Sahibinin Hakları” başlıklı m.13 hükmünde, FSEK kapsamında korunan tüm eserlerin kayıt ve tescilinin yapılabilmesine imkan tanınmıştır.

Hak sahipliklerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlayan kayıt ve tescil işlemleri FSEK m.13 hükmü ile Fikir ve Sanat Eserlerinin Kayıt ve Tescili Hakkında Yönetmelik (Yönetmelik) hükümleri kapsamında zorunlu kayıt ve tescil ile isteğe bağlı kayıt ve tescil işlemleri olarak ikiye ayrılmaktadır.

Zorunlu Kayıt-Tescil

Yönetmelik m.5 hükmü gereğince sinema ve müzik eserlerinde filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren film yapımcıları ile seslerin ilk tespitini gerçekleştiren fonogram yapımcıları, sinema ve müzik eserlerini içeren yapımlarının kayıt ve tescilini yaptırmak zorundadır. Zorunlu kayıt ve tescil olarak ifade edilen söz konusu işlem, hak ihdas etmek amacı taşımaksızın, bu kişilerin sahip oldukları hakların ihlal edilmemesi, hak sahipliklerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlanması ve mali haklara ilişkin yararlanma yetkilerinin takip edilebilmesi amacıyla yapılmaktadır.

Belli bir mizansen veya senaryo çerçevesinde hareketli ve sesli görüntüleri içermesi nedeniyle; tıpkı sinema eserlerini içeren yapımlarda olduğu gibi bilgisayar oyunları da hak sahiplerince, sahip olunan hakların belirlenmesi ve haklara ilişkin ispat kolaylığı sağlanması amacıyla kayıt ve tescil işlemine tabi tutulmaktadır.

Bu kapsamda aşağıdaki eserler zorunlu kayıt ve tescil işlemine tabi tutulmaktadır.

Müzik eseri içeren yerli ve ithal yapımlar.

Sinema eseri içeren yerli ve ithal yapımlar.

Yerli ve ithal bilgisayar oyunları.

Zorunlu kayıt ve tescil işlemleri Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı  İstanbul Telif Hakları ve Sinema Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır.

Zorunlu kayıt ve tescil işlemleri için gerekli olan evraklara, ücret ve ücretin yatırılması gereken hesap numarası bilgilerine http://www.telifhaklari.gov.tr/Zorunlu-KayitTescil adresi üzerinden ulaşılabilmektedir.

Zorunlu kayıt ve tescil işleminin yapılmaması halinde mevzuatta açıkça bir yaptırım öngörülmemişse de Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik (Bandrol Yönetmeliği) m.5 hükmü gereğince kayıt ve tescili yapılan sinema ve müzik eseri nüshalarına, çoğaltmayı takiben sevkiyattan önce bandrol yapıştırılması zorunludur. Bandrol Yönetmeliği m.7 hükmü gereğince tespit edildiği materyale bakılmaksızın; elektronik, mekanik veya benzeri araçlarla gösterilebilen, sesli veya sessiz, birbiriyle hareketli görüntüler dizisi içeren ve kayıt-tescili yapılan bilgisayar oyunlarında da bandrol kullanılması zorunludur. Bandrol yükümlülüğünün ihlali hallerinde ise FSEK m. 81 hükmü gereğince cezai yaptırım uygulanmaktadır. Söz konusu hükümler birlikte değerlendirildiğinde zorunlu kayıt ve tescilin yapılmaması halinde bandrol alınamayacağı ve bandrol alınmadan bu eserleri piyasaya sürenler bakımından FSEK m. 81 hükümleri işletilebileceği sonucuna varılmaktadır[1].

İsteğe Bağlı Kayıt-Tescil

FSEK m.13/3 hükmü gereğince eser sahiplerinin talebi üzerine, FSEK kapsamında korunan tüm eserlerin kayıt ve tescili yapılabilmektedir. Yönetmelik m.7 hükmüne göre ise zorunlu kayıt ve tescile tabi olanlar dışındaki eser gruplarında eser sahiplerinin isteğe bağlı kayıt ve tescil işlemi yaptırabileceği düzenlenmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki söz konusu hüküm FSEK m.13/3 hükmünü bertaraf etmemektedir. Zira sinema ve müzik eseri için zorunlu kayıt tecil söz konusu olsa da bir sinema eserinde yer alan diyaloglar için diyalog yazarı yahut bir müzik eserinde yer alan güfte için güfteci isteğe bağlı kayıt ve tescil işlemini yaptırabilmektedir.

İsteğe bağlı kayıt ve tescil işlemi eserin kimin tarafından meydana getirildiğini belirleme açısından kolaylık sağlamak amacıyla yapılan, ancak yaptırılması zorunlu olmayan ve yaptırılmadığında hak kaybına neden olmayan beyana dayalı bir işlemdir.

İsteğe bağlı kayıt ve tescil için sunulması zorunlu evraklar Yönetmelik m.7 hükmünde belirtilmiş olup başvurular https://online.telifhaklari.gov.tr/Account/ApplierLogin adresi üzerinden online olarak yapıldıktan sonra başvuru evrakının şahsen veya posta yoluyla Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğüne iletilmesiyle tamamlanmaktadır.

İsteğe bağlı kayıt-tescil başvurusuna dair ücretler ve hesap numaraları http://www.telifhaklari.gov.tr/ISLEM-UCRETI-NE-KADARDIR-HESAP-NUMARASI-NEDIR adresinden temin edilebilmektedir.

Sonuç

Kayıt ve tescil işleminin amacı fikir ve sanat eserlerini içeren yapımlar üzerinde hak ihdas etmek amacı taşımaksızın mali ve manevi hak sahiplerinin söz konusu haklarının ihlal edilmemesi, hak sahipliklerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlanmasıdır.  Bu kapsamda kayıt ve tescil belgesi hak sahipliğinin ispatı bakımından takdiri bir delil olup hak sahipliğine dair kesin delil taşımadığı gibi bir eser sahipliği belgesi de değildir.[2]

Sınai mülkiyet haklarının tescilinde Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından esasa ilişkin olarak yapılan araştırmanın aksine; fikir ve sanat eserlerinin kayıt ve tescilinde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescile konu eser üzerinde herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmamaktadır.

Yönetmelik hükümleri kapsamında gerekli olan bilgi ve belgelerle başvurulması halinde Kültür ve Turizm Bakanlığı kayıt ve tescili gerçekleştirmektedir. FSEK m.13 hükmüne göre; beyana müstenit yapılan bu işlemlerden Bakanlık sorumlu tutulamamaktadır. Bu nedenle başvuru sahibinin beyanın doğruluğu araştırılmamaktadır. Ancak, FSEK m.13 hükmüne göre; kayıt ve tescil işlemlerine esas teşkil edecek işlemlerde, mevcut olmadığını bildiği veya bilmesi icap ettiği veya kendisine ait olmayan malî ve manevî haklara ilişkin yanlış beyanda bulunanlar, FSEK’te öngörülen hukukî ve cezaî müeyyidelere tabidirler. Yönetmelik m.13 gereğince gerçeğe aykırı bilgi verildiği, idari birimlerce veya mahkemece tespit edilen, sahte belge kullanıldığı sabit olan, hakkında yargı mercileri tarafından verilmiş iptal kararı bulunan veya mükerrer olduğu tespit edilen işlemlere ilişkin belgeler iptal edilmektedir.

Sonuç olarak, kayıt ve tescil işlemi eser sahipliğine bağlı hakların doğması bakımından kurucu bir etkiye sahip olmasa da özellikle muhtemel hukuk ve ceza davalarında eser sahipliğinin kanıtlanması hususunda ispat kolaylığı sağlamaktadır.

Elif AYKURT KARACA

elifaykurt904@gmail.com

Ekim 2018

[1]  Aşık, Berna; Fikir ve Sanat Eserleri Hukukunda Kayıt Tescil ve Diğer Formaliteler, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ekonomi Hukuku Yüksek Lisans Programı 2008, s. 94.

[2] Aşık, Berna, s. 87-88.