Ay: Ekim 2013

Korsan Parti Hareketi – IPR Korumasında Aşırılığa Karşı Tepki

pirateparty

Korsan Parti Hareketi – Fikri Mülkiyet Hakları Korumasında Aşırılığa Karşı Toplumsal Tepki

GİRİŞ

İlk olarak 2006 yılında İsveç’te kurulan ve günümüze dek geçen süre içerisinde birçok ülkede yasal partileşme sürecini tamamlayan ya da bu yönde çalışmalara konu olan Korsan Parti Hareketi amaçları ve yapılanması bakımından mevcut siyasal partilerden ve hareketlerden belirgin farklılıklar göstermektedir.

Korsan Parti hareketi temel varoluş gerekçesini telif hakları, patent korumalarıyla ilgili kanunlarda reform yapılması, internette ve kişisel yaşamda bireyin mahremiyet hakkının korunması, bireysel özgürlüklere devlet müdahalesinin engellenmesi ve devletin şeffaflaştırılması olarak tanımlamaktadır. Korsan Parti Hareketi telif hakları, patent kanunlarında reform yapılması olarak ortaya konulan temel amacı bağlamında mevcut siyasal parti veya hareketlerden farklılaşmakta ve belirtilen kanunların bireylerin bilgiye erişim hakkını sınırlandırarak temel özgürlükleri ve gelişmeyi engellediklerini öne sürmektedir.

Korsan Parti Hareketi Avrupa ülkelerinin çoğunluğunda, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde siyasal parti olarak faaliyet sürdürmekte, Türkiye’nin de içlerinde bulunduğu bazı ülkelerde ise partinin oluşturulması veya hareketin fiilen işlerlik kazanması için çalışmalar sürdürülmektedir. Dolayısıyla, hareketin temel argümanları bakımından dünyanın birçok yerinde toplumda karşılık bulduğu ve gönüllüler aracılığıyla hareketin yaygınlık kazanmaya çalıştığı gözlemlenmektedir. 2010 yılında kurulan Uluslararası Korsan Parti ise farklı ülkelerde faaliyet gösteren ulusal korsan partilerin ve partileşmemiş hareketlerin işbirliği halinde faaliyet göstermesi, aralarındaki birliğin, veri paylaşımının sağlanması ve hareketin daha geniş coğrafyalara yayılması amaçlarını gütmektedir.

FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI UYGULAMALARINDAN KAYNAKLANAN ÇATIŞMALAR VE İNTERNET DEVRİMİ SONRASI ÇATIŞMANIN AKTÖRLERİNDE DEĞİŞİKLİK

Korsan Parti Hareketinin temel argümanı, patent ve telif hakkı kanunlarının bireyin bilgiye erişimini engellemekte olduğu, bu engellemenin boyutunun patent, telif hakkı korumalarının amacını aştığı, bireysel ve toplumsal gelişimi sınırlayıcı hal aldığı, dolayısıyla bu korumaları düzenleyen kanunlarda reform yapılması gerektiği yönündedir.

Patent ve telif hakları koruması, daha genel bir kavramla fikri mülkiyet hakları hakkındaki genel kabul, bu hakların yaratıcılığı koruyarak toplumsal gelişime katkıda bulundukları, bu hakların toplumsal gelişimin lokomotifi oldukları yönündedir. Ayrıca, fikri mülkiyet haklarının genellikle gelişmiş ülkelerden kaynaklanan haklar olarak, gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelere dayatıldıkları ve hakların korunması anlamındaki asıl çatışmanın gelişmiş –gelişmekte olan ülkeler arasında yaşandığı şeklinde genel bir ön kabul söz konusudur. Ancak, bu ön kabulün tersine Korsan Parti Hareketi gelişmiş ülkelerin içerisinde ortaya çıkan ve taban bulan bir hareket niteliğindedir. Dolayısıyla, Korsan Parti Hareketi fikri mülkiyet haklarının korunması anlamındaki klasik gelişmiş – gelişmekte olan ülke çatışmasının ötesinde, aşırı korumacı yaklaşım neticesinde gelişmiş ülkelerde içerisinde de çatışmanın ortaya çıktığını göstermektedir.

Fikri mülkiyet hakları korumasının yaratıcılığı teşvik ederek ekonomik – toplumsal gelişmenin lokomotifi olduğu yönündeki klasik argüman son yıllarda yoğun biçimde eleştirilmeye başlanmıştır. Eleştirilerin bir bölümü aşırı korumayla oluşturulan uzun süreli tekelci hakların serbest rekabeti önemli ölçüde sınırlandırarak ekonomik gelişimi yavaşlattığı tezine dayanmakta, diğer eleştiri ekseni ise “Bilgi özgür olmak istiyor” retoriği bağlamında insan zihninin ürünleri üzerinde tekelci haklar kurulmaması gerektiği görüşünden kaynaklanmaktadır.

Dünya Ticaret Örgütü’nü kuran anlaşmalardan birisi olan TRIPs (Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması), fikri mülkiyet haklarının korunması ile ilgili düzenlemeleri kapsamaktadır. Anlaşma kapsamında fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin üye ülkelerce uygulanacak asgari şartlar belirlenmiştir. Asgari şartların çoğunluğunun, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin uygulama kapasitelerinin ötesinde olduğu düşünülmektedir. Anlaşma kapsamında gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere istisnalar ve geçiş süreleri tanınmış olmakla birlikte TRIPs bu tip ülkelere uygulanacak rejim bakımından yoğun eleştirilere konu olmuştur. Eleştiriler özellikle, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin vatandaşlarının ilaçlara erişimi (ilaç patentleri), TRIPs’in etkin uygulaması sonucu ortaya çıkacak refah dağıtımı sisteminin telif hakkı –patent korumaları yoluyla gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin vatandaşlarından gelişmiş ülkelerdeki hak sahiplerine para aktarımı şeklinde gerçekleşeceği, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde TRIPs aracılığıyla sağlanacak etkin fikri mülkiyet hakları koruması sonucu bu tip ülkelerde – bu ülkelerin daha zayıf fikri mülkiyet korumasına sahip olmalarına durumuna kıyasla – yapay kıtlıklar oluşacağı konularında yoğunlaşmaktadır.

Fikri mülkiyet hakları korumasının; koruma süreleri, koruma konuları, hukuki tedbirler, tecavüz durumunda uygulanacak cezalar, vb. konularda yapılacak düzenlemelerle en etkin biçimde korunmasının gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere dayatıldığı, dolayısıyla hakların korunması konusunda birincil çatışma alanının gelişmiş ülkelerle diğer ülkeler arasında kurulduğu yönünde bir kabul bulunmaktadır. Bu kabule göre bir yanda etkin korumayı savunan gelişmiş ülkeler, diğer taraftan hakların etkin korunması durumunda bundan zarar görebilecek ve bu nedenle etkin koruma tedbirlerini sınırlandırmak isteyen gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler bulunmaktadır. TRIPs anlaşmasının kabulü ve sonrasında gerçekleşen tartışmalarda da sürekli bu çatışmanın altı çizilmiş, etkin koruma tedbirlerinin gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin ulusal sanayilerine olumsuz etkileri konusunda çok sayıda çalışma yapılmıştır. Türkiye’de bu tartışmalar ilaç patentleri konusunda yoğunlaşmaktadır.

Fikri mülkiyet hakları konusunda asıl çatışma alanının gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler arasında olduğu yönünde genel bir kabul bulunmasına rağmen, internet aracılığıyla bilgi, veri paylaşımının artması ve bu yöndeki teknolojik gelişmelerle birlikte gelişmiş ülkeler içerisinde de yeni bir çatışma alanı ortaya çıkmaya başlamıştır. İnternet aracılığıyla herkesçe erişilebilen şarkı, film, yazılım indirme amaçlı web sitelerinin bu tip verilere ücretsiz sahip olma imkanını sağlaması ve verilerin ücretsiz indirilmesi yoluyla hak sahiplerinin olası gelirlerinin ortadan kaldırılması, bu endüstrilerin kurulu olduğu gelişmiş ülkelerde izinsiz veri indirme imkanı sağlayanlara ve veri indirenlere karşı sert – caydırıcı yasal düzenlemeler yapılmasını yanında getirmiştir. Telif hakları sahiplerince oluşturulan birlikler ve yazılım alanında faaliyet gösteren dünya devi şirketler, gerek hükümetler nezdinde yapılan kulis çalışmaları ve bu çalışmalar sonucu sağlanan caydırıcı cezalar, gerekse de ücretsiz veri indirme faaliyetlerini gerçekleştirenlere karşı girişilen teknolojik takip mekanizmaları yollarıyla izinsiz veri indirenlere karşı etkin mücadele yöntemlerini benimsemiştir. Ancak, alınan sert tedbirler ve takip mekanizmaları beklenenin ötesinde etki vermiş ve fikri mülkiyet haklarının ölçüsüz korunması çabasına karşı toplumda reaksiyon oluşmaya başlamıştır. Özellikle, izinsiz veri indirenlere karşı verilen ağır para cezaları, çok sayıda internet sitesinin kapatılması, işyerlerine baskınlar gibi sert tedbirler, müzik – sinema – yazılım endüstrilerine ve bu endüstrilerin çıkarları korumak için kullandıkları başlıca araç olan fikri mülkiyet haklarına tepkiyi yanında getirmiştir.

İnternet aracılığıyla dünyanın global bir köy haline geldiği, bilgiye istenildiği anda erişilebildiği egemen propagandası yapılmakla birlikte, reel yaşamda veriye -bilgiye erişimin büyük endüstrilerce fikri mülkiyet haklarının kullanımı yoluyla engellenmesi ve sert cezai tedbirlerin uygulanması, fikri mülkiyet haklarıyla sağlanan korumanın ana fikrine karşı sorgulamayı yanında getirmiştir. Fikri mülkiyet haklarının koruması felsefesi geçmişte özellikle bu hakların tekelciliğe imkan vererek serbest rekabeti engellemeleri noktasından sorgulanmış olmakla birlikte, yeni dönemde sorgulama özellikle veriye – bilgiye erişim hakkının engellenmesi noktasından, “Bilgi özgür olmak istiyor” retoriğiyle gerçekleşmiştir. Bu yeni sorgulama biçimi, fikri mülkiyet haklarına klasik anlamdaki eleştiri olarak adlandırabileceğimiz gelişmiş ülkeler – gelişmekte olan, az gelişmiş ülkeler çelişkisi ile birleştiğinde, fikri mülkiyet haklarına veya uygulama biçimlerinin meşruiyetine karşı mücadelenin fikri temelleri ortaya çıkmıştır.

İnternet kullanıcıları bakımından bilgiye erişim hakkı kadar önemli olan bir diğer hak ise iletişimde ismini saklayabilme hakkıdır. Çevrimiçi sohbet, forum, web sitesi, blog veya ülkemizde internet sözlükleri gibi platformlarda internet kullanıcıları takma adlar kullanarak fikirlerini dile getirmektedir ve internette ifade özgürlüğünün şartlarından birisinin ismini saklayabilme hakkı olduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte, internet aracılığıyla işlenen suçların yaygınlaşması gibi gerekçeler öne sürülerek suçun niteliğine veya ortada gerçek anlamda bir suç olup olmadığına bakılmaksızın bilgisayar IP numaralarının tespit edilmesi yoluyla iletişimde ismini saklayabilme hakkı sıklıkla devletler veya kolluk güçleri tarafından ihlal edilmektedir. İnternet kullanıcılarının sürekli takip altında olduklarını düşünmeleri ve görüşlerini dile getirirken bu takibi göz önünde bulundurmalarının ifade özgürlüğünü engellediği dile getirilmektedir. Dolayısıyla, bilgiye erişimi kolaylaştırdığı, dünyayı global bir köye çevirdiği söylenen internet, devletler tarafından vatandaşları takip etmenin veya gözetim altında tutmanın bir yöntemi olarak da kullanılabilmektedir.

KORSAN PARTİ HAREKETİNİN KISA TARİHİ VE GENEL İLKELERİ

Sinema– müzik – yazılım endüstrilerinin talepleri doğrultusunda gelişmiş ülkelerin hükümetlerince uygulanan ve özellikle internet kullanıcıları ve servis sağlayıcıları üzerinde yoğunlaşan baskı, tepkisel bir muhalefet olarak adlandırılabilecek Korsan Parti Hareketinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tarihsel olarak herhangi bir öncülle ilişkilendirilemeyen hareketin gelişmiş ülkelerdeki eğitim – kariyer sahibi genç kuşak tarafından geliştirilen bir muhalif hareket olduğunun söylenmesi mümkündür. Hareket herhangi bir sınıfsal tabana dayanmamasının yanı sıra herhangi bir toplumsal kimlik veya ideoloji ile ilişkilendirilebilir nitelikte de değildir.

2006 yılında ilk kez İsveç’te kurulan “Korsan Parti”, aynı yıl bu ülkede “Pirate Bay” isimli internet sitesine yapılan baskın ve site yöneticilerinin yargılanmaya başlanılması sonucunda yaygın kamuoyu desteği ve bilinirliği kazanmış ve ülkedeki önemli siyasal hareketlerden birisi haline gelmiştir. İsveç Korsan Partisinin kurulmasının ardından hareket internet aracılığıyla hızla Avrupa’da yayılmaya başlamış, hareket birçok ülkede siyasal parti olarak örgütlenmiş, bazı ülkelerde bu yönde çabalar sürdürülmüştür. Avrupa’daki Korsan Parti temsilcileri 2007’de toplanarak 2009 yılı Avrupa Parlamentosu seçimlerini hedef alarak bir birlik oluşturmuşlar ve Uluslararası Korsan Parti (Pirate Party International – PPI) olarak adlandırılan Birlik resmi olarak 2010 yılında Brüksel’de kurulmuştur.

Korsan Parti; Avusturya, Avustralya, Belçika, Bulgaristan, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İzlanda, İsrail, Japonya, Lüksemburg, Karadağ, İtalya, Hollanda, Norveç, Polonya, Sırbistan, Slovenya, Tunus, İspanya, İsveç, İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri (8 eyalette kayıtlı) ve Birleşik Krallık’ta yasal bir siyasal parti olarak kayıtlıdır. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 30’a yakın ülkede ise Korsan Partinin yasal olarak faaliyete geçirilmesi veya Korsan Parti altyapısının oluşturulması yönünde çalışmalar devam etmektedir.

Ulusal düzeyde faaliyet gösteren Korsan Partilerin bir kısmı seçimlere katılarak başarılı sonuçlar elde etmiştir. İsveç Korsan Partisi, 2009 yılında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oyların %7,1’ini alarak 2 koltuk kazanmıştır. Alman Korsan Partisi, Berlin eyalet seçimlerinde oyların %8,9’unu almış, Çek Korsan Partisi senatoda bir koltuk kazanmıştır. Şu ana dek elde edilen en büyük başarı ise Nisan 2013’teki seçimlerde oyların %5,1’ini alarak parlamentoya 3 üyesini sokan İzlanda Korsan Partisine aittir.

Uluslararası Korsan Partinin, 2012 yılında Prag’da düzenlediği konferans sonrası yayınlanan Prag deklarasyonu doğrultusunda, Avrupa Korsan Partileri, 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerine ortak bir programla katılma kararı almış ve bunun yanısıra Avrupa Korsan Partisinin kurulması kararlaştırılmıştır.

Uluslararası Korsan Parti, ulusal korsan partilerin manifestoları bağlamında temel ilkelerini değerlendirmiş, değerlendirme sonucunda korsan parti hareketinin faaliyet göstereceği alanları asli konular (core issues) ve asli olmayan konular (non core issues) olarak sınıflandırmıştır (http://wiki.pp-international.net/Pirate_Manifesto_parties_at_a_glance). Bu sınıflandırmaya göre medeni haklar ve özgürlükler, patentler, markalar, eser sahibinin hakları, bilgi toplumu ve hükümetlerin hesap verebilirliği ve şeffaflık başlıkları her korsan parti asli konusunu oluşturmalıdır. Asli olmayan konular genel hatlarıyla faaliyet konusu olmayacaktır. Uluslararası Korsan Parti, hareketin sadece asli konulara bağlı kalmasının diğer konular hakkında rahatsızlık duymamaktan değil, hareketin üzerinde uzlaşılan konulara odaklanmak istemesinden kaynaklandığını belirtmektedir. Bu durum en açık ifadeleriyle Uluslararası Korsan Parti tarafından 2008 yılında oluşturulmuş Uppsala Deklarasyonu’nun Avrupa Birliği Parlamentosu Stratejisi kısmında yer bulmuştur: “Avrupa Parlamentosunda etki sağlamanın yolu parti gruplarıdır. Seçildikten sonra, gruplarla görüşerek bize en yakın olanı tespit edecek ve o gruba katılacağız. Grup içerisinde politik olarak öne çıkarttığımız konularda grubun diğer üyelerini kendi pozisyonumuza çekmek için elimizden geleni yapacağız. Bunun karşılığında diğer tüm konularda grubun tavsiyesini dinleyeceğiz ve karşı çıkmak için önemli gerekçelerimiz olmadığı sürece grupla birlikte oy vereceğiz. Korsan Parti platformunun alanı dışında kalan konularda lobicilerin veya diğer partilerin destek almak için bize yakınlaşması durumunda, onları parti grubu içerisindeki ilgili kişiye yönlendireceğiz. Bu şekilde asıl önem verdiğimiz konulara odaklanacağız.” (http://historik.piratpartiet.se/?p=933)

Uluslararası Korsan Parti (PPI) tarafından oluşturulan her korsan partiye ve her parti üyesine referans olması gerektiği belirtilen ilkeler takip eden biçimdedir (http://wiki.pp-international.net/Building_the_principles_of_PPI):

1- İfade, iletişim, eğitim özgürlüklerini savunmak; vatandaşların gizlilik haklarına ve genel olarak vatandaşlık haklarına saygı göstermek.

2- Fikirlerin, bilginin ve kültürün serbest dolaşımını savunmak.

3- Telif hakkı ve patent kanunlarında reformları politik alanda savunmak.

4- İşbölümü içerisinde çalışma ve en üst düzeyde şeffaflıkla katılım sağlama konusunda taahhütte bulunmak.

5- Irk, köken, inanç ve cinsiyet alanlarında ayırımcılığı kabul etmemek veya benimsememek.

6- Şiddet içeren eylemleri desteklememek.

7- Mümkün olduğu sürece ücretsiz yazılımları ve açık protokolleri kullanmak.

8- Tüm kamu politikalarının açık, katılımcı ve işbirliğine dayalı biçimde oluşturulmasını politik alanda savunmak.

9- Diğer korsanlarla (korsan partilerle) dayanışmayı teşvik etmek.

10- Mümkün olduğunca paylaşmak.

Korsan Parti Hareketinin yukarıda yer verilen genel ilkelerinin incelenmesi, hareketi diğer toplumsal hareketlerden ayıran ve ona ayrıcalık kazandıran ilkelerin telif hakkı ve patent koruması, bilginin dolaşımı ile ilgili görüşleri olduğunu ortaya koymaktadır. Şöyle ki, hareketin diğer görüşlerinin çoğunluğu farklı hareketler tarafından da sıklıkla dile getirilen genel talepler niteliğindedir. Dolayısıyla Korsan Parti Hareketinin temel felsefesinin anlaşılabilmesi için özellikle telif hakkı, patent koruması, bilgiye erişim hakkı, bilginin dolaşımı gibi konulardaki görüşlerinin incelenmesi gerekmektedir (http://wiki.pp-international.net/Pirate_Manifesto_parties_at_a_glance).

Korsan Parti Hareketi fikri mülkiyet hakları korumasının asli bileşenlerinden birisi olan patent koruması hakkında;

· Mevcut patent koruması sistemi sürdürebilir durumda değildir. Biyopatentler (tohumlar, türler, canlılar ve bunların organları (bunların doğal genetik çeşitlilik sınırları dahilinde türetilmişleri dahil olmak üzere) ve yazılım patentleri alanları patent sisteminde değişikliğin açık hale geldiği başlıca iki alandır,

· Yazılım patentleri kaldırılmalıdır,

· Patent koruma süreleri kısaltılmalıdır,

· Biyopatentler kaldırılmalıdır,

· Patent koruma sistemlerinden kaynaklanan monopoller kaldırılması amaçlanmaktadır,

· İlaç patentleri, ilaçlara (salgın ve doğal afetlerde yaşandığı üzere) bazı ülkeler ve sosyal gruplarca erişim imkanını ortadan kaldırdıkları için kaldırılmalıdır,

görüşlerini dile getirmektedir.

Hareketin telif hakları, bilgi toplumu ve bilginin paylaşılması konusundaki temel görüşleri ise;

· Eser sahibinin ticari hakları konusunda telif hakkı koruma süresi kısaltılmalıdır,

· Dijital haklar yönetimi (DRM) uygulamalarına itiraz edilmelidir,

· Fikri mülkiyet gibi terimlerin kullanılmasından vazgeçilmelidir,

· Eser sahibinin hakları ve vatandaşların kültürel hakları arasında denge sağlanmalıdır,

· Kültürel eserlerin ticari nitelikte olmayan paylaşımı ücretsiz olmalıdır,

· P2P (peer to peer) paylaşım yasaklanmamalıdır,

· Kültür geliştirilmelidir,

· Kültürel paylaşımın artırılmasının toplum için olumlu bir gelişme olduğu yönündeki tutumumuz nedeniyle paylaşım hakkındaki cezaları anlamlı değildir ve cezaların kaldırılmaları gerekmektedir,

· Dijital eşitsizliği ortadan kaldırma amacına yönelik olarak kablolu ve kablosuz internet dünya çapında yaygınlaştırılmalıdır,

· Ağ tarafsızlığı (network neutrality: internet servis sağlayıcıların veya hükümetlerin kullanıcıların internetteki ağlara erişimine hiçbir kısıtlamama getirmemesini savunan ilke) sağlanmalıdır,

· Kamu kurumlarında açık protokollerin kullanımının zorunlu kılınması yoluyla teknolojik tarafsızlık sağlanmalıdır,

şeklinde özetlenebilir.

Korsan Parti Hareketi bir diğer önemli fikri mülkiyet hakkı olan marka hakkına patent ve telif hakları konularında olduğu ölçüde tepkisel yaklaşmamaktadır. Bu durum, marka hakkının koruma konusunun malların veya hizmetlerin ayırt edilmesine ilişkin işaretlerden oluşması, yani koruma konusunun bilgi olmamasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, hareketin telif hakkına konu eserlerin marka olarak tescil edilmemesi yönünde görüşü mevcuttur.

Korsan Parti Hareketinin medeni haklara ve bireysel özgürlüklere ilişkin yaklaşımı;

· Hukukun egemenliğini ve demokrasinin kurumları; ifade özgürlüğü, mahremiyet hakkı, masumiyet karinesi / yargıya başvurma hakkı, kanun önünde eşitlik / ayırımcılık yasağı, yaşam hakkı / moral ve vücut bütünlüğü hakkı şeklinde sayılabilecek 5 temel insan hakkı önde tutularak savunulacaktır,

· Hiçbir politik tez ve duruş, gerekçelendirilmiş rasyonel düşünce ve argümanlar yoluyla ifade edilmedikçe geçerlilik kazanmaz. Şiddet, demokraside politik amaçlara erişmek için kullanılabilecek bir yol değildir,

· Anti-terörizm yasaları dahil olmak üzere mevcut ve gelecekte oluşturulacak ceza yasaları insan haklarına ve sivil özgürlüklere uygunluk bakımından gözden geçirilmelidir ve uyumsuzluklar tespit edildiğinde bu kanunlar reforme edilmelidir,

ifadeleriyle özetlenebilir.

Korsan Parti Hareketi önceden de ifade edildiği üzere mevcut siyasal hareketlerden fikri mülkiyet haklarına ilişkin görüşleri ve bu görüşleri hareketin temel çıkış noktası olması bağlamında farklılaşmaktadır. Hareket temel çıkış noktası ve görüşleri bakımından sınıfsal, ideolojik veya kimliğe ilişkin özel bir kümeye hitap etmemektedir. Dolayısıyla, hareketin hedef kitlesi olarak tanımlanacak toplumsal bir grup mevcut değildir. Bununla birlikte Uluslararası Korsan Parti’nin Avrupa Parlamentosu seçim stratejisine yer verdiği 2008 yılına ait Uppsala Deklarasyonu’nda hareketin erişmek istediği temel kitle ve buna ilişkin strateji takip eden biçimde açıklanmıştır (http://historik.piratpartiet.se/?p=933): “Korsan Partinin programında dile getirdiği konuların asıl destekleyici kitlesi 18-30 yaş arası seçmenlerdir. Dolayısıyla partinin ana hedef grubu üniversite öğrencileri olmalıdır. Korsan Partinin gündeminde yer alan konular hakkında genç seçmenlere politik tutku aşılamak (bunun eksikliğinde bu gençlerin hiç oy vermeyeceği düşünülmektedir) ve onları sıraları geldiğinde yeni gönüllüler bulacak elçiler olarak cesaretlendirmek temel yöntem olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için elçileri güven, retorik ve gerektiğinde dağıtılmak üzere politik materyal ile donatmak gerekmektedir.”

Korsan Parti Hareketi internet üzerinden örgütlenen ve tüm dokümanlarını internet üzerinden yayınlanan bir hareket niteliğindedir. Dokümanların oluşturulmasında, katılımcıların çevrimiçi biçimde aynı anda kullanabildikleri yazılımlar kullanılmakta ve bazı dokümanlar farklı mekanlardaki katılımcıların çevrimiçi olarak aynı anda katıldıkları telekonferanslar yoluyla oluşturulabilmektedir. Hareket bu özelliği bakımından sıkı bir örgüt yapısı göstermemekte, karmaşık ve hiyerarşik örgüt yapılarına partileşmiş diğer siyasal hareketlerden farklılık göstermektedir.

SONUÇ YERİNE

Yazı boyunca temel argümanlarıyla açıklanmaya çalışılan Korsan Parti Hareketi, fikri mülkiyet hakları karşısındaki duruşu çerçevesinde daha detaylı bir incelemeyi hak etmektedir. Klasik olarak gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler arasında ortaya çıktığı kabul edilen fikri mülkiyet haklarının etkin uygulanması çatışmasının, internetin yaygınlaşması sonucu hangi anlamda ve nedenlerle eksen kayması yaşadığı detaylı biçimde değerlendirilmeli ve gelişmiş ülkeler içinden çıkan fikri mülkiyet karşıtı bir hareket olan Korsan Parti Hareketinin yapısı, görüşleri ve destek gördüğü toplumsal kesimler, hareketin ortaya çıktığı dönemin şartları göz önünde bulundurularak açıklanmalıdır. Bu yöndeki bir çalışmanın, sadece Korsan Parti Hareketinin anlaşılmasını sağlamakla sınırlı kalmayacağı, aynı zamanda fikri mülkiyet haklarının halk tarafından hangi içerikte değerlendirildiğinin anlaşılmasına yardımcı olacağı, kanaatimizce açıktır.

Önder Erol Ünsal

unsalonderol@gmail.com

Mayıs 2013

Avrupa Birliği Adalet Divanı “Colloseum v. Levi Strauss” Ön Yorum Kararı – Bileşke Markalarda Gerçek Kullanım Sorunu

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) tarafından 18 Nisan 2013 tarihinde verilen C-12/12 sayılı “Colloseum v. Levi Strauss” ön yorum kararı “gerçek kullanım (genuine use)” kavramını bileşke markalar bakımından değerlendirmektedir.

İhtilafın taraflarından Levi Strauss firması “erkekler, kadınlar ve çocuklar için pantolonlar, gömlekler, bluzlar ve ceketler” mallarını kapsayan aşağıdaki markanın sahibidir (bu marka yazı boyunca Adalet Divanı kararında yer aldığı haliyle “Marka no: 3” olarak anılacaktır):

 

Levi Strauss firmasının sahibi olduğu bir diğer marka ise, tarifnamesinde pozisyon markası olduğu belirtilmiş olan aşağıdaki markadır (bu marka yazı boyunca Adalet Divanı kararında yer aldığı haliyle “Marka no: 6” olarak anılacaktır):

 

Marka no: 6 için, bu markanın cebin şekli ve rengi için münhasır haklar sağlamayacağı yönünde bir kayıt sicile işlenmiş durumdadır. Marka no: 6 kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik istisnası kapsamında tescil edilmiştir.

Levi Strauss firması belirtilen markaların dışında “giyim eşyaları” için “levi’s” kelime markasının da sahibidir. 

 

İhtilafın diğer tarafı Colloseum firması ise piyasaya Colloseum, S. Malik ve Eurgiulio maraklı jean pantolonlar sunmaktadır. Bu pantolonlar sağ arka ceplerinin sağ yanına dikili kumaştan yapılmış kırmızı dikdörtgen etiketler üzerinde ilgili markayı veya “SM Jeans” ibaresini taşımaktadır.

Levi Strauss firması mahkemeye başvuruda bulunarak, Colloseum firmasının bu pantolonları piyasaya sunmaktan veya pazarlamaktan men edilmesini veya bu ürünlerin bahsedilen amaç doğrultusunda toplatılmasını talep etmiştir. Colloseum ise buna karşılık olarak Marka no:6’nın kullanılmaması hususunu ileri sürmüştür.

İlk Derece Mahkemesi, Levi Strauss’un talebini kabul etmiş ve bir üst mahkeme, Colloseum’un temyiz talebini reddetmiştir. Bunu üzerine dava Bundesgerichtshof’a (Federal Adalet Mahkemesi)  taşınmıştır, bu mahkeme, Marka no: 6’nın geçerli olduğunun kabul edilmesi durumunda, bu marka ile Colloseum tarafından piyasaya sürülen pantolonlar arasında karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkabileceğini, dolayısıyla dava sonucunu etkileyecek esas saptamanın Marka no: 6’nın gerçek kullanıma konu olup olmadığı tespiti olacağını belirtmiştir. Marka no: 6, 10 Şubat 2005 tarihinde tescil edilmiştir ve bu tarihten itibaren geçen 5 yıl içerisinde Marka no: 6, gerçek kullanıma konu olmamışsa, Temyiz Mahkemesinin duruşma tarihi olan 18 Şubat 2010 tarihinden önce, marka sahibinin hakları ortadan kalmış olacaktır.

Dolayısıyla, Bundesgerichtshof’un yanıtlaması gereken soru, Marka no: 6’nın Topluluk Marka Tüzüğü (CTMR) madde 15(1) anlamında gerçek kullanıma konu olup olmadığıdır. CTMR’ın bahsedilen maddesi takip eden biçimdedir:

“(1) Tescili takip eden 5 yıl süre içerisinde, sahibi, Topluluk Markasını, tescil kapsamındaki mallar veya hizmetler bakımından Toplulukta gerçek kullanıma konu etmezse  veya kullanıma beş yıllık süre boyunca kesintisiz biçimde ara verilirse, kullanmama konusunda makul nedenler olmadıkça, Topluluk Markası bu Tüzükte belirtilen yaptırımların konusu olur. 

(2) Aşağıdakiler paragraf (1) anlamında gerçek kullanım sayılacaktır:

(a) Bir Topluluk Markasının tescile konu halindeki ayırt edici karakterini değiştirmeyen, yalnızca unsurlarında farklılık olacak biçimdeki kullanımı.”

Bundesgerichtshof’un inceleme sırasındaki sonraki tespiti, Levi Strauss’un, Marka no: 6’yı, yalnızca Marka no: 3 biçiminde kullandığıdır. Bu çerçevede, değerlendirmenin özünü, diğer bir markanın parçalarından birisinden müteşekkil olan ve söz konusu diğer markanın kullanımı sonucu ayırt edici hale gelmiş tescilli bir markanın, diğer markanın kullanımı esas alınarak, Tüzüğün 15(1) maddesi uyarınca gerçek kullanıma konu olup olmadığı hususunun belirlenmesi oluşturmaktadır.

Bundesgerichtshof’a göre, Marka no: 3 ve no: 6, markaların ayırt edici karakterini değiştirmeyen, yalnızca unsurlardaki farklılık nedeniyle birbirlerinden ayrışmamaktadır. Dolayısıyla, markaların tüzük madde 15(2) çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. 

Bundesgerichtshof’un bir diğer değerlendirmesi ise, Levi Strauss’un pantolonları piyasaya sürerken, kırmızı dikdörtgen etiket üzerinde LEVI’S kelimesini kullanmasının, Marka no: 6 ve LEVI’S kelime markası birlikte Marka no: 3’ü oluşturduğundan, Marka no: 6’nın ve LEVI’S kelime markasının gerçek kullanımı sonucuna yol açtığının, düşünülebileceği yönündedir. Bu durumda ortaya çıkan soru, bir markanın (A) başka bir markayla (B) bir arada kullanıldığı, halkın bu iki markayı birbirinden bağımsız ayırt edici işaretler olarak algıladığı ve bu iki markanın kombinasyonun, tek başına, tescilli bir marka (C) olduğu bir durumda, bu markanın (yani A markasının), CTMR madde 15(1) anlamında gerçek kullanıma konu olduğunun kabul edilip edilemeyeceğidir.

Bu aşamada, Bundesgerichtshof işlemleri durdurmuş ve Avrupa Birliği Adalet Divanına takip eden soruları ön yorum kararı verilmesi talebiyle göndermiştir:

“Topluluk Marka Tüzüğü madde 15(1) aşağıdaki anlamlara gelecek şekilde yorumlanabilir mi: 

1-    Bileşik bir markanın parçası olan ve bu bileşke markanın kullanımı sonucu ayırt edici hale gelmiş bir marka, bileşke markanın tek başına kullanılması halinde, bu markaya bağlı hakları koruyacak biçimde kullanılabilir.

2-    Bir markanın (A), yalnızca diğer bir markayla (B) birlikte kullanıldığı, halkın iki markada bağımsız işaretleri görebildiği, ve ilaveten iki markanın birlikte tek bir marka (C) biçiminde tescilli olduğu bir halde, o marka (A) kendisine bağlı haklar korunacak şekilde kullanılabilir”.

Adalet Divanı soruları bir arada değerlendirmiş ve takip eden basit ifadeye indirgemiştir: “CTMR madde 15(1)’de belirtilen gerçek kullanım şartı, tescilli bir markanın, bileşeni olduğu bir bileşke markanın kullanımı sonucu ayırt edici hale gelmesi ve yalnızca o bileşke marka yoluyla kullanılması durumunda veya tescilli bir markanın, yalnızca başka bir markayla birlikte kullanılması ve ayrıca, bu iki markanın kombinasyonunun, tek başına tescilli bir marka olması durumunda, yerine getirilmiş sayılır mı?” 

Adalet Divanı değerlendirmesinde ilk olarak, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik hususunda C-353/03 sayılı “Nestle” kararında yaptığı değerlendirmeyi hatırlatmıştır.  Buna göre, ayırt edici karakterin kazanılması, tescilli bir markanın parçası veya bileşeni olarak kullanımdan veya tescilli bir markanın ayrı bir markayla birlikte kullanılmasından kaynaklanabilir. İki durumda da, bu kullanım sonucunda, kamunun ilgili kesiminin, başvuruya konu marka kapsamında bulunan malları veya hizmetleri, belirli bir işletmeden gelen mallar veya hizmetler olarak algılaması yeterlidir. Dolayısıyla, ayırt edici niteliğin kazanılması bakımından, işaretin tescilli bir markanın parçası olarak kullanılması veya başka bir tescilli markayla birlikte kullanılması önemli bir husus değildir. Adalet Divanı, Nestle kararında bu tespitlere ek olarak, yukarıda yer verilen değerlendirmenin genel nitelikte olduğunu ve önceki bir markayla karıştırılma olasılığı hususu değerlendirilirken önceki markanın ayırt ediciliğinin belirlenmesinde de kullanılabileceğini belirtmiştir.

Adalet Divanına göre, CTMR’in amacı ve madde 15(1) hükmünün yazım biçimi dikkate alındığında, Nestle kararında yer verilen değerlendirmenin “gerçek kullanım”  kavramı bakımından da kullanılması gerekmektedir. 

Kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik değerlendirmesine konu kullanımın, marka tescili gerçekleşmeden önceki kullanımla ilgili olduğu açıktır. Buna karşılık, madde 15(1) çerçevesinde “gerçek kullanım” tescilden sonraki 5 yıllık kullanım süresiyle ilgilidir. Dolayısıyla, kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik kapsamında tescil için öngörülen kullanıma, madde 15(1) anlamında tescilli marka sahibinin haklarının korunması için gerekli olan kullanımın belirlenmesi için dayanılamaz. Bununla birlikte, Nestle kararı, paragraflar 27-30 çerçevesinde, markanın kullanımı kelime anlamı itibarıyla, markanın bağımsız kullanımını ve markanın başka bir markayla bütün oluşturacak biçimdeki kullanımını veya başka bir markayla birlikte kullanımını kapsar. 

Adalet Divanına göre, kullanım kriteri, marka hakkının ortaya çıkması için gerekli kullanım ile tescilli marka hakkı korumasının sürdürülmesi için gerekli kullanımın ayrıştırılması yoluyla değerlendirilemez. Bir işaretin kullanım biçimi yoluyla o işaret marka koruması elde edilmesi mümkünse, aynı kullanım biçimi korumanın sürdürülmesinin sağlayabilir içerikte olmalıdır.

Davaya katılan Birleşik Krallık ve Almanya hükümetlerinin ve Avrupa Komisyonun belirttiği üzere, yalnızca bileşke bir markanın parçası olarak veya başka bir markayla birlikte kullanılan tescilli bir marka, CTMR madde 15(1) anlamında “gerçek kullanım” terimi kapsamına giren, ürünün kaynağını gösterir kullanım olarak algılanmalıdır.  

Yukarıda yer verilen tüm değerlendirmelerin ışığında Adalet Divanı, Bundesgerichtshof tarafından kendisine yöneltilen soruları takip eden biçimde yanıtlamıştır:

“Topluluk Marka Tüzüğü madde 15(1) kapsamındaki gerçek kullanım şartı, tescilli bir markanın, bileşeni olduğu bir bileşke markanın kullanımı sonucu ayırt edici hale gelmesi ve yalnızca o bileşke marka yoluyla kullanılması durumunda veya tescilli bir markanın, yalnızca başka bir markayla birlikte kullanılması ve ayrıca, bu iki markanın kombinasyonunun, tek başına tescilli bir marka olması durumunda yerine getirilmiş sayılabilir.”

Adalet Divanının yukarıda açıklanmaya çalışılan ön yorum kararı, kanaatimizce, “gerçek kullanım” kavramı konusundaki kafa karışıklarını, özellikle bileşke markalarda rastlanan kullanımın niteliğini sorusunu ortadan kaldırarak çözebilecek niteliktedir. Adalet Divanı C-353/03 sayılı “Nestle” kararında kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik kavramındaki kullanım şartı için uyguladığı kriterleri, işbu ön yorum kararında gerçek kullanım kavramı bakımından da uygulamış ve bileşke – kombinasyon niteliğindeki markalara uygulanacak markanın kullanım biçimine ilişkin değerlendirmenin, diğerinden (kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik incelemesindeki markanın kullanım biçimine ilişkin değerlendirmeden) farklı olmaması gerektiğini dile getirmiştir. Adalet Divanının basit olan yol olarak tanımlayabileceğimiz bu yöntemi tercih etmesinin, kavram ve uygulama karışıklıklarını da önleyebilecek, prosedürleri sadeleştirebilecek nitelikte bir karar olduğunun özellikle altı çizilmelidir.

Önder Erol Ünsal

Mayıs 2013

unsalonderol@gmail.com


Sloganlardan Oluşan Markaların Ayırt Edici Niteliği – Adalet Divanı Genel Mahkemesi “Innovation for the Real World” kararı (T-515/11)

Image

Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından 6 Haziran 2013 tarihinde verilen T-515/11 sayılı “innovation for the real world” kararı sloganların marka olarak tescil edilebilirliği konusunda Adalet Divanının mevcut içtihadın ne şekilde algılanıp değerlendirildiğinin anlaşılması bakımından önemli göstergeleri ortaya koymaktadır.

Türkçe’ye “gerçek dünya için yenilik (buluş)” şeklinde çevrilmesi mümkün olan “innovation for the real world” sloganının marka olarak tescil edilmesi amacıyla “DELPHI TECHNOLOGIES, INC” 2008 yılında İç Pazarda Uyumlaştırma Ofisine (OHIM) başvuruda bulunur. Başvuru kapsamında 7., 9., 10. ve 12. sınıflara dahil mallar (Motorlu araçlar ile ilgili ekipmanlar, yani yakıt idare sistemleri ve parçaları, ateşleyiciler ve bunların parçaları, emisyon kontrol sistemleri ve bunların parçaları. GPS navigasyon sistemleri, radyolar, ses sistemleri ile bunların parçaları ve aksesuarları. Hayatı belirtileri görüntüleme, tıbbi infüzyonları kontrol etme ve solunum işlevinin düzeltilmesi veya iyileştirilmesi amaçlı tıbbi cihaz ve araçlar. Motorlu araçlarla ilgili donanımlar, yani fren tertibatları, bağlantı ve parçaları; amortisör tertibatı ve parçaları; direksiyon sistemleri bağlantı ve parçaları; motorlu taşıtlar için güç aktarım mekanizmaları, hava yastıkları, emniyet kemerleri, şok emiciler ve sürüş üniteleri.) bulunmaktadır.  

OHIM İnceleme Birimi başvuruyu ayırt edicilikten yoksunluk gerekçesiyle reddeder ve başvuru sahibinin itirazı üzerine karar OHIM Temyiz Kurulu tarafından değerlendirilir.

OHIM Temyiz Kurulu, başvurunun ayırt edici nitelikten yoksun olduğunu belirterek, başvuru sahibi tarafından yapılan itirazı reddeder. Temyiz Kurulunun kararında takip eden değerlendirmelere yer verilir: “Başvurunun 9. sınıfında yer alan mallar bakımından ilgili tüketici kesimi genel anlamda halk, diğer mallar bakımından ise ilgili malların kullanıcısı olan profesyonellerdir. Başvuru kapsamındaki malların niteliği dikkate alındığında, kamunun ilgili kesiminin dikkat seviyesinin görece yüksek olduğu kabul edilmelidir. Kamunun ilgili kesiminin dikkat seviyesinin yüksekliğine rağmen, iyi bilgilendirilmiş tüketicilerin karar verme sürecine etkide bulunmayan promosyon niteliğindeki ibareler söz konusu olduğunda, belirtilen dikkat seviyesi nispeten düşük olabilir. Bu bağlamda, başvuruyu oluşturan “innovation for the real world” ibaresi kamunun ilgili kesimi tarafından, başvuru sahibi tarafından sunulan malların gerçek dünyaya ilişkin buluşlar, yenilikler olduğunu belirten övgü nitelikli bir söz dizisi olarak algılanacaktır. Başvuru kapsamındaki malların yeniliklerin-buluşların gerekli olduğu sektörlere ait olması bu anlamı daha açık hale getirmektedir. Bunun ötesinde, “innovation for the real world” ibaresi, promosyona yönelik anlamı dışında, tüketicilerce anında ve kolayca marka olarak algılanmasını sağlayacak herhangi unsur içermemektedir. Bu bağlamda, “innovation for the real world” ibaresi sözcüklerle oynama içermemektedir ve yaratıcı, şaşkınlık verici veya beklenmedik nitelikte değildir. Temyiz Kuruluna göre bu analiz Adalet Divanının C-398/08 sayılı Audi v. OHIM kararındaki tespitlerle çelişmemektedir, şöyle ki incelenen vakada başvuru sloganın bir promosyon sloganı olması nedeniyle değil, banal (sıradan) bir slogan olması nedeniyle reddedilmiştir. Ayrıca, Audi v. OHIM davasında, ilgili slogan uzun yıllar süren kullanım neticesinde geniş çapta bilinir hale gelmiştir, ancak incelenen vakada böyle bir durum söz konusu değildir.”

“DELPHI TECHNOLOGIES, INC” bu karara karşı dava açar ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesince görülür.

Davacının üç iddiası bulunmaktadır; (i) OHIM Temyiz Kurulu, başvurunun ayırt edici nitelikten yoksun olduğuna karar vererek, Topluluk Marka Tüzüğünün ilgili ret gerekçesini (7(1)(b)) hatalı yorumlamıştır, (ii) “innovation for the real world”      ibaresinin ünü ve kullanımı dikkate alınmamıştır, (iii) başvuruyla aynı veya benzer markaların Avrupa Birliği seviyesinde ve bazı üye ülkelerde tescil edilmiş olması göz önünde bulundurulmamıştır.

Belirtilen iddialar Adalet Divanı Genel Mahkemesince sırasıyla incelenmiştir.

Mahkeme ilk olarak, markaların ayırt edici niteliği ve sloganlardan oluşan markalar hakkındaki yerleşik içtihadının anahatlarını belirtir:

Adalet Divanına göre, bir markanın ayırt edici niteliğe sahip olduğundan bahsedebilmek için, bu markanın tescili talep edilen malların belirli bir işletmeden kaynaklandığını göstermesi ve bu şekilde malların diğer işletmelerin mallarından ayırt edilmesini sağlaması gerekmektedir (C473/01 P ve C474/01 P Procter & Gamble v OHIM [2004],  paragraf 32; C144/06 P Henkel v OHIM [2007], paragraf 34; C304/06 P Eurohypo v OHIM [2008], paragraf 66; C‑398/08 P Audi v OHIM [2010], paragraf 33). Böylelikle, ilgili malları edinen tüketicilerin sonraki bir satın alma esnasında, önceki deneyimlerinden memnun kalmaları halinde bu deneyimi tekrarlamaları, tersine memnun olmamaları halinde ise aynı deneyimden kaçınmaları sağlanacaktır (T‑130/01 Sykes Enterprises v OHIM (REAL PEOPLE, REAL SOLUTIONS) [2002], paragraf 18; T‑441/05 IVG Immobilien v OHIM (I) [2007], paragraf 39).

Bir markanın ayırt edici niteliği, öncelikle tescil talebine konu mallar veya hizmetler, ikinci olarak, kamunun ilgili kesiminin belirtilen mallara veya hizmetlere yönelik algısı esas alınarak değerlendirilmelidir (C473/01 P ve C474/01 P Procter & Gamble v OHIM [2004],  paragraf 33; C‑398/08 P Audi v OHIM [2010], paragraf 34).

Tescili talep edilen mallara veya hizmetlere yönelik olarak, aynı zamanda reklam sloganı veya bu malların satın alınmasını sağlamak amacıyla kalite veya teşvik emaresi olarak kullanılan işaretlerden müteşekkil markalar, bu kullanımları nedeniyle tescilden muaf tutulamazlar. Adalet Divanı, bu tip markaların ayırt edici karakteri değerlendirilirken, sloganlara diğer işaretlere uygulananlardan daha katı kriterler uygulanmaması gerektiği kararını önceden vermiştir.  (C‑64/02 P OHIM v Erpo Möbelwerk [2004], paragraflar 32, 41, 44; C‑398/08 P Audi v OHIM [2010], paragraflar 35-36).

İnceleme konusu sloganın ayırt edici niteliğe sahip olmadığı yönündeki kararın Topluluk Marka Tüzüğünün ihlali anlamına gelip gelmediği yukarıda yer verilen değerlendirmeler ışığında incelenmelidir.

Adalet Divanının, “Real People, Real Solutions” kararından görülebileceği üzere, bir sloganın sadece promosyona yönelik mesaj vermesi halinde iyi bilgilenmiş tüketicilerin dikkat seviyesi düşük olacak, buna karşın markanın hem promosyon mesajı vermesi hem de ilgili mallara veya hizmetlere yönelik olarak ticari kaynak belirten bir ibare olması halinde tüketicilerin dikkat seviyesi düşük olmayacaktır.

Yerleşik içtihada göre, bileşke kelime markaları söz konusu olduğunda, işareti oluşturan unsurlardan sadece birisinin anlamı değil, işareti oluşturan tüm unsurların bir arada oluşturduğu anlam dikkate alınacaktır (T‑28/06 RheinfelsQuellen H. Hövelmann v OHIM (VOM URSPRUNG HER VOLLKOMMEN) [2007], paragraf 32). Bir diğer deyişle, bir markanın ayırt edici niteliğe sahip olup olmadığı değerlendirilirken, markanın oluşturduğu bütünsel algı dikkate alınmalıdır. İncelenen vakada, Temyiz Kurulunun belirlediği üzere, “innovation for the real world” sloganı, başvuru kapsamındaki malların “gerçek dünya için yenilikler (buluşlar)” olduğunu işaret etmektedir ve davacı bu tespiti çürüten argümanlar ortaya koyamamıştır. Bu çerçevede, Temyiz Kurulunun, “innovation for the real world” ibaresinin, kamunun ilgili kesimince, malların ticari kaynağını gösteren bir işaret olarak değil, doğrudan ve ek bir değerlendirme olmaksızın yenilikçi mallara yönelik bir ima olarak algılanacağı yönündeki kararı yerindedir.

İlaveten, “innovation for the real world” ibaresinin promosyon sloganı olarak da ayırt edici nitelik içerdiğinden bahsedilemez. Adalet Divanının C‑398/08 P Audi v OHIM kararında belirtildiği üzere, markanın bir promosyon sloganından oluşması veya o şekilde algılanması, tek başına ilgili markanın ticari kaynak gösteremeyeceği anlamına gelmez. Bir reklam sloganın ayırt edici nitelikte olmadığından bahsedebilmek için, bu sloganın kamunun ilgili kesimince münhasıran bir promosyon formülü (deyimi, tertibi) olarak algılanmaya müsait nitelikte olması gerekir. Buna karşılık, işaret promosyona yönelik işlevinin ötesinde, kamunun ilgili kesimi tarafından anında, inceleme konusu malların veya hizmetlerin ticari kaynağına yönelik bir gösterge olarak algılanabiliyorsa, bu işaretin ayırt edici niteliğe sahip olduğu kabul edilecektir. İncelenen vaka özelinde, “innovation for the real world” sloganı, bu duruma uygun biçimde, yalnızca bir promosyon mesajı olarak algılanabilir durumdadır. Temyiz Kurulunca belirtildiği üzere, “innovation for the real world” ibaresi, kamunun ilgili kesiminin zihninde ayırt edici bir özellik olarak görülebilecek,  sözcüklerle oynama içermemektedir ve yaratıcı, şaşkınlık verici veya beklenmedik nitelikte değildir. Bu bağlamda, “innovation for the real world” ibaresi, promosyon işlevinin ötesine geçmeyen, tüketicilerin işareti ilgili mallar bakımından kolayca ve anında marka olarak algılamasını sağlayacak unsurları içermeyen, klasik bir slogan niteliğindedir.

Mahkeme, “innovation for the real world” sloganının, Adalet Divanı tarafından önceden verilen c-398/08 sayılı kararın konusu “vorsprung durch technik (teknoloji yoluyla ilerleme)” sloganından farklı olduğunu da belirtmektedir. Adalet Divanı, “vorsprung durch technik” sloganından oluşan markanın birden çok anlamının bulunması, kelimelerle oyun niteliğinde veya hayalgücü içeren, şaşkınlık verici ve beklenilmeyen nitelikte olması ve bu nedenlerle kolaylıkla hatırlanabilmesi nedenleriyle ayırt edici niteliğe sahip olduğu kararını vermişken; incelemeye konu “innovation for the real world” sloganı yukarıda sayılan özelliklerden hiçbirisini içermemektedir ve bu nedenle ayırt edici karaktere sahip değildir.

Adalet Divanı Genel Mahkemesi yukarıda yer verilen tüm gerekçelerle, OHIM Temyiz Kurulunun başvuru hakkında ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle verdiği ret kararını yerinde bulmuştur. Takiben, davacının diğer iki iddiası incelenmiştir (“innovation for the real world” ibaresinin ünü ve kullanımı dikkate alınmamıştır, başvuruyla aynı veya benzer markaların Avrupa Birliği seviyesinde ve bazı üye ülkelerde tescil edilmiş olması göz önünde bulundurulmamıştır.).

Davacı, “innovation for the real world” sloganının ününün ve kullanımının dikkate alınmadığını öne sürerek, aslen markanın kullanım sonucunda ayırt edici nitelik kazandığını öne sürmektedir. Bununla birlikte, bu iddia OHIM nezdinde yapılan itirazda öne sürülmemiş ve OHIM Temyiz Kurulu tarafından incelenmemiştir. Kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilik iddiası öne sürülmedikçe, OHIM’in bu iddiayı kendiliğinden incelemesi ise mümkün değildir. Mahkemenin görevinin, OHIM tarafından verilen kararların hukuka uygunluğunu değerlendirmek olduğu dikkate alındığında, OHIM tarafından incelenen itirazda öne sürülmeyen ve dolayısıyla incelenmeyen bu iddianın Genel Mahkeme tarafından değerlendirilmesi mümkün değildir.

Son olarak, başvuruyla aynı veya benzer markaların Avrupa Birliği seviyesinde ve bazı üye ülkelerde tescil edilmiş olmasının göz önünde bulundurulmaması yönündeki iddia değerlendirilmiştir.

OHIM bir başvuruyu incelerken, eşit muamele ve güvenilir idare ilkeleri doğrultusunda, benzer markalar hakkında önceden verdiği kararları dikkate almak ve aynı şekilde karar verip vermeyeceği konusunda özen göstermek zorundadır. Bununla birlikte, bu ilkelerin uygulanması yasallık ilkesiyle uyumlu olmak zorundadır. Markaların yanlış şekilde tescil edilmelerinin engellenmesi için her markanın incelemesi sıkı (detaylı) ve eksiksiz biçimde yapılmalıdır. Bu inceleme her marka için ayrı şekilde gerçekleştirilmelidir. Bir işaretin tescil edilebilirliği, her vakanın kendine özgü şartları çerçevesinde ortaya çıkan özel şartlara bağımlıdır, belirtilen özel şartlar, tescili talep edilen işaretin bir ret nedeni kapsamına girip girmediğinin belirlenmesi amacıyla değerlendirilir. İncelenen vakada, tescili talep edilen işaret, ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret nedeninin kapsamına girmektedir. Dolayısıyla, Temyiz Kurulunun, başvuruyu reddetmesi yerindedir ve başvuru sahibi, bu tespiti çürütmek için OHIM’in önceki kararları gerekçesine dayanamaz. İlaveten, başvuru sahibi tarafından öne sürülen markaların ve bu markaların kapsadığı malların veya hizmetlerin, başvurusu yapılan markadan ve inceleme konusu mallardan kısmen farklı olduğu da belirtilmelidir.

Bazı üye ülkelerde, “innovation” kelimesini markaların tescil edilmesi konusunda, topluluk marka rejiminin, kendine ait amaç ve kurallar seti bulunan otonom bir sistem olduğu ve herhangi bir ulusal sistemden bağımsız işlediği ortaya konulmalıdır. OHIM ve uygulanması gereken hallerde Topluluk yargı sistemi, inceleme konusu işaretin bir üye ülkede ulusal marka olarak tescil edilmesi yönündeki kararla bağlı değildir. Üye ülkelerde gerçekleşmiş tescil, kararı bağlayıcı ağırlığı olmaksızın, incelemede değerlendirmeye alınabilecek bir faktör niteliğindedir.   

Adalet Divanı Genel Mahkemesi, yukarıda detaylı olarak açıklanan gerekçelerle davacının tüm iddialarını reddetmiş ve “innovation for the real world” sloganının ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle reddedilmesi yönündeki OHIM Temyiz Kurulu kararını onamıştır.

“Innovation for the real world” kararı, sloganlardan oluşan markaların tescil edilebilirliği konusunda, Adalet Divanının önceki kararlarında yaptığı ayrımın  (münhasıran promosyon amaçlı sloganlar ve diğerleri) altını çizen ve ayrımı bir ölçüde netleştiren bir karar niteliğindedir. Ayrım, bir reklam sloganın ayırt edici nitelikte olmadığından bahsedebilmek için, bu sloganın kamunun ilgili kesimince münhasıran bir promosyon formülü (deyimi, tertibi) olarak algılanmaya müsait nitelikte olması gerekir şeklinde konulmuş ve bu değerlendirmenin veya tersinin ortaya çıkacağı haller belirtilmiş olmakla birlikte, sloganlardan oluşan markalar söz konusu olduğunda, kanaatimizce hangi sloganın münhasıran promosyon amaçlı olduğunun, hangisinin ise promosyon işlevine ek olarak aynı zamanda kaynak gösterme işlevini de yerine getirebileceğinin saptanması hiç kolay değildir. Genel Mahkemenin bu kararına karşı temyiz yolunun kullanılıp kullanılmadığını şu an için bilmemekle birlikte, Adalet Divanının, ileride sloganların ayırt ediciliği konusundaki ayrımları daha da netleştirmesi beklenebilir.

Önder Erol Ünsal

Temmuz 2013