Kategori: Coğrafi İşaret Koruması

Yöresel Üretimin Yasal Zırhı: Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Coğrafi İşaret Koruması


1. Giriş  

Niğde Darboğaz Kirazı’nın enfes lezzeti, Afyon Pastırması’nın güçlü baharatları ya da Kars Balı’nın otantik aroması, bu ürünleri denemiş herkesin aklına doğrudan ilgili yöreleri getirecektir.  Bir ürünün hammaddesi belirli bir yöreden elde edilmiş veya ilgili yörede uzunca bir süre o bölgenin geleneksel kuralları ile harmanlanarak üretilmişse, ürün artık o yörenin öznelliğini bünyesinde barındırmaktadır. Coğrafi işaretler işte bu gelenekselliği, yöreselliği ve belirli bir coğrafi alana ait doğal ve beşeri unsurlardan kaynaklanan özgünlüğü korumaya yönelik hukuki bir araçtır. Coğrafi işaret tescili ile hem üretici, hem de tüketici lehine kalite ve gelenekselliğin korunması, yerel üretimin ve kırsal kalkınmanın desteklenmesi ve taklitçiliğin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.  

Bu yazımızda Türkiye’de coğrafi işaret korumasının yanı sıra, yazının yayım tarihi itibariyle 13. tescile ulaştığımız, ülkemizde üretilen pek çok ürünün dünyaya açılmasına olanak sağlayan Avrupa Birliği’nde (“AB”) coğrafi işaret korumasını ele alacağız.  

2. Coğrafi İşaret Nedir?  

Her ne kadar “coğrafi işaret” denilince akla ilk olarak Ezine Peyniri veya Kars Kaşarı gibi lezzetler gelse de, coğrafi işaretlerin koruması yalnızca böylesi gıda ürünlerine has değildir. Coğrafi işaret, benzer ürünlerden yöresel olarak farklılaşmış ve bu farklılığını da bulunduğu coğrafyaya borçlu olan mahsullerin üzerindeki koruma anlamına gelmektedir.[1] Uğur Çolak’ın yorumuyla ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (“SMK”) uyarınca “coğrafi işaretler belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri bakımından kökenin bulunduğu yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş ürünü gösteren işaretlerdir.”[2]  

Coğrafi işaretler, niteliklerini üretildikleri coğrafi alandan alan belirli ürünler için fikri mülkiyet hakları yaratmaktadır. Ülkemizde olduğu gibi AB nezdinde de kalite, itibar veya diğer özelliklerin ürünün coğrafi kökenine atfedilebildiği yerlerde, coğrafi işaretler coğrafi bölge ile ürünün adı arasındaki ilişkiyi vurgulamakta, ürünü yanlış kullanımlara ve taklitlerine karşı koruyarak tüketicilere ürünün gerçek menşeini garanti etmektedir. Coğrafi işaret tescil belgesinde ve ilgili mevzuatta belirtilen gereklilikler karşılandığı sürece, ilgili coğrafi alandaki tüm üreticiler korunan ürün üzerinde toplu haklara sahip olmaktadır.  

3. Türkiye’de Coğrafi İşaret Koruması  

SMK uyarınca gıda, tarım, maden, el sanatları ve sanayi ürünleri, coğrafi işaret veya geleneksel ürün adı tesciline konu olabilir. Bir ürünün coğrafi işaret olarak tescil edilebilmesi için çeşitli özelliklere sahip olması gerekmektedir, ki bu da coğrafi sınırları belirli bir alan, bu alana ait ürün, bu ürünün karakteristik özellikleri ile coğrafi alan arasında güçlü bağ ve ürünün kendine has özellik kazanmış olmasıdır.  

Coğrafi işaretler menşe adı ve mahreç işareti olarak ikiye ayrılmaktadır. Menşe adı, tüm veya esas özelliklerini coğrafi sınırları belirlenmiş bir yöre, bölge veya istisnai durumlarda ülkeye özgü doğal ve beşeri unsurlardan alan, üretimi, işlenmesi ve diğer işlemlerin tümü bu coğrafi alanın sınırları içinde gerçekleşen ürünleri tanımlamaktadır. Örneğin Darboğaz Kirazı ve Kars Balı, menşe adı olarak korunmaktadır.  

Mahreç işareti ise belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri bakımından coğrafi sınırları belirlenmiş bir yöre, bölge veya ülke ile özdeşleşen, üretimi, işlenmesi ve diğer işlemlerinden en az birisi bu coğrafi alanın sınırları içinde gerçekleşen ürünleri tanımlamaktadır. Örneğin Afyon Pastırması, mahreç işareti olarak tescillidir. Coğrafi bir yer adı içermese de, belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri ile coğrafi sınırları belirlenmiş bir yöre ile özdeşleşen bir ürünü belirtmek için geleneksel olarak kullanılan ve günlük dilde yerleşmiş adlar da menşe adı veya mahreç işareti olarak tescil edilebilir.  

Geleneksel ürün adları ise menşe adı veya mahreç işareti kapsamına girmeyen ve fakat ilgili piyasada bir ürünü tarif etmek için geleneksel olarak en az otuz yıl süreyle kullanıldığı ispatlanan adları korumaktadır. Bu korumadan yararlanabilmek için (i) geleneksel üretim veya işleme yöntemi yahut geleneksel bileşimden kaynaklanması veya (ii) geleneksel hammadde veya malzemeden üretilmiş olması şartlarından en az birisinin sağlanması gerekmektedir. Ayvalık Tostu, Ezo Gelin Çorbası, Şevket-i Bostan ülkemizde geleneksel ürün adı olarak tescil edilmiş ürünlerden bazılarıdır. Geleneksel ürün adlarında, sınırları belli bir coğrafi alan belirlenmez.  

Coğrafi işaretler ve geleneksel ürün adları için, tescil edilmiş olduklarını gösteren ve Türk Patent ve Marka Kurumu (“TÜRKPATENT”) tarafından oluşturulan amblemlerin kullanılması zorunludur.  

Türkiye’de kullanılan coğrafi işaret ve geleneksel ürün adı amblemleri

Coğrafi işarete konu ürünün üreticisi veya üretici grupları, ilgili coğrafi alanla ilişkili kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, ürünle ilgili kamu yararına çalışan dernek, vakıf ve kooperatifler, tescil başvurusunda bulunabilirler. Ülkemizde coğrafi işaret tescil başvurularının genelde ilgili yörelerde faaliyet gösteren ticaret ve sanayi odaları ile ticaret borsaları tarafından yapıldığı gözlemlenmektedir[3].  

Coğrafi işaret ve geleneksel ürün adı tescili, koruma kapsamındaki ürüne katma değer sağlar, fikri mülkiyet haklarının ihlallerini ve taklitleri önler, üreticileri haksız rekabetten korur, tükettiği ürünlerin kalitesi ve özellikleri hakkında bilgi sahibi olmak isteyen tüketicileri aydınlatır, ürünün gerçek menşeini garanti eder ve yerel üretimi ve kırsal kalkınmayı destekler. Coğrafi işaretler belirgin bir kültürü ve kaliteyi simgeler, ilgili yöreden kaynaklı geleneksel değerlerin korunmasına ve sonraki kuşaklara aktarılmasına katkı sağlar.  

Coğrafi işaret tescili, işareti tescil ettirenler ile işaretin kullanım hakkına haiz kimselere önemli yetkiler de tanımaktadır. Bu kapsamda coğrafi işaret ve geleneksel ürün adı amblemlerinin, ticari amaçla, tescilde belirtilen şartları sağlamayan ürünlerde kullanılması, coğrafi işaretin tescil kapsamındaki şartları taşımayan ürünlerde yanıltıcı kullanılması veya taklidi, tescilli coğrafi işareti taşıyan ürünün özelliklerine ve menşeine ilişkin yanlış veya yanıltıcı açıklamaların kullanılması ile amblemin tüketiciyi yanıltıcı biçimde kullanılması fiillerinin önlenmesi ve durdurulması yetkili ve görevli mahkemeden talep edilebilir.  

Coğrafi işareti tescili, tescil ettirenlere önemli yetkiler tanıdığı gibi çeşitli sorumluluklar da yüklemektedir. Bu sorumluluklardan en önemlisi, tescil sonrası tescil belgesinde belirlenmiş olan denetim merci tarafından, koruma kapsamındaki ürünlerin üretiminin, piyasaya arzının, dağıtımının veya ürün piyasada iken kullanılmasının tescilde belirtilen özellikle uygunluğunun denetlenmesi ve denetim raporlarının her yıl TÜRKPATENT’e sunulmasıdır. Tescil ettirenler, ayrıca üreticileri bir araya getirerek onlarla işbirliği içerisinde hareket eder ve ürünle ilgili tanıtım faaliyetlerine öncülük ederler. Coğrafi işaret tescilinin arzu edilen sonuçları vermesi, tescil ettiren ile üreticilerin sıkı işbirliği ve disiplinli çalışmalarına bağlıdır.  

Ülkemizde coğrafi işaret ve geleneksel ürün adı başvuru ve tescili son yıllarda önemli bir ivme yakalamıştır. Öyle ki, TÜRKPATENT nezdinde tescilli coğrafi işaret sayısı 2002 yılında 31 iken 2023 yılı Haziran ayı itibariyle bu sayı 1382’ye ulaşmıştır.[4] Coğrafi işaret tescilinde en önde gelen ilimiz Türkiye’nin gastronomi başkenti olarak da bilinen Gaziantep’tir. Gaziantep’i İç, Güney ve Doğu Anadolu illerimizden Konya, Diyarbakır, Şanlıurfa, Malatya, Erzurum takip etmektedir. Bu ivmenin arkasındaki nedenler arasında coğrafi işaret tescilinin önemine ilişkin hem üreticiler, hem de tüketiciler nezdinde farkındalığın artması, kırsal kalkınmanın desteklenmesine yönelik politikalar ve diğer ülkelerde coğrafi işaret tescilinin ürüne kazandırdığı katma değer[5] sayılabilir.  

Coğrafi işaret tescilinin özellikle kırsal alanda ekonomik gelişime katkısı önemli boyuttadır. Coğrafi işaret tescili ile birlikte ürün ile tüketici arasındaki güvenin artması, bu sayede de ürünün üretiminde ve gelirinde artış olması beklenir. Örneğin Isparta Gülyağı, 2019 yılında menşe adı olarak tescil edilmiştir. Isparta’nın gül ürünlerinin en büyük pazarı ihracat gelirlerinin %90’ından fazlasına tekabül eden Avrupa ülkeleridir. 2016-2020 yılları arasındaki 5 yıllık dönemde, Türkiye’nin gül ürünlerinden elde ettiği ortalama ihracat kazancı 12,6 milyon Euro olmuştur[6]. 2019 yılında ise, Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi bünyesinde Gül ve Aromatik Bitkiler Uygulama ve Araştırma Merkezi kurulmuştur.  

Coğrafi işaretler ilgili bölgede ekonomik kalkınmanın desteklenmesinin yanı sıra, bölgeden göçün önlenmesi, bölgenin tanıtılması ve turizmin canlandırılması gibi sosyokültürel katkılar da sağlamaktadır.[7] Örneğin, Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı, Kahramanmaraş’ta bölgesel ürünlerin katma değerinin arttırılması ve paydaşlar arasında işbirliğini güçlendirmek amacıyla, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile birlikte 2016 yılında “Coğrafi İşaret Alınmasına yönelik Eylem Planı Oluşturulması Projesi”ni[8] başlatmıştır. Proje kapsamında ilgili ürünler tespit edilerek teknik raporların oluşturulma süreci hızlandırılmıştır. Maraş Parmak/Sıkma Peyniri gibi ürünlerin coğrafi işaret olarak tescil süreci, bu çalışmalardan faydalanmıştır. Paydaşlar arasında işbirliğinin en güzel örneklerinden birisi de Çağlayancerit Cevizi’nin AB’de tescilidir.   Coğrafi işaret tescili yalnızca ürünü üreten, tescil ettiren veya kullananlara değil, aynı zamanda tüketicilere de önemli faydalar sağlamaktadır[9]. Etkili bir denetim mekanizmasına sahip coğrafi işaret tescil sistemi ile tüketiciler, satın aldıkları ürünün menşe ve kalitesinden ve ürünün yöresel nitelikleri taşıdığından emin olmaktadır. Ürün taklitçiliği gibi sık karşılaşılan ve tehlikeli sonuçlara yol açma riski bulunan fiiller de, bu sayede engellemektedir.  

4. AB’de Coğrafi İşaret Koruması  

Diğer sınai mülkiyet haklarında olduğu gibi, coğrafi işaret koruması da yalnızca tescil edildiği ülkede geçerlidir. Dolayısıyla yerel ürünlerin gerçek ticari kıymetine ulaşmasında, ülkemizin en önemli ticari ortaklarından AB’de de coğrafi işaret tesciline sahip olmaları, çok önemli bir rol oynamaktadır.  

AB’de coğrafi işaret koruması, Tüzük olarak adlandırılan ve AB üyesi tüm ülkelerde doğrudan uygulanan yasal metinler ile düzenlenmektedir. Avrupa Komisyonu nezdinde yapılan coğrafi işaret başvurusu, AB üyesi ülkelerin tamamında koruma sağlamaktadır. AB’de Türkiye’den farklı olarak yalnızca gıda ve tarım ürünleri, alkollü içkiler, şaraplar ve aromalı şaraplar coğrafi işaret veya geleneksel ürün adı korumasından yararlanmaktadır. AB nezdinde gıda ve tarım ürünlerine ilişkin coğrafi işaret korumasını düzenleyen temel mevzuat, 2012/1151 sayılı Tüzük[10] ve söz konusu Tüzük’e ait Uygulama Yönetmeliği’dir. Şarap ürünleri üzerindeki coğrafi işaret koruması 1308/2013 sayılı Tüzük[11] ve uygulama yönetmeliği uyarınca, aromalı şaraplar üzerindeki coğrafi işaret koruması ise 2019/787 sayılı Tüzük[12] ve uygulama yönetmeliği uyarınca yürütülmektedir.  

Türk Hukukunda olduğu gibi AB mevzuatında da coğrafi işaret tescili menşe adı (Protected Designation of Origin), mahreç işareti (Protected Geographical Indication) ve geleneksel ürün adı (Traditional Speciality Guaranteed) olarak üçe ayrılmaktadır. AB’de de, ülkemizde olduğu gibi, menşe adı korumasından yararlanabilmek için ilgili ürüne ilişkin tüm üretim aşamalarının belirli bir coğrafi alanın sınırları içerisinde gerçekleştirilmesi gerekirken, mahreç işareti için üretim aşamalarından en az birisinin ilgili coğrafi alanda gerçekleştirilmesi gerekmektedir.  

2012/1151 sayılı Tüzük’ün gerekçesine göre coğrafi işaretin temel amaçları, yöresel ürünün imajını korumak, kırsal, tarımsal ve geleneksel faaliyetleri teşvik etmek, üreticilerin orijinal ürünleri için katma değerli fiyat elde etmesine yardımcı olmak, çiftçiler ve üreticiler için adil bir gelir sağlamak, ilgili ürünler hakkında doğru bilginin yayılmasını sağlayarak tüketicilerin bilinçli tercih yapmasına katkı sağlamak, haksız rekabeti ortadan kaldırmak ve orijinal olmayan ürünler konusunda tüketicilerin kandırılmasını engellemektir.  

AB ülkelerindeki coğrafi işaret dağılımı

AB’de Türkiye’den farklı olarak coğrafi işaret başvuru ve tescil süreçleri AB Fikri Mülkiyet Ofisi’nce değil, doğrudan AB Komisyonu tarafından icra edilmektedir. 2012/1151 sayılı Tüzük uyarınca AB Komisyonu’na yalnızca tarım ürünleri ve gıda maddeleri ile ilgili coğrafi işaretler için başvuru yapılabilmektedir. AB Komisyonu tarafından incelenen ve tesciline karar verilen başvurular E-Ambrosia veri tabanında yayımlanmaktadır[13]. Aynı zamanda tüm coğrafi işaretlerin çevrimiçi bir platformda toplandığı GIview[14] veri tabanı da, 2020 yılından itibaren erişime açılmıştır. Üçüncü ülkelerde yer alan coğrafi işaret tescili almaya hak kazanmış ürünler ise, AB ile söz konusu ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar ile koruma altına alınmaktadır. Ülkemizde olduğu gibi, AB’de de coğrafi işaret tescili ile korunan ürünlerin ambalaj ve etiketlerinde amblem kullanılması zorunludur.  

AB’de kullanılan coğrafi işaret amblemleri

AB nezdinde coğrafi işaret tescil başvurusu yapabilmek için öncelikle TÜRKPATENT nezdinde başvuru yapılarak ülkemizde coğrafi işaret tescilinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Akabinde başvurular, “yasal oluşumuna ve bileşimine bakılmaksızın başvuruya konu ürünü üreten üreticilerden oluşmuş bir grup” tarafından veya TÜRKPATENT aracılığı ile yapılır ve doğrudan AB Komisyonu’na yöneltilir.  

AB nezdinde tescil edilmiş coğrafi işaret konusu ürünlerin satış değeri 2010 yılından 2017 yılına kadar %42 oranında artış göstermiş ve 2017 yılında toplam ekonomik değer 77.1 milyar Euro’ya ulaşmıştır. 2017 yılı verilerine göre gıda ve içecek sektörünün AB’deki toplam yarattığı ekonomik değer 1.1 trilyon Euro iken bu rakamın %7’si coğrafi işaretli ürünlere aittir[15].  

AB nezdinde tescilli coğrafi işaretlerin, üreticilerin kar paylarını da olumlu yönde etkilediği görülmektedir. Örneğin İspanya’nın La Mancha bölgesinde koyun sütünden üretilen Manchego peyniri, 1996 yılında coğrafi işaret olarak tescil edilmiştir. Manchego Peyniri Düzenleyici Konseyi kurularak, 2014 yılında 785 süt üreticisi Manchego üretiminde yer almıştır. 2018 yılı itibariyle Manchego peynirinin İspanya ekonomisine getirisi 71 milyon Euro olarak tespit edilmiştir.[16]  

İtalya’nın Modena bölgesinde üretilen Aceto Balsamico di Modena (Modena Balzamik Sirkesi), 2009 yılında coğrafi işaret olarak tescil edilmiştir. 2017 yılı verilerine göre Modena Balzamik Sirkesi’nin piyasa değeri yaklaşık 400 milyon Euro’ya ulaşmış ve ürün coğrafi işaret tescilini takiben 6 yıl içerisinde üretim değerini %67, tüketici değerini ise %108 arttırmıştır.[17] Benzer şekilde coğrafi işaret koruması altında olan Toskana yağı diğer yağ türlerine göre %20 daha yüksek fiyattan alıcı bulabilmektedir[18].  

AB nezdinde tescilli Türk coğrafi işaretlerinin de ürünün ekonomik değerini arttırması beklenmektedir. Örneğin Malatya Kayısısı 2017 yılında AB’de tescil edilmiştir. 2020 yılında 8,836 ton kayısı üretimi ile 23.4 milyon ABD doları gelir elde edilirken, 2021 yılında 8,228 ton üretimle 28.1 milyon ABD doları gelir elde edilmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu 2020 verilerine göre coğrafi işaretli ürünlerimizin dünya genelinde üretim payları Kayısı’da %8, Kestane’de %3, Zeytin’de %11 ve İncir’de ise %26’dır[19].  

AB’de koruma elde eden Türkiye menşeli coğrafi işaret sayısı son yıllarda önemli bir ivme kazanarak bu yazının yayım tarihi itibariyle 13’e çıkmıştır.  AB Komisyonu nezdinde tescil süreçleri devam eden coğrafi işaret başvuru sayısı ise 44’tür. 2023 yılı içerisinde tescil işlemleri tamamlanan Antakya Künefesi, Suruç Narı, Çağlayancerit Cevizi, Gemlik Zeytini ve Edremit Zeytinyağı ile birlikte Aydın İnciri ve Kestanesi, Gaziantep Baklavası, Malatya Kayısısı, Milas Zeytinyağı, Bayramiç Beyazı, Taşköprü Sarımsağı ve Giresun Tombul Fındığı, halihazırda AB’de korunan Türk coğrafi işaretlerini oluşturmaktadır. Aynı zamanda Ayaş Domatesi, Milas Yağlı Zeytini, Edremit Körfezi Yeşil Çizik Zeytini, Ezine Peyniri ve Maraş Tarhanası için AB’de yapılan coğrafi işaret başvuruları da, inceleme süreçleri tamamlanarak AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanmıştır.  

AB’de coğrafi işaret tescil işlemleri tamamlanan Türk ürünlerinden bazıları  

Coğrafi işaret korumasının güçlendirilmesi adına AB Komisyonu yeni çalışmalara da imza atmaktadır. AB Komisyonu tarafından 31 Mart 2022 tarihinde coğrafi işaret sisteminin güçlendirilmesi için bir önerge[20] kabul edilmiştir. Önerge ile sürdürülebilirliğin güçlendirilmesi, çevrimiçi platformlarda satışların arttırılması, alan adı sisteminde coğrafi işaretlerin kullanımında daha fazla koruma önleminin alınması hedeflenmektedir[21]. AB sınırlarında sahtecilik ile mücadele için gümrük ve yetkili makamlarla coğrafi işaret üreticileri arasında erişim sağlanması ve hızlandırılmış tescil usulünün uygulanmasına başlanılarak AB ve AB dışı başvuruların tek bir usul ile yürütülmesi, öngörülen diğer yenilikler arasındadır.  

Ayrıca AB Komisyonu, 13 Nisan 2022 tarihinde el sanatları ve sanayi ürünlerinin coğrafi işaret korumasından yararlanması adına bir önerge[22] kabul etmiştir. AB Komisyonu’na göre tüm AB’yi kapsayacak bir el sanatları ve sanayi ürünleri korumasının bulunmayışı, bu ürünlere yapılan yatırımlardaki teşviği azaltmaktadır. Bu ürünlere yapılacak yatırımlar hem niş pazarların oluşmasını, hem de yerel beceri ve geleneklerin AB nezdinde korunmasını sağlayacaktır. Öngörülen koruma ile, küçük üreticilerin pazar fırsatlarının arttırılması, gıda ve tarım ürünlerinde olduğu gibi tüketicilerin bilinçli ve kaliteli ürünler arasından seçim yapabilmeleri ve el sanatları ve sanayinin eşit düzeyde kalkınması amaçlanmaktadır.  

5. Sonuç  

Fikri ve sınai mülkiyet haklarının etkin bir şekilde korunması, ekonomik büyüme ve rekabet için kritik bir öneme sahiptir. Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi ve Avrupa Patent Ofisi tarafından Ekim 2022’de yayımlanan rapora göre imalat, teknoloji ve ticari hizmetler gibi fikri hak yoğun endüstriler[23], AB’de 6.4 trilyon Euro değerindeki gayrisafi yurtiçi hasılanın %47’sini ve tüm işlerin %39.4’ünü (toplam 81 milyon iş) yaratmaktadır. Benzer şekilde, 2019 yılında AB ithalatının %80.5’i ve AB ihracatının %80.1’i fikri hak yoğun endüstriler tarafından gerçekleştirilmiştir.  

Rapora göre AB ülkelerinin tamamında coğrafi işaretli ürünler tüm gıda ve içecek satışlarının %7.1’ini oluşturmaktadır. 2017-2019 yılları arasında ortalamaya bakıldığında, AB gayrisafi yurtiçi hasılasının %0.1’ini coğrafi işaretlerin oluşturduğu ve bu oranın yaklaşık 15 milyar Euro’ya denk geldiği belirtilmiştir. AB’den ihraç edilen coğrafi işaretli ürünlerin 2017-2019 yılları arasındaki dış ticarete ortalama katkısı ise yaklaşık 11.3 milyar Euro’dur.[24]   Coğrafi işaretler yöresel zenginliklerin nesilden nesile aynı kaliteyi koruyarak taşınmasını sağlarken, bir yandan da farklı kültürlerden insanların birbirlerinin geleneklerini en doğal haliyle deneyimlemesine yardımcı olmaktadır. Ürünün kalitesi ve orijinalliğinin korunduğunun sembolü olan coğrafi işaret amblemi, tüketiciler için de başka bir bölgenin kültür kapısını aralama imkanı sunmaktadır.  

Halihazırda Türkiye’den yapılan başvurular arasından AB’de tescilli coğrafi işaret olarak yerlerini alan değerlerimiz, hem ülkemiz topraklarında üretilen güzide ürünlerin AB sınırları içerisinde de menşeinin garanti altına alınmasını, hem de ürünlerimizi tüketen Avrupalı tüketicilerin geleneksel yöntemlerle üretilmiş bir ürüne ulaştığını bilmesini, taklit ve sahte ürünlerden korunmasını sağlamaktadır.  

Pelin AYDOĞDU 

pelin.aydogdu@gmail.com

İbrahim Barış SAYAR

sayari@tcd.ie 

Elifsu GÖZEN

elifsugozen@gmail.com 

Ağustos 2023


DİPNOTLAR

[1] Metintaş, Ü. M., Coğrafi İşaretler, Fasikül Hukuk Dergisi, 10.100, (2018): 241-252.

[2] Çolak, U., Türk Marka Hukuku, Onikilevha Yayıncılık, 4. Baskı (2018): 191.

[3] https://www.tobb.org.tr/Sayfalar/Detay.php?rid=10466&lst=Haberler

[4]https://www.turkpatent.gov.tr/haberler/gemlik-zeytini-avrupa-birligi-tarafindan-tescillendi

[5]https://www.fao.org/3/i8737en/i8737en.pdf

[6]Basari Hikayesi_IspartaGulYagi2023.pdf (turkpatent.gov.tr)

[7] İsmail Demir, Coğrafi İşaretlerin Sosyoekonomik Etkileri Uzmanlık Tezi, Türk Patent ve Marka Kurumu Coğrafi İşaretler Dairesi Başkanlığı, Ankara 2020.

[8]https://www.dogaka.gov.tr/dokuman-merkezi/arastirma-ve-planlama/cografi-isaret-alinmasina-yonelik-eylem-plani/

[9] Doğu Coğrafya Dergisi: Türkiye’de Coğrafi İşaretler Ve İhracat Pazarlamasi Açisindan Değerlendirilmesi, Haziran-2018, Yıl: 23, Sayı: 39, 65-82.

[10] Regulation No 1151/2012 of 21 November 2012 on quality schemes for agricultural products and foodstuffs.

[11] Regulation No 1308/2013 of 17 December 2013 establishing a common organization of the markets in agricultural products and repealing Council Regulations No 922/72, No 234/79, No 1037/2001 and No 1234/2007.

[12] Regulation 2019/787 of 17 April 2019 on the definition, description, presentation and labelling of spirit drinks, the use of the names of spirit drinks in the presentation and labelling of other foodstuffs, the protection of geographical indications for spirit drinks, the use of ethyl alcohol and distillates of agricultural origin in alcoholic beverages, and repealing Regulation No 110/2008.

[13]https://ec.europa.eu/info/food-farming-fisheries/food-safety-and-quality/certification/quality-labels/geographical-indications-register/

[14]https://www.tmdn.org/giview/

[15] European Commission, Directorate-General for Agriculture and Rural Development, Study on economic value of EU quality schemes, geographical indications (GIs) and traditional specialities guaranteed (TSGs): final report, Publications Office, 2021.

[16] Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı, Doğu Karadeniz Coğrafi İşaret Stratejisi Araştırma Raporu ve 2020-2022 Eylem Planı, Aralık 2019.

[17] Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı, Doğu Karadeniz Coğrafi İşaret Stratejisi Araştırma Raporu ve 2020-2022 Eylem Planı, Aralık 2019.

[18] Karademir, N. (2021). “Türkiye’de Avrupa Birliği Tescilli Coğrafi İşaretli Ürünlerin Ekonomik Kalkınma Kapsamında Değerlendirilmesi”, Journal Of Social, Humanities and Administrative Sciences, 7(41):1164-1183.

[19] Karademir, N. (2021). Adı Geçen Eser.

[20] Proposal for a Regulation on European Union geographical indications for wine, spirit drinks and agricultural products, and quality schemes for agricultural products, amending Regulations No 1308/2013, 2017/1001 and 2019/787 and repealing Regulation No 1151/2012.

[21]Geographical indications and quality schemes explained (europa.eu)

[22] Regulation on geographical indication protection for craft and industrial products and amending Regulations 2017/1001 and 2019/1753 and Council Decision 2019/1754.

[23] Fikri hak yoğun endüstriler, diğer endüstriler ile karşılaştırıldığında, çalışan başına ortalamanın üzerinde fikri mülkiyet hakkı kullanılan endüstriler olarak tanımlanmaktadır.

[24] IPR-intensive industries and economic performance in the European Union Industry-level analysis report, fourth edition, October 2022, A joint project of the European Patent Office and European Union Intellectual Property Office.

Peynirlerin Kralı Parmigiano Reggiano’nun (Parmesan Peyniri) Coğrafi İşaret Tescilinin Koruma Gücü


Özet

Türkiye’de “Parmesan Peyniri” olarak bilinen “Parmigiano Reggiano”nun uzun yıllardır menşe adı olarak coğrafi işaret tescili ile Türkiye dahil çeşitli ülkelerde korunduğu bilinmektedir. Bu peynirin üretimini üstlenen ve bunun belli kriterlere göre üretilmesini, dünya üzerinde de bu kriterleri karşılayan parmesan peynirlerinin tüketilmesini amaçlayan ve yaklaşık 3.500 süt üreticisinin üyesi olduğu Parmigiano Reggiano Cheese Consorzio (“Consorzio”), ürününün yöresel tadını ve üretimini korumak için atılabilecek her adımı atmaktadır. Dünyanın her yerinde sadece “Parmigiano Reggiano” ibaresini taşıyan ürünleri değil aynı zamanda İtalyancadan çeviri olan “Parmesan/Parmigiano” ibaresini ve bu ibarenin versiyonlarını taşıyan ürünleri de coğrafi işaret statüsü altında korumaya çalışmaktadır. Consorzio bu korumayı sağlamak ve sıkça tüketilen bu İtalyan lezzetinin bozulmasını engellemek amacıyla birçok ülkede hukuki savaş vermektedir. Consorzio, genel olarak Avrupa Birliği’nin (“AB”) bakış açısını benimseyerek, coğrafi işaret tescilinden kaynaklı hakların uygulanabilmesi için, illa tüketiciler nezdinde karıştırılma ihtimali doğmasının veya tüketicilerin yanıltılmasının gerekmediğini, karıştırılma ihtimalinin muhtemel olmadığı ancak tescilli bir coğrafi işareti çağrıştırabilecek veya akla getirebilecek terimlerin veya görüntülerin kullanımı söz konusu olduğunda da bu kullanımların yasaklanması gerektiğini savunmaktadır. 

Bu yazıda da, en son gelişmelerden biri olan Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi’nin “Kraft Parmesan Cheese” (Kraft Parmesan Peyniri) kullanımına ilişkin verdiği karardan ve bir Singapur Yüksek Mahkemesi kararından yola çıkarak, zamanda geriye doğru, Ekvador ve Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD”) tarafından geçmişte verilen kararlar incelenecek ve bu özel peynir türünün coğrafi işaret tescilinin koruma kapsamı üzerindeki farklı bakış açıları ele alınacaktır. Çeşitli ülke ve bölgelerden kararlara bakıldığında AB ve AB dışı bazı hukuk düzenleri arasında ticari ve hukuki koruma noktaları açısından anlayış farkları olduğu anlaşılmaktadır.  

Peki sizce peynir ürünlerinde kullanılan salt “Parmesan”/”Parmigiano” ibaresi akıllarda İtalya’nın Parma ve Reggio bölgesinde üretilen ve coğrafi işaret tescillerine konu o ünlü peynir lezzetini hatırlatıyor mu, yoksa yalnızca katı bir peynir olarak jenerik bir ürünü mü anımsatıyor?  Peynir ve benzeri ürünlerde salt “Parmesan”/”Parmigiano” ibaresinin kullanılması ürüne dair tüketici nezdinde karıştırılma ihtimali yaratmıyor dahi olsa, sırf “Parmigiano Reggiano” menşe adının çağrıştırılması söz konusuysa, bu durumda da bahsi geçen kullanım biçimleri Consorzio tarafından engellenebilmeli mi? AB ve AB dışı bazı hukuk düzenlerinde bu sorulara farklı perspektiflerden cevap verildiği görülmektedir.

Türkiye ve dünyada coğrafi işaret koruması hakkında genel bilgiler

Bir ürün, bir yörede uzun bir zaman boyunca geleneksel kurallarına uygun olarak üretilmiş ise o yöre ile özdeşleşmiş bir hal alacak ve geleneksel bir ürün haline gelecektir. Gelenekselleşmiş, bir yörenin ve bir bölgedeki toplumun kültürel ögeleriyle iç içe geçmiş bir ürünün başkaları tarafından onun üretim şekline uymayan bir şekilde pazarlanmasını engellemek için coğrafi işaret kurumu önem arz etmektedir. Coğrafi işaret, aynı zamanda bulunduğu bölgenin veya üretim tarzının kendine has bir gelenek oluşturduğu bir ürünün gelecek nesillere değişmeden aktarılmasını sağlayacak bir hukuki korumadır. Bir ürüne coğrafi işaret tescili atfedilmesi ile, ürünün doğası ve geleneklerine uygun olarak üretilmesi konusunda bir koruma sağlanacaktır.

Türkiye’de de coğrafi işaretler Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından belirli kriterler altında menşe adı veya mahreç işareti olarak tescil edilebilmektedir. Menşe adı, tüm esas özelliklerini belirli bir bölgeye özgü unsurlardan alan ve üretimi tamamen bu bölgede gerçekleşen ürünlerdir. Mahreç işareti ise coğrafi sınırları belirlenmiş bir bölgeden kaynaklanan ve üretim süreçlerinden en az bir tanesi bu belirli bölgede yapılan ürünlerdir. Türk mevzuatında ismi geçen bir de geleneksel ürün adı bulunmaktadır. Menşe adı veya mahreç işareti kapsamına girmeyen ilgili piyasada bir ürünü tarif etmek için geleneksel olarak en az otuz yıl süreyle kullanıldığı kanıtlanan adlar, bazı şartları sağlaması hâlinde geleneksel ürün adı olarak tanımlanır.

Bu noktada AB’de coğrafi işaret korumasına atfedilen önem ve buna yönelik çalışmalar da dikkate alınmalıdır. AB’de üç tür coğrafi işaret korunması bulunmaktadır: Coğrafi İşaret (PGI), Menşe Adı (PDO) ve Garantili Geleneksel Uzmanlık Alanları (TSG). PDO koruması 1992 yılında oluşturulmuştur ve temel amacı, yerel üreticilerin tanınmış know-how’ını ve ilgili bölgenin bileşenlerini kullanarak belirli bir coğrafi bölgede üretilen, işlenen ve geliştirilen ürünleri belirlemektir. PDO korumasından yararlanan ibareler, Avrupa Komisyonu’nun Tarım ve Kırsal Kalkınma Genel Müdürlüğü tarafından tutulan “Menşe Adları ve Coğrafi İşaretler Sicili” veya kısaca “AB Kalite Sicili”ne kaydedilmektedir. Başvurular, yayınlar, tesciller ve her türlü değişiklik DOOR (Menşe ve Tescil Veri Tabanı) veri tabanına kaydedilmektedir ve bu verilere herkes tarafından çevrimiçi olarak erişilebilmektedir.

Tescilli ürünlerin korunması, AB üyesi ve AB üyesi olmayan ülkeler arasındaki ikili anlaşmalar yoluyla uluslararası alanda kademeli olarak genişletilmektedir. Bunun amacı, yöresel gıdaların itibarını korumak, kırsal ve tarımsal faaliyetleri teşvik etmek, üreticilerin otantik ürünleri için yüksek fiyat elde etmelerine yardımcı olmak ve daha düşük kalitede veya farklı lezzette olabilen orijinal olmayan ürünlerin haksız rekabetini ve tüketicilerin yanıltılmasını ortadan kaldırmaktır. AB dışında üretilen ve satılan ürünlerde bu ibareler için otomatik bir koruma yoktur. Bu ikili anlaşmalar örneğin AB ile Avustralya (şarap, 1994), Kanada (şarap ve alkollü içkiler, 2003), Şili (şarap ve alkollü içkiler, 2002), Kolombiya (kahve, 2007) Meksika (alkollü içkiler, 1997) ve Güney Afrika (şarap ve alkollü içkiler, 2002) arasında mevcuttur.

O halde, geleneksel üretim tarzı ile kendisine isim edinmiş bir ürünün sadece belli bir kesite ait olmasındansa tüm dünyanın bu geleneği tanıması ve tatması fikri de coğrafi işaret korumasını bir hayli önemli kılmaktadır. Örneğin, “Gaziantep Baklavası”, “Malatya Kayısısı” ve “Antakya Künefesi” gibi coğrafi işaretler AB’de de tescillidir. Bu coğrafi işaretlerin bulundukları yörelerden başlayarak Türkiye ve Avrupa’ya ün salmaları sonucunda artık “Gaziantep Baklavası” veya “Malatya Kayısısı” denilince akıllara bu yörelerdeki tat ve koku gelecektir. Consorzio da benzer bir amaçla “Parmigiano Reggiano” ve “Parmesan Peyniri” ibareleri için dünyanın dört bir yanında coğrafi işaret tescilleri almakta ve bu tescillerinden kaynaklı haklarını aktif bir şekilde icra etmeye çalışmaktadır.

“Parmigiano Reggiano” üzerindeki coğrafi işaret koruması

“Parmigiano Reggiano” İtalya’nın Parma ve Reggio bölgesinde geleneksel bir tarzda üretilen ve tüm dünya tarafından bilinen, coğrafi işaret korumasına tabi bir peynir türüdür. “Parmigiano Reggiano” denilince akla gelen tekerlek peynir de aslında bu ürünün yöresel üretim tarzının akıllarda bıraktığı izlenimdir. “Parmigiano Reggiano” peynirinin her bir tekerleği, yaşlandırılmak üzere depoya yerleştirilir. Yaşlandırma sürecinin başlarında, peynir hala yumuşak ve kremsi haldeyken bazı katı kriterler uygulanarak nihai ürün üretilmektedir. Bu peynir, yalnızca üç üründen (süt, tuz ve peynir mayası) oluşmakta ve doğal bakteriler ile kıvamını almaktadır. Bu peynir için sütü üreten inekler ise spesifik bir diyet ile beslenmektedir. Bugün Consorzio, 100.000 tekerlek peynirin kazein kabuğuna (tekerlek peynirin dış yüzeyi) dijital etiketler yerleştirerek bu ürünü korumak için teknolojik bir yaklaşım da benimsemektedir. Bu hamlenin izlenebilirlik, envanter takibi ve kontrolü için faydalı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca bu hamlenin ürünlere yönelik kimlik doğrulama ve kalite güvencesi sağlamanın yanı sıra ürünleri serileştirme ve tüketici güvenliğini iyileştirme amacıyla gerçekleştirildiği belirtilmektedir.   

Bu kapsamda Consorzio, “Parmigiano Reggiano” ibaresini bir menşe adı olarak PDO-IT-02202 başvuru numarası ile Avrupa Komisyonu nezdinde tescil  ettirmiştir. Consorzio bunu takiben Türkiye dahil dünyanın çeşitli ülkelerinde de “Parmigiano Reggiano” ibaresini menşe ad olarak tescil ettirmeye devam etmiştir. Türkiye’de 2011 yılında başvurusu yapılan “Parmigiano Reggiano (Parmesan Peyniri)” 2017 yılında C2011/002 tescil numarası ile menşe adı olarak Consorzio adına tescil edilmiştir. 

“Parmigiano Reggiano” coğrafi işaretinden kaynaklı çeşitli ihtilaflar

“Parmigiano Reggiano” peynirinin coğrafi işaret yolculuğu da bu noktada başlamaktadır. Consorzio, sıkı bir koruma stratejisiyle dünyada “Parmigiano Reggiano ” ibaresinin menşe ad kriterlerine uygun kullanımını kontrol etmek istemekte ve bunun için de her yerde aksiyon almaya çalışmaktadır. Özellikle son yaşanan gelişmeler kapsamında Consorzio’nun sadece “Parmigiano Reggiano” ibaresini değil aynı zamanda “Parmesan”/”Parmigiano” ve benzeri ibareleri de bu coğrafi işaret koruması altına almak istediği anlaşılmaktadır. Burada odak noktamız “Parmigiano Reggiano” menşe adının koruma kapsamının “Parmesan/Parmigiano” ve benzeri ibarelere uzatılıp uzatılamayacağı olacaktır. Öyle ki; Consorzio aslında uzun zamandır hem “Parmigiano Reggiano” hem de bu ibarenin “Parmesan”/”Parmigiano” gibi varyasyonlarının kullanımına el atmakta ve coğrafi işaret korumasının sadece AB değil, tüm dünyada en geniş haliyle uygulanmasını istemektedir. Ancak ticari hayattaki düzenin her ülkede birbirinden farklı olması ilgili bölgede coğrafi işaret korumasına atfedilen önemi belirlemekte ve hem Consorzio için hem “Parmigiano Reggiano” ve bu ibarenin “Parmesan”/”Parmigiano” gibi varyasyonlarını kullanmak isteyen diğer şirketler için yeknesak bir uygulama yaratılmasını zorlu hale getirmektedir.    

13 Eylül 2022 tarihli Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi kararına konu ihtilafta Consorzio, gıda devi Kraft Foods Group Brands LLC’nin (“Kraft”) Avustralya’daki süpermarket raflarında bulunan kurutulmuş toz peynir kutularının “Kraft Parmesan Cheese” (Kraft Parmesan Peyniri) ibaresini içermesinin ve bu ibarenin marka olarak tescil edilmeye çalışılmasının tüketicilerin kafasında karıştırılma ihtimali yaratacağı gerekçesiyle harekete geçmiştir. Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi, Kraft’ın toz peynir ürünleriyle ilgili olarak “Kraft Parmesan Cheese” (Kraft Parmesan Peyniri) kelimesini kullanmasını coğrafi işaret ihlali olarak değerlendirmemiştir. Ofis, “Parmesan” kelimesinin Avustralya’da bir tür peynir veya aromayı ifade etmek için kullanıldığını ve bu ifadenin tüketicilerin zihninde “Parmigiano Reggiano” olarak tanımlanan prosedürlere uygun olarak yapılan peynirleri çağrıştırmadığını ifade etmiştir.  

Consorzio, Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi’nin ilk kararına karşı sunduğu itirazda, “Kraft Parmesan Cheese” (Kraft Parmesan Peyniri) marka başvurusunda yer alan “Parmesan” kelimesinin “Parmigiano Reggiano”nun İngilizce çevirisi olduğunu ifade etmiş ve Avustralyalı tüketicilerin bu ibareyi taşıyan ürünün İtalya’da sıkı koşullar altında üretilmesini bekleyeceklerini açıklamıştır. Consorzio gerçek “Parmigiano Reggiano” peynirinin İtalya’nın belirli bir bölgesinde, belli bir kaliteyi koruyacak şekilde ve sıkı kurallar çerçevesinde üretildiğini söylemiş ve Kraft’ın gerçek “Parmigiano Reggiano” üretmediğini, ancak “Kraft Parmesan Peyniri” şeklindeki marka başvurusu yapılmasının ve bu ibarenin Kraft’ın ürünleri üzerinde kullanılmasının “Parmigiano Reggiano” peynirini çağrıştırdığını belirtmiştir. Consorzio “Parmigiano Reggiano” peynirinin tarihçesinin orta çağa kadar uzandığını ve ismin korunmasına yönelik ilk adımların 1920’lerde atıldığını belirttiği belgeleri delil olarak sunmuştur ve bu korumanın kapsamının sadece coğrafi işaretin adıyla birebir aynı “Parmigiano Reggiano” kullanımlarını değil “Parmesan”/”Parmigiano” vb. ibareleri de kapsaması gerektiğini savunmuştur.

Buna karşın, Kraft, “Parmesan”ın sadece İtalya’da değil, Avustralya ve diğer çeşitli ülkelerde de üretilen bir tür sert peynir için kullanılan genel bir terim olduğunu savunmuştur. Kraft, “Kraft Parmesan Cheese” (Kraft Parmesan Peyniri) adı altında ürettiği ve pazarladığı peynirleri 1945’ten beri ABD’de ve 1966’dan beri de Avustralya’da sattığını belirtmiştir. Kraft ürünün etiketinde “ithal malzemelerden Avustralya’da paketlendiği” dışında nerede üretildiğinin belirtilmediğini açıklamıştır. Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi, Avustralyalı peynir tüketicilerinin Kraft’ın ürününü İtalya’da üretilen “Parmigiano Reggiano” ile karıştırma ihtimalinin çok düşük olduğunu açıklamıştır. Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi’nin ret kararı üzerine de Consorzio, Federal Mahkeme’de Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi’nin kararını bozmak için temyiz başvurusunda bulunmuştur. Dosya henüz inceleme aşamasındadır.

Consorzio’nun Avustralya’daki bu sert adımları, bu konuda harekete geçtiği tek yer değildir. Avustralya’daki gibi Ekvador’da da Kraft, “Kraft Parmesan Cheese” (Kraft Parmesan Peyniri) ibaresi üzerinde marka tescili almak istemiş ancak bu sefer başarılı olamamıştır. Ekvador’daki yetkili ofis (Ecuadorian Intellectual Property Office-SENADI), Consorzio’nun itiraz talebini aldıktan sonra, Kraft’ın  başvuru yaptığı “Kraft Permasan Cheese” (Kraft Parmesan Peyniri) ibaresinin “korunan menşe adı ile önemli benzerlikler göstermesi ve yalnızca üretildiği coğrafi çevreye borçlu olduğu itibar, kalite ve diğer özelliklerinden haksız bir şekilde yararlanması nedeniyle” bir markada yer almasının yanıltıcı olacağı gerekçesiyle başvurusu yapılan ibarenin marka olarak tescil edilemeyeceğine karar vermiştir. Bu karar, Amerika kıtası açısından önem arz etmektedir. Keza bu karar dünyanın o tarafında da coğrafi işaret korumasının şirketlerin ticari kâr amacı güden hareketlerine kıyasla daha büyük önem teşkil edebileceğinin bir göstergesidir.

Çok yakın zamanda 31 Mart 2023 tarihinde, Ekvador Marka Ofisi’nin kararına paralel bir kararın Singapur Yüksek Mahkemesi tarafından da verildiği görülmektedir. Karar, “Perfect Italiano” markası altında “geleneksel tarzda parmesan” pazarlayan Yeni Zelanda merkezli süt ürünleri şirketi Fonterra Cooperative Group (“Fonterra”) ile Consorzio arasındaki bir anlaşmazlık üzerine alınmıştır. “Parmigiano Reggiano” Singapur’da 2019 yılında coğrafi işaret olarak tescil edilmiştir. Fonterra ise bu coğrafi işaret tesciline sağlanan korumanın “Parmesan” ibaresinin kullanımına uzatılamayacağının tespitini talep etmiştir. Fonterra “Parmesan” kelimesinin “Parmigiano Reggioano” ibaresinin doğrudan tercümesi olmaması nedeniyle, ilgili coğrafi işaretin “Parmesan” kelimesinin kullanımını engelletme gücünde olmadığını iddia etmiştir. Fonterra, AB’nin coğrafi işaret mevzuatının “on yıllardır küresel peynir üretiminde yaygın olarak kullanılan ürün adlarının (parmesan gibi) kullanımını haksız bir şekilde tekelleştirmeye” sebep olduğunu ve bundan endişe duyduklarını belirtmiştir. Singapur Yüksek Mahkemesi tarafından verilen kararda ise, burada tespit edilmesi gerekenin “Parmesan” teriminin ilgili tüketici nezdinde jenerik bir terim haline gelip gelmediği olduğu ifade edilmiştir. Bunun üzerine ise kararda Fonterra’nın “Parmesan” ibaresinin ilgili tüketici nezdinde jenerik bir terim haline geldiğini kanıtlayamadığı belirtilmiştir.

Singapur ve Ekvador’dan gelen bu kararlar, menşe adı ve ilgili coğrafi alan arasındaki bağlantının temel önemini bir kez daha teyit etmektedir. Singapur Yüksek Mahkemesi’nin ve Ekvador Marka Ofisi’nin kararları, birçok uluslararası şirket ve ticaret birliğinin aslında istemeyeceği bir karardır. Bu kararlar ile “Parmesan”/”Parmigiano” ibaresinin jenerik bir isim olarak algılanmadığı, “Parmigiano Reggiano” ibaresine atanan menşe adı koruması kapsamında değerlendirilmesi gereken bir ibare olduğu ortaya konmuştur. Bu gibi kararların yaygınlaşması sadece “Parmigiano Reggiano’nun” değil, tüm coğrafi işaretlerin koruma kapsamlarının genişletilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bu uyuşmazlığa Consorzio da dahil olarak, İngilizcede “Parmesan” kelimesinin “Parmigiano Reggiano’nun” tercümesi olduğunu savunmuştur.

Singapur’daki ve Ekvador’daki bakış açısının aslında AB’nin bakış açısından kaynaklandığı görülecektir. “Parmigiano Reggiano”  peynir türünün AB üyesi İtalya kökenli olması karşısında, bu tutum elbette hiç şaşırtıcı değildir. 2008 yılında ABAD, AB’de “Parmesan/Parmigiano” adı altında sadece menşe adı olan “Parmigiano Reggiano” menşe adı kriterlerini sağlayan özellikteki peynirlerin satılabileceğine karar vermiştir (Case C-132/05 Commission of the European Communities v Federal Republic of Germany). Dönüm noktası niteliğindeki bu ihtilafta, AB’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu, Consorzio’nun şikayeti üzerine Almanya’ya karşı işlem başlatmıştır. Dava kapsamında, Alman hükümetinin, “Parmigiano Reggiano” menşe adının spesifikasyonuna uymayan peynirler üzerinde “Parmesan”/”Parmigiano” ibaresini kullanan üreticilere karşı harekete geçmek zorunda olduğu halde harekete geçmediği iddia edilmiştir. Alman hükümeti, “Parmesan”/”Parmigiano”nun Alman tüketiciler nezdinde sadece rendelenebilen sert peynirlere atıfta bulunan bir kelime olarak algılandığını ve bu nedenle “Parmesan”/”Parmigiano”nun coğrafi işaret olarak kullanımı kısıtlanamayacak genel bir terim olduğunu savunmuştur. ABAD, karşılaştırılan terimler arasında hem görsel hem de fonetik benzerlik ve kavramsal yakınlık açısından üçlü bir test yapılmasına karar vermiştir. Almanya’nın aleyhine karar verilerek, “Parmesan/ Parmigiano” ve “Parmigiano Reggiano” terimlerinin arasında sadece fonetik ve görsel olarak benzerlik olmadığına, aynı zamanda kavramsal olarak da yakın olduklarına ve birbirlerini çağrıştırdıklarına hükmedilmiştir. ABAD’a göre “(…) bu yakınlık ve fonetik ve görsel benzerlikler (…) tüketicinin, rendelenmiş veya rendelenmesi amaçlanan ve “Parmesan” adını taşıyan sert bir peynirle karşılaştığında aklına coğrafi işaret olan “Parmigiano Reggiano” tarafından korunan peyniri getirecektir. Bu koşullarda, “Parmesan” adının kullanımı (…) “Parmigiano Reggiano” coğrafi işaretinin bir çağrışımı olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla, “Parmesan” adının “Parmigiano Reggiano” coğrafi işaretinin bir tercümesi olup olmadığı sorusunun mevcut davanın değerlendirilmesi açısından bir önemi bulunmamaktadır.” ABAD’ın bu kararı, Consorzio’nun AB’ye üye ülke topraklarında “Parmigiano Reggiano” veya “Parmesan,/ Parmigiano” kelimesini taşıyan bir peynir ürünü üzerinde denetim hakkı olduğunu doğrulamıştır. Ayrıca “Parmesan”ın AB bölgesinde jenerik bir terim olarak algılanmadığını da teyit etmiştir.

Değerlendirme

“Parmesan”/”Parmigiano” ibaresinin veya bu ibareleri içeren işaretlerin peynir içerikli ürünlerde marka olarak tescil edilmesi veya kullanılması tartışmasının iki boyutu bulunmaktadır. AB’de ve bunu takip eden Ekvador ve Singapur gibi ülkelerde coğrafi işaret koruma kapsamının en yüksek seviyede olması gerektiği yönünde bir yaklaşım varken, Avustralya gibi bazı ülkelerde coğrafi işaretlere daha zayıf bir koruma atfedilmesi yaklaşımı ağır basmaktadır. Öyle ki, ABD gibi bazı ülkelerde yayınlanan çoğu inceleme yazısında da “Parmigiano Reggiano” ibaresi üzerindeki coğrafi işaret tescilinin korumasının “Parmesan”/”Parmigiano” gibi terimlerin kullanılmasını engelleyecek şekilde genişletilmesi durumuna sert eleştiriler yapıldığı görülmektedir. Avustralya ve ABD’de bu bakış açısının ticari hayattaki özgürlüğe engel teşkil ettiği görüşünün hakim olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan AB, Ekvador ve Singapur’da tam tersi bir bakış açısıyla, bir ürünün yöresel üretim tarzına ve bu yöresel üretimi yapmaya hak kazanmış üreticilerin ticari haklarına verilen önem, ticari hayattaki rekabet serbestisinden daha önemli görülmektedir.    

Dünyanın farklı noktalarında “Parmesan/Parmigiano” ibaresinin yarattığı tartışmayı ele aldıktan sonra, Consorzio’nun Türkiye’deki hareketlerine de bakmak gerekmektedir. Türk Patent ve Marka Kurumu’nun marka siciline bakıldığında “Parmesan” ibareli 13 adet marka kaydı bulunduğu görülmektedir. Bu başvurulardan altı tanesi geçersiz durumdadır. Bunlar Consorzio’nun Türkiye’de C2011/002 numaralı coğrafi işaret tescili nedeniyle re’sen veya itiraz üzerine geçersiz kılınmıştır. Consorzio’nun “Parmesan/ Parmigiano” ve “Parmigiano Reggiano” ibarelerinin ürünler üzerindeki kullanımına ve tescillerine verdiği öneme ve buna yönelik aldığı aksiyonlara bakıldığında, dünya üzerinde olduğu gibi Türkiye’de de Consorzio’nun aktif olduğu görülmektedir. Henüz Türk mahkemeleri nezdinde “Parmesan” ibaresinin marka olarak tescil edilmeye çalışılmasının engellenmesine veya ürünler üzerinde kullanılmasının engellenmesine dair kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Bu konuda, Türk mahkemelerinin, “Parmigiano Reggiano (Parmesan Peyniri)” coğrafi işaret tescilinin koruma kapsamını ne derece geniş değerlendireceği, koruma kapsamını en güçlü biçimde uygulayan bazı AB ülkelerinin mi, yoksa koruma kapsamını daha zayıf biçimde öngören Avustralya ve ABD gibi ülkelerin mi yaklaşımını tercih edeceği merakla beklenmektedir. 

Kanımızca “Parmesan” veya “Parmigiano” terimleri gerçekten de “Parmigiano Reggiano” menşe adını çağrıştırmaktadır. “Parmigiano Reggiano” menşe adına atfedilen korumanın “Parmesan” veya “Parmigiano” terimlerine uzatılmadığı ülkelerde ortalama bir tüketici Parma ve Reggio menşeli gibi görünen ancak gerçekte Parma veya Reggio ile hiçbir ilgisi olmayan bir peynir ürününü, bu ürünün ilgili menşe adının özelliklerini barındırdığı algısı ile satın almaya yönelebilir. Keza, Ekvador Marka Ofisi’nin kararında da “Talep edilen markanın aldatıcı olabileceği ve piyasada bilinçli bir karar veremeyecek olan tüketicileri etkileyebileceği açıktır.” ifadeleri yer almaktadır. Gerçekten de burada önemli olan bir üçüncü kişi ürününde menşe adının tescil edildiği ismin aynısının veya doğrudan tercümesinin kullanılıp kullanılmadığının tespiti değildir. Burada önemli olan, bu adın varyasyonunun tüketici kesiminde yarattığı algının tespiti olmalıdır. Eğer ilgili tüketici, kullanılan terim ile tescilli bir coğrafi işareti anımsıyor ve söz konusu ürünün bu özellikleri barındırdığını düşünüyor ve ürünün menşe hakkında yanılıyorsa ya da üretici bu menşe adından haksız yarar sağlıyorsa, bu durumda coğrafi işaretin ihlal edildiğine kanaat getirilmelidir.

Fulden TEZER

fuldentzr@gmail.com

Elifsu GÖZEN

elifsugozen@gmail.com

Haziran 2023


YARARLANILAN KAYNAKLAR

COĞRAFİ İŞARETLERİN DENETİM SÜRECİNE DEPREMİN ETKİSİ

Yaşadığımız deprem felaketi başta depremden etkilenen bölge insanı olmak üzere hepimizi ve hayatımızın her alanını olumsuz yönde etkilemiştir. İnsanların ihtiyaçlarının karşılanabilmesi ve yaşanan acıların bir nebze de olsun azaltılabilmesi, bölge için sürekli biçimde farkındalık yaratmak ve unutulmalarını engellemekle mümkün olabilecektir. 

Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Kurulu tarafından gerçekleştirilen “Fikri Mülkiyet Perspektifinden Deprem” konulu panel, depremin etkileri hakkında farkındalık yaratması, konunun bu boyutuyla gündeme alınması açısından son derece faydalı olmuş, farklı konuların deprem özelinde ele alınmasını ve tartışılmasını sağlamıştır. Söz konusu panel kapsamında katkı vermeye çalıştığım bölümdeki kişisel değerlendirmeler ise bu yazının içeriğini oluşturmaktadır. Coğrafi işaret denetim sisteminin yapısı, sonuçları, bu sistemin deprem bölgelerinde yaratabileceği olası sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerinin neler olabileceği, incelenmesi gereken önemli konu başlıkları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Deprem bölgesindeki temel insani ihtiyaçların karşılanması tartışmasız olarak ilk yapılması gerekendir. Ancak, bölgenin yeniden ayağa kaldırılması, orta ve uzun vadede kalkınmanın ve istihdamın oluşturulmasıyla mümkün olabilecektir.   

Denetim süreci başta olmak üzere coğrafi işaretlerle ilgili süreçlerin doğru yürütülmesi o bölgelerin ekonomik olarak toparlamasında, insanların yaşadıkları yerlere dönebilmelerinin sağlanmasında ve kendi kendilerine yetebilir hale gelmelerinde son derece önemlidir. Zira Türkiye’de tescilli coğrafi işaretlerin %24,2’si depremden etkilenen şehirlerimiz adına tescillidir[1]. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’deki tescilli coğrafi işaretlerin yaklaşık dörtte biri depremden etkilenen şehirlerimizden kaynağını alan ürünlere aittir. Bunların dışında deprem bölgesindeki illerimizden başvurusu yapılan ve tescil işlemleri devam eden coğrafi işaretler de bulunmaktadır.  

Bilindiği gibi coğrafi işaretler Avrupa Birliği (AB) nezdinde de tescil edilmektedir. Hali hazırda AB nezdinde dokuz coğrafi işaretimiz tescil edilmiştir. Bunlar;  Antep Baklavası, Aydın İnciri, Aydın Kestanesi, Bayramiç Beyazı, Malatya Kayısısı, Milas Zeytinyağı, Taşköprü Sarımsağı, Giresun Tombul Fındığı ve Antakya Künefesidir[2]. Görüleceği üzere, AB nezdinde tescilli dokuz coğrafi işaretten üçü de depremden etkilenen şehirlerimizden kaynağını alan ürünlere aittir. Tüm veriler bizlere bölge için coğrafi işaretlerin ne kadar önemli olduğunu göstermekle beraber, Türkiye’deki coğrafi işaret sistemi için de bölgenin ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir.

Coğrafi işaretler, belirli bir yöreyle özdeşleşmiş ürünleri gösteren işaretlerdir. Bu işaretlerin en önemli işlevlerinden birinin ekonomik olarak yarattıkları katma değer olduğu bilinmektedir. Bu işaretler, ürünün diğer ürünlerden ayırt edilmesini sağladıkları gibi pazarlama aracı olarak da kullanılmaktadır. Bu boyutuyla coğrafi işaretlerin birer reklam ve tanıtım aracı oldukları görülmektedir. Ürünleri ön plana çıkararak tercih sebebi haline getirmekte ve bir pazar alanı yaratmaktadırlar. Bu yönüyle coğrafi işaretlerin yerel üretimi ve kırsal kalkınmayı destekleyen yönü olduğu görülmektedir. Öte yandan bölgelere yönelik turizmin artmasına da katkı vermektedir. Depremden etkilenen bölgelerden kaynaklanan tescilli coğrafi işaretler incelendiğinde, herkesin bildiği, kullandığı, tercih ettiği, katma değeri yüksek ürünler oldukları ve pazarda önemli bir yer tuttukları görülecektir. Öte yandan, Hatay, Adana, Şanlıurfa gibi şehirlerimiz gastronomi turizminin de yoğun olduğu yerlerdir.  

Coğrafi işaretlerin beklenen faydayı sağlayabilmeleri, işlevlerini yerine getirebilmeleri, sağlıklı işleyen bir denetim sisteminin kurulması ve denetimlerde sürekliliğin sağlanmasıyla mümkündür. Üretim metodunu ve kaliteyi garanti altına almak, denetimlerin etkin şekilde gerçekleştirilmesine bağlıdır. Aksi durum, ürünlerin yapısının ve kalite algısının bozulmasına, coğrafi işaretin ekonomik değerinin ortadan kalkmasına neden olabilecektir. Ancak, denetimlerin sürekliliği deprem gibi olağan dışı dönemlerde tartışılması gereken önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm sorunların tespit edilebilmesi ve deprem özelinde değerlendirmelerin yapılabilmesi ise denetim sisteminin mevzuattaki mevcut halinin incelenmesiyle mümkün olabilecektir.

Denetimler, Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından yeterliliği onaylanarak sicile kaydedilen denetim merci tarafından yerine getirilir. Denetim raporlarının Kuruma sunulmasından ve denetim ile ilgili süreçlerin uygun şekilde yürütülmesinden ise tescil ettiren sorumludur. Kanun’da denetimlerin sürekli şekilde yapılması öngörülmüş, eksik ve usulüne uygun denetim yapılmaması yaptırıma bağlanmıştır. Kanun’un 49’uncu maddesi “Denetim raporlarının incelenmesi sonucunda eksiklik varsa tescil ettirene bildirilerek altı ay içinde eksikliğin giderilmesi istenir. Eksikliğin süresi içinde giderilmemesi veya denetim faaliyetinin usulüne uygun olarak yerine getirilmediğinin tespit edilmesi hâlinde 43 üncü madde hükmü uygulanır.” hükmünü içermektedir. Buna göre, denetimlerin usulüne uygun yapılmaması veya eksikliklerin süresi içerisinde giderilmemesi durumunda tescil ettirende değişiklik yapılmasına ilişkin prosedür işletilecektir. Kanun’un 43’üncü maddesine göre, denetimin usulüne uygun yapılmadığına ilişkin Kurum tespiti Bültende yayımlanır. Yayım tarihinden itibaren üç ay içinde, Kanun’da belirtilen şartları taşıyan ilgililer tarafından tescil kayıtlarında değişiklik talebinde bulunulabilir. Usulüne uygun talep yapılması durumunda, denetimi yerine getirmeyen coğrafi işareti tescil ettiren değiştirilir ve işlem Sicile kaydedilir. Bültende yayımdan itibaren üç aylık süre içerisinde ilgililer tarafından talep yapılmaması veya yapılan taleplerin uygun bulunmaması hâlinde coğrafi işaret hakkı sona erer ve bu durum Bültende yayımlanır.

Denetim sistemi incelendiğinde, denetim yapılmamasının coğrafi işaret hakkının sona ermesine kadar giden kademeli bir yaptırıma bağlandığı görülmektedir. Coğrafi işaret hakkının sicilden terkin edilmesi gibi ağır bir sonuçla karşı karşıya kalınması mümkündür.

Denetim sisteminin kanundaki şekilde düzenlenmiş olması, özellikle deprem bölgesinde kaçınılmaz olarak bazı sorunları karşımıza çıkarabilecektir. Bunların en başında, kanunda yer alan düzenlemenin emredici nitelikte olması, işletilecek prosedür ve uygulanacak yaptırımlar konusunda Kuruma takdir yetkisinin verilmemiş olması gelmektedir. Bu, ortaya çıkan yeni durumlar karşısında aksiyon kabiliyetini sınırlandıran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine Kanunda, mücbir sebeplerle ilgili bir istisnaya yer verilmediği, deprem gibi etkileri uzun döneme yayılabilecek, denetim faaliyetlerini etkileyebilecek veya denetimi fiilen imkânsız hale getirebilecek nitelikteki olaylar için istisna öngörülmediği görülmektedir. Denetimin haklı sebeple yapılamadığı durumlara ilişkin bir istisnaya da Kanunda yer verilmemiştir. Deprem gibi felaketlerde, denetim mercileri denetimi yapma kabiliyet ve kapasitelerini kaybedebilirler. Yine bu mercilerde görev alacak alanında uzman kişiler deprem nedeniyle hayatlarını kaybetmiş, bölgeden ayrılmış ve dönmek istemiyor olabilirler. Benzer durum denetlenecek kişiler yönünden de gerçekleşmiş olabilir. Söz konusu ürünlerin üreticilerinin kalmaması, bölgeyi terk etmeleri veya benzer nedenlerle üretimin fiilen yapılamaması gündeme gelebilir. Üretimin ortadan kalkması, bölgedeki tarım arazilerinin bu vasıflarını yitirmesinden de kaynaklanabilir. İklim ve toprak yapısında değişiklik meydana gelmiş ve denetim süreci içerisinde geçici de olsa üretim imkânı ortadan kalkmış olabilir. Mevcut düzenlemelerde bu tür olası sorunlara karşı bir çözümün olmadığı, Kanun’da, denetimlerin sürekliliğinin esas alındığı ve gerekli denetimlerin yapılmamasının doğrudan bir yaptırıma bağlandığı görülmektedir. Olağan dönemlerde denetimin sürekli olması gerektiği açıktır. Ancak bu tür olağanüstü dönemlerde denetimin sürekliliğinin esas alınması hem başlı başına bir sorun, hem de diğer sorunların kaynağı haline gelebilmektedir.

Denetim sisteminden kaynaklanabilecek sorunlarını en aza indirmek ve yaptırımlarla karşılaşmamak adına ne tarz tedbirler alınabilir?

Bilindiği gibi depremden etkilenen yerlerde, 8/2/2023 tarihli ve 6785
sayılı Cumhurbaşkanı kararıyla üç ay süreyle olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmiştir. Akabinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle de tedbirler alınmaya başlanmıştır. Bu kapsamda çıkarılan 11/2/2023 tarih ve 120 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle hak düşürücü sürelerin durdurulmasına yönelik tedbirler alınmıştır. Bu tedbir kapsamında Kurumun internet sitesinde de gerekli ilan yapılmış, diğer birtakım sürelerin yanında denetim raporlarının sunulmasıyla ilgili sürelerin durduğu da ilan edilmiştir. Yapılan düzenleme hızlı bir şekilde aksiyon alınmasını sağlamıştır. Düzenlemeyle alınan tedbirin gerekli ve yararlı bir çözüm olduğu görülmektedir. Bu düzenleme özellikle, denetimleri yapılmış ancak raporları hazırlanarak henüz Kuruma sunulmamış olan coğrafi işaretler yönünden önemli bir tedbir olmuştur. Ancak, depremin etkilerinin uzun döneme yayılmış olması, denetimlerin ise süreklilik arz etmesi nedeniyle bu tedbirin kalıcı bir çözüm olarak kabul edilmeyeceği değerlendirilmektedir. OHAL dönemiyle sınırlı etki doğuran, kendi içerisinde dahi süre sınırı taşıyan düzenlemelerin SMK’da yer alan sisteme etkin bir çözüm sunmadığı düşünülmektedir. Bu yönüyle, genel bir çerçeve çizen düzenlemenin önemli olduğu, ancak yeterli olmadığı değerlendirilmektedir.

Deprem bölgelerinde denetim sürecinden kaynaklı olarak yaşanabilecek sorunlar olağan dönem Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yapılacak değişikliklerle kaldırılabilir mi? Bilindiği üzere, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri asli niteliğe sahip ve kanunla eşdeğer düzenlemelerdir. Bu nedenle, çıkarılacak bir kararnameyle konunun ve sistemin yeniden düzenlenebileceği söylenebilir. Ancak, Anayasa’nın 104’üncü maddesine göre kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamamaktadır. Yine kararnameyle kanunlarda değişiklik yapılamayacağı da kabul edilmektedir. Öte yandan, Anayasa’nın ikinci kısmının ikinci bölümlerinde yer alan kişi hakları ve ödevleri ve bu kapsamda mülkiyet hakkının da Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemeyeceği Anayasa’da hüküm altına alınmıştır. Tüm bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, genel olarak sınai mülkiyet haklarına ilişkin düzenlemelerin kararnameyle yapılmasının bu hakların niteliğine uygun olmadığı değerlendirilmektedir. Bu kapsamda denetim süreci gibi sınai mülkiyet hakkı sahipliğinde değişikliğe veya hakkın sona ermesine neden olabilecek nitelikteki süreçlere ilişkin düzenlemelerin kararnamelerle yapılmasının yerinde bir tercih olmayacağı düşünülmektedir.

Cumhurbaşkanlığı kararları ise kararnamelerden farklı olarak Kanunla eşdeğer olmayan idari işlem niteliğindeki düzenlemelerdir. Tali nitelikteki bu düzenlemelerin kaynağını bir kanundan veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinden alması gereklidir. Oysa SMK’da bu konuda yetki veren bir düzenleme olmadığı görülmektedir. Bu haliyle Cumhurbaşkanlığı kararıyla da mevcut sistemin değiştirilemeyeceği ve sorunların giderilemeyeceği değerlendirilmektedir.

Etkili ve kalıcı çözümün SMK’da yapılacak bir düzenleme ile gerçekleştirilmesi mümkündür. Bilindiği üzere, SMK’nın yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıldan daha uzun bir süre geçmiştir. Bu sürede edinilen tecrübe, uygulamadan kaynaklı sorunları görmek, eksiklikleri değerlendirmek ve ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden yapılandırmak için kullanılabilir. Deprem gibi mücbir sebeplerin coğrafi işaretlerin denetim sürecinde göz önüne alınması sağlanabilir. Nitekim farklı kanun ve yönetmeliklerde mücbir sebep hallerinin istisnai durumlar olarak düzenlendiği ve bu gibi durumlarda idarelere farklı yetkilerin verildiği bilinmektedir[3]. SMK kapsamında benzer yönde düzenleme yapılmasının mümkün olduğu düşünülmektedir. Mücbir sebeplerin SMK’da örnekseme yöntemiyle sayılması ve Kuruma bu tür durumlar için takdir yetkisinin verilmesi değerlendirilebilir. Denetim süresinin bir yıl olduğu göz önüne alınarak, her olayda değilse de deprem gibi bir mücbir sebep halinin etki ve boyutlarına göre bir değerlendirme yapma imkânının verilmesi yerinde olabilecektir. Bu kapsamda, denetim raporu sunma sürelerinin uzatılması, denetimlerin veya rapor sunma zorunluluğunun kaldırılması gibi esnek yetkilerin Kuruma tanınması söz konusu olabilir. Bu sayede, ileride ortaya çıkabilecek farklı durumlar için de yasal ve kalıcı bir çözüm oluşturulabileceği değerlendirilmektedir. 

Bu çözüm önerisine karşın, kanunun değişikliği yapılmasının son derece zor ve uzun bir süreç olduğu da herkes tarafından bilinmektedir. SMK değişikliğinin yapılmadığı ve diğer düzenlemelerin de ihtiyacı karşılamadığı noktada nasıl bir çözüm benimsenebileceği ayrıca tartışmaya açıktır. Denetim sürecine ilişkin SMK’da mücbir sebep istisnası olmasa dahi Kurum resen mücbir sebebi dikkate alabilir mi? Fiili olarak uygulamasını değiştirerek hak kayıplarının önüne geçebilir mi?

Mücbir sebep sadece idarelerin sorumluluğunu kaldıran bir neden olarak değerlendirilmemelidir. Vatandaş yönünden de ayrıca tanımlanması ve göz önüne alınması gereken bir nedendir. Nitekim vatandaşın kusurundan kaynaklanmayan, öngöremediği ve önleyemeyeceği olaylar idareye karşı yükümlülüğünü yerine getirmesini engelleyebilir. Danıştay tarafından, ilgili mevzuatlarda yer almasa dahi mücbir sebebin dikkate alınması gerektiğine, mücbir sebepten dolayı kişi idareye karşı yükümlülüğünü yerine getiremediğinde bundan dolayı sorumlu olmayacağına karar verilmektedir. Danıştay tarafından, mücbir sebebin hukukun genel kurallarından biri olduğu, idare hukukunun da bundan bağımsız olarak değerlendirilemeyeceği vurgulanmış, kanunda aksi yönde açık bir düzenleme olmadıkça mücbir sebep hallerinin dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir[4]. Yine farklı kararlarda, ilgili mevzuatta açıkça yer almasa dahi, kişilerin mücbir sebepleri göz ardı edilerek yapılan idari işlemlerin iptal edildiği görülmektedir[5].

Deprem nedeniyle can derdine düşen insanlardan coğrafi işaret denetimi yapmalarını ve Kuruma rapor sunmalarını beklemek insani ve hakkaniyete uygun bir yaklaşım olmayacaktır. Ayrıca, coğrafi işaretlerin kamusal yönü ve kolektif yapısı değerlendirme yapılırken göz önüne alınmalıdır. Tescilin devamlılığında kamu yararı olduğu gözetilmeden, mücbir sebepler göz ardı edilerek işlem tesis edilmesi hak kayıplarına neden olacaktır. İçinde bulunduğumuz süreçte, Danıştay kararlarının emsal alınması gerektiği ve kanunda değişiklik yapılana kadar hak kayıplarının önüne geçilebilmesi için mücbir sebeplerin fiilen göz önüne alınması yerinde bir yaklaşım olacaktır. Sonuç olarak, denetim süreci üzerinde depremin olumsuz etkileri devam ettiği sürece depremden etkilenen bölgelerdeki coğrafi işaretlerle ilgili denetim raporu sunulamaması mümkündür. Bu süreçte denetim raporu sunulamamasının hukuki sonuç doğurmayacağının kabul edilebileceği değerlendirilmektedir.

Gökhan ERGÜL

Mayıs 2023

av.gokhanergul@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Türkiye’deki 1334 tescilli coğrafi işaretten 324’ü depremden etkilenen şehirlerimizden kaynağını alan ürünlere aittir. (Mahreç İşareti tescilleri:  979 / 271; Menşe Adı tescilleri: 355 / 53; Toplamda: 1334 / 324     %24,2)

[2] https://ci.turkpatent.gov.tr/sayfa/avrupa-birli%C4%9Finde-co%C4%9Frafi-i%C5%9Faret

[3] 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu m.10; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu m. 13 ve m. 15 (mücbir sebepler sayıldığı gibi Kanunda idareye, yeni beyanname verme süreleri belirlenmesi ve beyanname verme zorunluluğunun kaldırılması yetkisinin verildiği de görülmektedir.); 6326 sayılı Petrol Kanunu m. 122; 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu m. 5; 3213 sayılı Maden Kanunu m. 3 ve m. 37; Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği m. 14; Doğalgaz Piyasası Lisans Yönetmeliği m. 46

[4] Danıştay 1. Dairesi’nin 4/12/1944 tarih ve 1944/26 E. – 1944/26 K. sayılı kararı, Prof. Dr. Turan YILDIRIM, “Danıştay Kararlarında Mücbir Sebep Kavramı”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 25, Sayı 2, Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal Armağanı, Aralık 2019, s. 1533

[5] İdari Dava Daireleri Kurulu 12/11/2015 tarih ve 2015/3121 E. – 2015/4110 K. sayılı kararı (Erişim: https://www.sinerjimevzuat.com.tr/kullaniciGiris.jsf?dswid=-1455#); Danıştay 8. Dairesi 21/11/1997 tarih ve 1996/4736E. – 1997/3534 K. sayılı kararı (Erişim: https://www.sinerjimevzuat.com.tr/kullaniciGiris.jsf?dswid=-1455#)

THEODORE’UN ÇİKOLATA FABRİKASI

-Bölüm II-

TOBLERONE “SWISSNESS” KİMLİĞİNİ Mİ KAYBEDİYOR?

Bir ülkenin sembolü haline gelen nadir “marka – ürün” ikililerinden olan Toblerone çikolatasının kısmen Slovakya’da üretileceğine ilişkin haberler, “Toblerone’nun Swissness, yani İsviçrelilik kimliğini kaybetmekte olduğu” tartışmalarını gündeme getirmişti. Konuyu ele almaya; IPR Gezgini’nde 3 ve 4 Haziran 2020 tarihlerinde iki bölüm halinde yayımlanan Mistik Çikolata Dünyası isimli yazımızdan da alıntı yapıp Toblerone markasının hikâyesini anlatarak, dün yayımlanan Bölüm I ile başlamış olduk.

Matterhorn’un Toblerone paketlerinden çıkarılarak onun yerine sıradan bir zirve görselinin kullanılmasının neden bu kadar önemli olduğunu ve Mondelēz’in bunu yapmaya neden mecbur kaldığını anlamak için Matterhorn’a biraz daha yakından bakmak iyi olabilir.

İsviçre – İtalya sınırında yer alan Matterhorn, İsviçre’nin en ikonik dağı. İtalyan kimliğinde Monte Cervino, Fransız kimliğinde ise Mont Cervin yazıyor.

İsviçre Alplerinin mücevheri” olarak bilinen bu dağ dünyaya 4.478 metre yüksekten bakıyor ve eşsiz konumuyla çok sayıda cazibe merkezine kucak açıyor.

Rothorn, Matterhorn manzalarını seyretmek için en elverişli yerlerden biri. Matterhorn Glacier Paradise, 3.883 metre yüksekliği ile Avrupa’nın en yüksek kayak bölgesi ve yılın her günü açık.

Müzeseverler Zermatt’ın, bir dağ köyünden Alp tatil beldesine dönüşüm yolculuğunu ve büyük zorluklarla 1865’te gerçekleştirilen Matterhorn’a ilk tırmanışın tarihini Matterhorn Müzesinde soluyor. Müzede ayrıca, üç kuşaktan uzun bir süredir sipariş üzerine dağ botu üreten Burgener Ailesinin üretimde kullandığı bazı el aletleri ile eski üretim dağ botları da küçük bir kunduracı kulübesinde sergileniyor. El yapımı botların tabanlarında, tırmanılacak dağın yüzey özelliklerine göre seçilen kramponlar kullanılıyor.

Matterhorn’da 25’in üzerinde tırmanış rotası ve varyasyonları var. En popüler rotasının eteğinde, 3.260 metrede Hörnlihütte (Hörnli Kulubesi) yer alıyor. 1880 yılında inşa edilen bu kulübeden, hava koşulları uygun olduğu takdirde, günde yaklaşık 300 dağcı tırmanışa başlıyor. 3.100 metre rakımlı Gornergrat ise en iyi gezi rotalarından biri olarak kabul ediliyor.

Zermatt’ta, 3.820 metre ile Alpler’in en yüksek teleferik istasyonu var ve 150’den fazla göl bulunuyor. Bu göllerden Riffelsee, hava koşullarının uygun olduğu zamanlarda Matterhorn’u bir ayna gibi yansıtıyor ve sırf bu sebeple ziyaretçisi çok fazla. Hatta birçok akıllı telefonda duvar kâğıdı olarak da kullanılıyor. Minnacık bir yer olan Zermatt’a giderken tavanı camdan bir trende yolculuk yapıyorsunuz ve varış noktasına ulaştığınızda Matterhorn’un görünümünden büyüleniyorsunuz gerçekten.

Matterhorn, Covid 19 pandemisinin ilk zamanlarında ikonik bir projede de rol aldı. Pandemiyle mücadelede insanlara umut işareti göndermek için “Light is hope![1]” (Işık umuttur!) temasıyla, Zermatt’tan Matterhorn aydınlatıldı. 24 Mart – 26 Nisan 2020 tarihleri arasında yürütülen projede, 24 Nisan günü saat 23:40’ta Matterhorn üzerinde Türk Bayrağı dalgalandı. 

© Light Art by Gerry Hofstetter / Foto Michael Portmann

İsviçre, gezginleri çağırmak için poster kullanmaya başlayan ilk ülkelerden. Seyahat posterlerinin en ünlülerinden biri, sanatçı Emil Cardinaux’nun fırçasından 1908 yılında çıkan ünlü Matterhorn zirvesinin posteri olup, bir müzayedede yaklaşık 10.000 Dolara satıldığı rivayet ediliyor.

Şöyle söyleyelim; Matterhorn İsviçre için bir ulusal miras ve korunması gereken bir ulusal emanet gibi, ülke ile bütünleşmiş simgelerden biri. Dolayısıyla Toblerone paketlerinde yer almasının ciddi bir anlamı var. Matterhorn’un paketlerde yer alması kendi başına Toblerone’un İsviçreli kimliğini anlatmaya yetiyor ve çikolatayı İsviçre ile bütünleştiriyor.  

Yapılan araştırmalar, üzerinde “Swiss made”, “Swiss quality”, “Swiss”, “Made in Switzerland” gibi ibarelerin veya İsviçre bayrağının kullanıldığı ya da bir biçimde ürünün kaynağının İsviçre olduğunu işaret eden / öyle olduğunu düşündürten  ürünlerin satışının, piyasadaki muadillerine göre %20 daha fazla olduğunu gösteriyor. Yani İsviçre kelimesi tüketiciye güven telkin ediyor ve satışların artmasında ciddi bir fonksiyonu var. Bu durum, yaratılan ekonomik ve kültürel katma değerden haksız fayda sağlamak isteyenlerin iştahını kabartırken, suiistimalleri de yaygınlaştırıyor.   

Günden güne artan istismarların önüne geçmek, mevcut piyasa avantajını ve tüketicileri korumak, hukuki durumu netleştirebilmek gibi amaçlarla İsviçre, 01 Ocak 2017’de yürürlüğe giren ve kısaca “Swissness” (İsviçrelilik) diye anılan bir Kanun çıkardı.[2]  

Uzun ve çetrefilli tartışmalar neticesinde hazırlanan Kanun, “Swiss”, “Swiss made” gibi kaynak olarak İsviçre’yi işaret eden ibarelerin, İsviçre’ye özgü şekillerin/sembollerin vs hangi hallerde kullanılabileceğine dair kriterler getirdi; bir yandan da bu tip işaretlerin yapılan ikili veya çoklu anlaşmalarla yabancı ülkelerde korunmasını hedefliyordu.  

Kanun, her ne kadar “İsviçrelilik” biçiminde Türkçe’ye tercüme edebileceğimiz “Swissness” diye anılsa da, kaynağını İsviçre’den almayan (yabancı) coğrafi işaretler / kaynak işaretleri hakkında da düzenlemeler getiriyor ve İsviçre marketinde tanınan kaynak gösterir yabancı işaretlerin korunmasını ve düzenlenmesini de amaçlıyor.

Kanunun ana mantığı şöyle özetlenebilir belki; coğrafi işaret / coğrafi kaynak belirten işaret ancak yanıltıcı olmamak ve doğru olmak kaydıyla kullanılabilir.  

Kanun ile getirilen ana standart; coğrafi orijinin, esaslı üretimin gerçekleştiği lokasyona göre belirlenmesi.  Buna ek olarak, örneğin gıda ürünlerinde ürünün hammaddesinin en az %80’inin orijin olarak gösterilen coğrafi yerden kaynaklanması gerekiyor ve ancak bu kritere uyuyorsa bir ürün üzerinde “Swiss” ibaresi kullanılabiliyor. %80 oranının hangi kriterlere göre hesaplanacağına dair ise bir kurallar bütünü yaratılmış durumda. Örneğin kakao, kahve gibi İsviçre’de üretilmeyen maddeler hesaplamada göz önüne alınmıyor.

Endüstriyel ürünlerde ana üretim aşamalarının önemli bölümünün İsviçre’de gerçekleşmiş olmasının yanında, ürünle ilgili üretim masraflarının (Ar-ge masrafları dahil) en az %60’ının İsviçre’de yapılmış / harcanmış olması şartı aranıyor. Ancak paketleme ve dağıtım masrafları bu hesaplamada göz önüne alınmıyor. Aynı %60 koşulu saatler için de geçerli (akıllı saatler dahil) ve saatin teknik geliştirmesinin de İsviçre’de yapılmış olması gerekiyor.

Doğal ürünlerde ürünün nerede yetiştiğine ve hasat edildiğine göre belirleme yapılırken etler için hayvanın yaşam sürecinin ne kadarlık bölümünü İsviçre’de geçirdiği bakılan kıstaslar arasında.

Swissness’in getirdiği önemli bir yenilik ise hizmetlerin de bu kanun kapsamında değerlendirilmesi. İsviçre’yi kaynak gösteren ibare / sembollerin hizmetlerde kullanılabilmesi için hizmeti verenin İsviçre’de yerleşik ve yönetiminin İsviçre’de olması şartı aranıyor.  

Swissness ile kanun koyucu, her tür ürünü kapsar biçimde coğrafi işaretler / kaynak gösteren işaretler için yeni bir ulusal tescil sistemi getirdi. İsviçre’de tarım ürünleri için mevcut tescil sistemi yanında Swissness ile ayrı ve yeni bir tescil sicili yaratıldı.

Swissness Kanunu ile İsviçre, bizi yeni türde bir marka tescili ile de tanıştırdı; “coğrafi marka” (geographical mark).

Swissness Kanunu uyarınca aşağıdaki işaretlerin İsviçre’de coğrafi marka olarak tescili mümkün[3].

  1. İsviçre’de veya İsviçre dışında halihazırda coğrafi işaret olarak tescil edilmiş işaretler.
  2. İsviçre’nin şarap konusundaki mevzuatına uygun olmak şartıyla, şaraba ilişkin coğrafi işaret olarak tescil edilmiş işaretler.
  3. Bir resmi düzenlemenin konusu olmuş kaynak belirten işaretler. Örneğin saatler için “Swiss made” kullanımı gibi veya İsviçre’dekinin muadili bir düzenlemeye dayanan kaynak belirten yabancı işaretler.

Coğrafi markayı adına tescil ettiren, markanın ticarette aynı / benzer ürünler üzerinde yasaya aykırı kullanımını engelleme hakkına sahip. Bu markanın devri veya lisanslanması ise mümkün değil.

Swissness’e göre coğrafi markanın kendinden sonraki başvurulara karşı bir itiraz gerekçesi olması mümkün değil; ancak diğer taraftan daha evvel tescil edilmiş markaların coğrafi marka başvurusuna itiraz hakkı da mevcut değil.

Kanuna göre klasik anlamdaki markalara uygulanan kullanma zorunluluğu ve bu zorunluluğa uyulmaması halinde doğacak neticeler, coğrafi marka için geçerli değil.

Başvuru sahibinin başvuruyla birlikte markanın kullanım koşullarını düzenleyen teknik bir yönetmelik sunması gerekiyor. Teknik yönetmeliğin coğrafi işaretin şartnamesine veya önceki mevcut uygulama kurallarına uygun olması şartı aranıyor. Teknik yönetmelikte coğrafi markanın kullanımı için bir ücret belirtilmesi gerekmiyor. 

Kanun koyucunun nihai amacının (coğrafi) adlandırmaları markaya dönüştürerek bunlarında diğer markalar gibi uygulanabilirliğini sağlayacak bir yol açmak olduğu görülüyor.

İşte bu Swissness Kanunundan dolayıdır ki üretimi Slovakya’ya taşıyan Mondelēz, bundan sonra artık Toblerone çikolatalarının üstüne “Swiss chocolate” (İsviçre çikolatası) yaz(a)mayacak, onun yerine “Established in Switzerland in 1908” (1908 yılında isviçre’de kuruldu) yazacak. Diğer yandan paketlerden Matterhorn’un çıkarılması da Mondelēz’in kararı değildir aslında; çünkü üretimi artık İsviçre’de yapmayacaklarına göre, Swissness Kanunu uyarınca İsviçre’nin bu ikonik dağının görselini kullanmaları mümkün değil.

“Çikolata çikolatadır, tadı aynı sonuçta!” diyenler olabilir elbet, ama bazıları için 2023’ten sonra Toblerone aynı Toblerone olmayacak artık. Markalar geçmişi ve hikayeleriyle var olur ve yaşar çünkü.   

28.03.2023

Gonca Ilıcalı gilicali12@gmail.com

Özlem Fütman ofutman@gmail.com


[1] https://www.zermatt.ch/en/hope

[2] https://www.ige.ch/en/law-and-policy/national-ip-law/indications-of-source/swiss-indications-of-source

[3] http://www.marques.org/Newsletters/Newsletter/Default.asp?NewsletterID=59&art=5#5

THEODORE’UN ÇİKOLATA FABRİKASI

-Bölüm I-

Bir varmııış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Pireler berber iken, develer tellal iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Dünya diye bir gezegende İsviçre adıyla anılan bir ülke varmış. İsviçre ülkesi, halkı tarafından kalpten sevilen ve adeta anıt gibi mütalaa edilen göllerle ve dağlarla doluymuş, bir de çikolatasıyla pek meşhurmuş bu küçük ülke.

İşte bu İsviçre ülkesinde Toblerone diye bir çikolata markası varmış. Toblerone çikolatası Bern şehrinde Theodore Tobler ve fabrikanın üretim müdürü Emil Baumann tarafından geliştirilmiş. Hayır yanıldınız, fabrika müdürünün adı Charlie değilmiş! Toblerone ismi de zaten Theodore’un soyadı olan “Tobler” ile İtalyanca “ballı bademli nugat” anlamına gelen “torrone” kelimelerinin birleştirilmesiyle yaratılmış.   

Toblerone çikolatası biçim olarak diğer çikolatalara benzemiyormuş, üçgenler halindeymiş. Bu üçgenleri koparıp koparıp yermiş Dünya’nın insanları. Çikolata, İsviçre’nin en ünlü dağı olan Matterhorn’dan esinlenilerek “üçgen zirveler” halinde tasarlanmış. Bir de bir rivayete[1] göre, Bay Tobler’in Paris’te Folies Bergères’te izlediği gösterinin son sahnesinde dansçıların bir insan piramidi oluşturmasından gelmişmiş çikolatanın şekli. Biz söyleyenin yalancısıyız, ama bu yazının yazarları olarak ilk teoriye daha bir inanıyoruz sanki.

© Photo / Morgan Thompson, Unsplash

Neyse efendim, Bay Tobler bu sıra dışı tasarıma sahip çikolatasının üretim prosesi için insan zamanıyla 1906 senesinde Bern’de patent başvurusunda bulunmuş ve kaynaklara göre dünyanın ilk patentli çikolatasının sahibi olmuş. Yapılan başvuruyu İsviçre Patent Ofisi’nde inceleyen patent uzmanı ise insanlık camiasında herkesin adını bildiği bir bilim insanıymış; Albert Einstein!    

Takvimler 1909 yılını gösterdiğinde Bay Tobler, Toblerone kelimesine, İsviçre’nin ünlü dağı Matterhorn ile Bern şehrinin simgesi olan ayı figüründen oluşan müthiş bir kombinasyonu da ekleyerek markasını tescil ettirmiş.

Yıllar su gibi akarken Toblerone çikolatasının üretim prosesine ilişkin birçok başka patent başvurusu da yapılmış. “Prizma şekilli çikolata parçalarını ayırma pensleri” için yapılan 2013 tarihli ve DE202013104051U1[2] sayılı patent başvurusunun dokümanında; Toblerone’nun İsviçre çikolatası olduğu ve özel şeklinin, üç boyutlu Topluluk Markası olarak Avrupa Birliği nezdinde tescilli olduğu da belirtilmiş.

Tabii Toblerone çikolatasının şekliyle ilgili birçok tescilli marka da varmış. Bunlardan bir tanesi, aşağıda örneğine yer verilen ve Birleşik Krallık Sınai Mülkiyet Ofisi nezdinde WO0000000727788[3] sayıyla tescilli olan üç boyutlu marka imiş.

    

Çocuklar büyükler herkes bu çikolatayı pek çok sevip yerken, şimdi masalda biraz ileri sarıp 2015 senesine gelelim. 2015 yılında Toblerone’nun sosyal medyasında yer alan bir haber, Toblerone severlerin tepkilerine neden olmuş; çünkü firma, “Bu değerli İsviçre çikolatasını daha fazla kişiye ulaştırmak için; Birleşik Krallık’taki çikolata barlarının üçgen piramitleri arasındaki mesafeyi biraz daha açıp ağırlıklarını 400’den 360 ve 170’ten 150 grama düşüreceğim” diyormuş[4]. “Aaaa!” demiş tüketiciler, “neden gramajı düşürüyorsunuz çok ayıp ama”, sonra da başlamışlar aralarında müstehzi müstehzi fısıldaşmaya: “Yeni tasarımıyla çikolata, daha küçük zirveleri ve daha fazla vadileriyle İsviçre Alpler’inden ziyade Hollanda ülkesine benzedi!”. İsviçre ülkesi küçük, sakin ve çok sessiz bir yermiş; öyle ki bir yerinde biri bir şey fısıldayınca memleketin diğer tarafından duyuluyormuş. Nitekim bu fısıltılar Toblerone fabrikasından duyuluvermiş bir gün ve üretici firma, müşterilerine teşekkür ederek değişiklikten vazgeçmiş. Öyleymiş orda usul, teşekkür edilirmiş.

Toblerone’un şekli ve ağırlığı hakkındaki değişiklik girişimi sırasında başka bir tartışma daha gündeme gelmiş; “Toblerone orijinal şeklini Birleşik Krallık ülkesinde kullanmaktan vazgeçerse, Birleşik Krallık’ta üç boyutlu olarak tescil edilmiş marka, 5 yılın sonunda geçerliliğini yitirir ve üçüncü kişilerce tehdide maruz kalır mı?”. Ancak hukuki süreçten çok daha hızlı işleyen “sosyal tepki” mekanizması sayesinde sorun daha doğmadan ortadan kalkmış zaten.

Toblerone güzel çikolataymış ama dünya çapındaki başarısında şüphesiz ki “İsviçreli” olmasının payı büyükmüş; dedik ya, İsviçre ülkesi çikolatasıyla meşhurmuş diye! Gerçi gezegenin Avrupa Kıtasına çikolata, ilk kez İtalya ülkesinin Torino şehrine gelmiş ve ilk çikolatacı burada açılmış ama olsun, İsviçreliler İtalyanları adeta sollayıp geçmiş bu konuda. “Swiss Chocolate / Schweizer Schokolade” İsviçre’de, “tescilsiz” olarak sui generis[5] bir sistemle korunuyormuş. Ayrıca imzalanan uluslararası anlaşmalar[6] kapsamında da Rusya’da 1995, Jamaika’da ise 2014 yılından itibaren koruma altındaymış.

“Swiss Chocolate / Schweizer Schokolade” hakkındaki teknik ürün düzenlemeleri, 1901 yılında kurulan ve “İsviçre çikolata endüstrisi”ni temsil eden Chocosuisse[7] derneği tarafından hazırlanıyormuş. Anlayın işte, çikolata ne kadar önemliymiş İsviçre ülkesinde.  

Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da “Switzerland”, “Suisse”, ve “Swiss” ibarelerinin sertifika ve kolektif marka sahibi[8] olan Chocosuisse, Nis Sınıflandırmasının 30 uncu sınıfında gerçekleşen marka tescillerini dünya genelinde sistematik olarak kontrol ederek, gerekirse ilgili sınai mülkiyet ofisi nezdinde itirazda bulunuyormuş. Ayrıca rekabetçi ve yeniliği teşvik eden çerçeve koşulları destekliyor, ihtiyaç odaklı eğitimde ve sürdürülebilirlikte bütüncül bir yaklaşım sergiliyormuş.

Toblerone’un sahibi, uzun yıllar boyunca sadece Tobler firması olarak kalmış.  Ancak firma, 1970 yılında Milka’nın üreticisi Suchard ile birleşince Interfood kurulmuş ve ortaklar, dünya çapında üretim yaptıkları ürünler için Multifood adıyla yola devam etmeye karar vermişler. 1982’de Jacobs adlı bir kahve firmasıyla birleşince Jacobs Tobler & Suchard oluşmuş.  Toblerone da dâhil olmak üzere bu birliktelik hisselerinin çoğu, 1990 yılında Kraft Foods Inc. tarafından alınmış ve 2012 yılından itibaren de Mondelēz International’ın çatısı altında konumlanmış.[9] 

Amerika merkezli olan Mondelēz International[10], 80’den fazla ülkede faaliyet gösteriyormuş ve 150’den fazla ülkede tüketicisi varmış. Toblerone’nun haricinde bünyesinde bir yığın başka küresel ve yerel ikonik marka varmış.   

Sonra birden ortada bazı haberler dolaşmaya başlamış; neymiş efendim Toblerone kısmen Slovakya’da üretilecekmiş de, buna ilişkin çalışmalar 2023 yılı sonlarında tamamlanacakmış da, hatta bu üretimler aynı zamanda Milka ile Suchard çikolatalarının da üretildiği Bratislava’da yapılacakmış da filan[11]. Ne olsa beğenirsiniz, tevatürler doğru çıkmış!  Mondelēz International yetkilisi[12] açıklama yapıp demiş ki; “En çok satan 100 gramlık çikolata barlarının üretimi, Toblerone’nun hikayesinin merkezi olan Bern’de devam edecek ama marka örneğindeki Matterhorn yerine jenerik bir zirve görseli kullanacağız, ambalajda “of Switzerland” (İsviçre’nin)” yerine “established in Switzerland” (İsviçre’de kuruldu) yazacağız, ambalajda Theodor Tobler’in imzasına yer verip ürünün kökenine saygı duruşunda bulunacağız, ileri bir tarihte açıklanacak yeni ambalajın tasarımında birçok kayıp olacak elbette ama üretim maliyeti düşeceği için daha çok miktarda Toblerone sunacağız siz tüketicilere ve dolayısıyla “sayısal” olarak kazançlı çıkacak (herkes)”!     

Kelime – şekil kombinasyonunda ve ayırt edicilik gücü yüksek bir marka olması; yaratılan marka ile özdeşleşen özel bir şeklinin bulunması; çikolataya dair dünyanın ilk patenti de dahil olmak üzere üretim prosesi için birçok patente sahip olması; sui generis bir sistemle coğrafi işaret korumasında bulunan bir ürün olması gibi nedenlerle “Swissness” (İsviçrelilik) imajı yerleşik olan Toblerone’nun, “en çok satan 100 gramlık barlarının orijinal üretim yerinde yoluna devam edeceği”nin ifade edilmesi, bir nebze de olsa yüreklere su serpmiş ama 100 gramlık barların dışındaki ürünlerin ambalajından Swissness izlerinin silinmesinden üzüntü duyan birçok insan oğlu olmuş…  

Noktamızı bugünlük buraya koyuyor ve arkası yarın diyoruz.

27.03.2023

Özlem Fütman ofutman@gmail.com

Gonca Ilıcalı gilicali12@gmail.com


 


[1] https://design-technology.org/toblerone.htm

[2] https://patents.google.com/patent/DE202013104051U1/en

[3] https://trademarks.ipo.gov.uk/ipo-tmcase/page/Results/2/WO0000000727788?legacySearch=False

[4] https://www.worldipreview.com/news/toblerone-may-need-new-ip-strategy-after-weight-loss-12532

[5] https://www.admin.ch/opc/fr/classified-compilation/19920213/201904010000/232.11.pdf

[6] https://www.origin-gi.com/i-gi-origin-worldwide-gi-compilation-uk.html?filter_17=CH&cc=p&start=160

[7] https://www.chocosuisse.ch/en/

[8] https://www.chocosuisse.ch/en/swiss-chocolate/switzerland-as-an-indication-of-origin

[9]https://en.wikipedia.org/wiki/Toblerone#:~:text=Tobler%20%26%20Suchard%20companies%20merged%20with,several%20other%20brands)%20to%20Mondel%C4%93z.

[10] https://www.mondelezinternational.com/About-Us

[11] https://kafkadesk.org/2022/06/27/iconic-swiss-chocolate-maker-toblerone-moves-to-slovakia/

[12] https://www.euronews.com/culture/2023/03/06/toblerone-to-lose-the-matterhorn-logo-as-the-chocolate-can-no-longer-be-considered-swiss#Echobox=1678100470


“Urfa Keten Köyneği Fıstığı”nın “Tarım Ürünü” Adlı Yeni Bir Sınai Mülkiyet Hakkı İhdas Edilerek Bu Kapsamda Korunmasına Dair Yasa Teklifi İncelemesi


Not: Okumakta olduğunuz yazı, 6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız deprem felaketinden önce kaleme alınmıştır. Ancak duyulan üzüntü ve IPR Gezgini yazarlarının aldığı ortak karar gereğince bir süre yayınlanmamıştır. Yazı, yazarı tarafından, içeriğinden bağımsız olarak, depremde yaşamını yitiren, yaralanan ve deprem nedeniyle hayatları etkilenen yurttaşlarımıza ithaf edilmiştir.


22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 10.01.2017 yürürlüğe girmesiyle birlikte, Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) bünyesinde müstakil bir Coğrafi İşaretler Dairesi kurulmuş, ülke genelinde coğrafi işaretli ürünlerin sayısının artırılması için çeşitli çalışmalar yürütülmüş ve bu çalışmaların sonucu olarak, 2016 yılında 203 olan tescilli coğrafi işaret sayısı 2022 yılı itibarıyla 1325’e yükselmiştir.[1] Tescillerin coğrafi işaret korumasının nitelik ve amacına uygun olup olmadığı, korumanın amacına ulaşması bakımından tescil kadar önemli bir süreç olan denetim faaliyetinin gerektiği gibi gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği konularda çeşitli tartışmalar olmakla birlikte, coğrafi işaret konusunda bir bilinç oluşmuş ve coğrafi işaretli ürünler bir ticari değer hâline gelmiştir. Bunun yanında coğrafi işaretli ürünlerin sayısı, iller bakımından bir başarı ve yetkinlik ölçütü olarak da görülmeye başlanmıştır. Yazımızın konusunu da coğrafi işaretlere dair belirttiğimiz sürecin yansıması olduğunu düşündüğümüz bir yasa teklifi oluşturmaktadır.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) 27. Yasama Dönemi Şanlıurfa Milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Ayşe SÜRÜCÜ tarafından 27. Yasama Dönemi, 5. Yasama Yılı’nda verilen 17.03.2022 tarihli ve 2/4317 sayılı “Sınai Mülkiyet Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (Teklif) ile SMK’nin 34 üncü maddesinden sonra gelmek üzere “Urfa keten köyneği fıstığı” başlıklı “Urfa Keten Köyneği Fıstığı Şanlıurfa iline ait bir tarım ürünü olarak tescillenmiştir. Bu bağlamda Kanun kapsamındaki her türlü korumadan yararlanır.” ifadelerinden oluşan 34/A hükmünün eklenmesi teklif edilmiştir.[2] Teklif yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonundadır. Teklif’in gerekçe kısmında yer alan “Şanlıurfa’da fıstık üretimi yapan çiftçilerin ticaret ağının gelişmesi ve kente de faydası olması açısından “Urfa Keten Köyneği Fıstığı’nın patentlenmesi gerekmektedir.”  ifadeleri ise sınai mülkiyet hakkı türleri ve bu türlerin sağladığı koruma bakımından ilgi uyandırmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki inceleme konumuzu oluşturan Teklif’in verildiği tarih itibarıyla “Urfa Keten Köyneği Fıstığı / Şanlıurfa Keten Köyneği Fıstığı” başlıklı bir coğrafi işaret başvurusu bulunmaktadır ve bu başvuru 16.09.2022 tarihinde C2020/469 sayılı ile tescil edilmiştir.[3] Bir başka ifadeyle Teklif, aynı konuda bir sınai mülkiyet hakkı olan coğrafi işaret incelemesi devam ederken verilmiştir.

Teklif’e ilişkin açıklığa kavuşturulması gereken ilk mesele, Teklif’in hangi sınai mülkiyet hakkına ilişkin olduğudur. Zira gerekçede “patent”ten, değişiklikte ise “tarım ürünü”nden söz edilmektedir. Buluşlara sağlanan korumayı ifade eden patentin, inceleme konumuzu oluşturan ürüne koruma sağlamayacağı açıktır. Bu kullanımın patent sözcüğüne toplumca yüklenen hatalı anlamdan kaynaklandığı düşünülmektedir.[4] Değişiklik metninde bahsedilen “tarım ürünü” ise SMK’nin kapsam maddesi olan m.1 hükmünde korunacağı belirtilen haklardan değildir. İhdas edilen maddenin SMK’deki yeri ve C2020/469 sayılı coğrafi işaret tesciline konu ürün düşünüldüğünde Teklif’te “tarım ürünü” ile kastedilenin, coğrafi işaret olduğu değerlendirilmektedir. Ancak Teklif, bu şekilde yasalaşsa dahi, amaçlanan koruma sağlanmayacaktır. Zira bu durumda “tarım ürünü” adlı, korumasına ilişkin herhangi bir düzenleme olmayan yeni bir hak ihdas edilmiş olacaktır.

Teklif’e ilişkin bir başka mesele ise yasama faaliyetinin niteliği ve devleti oluşturan erklerin fonksiyonuna ilişkindir. Yasama faaliyeti kural olarak genel, soyut, kişilik dışı ve objektif olmalıdır. Yine yasalarda yapılacak değişiklikler, kural olarak yasanın sistematiğine uyumlu olmalıdır. Oysaki inceleme konumuz oluşturan Teklif, SMK’nin sistematiğine aykırı olduğu gibi, kanunlarda bulunması gereken belirtmiş olduğumuz nitelikleri de taşımamaktadır. 15.07.2018 tarihli 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi m.358 hükmüne göre; TÜRKPATENT, sınai mülkiyet haklarının tesisinde münhasır yetkili kamu kuruluşudur. Türk hukukunda sınai mülkiyet haklarının tesisi yürütmeye verilmiş bir yetki ve yükümlülüktür. Yasama organının bir konuyu, yetki ve izne tabi olmaksızın doğrudan doğruya düzenleyebilmesini ifade eden yasama yetkisinin ilkelliği (asliliği) temel bir ilkedir. Ancak, yasama yetkisinin bu niteliği, yürütmeye hasredilmiş bir yetki ve görevin kullanılması niteliğini doğuracak ve yürütmeyi bu bağlamda işlevsiz kılacak bir yasama faaliyeti yapılmasını meşru kılmaz. Teklif’te de karşımıza çıkan bu durum fonksiyon gaspı niteliğinde bir yasama işlemidir.

Coğrafi işaret korumasının popülaritesi artmasının, coğrafi işaretli ürünlere yönelik tanıtım faaliyetlerinin, teşvik politikalarının bir yansıması olarak, iller düzeyinde sahip olunan coğrafi işaretli ürünlerin sayısını artırmak için çeşitli girişimlerde bulunulmaktadır. İncelememize konu durumda ise bu girişimler bir yasa teklifi düzeyine ulaşmıştır. Önemli bir sınai mülkiyet hakkı olan coğrafi işaretten beklenen faydanın sağlanması, coğrafi işaretin yöntemine ve amacına uygun şekilde tescil ettirilmesine, tescilli coğrafi işaretlere ilişkin denetimin gereği gibi yapılmasına bağlıdır.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Mart 2023


[1] Bkz; https://ci.turkpatent.gov.tr/Statistics/RegistrationAndApplication, (05.02.2023).

[2] Bkz; https://www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-4317.pdf, (05.02.2023).

[3] Bkz; https://ci.turkpatent.gov.tr/cografi-isaretler/detay/3170, (05.02.2023).

[4] Patent sözcüğünün hatalı kullanımı hakkında bkz; https://iprgezgini.org/2022/09/08/fikri-mulkiyet-hukuku-terminolojisine-dair-suregen-bir-sorun-patent-sozcugunun-hatali-kullanimi/, (05.02.2023).

TÜRK COĞRAFİ İŞARETLERİNİN AVRUPA BİRLİĞİ’NDE TESCİLİNDE YENİ DÖNEM: GÖRÜŞLER ve “RİZE ÇAYI” İKİ UCU KESKİN BIÇAĞA DÖNÜŞEBİLİR Mİ?


Türk Patent ve Marka Kurumunun (“Kurum”) internet sitesinde “Uluslararası Coğrafi İşaret Seferberliği” başlığıyla 15 Ocak 2023 tarihinde yapılan duyuru, Türk coğrafi işaretlerinin Avrupa Birliği’nde (“AB”) korunmasına yönelik hedefler açısından bir milat noktası teşkil etmektedir.

Duyuruya göre, 10 Türk coğrafi işaretinin AB’de tescil edilmesi için Kurum tarafından Avrupa Komisyonu’na tescil başvurusu yapılmıştır. Buna ilaveten duyuruda, AB Tüzüğü gereği coğrafi işaret başvurularının, üretici grupları adına ulusal düzeyde tescili gerçekleştirilen kuruluşlar tarafından doğrudan yapılabildiği gibi, Kurum aracılığıyla da gerçekleştirilebildiği belirtilmiş ve Kurumun daha önce üretici grupları tarafından yapılan başvurulara teknik destek sağlarken, bu kez üretici gruplarıyla yakın iş birliği ve koordinasyon içerisinde gerekli tüm hazırlıkları tamamladığı bilgisi verilmiştir.

Sanıyoruz ki bu yolla güdülen amaçlar, AB’de tescil sürecinde üretici gruplarının yaşayabileceği olası sorunları Kurumun yetişmiş işgücü ve nispeten kuvvetli kaynakları yoluyla bertaraf etmek ve Türk coğrafi işaretleri için AB’de daha kolay tescil yolunu açmaktır. Duyurunun son cümlesini oluşturan “Başvuruların nitelikli hazırlanması ve AB tarafından talep edilen düzeltmelerin hızlı şekilde tamamlanması tescil sürecinin daha kısa sürede sonuçlanmasını sağlıyor.” ifadesinden de önceden AB Komisyonu’na gönderilen başvurularda bu tip problemlerin bulunduğu mesajının verildiğini çıkartıyoruz.

Duyuruda yer alan bilgilerden, halihazırda AB’de tescil edilmiş 8 Türk coğrafi işaretinin bulunduğunu (Antep Baklavası, Aydın İnciri, Aydın Kestanesi, Bayramiç Beyazı, Giresun Tombul Fındığı, Malatya Kayısısı, Milas Zeytinyağı ve Taşköprü Sarımsağı) ve 5 Ocak tarihinde yapılan yeni 10 başvuruyla birlikte AB’de işlemleri devam eden başvuru sayısının 42’ye yükseldiğini de anlıyoruz. 

5 Ocak 2023 tarihinde Kurum aracılığıyla AB Komisyonu’na başvurusu yapılan 10 Türk coğrafi işareti ise aşağıda listelenmiştir: “Ayaş Domatesi, Bingöl Balı, Bursa Şeftalisi, Ezine Peyniri, Hüyük Çileği, Isparta Gülyağı, Kilis Zeytinyağı, Manisa Mesir Macunu, Rize Çayı, Urla Sakız Enginarı.”


Bu noktadan itibaren yazının konusunu teşkil eden bu önemli ve yeni gelişme hakkındaki kişisel görüşlerimizi aktarmaya gayret edeceğiz:

1- İlk olarak, başvurusu yapılan ve stratejik açıdan öncelikli olarak seçildikleri kolayca anlaşılan bu 10 coğrafi işaret arasında, Türkiye’de dahi hiçbir ekonomik değeri olmayan (ve hatta neden coğrafi işaret olarak tescil edildikleri bile anlaşılmayan) tuhaf yöresel yemek tariflerinin bulunmamasını memnuniyetle karşılıyoruz.

2- İkinci olarak başvuruların Kurum aracılığıyla hazırlanması ve yapılmasının ardında yatan motivasyonu duyuruda kullanılan ifadelerden (“Başvuruların nitelikli hazırlanması ve AB tarafından talep edilen düzeltmelerin hızlı şekilde tamamlanması tescil sürecinin daha kısa sürede sonuçlanmasını sağlıyor.”) kolaylıkla anlamakla birlikte; fikri haklar ekosistemindeki alan profesyonellerine biçilen rol dikkate alındığında, Kurumun (devletin) başvuruların hazırlanması ve gönderilmesi rollerini üstlenmesinin kalıcı bir prosedür olarak mı öngörüldüğünü merak ediyoruz. Bu tip kalıcı prosedürlerin alan profesyonellerinin sistem içerisindeki etkinliğini azaltması ve rollerini bastırması potansiyeli mevcut olduğundan, bu hamleyle belki de eş zamanlı olarak ilgili alanda çalışan alan profesyonellerinin eksik oldukları düşünülen yetkinliklerle donatılacakları eğitimlerin verilmesinin de yerinde olacağını düşünüyoruz. Devletin her rolü üstlendiği kalıcı prosedürlerin ekosistemin sağlıklı işleyişini orta-uzun vadede olumlu yönde etkileyeceğini düşünmüyoruz.

3- Altını çizmek istediğimiz üçüncü ve son noktaysa, 5 Ocak 2023 tarihinde AB Komisyonu’na başvurusu yapılan 10 coğrafi işaret arasında yer alan “Rize Çayı” ile ilgilidir.

“Rize Çayı”, Türkiye’de hem marka hem de coğrafi işaret olarak tescilli özel bir örnektir.

“Rize Çayı” marka olarak 1985 yılında 89392 sayıyla “Çay” malı için tescil edilmiştir. Marka halihazırda “ÇAY İŞLETMELERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ÇAYKUR” adına tescillidir ve yenilemeler çerçevesinde şu an için 2025 yılına dek hükmünü devam ettirecektir.


Diğer yandan aynı “Rize Çayı” ibaresinin coğrafi işaret olarak tescili için 2017 yılında yapılan başvuru 2021 yılında sonuçlanmış ve anılan ibare coğrafi işaret olarak C2017/110 sayıyla tescil edilmiştir. Coğrafi işareti tescil ettiren “T.C. RİZE TİCARET BORSASI”dır. Buna ilaveten, tescil sürecinde herhangi bir ret kararı veya itirazla karşılaşılmadığı Türk Patent ve Marka Kurumu çevrimiçi kayıtlarından görülmektedir. (Coğrafi işaret kayıtları çevrimiçi olarak marka veritabanında tutulduğundan aşağıda yer alan ekran görüntülerinde markayla ilgili tabirler bulunmaktadır, bu hususun okurların kafasını karıştırmamasını umuyoruz.)


Bu bağlamda, “Rize Çayı” ibaresinin, “çaylar” için marka olarak “ÇAY İŞLETMELERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ÇAYKUR” adına tescil edildiği; buna karşın aynı ibareyi “T.C. RİZE TİCARET BORSASI”nın coğrafi işaret olarak tescil ettirdiği görülmektedir.

Bu ilginç durumun, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu hükümleri doğrultusunda mümkün olup olmadığı irdelendiğinde karşımıza, Kanunun coğrafi işaretler kitabının “Markalarla İlişki” başlıklı 48. maddesi çıkmaktadır:

“Markalarla ilişki
MADDE 48- (1) Coğrafi işaretin tescilinden sonra 44 üncü maddede belirtilen biçimlerde veya tescile konu coğrafi işaretle ilgili mal veya hizmetler için kullanılmak üzere yapılan marka başvurusu reddedilir, tescil edilmiş ise dava yoluyla hükümsüz kılınabilir.
(2) Coğrafi işaretle aynı veya benzer bir marka, coğrafi işaretin korunmasından önce iyiniyetle tescil edilmiş veya bu markanın kullanım hakkı iyiniyetle kazanılmışsa, coğrafi işaretin hak sahibine verdiği yetkiler, marka başvurusunun tesciline ve iyiniyetli kullanımına zarar vermez.
(3) Tescilli bir markanın sahip olduğu itibar, ün ve kullanım süresi de göz önünde bulundurularak bu marka ile aynı veya benzer olması sebebiyle markanın varlığına zarar verici veya gerçek kaynağı konusunda yanıltıcı olacak nitelikteki adların coğrafi işaret veya geleneksel ürün adı olarak tesciline, önceki tarihli hak sahibinin itirazı üzerine izin verilmez.”


SMK madde 48/2 hükmü incelendiğinde, coğrafi işaretle aynı veya benzer bir markanın önceden iyi niyetle tescil edilmiş olması halinde, coğrafi işaretin hak sahibine verdiği yetkilerin iyi niyetle önceden tescil edilmiş markanın kullanımına zarar vermeyeceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, önceki tarihli “Rize Çayı” markasının iyi niyetle tescil edildiği varsayımıyla, aynı ibarenin sonradan coğrafi işaret olarak tescil edilmesi nedeniyle, önceki tarihli marka tescilinin otomatikman hükümsüz kılınması veya iptal edilmesi gibi bir hal oluşmayacağı görülmektedir.

Diğer yandan madde 48/3’te yer verilen coğrafi işaretin, önceki tarihli aynı veya benzer markanın sahibince yapılacak itiraz üzerine reddedilmesi hali de, “Rize Çayı” örneğinde, marka sahibinin coğrafi işaret başvurusuna itiraz etmemesi nedeniyle ortaya çıkmamıştır.

Sonuç olarak, halihazırda “Rize Çayı” ibaresi çaylar için hem tescilli bir markadır, hem de Rize bölgesinde üretilen çayların coğrafini kaynağını gösterecek bir coğrafi işarettir.


Tescilli markanın sahibi “ÇAY İŞLETMELERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ÇAYKUR”un sermayesinin tamamı devlete ait bir İktisadi Devlet Teşekkülü olması, buna ilaveten coğrafi işaret olarak tescil ettirenin “RİZE TİCARET BORSASI” olması, kanaatimizce şu an için bir sorunun ortaya çıkmasını engelliyor gibi gözükmektedir. (Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü (ÇAYKUR) 233 Sayılı KHK. hükümlerine tabi, sermayesinin tamamı devlete ait, tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir İktisadi Devlet Teşekkülü (İDT) olup, Tarım ve Orman Bakanlığının ilgili kuruluşudur. bkz.: https://www.caykur.gov.tr/Pages/Kurumsal/KurumHakkinda.aspx)

“Rize Çayı” ibaresini Avrupa Birliği’nde coğrafi işaret olarak tescil ettirecek taraf konusunda net bir bilgimiz olmasa da, bu tarafın Türkiye’deki coğrafi işaretin sahibi olan “RİZE TİCARET BORSASI” olduğunu tahmin ediyoruz.

Bu noktada aklımıza gelen soruları sormadan edemiyoruz, çünkü konu coğrafi işaretlerin kamusal menfaat boyutu bakımından önem arz etmektedir:

İktisadi Devlet Teşekkülleri, Türkiye’de özelleştirme tartışmalarının merkezinde yer almaktadır ve Google’da yapılacak bir araştırma özelleştirme rivayetlerinin dönem dönem “Rize Çayı” markasının sahibi ÇAYKUR için de gerçekleştiğini göstermektedir.

“Rize Çayı” ibaresinin “çaylar” için coğrafi kaynak belirttiği ve aslında marka olarak tescil edilemeyeceği açıktır, ancak bu işaret 1985 yılında her nasılsa marka olarak tescil edilmiştir. Olası bir özelleştirme veya, oraya dek gitmeksizin, olası bir marka devri halinde, Türkiye’de aynı ibareyi coğrafi işaret olarak tescil ettirenle ihtilaf ortaya çıkabilecek midir veya varsayımsal olarak markayı yabancı bir şirketin devralması halinde, aslında bir Türk coğrafi işareti olan “Rize Çayı” ibaresi üzerinde yabancı bir şirketin markaya dayalı tekelci hakları mı ortaya çıkacaktır?

Mülga 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de yer almasına rağmen SMK’ya aktarılmayan “Markanın devri, mal veya hizmetlerin coğrafi kaynağı, kalitesi veya markanın kendisi ile ilgili olarak halkı yanılgıya düşürebilecek nitelikte ise, yeni marka sahibi halkı yanılgıya düşürmeyecek şekilde mal veya hizmetlerde marka tescilinin sınırlı bir hale getirilmesini kabul etmediği takdirde devir işlemi Enstitü tarafından yapılmaz.” hükmü yukarıda belirtilen tipte bir devirden kaynaklanabilecek sorunları halledebilecek mahiyette olsa da, artık bu içerikte bir hüküm bulunmadığından böyle bir çözümden bahsedilmesi de mümkün olmayacaktır.

“Rize Çayı” markası, Türkiye’deki marka sahibi tarafından yurtdışında da marka olarak tescil ettirilirse, Avrupa Birliği’ndeki coğrafi işaretle, yurtdışında tescilli aynı markanın çatışması ortaya çıkabilecek midir? Kim bilir, belki Avrupa Birliği Adalet Divanı bu kez tarafları Türkiye’den olan bir ihtilaf için yorum kararı verecektir, onu yazmak da IPR Gezgini’nde bizlere düşebilir.

Kaldı ki, “Rize Çayı” markası olmasa da “Rize Turist Çayı” markası, “ÇAY İŞLETMELERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ÇAYKUR” adına Madrid Protokolü aracılığıyla (uluslararası tescil no: 1567421) yurtdışında Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi dahil çok sayıda taraf ülkede halihazırda tescil edilmiştir.


Şu an için söz konusu olmayan, ama aynı işaretin hem marka hem de coğrafi işaret olarak tescil edilmiş olması nedeniyle gelecekte ortaya çıkması muhtemel sorunlar hakkında, biraz da Şeytanın Avukatı rolüne bürünerek yazdığımız yazıyı burada noktalıyoruz.

Temennimiz uluslararası pazar yaratma potansiyeline sahip Türk coğrafi işaretlerinin tescil macerasının yurtdışında da başarıyla sonuçlanmasıdır.


Son Not: Türk coğrafi işaretlerinin yurtdışında tescilindeki yeni dönem ve politikanın başlığı olarak seçilen “Uluslararası Coğrafi İşaret Seferberliği” ifadesindeki “Seferberlik” teriminin sözlük anlamı “1. isim Bir ülkenin silahlı kuvvetlerini savaşa hazır duruma getiren, ülkenin ekonomisini, yönetimini savaş gereklerine uyacak duruma sokan hazırlık ve önlemlerin tümü. 2. isim Bu durumun ilan edildiği veya savaşın sürdüğü dönem.”dir. Bu haliyle askeri – savaş haline ait bir terim olarak düşünebileceğimiz seferberlik sözcüğünün, bu girişimin başlığında yer almasını kişisel olarak garipsediğimi de ifade etmek isterim.

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2023

unsalonderol@gmail.com

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN 2023 YILI TANITIM BÜTÇESİNDE COĞRAFİ İŞARETLERİN YERİ

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu 16 Aralık 2022 tarihli basın açıklamasında; sürdürülebilir ve yüksek kaliteli tarım ve gıda ürünlerinin tanıtımını gerek iç pazarında gerekse dünya çapında finanse etmek için 2023 yılında 185,9 milyon Euro tahsis edeceğini beyan etti. 2023 yılı tanıtım politikası çalışma programı, özellikle Tarladan Çatala (Farm to Fork) stratejisi olmak üzere, 2019-2024 dönemi için AB’nin siyasi önceliklerine katkıda bulunacak.

Tanıtım projeleriyle; AB tarımının sürdürülebilirliği, hayvan refahını artırma, taze meyve ve sebze tüketiminin artırılması ile sağlıklı ve sürdürülebilir beslenmenin teşvik edilmesi hedefleniyor. Projeler; AB tarım ürünlerine yeni pazar imkanlarının bulunması, mevcut işlerin güçlendirilmesi, sürdürülebilir üretim ve tüketimin artırılması ile AB tarım-gıda sektörünün, ekonomik açıdan sürdürülebilir şekilde toparlanmasını da destekleme amacını güdüyor.

Tanıtım bütçe kalemleri iç ve dış pazarlarda “basit programlar” ve “çoklu programlar” olarak iki temel gruba ayrılıyor ve alt gruplar da söz konusu. Fazla detaya girmeden, dikkati çeken hususları aşağıda özetliyoruz.

  • Coğrafi işaretler, kalite göstergesi programlarının içinde yer alıyor. Bu programlar için iç pazarda basit programlara 7 milyon Euro, çoklu programlara ise 4,2 milyon Euro ayrılmış durumda. Ayrıca özellikle üçüncü ülkeler için öngörülen programlar gibi diğer bazı alt başlıklardaki programlara, coğrafi işaretlerin de dahil edilebileceğini düşünüyoruz.    
  • AB iç pazarındaki tanıtım 83,3 milyon Euro, üçüncü ülkelerdeki tanıtım ise 83,1 milyon Euro bütçeye sahip. AB dışı tanıtımda ana tanıtım hedefi “büyüme potansiyeli”. Çin, Japonya, Güney Kore, Singapur ve Kuzey Amerika bu kategoriye dahil. AB’nin, bu kategorideki ülkelerden Çin dışındakiler ile coğrafi işaretleri de konu alan serbest ticaret anlaşmaları var. Çin ile yaptığı ve sadece coğrafi işaret korumasına yönelik olan anlaşma ise; ilk etapta taraflara ait 100’er coğrafi işareti korumayı öngörmüş, süreç içinde toplam sayının 350’ye kadar artması hedeflemiş durumda. Anlaşmanın resmi olarak yürürlüğe girdiği 1 Mart 2021 tarihinde yapılan basın açıklaması, AB’nin 2023 yılı tanıtım bütçesinde Çin (Hong Kong ve Makao dahil), Güney Kore, Tayvan, Güneydoğu Asya ve Güney Asya için toplam 16,3 milyon Euro’luk büyük bir bütçe ayırmasının nedenine de işaret ediyor. Çünkü Çin pazarı, 2020 yılı Ocak-Kasım ayları arasında 16,3 milyar Euro ile AB gıda ve tarım ürünlerinin 3. varış noktası. Ayrıca bu değerlendirme içindeki şarap, distile alkollü içkiler ile gıda ve tarım ürünlerini kapsayan coğrafi işaretli ürünler, toplam değerin %9’unu oluşturarak 2. sırada yer alıyor. Çinli tüketiciler güvenlik, kalite ve otantiklik bakımından AB’nin tarım ve gıda ürünlerini takdir ediyorlar. AB’li tüketiciler ise Çin’e ait özel ürünlerin orijinallerini deneyimlemek istiyorlar.   
  • Yeni Zelanda ve Avustralya, AB’nin ihracatçıları için yeni pazar fırsatı olarak görülüyor.  Brexit’ten sonra Birleşik Krallık, gıda ve tarım ürünleri için %25’lik payla AB’nin ana ihracat pazarlarından biri. 
  • Tanıtım kampanyaları hem AB’li hem de küresel tüketicileri coğrafi işaret ve organik ürünler gibi AB’nin kalite programları hakkında bilgilendirecek. Organik ürünlere ayrılan bütçe 28 milyon Euro.
  • İklim, çevre ve hayvan refahı için faydalı sürdürülebilir tarım uygulamalarının teşvik edilmesini ve sürdürülebilir şekilde üretilmiş tarımsal gıda ürünlerinin tüketimini desteklemek için ayrılan bütçe 36 milyon Euro.
  • Daha sağlıklı ve dengeli beslenmeyi teşvik etmek için taze meyve ve sebzelerin tanıtım bütçesi 19 milyon Euro’dan fazla.

2023 kampanyaları için teklif çağrıları, Avrupa Araştırma Yürütme Ajansı (European Research Executive Agency) tarafından Ocak 2023’te yayımlanacak.

AB Komisyonu, AB tarım ürünlerini dünya çapında tanıtmaya yönelik kampanya ve çeşitli etkinliklerinde, “Enjoy, it’s from Europe” (Keyfini çıkarın, Avrupa Birliği’nden)” sloganını kullanıyor. Ayrıntılara önem veren okurlarımız için bu sloganın kullanılmasını da ilgilendiren kuralların, AB’nin iç pazarında ve üçüncü ülkelerde yürüteceği tanıtım çalışmaları hakkındaki 3/2008 sayılı Konsey Tüzüğü ve 501/2008 sayılı Komisyon Tüzüğü ile düzenlendiği bilgisini verelim.   

Gonca Ilıcalı

27 Aralık 2022

Kaynaklar:

https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/ip_22_7769

https://trade.ec.europa.eu/access-to-markets/en/content/free-trade-agreements

https://agriculture.ec.europa.eu/news/eu-china-agreement-protecting-geographical-indications-enters-force-2021-03-01_en

https://ec.europa.eu/chafea/agri/en/funding-opportunities/instructions-on-the-use-of-the-signature-enjoy-it-s-from-europe

SEVİİİİM KOŞ KAVGA VAR;  AB İÇİNDE ENTERESAN BİR FETA MEVZUSU  ve GENEL MAHKEME KARARI

Bazı kararlar vardır ki okumaya başladığınızda kendi kendinize sonunu daha baştan  görürsünüz, mevzuat ile uygulamayı ve rüzgarın nereden estiğini  biliyorsanız. İşte bu yazının konusu olan 14/07/2022 tarihli AB Genel Mahkemesi 5. Dairesi’nin C 159/20 nolu dosyada verdiği karar da  benim için öyle oldu. Bakalım siz ne düşüneceksiniz okurken.

Olaylar şöyle başlıyor; Yunan otoriteleri Danimarka’da bazı işletmelerin ürettikleri peynirlerin üzerine “Feta” “Danimarka Fetası” veya “Danimarka Feta Peyniri”  yazarak başka ülkelere sattığını tespit ediyor. Hemen Danimarka resmi mercileri ile irtibata geçerek Feta coğrafi işaretli peynirlerin özelliklerine  uymayan bu peynirlerle ilgili eylemlerin durdurulmasını talep ediyorlar.  Fakat Danimarka eylemlere son vermiyor ve diyor ki bizim bu yaptığımız AB mevzuatına aykırı değil, 1151/2012  numaralı Tüzük ancak Avrupa Birliği sınırları içinde satılan ürünlerle ilgili uygulanabilir,halbuki bizim üreticiler o peynirleri Birlik dışı ülkelere satıyor ve malların satıldığı ülkelerde FETA koruma altında bir coğrafi işaret değil, yani biz üstünde Feta yazan o peynirleri ürettirip  sattırmaya devam edeceğiz.

Yunanlılar bakıyorki bu iş böyle olmayacak, AB Komisyonu’nun kapısını çalıp olanları anlatıyor ve Komisyon’un işe müdahale etmesini istiyorlar. Haklılar mı? Bence haklılar.

26 Ocak 2018 tarihinde Komisyon Danimarka Krallığı’na resmi bir uyarı mektubu  yazarak diyor ki;  bu tecavüz teşkil eden eylemleri engellemeyerek   veya durdurmayarak ,  bir AB üyesi olarak,  özellikle 1151/2012 numaralı Tüzüğün  13. Maddesi ile  Avrupa Birliği Antlaşması  TEU’nun  4(3) maddesi olmak üzere AB Hukukunu ihlal ediyorsunuz, bu işe bir son verin.

Danimarka Krallığı Komisyon’a “biz hiç öyle düşünmüyoruz, yaptığımızda bir hukuka aykırılık yok” diye cevap verince  bu sefer Komisyon  25 Ocak 2019’da gerekçeli bir görüş yazarak Danimarka’ya gönderiyor ve amiyane deyimle kısaca  “yeter artık durdurun şu işi” diyor.

22 Mart 2019’da Danimarka verdiği resmi cevap ile  “bizim fikrimiz aynı, pozisyonumuzu değiştirmiyoruz” diyor. İşte ben  bu noktada Seviiim koş kavga çıktı diye bağırıyorum pencereden!. (bu referansı sadece Bizimkiler dizisini seyretmiş olanlar anlayacak ama olsun!)   

Mesele suhuletle  çözülmeyince Komisyon konuyu  Genel Mahkeme’ye taşıyor. Tahmin edeceğiniz gibi Yunan Devleti ve Güney Kıbrıs da Komisyon lehine müdahil oluyorlar sürece.  

Komisyon Genel Mahkemeden şu iki  konuda Danimarka Krallığı aleyhine deklarasyon vermesini talep ediyor; Danimarka bu eylemleriyle   1151/2012 numaralı Tüzüğün  13. Maddesi uyarınca üstüne düşen  yükümlülükleri yerine getirmemiştir + Danimarkalı üreticilerin bu taklit FETA peynirlerini üretip satmasına izin vererek Danimarka TEU’nun 4(3) maddesini ihlal etmiştir.

        KOMİSYON’UN ARGÜMANLARI-İDDİALARI

AB Komisyonu’nun argümanlarını kısaca şu şekilde özetleyebilirim;

1-1151/2012 numaralı Tüzük  tescilli coğrafi işaretlere geniş bir koruma sağlar. Bu korumayla, adil rekabet içerisinde ve fikri mülkiyet haklarına saygı çerçevesinde piyasadaki üreticilere pozitif bir hak sağlanarak özelliklere uyan ürünler üzerinde tescilli ismi kullanmalarına izin verilir. Tüzüğün  13(1) maddesi nelerin hukuka aykırı kullanım olacağını sayar ve bunlar arasında özellikle tescilli coğrafi işarete özgü özelliklere  uymayan ürünler üzerinde coğrafi işaretin kullanılmasının bir ihlal anlamına geldiği belirtilmiştir. Bu hükmün amacı üreticileri korumaktır.  

2-Danimarkalı üreticiler üstüne FETA yazdıkları bu peynirleri inek sütünden ve coğrafi işaret tescilinde belirlenmiş olan coğrafi alanın dışında üretiyorlar, sonrada Birlik üyesi olmayan ülkelere satıyorlar.  

3- Tüzük  tescil edilmiş isimlerle ilgili fikri mülkiyet haklarını açık biçimde  korur. Tüzüğün  3-5 ve 18 numaralı gerekçelerinde vurgu yapıldığı üzere, tescilli isimler üreticiler arasında adil rekabet ortamının  sağlanması için  esaslı bir role sahip, bu isimler ürünün karakteristiğini niteliyor, üreticilerin mallarını üretim maliyetini karşılayacak bir fiyata satmalarını sağlıyor, haksız rekabeti önlüyor, ve ayrıca bu isimlerin ününün zarar görmesine de engel oluyor.

Bu durumda hukuka aykırı şekilde üretilen Danimarka’da ki peynirlerin Birlik içinde mi  yoksa Birlik dışına mı satıldığının hiçbir önemi yok.

Danimarkalı üreticilerin bu yaptığı orijinal FETA üreticilerinin ve çiftçilerin harcadığı emekten haksız fayda sağlamaktan başka bir şey değil. Yapılan eylem açıkça bir ticari kullanım ve FETA coğrafi işaretinin ününü sömürmedir.

4-Danimarka apaçık biçimde AB fikri mülkiyet hukukunu ihlal ediyor. Tecavüz eylemi Birlik sınırları içerisinde gerçekleşiyor çünkü hukuka aykırı olarak FETA diye etiketlenen peynirler Birlik sınırları içinde  mukim üreticilerce üretiliyor, eylemin bütün negatif sonuçları Birlik içinde doğuyor.

Danimarka bu davranışıyla Birlik içerisinde fikri mülkyet haklarına koruma sağlanması konusunda üye bir ülke olarak verdiği taahhüdü yerine getirmiyor. Bu davranış Birlik iç piyasasının düzgün biçimde işlemesine ciddi bir ket vurduğu gibi mevzuat ile belirlenen hedeflere ulaşılmasını da engelliyor.  

YUNANİSTAN’IN ARGÜMANLARI-İDDİALARI

Yunanistan’ın dosyaya Komisyon lehine müdahil olarak katıldığını belirtmiştim. Onlarda diyor ki;

  1. 1151/2012 numaralı Tüzük açıkca taklit coğrafi işaretli ürünleri yasaklıyor. Burada taklit olan ürünün hangi amaçla üretildiği/üreticinin iradesinin-kastının hiçbir  önemi yok  çünkü mevzuatta ihracat amacıyla üretim yapılmasıyla malların Birlik içinde tüketilmesi için üretim yapılması şeklinde  bir ayrım yok.
  2. Önceki mevzuatta 13(3) maddesinin bir muadili yoktu. Şimdiki mevzuata böyle bir madde koyarak Kanun koyucu coğrafi işaretlerle ilgili sistemi kolaylaştırıp güçlendirmek amacıyla üye ülkelere sorumluluk yükledi ve kendi sınırları içinde bu tarz hukuka aykırı eylemleri engelleme ve durdurma insiyatifi verdi.  Her üye ülkenin bu konuda sorumluluğu var. Yine mevzuat gereği üye ülkeler  bir ürün piyasaya sunulmadan evvel bunun hukuka uygun olup olmadığını kontrol etme yükümlülüğü altında; burada Kanun koyucunun AB’de üretilip dış pazara satılacak ürünleri kapsam dışı bırakma iradesi yok, aksi bir yorumda zaten herhangi bir kontrol yapılması imkansız hale gelir.     

GÜNEY KIBRIS’IN ARGÜMANLARI-İDDİALARI

Onlar da , doğal olarak, Komisyon yanında saf tutarak  diyor ki;

1-Tüzük  bir fikri mülkiyet hakkı olarak coğrafi işaretlere kapsamlı bir koruma sağlıyor. Bu koruma iç piyasanın fiziki sınırlarının bittiği noktaya kadar değil, mevzuattan bu anlaşılıyor zaten. Tüzüğün 36.maddesinden ve hatta 608/2013 numaralı Tüzük’den bu görülüyor. Danimarka kendi ülke sınırları içerisinde gerekli kontrolleri yapmak zorundaydı, yoksa kalkıp da bu hukuka aykırı üretimleri desteklememeliydi.

2-Ürünlerin paketlerine FETA yazılması doğrudan ticari kullanımdır. Üye ülkelerin sadece piyasaya sunma konusunda değil aynı zamanda üretim konusunda da sorumluluğu var. Danimarka’nın bu yaptığı mevzuatın ruhuna da aykırı.

PEKİ DANİMARKA NE DİYOR?

Komisyon’un, Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın argümanlarını daha en baştan kestirmek mümkündü aslında. Ben okurken asıl Danimarka’nın karşı argümanlarını merak etmiştim. Danimarka’ya göre durum şöyle;

  1. Komisyon’un talepleri reddedilmeli çünkü bir kere herşeyden önce 1151/2012 sayılı Tüzük Avrupa Birliği dışındaki üçüncü ülkelere ihraç edilecek ürünleri kapsamıyor.  Tüzük okunduğunda Üye ülkelerin sorumluluğunun sadece Birlik iç pazarında “satılacak” ürünlere mi ilişkin olduğu yoksa bu sorumluluğun ihraç için üretilmiş ürünlere de şamil olup olmadığı anlaşılmıyor, çünkü bu konuda açık hüküm yok.

Halbuki 1151/2012 sayılı Tüzük ile  yakından bağlantılı  diğer Tüzüklere bakıldığında,mesela aromatize şaraplara veya distile içkilere ilişkin coğrafi işaret Tüzükleri gibi, bunlarda üye ülkelerin sorumluluğunun ihraç edilmek üzere AB’de üretilmiş ürünleri de kapsadığı açıkça yazıyor. Eğer 1151/2012 sayılı Tüzük  kapsamında da böyle bir sorumluluk yüklenmek  istenseydi Tüzüğe aynı şekilde açık hüküm koyulurdu; koyulmadığına göre demek ki bu yönde bir sorumluluk yüklenmek istenmemiş üye ülkelere.  

2-Tüzük okunduğunda amacının iç pazarda satılacak ürünlere dair bir sistem kurmak olduğu anlaşılıyor, çünkü hükümler hep AB içindeki alıcı ve tüketicilerle ilgili. Tüzük’ de bahsedilen tüketici her zaman Avrupa Birliği tüketicisi ve piyasadan kastedilen de AB iç pazarı. Bu Tüzük Birlik seviyesinde bir koruma ile ilgili, Tüzüğün 20 numaralı gerekçesinden anlaşılacağı gibi aynı tip  bir korumanın  AB dışı ülkelerde var olabilmesi için AB’nin ya bu dış ülkelerle ikili-çoklu anlaşmalar yapması lazım yada Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kapsamında başka mekanizmalar oluşturması gerek. Tüzüğün amaçlarının Birlik dışı ülkelere yayılacak biçimde bir koruma sağlanacağı şeklinde yorumlanması mümkün değil.

3-Bu Tüzük yapılırken hazırlık çalışmaları sırasında Bölgeler Komitesi, etiketleri AB tarım ürünlerinin etiketlerine dair standartlara uymayan ürünlerin AB içinde VEYA AB üyesi olmayan ülkelere satılması halinde alınacak özel tedbirleri düzenleyen bir hükmün Tüzüğe koyulmasını önerdi.

Ayrıca Avrupa Parlamentosu Tüzüğün 13.maddesine bir ekleme yapılarak Birlik içinde satılacak veya ihraç edilecek (coğrafi işaretli) ürünlerin etiketlerinin Tüzüğe  aykırı olmasını engellemek  için üye ülkelerce uygulanacak kuralların tanımlanması  konusunda  AB Komisyonu’na yetki verilmesini önerdi.

Ama Tüzük sadece AB iç pazarına sunulan ürünlere ilişkin olarak çıktı, bununla sınırlandı. Bu da bize gösteriyor ki Kanun koyucu AB’de üretilip ihraç edilecek mallara ilişkin durumu düzenlemeyerek bu konuya izin verdi yani bu tip malların Tüzük kapsamında olmayacağını işaret etti.

4-Zaten Tüzük yürürlüğe girmeden  önceki durum da  ihraç edilen malların Tüzüğe dahil olmadığını gösteriyor.  ABAD’ın kararlarında da belirtildiği üzere tarım ve gıda ürünlerine dair  coğrafi işaretlerin korunmasına ilişkin sistem önceki mevzuatlara  dayanıyor ve Tüzüğün 13. Maddesi bunlarda  önemli bir değişiklik yapılmadan oluşturuldu.

5-Hukuki netlik prensibi gereği bir madde geniş yorumlanamaz. Maddede ihraç ürünleri açıkça yazmıyorsa, bu ürünler madde kapsamında değerlendirilemez.

Evet Komisyon’a şu konuda katılıyoruz, maddede geçen “üretilmiş” sözcüğü Danimarka otoritelerine FETA kelimesinin üretim aşamasında kullanılmasını engelleme yükümlülüğü getiriyor. Fakat bu yükümlülük ancak üretilen mal Birlik iç pazarında satılacaksa geçerli, halbu ki bizim üreticilerimizin peynirleri Birlik dışı ülkelere satılıyor ve bu amaçla üretiliyor.  Sadece ihraç için üretilen malların kapsam dışı olduğu Tüzüğün hedeflerinden de belli, çünkü Tüzüğün hedefi bir fikri mülkiyet hakkı olarak (coğrafi işaretlerin) isimlerin “Birlik sınırları içinde” yeknesak şekilde korunmasının sağlanması olarak ifade edilmiş.

6-Tüketicinin korunması Tüzüğün, hepsi eşit derecede önemli, hedeflerinden sadece birisi ama her halükarda fikri mülkiyet koruması ana hedef değil. Fikri mülkiyet koruması hedeflerden biri olarak belirtildi diye bu korumayı iç pazarın dışına taşıramayız

GENEL MAHKEME NE DEDİ?

Komisyon’un Birinci Talebi Hakkında;

1-Bir kere Danimarka Krallığı Komisyon’un öne sürdüğü ve Danimarka’nın yaptığını iddia ettiği eylemlerin hiçbirini inkar etmiyor, taraflar arasında bu konuda tartışma yok; Danimarka’da üreticiler inek sütünden ürettikleri peynirlerin paketlerine FETA yazmışlar ve bunları Birlik  dışına ihraç etmişler. Danimarka’nın temel iddiası Tüzüğün ihraç için üretilen ve Birlik iç pazarına satılmayan ürünlere uygulanamayacağı yönünde, çünkü  Danimarka’ya göre Tüzük  bu duruma da uygulanmak istenseydi içine  açık hüküm koyulurdu + böyle bir koruma ancak AB’nin yapacağı ikili-çoklu anlaşmalarla sağlanabilir , yani ancak Birlik dışı ülkelerle anlaşma yapılırsa orada da aynı yönde bir koruma olabilir.

2-ABAD’ın kararlarında müteaddit kereler belirtildiği gibi bir AB hukuku maddesi sadece lafzına bakılarak yorumlanamaz, yorum yapılırken aynı zamanda bunun ortaya çıkışındaki bağlama-durum ve şartlara , ve hedeflerine de bakılır.   

3-Önce 13. maddenin lafzına bakalım. Burada tecavüz için “tescilli bir ismin (coğrafi işaretin) herhangi bir (şekilde) doğrudan veya dolaylı ticari kullanımı” diyor.  Danimarka’da ki kullanımın doğrudan ticari kullanım olduğu konusunda taraflar arasında bir tartışma yok zaten.  

Maddedeki “herhangi bir şekilde” ifadesi tescilli coğrafi işaretin özelliklerine  uymadan Birlik içinde ihraç amacıyla üretilmiş ürünleri de kapsar, bunu dışarıda bırakmaz.

Ayrıca Tüzüğün 13(3) maddesi üye ülkelerden  kendi sınırları içinde üretilen veya satılan ürünlerde coğrafi işaretlerin hukuka aykırı kullanımlarının engellenmesi veya durdurulması için uygun idari ve yargısal tedbirleri almasını istiyor. Maddedeki “veya” bağlacı bu yükümlülüğün sadece üye ülkede satılan mallar için değil aynı zamanda üretilen mallar için de geçerli olduğunu gösteriyor.

Lafzi yorumun da gösterdiği gibi, sadece ihraç amacıyla üretilmiş ürünler de Tüzük kapsamı içinde.  

4-Maddenin bağlamına bakarsak; Komisyon’un da dediği gibi bu Tüzük, diğerleri yanında,  TFEU’nun 118. Maddesi ilk paragrafına  dayalı olarak çıkarıldı; bu paragraf, iç pazarın kurulması ve işlemesi bağlamında,   Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyine Birlik içinde yeknesak bir fikri mülkiyet hakları koruması sağlanması amacıyla  gerekli tedbirlerin alınması konusunda yetki veriyordu.  O sebeple coğrafi işaretler 1151/2012 numaralı Tüzük ile, özellikle bunun 13. Maddesiyle,   bir fikri mülkyet hakkı olarak korundu.  Kaldı ki Güney Kıbrıs’ın da söylediği gibi 608/2013 sayılı Tüzük ile de coğrafi işaretler bir fikri mülkyet hakkı olarak korundu.  

 Coğrafi işaret tescilinde belirlenmiş özelliklere  uygun olarak üretilmeyen bir ürün sadece 3. Ülkelere ihracat amacıyla üretilse dahi Birlik içindeki fikri mülkiyet haklarına zarar verir ve bunları zayıflatır. 13.madde bağlamsal olarak  36 ve 37.maddelerle birlikte değerlendirildiğinde,Tüzük Üye Ülkelerden bir mal piyasaya sunulmadan evvel bunun belirlenmş özelliklere uygun olarak üretilip üretilmediğini incelemesini-denetlemesini istiyor. Maddelerde ihraç amacıyla üretilmiş ürünlerin bu inceleme-denetlemeden ari olduğuna ilişkin  bir ifade yok, dolayısıyla bunlar da kapsam içerisinde.

5-Tüzüğün hedefleri 1 ve 4 maddelerde yazıyor.İlk maddede belirtilen hedefler  tarım ve gıda ürünleri üretenlere destek olmak,bu şekilde bunların ürünlerinin karakteristik özellikleri konusunda gerekli uygun iletişim imkanını sağlamak, çiftçi ve üreticiler için adil rekabet ortamı sağlamak, tüketicilerin ürünlerle ilgili güvenilir şekilde bilgi almasını sağlamak , fikri mülkiyet haklarına saygı ve güveni sağlamak ve iç pazarın entegrasyonunu sağlamaktır.

İkinci maddede coğrafi işaretlerle ilgili olarak o coğrafi yerdeki üreticilerin ürettikleri ürünün kalitesiyle örtüşen adil bir gelir elde etmesinin sağlanması hedef olarak gösterilmiş, ve bununda AB sınırları  içerisinde yeknesak bir   fikri mülkiyet hakları koruması sağlanmasıyla gerçekleşeceği belirtilmiştir.

ABAD ‘ın yerleşik kararları da coğrafi işaret korumasının amaçlarının altını çizmiştir. Kararlara göre tüketicinin bilgilenmesi ile üreticilerin adil bir gelir elde etmesi hedefleri bağlantılıdır. Üreticinin korunması da bir hedeftir, ve bu minvalde fikri mülkyet haklarının korunması Tüzüğün diğer hedefleri arasında sayılmıştır.

6-Danimarka Tüzük’de bahsi geçen tüketicinin Avrupalı tüketici olduğunu söylüyor, evet bu doğrudur. Tüzük TFEU’nun 118.maddesine dayalı olarak çıkarılmıştır ve 118.maddenin amacı iç pazarın işlemesi, iç pazarın entegre olması ve Avrupalı tüketicinin bilgilenmesinin sağlanmasıdır.

Birlik dışı ülkelere ihraç amacıyla üretilse bile Danimarka’da FETA ismi altında yapılan üretimler Tüzüğün bu iki hedefine aykırıdır. Durumun böyle olduğu hem 13.maddenin lafzından, hem bağlamından hem de Tüzüğün hedeflerinden anlaşılıyor, ve Komisyon’un işaret ettiği gibi, eylemler Tüzüğün 13(1)(a) maddesine aykırılık içeriyor.  Danimarka’nın ileri sürdüğü sair argümanların hiçbiri başka türlü bir yoruma gidilmesini sağlayacak nitelikte değil.

7-Tüzük başkaca tescilli coğrafi isimlere ve işaretlere dair Tüzüklerde olduğu gibi  Birlik dışı üçüncü ülkelere ihraç edilen malları açıkca düzenlemiyorsa da hatırlamak gerekir ki AB Hukukunun coğrafi işaretlere dair mevzuatı bir bütünlük içinde yorumlanmalıdır.  (20/12/2017, Comité Interprofessionnel du Vin de Champagne, C‑393/16, EU:C:2017:991, paragraf 32). Danimarka’nın iddia ettiği gibi bir yoruma gidilmesi  bu bütüncül yorum ilkesine aykırı olur.

8-Danimarka’nın Tüzüğün 20 ve 27. Gerekçelerine dayalı itirazlarına gelince (Birlik dışında koruma isteniyorsa bunun için ya 3.kişilerle AB arasında ikili/çoklu anlaşmalar yapılmalıdır yada DTÖ nezdinde mekanizmalar oluşturulmalıdır). Böyle anlaşmaların yapılmasının amacı anlaşma imzalanan 3.ülkede de aynı tipte bir korumanın sağlanmasıdır, oysa 1151/2012 numaralı Tüzük AB sınırları içerisinde yeknesak bir sistem kurmaktadır.(yani konunun bununla bir ilgisi yok diyor Genel Mahkeme)

9-Tüzüğün yürürlüğe girmesinden önceki hazırlık aşamalarına dair Danimarka’nın ileri sürdüğü argümanlara gelince;

Bir kere, Birlik dışına ihraç edilecek ürünlerin de düzenlemeye dahil edilmesine dair Bölgeler Komitesi önerisi ile AB Parlamentosu’nun önerdiği teklifin Tüzüğe açıkça dahil edilmemiş olması AB kanun yapıcısının Birlik sınırları içerisinde üretilip yurtdışına ihraç edilen ürünleri Tüzük kapsamına dahil etmek istemediği şeklinde yorumlanamaz.   

Diğer yandan 1151/2012 sayılı Tüzüğe gelinceye kadar var olmuş ve sonunda bahsi geçen Tüzüğe evrilmiş mevzuata bakıldığında bunların hiçbirinde AB kanun koyucusunun  ihraç için üretilmiş malları kapsam dışında bırakma iradesinin olduğunu  gösterecek bir hüküm yok.

Danimarka hukuki kesinlik-belirlilik prensibinden bahsediyor; doğrudur, 1151/2012 sayılı Tüzük bu Tüzüğün  AB içinde üretilip 3.ülkelere ihraç edilen mallarla ilgili de uygulanacağını açık biçimde belirtmiyor. Ancak özellikle Tüzüğün 13,36 ve 37 maddelerinde bunların ari tutulduğuna ilişkin bir ifade yok + Tüzüğün hedeflerine dair maddelerle ve Tüzüğün üye devletlere yüklediği yükümlülükler ile birlikte düşünüldüğünde kapsamın içine ihraç amacıyla üretilen ürünler de dahildir.

10-Bu durumda, ülkesinin  sınırları içerisinde bahsi geçen eylemleri engellememekle veya durdurmamakla Danimarka Krallığı Tüzüğün  13(3) maddesiyle belirlenen yükümlülüğünü yerine getirmemiştir ve  Komisyonun birinci talebi kabul edilmiştir.

 Komisyon’un İkinci Talebi Hakkında;

Komisyon ikinci talebiyle sınırları içerisinde  gerçekleşen üretimi ve 3.ülkelere satışı engellemeyerek veya durdurmayarak Danimarka’nın TEU’nun 4 (3) maddesini de ihlal ettiğini ileri sürüyordu bildiğiniz gibi. Komisyon’a göre;

— Bu davranışlarıyla Danimarka Tüzük ile ulaşılmak istenen amaçları tehlikeye atıyor,

–Danimarka’nın tavrı coğrafi işaretlerle ilgili olarak uluslararası görüşmelerde AB’nin elini zayıflatıyor ve bu eylemler aslında 1151/2012 sayılı Tüzüğü fazlasıyla aşan etkilere sahip.

Yunan Devleti de Danimarka’nın davranışının FETA üreticileri açısından hem ulusal hem de uluslararsı arenada ciddi sonuçları olduğunu,bu eylemlerin AB açısından yapılacak uluslararası anlaşma görüşmelerinde sıkıntı yaratacağını  iddia ediyor. Danimarka bu kadar zamandır sistematik biçimde “biz bu malları ihraç amacıyla ürettik ve herhangi bir hukuka aykırı davranışımız yok” diyerek alması gereken önlemleri almadı, üreticilere hiçbir yaptırım uygulamadı diyor. Güney Kıbrıs da Danimarka yüzünden Komisyon’un müzakerelerde pazarlık gücünün  azaldığı  iddiasını tekrar ediyor.

Amiyane deyimle diyorlar ki; kendi üyemiz olan Danimarka böyle davranırken Komisyon başka ülkelerle görüşmelerinde coğrafi işaret koruması konusunda nasıl ısrar etsin, bu davranışlar Komisyon’un pazarlık gücünü azaltıyor ve  sistemde gedik açıyor.

Danimarka’nın bu konudaki savunmasıysa şöyle; sırf AB mevzuatının birkaç maddesinin yorumu konusunda aynı fikirde olunmadı diye hemen bizi samimi biçimde işbirliği yapma prensibine aykırı davranmakla itham edemezsiniz + zaten ileri sürdüğünüz iki talep de aynı davranışlarla ilgili.

Mahkeme bu konudaki Komisyon talebini reddediyor ve bunu da şu şekilde gerekçelendiriyor;

–TEU 4(3) maddesinde vücut bulan “samimi işbirliği/dayanışma ” yükümlülüğü ancak olayda spesifik olarak belirtilmiş bir yükümlülüğü ihlal anlamına gelen eylemden  farklı bir eylem varsa sözkonusu olur. Halbu ki bu dosyada Komisyon’un şikayetine dayanak olan eylemler aynı.

—Tamam Danimarka bu eylemleri engellememiş veya durdurmamış,  ama Komisyon bunun dışında  hukuka aykırı eylemlerin desteklendiği anlamına gelecek bir davranışını  gösteremiyor Danimarka’nın,

–Doğru, hukuka aykırı biçimde, tescilli bir coğrafi işaret altında Birlik dışı 3. Ülkelere ürün  satışı muhtemelen yaptığı anlaşma görüşmelerinde Komisyon’un elini zayıflatabilir. Ama Danimarka böyle neticelerin doğması için herhangi bir aktif davranış göstermiş  veya buna sebep olacak bir beyanda bulunmuş değil; eğer böyle bir davranış yada beyanı olsaydı o zaman bu, şikayette belirtilenden, farklı bir eylem olurdu.

SONUÇ;

  1. Danimarkalı süt ürünleri üreticilerinin tescilli FETA coğrafi işaretinde belirtilen özelliklere uymayan peynirleri FETA adı altında üretmesini  engellemeyerek yada bunları durdurmayarak Danimarka Krallığı Avrupa Birliği’nin tarım ve gıda ürünlerine ilişkin coğrafi işaretlerle ilgili 1151/2012 numaralı Tüzüğü’nün 13(3) maddesinde yer alan yükümlülüğünü yerine getirmemiştir,   
  2. Sair talebin reddine karar verilmiştir.  

Mahkemenin Tüzük açısından farklı bir neticeye varması sürpriz olurdu doğrusu. Beni asıl şaşırtan Danimarka’nın işi bu noktaya kadar getirmiş olması.

Özlem Fütman

Aralık 2022

ofutman@gmail.com   

PORT v THE PORT HOUSE EUIPO KARARI

İrlanda menşeili Ruaway Limited şirketi  16/10/2019 tarihinde EUIPO nezdinde THE PORT HOUSE  kelime markasının 43. Sınıfta “Catering for the provision of food and beverages; preparation of food and beverages; restaurant, bistro, brasserie, coffee shop, cafeteria and snack bar services; hotels, bar and public house services; preparation of foodstuffs and meals for consumption off the premises.”  yani “yiyecek içecek sağlanması hizmetleri; yiyecek ve içeceklerin hazıranması hizmetleri; restaurant, bistro, brasseri, kahve dükkanı, kafeterya ve snack bar hizmetleri; otel, bar ve meyhane hizmetleri; kendi yerinde  tüketim için yemek ve yiyeceklerin hazırlanması hizmetleri” nde tescili için başvuruda bulunmuştur.

Başvuruya Instituto dos Vinhos do Douro e do Porto, IP (IVDP) tarafından, Porto / Port / vinho do Porto / Port Wine / vin de Porto / Oporto / Portvin / Portwein / Portwijn’ şeklindeki varyasyonlar için tescilli ve tüm bu varyasyonların eşit olduğu coğrafi işaret tesciline dayanarak itiraz edilmştir. EUIPO itiraz birimi burada  coğraf işareti PORT olarak değerlendirmiştir. (Yazının sonraki bölümünde EUIPO İtiraz Bölümü yerine kısaca EUIPO kısaltması kullanılacaktır)

IVDP,  belirtlen coğrafi işaretin tescili, korunması ve işareti taşıyan ürünlerin promosyonunun yapılması amacıyla kurulmuş yetkili kuruluştur.

PORT coğrafi işareti 24/12/1991 tarihinde yani itiraza konu markanın başvuru tarihinden önce tescil edilmiştir.

IVDP itirazında temelde şu gerekçeleri  öne sürmüştür ;

1-Coğrafi işaretlere ilişkin Portekiz mevzuatı. Ancak malum olduğu üzere, önceki ABAD kararlarıyla şekillenmiş olduğu gibi, AB düzeyindeki ihtilaflarda yerel/üye ülke mevzuatı dikkate alınmamaktadır.

2-Avrupa Birliği 1308/2013 sayılı Direktifinin 103(2) maddesi ile bağlantılı olarak  AB Marka Direktifi Madde 8(6)

3-Uluslararası Anlaşmaların ilgili maddeleri.

EUIPO  05/05/2021 tarih ve  3 104 401  sayılı olaya ilişkin kararında önce hedef tüketici kitlesini, ABAD’ın geçmiş kararlarına atıfla, makul düzeyde bilgilenmiş , makul düzeyde gözlemci ve ihtiyatlı ortalama Avrupalı tüketici olarak belirlemiştir. Yine ABAD kararlarına atıfla tüketicilerin bütün AB ülkeleri tüketicileri olduğunun altını çizmiştir.

İtiraza konu marka hizmetler için başvuruya konu edildiğinden EUIPO  incelemesinde 1308/2013 Sayılı AB Tüzüğü’nün 103(2) (a) maddesinde “karşılaştırılabilir mal” kavramından bahsedildiğini ve bunun dar bir açıyla ele alınabileceğini, Canon kararıyla (29/09/1998 , 39/97) belirlenen markalardaki mal/hizmet benzerliği inceleme faktörlerinin coğrafi işaretler için  uygulanamayacağını işaret etmiştir.  Cognac kararına yapılan atıfla ise (14/07/2011,-4/10 and 27/10,-ager I Cognac, EU:C:2011:484) coğrafi işaretlerde karşılaştırılabilir maldan bahsedebilmek için bunların objektif biçimde ortak karakteristiklerinin bulunması gerektiği belirtilmiştir. Bu objektif ortak karakteristikten kastedilen üretim metodu, ürünlerin fiziki görünümlerinin ortak olması ve aynı hammaddelerin kullanılması olabilir. İlgili tüketiciler açısından ise ortak karakteristik ürünlerin aynı okazyonlarda tüketilmesi, aynı dağıtım kanalları ve pazarlama metotlarına sahip olması gösterilebilir. Olaydaki coğrafi işarete konu şarap emtiası ile marka başvurusuna konu hizmetler karşılaştırılabilir değildir.   

Diğer yandan aynı Tüzüğün 103(2)(a) (ii)  alt bendinde ise  doğrudan veya dolaylı bir ticari kullanımın coğrafi işaretin ününü sömürmesi halinde bunun karşılaştırılabilir mallar ve hizmetler için olması zorunluluğundan  bahsedilmemiştir. Aynı hususa EUIPO Temyiz Kurulu’nun Champagnola kararında  (17/04/2020, R 1132/2019 4, Champagnola/Champagne, § 49 ve 50) ve Tüzüğün 97 numaralı gerekçesinde de işaret edilmiştir. Dolayısıyla EUIPO huzurdaki olayda 103(2)(a) (ii) bendinin uygulanma şartlarının mevcut olup olmadığını incelemiştir. 

Maddede geçen ün/repütasyondan kastedilen husus markalar hukukunda anladığımız ün/tanınmış olma kavramından farklıdır, zira coğrafi işaretlerdeki ün kavramı tüketicinin zihnindeki imaja bağlıdır ve bu da işarete konu ürünün belli karakteristikleri ve genel olarak kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır. Tüm tescilli coğrafi işaretler bir kalite güvencesi verir. Bu durumda , EUIPO itiraz sahibinin PORT  coğrafi işaretinin ününü değil bu ünün başvuru sahibi tarafından, varsa, ne şekilde sömürüldüğünü ispatla mükelleftir.

Her halükarda, dosyaya IVDP tarafından sunulmuş olan delillerin PORT coğrafi işaretli ürünlerin meşhur olduğunu ispat ettiğini belirtmekte de fayda var elbette.  

İlgili Direktif maddesi uyarınca “kullanımdan” bahsedilebilmesi için ya itiraza konu işaret tescilli coğrafi işareti aynen içermelidir  veya yazılış ve/veya fonetik olarak o denli benzeri olmalıdır ki coğrafi işaretten ayrıştırılamamalıdır.

Dosyada başvuru sahibi PORT kelimesinin “gemilerin fırtınadan kaçmak için sığındığı liman, gemilerin yük alıp bırakabileceği bir liman şehri yada şehir “ şeklinde belli bir anlamı olduğunu ve tüketicilerin bu anlamdan dolayı PORT kelimesini gördüğünde itiraz sahibinin coğrafi işaretini düşünmeyeceğini ve ortada coğrafi işaretin ününün sömürüleceği bir durum bulunmadığını ileri sürmüştür.  Ancak EUIPO başvuru sahibinin görüşüne katılmamıştır, şöyle ki;

—her ne kadar içinde başka unsurlur olsa da, itiraza konu marka içinde birebir coğrafi işareti barındırmaktadır.

—Collins Sözlüğü’ne göre İngilizce bir kelime olan PORTHOUSE “port üreten şirket/yer” anlamına gelmektedir. Başvuru sahibi markada geçen kelimenin PORTHOUSE değil PORT HOUSE biçiminde iki ayrı kelime olduğunu yani burada PORT kelimesinin ayrışmadığını iddia etmiştir. Ancak kelime ayrı yazılsa da bu ilgili tüketici nezdindeki algıyı değiştirmeyecektir, zaten itiraz sahibinin sunduğu delillerden de Port (şarabı) üreten yerlerin “Port Houses” diye anıldığı da ispat olunmuştur. Örneğin  www.wineorigins.com da yayınlanmış bir makalede de üretim yapılan yerler PORT HOUSES olarak anılmıştır.

–Başvuru sahibi işarette yer alan HOUSE ibaresinin ayıredici olduğunu iddia etmiştir. HOUSE ,bir isim olarak, genelde insanların belli bir sebeple bir araya geldiği yerlere denir. Diğer yandan HOUSE yiyecek-içecek sunulan yerlere de verilen isimdir. Dolaysıyla başvuru sahibinin iddiasının aksine HOUSE kelimesinin ayırtedicilik vasfı, 43.sınıftaki hizmetler için, düşüktür. İşaretteki THE belirteci ise , malum olduğu üzere, bir ayırtedicilik katmamaktadır.

–Hem PORT HOUSE hem de HOUSE kelimelerinin şaraplar dahil alkollü içecekler sağlayan yerlerle bağlantılı olduğu düşünüldüğünde işaretteki PORT kelimesinin bir liman/liman şehri anlamında kullanıldığının-algılanacağını  varsayılması beklenmez. Sonuç olarak EUIPO’ya göre toplumun gözardı edilemeyecek bir bölümü (yani yeterince İngilizce bilenler) işarette PORT kelimesini ayıracak, bu kelimeye konsantre olacaktır ki bu da tescilli coğrafi işaretle birebir aynıdır.

EUIPO diğer yandan PORT coğrafi işaretinin ününü kabul ederken , coğrafi işaret koruması altındaki şarap emtiası  ile 43.sınıfa giren hizmetlerin birbirine yakınlığının yadsınamayacağına  işaret etmiştir.

Neticeten EUIPO yapılan itirazı tümden kabul ederek konu başvurunun reddine karar vermiştir.

Ağustos 2022

Özlem Fütman

ofutman@gmail.com

YENİLEBİLİR BÖCEKLER: YENİ Mİ GELENEKSEL Mİ?

Dünyanın, 2050 yılına kadar 9 milyar insana ev sahipliği yapacağı tahmin ediliyorken; tükenmekte olan ve kirlenen doğal kaynaklar ve artan maliyetler nedeniyle gıda üretimi konusunda yaşanan endişeler, alternatif besin kaynaklarına duyulan ihtiyacı artırıyor.  

Entomofaji, yani böceklerin besin kaynağı olarak tüketilmesi, çok eski zamanlara dayanıyor. Bu konudaki geleneksel bilgilerin, beslenmede yeni alternatiflere zemin oluşturması da gittikçe yaygınlaşıyor.

Birleşmiş Milletler’in Gıda ve Tarım Örgütü FAO (Food and Agriculture Organization of the United Nations) tarafından hazırlanan 2013 tarihli “Yenilebilir Böcekler: Gıda ve Yem Güvenliği İçin Gelecek Beklentileri” (Edible Insects: Future Prospects for Food and Feed Security) ve 2021 tarihli “Yenilebilir Böceklere Gıda Güvenliği Perspektifinden Bakış. Sektör için Sorunlar ve Fırsatlar” (Looking at edible insects from a food safety perspective. Challenges and opportunities for the sector) isimli yayımlar, konu hakkında kapsamlı çalışmalar ve ilginç veriler içeriyor.

MÖ 8. yüzyıl ile Orta Doğu, entomofaji için kaydedilen en eski tarih ve yer. Bu gelenek batılı ülkelerde pek yaygın olmasa da, özellikle Asya, Avustralya ve Afrika olmak üzere yaklaşık 140 ülkede mevcut ve tüketilen böcek türü sayısı yaklaşık 2111. Bunların %92’si yaban hayattan hasat edilirken, %6’sı yarı evcil ve %2’si ise çiftlikte yetiştiriliyor. Yaban hayattan hasat edilenlerin %88’i karasal kökenli, geri kalanı su ekosistemi içinde. İpek ve bal gibi ticari değeri yüksek ürünlerin üretimi için yetiştirilen böcekler de var, esas olarak evcil hayvan ve balık yemi olarak kullanılmak üzere yetiştirilenler de. Son zamanlarda Amerika Birleşik Devletleri’nde endüstriyel üretimi gerçekleşen cırcır böceği (Acheta domesticus), hayvan yemi olarak yetiştirilenlere örnek.

Böcek türüne göre değişmekle birlikte, yenilebilir böcekler iyi bir protein, yağ asidi, demir, çinko, magnezyum, manganez, fosfor, selenyum, çinko, vitamin ve mineral kaynağı. Hayvan yemi olarak böcek unu, balık unu ve soya ununun aminoasit profilleri oldukça benzer.

Böcekler; hızlı büyüme ve çoğalma ile düşük karbon, su ve ekolojik ayak izleri özellikleri nedeniyle çevresel sürdürülebilirlik açısından da oldukça cazip. Üstelik tüm yıl boyunca yetiştirilebiliyor ve vücutlarının büyük kısmı tüketilebiliyor.

Yaban hayatından toplanan böcekler için, diğer doğal kaynaklarda olduğu gibi, kontrolsüz ve plansız hareket edilmesi, biyoçeşitliliği ve ekosistemi zamanla tehdit eder hale getirecek ve dolayısıyla sürdürülebilirlik problemine de yol açacak. Bazı topluluklarda bu tür sorunların çözümü; geleneksel liderlerin böcek hasat döneminde kısıtlayıcı tedbirler getirmesiyle sağlanmakta, Namibya’nın Uukwaluudhi Koruma Bölgesindeki mopan solucanlarında olduğu gibi.

Tayland’ın kırsal bölgelerinde kurulu 20 binden fazla cırcır böceği çiftliğinden, yılda 3 milyon USD kazanç elde ediliyor. 2018’de 688 milyon USD olan yem amaçlı küresel böcek pazarının, 2024 yılına kadar 1,4 milyar USD’ye, yenilebilir böcek küresel pazarının ise 2030 yılına kadar 8 milyar USD’ye ulaşacağı tahmin ediliyor.  

Tropikal ve subtropikal bölgelerde yaşayan insanlar, sadece beslenmek için değil, sosyo-kültürel uygulamalar ve dini inançları bakımından da böcek tüketiyor.

Böceklerin atıkları, toprak verimliliğinin artırılmasında da kullanılabiliyor.

Böcek yetiştiriciliği uygulamaları arasında; gıda, kozmetik, tekstil ve farmasötik alanlarında kullanılan kitin ve lipidler ile biyoyakıt üretimi de yer alıyor. Böceklerin, topraktaki bulaşan maddeleri taşıma özelliğinin ilham kaynağı olarak kullanıldığı bazı uygulamalardan da bahsediliyor ancak bu şekilde kullanılan böceklerin, daha sonra insan ve hayvanlar tarafından tüketilemeyeceğine dikkat çekiliyor. Çünkü böcekler; bakteri ve virüs gibi biyolojik ajanlar, pestisit ve toksik maddeler gibi kimyasal kirleticiler ile alerjenler dahil olmak üzere insanlar için sağlık tehditleri oluşturabilirler.

Diğer çiftlik hayvanlarının aksine, böcekler genellikle kendi bütünlükleri içinde tüketiliyor. Bu sebeple Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi olan EFSA (European Food Safety Authority), insan ve hayvan için besin maddesi olarak kullanılacak böceklerin türleri ve substratlarının, yetiştirilme-hasat-işleme şekillerinin önemli olduğunu ve ancak kontrollü bir süreci geçirmeleri halinde sağlık riskleri bakımından kabul edilebilir olacaklarını belirtiyor. Ayrıca özellikle kabuklulara ve ev tozu akarlarına karşı alerjisi olan tüketiciler için, bazı böcek türleri potansiyel alerjik risk olabilir.

Böcek yetiştiriciliği, AB için henüz oldukça küçük bir niş pazar. Sektörün, 2025 yılına kadar birkaç bine ulaşacak sayısıyla, ekonomiye anlamlı bir katkıda bulunması bekleniyor. Ancak özellikle böceklerin, sosyo-ekonomik olarak hassas gruplar tarafından gıda kıtlığı zamanında tüketildiği kanısının yol açtığı neofobinin üstesinden gelinmesi gerektiği ifade ediliyor.

AB’de, yeni gıdalara ilişkin ilk Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği 15 Mayıs 1997 tarihinden önce AB’li tüketiciler tarafından önemli ölçüde tüketilmeyen gıdalar, “yeni gıda” (novel food) olarak adlandırılıyor.

Yeni geliştirilmiş, inovatif, yeni teknolojiler kullanılarak üretilmiş ya da işlenmiş yahut AB’de olmasa bile diğer ülkelerde geleneksel olarak tüketilmekte olan gıdalar “yeni gıda” olup böcekler de bu kapsamda değerlendiriliyor.

1 Ocak 2018’den beri geçerli olan yeni Yeni Gıda Yönetmeliği ise, eski yönetmelikten farklı olarak, bütün haldeki böcekleri yeni gıda olarak kabul ediyor.

Yeni gıdalara örnek olarak; yeni K vitamini (menakinon) kaynakları, mevcut gıdalardan elde edilen özütler (Euphausia superba’dan elde edilen fosfolipit açısından zengin Antarktika Krill yağı), üçüncü ülkelerden gelen tarım ürünleri (chia tohumları, noni meyve suyu) ve yeni metotlarla üretilen gıdalar (UV ile işlenmiş gıdalar: süt, ekmek, mantar ve maya) verilebilir.

AB’de yeni gıdaların piyasaya çıkmaları ön izne tabi olup aşağıda belirtilen “olmazsa olmaz” koşulları sağlamaları gerekli.

  • Tüketiciler için güvenli olmalı.
  • Tüketicileri yanıltmamak için uygun şekilde etiketlenmeli.
  • Yeni gıdanın başka bir gıdanın yerini alması amaçlanıyorsa, yeni gıdanın tüketimi, tüketici için besinsel açıdan dezavantajlı olacak şekilde farklılık göstermemeli.

AB’nin yeni ürün kataloğuna, https://webgate.ec.europa.eu/fip/novel_food_catalogue/  bağlantısından erişim sağlanıyor.

2015/2283 sayılı AB Tüzüğü kapsamında; kurutulmuş Tenebrio molitor larvası (Haziran 2021), Locusta migratoria’nın dondurulmuş, kurutulmuş ve toz formları (Kasım 2021) ve sarı un kurdunun (yellow mealworm- Tenebrio molitor larva) dondurulmuş, kurutulmuş ve toz formları (Şubat 2022), yeni gıda olarak AB pazarına çıkma izni almış durumda. EFSA’dan izin almayı bekleyen başvuru sayısı ise 9. 

Gıda, tekstil ve farmasötik alanlarında kullanılan ve kırmızı renk veren karmin boyasının üretiminde, Hemiptera (yarım kanatlılar) takımında olan koşnil (cochineal) böceği kullanılıyor.

FAO’nun her iki yayımında da, özellikle Batılı ülkelerde besin kaynağı olarak böcek kullanımı konusunda bir direnç olduğu ifade ediliyor. Starbucks’ın deneyimini, bu konu için örnek olarak verebiliriz.

2012 yılı başlarında Starbucks firması; çilekli Frappuccino ürününü renklendirmek için daha önce kullandığı yapay katkı maddeleri yerine, daha doğal olan koşnil böceği kullanmaya başladığını açıklayınca bir tartışma başlar. Böcekler de dahil olmak üzere hayvansal kaynaklı hiçbir ürünü beslenmelerinde kullanmayan bir grup Amerikalı vegan tüketicinin, sosyal medyada viral olan tepkileri üzerine firma, koşnil kullanmayı bırakır ve domates bazlı renklendirici kullanmaya başlar. Burada belirtmekte fayda var; Amerika ve Kanada’da koşnil özütü kullanmak, ilgili otoriteler tarafından izne tabi.  

Tarım ve gıda ürünleri için esas olarak coğrafi işaret ve geleneksel ürün adı korumasını konu alan 1151/2012 sayılı AB Tüzüğünde, “hayvansal kaynaklı hammadde” olarak koşnil ürünü için bir kategori mevcut. AB’nin, coğrafi işaret ve geleneksel ürün adlarına ilişkin Eambrosia veri tabanında yaptığımıza araştırmada, bu kategoride korunan tek bir coğrafi işarete rastladık. Coğrafi sınırı Kanarya Adaları olan “Cochinilla de Canarias”, menşe adı olarak 2016 yılında tescil edilmiş durumda. 

Bir tür tırtıl (gusano) olan kırmızı maguey solucanları, Meksika’nın Oaxaca bölgesinden kaynaklanan bir distile alkollü içki olan Mezcal’in şişelerinde bulunuyor. Mezcal üreticileri, üretim için önemli olan bu solucanların kaçak olarak avlanmalarını engellemek amacıyla, yağmurlu dönemlerde agav tarlalarına güvenlik gönderiyorlar. Mezcal, AB-Meksika arasında imzalanan bazı coğrafi işaretlerin karşılıklı korunması hakkındaki anlaşma kapsamında, 31 Ocak 2020 tarihinden itibaren AB’de de korunuyor. 

Sardinya Adasından kaynaklanan ve Casu marzu, Casu martzu, Casu modde, Casu cundídu ve Casu fràzigu adlarıyla bilinen koyun peyniri, peynir sineği larvaları tarafından çürüme aşamasına kadar mayalandırılıyor. Bu aşamada larvalar da kurtçuk haline geliyor ve peynir, genellikle kurtçuklarla birlikte yeniyor. Kurtçukları temizleyip yiyenler de oluyormuş ancak kurtçuklar öldükten sonra tüketilmesinin tehlikeli sayıldığı ifade ediliyor. İnternet üzerinde yapılan araştırmada Casu marzunun, insan sağlığı için risk oluşturması nedeniyle bazı ülkelerde yasaklanmış olduğuna dair birçok habere rastladığımız gibi, yenilebilir böceklerle ilgili AB’de yaşanan gelişmelerden dolayı yeşil ışık yanma olasılığının bulunduğundan bahsedenler de var. eAmbrosia veri tabanında Casu marzu, Casu martzu, Casu modde, Casu cundídu ve Casu fràzigu adları için yaptığımız araştırmada, ne coğrafi işaret ne de geleneksel ürün adına rastlamadık. Yaşanacak gelişmeleri merakla beklediğimizi belirterek yazımıza noktayı koyuyoruz.

Gonca ILICALI

Ağustos 2022


Kaynaklar

AVRUPA BİRLİĞİ, CENEVRE METNİ SAYFASINI FİİLEN AÇIYOR!

25.09.1966 tarihinde yürürlüğe Lizbon Anlaşması, coğrafi işaretlerin uluslararası tescilini konu alan en eski uluslararası anlaşma. Lizbon Anlaşmasını revize eden Cenevre Metni ise, uzun bir hararetli sürecin ardından 2015 yılı Mayıs ayında Cenevre’de gerçekleşen diplomatik konferansla kabul edilmişti.

Cenevre Metni, 5 inci akit taraf olarak Avrupa Birliği (AB)’nin katılım belgesini sunmasından 3 ay sonra, yani 26.02.2020 tarihinde yürürlüğe girdi. Cenevre Metninin hâlihazırdaki akit tarafları Arnavutluk, Kamboçya, Kuzey Kore, AB, Fransa, Gana, Macaristan, Laos, Umman, Samoa ve İsviçre. Katılım belgesini 06.04.2022 tarihinde WIPO’ya sunan Kabo Verde’de ise 06.06.2022 tarihinde yürürlüğe girecek.

Lizbon Anlaşması için kullanılan Lisbon Express veri tabanı, Cenevre Metni ile getirilen yenilikleri de içerek şekilde güncellendi.  

Cenevre Metni kapsamındaki işlem ücretleri, Lizbon Anlaşmasında geçerli ücretlerle aynı olup başvuru ücreti 1.000 CHF. Kamboçya ve Samoa, her bir başvuru için ayrı ayrı olmak üzere bireysel ücret talep ediyor. Ulusal / bölgesel yasal düzenlemelerinde, coğrafi işareti kullanım hakkına sahip kişilerin idari bir sistemde kaydedilmesi zorunluluğu bulunan akit tarafların, bu hizmet karşılığında idari ücret talep etme hakkı mevcut. Samoa, bu kapsamda idari ücret talep ediyor.

Cenevre Metni uyarınca akit tarafların, kendilerine iletilen uluslararası tescilleri inceleyerek karar vermeleri için 1 yıl süreleri var. Ancak katılım sürecinde akit taraflar, katılımlarından önce Cenevre Metni kapsamında korunmaya başlamış uluslararası tesciller için, Madde 29 (4) hükmü uyarınca inceleme süresini 1 yıl daha uzatabilme imkânına sahip. AB, 1 yıllık ek süre avantajını kullanmak istediğini katılım sürecinde beyan etmiş durumda.

Cenevre Metninin Madde 9 hükmü uyarınca akit taraflar; kendilerine iletilen uluslararası tescilleri kendi yasal düzenlemeleri çerçevesinde inceler ancak bu inceleme, Cenevre Metninin temel prensiplerine uygun olmalı. Cenevre Metni hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyen okurlarımız, IPR Gezgini’nde 04.03.2018 tarihinde yayımlanan “Cenevre Metni Tahta Çıkacak Mı? Coğrafi İşaretlerin Uluslararası Tescilinde Yeni Dönem” başlıklı yazımıza bakabilirler.     

AB, 23.10.2019 tarihli ve 2019/1753 sayılı AB Parlamento ve Konsey Tüzüğü ile, Lizbon Anlaşmasının Cenevre Metnine katılım ve uygulama prosedürünü kapsamlı biçimde belirledi. Detaylarına girmeden, bu Tüzüğün bazı önemli düzenlemelerinin aşağıdaki hususları içerdiğini belirtelim.

  • Cenevre Metni kapsamında yürütülen işlemlerde yetkili merci AB Komisyonu.
  • WIPO’ya yapılacak başvuruları, AB üyesi ülkelerin AB Komisyonuna yapacakları talepler belirliyor. Bu taleplerin oluşturulmasında ve değerlendirilmesinde; uluslararası başvurusu yapılacak coğrafi işaretlerin ekonomik açıdan önemi; üretim ve ihracat değerleri; diğer uluslararası anlaşmalar kapsamındaki korunmaları; üçüncü ülkelerdeki mevcut ve potansiyel haksız kullanımlara maruz kalma durumları başta olmak üzere birçok unsurun dikkate alınması gerektiğinin belirtilmesi dikkat çekici.
  • Lizbon Anlaşmasına hâlihazırda taraf olan AB üyesi ülkeler, AB’nin menfaatlerine ve münhasır yetkilerine sadık kalmak şartıyla Anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini devam ettirebilir. Ancak sırasıyla tarım ve gıda ürünlerinin, aromatize şarap ürünlerinin ve distile alkollü içeceklerin coğrafi işaret olarak korunmasını konu alan 1151/2012, 251/2014 ve 2019/787 sayılı Tüzükler ile tarım ürünleri için ortak pazar düzenlemelerini içeren 1308/2013 sayılı Tüzük kapsamında bulunan ürünler için Lizbon Anlaşması uyarınca yeni “menşe adı (appellation of origin)” başvurusu yapamazlar. Burada sadece “menşe adı”ndan bahsedilmesi, Lizbon Anlaşmasının sadece menşe adlarına koruma sağlamasından ileri gelir.   
  • Uluslararası başvuru için ödenecek tüm ücretler, söz konusu başvurunun menşe ülkesinin yetkili makamları, coğrafi işaretten faydalananlar ve kullanım hakkına sahip olanlar tarafından karşılanacak. Üye ülkeler, bu ücretlerin tamamını veya bir kısmını coğrafi işaretten faydalananlar ve kullanım hakkına sahip olanlardan tahsil edebilir.
  • AB Komisyonu; WIPO tarafından kendisine iletilen ve AB üyesi olmayan bir akit tarafın menşe ülke olduğu başvuruları, AB Resmî Gazetesinin C serisinde ilan edecek. Başvuruların, AB nezdinde korumaya konu olabilecek ürünlerle ilgili olması gerektiği de ayrıca ifade edilmekte.
  • Yayımlanan başvurulara karşı itiraz süresi 4 ay.

2019/1753 sayılı Tüzükte atfı bulunan 2019/1754 sayılı Tüzükte yer verilen bazı önemli hususlar aşağıdaki gibi.

  • Bulgaristan 1975, Çek Cumhuriyeti 1993, Fransa 1966, İtalya 1968, Macaristan 1967, Portekiz 1966 ve Slovakya 1993 yıllarından itibaren Lizbon Anlaşmasına üye. AB üye değil çünkü Lizbon Anlaşması, sadece ülkelere katılım imkânı veriyor.  
  • Cenevre Metni, sınai mülkiyet haklarının ticari yönlerine temas ettiğinden AB’nin ortak ticaret politikaları kapsamında ve bu sebeple AB’nin İşleyişi Hakkındaki Anlaşma – TFEU (Treaty on the Functioning of the European Union) uyarınca ele alınıyor. Belirli tarım ürünlerine yönelik adların coğrafi işaret olarak tescili konusunda AB’nin tek tip (uniform) yasal düzenlemeleri olması nedeniyle, TFEU’nun Madde 3 hükmü uyarınca AB üyesi ülkeler, kendilerine ve üçüncü ülkelere ait coğrafi işaretlerin korunması konusunda ulusal koruma sistemleri oluşturamazlar. Ayrıca TFEU’nun Madde 3 (1) ve 207 (1) hükümleri uyarınca da, AB’nin münhasır yetki alanına giren Cenevre Metni gibi uluslararası anlaşmaları tek başlarına müzakere edemezler. Bu konudaki hükümlerin, 25.10.2017 tarihli ve C-389/15 sayılı Adalet Divanı kararı ile teyit edildiği ifade ediliyor.
  • Tüzüğün Madde 3 hükmü ile AB üyesi ülkelere; AB’nin katılımını takiben ve istedikleri takdirde, AB’nin çıkarlarına ve münhasır yetkisine bağlı kalacak şekilde Cenevre Metnine katılma yetkisi verilmiş durumda.

2021 yılı Kasım-Aralık aylarında AB üyesi ülkelerden AB Komisyonuna yapılan talepler ile belirlenen 18 adet coğrafi işaretin WIPO’ya iletileceği, 04.04.2022 tarihli AB Resmi Gazetesinde yayımlanan 2022/532 sayılı Komisyon Uygulama Kararıyla açıklandı. AB nezdinde hâlihazırda korunmakta olan menşe adı (protected designation of origin – PDO) ve mahreç işareti (protected geographical indication – PGI) şeklindeki coğrafi işaretlere ilişkin listeye aşağıda yer verilmekte olup başvurularının, Cenevre Metni ile öngörülen içerikte hazırlanarak önümüzdeki günlerde WIPO’ya bildirilmesi bekleniyor.

  • Almanya:
  • Kölsch (PGI)
  • Yunanistan:
  • Ελιά Καλαμάτας/Elia Kalamatas (PDO)
  • Γραβιέρα Νάξου/Graviera Naxou (PDO)
  • Κονσερβολιά Ροβίων/Konservolia Rovion (PDO)
  • Μαστίχα Χίου/Masticha Chiou (PDO)
  • Fransa:
  • Huile d’olive de Haute-Provence (PDO)
  • Morbier (PDO)
  • Piment d’Espelette/Piment d’Espelette – Ezpeletako Biperra (PDO)
  • Canard à foie gras du Sud-Ouest (Chalosse, Gascogne, Gers, Landes, Périgord, Quercy) (PGI)
  • Emmental français est-central (PGI)
  • Emmental de Savoie (PGI)
  • Huîtres Marennes Oléron (PGI)
  • Jambon de Bayonne (PGI)
  • Pruneaux d’Agen (PGI)
  • Tomme de Savoie (PGI)
  • İtalya:
  • Finocchiona (PGI)
  • Romanya:
  • Telemea de Ibăneşti (PDO)
  • Magiun de prune Topoloveni (PGI)

Gonca ILICALI

Nisan 2022


Kaynaklar

https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32019R1753&from=EN

https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32022D0532&from=EN

https://www.wipo.int/lisbon/en/news/2022/news_0001.html

https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32019D1754&from=EN

https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:62015CJ0389&from=EN

SÜRDÜRÜLEBİLİR GELENEKSELLİK İÇİN İNOVASYON ŞART!

Coğrafi işaretlerden bahsederken “geleneksel” atfını kullanmak, hem ulusal hem de uluslararası alanda sıkça karşılaşılan bir durum olmasına rağmen, menşe adı ve mahreç işareti de dâhil olmak üzere, coğrafi işaret tanımlarında geleneksel kelimesi yer almaz.

Öte yandan Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye’nin dışında sınırlı sayıda ülkede “geleneksel ürün adı” (AB’deki “traditional speciality guaranteed – TSG” kavramı) koruması bulunur ve ilgili mevzuattaki gelenekselliğe yönelik tanımlarda, ürün ile köken bağı kurulmaz. Diğer bir deyişle ürünün, üretim zorunluluğu bakımından “coğrafi bir yer ile ilişkisi bulunmaz”. Dolayısıyla özellikle geleneksel ürün adına koruma sağlayan ülkelerde, coğrafi işaret ile geleneksel kavramlarının birlikte kullanılması; geleneksel ürün adının da tıpkı menşe adı ve mahreç işareti gibi, coğrafi işaret çatısı altında yer alan bir coğrafi işaret çeşidiymiş gibi yanlış algı yaratmasına neden olabilir. Bu sebeple coğrafi işaretle birlikte kullanılan “geleneksel” kelimesinin aslında, “yerelliğe dayalı kökleşmiş uygulamalarla şekillenen ürün”e işaret ettiğinin varsayılması, uygun bir yaklaşım olacaktır.

Coğrafi işaretler ve geleneksel ürünler söz konusu olduğu zaman inovasyondan bahsedildiğinde, birçok kişi “Olur mu hiç!” tepkisini verebilir. Gıda ürünlerinde margarin kullanılmasının, el işçiliği yerine sanayi tipi üretim yapılmasının ve benzer şekilde çoğaltabileceğimiz örneklerin yadırganması, bu tepkinin doğal bir uzantısı olarak karşımıza çıkar.

İnovasyon ile gelenekselliğin karşıt mefhumlar olmadıklarını, aksine sürdürülebilirliğin sağlanması için bir arada bulunmalarının son derece önemli olduğunu gösteren bir örnek, AB nezdinde yürütülen LIFE TTGG (Life The Tough Get Going) Projesidir.

Sera gazının salınımını azaltmak, küresel ısınmayla mücadelede en önemli araç. Tarımsal üretim, tüm dünyadaki sera gazı salınımının %10-12’lik dilimine sahip. İthalat ve ihracat değerleri dikkate alındığında AB’nin süt ürünleri sektörü, küresel pazarın en önemli aktörlerinden. Sektörün, toplam salınımın yaklaşık %40’ına sahip enterik fermantasyon kaynaklı olması, bu mücadelede göz ardı edilemez.   

LIFE TTGG Projesi üniversiteler, genç yenilikçi şirketler (startups), üreticiler, AB’nin iki büyük peynir üreticisi olan İtalya ve Fransa’daki kurumlar ile araştırma kuruluşları arasında sinerji oluşturmakta. Coğrafi işaret olarak korunan Grana Padano ve Comté peynirlerinin üretim süreçlerinin iyileştirilmesi, verimliliğin artırılması ve çevresel etkilerinin azaltılması suretiyle daha sürdürülebilir üretim ve tüketim hedeflenmekte. Elde edilecek bulgular, tüm AB ülkeleri için örnek teşkil edecek.

Projenin amaçları aşağıdaki şekilde özetlenmekte.

  • Üretim miktarı çok fazla olan bu iki peynirin çevreye etkilerinin iyileştirilmesi için, ilgili AB yasal düzenlemeleri kapsamında tavsiye talep edilmesi. (Recommendation 2013/179/EU and its Product Environmental Footprint Category Rules – PEFCR for Dairy products)
  • Süt ürünlerinin, Ürün Çevresel Kategori Kuralları çerçevesinde Ürün Çevresel Ayak İzi değerlendirmesinde hesaplamayı kolaylaştıran bir veri tabanı, yani yaşam döngüsü envanteri geliştirilmesi.
  • AB’nin, çevresel ayak izi hesaplamayı ve azaltmayı amaçlayan menşe adı korumasına sahip tüm peynirleri (inek sütünden yapılan sert ve yarı sert peynirler) için, çevresel karar destek sistemi geliştirilmesi.
  • Yazılım sayesinde, tedarik zincirinin tüm aşamalarında Mevcut En İyi Teknikler uygulanarak kaynak verimliliği ve çevresel etkilerin azaltılmasındaki teknik çözümlerin değerlendirilmesi. Bu yazılım, kılavuzlarıyla birlikte İtalyanca, Fransızca, İngilizce ve İspanyolca dillerine çevrilecek.

Temmuz 2017 – Haziran 2022 tarihleri arasında yürütülecek LIFE TTGG Projesinin bütçesi 2.148. 987 € ve bunun %59’luk kısmı AB katkısı. Proje ekibi, AB gıda sektörünün tüm tedarik zincirinde 10 yıldan fazla deneyime sahip multidisipliner uzmanlardan oluşuyor.

Grana Padano peynirinin korunması, tanıtılması ve üretiminin güçlendirilmesi için 1954 yılında Tutela Grana Padano Konsorsiyumu kurulmuştur. Konsorsiyumdan alınan verilere göre 2020 yılında 5.255.451 teker Grana Padano üretilmiştir. 128 üretim tesisi, 149 olgunlaştırıcı (affineur), 196 paketleyici ve 4.000 süt üretim çiftliği var. Üretim zincirinde çalışan işçi sayısı 40.000. Üretimde kullanılan süt miktarı 2.785.524,378 ton olup bu miktar, İtalyan süt üretiminin yaklaşık %22’si. Peynir üretiminin %62,6’sı kooperatif, %37,4’ü ise endüstri tarafından yapılıyor. Süt sağlayan hayvanların refahına önem veriliyor ve 2019 yılından itibaren denetim sistemi içinde hayvan refahı da değerlendiriliyor. Konsorsiyum, Grana Padano üretiminin çevresel sürdürülebilirliği için 2007 yılından itibaren önemli taahhütlerde bulunmuş ve bu durum, WIPO’nun 2020 yılındaki Dünya Fikri Mülkiyet Günü etkinliğinde de yer almıştı.

2020 yılındaki üretimi 64.500 ton olan Comté peynirinin korunması ve diğer sorumluluklar, Comité Interprofessionnel de Gestion du Comté – CIGC Komitesi tarafından üstlenilmiş durumda. 2.500 süt çiftliği ve peynir üretilen 150 tane küçük köy var. Bu yerlere “fruitières” adı veriliyor. Comté için de bu Projeden önce birçok sürdürülebilir biyoçeşitlilik, düşük karbon çiftlikleri vb inisiyatifler mevcut. Proje için ham veri; yıllık süt üretimi 400 – 800 bin litre olan 29 çiftlik; yıllık üretimi 400 – 800 ton olan 19 işleme tesisi ve yıllık işlem hacmi 5 bin tonun altında 3, üstünde 2 olan toplam 5 olgunlaştırıcıdan anket yapılarak sağlanmıştır. Elde edilen veriler aynı zamanda, üretim sürecindeki enerji denetimi için de kullanılacak.

Grana Padano’nun tedarik zincirindeki 65 çiftlikten, 20 mandıra / olgunlaştırıcı ve 18 paketleyiciden; Comté’nin tedarik zincirindeki 35 çiftlikten, 15 mandıra / olgunlaştırıcıdan veri toplanmıştır. Hazırlanacak veri tabanı ile hesaplanacak çevresel ayak izi, her bir konsorsiyum düzeyinde karşılaştırma yapılabilecek ve tüketim verilerini yönetebilecek.

Grana Padano’nun süt çiftliklerinin çevresel etkisindeki en büyük paya sahip olan faktörler; %34 satın alınan yemler, %25 çiftlik içi yemler, %16 gübre ve %12 enterik fermantasyon.   

Mandıralardaki enerji etkinliğinin artırılması için; Konsorsiyumun diğer mandıralarındaki enerji ve su tüketimi mukayesesi yapılarak en çok enerji tüketen alanlar ve enerji tüketimini azaltma potansiyeli tespit edilecek.

Ambalajlamanın gıda israfını önlemedeki rolü ise sanılandan çok daha önemli ve dikkat çekici veriler içeriyor.

Gıda kayıpları toprakta-çiftlikte, üretimde ve dağıtımda, israf ise kullanımda ve tüketim tarihi bakımından yaşanmakta.

Gelişmiş ülkelerde market alışverişinin plansız yapılması, uygun olmayan saklama koşulları, yetersiz ambalajlama ve ürünlerin kullanımı sırasındaki tüketici alışkanlıkları, gıdaların yaklaşık %30’luk miktarının kaybına yol açmakta. 2013 yılı FAO verilerine göre, gelişmiş ülkelerdeki 222 milyon tonluk gıda israfı, neredeyse Sahra Altı Afrika ülkelerinin 223 milyon tonluk gıda üretimi toplamına eşit.

Grana Padano’nun tedarik zincirinde; 2016-2017 yıllarında 18 tesisten alınan verilere göre paketleme tesislerinde %1,4, süt ürünleri için AB Komisyonunun Ürün Çevresel Ayak İzi Kategori Kurallarına göre nakliye ve market toplamında %0,5, evde ise %7 oranında kayıp meydana geliyor.

1 kg Grana Padano; gerçekte 15,1 litre çiğ süt ile üretiliyorken, çiğ sütten eve kadar olan zincirde hiçbir kayıp olmadığı varsayıldığında 13,75 litre çiğ süt gerektiriyor.

1 kg’lık rendelenmiş Grana Padano paketindeki kayıp, vakumla paketlenen dilimlenmiş peynire kıyasla 25 g daha fazla.

Uygun ambalaj raf ömrünü uzatıyor; gıdayı koruyor; satın alınan ve tüketilen gıda miktarını eşitliyor; aç-kapa ambalajlar gibi, tüketicinin gıda israfını önlemeye yönelik eylemleri gerçekleştirmesine yardımcı oluyor; son kullanma tarihinin doğru yorumlanmasını sağlıyor; uygun muhafaza koşulları hakkında bilgi veriyor ve tüketicileri gıda atıklarının çevresel etkileri konusunda bilgilendiriyor.

Ambalaj yüzeyinin %85’i, tüketiciyi cezbetme gibi ikincil işlevlere ayrılırken, son kullanma tarihi gibi tüketiciyi bilgilendirme amaçlı birincil unsurlar ise sadece %15’lik paya sahip.

Life TTG Projesinin bu konuda çalışan uzmanları, ambalajın taşıması gerektiği özellikleri, “ambalaj etik kartı” adı altında aşağıdaki gibi sıralıyor.

  1. Sorumluluk: Ambalaj; tasarımından, malzemesinden, bilgilendirici olmasından, çevreye etkisinden vb her açıdan herkese karşı birçok sorumluluğun bileşkesidir. 
  2. Denge: Taşıdığı sorumluluklar bakımından dengeli bir şekilde tasarlanmalı.
  3. Güvenli: Tüm yaşam döngüsü boyunca güvenli olmalı.
  4. Ulaşılabilirlik: Kullanıcı dostu olmalı ve kendini ifade edebilmeli.
  5. Şeffaflık: Tüm yasal düzenlemelere uygun olduğu ve doğruyu söylediği sürece şeffaftır ve ancak şeffaf olabildiği sürece tüketiciyle güven bağı kurar.
  6. Bilgilendirici: Yasal açıdan zorunlu ve faydalı diğer bilgileri sunmalı.
  7. Güncel: İçinde bulunduğu toplumun kültürüyle uyumlu ve karşılıklı etkileşimli olmalı.
  8. İleri görüşlü: Yeni tüketim ve davranış modellerine uyum sağlayarak gelişebilir olmalı.
  9. Eğitici: Tüketici ile sürekli diyalog halinde olduğundan, eğitici işlevinin bilincinde olmalı.
  10. Sürdürülebilirlik: Ambalaj çevreye saygılıdır. Ürün ve kullanımı ile tamamıyla dengeli biçimde tasarlanırsa sürdürülebilirdir.           

Life TTG Projesi için 2021 yılı Aralık ayında çevrimiçi bir değerlendirme toplantısı gerçekleştirildi. Tedarik zincirinde yer alan üreticilerin, kendilerinin çevreye etkilerini merak ettikleri ancak veri toplamanın ve belgelemenin zor olduğu, tüm verilere sahip olunduğu takdirde sürecin başarılı yönetilip uygun politikaların benimsenebileceği ifade edildi. Veri elde etmek kolay olmadığı için, sektörü en iyi şekilde temsil edecek en az sayıda üretici seçmenin ve karşılaştırılabilir kriterler benimsemenin önemli olduğu vurgulandı. Ayrıca özellikle çabuk bozulabilen gıdalarda, son tüketim tarihi yaklaştıkça renk değiştiren ambalajların da tercih edilebileceği belirtildi.  

Gonca ILICALI

Mart 2022


KAYNAKLAR

PORTO v PORTWO İHTİLAFINDA GENEL MAHKEME KARARI

Portekiz vatandaşı Joaquim José Esteves Lopes Granja 31 Ocak 2017 tarihinde EUIPO nezdinde PORTWO GIN kelime markasının 33. Sınıfta “spirits(beverages)”  yani “distile alkollü içecekler(içecek)” emtiasında tescili için başvuruda bulunmuştur.  Yayına çıkan başvuruya Instituto dos Vinhos do Douro e do Porto, IP (IVDP) tarafından tescilli PORTO ve PORT coğrafi işaretlerine dayalı olarak itiraz edilmiştir. Tahmin edeceğiniz üzere IVDP PORTO/PORT coğrafi işaretinin tescili, korunması ve işareti taşıyan ürünlerin promosyonunun yapılması amacıyla kurulmuş yetkili kuruluştur.

IVDP temelde üç itiraz gerekçesi öne sürmüştür ;

1-Coğrafi işaretlere ilişkin Portekiz mevzuatı

2-Avrupa Birliği 1308/2013 sayılı Direktifin 103(2) maddesi

3-TRIPS Anlaşması’nın 22 ve 23. Maddeleri

İtiraz EUIPO İtiraz Bölümü tarafından reddedilmiştir. IVDP tarafından yapılan üst itiraz üzerine EUIPO İkinci Temyiz Kurulu ilk itiraz üzerine verilen kararı bozarak konu başvurunun reddine karar vermiştir. Temyiz Kurulu kararında sadece 1308/2013 sayılı Direktifin 103(2)(a)(ii) hükmüne aykırılık bulunduğu tespitinde bulunmuştur. Bunun üzerine başvuru sahibi ABAD Genel Mahkemesi’ne başvurarak EUIPO Temyiz Kurulu kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

TEMYİZ KURULU KARARI

EUIPO Temyiz Kurulu’na göre konu başvuru 1308/2013 sayılı Direktifin 103(2)(a)(ii) maddesine aykırılık teşkil etmektedir zira;

1-PORTO dünyanın en prestijli ve güzel şaraplarındandır ve PORTO coğrafi işareti ünlüdür,

2-İlgili Direktif maddesi uyarınca “kullanımdan” bahsedilebilmesi için ya itiraza konu işaret tescilli coğrafi işareti aynen içermelidir  veya yazılış ve/veya fonetik olarak o denli benzeri olmalıdır ki coğrafi işaretten ayrıştırılamamalıdır,

3-PORTWO GIN markası PORTO coğrafi işaretiyle görünüm ve okunuş olarak çok benzerdir. PORTWO kelimesinin ilk dört harfi PORTO’nun ilk dört harfiyle birebir aynıdır, ki tüketicilerin kelimelerin başlangıç kısmına daha fazla odaklandığı bilinmektedir. İlgili tüketici kesiminin önemli bir bölümü PORTWO kelimesinde yer alan W harfinin PORTO’nun yazılışında yapılmış bir yazım hatası olduğunu düşünecektir. Fonetik olarak, en azından Fransızca’da, PORTWO ve PORTO aynı şekilde okunmakta ve duyulmaktadır.   

İlgili tüketici kesiminin PORTWO kelimesini PORT ve WO şeklinde yada POR ve TWO şeklinde okumayacağı değerlendirilmiştir.  

Markada yer alan GIN kelimesi ise, başvuruya konu mallar dikkate alındığında, tamamıyla tanımlayıcıdır.Bu sebepten dolayı büyük ihtimalle tüketiciler bu kelimeyi okumayacaktır bile.

Marka, PORTO coğrafi işaretinin doğrudan kullanımı niteliğindedir.

4- İlgili tüketicilerin konu markanın PORTO coğrafi işaretiyle bağlantılı olduğunu düşünmesi mümkündür.

5- Konu markanın kullanımı tüketicilerin tercihleri  üzerinde bir etki yaratabilecek ve başvuru sahibine ait malların ünlü PORTO coğrafi işaretli  mallarla aynı standartlarda ve kalitede olduğuna inanmalarına sebep olabilecektir. Böyle bir halde başvuru sahibi haksız bir avantaj sağlayacak ve PORTO coğrafi işaretinin ününü sömürmüş olacaktır. Tüm bu hususlar birlikte düşünüldüğünde itirazın 1308/2013 sayılı Direktifin 103(2)(a)(ii) maddesine aykırılık sebebiyle kabulüne karar verilmiştir.

GENEL MAHKEME’NİN 06/10/221 TARİH VE T-417/20 NOLU KARARI

Başvurunun yapıldığı tarih göz önüne alındığında  itiraz 207/2009 Sayılı Birlik Marka Tüzüğü’nün 8(4) maddesi uyarınca 1309/2009 sayılı Şarap Tüzüğü’nün 103(2) maddesine aykırılık bulunup bulunmadığına ilişkindir.

Kısaca özetlemek gerekirse 1308/2009 sayılı Şarap Tüzüğü’nün 103(2) maddesine göre bir coğrafi işaret ve dahi bu coğrafi işaret tescilindeki şartlara göre üretilmiş coğrafi işaretin kullanıldığı şaraplar aşağıdaki durumlara karşı korunacaktır;

(a)Korunan ismin (coğrafi işaretin) doğrudan veya dolaylı ticari kullanımına karşı

(i)korunan coğrafi işaretin şartlarına göre üretilmemiş karşılaştırılabilir ürünlere karşı

(ii) korunan coğrafi işaretin ününü sömüren kullanımlara karşı

(b)Ürünün veya hizmetin gerçek orijini belirtilmiş olsa bile veya korunan coğrafi işaret tercüme edilmiş, transkripti yapılmış, başka alfabeyle yazılmış (transliterated) veya yanında “stilinde” “tipinde” “metoduyla” “orada üretildiği biçimde” “benzeyen” “tadında” “gibi” biçiminde terimler içerse de bir coğrafi işaretin  herhangi bir şekilde istismarına, taklidine veya çağrıştırmasına karşı

Olayda Temyiz Kurulu vaki itirazı 103(2) (a)(ii) bendi uyarınca kabul ettiğinden ve Genel Mahkeme’nin görev tanımı Temyiz Kurulu kararlarının tetkiki olduğundan Mahkeme  sadece belirtilen bent uyarınca değerlendirme yapmıştır.

Başvuru sahibi olayda PORTO coğrafi işaretinin meşhur olduğu beyan ve görüşüne karşı bir iddiada bulunmamıştır. Buna karşın işaretler arasında ilişkilendirmeye sebep olacak  bir benzerlik bulunduğu ve konu markanın PORTO coğrafi işaretinin ününü sömüreceği yönündeki Temyiz Kurulu görüşüne karşı çıkmıştır Mahkeme nezdinde.

Başvuru sahibine göre PORTWO içerisinde PORTO işareti yer almamaktadır ve PORTWO hayali bir kelimedir. Ayrıca markada yer alan GIN kelimesi önemli/öne çıkan, ayırtedici, tüketicilerin derhal dikkatini çekecek bir ibaredir, ürünün adı olan GIN ise şarap emtiasından tamamen farklıdır. Diğer yandan tüketiciler ilk ve ikinci kelimeyi bir bütün olarak algılayacaktır. Bu iddiaların hiçbiri Genel Mahkeme tarafından kabul edilmemiş ve bu argümanlara karşı yukarıda belirttiğimiz Temyiz Kurulu’nun tüm analizleri Mahkeme tarafından uygun bulunmuştur.

Başvuru sahibinin temel iddialarından biri de Porto şarabı ile başvuruya konu distile alkollü içeceklerin ve bu bağlamda “cin” adı verilen içeceğin farklı olduğudur.  Bu konuda da Genel Mahkeme başvuru sahibine katılmamıştır, Mahkeme’ye göre 33. Sınıfta yer alan distile alkollü içecekler ile Porto şarabı arasında ciddi bir yakınlık mevcuttur çünkü her ikisi de alkollü içecektir, aynı tüketici kesimini hedeflemektedir, aynı okazyonlarda tüketilmektedir ve aynı dağıtım kanalları üzerinden satılmaktadır.

Diğer iddialarına bağlı olarak başvuru sahibi PORTO coğrafi işaretinin ününün sömürülmesi diye bir durumun söz konusu olmadığını, Portekiz’in ikinci büyük şehri olan PORTO’nun ismi üzerinde bir monopoli kurulamayacağını iddia etmiştir. Mahkeme buna karşın yine EUIPO ile aynı görüşü paylaşmış ve davaya konu markanın kullanımının tüketicilerin tercihleri  üzerinde bir etki yaratabileceğini, başvuru sahibine ait malların ünlü PORTO coğrafi işareti altında üretilen ürünlerle aynı kalite standartlarında ve aynı gerekliliklere uyularak üretildiğini  düşüneceğini altını çizmiştir. Mahkemeye göre konu markanın kullanımı ünlü PORTO coğrafi işaretinin imajını başvuru sahibine ait mallara transfer edecektir.  

Neticeten Genel Mahkeme başvuru sahibinin açtığı davayı tümden reddetmiştir.

Ekim 2021

Özlem Fütman

ofutman@gmail.com

İSPANYA’YA GİDELİM; EUIPO’NUN RIOJA ALAVESA KARARI

Bu yazının ana görselindeki fotoğrafta görülen bina dünyaca ünlü şarap evi Marques de Riscala ait bağların içindeki oteldir. Madem bugünkü kararda İspanya’da bulunan Rioja bölgesinden ve  RIOJA ALAVESA’dan bahsediyoruz, o zaman RIOJA ALAVESA’da bulunan dünyaca meşhur  Marques de Riscal’a ait binanın görselini kullanalım dedim. (hem yazıyı yazmak için bu kadar zaman harcadığıma göre görsel seçiminde bu kadarcık nazım geçsin artık!). Dünyanın lüks otelleri arasında yer alan bu otelde konaklanmasa dahi sadece binanın kendisini görmek için bile gitmeye değer bence. Meşhur Kanadalı mimar Frank O. Gehry tarafından tasarlanmış olan otel, mimarın kendi cümleleriyle söylersek “her yöne uçuşan saçlarıyla kendini bağların üzerine salmış harikulade bir varlık” gibidir gerçekten. Gehry’nin pırıltılı sanatsal yaratıcılığının bir tezahürü olan binadaki kıvrımlar titanyum ve çelik ile yapılmıştır. Aslında bu Gehry’nin İspanya’da ki tek işi değildir, siz onu muhtemelen Bilbao’da bulunan  Guggenheim Müzesi’nin mimarı olarak hatırlayacaksınız. İçindeki eserler bir yana kendisi başlı başına bir sanat eseri olan Guggenheim müze binası kalpte coşkulu çarpıntılar yaratan etkileyici bir yapıdır. Nitekim müze binası o kadar beğenilmiştir ki yeni bir otel inşa etmek istediklerinde Marques de Riscal’ın yatırımcıları Gehry’nin kapısını çalmışlardır. Göz alabildiğine uzanan üzüm bağlarının ortasına konumlandırılmış olan otel futuristik görünümüne rağmen doğanın içinde insanda hiçbir yadırgama duygusuna sebep olmaz. Görsel açıklamasını burada kesip kararımıza geçelim artık isterseniz, yoksa beni bırakırsanız daha sayfalarca yazarım bu otel ve Gehry hakkında!.

İspanyol orijinli Araex Rioja Alavesa, S.L. ve , Spanish Fine Wines, S.L., şirketlerinin ortak sahiplikle EUIPO nezdinde yaptığı 18 013 411 numaralı

marka başvurusuna Consejo Regulador de la Denominación de Origen Calificada ‘Rioja’ tarafından itiraz edilmiştir. Konu başvuru 35 ve 39. Sınıflarda aşağıdaki hizmetleri kapsamaktadır.

Sınıf 35: Reklamcılık  hizmetleri, iş yönetimi hizmetleri, iş idaresi hizmetleri, büro hizmetleri, promosyon hizmetleri, başkaları için satış promosyonu hizmetleri, La Rioja Alavesa’dan şaraplar ile alkollü içeceklerin global bir bilgisayar ağı vasıtasıyla satışı ve bunların perakende ve toptan satışı hizmetleri.

Sınıf 39: Taşımacılık hizmetleri, malların paketlenmesi ve depolanması hizmetleri; şarap ve damıtılmış içeceklerin teslimi  hizmetleri; La Rioja Alavesa’dan şaraplar ile alkollü içeceklerin depolanması hizmetleri.

İtiraz RIOJA coğrafi işaret tescili dahil önceki haklara dayalı olarak yapılmıştır. Ancak neticeten EUIPO kararını coğrafi işaret tescili üzerinden temellendirerek diğer hakların incelenmesine gerek olmadığı yönünde görüş oluşturmuştur. İtiraza konu marka başvurusunun tarihi  23/01/2019 ve  Avrupa Birliği’nde ‘RIOJA’ coğrafi işaretinin tescil tarihi 13/06/1986’dır.

İtiraz sahibi, Consejo Regulador de la Denominación de Origen Calificada ‘Rioja’, RIOJA coğrafi işaretinin ve diğer fikri mülkiyet haklarının  tescili-korunması- coğrafi işareti taşıyan ürünlerin promosyonunun yapılması için kurulmuş resmi Konsey’dir. (bundan sonra Konsey olarak anılacaktır). Coğrafi işaret “şarap” için tescil olunmuştur.

Konsey itirazında;

  1. RIOJA coğrafi işaretli ürünlerin (şarap) son derece yüksek kalitede olduğunu ve bu coğrafi terimin 80 küsur yıldır koruma altında bulunduğunu, 
  • 09/06/2010 Tarih ve 138/09 sayılı Genel Mahkeme Beşinci Dairesi’nin RIOJAVINA kararıyla da kabul edildiği üzere RIOJA’nın meşhur bir coğrafi işaret olduğunu,
  • İtiraza konu markanın içinde birebir RIOJA coğrafi işaretini ihtiva ettiğini ve esasen Rioja Alavesa’nın RIOJA coğrafi işaretinin kapsamındaki coğrafi bölgede üretim yapılan bir yörenin adı olduğunu,dolayısıyla konu işaretin görünüm, okunuş ve kavramsal olarak iltibas doğuracak bir benzerlik içerdiğini,konu markanın RIOJA coğrafi işaretinin ününü sömüreceğini,
  • Tüketicilerin konu markayı taşıyan hizmetlerin RIOJA coğrafi işaret koruması altındaki şaraplarla bağlantılı olduğunu düşüneceğini veya en azından bunu sorgulayacağını, hizmetlerin La RIOJA ALAVESA’dan gelen şaraplarla bağlantılı olduğu zannına kapılacaklarını iddia etmiştir.    

EUIPO 06/08/2021 tarih ve  3 098 077 sayılı olaya ilişkin kararında önce hedef tüketici kitlesini, ABAD’ın geçmiş kararlarına atıfla, makul düzeyde bilgilenmiş , makul düzeyde gözlemci ve ihtiyatlı ortalama Avrupalı tüketici olarak belirlemiştir. Yine ABAD kararlarına atıfla tüketicilerin bütün AB ülkeleri tüketicileri olduğunun ve sadece coğrafi işaret ile ihtilafa düşen işaretin kaynaklandığı/üretimin yapıldığı  Üye ülkenin tüketicisinin göz önüne alınamayacağının altını çizmiştir. 

Konu markanın hizmetler için başvuruya konu edildiği düşünüldüğünde meselenin kritik noktalarından birinin mal/hizmet üzerinden temellendiği görülmektedir. EUIPO İtiraz Bölümü incelemesinde 1308/2013 Sayılı AB Tüzüğü’nün 103(2) (a) maddesinde “karşılaştırılabilir mal” kavramından bahsedildiğini ve bunun dar bir açıyla ele alınabileceğini, Canon kararıyla (20/09/1998 , 39/97) belirlenen markalardaki mal/hizmet benzerliği inceleme faktörlerinin coğrafi işaretler için  uygulanamayacağını işaret etmiştir.  Cognac kararına yapılan atıfla ise (14/07/2011,-4/10 and 27/10,-ager I Cognac, EU:C:2011:484) coğrafi işaretlerde karşılaştırılabilir maldan bahsedebilmek için bunların objektif biçimde ortak karakteristiklerinin bulunması gerektiği belirtilmiştir. Bu objektif ortak karakteristikten kastedilen üretim metodu, ürünlerin fiziki görünümlerinin ortak olması ve aynı hammaddelerin kullanılması olabilir. İlgili tüketiciler açısından ise ortak karakteristik ürünlerin aynı okazyonlarda tüketilmesi, aynı dağıtım kanalları ve pazarlama metotlarına sahip olması gösterilebilir. Olaya dönüldüğünde coğrafi işarete konu  şarap emtiası ile marka başvurusuna konu hizmetlerin karşılaştırılabilir olmadığı izahtan varestedir.  

Diğer yandan aynı Tüzüğün 103(2)(a) (ii)  alt bendine göre ise  doğrudan veya dolaylı ticari kullanımın coğrafi işaretin ününü sömürmesi halinde bunun karşılaştırılabilir mallar ve hizmetler için olması gerektiğinden bahsedilmemiştir. Aynı hususa EUIPO Temyiz Kurulu’nun Champagnola kararında  (17/04/2020, R 1132/2019 4, Champagnola/Champagne, § 49 and 50) ve Tüzüğün 97 numaralı gerekçesinde de işaret edilmiştir. Dolayısıyla EUIPO huzurdaki olayda 103(2) (ii) bendinin uygulanma şartlarının mevcut olup olmadığını incelemiştir.  

Maddede geçen ün/repütasyondan kastedilen husus markalar hukukunda anladığımız ün/tanınmış olma kavramından farklıdır, zira coğrafi işaretlerdeki ün kavramı tüketicinin zihnindeki imaja bağlıdır ve bu da işarete konu ürünün belli karakteristikleri ve genel olarak kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır. Tüm tescilli coğrafi işaretler bir kalite güvencesi verir. Bu durumda , İtiraz Birimi’ne göre, itiraz sahibi Konsey RIOJA coğrafi işaretinin ününü değil bu ünün başvuru sahibi tarafından varsa ne şekilde sömürüldüğünü ispatla mükelleftir. Diğer yandan zaten başvuru sahibi RIOJA coğrafi işaretinin ünü olmadığına dair herhangi bir karşı argümanda da bulunmamıştır.

Olayda başvuru sahibi RIOJA ALAVESA’nın idari/yönetimsel  bir yerin adı olduğu,  bu idari yerin RIOJA coğrafi işaret tescilinden çok daha öncesinden beri  var olduğu, dolayısıyla mevcut tarihi ve idari sebeplerden dolayı tüketicinin konu marka ile tescilli coğrafi işaret arasında bir bağ kurmayacağı  savunmasını ileri sürmüştür.  Ancak aşağıda belirtilen sebeplerle bu argüman EUIPO tarafından kabul edilmemiştir;

–Her ne kadar itiraza konu marka örneğinde başkaca unsurlar mevcutsa da, konu işaretin RIOJA tescilli coğrafi işaretini doğrudan ve açık biçimde birebir içerdiği görülmektedir,

— İtiraz sahibi Konsey’in dosyaya sunduğu dokümanlardan ve RIOJA coğrafi işaret tescilinin içeriğinden anlaşıldığı üzere ; Rioja Alavesa,  Rioja Alta ve Rioja Oriental ile birlikte, RIOJA coğrafi işaretli ürünlerin üretildiği ana alt üretim yörelerinden biridir. Hem coğrafi işaret tescilinden ve hem de Konsey’in sunduğu etiketleme kurallarından anlaşıldığı kadarıyla bu  alt bölgelerde üretilen şaraplarda Rioja Alavesa,  Rioja Alta ve Rioja Oriental hiç belirtilmeden sadece  RIOJA yazabilir,

–İşarette yer alan “The Grand Wines” kelimeleri Avrupa Birliği’nde  en azından İngilizce konuşan tüketiciler için anlamı gayet açık bir ifadedir ve İspanyolcası da buna son derece yakın biçimde “Los Gran Wines” dır. Kaldı ki İngilizceye çok hakim olmayan tüketiciler dahi bunun anlamını kavrayabilir çünkü “the” ve şarap anlamına gelen “wine” kelimeleri İngilizcedeki anlamı bilinebilecek basit kelimelerdir. Diğer yandan “grand” kelimesinin İspanyolca versiyonu  “grande” dir yani “grand” kelimesine son derece yakındır, dolayısıyla anlamı kolaylıkla çıkarılabilir,

— Tüketicler ‘The Grand Wines’ kelimelerini gördüğünde, en azından başvuruya konu hizmetlerin bir kısmı açısından, bunun şarap dahil alkollü içeceklerin satışı-dağıtımı ve saklanması ile ilgili hizmetlerle bağlantılı olduğunu düşünecektir. Markada yer alan “RIOJA ALAVESA” kelimeleri de bu algıyı kuvvetlendirmektedir. Esasen unutmamak gerekir ki bir coğrafi işaret kaynaklandığı üye ülkenin dilinde tescil edilmekle beraber anlaşılabilmesi ve korunabilmesi için tercüme edilmesi gerekmez,  

–Marka başvurusuna konu hizmetlerin bir kısmı doğrudan şarap emtiasına ilişkin olmasa da işarette wine (şarap) kelimesinin ,coğrafi işaret RIOJA’nın ve üretim yapılan alt yörelerden RIOJA ALAVESA’nın varlığından dolayı bu hizmetler için de tüketici zihninde aynı bağlantı kurulacaktır.

Ünün Sömürülmesi Hakkında

Champagner Sorbet (20/12/2017,-393/16, , EU:C:2017:991) kararında işaret edildiği üzere ünün sömürülmesinden kastedilen özellikle imaj transferi yoluyla  tescilli coğrafi işaretin ününden haksız avantaj sağlama iradesidir.

İtiraz sahibi Konsey olaya özgü olarak bu konuda aşağıdaki argümanları ileri sürmüştür;

—Başvuru sahipleri sadece RIOJA değil dünyanın her yerinden şarap satışı ile iştigal etmektedir, https://www.thegrandwines.com/en/ dolayısıyla öyle yada böyle markaya konu hizmetleri şarapla bağlantılı olarak kullanacaklardır. Ayrıca bu durumda marka RIOJA’dan kaynaklanmayan şarap emtialarına ilişkin hizmetlerde de kullanılacaktır,

— Eğer marka tescil edilirse bunun spesifik olarak  RIOJA ALAVESA şarapları için kullanılıp kullanılmayacağı kontrol edilemez,

—Başvuru sahiplerinden birinin  web sayfasından alınan aşağıdaki görselde İspanya’da bulunan değişik şarap bölgelerine  işaret edilmiştir. Burada RIOJA’nın bulunduğu kısımda parantez içerisinde  ALAVESA yazılmıştır. Yani başvuru sahipleri RIOJA coğrafi işaretiyle ALAVESA arasında açık bir analoji kurmaktadır.  

.

EUIPO her ne kadar başvuruya konu hizmetlerin şarap emtiası ile karşılaştırılabilir nitelikte olmadığını belirtse de bunların bir kısmının yani  “ La Rioja Alavesa’dan şaraplar ile alkollü içeceklerin global bir bilgisayar ağı vasıtasıyla satışı ve bunların perakende ve toptan satışı hizmetleri ,şarap ve damıtılmış içeceklerin dağıtımı hizmetleri; şarap ve damıtılmış içeceklerin teslimi  hizmetleri; La Rioja Alavesa’dan şaraplar ile alkollü içeceklerin depolanması hizmetleri” nin doğrudan şarap ile bir yakınlığı olduğunun altını çizmiştir.

EUIPO bu noktada şarap üreticilerinin iştigal alanlarıyla  ilgili olarak kendi üretimleri şarapları tedarik etmek , ürettikleri şarapları kendi mülklerinde satmak gibi hizmetler sunduğuna hatta bir çoğunun fiziki veya çevrimiçi şarap mağazası işletmek gibi faaliyetlerde bulunduklarına işaret etmiştir.  

Başvuru kapsamındaki “reklamcılık  hizmetleri, iş yönetimi hizmetleri, iş idaresi hizmetleri, büro hizmetleri, promosyon hizmetleri, başkaları için satış promosyonu hizmetleri” ne ilişkin olaraksa EUIPO bunların ilk bakışta profesyonelce sunulan ve şarap emtiası ile bağlantısız hizmetler olarak görünse de şarap üreticilerinin çoğunun da  promosyonel aktiviteler organize ettiklerini, yada bu tip organizasyonlara katıldıklarını, depolama ve taşıma  faaliyetlerinde bulunduklarını veya bunların nasıl yapılacağını bildiklerinin   açık olduğunu belirtmiştir. Diğer yandan konu işarette “wine” kelimesinin yer alıyor olmasının toplumun, profesyonel veya genel olarak, vaki hizmetlerin şarap sektörüne spesifik olarak sağlanacağını düşünmesine sebep olacağını söylemiştir.  

Tüketicinin Dikkat Seviyesi Hakkında

Başvuru sahibi EUIPO’nun İnceleme Kılavuzuna yaptığı atıfla 35.sınıfta yer alan hizmetlerin 3. Kişilere profesyonelce  sunulan hizmetler olduğunu, dolayısıyla hedef kitlesinin profesyoneller olduğunu ve bunlarında dikkat seviyesinin yüksek olduğunu dolayısıyla bir ilişkilendirme olamayacağını iddia etmiştir.

Buna karşın EUIPO “La Rioja Alavesa’dan şaraplar ile alkollü içeceklerin global bir bilgisayar ağı vasıtasıyla satışı ve bunların perakende ve toptan satışı hizmetleri” nin ne profesyonelleri hedeflediğini ne de diğer işletmelere sunulduğunu belirtmiş ve birçok üreticinin şaraplarını kendisinin doğrudan hem profesyonellere hem de dikkat seviyesi ortalama olan son tüketiciye sattığını bir kez daha vurgulamıştır. 

Diğer taraftan EUIPO bir an için dikkat seviyesinin yüksek olacağı varsayımında dahi bunun konu marka  ile coğrafi işaret arasında tüketicinin bir bağ kurmayacağı anlamına gelmeyeceğini  belirtmiştir.  Hatta özellikle şarap emtiasının ticareti-dağıtımı alanında çalışan profesyoneller RIOJA coğrafi işaretli şarapların üretim yerlerinden birinin   RIOJA ALAVESA olduğunu bildiklerinden markada yer alan RIOJA ALAVESA ibaresini gördüklerinde ve mal listesindeki “La Rioja Alavesa’dan gelen şarap” ifadesini fark ettiklerinde markayı RIOJA coğrafi işareti ile ilişkilendirmeleri ihtimalinin yükseldiğine işaret etmiştir. EUIPO’ya göre aynı ihtimal başvuruya konu sair hizmetler için de geçerlidir.

Başvuru sahiplerinin “iş yönetimi, iş idaresi, büro hizmetleri”nin şarap ile ilişkilendirilir şekilde spesifik olarak belirtilmediği ve alt sınıf başlığıyla genel şekilde yer aldığına ilişkin iddiasına karşı EUIPO yine aynı hususun altını çizmiştir;  mal/hizmet karşılaştırmasında Canon kararındaki iltibas ihtimali değerlendirmesine ilişkin mal/hizmet karşılaştırması kriterleri coğrafi işaret konusunda göze alınmaz, olaydaki inceleme kriteri bir markanın bir coğrafi işaretin ününden haksız yararlanıp yararlanmayacağıdır. Huzurdaki olayda, EUIPO’ya göre, RIOJA ALAVESA ibaresinin varlığı tüketicilerin tercihleri  üzerinde bir etki yaratacak, başvuru sahiplerince sunulan hizmetlerin RIOJA coğrafi işaretli şaraplarla bir bağlantısı olduğunu düşündürtecektir. Ayrıca konu markanın tescili halinde başvuru sahipleri Avrupa’da uzun bir tarihi geçmişi olan yerleşik, prestijli ve  geleneksel şaraplara ilişkin RIOJA coğrafi işaretinin imajını kendi lehlerine transfer edeceklerdir. Tüm bunların coğrafi işaretin ününün sömürülmesi olduğu açıktır EUIPO’ya göre.

Neticeten EUIPO itirazı kabul ederek konu başvuruyu tümden reddetmiştir.

Güzel güzel, beğeniyorum EUIPO’nun coğrafi işaretlere ilişkin son dönem kararlarını!              

Ekim 2021

Özlem Fütman

ofutman@gmail.com

SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR GELECEK İÇİN DOĞA, GELENEK VE İNOVASYON EL ELE

Birleşmiş Milletler’in Gıda ve Tarım Örgütü FAO (Food and Agriculture Organization); 2002 yılında Güney Afrika’da gerçekleşen Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesinde, aile tarımına ve geleneksel tarım sistemlerine zarar veren küresel eğilimlere karşı, “Küresel Ölçekte Önemli Tarımsal Miras Sistemleri” – GIAHS (Globally Important Agricultural Heritage Systems) olarak adlandırılan sistemlerin korunması hakkında bir küresel ortaklık inisiyatifi başlattı. Süreç içinde çeşitli bütçe dışı mali kaynaklar kullanılarak, GIAHS sitelerini belirleme ve koruma konusunda birçok proje ve çok yönlü etkinlikler gerçekleştirildi. 

Hükümetlerarası forumlarda takdirle karşılanan GIAHS; ulusal düzeylerdeki tarımsal kalkınma programlarına, tarımsal mirasın korunmasının entegre edilmesine ve ilgili politikaların benimsenmesine katkı sağladı. Ayrıca biyoçeşitliliğin, genetik kaynakların ve geleneksel bilgi sistemlerinin korunması suretiyle sürdürülebilir bir geleceğe köprü oluşturulmasında da başarılı sonuçlar elde edilmeye başladı. 

GIAHS kısaca; tarımsal biyoçeşitliliği, dirençli ekosistemleri ve değerli kültürel mirası birleştiren estetik güzellikteki doğal alanlar olarak açıklanıyor. Konvansiyonel (alışılagelmiş) miras alanı veya korunan doğal alandan daha karmaşık bir yapıda olup toprakları, kültürel veya tarımsal peyzajı ve sosyal çevresiyle etkileşimi bulunan yerel insan topluluklarını barındırıyor.

GIAHS; zengin biyoçeşitliliğe sahip tarım alanlarının, geleneksel ve uyarlanabilir bilgilerle şekillendirilerek sürdürülebilir uygulamalara dönüştürülmesiyle ilgili olduğundan; çiftçilerin, çobanların, balıkçıların ve ormanda yaşayan insanların, doğaya saygıyı ihmal etmeden gıda güvenliği sağlayan, dikkatli ve motodolojik uygulamalarının da canlı örnekleridir. Ata yadigârı tarım sistemleri; bugün dünyanın birçok yerinde tarımın temel sistemleri olarak uygulanmasının yanısıra, modern tarımsal inovasyonların da temelini oluşturuyor. Ancak bu tarım sistemleri, ne yazık ki birçok unsurun tehdidi altında.

Gıda sistemleri ile doğal kaynaklar arasındaki mesafenin artması, doğal kaynaklara erişim konusundaki rekabeti de kızıştırırken doğanın ritmini bozarak çevresel, ekonomik, sosyal ve sağlık krizlerine yol açıyor. Öte yandan iklim değişikliği de su, toprak ve biyolojik çeşitlilik kaybının en büyük nedenlerinden.  

Doğal alanlar ise; politikaların ve yasaların yeterli olmaması, hızlı şehirleşme nedeniyle doğal alan kaybı, küresel pazardaki fiyat ve üretim koşullarındaki rekabet güçlükleri, geleneksel bilgi çeşitliliğin dikkate alınmaması, karar verme aşamalarına ilgili kesimlerin katılımının yetersizliği, kırsal nüfusun göçü, çeşitli gerekçelerle geleneksel tarım uygulamalarının terk edilmesi vb faktörler tarafından tehdit ediliyor. GIAHS sadece doğal alanları değil, aynı zamanda biyolojik çeşitliliği, dirençli ekosistemleri, gelenekleri ve inovasyonu sentezleyerek kırsal alanlarda geçim kaynakları yaratan tarımsal uygulamaları da temsil ettiğinden; koruma ve adaptasyon süreçlerini destekleyen sosyo-örgütsel, ekonomik ve kültürel özellikler de dâhil olmak üzere insan yönetimi ve bilgi sistemleri odaklı bir yaklaşıma sahip.

Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan GIAHS alanları, milyonlarca küçük ölçekli çiftçi için sürdürülebilir nitelikte birçok mal ve hizmet, gıda ve geçim kaynağı sunarken yaklaşık iki milyar insana da gıda sağlıyor. Yerel, ulusal ve küresel olmak üzere üç farklı düzeydeki bu stratejik etki gücünü, GIAHS programının temel hedeflerinin aşağıdaki gibi belirlenmiş olmasına borçlu.

  • Tarımsal miras sistemlerinin küresel ve ulusal düzeyde tanınması ve korunması için;  hükümetler, FAO yönetim organları, UNESCO, Dünya Mirası Merkezi (World Heritage Centre) ve diğer ortaklar tarafından desteklenen tarımsal miras sistemleri kategorilerinin oluşturulması ile bu sistemlerin karşı karşıya olduğu tehditler ve sağladıkları faydaların tespit edilmesi.
  • Biyoçeşitliliğin ve geleneksel bilginin erozyonu, arazilerin bozulması ve küreselleşme süreçlerinin yol açtığı tehditler ile yanlış politikaların neden olduğu risklerin azaltılması; bu sistemlere ait mal ve hizmetlerden sürdürülebilir ekonomik fayda elde etmek için yerel çiftçi toplulukları ile yerel ve ulusal kurumların kapasitelerinin geliştirilmesi; çevre hizmetleri, eko-etiketleme, ekoturizm ve diğer teşvik mekanizmaları ile pazar fırsatları sunulması.

FAO, 2005 yılından itibaren 22 ülkede 62 sistemi tarımsal miras alanı olarak belirledi ve mevcut durumda 9 farklı ülkeden 15 yeni teklif var. 

FAO; sürdürülebilir tarım konusundaki modern teknolojik inovasyonları ve yerel topluluklar tarafından korunan asırlık tarımsal “doğaya dayalı çözümleri” (nature-based solutions) ilk kez bir araya getiren “Hand In Hand With Nature” (Doğayla El Ele) isimli çalışmasını bu yıl yayımladı.

http://www.fao.org/documents/card/en/c/cb4934en adresinden erişilebilen bu yayın; bilimin merceğinin yanısıra iklim değişikliği, toprak ve su kıtlığı, biyolojik çeşitlilik kaybı ve doğal alan bozulması konularını ele alan başarılı uygulamaları, gerçek hayattan kanıtlanmış örnekler vererek açıklıyor. Avrupa ile Orta Asya bölgelerine ait doğaya dayalı çözümlerin revizyonu olan örnekler, GIAHS kapsamında yer almakta.

Hand In Hand With Nature çalışmasında yer alan bazı örnekler, aşağıda özetlendiği gibidir. 

  • Japonya’nın Kunisaki Yarımadasında bulunan testere dişli meşe ağacı ormanında; ormancılık ve tarımsal üretimi bir araya getiren sürdürülebilir bir sulama sistemi kurularak şitaki (shiitake) mantarı yetiştiriliyor.
  • Çin’in Yunnan bölgesindeki Hani teraslarında çeşitli etnik gruplar, yetersiz yer altı suyu rezervuarlarına rağmen, yaklaşık 1.300 yıldır bölgenin ekosistemini ve orografik şartlarını başarıyla yöneterek çeltik yetiştiriyor.
  • İspanya’nın Taula del Sénia bölgesi; Romalılardan kalma yaklaşık 5.000 tür bin yıllık zeytin ağacına ev sahipliği yaparken karbon yutağı görevi yapan tarımsal sistemler barındırıyor.
  • Tunus’un Gahr El Melh lagünlerinde, ekilebilir alan ve tatlı su kıtlığı ile mücadelede,  Endülüs göçmenleri tarafından getirilen yaratıcı tarım sistemleri uygulanıyor.
  • Doğu Afrika’daki Maasai insanları, Kenya ve Tanzanya arasındaki sürdürülebilir pastoralizmi, geleneksel uygulamalarla sağlıyor. Su ve mera kıtlığı yaşanan bölgede toprak ve diğer doğal kaynaklar; köklü bir ekosistem bilgisi ile girift bir sosyal örgütlenmesinin entegrasyonuna dayanıyor. Sosyal örgütlenmedeki toprak sahiplenme sistemlerinin ana prensipleri; başkaları tarafından kullanılarak yakın zamanda terk edilmiş alanlardan kaçınma ve diğer gruplarla mesafeli yerleşim. Maasai’lerin tüm bireylerinin örgütlenmede görevleri var ve en stratejik görevler, “savaşçı” olarak tanımlanan yaşlı bireylerin.

FAO’nun çalışmasında; dünya nüfusunun sadece % 6’sını oluşturan yerli insanların, bir kısmı ekolojik ve biyoçeşitlilik açıdan önemli olan dünya kara alanının % 28’inde yaşamalarına rağmen dünyanın biyoçeşitliliğinin % 80’ine evsahipliği yaptığına; doğadan beslenirken doğayı koruyan ahenkli yaşam şekillerinin ise bizlere çok şey öğreteceğine dikkat çekiliyor. Aşağıdaki başlıklar, yerli insanların iklim değişikliğiyle mücadeleye olan katkılarının en önemlileri olarak ifade ediliyor.

  • Geleneksel tarım uygulamalarının iklim değişikliğine adapte olabilmesi.
  • Ormanları ve doğal kaynakları koruyup restore edebilmeleri.
  • Yemeklerinin ve geleneklerinin, beslenme şeklimizi çeşitlendirebileceği.
  • İklim değişikliğine daha dayanıklı olan yerli mahsuller yetiştiriyor olmaları.
  • Dünyanın biyolojik çeşitliliğinin büyük bir bölümünü yönetiyor olmaları.

GIAHS’ın esasını oluşturan unsurlardan olan geleneksel bilgi ve genetik kaynaklar hakkında; bilindiği üzere Fikri Mülkiyet ile Genetik Kaynaklar, Geleneksel Bilgi ve Folklor Hükümetlerarası Komitesi (Intergovernmental Committee on Intellectual Property and Genetic Resources, Traditional Knowledge and Folklore – IGC) tarafından WIPO nezdinde çok yönlü çalışmalar yürütülüyor. Özellikle geleneksel bilgiye dayalı tarımsal uygulamalar, coğrafi işaretli ürünlerin üretimlerinde de “yerel üretim metotları” olarak yer alabiliyor.

Geleneksel bilgi ve genetik kaynaklara ayrıca, patent başvurularında da rastlamak mümkün. Bu duruma ilişkin en bilindik ve en kapsamlı örnek; aslında coğrafi işaret olan Basmati Pirinci ile ilgili olarak bir Amerikan firması tarafından Amerikan Patent ve Marka Ofisinden 1997 yılında patent hakkı elde edilmesiyle başlayan süreçtir. Patent – geleneksel bilgi – genetik kaynak – coğrafi işaret sarmalında vücuda gelen bu örneği merak eden okurlarımıza, 21 Kasım 2018 tarihinde IPR Gezgini’nde yayımlanan “Sınai Mülkiyetten Coğrafi İşaretli Kesitler” başlıklı yazımıza bakmalarını tavsiye ediyoruz.  

Gonca ILICALI

Eylül 2021


Kaynaklar:

CHAMPANILLO HUKUK SÖZCÜSÜ GÖRÜŞÜ

29 Nisan 2021 Tarihinde ABAD Hukuk Sözcüsü Pitruzzella CHAMPANILLO ihtilafında merakla beklenen görüşünü açıkladı.  Tabi bakalım ABAD  ne diyecek yorum kararında.    

C‑783/19 numaralı dosyada Comité Interprofessionnel du Vin de Champagne (bundan sonra  CIVC olarak anılacaktır) ile davalı GB karşı karşıya geldiler.

Yargılamayı durdurup dosyayı yorum kararı için ABAD’a gönderen Barselona Bölge Mahkemesi.

İHTİLAFIN ÖZETİ

CIVC, Barselona Ticaret Mahkemesi’nde davalı GB aleyhine açtığı davada GB’nin CHAMPANILLO ibaresini sosyal medyasında, ticaret evrakında-reklamlarda-internet ortamında dahil her tür kullanımının  önlenmesini ve ‘champanillo.es’ şeklindeki alan adının iptaline karar verilmesini talep etmiştir.  

GB davaya verdiği cevapta kendisinin Katalan özerk bölgesinde bir tapas barı işlettiğini, CHAMPANILLO’nun yiyecek sağlanması hizmetleri için kullanılan bir ticari ad/işletme adı olduğunu , CHAMPAGNE coğrafi işareti altında satılıp pazarlanan ürünler ile  hizmet sunan bir işletmenin adı arasında iltibas ihtimali bulunmadığını ve kendisinin CHAMPAGNE coğrafi işaretinin  ününden haksız faydalanma gibi bir kastı bulunmadığı savunmalarını  ileri sürmüştür.

Barselona Ticaret Mahkemesi davacı CIVC’nin tüm taleplerini reddederek davalı lehine kurduğu hükümde aşağıdaki temel noktalara değinmiştir;  

—CHAMPANILLO işaretinin kullanımı CHAMPAGNE coğrafi işaretini çağrıştırarak coğrafi işaret üzerindeki hakları ihlal edici nitelikte değildir çünkü CHAMPANILLO ibaresi bir alkollü içecek için değil catering (yiyecek-içecek sağlanması hizmetleri) için kullanılmaktadır ve davalının yiyecek-içecek hizmeti sağladığı yerde CHAMPAGNE (Şampanya) satılmamaktadır yani taraflar farklı piyasaları hedeflemektedir. 

Mahkeme kararını verirken İspanya Yüksek Mahkemesi’nin 2016 tarihli CHAMPIN kararına atıfta bulunmuştur. Atıfta bulunulan bu kararda CHAMPIN ile coğrafi işaret koruması altındaki CHAMPAGNE işareti  arasında fonetik benzerliğin mevcudiyeti kabul edilmekle beraber  CHAMPIN’in çocuklar için düzenlenen kutlamalarda tüketilen alkolsüz gazlı bir meyve suyu içeceği üzerinde kullanılıyor olmasından dolayı tarafların ürünlerinin farklı olduğu ve farklı piyasaları(müşterileri) hedeflediği gerekçesiyle CVIC’in açtığı davanın reddine karar verilmiştir.

—CIVC davanın reddine dair kararı Barselona Bölge Mahkemesi nezdinde temyiz etmiştir. Bölge Mahkemesi yargılamayı durdurarak dosyayı ABAD’a yorum kararı alınması amacıyla göndermiş, aşağıdaki hususları belirtmiş ve şu soruları sormuştur;  

1-) Dosya mündericatına göre davalı GB geçmişte iki kez İspanyol Patent ve  Marka Kurumu nezdinde CHAMPANILLO ibaresini tescil ettirmek amacıyla marka başvurusunda bulunmuştur.   Bahsi geçen başvurular CIVC tarafından yapılan itirazlar üzerine 2011 ve 2015 yıllarında verilen Kurum kararlarıyla reddedilmiştir.

2-) GB işletmesini tanıtırken reklamlarında içinde gazlı içecek olan iki şampanya kupu (kadehi) bulunan bir görsel kullanmaktadır,

3-) Davacı CIVC dosyaya sunduğu delillerle davalı GB’nin 2015 yılına kadar işletmesinde CHAMPANILLO adıyla köpüklü şarap sattığını ispat etmiştir. Bu satışlar ancak huzurdaki davanın açılmasıyla son bulmuştur.

4-) 510/2006 sayılı Tüzüğün  13. Maddesi ve 1308/2013 sayılı Tüzüğün  103.maddeleri coğrafi işaretleri mallar için korumaktadır, bunun tek istisnası 1308/2013 sayılı Tüzüğün 103(2)(b) fıkrasında hizmetlerden bahsedilmesidir. Bu noktada Bölge Temyiz Mahkemesi ihtilaf doğuran kullanımın hizmetlere ilişkin olması halinde bahsi geçen ilgili AB Tüzük  maddelerinin nasıl yorumlanması gerektiği konusunda tereddüt yaşamaktadır. Bu sebeple Mahkeme ABAD’a aşağıdaki soruların cevaplarını içeren bir Yorum Kararı talebinde bulunmaktadır;

a-Tescilli bir coğrafi işaretin koruma kapsamı sadece benzer mallara karşı mı koruma sağlamaktadır yoksa bu malların doğrudan veya dolaylı dağıtımı ile bağlantılı hizmetlere karşı da koruma sağlar mı?

b-Çağrıştırma yoluyla tecavüzden bahsedebilmek için ilk etapta (kullanımın) ortalama tüketici üzerindeki etkisine mi bakılmalıdır, yoksa öncelikli olarak bakılacak olan ihtilaftaki ürünlerin aynılığı/benzerliği midir?

c-  Çağrıştırma yoluyla tecavüz tespit edilirken isimlerin aynı veya yüksek oranda benzer olması gibi objektif bir kriterden mi hareket edilmelidir, yoksa bu ölçümleme ürün ve hizmetlerin birbirini çağrıştırıp çağrıştırmadığına bakılarak mı tespit edilmelidir?

d-Çağrıştırmadan bahsedebilmek için ortada haksız rekabet olması da gerekir mi?

Dosyaya Fransız ve İtalyan hükümetleri ile AB Komisyonu da görüş sunmuştur.

İNCELEME

Öncelikle Hukuk Sözcüsü olayda 510/2006 ve daha sonra bunun yerine geçen 1151/2012 nolu Tüzüklerin o uygulanamayacağını,zira 510/2006 Tüzüğün 1(1) maddesinde  asmadan gelen (üzüm) ürünlerinin vaki Tüzük kapsamında olmadığının açıkça ifade edildiğini  belirtmiştir.   

Diğer yandan Hukuk Sözcüsü şu hususu netleştirmektedir; GB’nin dava konusu edilen eylemlerinden bazıları 1308/2013 sayılı Tüzük yürürlüğe girdikten sonra, bazıları ise 1234/2007 sayılı Tüzük yürürlükteyken gerçekleşmiştir. Buna rağmen Hukuk Sözcüsü 1308/2013 sayılı Tüzüğün 103(2)(b) maddesine dair yapılacak inceleme ve verilecek görüşün 1234/2007 sayılı Tüzük için de geçerli olduğunu , zira her iki Tüzük’ deki ilgili madde metinlerinin  özünde  aynı olduğunu belirtmiştir.

BİRİNCİ SORU HAKKINDA

İlk sorusu ile Barselona Bölge Mahkemesi en kısa ifadesiyle şunu sormaktadır; bir (tescilli) coğrafi işaret sadece aynı-karşılaştırılabilir ürünlere karşı mı koruma sağlar, yoksa  aynı zamanda koruma kapsamındaki ürünün doğrudan veya dolaylı dağıtımıyla bağlantılı hizmetlere karşı da koruma sağlar mı?

Bölge Mahkemesi soruyu yöneltirken özel bir fıkraya işaret etmeden sadece 1308/2013 sayılı Tüzüğün 103. Maddesinden bahsetmiştir.Bu sebeple olayda 103. Madenin hangi fıkraları çerçevesinde konunun incelenmesi gerektiği ilk  tespit edilmesi gereken  husus  olarak ortaya çıkmıştır.  Davacı CVIC ve AB Komisyonu mübrez  dilekçelerinde vaki maddenin   (a) alt fıkrasının da uygulanması gerektiği yönünde görüş belirtirken, Fransız Hükümeti sunduğu görüşte konuyu 103. Maddenin tüm alt fıkraları yönünden incelemiştir.

Hukuk Sözcüsüne göre ise  dosya mündericatından ve dahi dosyayı gönderen İspanyol Bölge Mahkemesi’nin ikinci ve üçüncü sorularından da anlaşılan şey  birinci sorunun 103(2)(b) alt fıkrasına  yani “çağrıştırma”ya ilişkin olduğudur. 103(2)(b) alt fıkrasının orijinal metni aşağıdaki gibidir;

  (b)      any misuse, imitation or evocation, even if the true origin of the product or service is indicated or if the protected name is translated, transcripted or transliterated or accompanied by an expression such as “style”, “type”, “method”, “as produced in”, “imitation”, “flavour”, “like” or similar;

Tüzüğün başlangıç bölümünün 97. Paragrafında belirtildiği üzere 103.(2) Maddesi  tescilli coğrafi işaretin ününden faydalanma sağlayan her türlü kullanımın önüne geçilmesi gayesini gütmektedir ve coğrafi işaret sahibine geniş bir koruma alanı sağlamaktadır. Böyle bir durumda ihtilafa konu kullanım bir hizmete ilişkinse bunun coğrafi işaretin koruma kapsamı dışında kalan bir ihlal olduğunun ileri sürülmesi madde metnine ve Tüzüğün  ana hedefine aykırı olacaktır.  Bir (tescilli) coğrafi işaretin ünü sadece ürünlere karşı değil hizmetlere karşı da korunur.

Hukuk Sözcüsü her ne kadar yöneltilen sorunun cevabının 103(2)(b) alt fıkrası çerçevesinde aranması gerektiğini belirtip buna göre bir değerlendirme yapmışsa da , aynı yöndeki görüşünün 103(2)(a) maddesi için de geçerli olacağını not düşmüştür.  

İKİNCİ VE 3. SORULAR HAKKINDA

Hukuk Sözcüsü iki soruyu tek bir başlık altında değerlendirmiştir.

Öncelikle 103(2)(a) alt fıkrasının “karşılaştırılabilir/kıyaslanabilir ürünler”den bahsetmesine rağmen (b) fıkrasında böyle bir husustan bahis geçmediğine dikkat çekmektedir. Diğer yandan her ne kadar ulusal mahkeme tarafından marka hukukundaki “malların benzerliği” tanımlaması kullanılmışsa da Hukuk Sözcüsü bunun coğrafi işaretlerde uygun bir kullanım olmadığını belirtmektedir.

Daha önceki bir yazımıza da konu olan Manchego peyniri görüşünü de Hukuk Sözcüsü Pitruzzella kaleme almıştı ( Fundación Consejo Regulador de la Denominación de Origen Protegida Queso Manchego (C 614/17). O görüşe atıfla çağrıştırmanın sui generis bir koruma sağladığının, çağrıştırmadan bahsedebilmek için tüketicinin yanılması veya karıştırma ihtimalinin mevcudiyetinin aranmayacağının bir kez daha altını çizmektedir.

Daha sonra ABAD’ın  Çağrıştırma kavramı konusunu açıkladığı kararlarına  verilen referanslar ile nelerin şu ana kadar ABAD önüne gelen dosyalarla çağrıştırma kapsamı içerisinde değerlendirildiğini de özetlemektedir.

Hukuk Sözcüsü görüşünde temel olarak coğrafi işaret tescili kapsamında yer alan mallarla ihtilafa konu kullanımlara konu mal (veya hizmetlerin) karşılaştırılabilir olmaması halinde çağrıştırmanın a priori değerlendirme dışı bırakılamayacağının altını çizmektedir. Sözcü elbette ki her olayda mevcut tüm şartlara bakılacağını, mal-hizmetlerin karşılaştırılabilir olmasının da bu şartlardan biri olduğunu belirtmektedir.

Davalı GB dosyada ilgili toplum kesimi konusunda çağrıştırmaya konu malın üretildiği-hizmetin sağlandığı Üye Ülke tüketicilerinin algısının gözönüne alınması gerektiğini iddia etmişse de , Hukuk Sözcüsü ABAD’ın şu ana kadar hep vurguladığı hususu bir kez daha yinelemiştir; ilgili tüketici ortalama Avrupa Birliği tüketicisidir.

Mevcut olaya dönüldüğünde tescilli coğrafi işaret olan CHAMPAGNE ihtilafa konu CHAMPANILLO içerisinde yer almaktadır. Esasen CHAMPAGNE kelimesinin İspanyolca dilindeki karşılığı CHAMPAN’dır ki bu kelime CHAMPANILLO içinde bütünüyle görülmektedir. Ortada görünüş ve duyuluş açısından ciddi bir benzerlik olduğu açıktır. Diğer yandan CHAMPANILLO kelimesinin İspanyolca’da “Küçük Şampanya” manasına geliyor olması kavramsal yakınlık kriterini de karşılayacak düzeydedir.

İhtilafta davalının yiyecek-içecek sağlanması hizmetlerini sunduğunu belirtmiştik. Bu noktada Hukuk Sözcüsü dosyayı gönderen Ulusal Mahkeme’ye GB gibi yiyecek-içecek satan yerlerde Şampanya veya başkaca içeceklerin satılmasının yaygın olup olmadığı noktasından meseleyi incelemesi yönünde görüş bildirmekte ve bu bağlamda özellikle davalının reklamlarında kullandığı birbiri ile tokuşan iki kadehin de gözönüne alınmasının önemine dikkat çekmektedir. Reklamlarda yer alan kadehler tipik olarak şampanya servisinde kullanılan kadehlerin formunda olup, her ne kadar içlerindeki sıvı kırmızı olarak görünse de bu durum akla şampanya gelmesinin önüne geçmemektedir.

Diğer yandan Hukuk Sözcüsü çağrıştırmadan bahsedebilmek için ortada illa ki bir kasıt bulunmasının aranmayacağını ancak yine de davalı GB’nin geçmişte işletmesinde CHAMPANILLO markalı köpüklü şaraplar da sattığının ve burada CHAMPAGNE’ye yapılan bu referansın tesadüfi olarak açıklanamayacağının ulusal mahkeme tarafından gözönüne alınması gerektiğini belirtmektedir.

DÖRDÜNCÜ SORU

Dördüncü soruda ulusal mahkeme çağrıştırmadan söz edilebilmesi için ortada haksız rekabet olması gerekir mi diye sormaktadır. Burada Hukuk Sözcüsünün cevabı nettir; çağrıştırmada tarafların ürün ve hizmetlerinin birbiri ile rekabet ediyor olması veya karıştırma ihtimali bulunması  bir ön şart değildir, elbette ki eylem ulusal hukuka göre aynı zamanda haksız rekabet de teşkil ediyor olabilir o başka bir meseledir.

Özlem Fütman

Ağustos 2021

ofutman@gmail.com          

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN “SANSASYONEL!” TANITIM ÇALIŞMASI

Coğrafi işaretleri sınır ötelerinde koruma çabaları, son yıllarda büyük bir hız kazandı. Avrupa Birliği (AB), bu konudaki en aktif coğrafyaların başında geliyor.

AB, 1.600’den fazla yabancı coğrafi işarete ev sahipliği yapıyor. eAmbrosia veri tabanında yaptığımız araştırmaya göre; bu coğrafi işaretlerden yaklaşık 100 tanesi, doğrudan AB’ye yapılan başvurulardan oluşuyor. Bu sayının içindeki en fazla tescile, Brexit sonrası artık AB üyesi olmayan Birleşik Krallık sahip. AB nezdinde koruma elde eden diğer ülkeler ise Türkiye, Çin, Kolombiya, Tayland, Andorra, Hindistan, Vietnam, Norveç, Guatemala, Meksika, Peru, İrlanda, Kamboçya, Guyana, Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya, Dominik, Endonezya ve Güney Afrika.

Koruduğu yabancı coğrafi işaretlerin büyük bir kısmı ise AB’nin; Arnavutluk, Çin, Ermenistan, Avusturalya, Bosna Hersek, Kanada, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Ekvator, El Salvador, Gürcistan, Guatemala, Honduras, Japonya, Lihtenştayn, Moldova, Karadağ, Panama, Peru, Sırbistan, Güney Afrika, Güney Kore, İsviçre, Meksika, Ukrayna, Amerika Birleşik Devletleri ve Vietnam ile yaptığı ikili anlaşmalara dayanıyor. Tespit edebildiğimiz kadarıyla en eski tarihli koruma, Avusturalya’nın coğrafi işaretlerine sağlanmış ve 1994 yılında başlamış. İkili anlaşmalar kapsamında korunan coğrafi işaretlerin çok büyük bir kısmını şaraplar ve distile alkollü içecekler oluşturuyor. Eski tarihli anlaşmalar konusunda ayrıntılı bilgiye sahip olmamakla birlikte, AB’nin uzun süredir yaptığı ikili anlaşmalara konu olan coğrafi işaretlerin de inceleme ve ilan-itiraz aşamalarına tabi tutulduğunu söyleyebiliriz.

Kaynaklarımıza göre, AB menşeli coğrafi işaretler için ikili anlaşmalar kapsamında dünya çapında elde edilen koruma sayısı ise 40.000 civarında.

AB’nin, tescilli 3.300’den fazla coğrafi işaretinin değeri 75 milyar € civarında. Toplam yiyecek içecek ihracatının % 15’inden fazlası, 17 milyar €’luk bir miktar ile coğrafi işaretli yiyecek içeceklere ait.

AB’nin coğrafi işaretlere verdiği önem, gerek yaptığı anlaşmalardan gerekse ekonomik göstergelerden kolayca anlaşılıyor. AB; coğrafyasının, tarihinin, kültürünün ve insanının özelliklerini taşıyan bu özel ürünlerin tanıtımı için “sansasyonel” bir çalışmaya imza attı.  

Hatırlayacak olursak AB nezdinde coğrafi işaret tesciline konu olabilecek ürünler, mevcut durumda; gıda ve tarım ürünleri; distile alkollü içecekler; şaraplar ve aromatize şaraplar. Gıda ürünleri içinde yemekler yer almıyor; yani AB, yemeklere coğrafi işaret koruması sağlamıyor.

Yemekler, girdisi çok fazla olabilen ve girdilerin oranları da dâhil olmak üzere şefin yaratıcılığından çok fazla etkilenen ürünlerdir. Girdilerin niteliklerine ve miktarlarına göre anlık değişimlere ve gelişimlere açıktır. Ayrıca girdileri aynı olsa bile, sunum şekillerinde herhangi bir farklılık bulunması, nihai ürünlerin farklı olduğu yönünde algı yaratma ihtimalini de barındırır.    

Yemeklerin bu özelliği, AB’nin tanıtım çalışmasının ilham kaynağı olur. Her bir AB üyesi ülkenin en tanınmış şefinden, kendi ülkesine ait bir coğrafi işaretli ürünü kullanarak yaratıcı yemekler yapması istenir. Şeflerin hazırladıkları yemek tabakları, “Sensational!” isimli yemek kitabında toplanarak 2020 yılı Kasım ayında yayımlanır ve bu tarihten itibaren AB’nin birçok medya aracında duyurulmaya devam eder.

Avrupalı şeflerin hazırladıkları yemeklerin içeriklerinde coğrafi işaretli ürün bulunması nedeniyle; coğrafi işaret korumasına konu olup olamayacağı ve coğrafi işaretli yemeğe verilecek adın, ticari ürün adı olarak kullanılıp kullanılamayacağı konularında bazı soru işaretleri belirebilir.

Öncelikle tekrarlamakta fayda var; AB’de yemekler coğrafi işaret olarak korunmadığı için, üretiminde coğrafi işaretli ürün kullanılsa bile, bu yemeklerin coğrafi işaret olarak addedilmesi mümkün değil.

Coğrafi işaretli bir ürünün, başka bir ürünün üretiminde bileşen olarak kullanılmasıyla ilgili Avrupa Birliği Adalet Divanının (ABAD’ın) önemli bir kararı mevcut. Davanın konusu özetle; 2012 yılında Alman indirim marketi Aldi’nin “Champagner Sorbet”, yani “Champagne sorbesi” adında bir ürün satmasının, menşe adı olarak tescili bulunan Champagne’den doğan hakların ihlal edildiği iddiasına dayanıyor. ABAD, 20.12.2017 tarihli kararında; tescilli bir coğrafi işaretin, bir başka ürünün üretiminde “bileşen” olarak kullanılması halinde etiket üzerinde belirtilmesine ilişkin 2010/C 341/03 sayılı AB Komisyonu Kılavuzuna atıfla: sorbenin (nihai ürünün) esas karakteristik özelliğini, üretimde bileşen olarak kullanılan Champagne’den (coğrafi işaretli üründen) alıp almadığının teknik açıdan değerlendirilmesinin önemli olduğunu ve ancak sorbenin karakteristik özelliğinin kaynağının Champagne olması durumda, ürünün ticari adında Champagne’nin (coğrafi işaretin) kullanılabileceğini belirtilmiş ve coğrafi işaretin kullanılması halinde, bileşen yüzdesinin coğrafi işaretin hemen yanında veya bileşen listesinde muhakkak yer alması gerektiğini ifade etmişti. Ayrıca nihai ürünün karakteristik özelliğini etkileyeceğinden, coğrafi işaretli ürünle aynı türdeki başka bir ürünün nihai üründe kullanılmaması gerektiği de bu noktada önemle belirtilmeli; yani sorbenin üretiminde, başka bir “köpüklü şarap” kullanılmamış olmalı.

Sensational! yemek kitabıyla ilişkilendirilebilecek bir başka soru ise; “Madem bu yemekler şeflerin eserleri, o halde yemeklerin tatları telif hakkı ile korunabilir mi?” olabilir. Bu konuda da ABAD’ın 13.11.2018 tarihli kararı örnek teşkil ediyor. 

İçeriğinde çeşitli bitkiler bulunan ve sürülebilir bir krem peynir olan “Heksenkaas” veya “Heks’nkaas”(“Heksenkaas”) tescilli markadır ve peynirin üretimi konusunda patent hakkı mevcuttur. Rakip bir firmanın ürettiği “Witte Wievenkaas” markalı peynirin tadının, “Heksenkaas” peynirine benzemesinin, “peynirin tadının taklit edildiği ve bu durumun da telif hakkı ihlali” olduğu iddia edilir. ABAD’ın davaya ilişkin kararında özetle; telif hakkına konu olabilecek unsurun “eser” olarak kabul edilebilir nitelikte olması; eserin, “sahibinin hususiyetini taşıması”, yani “orijinal” olması ve yeterli derecede kesinlik taşıması gerektiği belirtilerek bir yiyeceğin tadının, onu tadan kişilerin hepsi tarafından aynı şekilde tanımlanmasının mümkün olmadığı; diğer bir deyişle tadın, kesin ve objektif temellere dayandırılmasının mümkün olmaması nedeniyle eser olarak da kabul edilemeyeceği ve dolayısıyla da üzerine telif hakkı tesis edilemeyeceği ifade edilmişti. Bu karar ışığında Sensational! kitabında yer alan yemeklerin durumunu değerlendirdiğimizde; yemeklerin esas olarak coğrafi işaretli ürünleri tanıtmak amacıyla yaratılmış ürünler olduğu, bu kapsamda tatlarını da esasen söz konusu coğrafi işaretli ürünlerin özelliklerinden aldıkları ve sahiplerinin hususiyetlerini taşıdıklarının iddia edilmesinin de pek mümkün olamayacağı kanaatinde olduğumuzu söyleyelim.   

Yeniliklerden ve farklı tatlardan keyif alan okurlarımıza, https://op.europa.eu/en/publication-detail/-/publication/ddd809ae-2d3d-11eb-b27b-01aa75ed71a1 adresini ziyaret ederek Sensational! yemek kitabına göz atmalarını tavsiye ediyoruz.

Gonca ILICALI

Ağustos 2021

gilicali12@gmail.com


Kaynaklar:

“ROOIBOS” İLE KISA BİR ÇAY MOLASI

Tarihi 5.000 yıldan daha eskiye dayanan çay, çok özel alanlarda ve agro-ekolojik koşullarda yetiştiriliyor. İklim değişikliklerinden çabuk etkileniyor.

Çay üreten ülke sayısı 35’ten fazla. Hane sayılarıyla birlikte 13 milyonu aşan sayıda insanın geçim kaynağı. Bu sayının 9 milyonu, dünyanın en çok çay üreten ülkeleri olan Çin, Hindistan, Kenya ve Sri Lanka’da yaşıyor. 

Dünyadaki çay üretiminin değeri, 17 milyar ABD Dolarının üzerinde.

En çok içilen içecek sıralamasında, sudan sonra ikinci sırada bulunan çay, son yıllarda, kişi başına % 2,8’lik oranda tüketimini artırmış durumda.

Küçük ölçekli çiftçiler, dünyadaki çayın yaklaşık % 60’ını üretiyor. Bu sebeple çay üretimi, sürdürülebilir kalkınma hedefleri için önemli bir konumda. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda “Uluslararası Çay Günü” olarak ilan edilen 21 Mayıs, 2020 yılından itibaren kutlanıyor. Kutlamalar kapsamında, “çay törenleri” gibi ülkelerin kültürel mirasları da yer alıyor.       

Çay hakkındaki bu genel ve kısa bilgilerden sonra, yazımızın esas konusuna geçelim.

Türkiye’de “kırmızı çalı (red bush) çayı” ya da “kırmızı çay” olarak da satışı bulunan “Rooibos” çayı, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden kaynaklanıyor.

Güney Afrika’da Rooibos sektörü, bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olan ve SARC kısaltmasıyla bilinen Güney Afrika Rooibos Konseyi (South African Rooibos Council) tarafından temsil ediliyor. Yıllık üretimin ve satışın yaklaşık % 80’ini müştereken temsil etmek üzere, SARC’nin üyeleri arasında ürünü işleyen, ambalajlayan, ürüne markasını koyan ve ihraç eden firmalar mevcut.

SARC’nin; yerel ve küresel pazarda Rooibos’un tanıtımını yapma, koruma, geliştirme, araştırmaları destekleme, kriz ve tehdit durumlarında paydaşlarına yardım etme ve tüketici menfaatlerini gözetme, ürünle ilgili tam ve doğru bilgi sağlama gibi görevleri bulunuyor.

Avrupa Birliği’ne (AB’ye) başvurusu, menşe adı olarak Ağustos 2018’de yapılan “Rooibos / Red Bush”; Batı Cape ve Kuzey Cape Bölgelerinin belirli kısımlarında kültüre alınarak yetiştirilen veya yabani olarak yetişen Aspalathus linearis bitkisinin kurutulmuş yaprak ve köklerinden elde ediliyor. Piyasaya; yeşil (okside olmamış) halde ve okside edildikten sonra, yani iki şekilde sunuluyor.        

Yeşil (okside olmamış) “Rooibos / Red Bush”, baskın açık yeşil renktedir. Kırmızımsı kahverengi kökleri ve odunsu beyaz parçaları bulunur. Nem oranı %5’in altındadır.

Okside “Rooibos / Red Bush” ise açık kahverengi, sarı ve tuğla kırmızısı renk tonlarındadır. Kurumuş kökler nedeniyle açık renkli parçalar bulunur. Nem oranı %10’un altındadır.

“Rooibos / Red Bush”ın bazı temel duyusal özellikleri aşağıdaki gibidir.

  • Tat: bal-karamel
  • Meyvemsilik: turunçgil-dutsu-kayısı reçeli
  • Odunsuluk: çalı-sap; yanık
  • Baharat: tarçın
  • Ağızda: tatlı-acı-ekşi; yumuşak ve pürüzsüz; keskin     

“Rooibos / Red Bush”, kafeinsizdir ve düşük tanen miktarı ile Güney Afrika’nın kültürel sembollerinden biri olarak kabul edilir.

“Rooibos / Red Bush”ın elde edildiği Aspalathus linearis bitkisinin tohumları, geleneksel bir yöntemle toplanır. Karıncalar, buldukları yiyecekleri doğaları gereği yuvalarına taşırlar. Çevreye saçılmış bitki tohumlarını da bu içgüdüyle yuvalarına götürürler. Tohum toplayıcılar ise, bölgenin “geleneksel bilgi”si olarak kabul edilen bu yöntemle, karınca yuvalarında biriktirilmiş bitki tohumlarını toplayarak çiftçilere verirler. Ancak karıncaların hayatlarını sürdürebilmeleri ve döngünün tamamlanabilmesi için, tohumların hepsini almayıp bir miktar bırakırlar.    

Kültüre alınarak yetiştirilen Aspalathus linearis bitkisi, mekanik olarak ya da elle; yabani olarak yetişen ise, neslinin tükenmesi önlemek amacıyla ve bitkiye zarar vermeden sadece elle hasat edilir. Uygulanacak kurutma dâhil tüm işlemler, tarlada ya da tarla dışında bir yerde yapılabilir ancak her koşulda, coğrafi sınır içinde gerçekleştirilir.

Coğrafi sınır, yaklaşık 60.000 hektarlık bir alandır. Afrika’nın % 0,5’inden daha az bir alan olmasına rağmen, kıtanın yaklaşık % 20’lik florasına sahiptir. Güney Afrika’nın önemli bir biyoçeşitlilik merkezi olduğu ifade edilen coğrafi sınırdaki bazı bölgelerin, 2004 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Listesine giren “Cape Floral Region Protected Areas” içinde olduğu belirtilmektedir.  

Coğrafi sınırın toprak özellikleri ve sert iklim özellikleri; bitkinin polifenol miktarının fazla olmasına ve dolayısıyla ürünün coğrafi sınıra özgü ayırt edici özellikleri kazanmasına neden olur. “Ürün-coğrafi sınır” ilişkisi ile uygulanan işlemlerdeki ustalık becerisi, “neden-sonuç ilişkisi” içinde açıklanmaktadır. 

İnsan tüketimi amaçlı olsun ya da olmasın, “Rooibos / Red Bush” başka çaylarla,  infüzyonlarla ya da başka ürünlerle harmanlanırken, “ürünün piyasaya sunulacağı ülkedeki etiketleme kurallarına uyması” gerekir. 

“Rooibos / Red Bush” menşe adının Haziran 2020’de AB’nin Resmi Gazetesinde yayımlanması üzerine, iki ülkeden itiraz edilir.    

AB Komisyonu; İsviçre Çay, Baharat ve İlgili Ürünler Birliğinin (Swiss Association of Tea, Spices and related Products – IGTG) itirazını gerekçeli bulmadığı için başvuru yapana iletmeyeceğini bildirir. Bu bildirim üzerine itiraz sahibi, itirazını geri çeker.

Diğer itiraz ise, Birleşik Krallık tarafından yapılmış olup özellikle ürünün tanımı ve hammadde hakkındaki açıklamalar ile etiketlemeye ilişkin kurallar üzerinde odaklanmıştır. AB Komisyonu, bu itirazın gerekçelerini tatmin edici bularak tarafları anlaşmaya davet eder. Güney Afrika – Birleşik Krallık arasındaki görüşmeler uzlaşı ile sonuçlanır ve başvuru kapsamında bazı düzenlemeler yapılır. Bu düzenlemeler, AB Komisyonu tarafından da uygun bulunmasını takiben, 31 Mayıs 2021’de AB Resmi Gazetesinde yayımlanır. Yayımdan sonraki 20 nci günde yürürlüğe girer.  

SARC süreç hakkındaki açıklamalarında; “Rooibos / Red Bush” coğrafi işaretinin korunmasında sektörel işbirliğinin güçlü olmasının, kararlı biçimde hareket etmenin, destek alınabilecek kaynakların varlığının, AB ve diğer uluslararası meslektaşlar ile iyi ilişki kurulmasının, AB ile Ekonomik İşbirliği Anlaşması (Southern African Development Community Economic Partnership Agreement) yapılmasının, AB yasal düzenlemeleri ve kuralları hakkında bilgi sahibi olmanın ve iyi bir süreç yönetiminin başarılı bir sonuç elde etmek için son derece önemli olduğunu ifade eder.

Gonca ILICALI

Temmuz 2021

gilicali12@gmail.com

Kaynaklar:

COĞRAFİ İŞARET İKİLEMİ: YÖRESEL KALKINMA İÇİN YOLA ÇIKTIK, SONRA BİR BAKTIK SİCİL YÖRESEL YEMEK TARİFLERİ KİTABINA DÖNÜŞMÜŞ





Coğrafi işaret korumasının diğer fikri mülkiyet haklarından ayrıldığı temel noktalardan birisi, temel felsefesinin yeninin değil, gelenekselin korunmasına yönelik olmasıdır.

Bu yazıda, coğrafi işaret korumasının teknik yönlerinden, davalardan, kararlardan veya ilgili mevzuattan bahsedilmeyecektir. Ana argüman; coğrafi işaretlerin etkin korunması ve yaygınlaştırılması yoluyla elde edilecek temel kazanımlara, Türkiye’de mevcut anlayışla varılıp varılamayacağına ilişkin tartışma zamanının geldiğinin altının çizilmesi olacaktır.


Coğrafi işaretler; patentler, tasarımlar, eser sahibinin hakları ve hatta markalar gibi yeniliği veya özgünlüğü değil, tersine gelenekseli odak almaktadır. Kullandığım tabirler detay ve özenden uzak olsa da, durum en kaba haliyle böyle ortaya konulabilir.

Kabaca ve hiç de teknik olmayan şekilde özetleyeyim; bir ürün, coğrafi bir yörenin toprağını, havasını, suyunu veya geleneksel bilgisini emerek zamanla o bölgeyle özdeşleşebilir, oranın geleneksel ürünü haline gelebilir. Bu ürünün doğasının bozulmaması, geleneksel yöntemlerle üretiminin devam edebilmesi, üreticilerinin maddi anlamda korunması, daha fazla kazanç elde etmesini sağlayacak yollar açılması, başkalarının bu ürünü yanlış yöntem veya hammaddelerle üretmesinin önüne geçilebilmesi ve ürünün gelecek kuşaklara da aktarılabilmesi için bir koruma yöntemi gerekir. Bunu sağlayabilecek etkili hukuki yollardan birisi de coğrafi işaret korumasıdır.

Çok sempatik değil mi???

Ve hatta, patent korumasının aslında insan sağlığını ve toplumsal gelişmeyi hiçe saydığının, marka korumasının kapitalizmin vahşi yüzlerinden birisi olduğunun, tasarımın temel ihtiyaçlardan ziyade lükse ve gereksiz tüketime teşvik ettiğinin, telif hakkı korumasının bilgiye erişimi engellediğinin iddia edildiği günlerde; coğrafi işaret öze, doğallığa dönüşün bayrak gemisi konumunda sempatik bir koruma alanı olarak ortaya çıkmaktadır ve herkes bu koruma biçimine sempati ve kocaman bir gülümseme ile yaklaşmaktadır.

Coğrafi işaret koruması yoluyla kırsal-yerel kalkınmanın sağlanacağı, üreticinin daha fazla veya tatmin edici düzeyde gelir edeceği de söylenir ve verilen örnekler de bu konuda gayet ikna edici bulunur.

Yukarıdakiler söylenirken, dünyadan nasıl örnekler veriliyor peki: Rokfor peyniri, Porto şarabı, Basmati pirinci, Parmesan peyniri, Şampanya, Konyak, İskoç Viskisi… Örnekler çoğaltılabilir elbette.

Örneklerin ve rakamların cazibesine kapılmadan bir soru atlanır çoğunlukla:

“Acaba bu ürünler zaten bilindikleri ve çok taklit edildikleri için mi coğrafi işaret başarı öyküsünün konusu olarak lanse ediliyorlar, yoksa coğrafi işaret oldukları için mi daha bilinir hale geldiler?”

Bu satırların yazarı için yanıt tek ve net; başarı öyküsü olarak sunulan örnekler, çoğunlukla (belki her zaman değil, ama çoğunlukla) halihazırda dünya genelinde veya ilgili ülkede çokça bilinen ve bir yöreyle özdeşleşmiş ürünlerin isimleridir. Halihazırda zaten geniş kesimlerce bilinen bu tip ürünler, coğrafi işaret olarak tescil edilerek daha etkin bir korumadan yararlanmakta, geleneksel üreticilerin hakları daha etkin biçimde muhafaza edilmekte ve daha fazla ekonomik kazanç da bunların yanında gelmektedir.

Peki, aslında çok fazla bilinmeyen veya yerel sınırların dışına fazlaca çıkamamış ürünler, sadece üzerlerine “Coğrafi İşaretli Ürün” etiketi yapıştırıldığında anında daha fazla tüketiciyle buluşabilecek midir veya bu etiket yanında itibarı otomatikman getirecek midir?

Bu sorunun yanıtının olumlu yönde olabilmesinin tek yolu, coğrafi işaret korumasına layık görülecek ürünlerin “ciddi” şekilde belirlenmesinden, potansiyellerinin olmasından, gerçekten coğrafya ile bağlantılarının kurulabilmesinden, denetimlerinin ciddi şekilde yapılabilmesinden geçmektedir.

Coğrafi işaretli ürünlerin sayısının mümkün olduğunca artırılması yoluyla korumadan olumlu sonuçlar beklenmesi ise kanaatimizce hayalciliktir. Günümüzde Türkiye’de coğrafi işaret olma niteliği dahi tartışılır çok sayıda ürün ve özellikle de yöresel yemek (tarifi), coğrafi işaret sicilini işgal etmeye başlamıştır ve bu da korumanın gün geçtikçe sıradanlaşması, ciddiyetini ve toplum nezdindeki olumlu imajını kaybetmesi anlamına gelmektedir. Bir diğer deyişle coğrafi işaret sicili, geleneksel yemek tarifleri kitabına dönüşmektedir ve bu durum da kanaatimizce gelecekte coğrafi işaret korumasını bayağılaştırma potansiyelini yanında getirmektedir (belki de halihazırda bu gerçekleşmiştir ve köprüden önce son çıkışı da kaçırmamamız gerekmektedir).

Hiç vakit kaybetmeden örnekleyelim. Bakalım sizler de yazarla aynı fikirde olacak mısınız veya en azından kafanızda bir kuşku oluşacak mı?

İnceleyeceğimiz örnekler, 15/06/2021 tarihinde yayımlanan 2021/103 sayılı Resmi Coğrafi İşaret ve Geleneksel Ürün Adı Bülteni’nde yer alan 6 adet yeni tescil edilmiş coğrafi işarettir. Aşağıda belirtilen tescillerin bültendeki fihrist sayfasını görebilirsiniz:

2021/103 sayılı Bülten’de ilan edilen coğrafi işaret tescillerinden “Aydıntepe Şeker Fasulyesi” hariç olmak üzere, kalan beşi farklı türlerde yemeklerdir: Gaziantep Alaca Çorbası, Gaziantep Kabaklama, Çankırı Tutmaç Çorbası, Gebze Bayram Çöreği ve Çarşamba Kıvratması. Yani; iki çorba, bir çörek, kabaklı bir yemek ve bir hamur işi tatlı (bilmeyenler için, kıvratma bir hamur işi imiş).

Bayburt ilinin Aydıntepe ilçesine özgü bir fasulye türü olduğu belirtilen “Aydıntepe Şeker Fasulyesi”ni, coğrafyayla organik bağı olduğundan ve bir yemek olmadığından aşağıdaki satırların kapsamı dışında tutuyoruz.

Yukarıdaki beş yöresel yemeğin, bültende yer alan açıklamalarını, yemeklerin tarifinin yapıldığı kısımları bir tarafa atarak, coğrafi yöreyle bağlantılarını anlamak gayretiyle okuduğumuzda ise karşımıza şu açıklamalar çıkmaktadır:

1- ÇARŞAMBA KIVRATMASI:

Coğrafi Sınır İçerisinde Gerçekleşmesi Gereken Üretim, İşleme ve Diğer İşlemler:
Çarşamba Kıvratmasının geçmişi eskiye dayanır. Özellikle hamurunun hazırlanması ve oklavaya sarılarak kendine özgü kare şeklinin verilmesine yönelik yerel üretim metodu, ustalık becerisi gerektirir. Bu sebeplerle coğrafi sınır ile ün bağı bulunan Çarşamba Kıvratmasının üretimin tüm aşamaları, belirtilen coğrafi sınırda gerçekleştirilmelidir.

2- GEBZE BAYRAM ÇÖREĞİ:

Coğrafi Sınır İçerisinde Gerçekleşmesi Gereken Üretim, İşleme ve Diğer İşlemler:
Gebze Bayram Çöreğinin geçmişi eskiye dayanır. Üretiminde anason, tarçın, karanfil, damla sakızı, ekşi hamur mayası ve buğday unu ile çavdar unu karışımının kullanılması coğrafi sınıra özgüdür. Ayrıca üretim metodu, özellikle kendine has şeklinin verilmesi bakımından ustalık becerisi gerektirir. Bu sebeplerle coğrafi sınır ile ün bağı bulunan Gebze Bayram Çöreğinin tüm üretim aşamaları, belirtilen coğrafi sınır içerisinde gerçekleştirilmelidir.

3- ÇANKIRI TUTMAÇ ÇORBASI:

Coğrafi Sınır İçerisinde Gerçekleşmesi Gereken Üretim, İşleme ve Diğer İşlemler:
Çankırı Tutmaç Çorbasının geçmişi eskiye dayanır. Sosunda kavrulmuş kıyma kullanılan Çankırı Tutmaç Çorbasının coğrafi sınıra özgü üretim metodu, ustalık becerisi gerektirir. Bu sebeplerle coğrafi sınır ile ün bağı bulunan Çankırı Tutmaç Çorbasının tüm üretim aşamaları, coğrafi sınırda gerçekleşir.

4- GAZİANTEP KABAKLAMA:

Coğrafi Sınır İçerisinde Gerçekleşmesi Gereken Üretim, İşleme ve Diğer İşlemler:
Gaziantep Kabaklamanın / Antep Kabaklamanın geçmişi eskiye dayanır ve ustalık becerisi gerektiren üretim metodu, coğrafi sınıra özgü koşullar bulundurur. Bu sebeple coğrafi sınır ile ün bağı bulunan Gaziantep Kabaklamanın / Antep Kabaklamanın tüm üretim aşamaları, belirtilen coğrafi sınırda gerçekleşir.

5- GAZİANTEP ALACA ÇORBASI:

Coğrafi Sınır İçerisinde Gerçekleşmesi Gereken Üretim, İşleme ve Diğer İşlemler:
Gaziantep / Antep Alaca Çorbasının geçmişi eskiye dayanır ve Gaziantep’in mutfak kültürü içinde önemli bir yere sahiptir. Gaziantep’e özgü üretim metodu, ustalık becerisi gerektirir. Ayrıca üretimde kullanılacak dövme Gaziantep’te yetişen yumuşak buğdaydan elde edilir. Bu sebeplerle Gaziantep / Antep Alaca Çorbasının tüm üretim aşamaları, coğrafi sınırda gerçekleştirilir.

Yemeklerin tamamında coğrafi sınırla ne sıkı bağlantılar mevcut öyle değil mi?

“… geçmişi eskiye dayanır ve ustalık becerisi gerektiren üretim metodu, coğrafi sınıra özgü koşullar bulundurur. Bu sebeple coğrafi sınır ile ün bağı bulunan ………..’in tüm üretim aşamaları, belirtilen coğrafi sınırda gerçekleşir.”

“Özellikle hamurunun hazırlanması ve oklavaya sarılarak kendine özgü kare şeklinin verilmesine yönelik yerel üretim metodu, ustalık becerisi gerektirir.”

“…………’in geçmişi eskiye dayanır ve …..’in mutfak kültürü içinde önemli bir yere sahiptir. ….’e özgü üretim metodu, ustalık becerisi gerektirir.”

Buna göre; yukarıdaki …… kısımlarda gerekli düzenlemeleri yaparak herhangi bir yöresel yemek tarifi ile coğrafyanın bağlantısı kurularak coğrafi işaret tescili elde edilebilir. Çoğunluğumuzun kökenleri Anadolu’nun bir köyüne veya ilçesine dayandığından ve Anadolu’da her il, ilçe veya köyün meşhur bir yemeği de olduğundan, on binlerce coğrafi işaretin tescili de teorik olarak mümkündür.

Soru da bu noktada oluşuyor. Bu tip ürünlerin, özellikle de aslında pek de bilinmeyen yöresel yemeklerin coğrafi işaret olarak tescilinin kime nasıl bir faydası olması beklenmektedir?

Tüm dünyanın tanıdığı ve milyonlarca kişinin satın almak için heveslendiği Rokfor, Şampanya, Parmesan Peyniri gibi ürünleri örnek göstererek coğrafi işaretlerin ekonomik gelişimi de yanında getirebileceği iddia ediliyorsa; kanaatimizce yapılması gereken, coğrafya ile gerçekten organik bağlantısı bulunan ve Türkiye veya yurtdışında pazar yaratması olası ürünler tespit edilerek, bunlar için coğrafi işaret tescili dahil üretim ve tanıtım yatırımı yapılmasıdır. Coğrafi işaret sicilinin yöresel yemeklerle doldurulması yönündeki yaklaşım ve pratik, ileride kaçınılmaz biçimde coğrafi işaret tescilini veya bu koruma biçiminden beklenen ekonomik veya hukuki faydaları bayağılaştıracaktır.

İyi niyetle sürdürüldüğünden şüphemizin olmadığı coğrafi işaret tanıtım ve promosyonu faaliyetlerinin devamında gerçekleşen yöresel yemek esaslı başvuru alışkanlığı, kanaatimizce artık coğrafi işaret korumasına faydadan çok zarar vermektedir. Daha fazla vakit kaybetmeden gerçekçi ve potansiyeli olan hedef ürünler esasında ilerleyen bir coğrafi işaret stratejisinin belirlenmesi ise kanaatimizce bir zorunluluktur.

Önder Erol ÜNSAL

Haziran 2021

unsalonderol@gmail.com

İSVİÇRE SAATLERİ BAŞARISINI NEYE BORÇLU?

IPR Gezgini sitesinin kurucusu ve yazarı Önder Erol Ünsal’ın 11 Mayıs 2021 tarihli “Saatler İçin Şekil Markalarının Benzerliği ABAD Genel Mahkemesinin Önünde: Longines v. Point Tec (T-615/19)” başlıklı yazısı, bir süredir yazmayı planladığım bu yazıyı hızlandırmama vesile oldu.

Saat denilince hemen herkesin aklına ilk önce İsviçre gelir. Bu algının oluşumundaki en önemli pay, etkin biçimde işleyen yasal düzenlemelere ve üzerine düşen sorumluluğu dirayetle yerine getiren sektöre aittir.  

“İsviçre saati”ni, “Sadece İsviçre’de üretilen saattir.” şeklinde basit bir kalıba sığdırmak mümkün değil. İsviçre’de saatler üzerinde “Switzerland” (İsviçre) ve “Swiss” (İsviçreli) kelimelerinin kullanımlarına ilişkin şartlar, 28.08.1992 tarihli Marka Koruması Kanununun 50 (2) maddesi uyarınca hazırlanan 23.12.1971 tarihli “Switzerland veya Swiss Adlandırmalarının Saatler İçin Kullanımı Yönetmeliği” ile düzenlenmiş durumda.

Yönetmeliğin 01.01.2019 tarihli düzenlemesinin resmi olmayan İngilizce çevirisinden edinilen bilgiler, aşağıdaki gibidir.

  • Yönetmeliğe konu olan saat, bileğe takılan zaman ölçüm aletidir. Esas fonksiyonu zaman ölçme olan aletin hareketli mekanizmasının genişliği/uzunluğu/çapı 60 mm’yi veya eşik (bridge)-plaka (plate) arasında ölçülen kalınlık ise 14 mm’yi geçemez. Bu boyutlardan hangilerinin esas alınacağına, sadece teknik açıdan zorunluluk durumu göz önünde bulundurularak karar verilir.
  • Bir saatte “Swiss” adlandırmasının (designation) kullanılabilmesi için:
  • tamamıyla mekanik olan saatin mekanik yapısı ve prototipinin bütünüyle İsviçre’de yapılması gerekir.
  • tamamıyla mekanik olmayan saatin; mekanik yapısı ve prototipinin bütünüyle İsviçre’de yapılmasının yanı sıra basılı devrelerinin tasarımının, ekran (display) ve yazılımının, mekanizması (movement) ve mekanizmasının montajının İsviçre’de yapılması; nihai kontrollerin İsviçre’deki üreticiler tarafından yapılması ve üretim maliyetlerinin en az % 60’ına karşılık gelen aşamaların İsviçre’de gerçekleşmiş olması gerekir. 
  • Bir saat mekanizmasının “Swiss movement” olarak adlandırılabilmesi, aşağıdaki koşulların karşılanmasına bağlıdır.
  • Tamamıyla mekanik olan saat mekanizmasının mekanik yapısı ve prototipinin bütünüyle İsviçre’de yapılması.
  • Tamamıyla mekanik olmayan saat mekanizmasının: mekanik yapısı ve prototipinin bütünüyle İsviçre’de yapılmasının yanı sıra basılı devrelerinin tasarımının, ekran ve yazılımının, parçalarının montajının İsviçre’de yapılması; kontrollerin İsviçre’deki üreticiler tarafından yapılması; üretim maliyetlerinin en az % 60’ına karşılık gelen aşamanın İsviçre’de gerçekleşmiş olması; montaj ücreti hariç olmak üzere, bütün bileşen parçalarının değerlerinin en az % 50’sini temsil eden parçalarının İsviçre’de üretilmesi.
  • İsviçre’de üretilen bileşen parçalarının değerini hesaplamada uygulanan kurallar aşağıdaki gibidir.     
  • Kadranın (dial) maliyeti; kadran ancak saatin elektronik işlevini oluşturuyor ve saati, bir elektro-optik ekran veya bir güneş modülü ile donatmak için kullanılıyorsa bileşen maliyetine dâhil edilir.
  • Montaj maliyetinin dikkate alınması ancak; sınai işbirliği ile imzalanan uluslararası anlaşmalar kapsamında ve “yabancı ülkede üretilen ile İsviçre’de üretilen bileşen parçalarının kalitelerinin eşdeğer olduğu, sertifikasyon prosedürüyle belgelenirse” mümkündür.   
  • Dikkate alınabilecek montaj maliyetinin miktarı, İsviçre’de üretilen bileşen parça kalitesine eşdeğer olduğu kabul edilen bileşenin maliyetinden daha fazla olamaz.
  • Avrupa Ekonomik Topluluğu ve AB üyesi devletler ile İsviçre Konfederasyonu arasındaki, saat ve saat endüstrisi ürünlerine ilişkin Anlaşmanın, 20.07.1972 tarihli Ek Anlaşması hükümleri geçerlidir.
  • “Swiss constituent parts” (İsviçre bileşen parçaları) adlandırması ancak, bu parçaların kontrollerinin İsviçre’deki üreticiler tarafından yapılması ve üretim maliyetlerinin en az % 60’ına karşılık gelen aşamanın İsviçre’de gerçekleşmiş olması halinde kullanılabilir.
  • Yönetmelik uyarınca bir saatin mekanizmasının İsviçre’de monte edildiğinin kabul edilebilmesi için, bileşen parçalarının tamamının İsviçre’de birleştirilmesi gerekir. Ancak aşağıdaki bileşenlere ait alt montaj (subassembly) işlemleri İsviçre dışında yapılabilir.
  • Tamamıyla mekanik olan saat mekanizmasının dişli çarkları.
  • Tamamıyla mekanik olmayan saat mekanizmasının elektronik modülleri; elektro-optik ekran modülleri; enerji toplama modülü; düzenleyici organ; dişli çarklar; yapıldıkları rotor ve bobinler dâhil olmak üzere motorlar.
  • Doğal koşullar nedeniyle İsviçre’de üretilemeyen doğal ürünlerin maliyetleri; objektif gerekçelerle İsviçre’de yeterli miktarda bulunmayan malzemelerin maliyetleri; ambalajlama maliyetleri; ulaşım maliyetleri; ticarileşme, pazarlama ve müşteri hizmetleri maliyetleri ile batarya maliyeti, üretim maliyeti dışında bırakılır.
  • İsviçre’de yeterli miktarlarda bulunmayan malzemelerle ilgili bilgiler; 23.12.1992 tarihli Marka Koruma Yönetmeliğinin 52 (k) maddesi uyarınca ve objektifliği güvence altına alınarak İsviçre saat endüstrisi tarafından sağlanır. Sektör içinde anlaşmazlık olması durumunda bağımsız üçüncü taraflara danışılır.  
  • “Switzerland” ve “Swiss” ibareleri ile “Swiss cross (İsviçre haçı)” şeklinin kullanımına ilişkin koşullar, aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
  • Yukarıda belirtilen özellikleri taşıyan saatlerin ve saat mekanizmalarının üzerinde; “Switzerland”, “Swiss”, “Swiss products” (İsviçre ürünleri), “Made in Switzerland” (İsviçre’de üretilmiştir), “Swiss quality” (İsviçre kalitesi)” vb diğer adlandırmalar ile “Swiss cross (İsviçre haçı)” şekli ve bunlarla ilişkilendirilebilecek nitelikteki tanımlamalar ve şekiller kullanılabilir.
  • Marka Koruması Kanununun 47 (3ter) maddesine göre “kaynak gösteren işaretler (indications of source)”; “ilgili ürünün bir bütün olarak” belirli bir coğrafi kaynaktan geldiği konusunda yanıltıcı değilse kullanılabilir. Bu kapsamda bir saat, bir bütün olarak “Swiss” olarak adlandırılma koşullarını taşımıyorsa, bileşen parçalarının yukarıda belirtilen adlandırmaları taşımalarına ancak, bu adlandırmaların tüketicinin göremeyeceği şekilde kullanılması halinde izin verilir.
  • “Swiss movement” olarak nitelendirilebilecek mekanizma içeren saatin üzerinde, “Swiss movement” adlandırması kullanılabilir. Ancak “movement” ibaresi tam olarak yazılmalı ve “Swiss” ibaresiyle aynı yazı tipi, boyu ve renkte olmalıdır.
  • Yukarıda belirtilen kurallar; söz konusu adlandırmaların başka dildeki çevirisi kullanılsa veya saatin gerçek kaynağı belirtilse yahut “tipinde, tarzında, stilinde” vb kelimelerle birlikte kullanılsa bile geçerlidir.
  • Yukarıdaki adlandırmaların doğrudan saatin veya ambalajının üzerinde kullanılmasının yanı sıra; bu adlandırmalarla birlikte saatin satışı, satışının teklifi veya saatin piyasa sürülmesi; bu adlandırmaların mağaza tabelaları, reklamlar, prospektüsler, faturalar, iş mektupları veya iş kâğıtlarında yer alması da kullanım olarak kabul edilir. 
  • Bir saat kasasının “Swiss” olarak adlandırılabilmesine ilişkin kurallar, aşağıdaki gibidir.
  • Damgalama, işleme veya parlatma gibi temel işlemlerden en az bir tanesinin İsviçre’de gerçekleşmesi.
  • İsviçre’de monte edilmesi.
  • İsviçre’deki üreticiler tarafından kontrol edilmesi.
  • Üretim maliyetlerinin en az % 60’ına karşılık gelen aşamaların İsviçre’de gerçekleşmesi.
  • “Switzerland” ve “Swiss” ibareleri ile “Swiss cross (İsviçre haçı)” şeklinin kullanımına ilişkin koşullar, saat kasaları için de geçerlidir.
  • “Swiss case” (İsviçre kasası) adlandırmasının, “İsviçre saati dışındaki saatler”in dış kasalarında kullanılması mümkündür. Ancak bu durumlarda, saatin veya saat mekanizmasının gerçek kaynağının, “açıkça görülebilecek biçimde saat üzerinde” belirtilmesi şartı aranır. 
  • “Switzerland” ve “Swiss” ibareleri ile “Swiss cross (İsviçre haçı)” şeklinin ve benzeri adlandırmaların saat kadranları ve diğer bileşen parçalar üzerindeki kullanımları da, temel olarak yukarıda belirtilen koşullara tabidir.
  • Saat kasaları, kadranlar, saat mekanizmaları ve diğer parçalar üzerinde; koleksiyon amaçlı tek numune olarak ihraç edilmek, İsviçre’de üretilmek ve satış amacı taşımamak kaydıyla “Swiss” ibareli adlandırmalar kullanılabilir.
  • Yönetmeliğin ihlali, Marka Koruması Kanununun cezai hükümlerine tabidir.

Yukarıda ana hatlarıyla yer verilen Yönetmelik hükümlerinde; üretimde kullanılan malzemelerin ve bileşenlerin üretimi ile saatin montaj işlemlerinin “tamamıyla İsviçre’de gerçekleşmesini zorunlu kılan” düzenleme bulunmadığından, coğrafi işaret sistemine uygun olmadığını düşünen okurlarımız olabilir. Bu noktada Yönetmeliğin birçok hükmünde;

  • Nihai kontrollerin İsviçre’deki üreticilerce yapılması gerektiğine ilişkin “doğrudan” atıfların,
  • Her bir saat bileşeninin maliyeti ile üretim ve montaj maliyetlerinin hesabına dayalı şartlar hakkındaki ve İsviçre’den temin edilemeyen malzemeler hakkındaki bilgilerin, ilgili sektörden temin edilmesi gerektiğine ilişkin “dolaylı” atıfların bulunduğuna ve bu atıfların da “sektörün kapasitesi ile saat üreticilerinin mesleki bilgi ve becerileri”ne işaret ettiğine dikkatleri çekmek isteriz.

Yönetmeliğin etkin biçimde uygulanabilmesini sağlayan teknik temellerin bağlı olduğu İsviçre saat endüstrisinin yapısı hakkında kısa bir bilgi verelim.

İsviçre saat endüstrisi, yaklaşık 500 üyeye sahip olan “İsviçre Saat Endüstrisi FH Federasyonu (Federation of the Swiss Watch Industry FH)” çatısı altında örgütlenmiş durumda.

FH Federasyonu, İsviçre saat endüstrisinin gelişimi ve korunması amacıyla; dünya ölçeğinde önemli bir referans teşkil eden Switzerland veya Swiss Adlandırmalarının Saatler İçin Kullanımı Yönetmeliğinin revizyonu çalışmalarına katılım da dâhil olmak üzere, aktif olarak çok yönlü çalışmalar sürdürmekte.

FH Federasyonunun istatistiki verilerine göre Amerika Birleşik Devletleri ve Çin, İsviçre saat endüstrisi için en önemli iki pazar. Bu sebeple FH Federasyonu, bu iki ülkede saatler için Swiss adlandırmalarının sertifika markası olarak korunmasını sağlamış ve ihlaller konusunda da dünya genelinde yasal mücadele vermekte.

İsviçre saat endüstrisi, İsviçre saatlerinin sahip olduğu itibarı koruma amacıyla, saat ustalarının yetiştirilmesi için teknik eğitim verilmesini de destekliyor.        

İsviçre saati ustası yetiştirilmesine ilişkin eğitim hizmeti ile konu hakkında danışmanlık hizmeti veren kuruluşlardan biri; 1966 yılında kurulan, bağımsız olan ve İsviçre saat endüstrisi tarafından desteklenen WOSTEP Foundation’dır.

İsviçre saati ustalarının almaları gereken eğitimler hakkındaki merakımızı, WOSTEP Foundation tarafından Ağustos 2023 – Mayıs 2025 tarihleri arasında verilecek eğitim programı üzerinden karşılayabiliriz. Tam zamanlı olan eğitim, 22 ayda toplam 3000 saat. Saat üreticisi firmaların müsait olma durumlarına göre 2 haftalık iş deneyimini de içeriyor. Aralık, haziran-temmuz ayları ile İsviçre’nin resmi tatilleri dâhil olmak üzere yılda 8 haftalık tatil var.

Yoğun içerikli bu eğitime, 21 yaşından büyükler katılabiliyor. Adayın, saat üretimi sektöründe tecrübesi olması beklenmiyor ancak İngilizce dilbilgisinin, IELTS 5,0 – 6,0 veya CEFR B2 seviyesinde olması gerekiyor. Katılım sınırlı ve listeye giren adaylar, ön eleme niteliğindeki 2 günlük test sınavına tabi tutularak yetenekleri ölçülüyor.

Konaklama, sağlık sigortası, resmi ücretler vb ücretler hariç olmak üzere; genel olarak eğitim materyallerini, belirli ürünlere ilişkin özel eğitimleri, fabrika ziyaretlerini vb ücretleri kapsayan eğitim ücreti ise 34.600 CHF (İsviçre Frangı).

Mekanik ve elektronik İsviçre saatlerini konu alan yoğun eğitim programını ve sınavlarını başarıyla tamamlayan katılımcılara, İsviçre saat endüstrisi ve endüstrinin tüm dünyadaki temsilcileri tarafından tanınan bir sertifika veriliyor.

Örgütlü olarak ve bilinçle çalışan sektörün, sektör tarafından desteklenen nitelikli eğitimin ve zeminini, bu iki güce dayandıran yasal düzenlemelerin, İsviçre saatlerinin itibarını sağlayan en önemli unsurlar olduğu düşüncesiyle yazımızı sona erdiriyoruz.

Gonca ILICALI

Haziran 2021

gilicali12@gmail.com


Kaynaklar:

https://www.fedlex.admin.ch/eli/cc/1971/1908_1915_1915/en

https://www.fhs.swiss/eng/swissmade.html https://www.wostep.ch/en

https://www.wostep.ch/en

Ve Hellim Avrupa Birliği’nde Menşe Adı Olarak Tescil Edildi!

Avrupa Komisyonu, 12 Nisan 2021 tarihinde hali hazırda hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türk Sanayi Odası adına menşe adı olarak koruma altında bulunan Hellim/Halloumi ürününün Avrupa Birliği’nde korunmasına ilişkin önemli bir paket kabul ettiğini duyurmuştur. Duyurunun tam metnine bu linkten ulaşabilirsiniz.

Öncelikle Avrupa Komisyonu, Χαλλούμι/Halloumi/Hellim ürününün menşe adı (PDO) olarak tescil edilmesine karar vermiş ve dayanak ülke olarak da “Kıbrıs”a yer vermiştir. (Türkiye, Kıbrıs’ı bir devlet olarak tanımadığından, Avrupa Komisyonu’nun duyurusunda Kıbrıs olarak geçen ifadeler, yazı boyunca “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” olarak anılacaktır. Aynı paralelde, duyuruda Türk tarafına yapılan atıflar da yazıda “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak yer alacaktır.) Söz konusu menşe adının coğrafi sınırı Kıbrıs adasının Türk ve Rum tarafının tamamı olarak belirtilmiştir. Tescile ilişkin detaylara da buradan kolaylıkla ulaşılabilecektir.

Bununla birlikte, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki üreticilerin korumadan tam olarak yararlanmasını kolaylaştırmak için Komisyon, Avrupa Birliği (AB) Gıda Güvenlik Standartlarına uygun üretilecek Hellim’in Yeşil Hat ticareti kapsamına alınarak Yeşil Hat Tüzüğü üzerinden AB’ye ticaretine olanak sağlayacak düzenlemeleri de kabul ettiğini duyurmuştur. Detayları merak edenler Yeşil Hat Tüzüğü olarak bilinen 866/2004 sayılı Tüzüğe buradan erişebilecektir.

Temelleri, 2015 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi liderleri arasında varılan ortak mutabakata dayanan paketin temel özellikleri şunlardır:

  • Sadece Kıbrıs adasında ve geleneksel tarife göre üretilen Halloumi/Hellim artık bu isim altında AB’de pazarlanabilmektedir.
  • Kıbrıs adasının her yerinde menşe adına ilişkin denetimleri yürütmek üzere uluslararası akredite bir denetim kurumu atanacaktır. (Uygulama Yönetmeliğinde Bureau Veritas’ın denetim görevinden sorumlu kurum olarak atanmasının uygun olduğu ifade edilmiştir.) Denetim Kurumu, üreticilerin geleneksel tarife uymasını sağlamaktan sorumlu olacaktır.
  • Avrupa Komisyonu tarafından yakından edilecek olan ve Kıbrıs adasının genelinde etkili olacak şekilde menşe adının kontrollerini sağlamak için yapı kurulacaktır.
  • Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki çiftliklerin ve mandıraların AB sağlık ve hijyen kurallarına uymalarını sağlamak için özel bir teftiş kurumu atanacaktır. Yeşil Hat üzerinden yalnızca tüm AB sağlık standartlarını karşılayan Hellim ticareti yapılabilir.

Bu paketi, siyasi ve ekonomik bir başarı olarak tanımlayan Avrupa Komisyonu üyeleri, bu paketin Kıbrıs adasının iki kesimi arasında güveni artırdığını, her iki kesimin de ekonomik fayda sağlayacağını ve AB’deki tüketicilerin de bu ürünü tanıyabilmelerine kolaylık getirdiğini belirtmişlerdir.

Halloumi/Hellim Menşe Adı Avrupa Birliği Tescilinin Kısa Geçmişi

Χαλλούμι/Halloumi/Hellim ürününe menşe adı (PDO) olarak tescil edilmesi için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından 17 Temmuz 2014 tarihinde Avrupa Komisyonu’na başvuru yapılmıştır.

Söz konusu başvuruya yayınlanmasının akabinde toplam 17 itiraz gelmiştir. Bu itiraz sahipleri sırasıyla şu şekilde listelenmektedir: Dairy Australia (Avustralya); Ortak Gıda Adları Konsorsiyumu (Amerika Birleşik Devletleri); Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı (Birleşik Krallık); Süt ve Yağ Ürünleri Üretim ve Pazarlama Kooperatifi Ltd. (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti); Hayvan Üreticileri ve Yetiştiricileri Birliği (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti); Fatma GARANTİ (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti); Süt İmalatçıları Birliği (SUIB) (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti); Kıbrıs Türk Sanayi Odası (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti); Kıbrıs Türk Ticaret Odası (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti); Navimar Food Gıda İmalatı ve Gıda (Türkiye); DM Gıda Maddeleri Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti (Türkiye); Avunduk İthalat İhracat Gıda ve Zirai Aletler Sanayi Ticaret Ltd. Şti. (Türkiye); UTCO Trading Company – WLL – (Kuveyt); Yeni Zelanda Süt Şirketleri Derneği (DCANZ) ve Yeni Zelanda Uzman Peynir Üreticileri Birliği (Yeni Zelanda); Dr Nutrition (Birleşik Arap Emirlikleri) ve FFF Fine Foods Pty Ltd (Avustralya).

Söz konusu itirazların bütün gerekçelerini burada işlemek çok mümkün olmamakla beraber birkaç dikkat çekici itiraz gerekçesini paylaşmak faydalı olacaktır:

  • Otlayan ve çiftlik hayvanları arasındaki beslenmede farklılığa dair hiçbir kanıt sunulmadığı ve inek sütünün hammaddelerdeki payı azalırken peynir üretim seviyesinin nasıl korunacağının belirtilmediği ifade edilmiştir.
  • Kıbrıs adasında üretilen Halloumi/Hellim ürününün % 95’inin % 80-95 oranında inek sütü içeriğine sahip olduğuna dair göstergeler olduğu iddia edilmiştir.
  • Coğrafi bölge olarak Kıbrıs adasında yapılan bu ürünün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yer alan üreticiler tarafından aynı geleneksel özelliklerini içermediği belirtilmiştir.     
  • Halloumi/Hellim ürününün Avrupa Birliği içerisinde Bulgaristan, Almanya ve Yunanistan’da; Avrupa Birliği dışında da Avustralya, Kanada, Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi ülkeleri, çeşitli Ortadoğu ülkeleri (Irak, Lübnan, Suriye), Yeni Zelanda, Türkiye ve Birleşik Krallık’ta üretilmekte olduğu ve Kıbrıs dışında üretilen bu ürünlerin çok sayıda ülkeye de pazarlandığı belirtilmiştir. Örneğin Birleşik Krallık’ta, Halloumi/Hellim adının 1980’lerden beri üretilen bazı peynirler için kullanıldığı ve tahmini olarak yılda yaklaşık 300 ton üretildiği ifade edilmiştir.
  • Çekya, Almanya, Yunanistan, Avustralya, Yeni Zelanda, İsveç, Türkiye ve Birleşik Krallık’ta Halloumi ve Hellim ibaresini içeren tescilli markalar bulunmakta olduğundan, bu menşe adının mevcut markalar ile çelişen durumunun ürünün gerçek kimliği konusunda tüketiciyi yanıltmaya neden olabileceğinden tescil edilmesinin uygun olmadığı belirtilmiştir.

Tüm bu itiraz gerekçeleri ve daha fazlasını inceleyen Komisyon, her biri için gerekçelerini belirterek bütün bu itirazların menşe adının tesciline bir engel teşkil etmediğini ifade etmiştir. Halloumi/Hellim ürününün belirli bir coğrafi bölge ile bağlantısı olmayan, yalnızca bir peynir türü olarak görülmediğinin kanıtlarla ispatlandığı; 100 yılı aşkın süredir devam eden ihracat faaliyetleri, sayısız tanıtım çalışmaları ve yine sayısız makalelerin de bu ürünün Kıbrıs adası ile olan bağlantısını şüphe götürmez bir şekilde kanıtladığının da altı çizilmiştir.

Aynı şekilde Komisyon, coğrafi işaret korumasının da bütün fikri haklar gibi ülkesel nitelikte olduğunun, bu çerçevede, bu menşe adı tescilinin de AB sınırlarında geçerliliği olduğunu, Halloumi/Hellim adını taşıyan bir peynirin üçüncü ülkelerde olası üretimi veya pazarlanmasının da bu tescil ile bağlantılı olmadığını ifade etmiştir. Bununla birlikte, hali hazırda birçok AB üyesi ülkede tescilli olan markalar için de 1151/2012 sayılı AB Tüzüğünün 14. maddesi hükümlerinin uygulanacağı ve bu markaların varlığının Halloumi/Hellim ürününün menşe adı ile korunmasına engel olmadığı belirtilmiştir.

Başvuru ve itiraz süreçleri devam ederken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti liderleri arasında da yoğun müzakereler yürütüldüğünün ve sürecin her iki yönetim için de en faydalı olacak şekilde sonlandırılmaya çalışıldığını belirtmek gerekmektedir.

Χαλλούμι/Halloumi/Hellim menşe adının başvuru, itirazlar, itirazlara verilen cevaplar ve tescil detaylarını da ayrıntılı içeren 12 Nisan 2021 tarihli Komisyon Uygulama Yönetmeliği’ne (2021/591) bu linkten ulaşılması mümkündür.

Çekinceler ve Uygulamadaki Bazı Sorunlar

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üreticileri için bu noktada, Hellim’in tescil standartlarına uyumunu denetleyecek olan uluslararası denetim kuruluşunun (uygulama yönetmeliğine göre Bureau Veritas) bu denetimlerini nasıl gerçekleştireceğinin ve Yeşil Hat üzerinden ticareti yapılacak Hellim’in gıda güvenlik denetimlerini yapacak kurumun belli olmaması önemli belirsizliklerdir.

Bunun yanında, Hellim’in karakteristik içerikleri bakımından da bazı çekinceler yer almaktadır. Menşe adı olarak tescil edilen Halloumi/Hellim ürünü içeriği dokümanda şu şekilde açıklanmıştır: “Süt (taze koyun veya keçi sütü veya bunların karışımı, inek sütü eklenmiş olsun veya olmasın), peynir mayası (ancak domuz mayası hariç), taze veya kurutulmuş Kıbrıs nane yaprakları (Mentha viridis) ve tuz. Koyun veya keçi sütünün veya karışımın oranı her zaman inek sütünün oranından daha fazla olmalıdır.” Görüldüğü üzere, koyun ve keçi sütleri ayrı ayrı kullanılabileceği gibi, koyun, keçi ve inek sütlerinin karışımının da kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Ancak, bu üç süt türünün tat ve aroması birbirinden çok farklı olduğu için Hellim ürününün daha standartlaşması için bu süt kullanımlarında daha net bir oranın olmasının daha faydalı olacağı görüşleri de bulunmaktadır.

Bunun yanında hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hem de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde yer alan üreticilerin ortak çekincelerinden bir tanesi de Kıbrıs adasının tescilde belirtilen şartları fiziksel olarak karşılayıp karşılamayacağıdır. Zira, menşe adı olarak tescil edilen Halloumi/Hellim ürünün en önemli özelliklerinden biri koyun ve keçi sütünün, Kıbrıs adasının iklimine uyum sağlamış yerel ırklardan ve onların melezlerinden, belirlenen coğrafi alanda (Kıbrıs adası) elde edilmesidir. Adanın tarım arazilerinin boyutu ve hayvancılık hacmi dikkate alındığında, elde edilen hammaddenin hali hazırda yapılan ve planlanan ithalat için yeterli olmayacağı endişesi ortaya çıkmaktadır.

Peki, Türkiye’deki Hellim menşe adı tesciline ilişkin özel durum nasıl değerlendirilmelidir?

Hellim/ Halloumi, Türkiye’de 10.10.2008 tarihinden bu yana C2008/046 numarası ile tescilli bir menşe adıdır ve Kıbrıs Türk Sanayi Odası tarafından tescil ettirilmiştir. Bu durumda, dikkat çekmek isteğimiz en önemli nokta, örneğine sık rastlanılmayan bir şekilde, aynı menşe adı farklı coğrafyalarda farklı kişiler tarafından tescil ettirilmiş hale gelmiş ve bu doğrultuda tescil ettirene ait bazı sorumluluklar da coğrafyalar farklılaşınca muhatap değiştirmiş olmuştur.

Öncelikle birkaç mevzuat hükmüne dikkat çekmek isteriz. Sınai Mülkiyet Kanunu’nun coğrafi işaretlerin kullanımının denetimini düzenleyen 49. maddesi ikinci fıkrası hükmü çerçevesinde denetim, başvuruda belirtilen ve Kurum tarafından yeterliliği onaylanan denetim mercii tarafından yerine getirilir ve sicilde yer alan denetim merciinde değişiklik, Kurumun onayı ile yapılabilir. Yine aynı maddenin üçüncü fıkrası kapsamında da denetim raporları, yılda bir Kuruma sunulmak zorundadır. Ek olarak, Sınai Mülkiyet Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 45. maddesinin yedinci ve sekizinci fıkraları hükümlerinde de “Yapılan denetimler sonucunda hazırlanan tutanaklar denetim merci tarafından tescil ettirene bildirilir. Tescil ettiren, kendisine bildirilen tutanakları inceler ve tescile aykırı hususların bulunması halinde gerekli yasal yollara başvurur.” ve “Tescil ettiren, kendisine bildirilen denetim tutanaklarının raporlamasını yapar.” ifadeleri yer almaktadır.

Bu mevzuat açıklamaları ışığında Türkiye’deki Hellim/Halloumi menşe adı tescilinin detaylarına bakmak faydalı olacaktır. Kıbrıs Türk Sanayi Odası tarafından tescil ettirilen ve Kıbrıs adasına özgü bitkilerle beslenen koyun, keçi ve inek sütlerinden yapılan Hellim/Halloumi, geleneksel olarak tüm adada üretilir ve denetimi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti illerinin idari sınırları içinde, Tarım Bakanlığının tayin ettiği Yetkili Mercii tarafından gerçekleştirilir. Bu çerçevede, söz konusu tescil kapsamında yer alan denetim merciinin, tescil şartlarına uygunluğuna ilişkin denetimleri gerçekleştirmesi (denetim şartlarının kaynak ülkede sağlanmış olması yeterlidir. SMK m.39/1(b)) ve akabinde Türkiye’de tescilli bir coğrafi işaretin devamının şartlarından biri olarak denetim merciinin yapmış olduğu bu denetimlere ilişkin denetim raporunun da tescil ettiren tarafından her yıl Türk Patent ve Marka Kurumu’na sunulması gerekmektedir.

Bu durumda bazı sorular akla gelmektedir:

  • Hellim/Halloumi menşe adının Türkiye’deki tescil belgesinde belirtilen denetim mercii, AB tarafından kabul edilen uluslararası akredite denetim kurumunun yanında denetim yapmaya devam mı edecektir?
  • Bu şekilde çift başlı bir düzenin uygulamada devam etmesinin zor olduğu kabul edildiğinde, bu durumda Türkiye’deki tescil belgesinde yer alan denetim merciinin değişikliğine gidilmesi mi söz konusu olacaktır?
  • AB tescilinde yer alan denetim mekanizmasının nasıl bir denetim yapacağı hem uygulama hem de politik olarak henüz belirli olmadığından, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yetkilileri Türkiye’deki böyle bir değişikliğe sıcak bakacaklar mı?
  • Türkiye, AB üyesi olmadığından, söz konusu AB tescilinde sayılan hiçbir yükümlülüğün kapsamında olmamakla birlikte, Türkiye’deki ulusal tescilin devamı Türk hukukunun getirdiği yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlı olduğu için, aynı ürün için farklı coğrafi bölgelerde farklı mercilerin yürüttüğü süreçler uzun vadede hem idari yönden hem de üreticiler bakımından karışıklığa neden olmayacak mıdır?

Bu sorular birçok farklı kesimden kişilerin bakış açıları çerçevesinde daha artırılabilecektir.

Kıbrıs adasının politik durumu düşünüldüğünde aynı ürünün farklı coğrafyalarda farklı devletler tarafından tescil ettirilmesi gibi oldukça istisnai bir durum ile karşılaşılmasının kabul edilebilir olduğu düşünülecektir. Ancak, şu an ilk etapta karşımıza çıkan bazı karışıklıkların, özellikle üreticilerin içerisinde bulunduğu bazı belirsizliklerin ve Hellim/Halloumi menşe adının yönetim sürecindeki çift başlılığın yarattığı karışıklıkların en kısa zamanda idari kurumların da atacağı yapıcı adımlar ile çözüleceğini düşünüyor ve umuyoruz.

Hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşları için önemli bir yere sahip olan Hellimin Dünya’ya en güçlü şekilde pazarlanabilmesi ve tanıtılabilmesi çok önemli bir nokta olmakla beraber hem tüketici hem de üreticiler için ürünün temel özelliklerinin değişmemesi coğrafi işaretin nesiller boyu devam edebilmesi için dikkat edilmesi gereken esas noktadır. Bu çerçevede Hellim/Halloumi ürününün koruma sürecinin de en barışçıl ve en yapıcı şekilde devam etmesi en büyük temennimizdir.

Ekin KARAKUŞ ÖCAL

Nisan 2021

ekinkarakus@gmail.com



Kaynakça:

COĞRAFİ İŞARET TESCİLİ KAPSAMINDAKİ ÜRÜNÜN AYIRT EDİCİ GÖRÜNÜM ÖZELLİKLERİ TESCİL İLE SAĞLANAN KORUMANIN KAPSAMINDA MIDIR?

ABAD’IN C-490/19 SAYILI MORBİER KARARI

I. Genel Olarak

Coğrafi işaret, bir ürünün; özellikleri, kalitesi veya ünü itibarıyla coğrafi olarak belirli bir yerden kaynaklandığını gösteren işarettir. Diğer sınai haklarda olduğu gibi coğrafi işaretlerde de tescil ile sağlanan korumanın sınırları belirli olup bu sınırlar, üçüncü kişilerin coğrafi işarete yönelik olarak gerçekleştirecekleri eylemlerin ihlal niteliği taşıyıp taşımadığını da belirleyen sınırlardır.

Coğrafi işarete tecavüz denildiği zaman, belki de en aşina olduğumuz ihlal şekli, coğrafi işaret tescil belgesinde belirtilen özelliklere sahip olmayan ürünlerde coğrafi işaret ibaresinin kendisinin kullanımı ya da birebir coğrafi işaret ibaresi kullanılmasa da ürünlerin tescilli işareti hatırlatacak biçimde adlandırılmasıdır.

Bu yazımızda sizlerle paylaşacağımız C-490/19 sayı ve 17 Aralık 2020 tarihli Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) kararında ise, coğrafi işaret ibaresinin kendisi kullanılmasa bile tescil kapsamındaki ürünü karakterize eden bir şekil veya görünüm özelliklerinin, tescil belgesindeki şartları sağlamayan bir üründe kullanıldığı durumlarda coğrafi işarete tecavüzün söz konusu olup olmayacağı tartışılmıştır.

Uyuşmazlığa yol açan olaylar, ulusal mahkemeler önündeki süreç, tarafların iddiaları ve uyuşmazlıkla ilgili Hukuk Sözcüsü Görüşü, Sayın Özlem FÜTMAN tarafından 02.12.2020 tarihli yazıda detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Dolayısıyla biz yazımızda somut olayı kısaca hatırlatarak ABAD’ın tespitlerini size aktarmaya ardından ise Türk hukukundaki duruma yönelik kısa açıklamalarda bulunmaya çalışacağız.

İhlal edildiği iddia edilen coğrafi işarete konu ürünler, 2000 yılından beri Fransa’da tescilli “Morbier” menşe adı ile korunan peynirlerdir. Bu peynirlerin dış görünüş itibarıyla ayırt edici özellikleri ise siyah bir çizgi ile peynirin yatay bir şekilde ikiye ayrılmasıdır.

Davalı Société Fromagère du Livradois, anılan dış görünüş özelliklerine sahip peynirleri 1979 yılından beri üretmektedir. Davalı 2007 yılına kadar bu peynirleri “Morbier” ismi ile piyasaya sürmüş, 2007 yılından itibaren ise bu ismi “Montboissié du Haut Livradois” değiştirerek peynirleri bu şekilde satışa sunmuştur. Davacı Syndicat ise coğrafi işaret tescil belgesinde belirtilen coğrafi alanda üretilmediği  (tescilli coğrafi işaret kapsamındaki ürünlerin özelliklerini taşımadığı) halde tescil kapsamındaki ürünleri karakterize eden şeklin, bir başka deyişle peyniri ortadan ikiye ayıran siyah çizginin, davalının peynirlerinde kullanılmasının tüketicileri ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltacağını ve dolayısıyla 510/2006 sayılı Tüzük m. 13/1-d ile 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-d uyarınca coğrafi işarete tecavüzün gerçekleştiğini iddia etmektedir.

II. ABAD’ın Tespitleri

Önkarar prosedürü aracılığıyla uyuşmazlığı ABAD’ın önüne taşıyan Fransız Temyiz Mahkemesi (Court of Cassation)’nin Mahkeme tarafından cevaplanmasını istediği soru şu şekildedir: “Tescilli bir coğrafi işarete sağlanan korumanın kapsamının düzenlendiği 510/2006 sayılı Tüzük m. 13/1 ile 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1, yalnızca tescilli coğrafi işaretin kendisinin kullanılmasını yasakladığı şeklinde mi yoksa tescilli coğrafi işaretin kendisi kullanılmasa bile, tüketicileri ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltacak şekilde, tescil kapsamındaki ürünü karakterize eden görünüm özellikleri ile aynı özelliklere sahip ürünlerin sunulmasını da yasakladığı şeklinde mi anlaşılmalıdır?”

Mahkeme, ilk olarak yukarıda anılan hukuki düzenlemelerin, üçüncü kişileri, yalnızca tescilli coğrafi işaretin kendisinin kullanılmasından menettiği şeklinde yorumlanıp yorumlanmaması gerektiği sorusunun cevabını aramıştır. Mahkemeye göre, söz konusu düzenlemelerin lafızlarından hareketle tescilli coğrafi işaretin çeşitli eylemlere karşı korunduğu açıktır. Buna göre, ilgili maddelerde ilk olarak tescilli ibarenin ticari amaçlı olarak doğrudan veya dolaylı kullanımı; kötüye kullanımı, taklidi veya çağrıştırma şeklinde kullanımlar; ürünün iç veya dış ambalajında, tanıtım materyallerinde ve ürünle ilgili belgelerde ürünün gerçek kaynağı konusunda yanlış bir etki uyandıracak şekilde ürünün menşei, mahiyeti ve temel nitelikleri hakkında yanlış veya yanıltıcı işaretlerin kullanımı ve tüketicileri ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltacak diğer her türlü uygulama yasaklanmıştır.

510/2006 sayılı Tüzük m. 13/1-a ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-a, coğrafi işaretin tescili kapsamında yer almayan ürünler için, coğrafi işaretin kendisinin, aynen veya işitsel ya da görsel açıdan oldukça benzer olacak bir şekilde, doğrudan veya dolaylı kullanımını yasaklarken; m. 13/1’de düzenlenen diğer durumlarda (m.13/1-b, m. 13/1-c, m. 13/1-d) tescilli işaretin kendisinin doğrudan veya dolaylı kullanımını içermeyen diğer eylemler yasaklanmıştır. Bu nedenle, m. 13/1-a’nın, madde kapsamında kalan ve tescilli coğrafi işaretin korunmasına yönelik diğer hallerden ayırt edilmesi gerekir. Özellikle, m. 13/1-b’de, m. 13/1-a’nın aksine, tescilli işaretin kendisinin doğrudan veya dolaylı olarak kullanılmadığı, ancak tüketicilerin tescilli coğrafi işaret ile yakın bir bağlantı kurmalarına yol açacak eylemler yasaklanmıştır. Daha spesifik olarak, m. 13/1-b’de düzenlenen çağrıştırmanın var olup olmadığına, tüketicinin ihtilaflı ifade ile karşılaştığı zaman, bu ihtilaflı ifade ile zihninde doğrudan ilişkilendirdiği ürünün, coğrafi işaret kapsamındaki ürün olup olmadığına göre karar verilecektir. Bir başka deyişle, üründe kullanılan ifadenin, tüketicilere, coğrafi işaretin tescili kapsamındaki ürünleri hatırlatıp hatırlatmadığı değerlendirilecektir. Bu durum ise ihtilaflı ifadeye coğrafi işaretin kısmen dahil edilmesi, ihtilaflı ifade ile coğrafi işaret arasında işitsel veya görsel bir benzerlik ya da “kavramsal yakınlık” olması gibi hususlar da dikkate alınarak ulusal mahkemeler tarafından değerlendirilecektir.

Ayrıca, C-614/17 sayı ve 2 Mayıs 2019 tarihli kararında Mahkeme, ilgili düzenlemenin, yalnızca tescilli coğrafi işareti çağrıştırmaya elverişli kelimelerin değil, aynı zamanda tüketicilerin zihninde tescil kapsamındaki ürünleri çağrıştırmaya elverişli figüratif işaretlerin de bu madde kapsamına dahil olacak şekilde anlaşılması gerektiğine karar vermiştir. (Söz konusu karara ilişkin uyuşmazlıkta tescilli coğrafi işaret “queso manchego” şeklinde İspanya’nın La Mancha bölgesindeki koyunlardan elde edilen sütler ile hazırlanan peynirlere yönelik bir menşe adıdır. Davalının “Adarga de Oro” ismi ile piyasaya sürdüğü peynirlerin etiketinin üzerinde ise fiziksel özellikleri ve kıyafeti itibarıyla Don Kişot karakteri ile benzer bir karakterin resmedildiği görülmektedir. Bir roman karakteri olan Don Kişot’un hikayesinin La Mancha bölgesinde geçmesi sebebiyle, ABAD bu kararında diğer uyuşmazlık konularının yanı sıra, ihtilaflı ürün üzerinde Don Kişot karakterine benzer şekilde resmedilen figüratif işaretin, tüketicilerin zihninde tescilli coğrafi işaret kapsamındaki ürünleri anımsatıp anımsatmadığını da incelemiştir.) Bu nedenle, anılan kararın 22. paragrafında Mahkeme’nin belirttiği üzere, kural olarak, figüratif işaretlerin, tescilli coğrafi işaret ile “kavramsal yakınlığından” -bir başka deyişle, zihinde uyandırdığı kavramsal izlenimin yakınlığından- dolayı tüketicilerin zihninde tescil kapsamındaki ürünleri doğrudan anımsatabileceği göz ardı edilmemelidir.    

510/2006 sayılı Tüzük m. 13/1-c ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-c ise “başka herhangi yanlış veya yanıltıcı işaretler” (any other false or misleading indication) ifadelerine yer vermekle korumanın kapsamını daha da genişletmiştir. Bu açıdan, ürünün iç veya dış ambalajında, tanıtım materyallerinde ve ürünle ilgili belgelerde tüketicilere sunulan bilgiler, aslında tescilli coğrafi işareti çağrıştırmayacakken, ihtilaflı ürün ile tescilli coğrafi işaret arasında bir bağlantı kurması açısından yanlış veya yanıltıcı bilgiler olacaktır. Ürünün iç veya dış ambalajında, tanıtım materyallerinde ve ürünle ilgili belgelerde, ürünün menşei, kaynağı, doğası ve temel nitelikleri hakkında bilgi sağlamaya elverişli, özellikle metin veya resim olmak üzere, herhangi bir biçimde bulunulabilecek tüm bilgiler madde metninde yer alan “başka herhangi bir işaret” ifadesi kapsamında değerlendirilecektir.

Hukuk Sözcüsü Görüşü’nün 49 numaralı paragrafında da belirtildiği gibi, m. 13/1-d’de yer alan “diğer her türlü uygulama” (any other practice) ifadesinden açıkça anlaşıldığı üzere, diğer üç bentte belirtilen haller kapsamında değerlendirilemeyecek her türlü davranışın bu son bent kapsamında düzenlenmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla m. 13/1-d’de yer alan bu düzenleme tescilli coğrafi işarete sağlanan hukuki korumayı daha da pekiştirmiştir.

Yukarıda anılan sebeplerle, Mahkeme özetle, 510/2006 sayılı Tüzük ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1’in yalnızca tescilli coğrafi işaretin kendisinin üçüncü kişilerce kullanımını yasaklamadığını ve dolayısıyla ilgili düzenlemeler ile tescilli coğrafi işarete daha geniş bir korumanın sağlandığını belirtmiştir.

Mahkeme bu tespitlerinin ardından Fransız Temyiz Mahkemesi’nin kendisine yönelttiği sorunun ikinci kısmına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Bir başka deyişle ABAD, 510/2006 sayılı Tüzük ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-d’nin, tüketicileri ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltacak şekilde, tescilli coğrafi işaret kapsamındaki ürünlerin şekil veya görünüm özelliklerinin, tescil kapsamında yer almayan bir üründe kullanımını yasaklayıp yasaklamadığı sorusunun cevabını aramıştır.

Mahkeme’ye göre madde metninde yer alan “tüketicileri ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltacak diğer her türlü uygulama” ifadesi, ihlal oluşturabilecek davranışa ilişkin bir belirleme yapmamaktadır. Bunun yerine, m. 13/1-d, ihlal oluşturabilecek ancak diğer üç bent kapsamına dahil edilemeyecek ve tüketicileri ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltabilecek diğer tüm davranışları yasaklamak üzere geniş kapsamlı bir şekilde kaleme alınmıştır.

Yine ABAD’a göre, 510/2006 sayılı Tüzük ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-d, coğrafi işaret koruması ile hedeflenen amaçları karşılamaktadır. Nitekim, 510/2006 sayılı Tüzük Gerekçesi’nin 18 ve 29 numaralı, 1151/2012 sayılı Tüzük Gerekçesi’nin ise 4 ve 6 numaralı paragraflarından anlaşıldığı üzere, coğrafi işaret koruması ile amaçlanan, tüketicilerin, satın alma tercihlerini daha bilinçli bir şekilde yapmalarını sağlamak ve onları yanıltabilecek uygulamaları önlemek amacıyla, tüketicilere ürünün gerçek kaynağı ve özellikleri hakkında net bilgi vermektir. Daha geniş bir anlatımla, Mahkeme’nin içtihatlarından da açıkça anlaşılacağı üzere, coğrafi işaret koruması ile amaçlanan, coğrafi işaret kapsamındaki ürünlerin belli bir coğrafi bölgeden kaynaklanması sebebiyle belli özelliklere sahip olduğu ve buna bağlı olarak belli bir kalite garantisi sunduğu hususunda tüketicileri temin etmektir. Buna ek olarak, coğrafi işaret koruması ile, ürünlerin kalitesinin artırılması için harcadıkları çabanın bir karşılığı olarak işletmelerin daha yüksek bir gelir elde etmesini sağlamak ve tescilli coğrafi işaretin; tescil kapsamındaki ürünlerin, kalitesi sebebiyle, tüketiciler nezdinde elde ettiği itibardan yararlanarak kâr elde etmeyi amaçlayan üçüncü kişilerce haksız kullanımını önlemek amaçlanmaktadır.

510/2006 sayılı Tüzük m. 13/1-d ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-d’nin, tescil kapsamındaki ürünleri karakterize eden şekil veya görünüm özelliklerine sahip bir ürünün üretilmesini yasaklayıp yasaklamadığı sorusuna gelince, gerçekten de davalı Société Fromagère du Livradois’nin de iddia ettiği üzere, düzenlemelerin lafızlarına göre, esasında ilgili düzenlemeler ile sağlanan koruma, tescil kapsamındaki ürünlerle değil, tescilli coğrafi işaretin kendisi ile ilgilidir. Yine, coğrafi işaret tescili ile sağlanan korumanın amacı, tescil kapsamında olmayan bir ürünün üretiminde, tescil kapsamındaki ürünlerin şartnamede belirtilen bir veya daha fazla özelliğinin ya da üretim tekniklerinin kullanımını yasaklamak değildir.

Bununla birlikte, Hukuk Sözcüsü’nün de görüşünde belirttiği üzere, menşe adının tanımlamasına yer veren 1151/2012 sayılı Tüzük m. 5/1-a ve b, 510/2006 sayılı Tüzük m. 2/1-a ve b uyarınca menşe adları, belirli niteliklere ve özelliklere sahip bir ürünü tanımlıyor olmaları sebebiyle korunurlar. Dolayısıyla menşe adı ve bu menşe adının kapsamındaki ürünler arasında sıkı bir bağlantı vardır.

Bu nedenle m. 13/1-d’de yer alan “diğer her türlü uygulama” şeklindeki ifadenin de ucu açık bir ifade olduğu dikkate alındığında, tescilli coğrafi işaretin kendisine ürünün ambalajında veya somut uyuşmazlıkta olduğu gibi ürünün üzerinde yer verilmese bile tescil kapsamındaki ürün ile aynı şekil veya görünüm özelliklerine sahip bir ürünün üretiminin bu bent kapsamında değerlendirilme ihtimali vardır. Bu durum ise ancak, böyle bir üretimin, tüketicileri ihtilaflı ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltıyor olması durumunda söz konusu olacaktır. Hukuk Sözcüsü görüşünde de belirtildiği üzere bu konuda karar verebilmek için ilk olarak, makul derecede bilgilendirilmiş, dikkatli ve ihtiyatlı ortalama bir AB tüketicisinin algısı; ikinci olarak ise ihtilaflı ürünün topluma sunuluş ve pazarlanma şekli de dahil olmak üzere somut olaydaki ilgili tüm faktörler dikkate alınmalıdır.

Özellikle, ABAD’ın önündeki somut olayda olduğu gibi, tescil kapsamındaki ürünün dış görünüşüne ilişkin bir unsurun tescil kapsamında olmayan bir ürün için kullanımı durumunda, bu unsurun tescil kapsamındaki ürünler için ayırt edici temel bir özellik olup olmadığını değerlendirmek gerekir. Böyle bir durumda söz konusu unsurun tescil kapsamında olmayan ürünler için kullanımı, diğer tüm ilgili faktörlerle de bağlantılı olarak, tüketicilerin ihtilaflı ürünün coğrafi işaret tescili kapsamındaki ürün olduğuna inanmalarına yol açabilir.

Sonuç olarak, yukarıda yer verilen tüm bu açıklamalar ışığında, ABAD’a göre, 510/2006 sayılı Tüzük m. 13/1-d ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-d; coğrafi işaret tescili kapsamındaki bir ürünü karakterize eden şekil veya görünüm özelliklerinin, tüketicilere, ihtilaflı ürünün, tescil kapsamındaki -coğrafi işaretli- ürün olduğunu düşündürecek şekilde, tescil kapsamında olmayan bir ürün üzerinde kullanımını yasakladığı şeklinde yorumlanmalıdır. Ayrıca bu durum değerlendirilirken, somut olayla ilgili tüm faktörler de dikkate alınarak, bu kullanımın makul derecede bilgilendirilmiş, dikkatli ve ihtiyatlı ortalama bir AB tüketicisini, ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltıp yanıltmayacağının incelenmesi gerekir.

III. Türk Hukukunda Durum

Türk hukukunda coğrafi işaret tescilinden doğan hakların kapsamı ve coğrafi işarete tecavüz halleri, sırasıyla 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m. 44/2 ve SMK m. 53/1’de düzenlenmiştir. SMK 53/1-a, b ve c’nin, 510/2006 sayılı Tüzük ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-a, b ve c’ye büyük ölçüde paralel bir şekilde düzenlendiği görülmektedir. Bununla birlikte SMK’da m. 53/1-ç’de “coğrafi işarete ilişkin amblemin tüketiciyi yanıltıcı biçimde kullanımı”coğrafi işarete tecavüz olarak düzenlenilen son ve dördüncü durum olarak öngörülmüştür. Söz konusu hükmün, tüketiciyi yanıltıcı kullanımları yalnızca amblemin kullanımı ile sınırlandırması sebebiyle, tüketicileri yanıltacak diğer her türlü davranışın yasaklandığı 510/2006 sayılı Tüzük ve 1151/2012 sayılı Tüzük m. 13/1-d’nin aksine daha dar kapsamlı bir hüküm olduğu görülmektedir.

Tespit edebildiğimiz kadarıyla bizim hukukumuzda, Yargıtay tarafından, SMK’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra doğmuş, ABAD’ın incelediği uyuşmazlığa benzer bir uyuşmazlık hakkında karar verilmemiştir. Bununla birlikte, 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin yürürlükte olduğu dönemde, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 11.03.2010 tarihli, 2008/10674 E. ve 2010/2689 K. sayılı kararında, coğrafi işaretin kendisi kullanılmasa bile tescil kapsamındaki ürünlerin görünüm özellikleri ile aynı özelliklere sahip bir ürünün ithal edilmesini coğrafi işarete tecavüz olarak değerlendiren ilk derece mahkemesi kararının onandığı görülmektedir.

İlgili karara konu coğrafi işaretler, “Bünyan El Halısı” ve “Hereke Yün El Halısı” şeklinde tescilli coğrafi işaretlerdir. Davalı, üzerinde ne Bünyan ne de Hereke ibarelerinin yer aldığı ancak (bilirkişi raporlarında da tespit edildiği üzere) motif, renk ve desen özellikleri yönünden tamamen, teknik özellikler yönünden ise kısmen tescil belgelerindeki unsurları içeren halıları ithal etmek istemektedir. İlk derece mahkemesi, “coğrafi işaret tescil belgeleri ile anılan ürünlerin gerek teknik gerekse biçim özelliklerinin koruma altına alınmış” olduğunu belirtmiş ve ithal edilmek istenen ürünlerin, tescil kapsamındaki ürünün tescil belgesinde belirtilen karakteristik özelliklerini taşıması sebebiyle coğrafi işarete tecavüzün gerçekleştiğine karar vermiştir. Yargıtay da “uyuşmazlık konusu halılara ait desen ve motiflerin tescil edilen coğrafi işaret konusu ürünlerin karakteristik özelliklerinden olduğunun bilirkişi raporlarında tespit” edilmesinden hareketle 555 sayılı KHK m. 15/d uyarınca coğrafi işarete tecavüzün gerçekleştiğini belirterek ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.

Yargıtay kararının dayanağı olan 555 sayılı KHK m. 15/d’ye göre, tescilli coğrafi işareti kullanım hakkına sahip kişiler ürünün, menşei konusunda halkı yanıltabilecek biçimde ambalajlanması veya yanılgı yaratabilecek diğer herhangi bir biçimde sunulmasınıönleme hakkına sahiptirler. Bu itibarla Mülga 555 sayılı KHK m. 15/d’nin, SMK m. 53/1-ç’den daha geniş kapsamlı olarak düzenlendiği ve AB düzenlemeleri ile daha uyumlu olduğu görülmektedir. Bu açıdan gerçekten de 555 sayılı KHK m. 15/d, ABAD’ın yukarıdaki değerlendirmeleri çerçevesinde, coğrafi işaretin kendisi üründe herhangi bir şekilde kullanılmasa bile tescil kapsamındaki ürünün ayırt edici bir görünüm özelliğinin tescil belgesindeki şartları sağlamayan bir üründe kullanılmasını yasakladığı şeklinde yorumlanmaya müsait bir hükümdür.

Görüldüğü üzere gerek ABAD gerekse Yargıtay benzer uyuşmazlıklara ilişkin kararlarını benzer düzenlemelere dayandırmıştır. SMK’da benzer bir düzenlemenin yer almaması sebebiyle, hukukumuzda, tescil kapsamındaki ürünlerin karakteristik görünüm özelliklerinin kullanılması, coğrafi işarete tecavüz olarak yorumlanılabilse bile bu yorumun SMK’da hangi hükme dayandırılacağı hususu tartışılabilir. Kanaatimizce, SMK’da, -coğrafi işaretlere sağlanan korumanın amacı göz önüne alındığında- tüketicileri yanıltabilecek uygulamalara ilişkin geniş kapsamlı bir maddenin yer almaması büyük bir eksikliktir. Şu an için m. 53/1-a, b, c ve ç kapsamında değerlendirilemeyecek ancak bu yazıya konu olduğu şekliyle, ihtilaflı ürün ile karşılaşan tüketicilere tescil kapsamındaki ürünleri ciddi şekilde anımsatabilecek diğer türlü davranışların, pozitif düzenlemelerin lafızları uyarınca önlenebilmesinin pek mümkün gözükmediği söylenebilir.

Ahunur AÇIKGÖZ

Mart 2021

acikgozahu@gmail.com

KÖPEĞİNİZE ŞAMPANYA? EUIPO CHAMPAWN KARARI

EUIPO İtiraz Bölümü’nün 21.12.2020 tarih  ve B 003102239 nolu  kararına konu olan olayda;

Woof and Brew Limited şirketi 1 474 686 numarasıyla WIPO nezdinde CHAMPAWS kelime markası için 31. Sınıfta bir uluslararası başvuru yapıyor ve bu kapsamda Avrupa Birliği’ni de seçiyor.  

Başvuruya, EUIPO nezdinde, Champagne coğrafi işaretinin korunması ve promosyonundan sorumlu  Comité Interprofessionnel du Vin de Champagne (CIVC) ve Fransa’nın gıda-tarım ormancılık ürünlerinin kaynak ve kalitesinden ve bu çerçevede Fransız menşeili coğrafi işaretlerin korunmasından sorumlu devlet kurumu INAO birlikte itiraz ediyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi itirazın dayanağı tescilli ve meşhur Champagne coğrafi işareti. Takipçilerimizin çoğunun bildiği gibi Champagne 1973 yılından beri Birlik seviyesinde tescilli bir coğrafi işaret.

İtiraz sahipleri dosyaya Champagne coğrafi işareti ve bunun ününü tevsik eden sayısız delil sunuyorlar.  Bu deliller arasında coğrafi işaret tescil belgeleri,itiraz edenlerin konu başvurunun geri çekilmesini ve her tür kullanıma son verilmesini talep ederek başvuru sahibine gönderdikleri  ihtarname, Champagne bölgesini açıklayan materyaller, basında çıkmış yazılar, web sayfalarından çıktılar, Champagne hakkında ekonomik veriler, lehe verilmiş önceki kararlar var.

İtiraz birimi sunulan delillerden Champagne coğrafi işaretinin tanınmışlığının rahatça anlaşıldığını,  bölgede yaşayan üreticilerin ve CVIC’in bu ünü korumak için büyük bir çaba gösterdiğinin ve bu coğrafi işarete büyük yatırım yaptıklarının anlaşıldığını, bunun yanında Champagne köpüklü şaraplarının lüks, başarı, kutlama ve parıltı ile özdeşleştiğini ve bunun önceki verilmiş kararlarda da kabul edildiğini belirtiyor.   

Muterizler CHAMPAGNE ile CHAMPAWS arasında görünüş ve söyleniş olarak benzerlik bulunduğunu, CHAMPAWS kelimesinin coğrafi işareti çağrıştırdığını ve onun ününden yararlanacağını, mallar arasında da belli seviyede benzerlik bulunduğunu iddia ediyor.

Champagne coğrafi işareti “şaraplar” için tescil edilmiş durumda.  İtiraza konu işaret ise 31. Sınıfta “ev hayvanları için yiyecekler, ev hayvanları için içecekler” için başvuruya konu olmuş.

Doğal olarak başvuru sahibi aşağıdaki savunmalarda  bulunuyor;

— mallar arasında hiçbir benzerlik yok, taraflara ait malların doğası, fiziki görünümü, temel malzemeleri vs tamamen farklı

—Champagne insan tüketimi içindir oysa başvuruya konu mallar evcil hayvanlar içindir  ve bu ürünlerin içinde alkol bulunmaz çünkü alkol hayvanlar için zararlıdır,

—Konu mallar ne aynı vesilelerle tüketilir ne de aynı kanallardan dağıtılır, bunların pazarlama kuralları dahi farklıdır,

—Dolayısıyla başvuruya konu markayı taşıyan ürünlerin tescilli coğrafi işaretle korunan şaraplarla yolunun kesişmesi mümkün dahi değildir.   

Ancak İtiraz Birimi başvuru sahibine katılmıyor ve bir coğrafi işaretin tescili sadece Avrupa Birliği’nde tüketicileri bilgilendirerek satın alma tercihleri konusunda zihinlerini netleştirmeyi amaçlamaz, aynı zamanda bu coğrafi işaretlerin ününden haksız yararlanmaya karşı korunmasını ve adil rekabetin sağlanmasını  da hedefler diyor.  

CHAMPAWS Instagram posts (photos and videos) - Picuki.com

EUIPO bu noktada itiraz sahibi tarafından dosyaya sunulmuş olan karşı tarafın kullanımlarını da değerlendiriyor ve başvuru sahibinin ürünlerinin görünümünün coğrafi işaretle korunan ürünlerin görünümüyle olan benzerliğine dikkat çekiyor, bunlar da sanki kutlama veya özel vesilelerle tüketilecekmiş gibi duruyor diyor.   Aşağıda başvuru sahibinin ürün örneklerinin görseline bakıldığında fark edileceği gibi bunlar köpüklü şarap şişesi formunda üstelik de ürün tanıtımında “Champagne for dogs&cats” yani “köpek ve kediler için Champagne” ibareleri kullanılmış!

İtiraz Birimine göre; her ne kadar şaraplar ile başvuruya konu mallar birebir aynı değilse ve başvuru sahibinin işaret ettiği gibi ürünler arasında farklılıklar varsa da aralarında belli bir yakınlık bulunduğu da inkar edilemez. Ürünler arasındaki bağlantı özellikle başvuru sahibinin pazarlama faaliyetleri ile pekiştirilmiş durumda,mesela ürünler üzerinde Champagne coğrafi işaretli ürünlerin bir karakteristiği olan köpüklere açık referanslar verilmesi gibi.

İtiraz Birimi işaretleri aşağıdaki biçimde değerlendiriyor;

Yazılış açısından; İki işarette de  ilk 6 harf (CHAMPA) birebir aynı ve aynı sıralamayla yer alıyor. Kelimeler birbirine çok yakın harf saysıına sahip, biri dokuz harf diğeri ise sekiz harften oluşmuş. Aradaki fark ise sondaki harflerde. Dolayısıyla kelimelerin başındaki ayniyet çok daha önemli çünkü tüketiciler, okuma soldan sağa doğru yapıldığından, kelimelerin  baştaki bölümüne daha fazla odaklanır  ve ilk o bölüme dikkat eder. Bu durumda  CHAMPAGNE ve CHAMPAWS arasındaki benzerlik ortalama seviyeden yüksektir.

Okunuş açısından; Birlik ülkeleri içinde farklı okuyuş kuralları mevcutsada her iki kelimede okunuş ilk hece olan CHAM’da kesişiyor ve bu kesişme sonraki PA harflerinde de devam ediyor. Kelimelerin sonları farklı fakat bu son kısımların tüketiciler tarafından çok daha az anımsanacağı ortada. Bu sebeple kelimelerin okunuşunda da ortalama seviyenin üstünde bir benzerlik mevcuttur.  

Kavramsal Açıdan; CHAMPAGNE Fransa’da bir bölgeye refere ediyor, CHAMPAWN ise toplumun büyük kesimi tarafından anlamsız bir kelime olarak algılanacaktır.  Toplumun diğer kesimi ise, özellikle İngilizce konuşan gruplar, işaretteki  PAWS (patiler) kelimesini ayırarak algılar ki bu kelimenin marka başvurusuna konu mallarla bağlantısı açıktır. PAWS kelimesinin başvuruya konu mallarla açık bağlantısı yüzünden kavramsal farklılığa çok fazla önem atfedilmesi mümkün olmadığı gibi, bu kavramsal farklılık işaretler arasındaki yazılış/görünüm ve okunuşlar arasındaki benzerliğin önüne geçmemektedir.

Sonuçta İtiraz Birimi tüketicilerin CHAMPAWN işaretini ve başvuruya konu olduğu malları CHAMPAGNE coğrafi işareti ve bunun korunduğu Champagne bölgesinden  şaraplar emtiasıyla doğrudan bağlantılı göreceğini değerlendiriyor.

Burada Birim özellikle başvuru sahibinin pazarlama stratejisine vurgu yaparak bunun açıkça CHAMPAGNE coğrafi işaretinin çağrıştırılması üzerine bina edildiğine dikkat çekiyor. Şampanyanın prestij, lüks, parıltı ,kutlama kavramlarını akla getirmesinin tek sebebi Campagne bölgesinden gelen şarapların kalitesi değil, aynı zamanda imaja yapılan yatırımdır diyor ki çok haklı. İşte diyor, başvuru sahibi bu yatırımdan yararlanmaya çalışıyor.

Neticeten itiraz tümüyle kabul edilerek bahsi geçen uluslararası başvuru reddediliyor.    

Kediler ve köpekler için şampanya mı? İnsanlar neler düşünüyor!

Özlem Fütman

Ocak 2021

ofutman@gmail.com

EUIPO’DAN SÜRKONTUR BİR KARAR; CHÂTEAU DE POMMARD

EUIPO Beşinci Temyiz Kurulu’nun R 2650/2019-5 numaralı ve 16/06/2020 tarihli kararını  okumaya başladığımda  iki şey bana tuhaf geldi;

1-Başvuru sahibi Fransa’nın özellikle beyaz şaraplarıyla meşhur Burgonya bölgesinden  bir  üretici olmasına rağmen Amerika’da yapılmış bir başvuruyu rüçhan alarak EUIPO’ya başvurmuştu. 1726 tarihinden beri var olan yerleşik bir Fransız şarap üreticisi ne diye gidip ABD başvurusunu rüçhan alsındı ki? Olmaz değil tabii ama yine de ne bileyim, neden Fransa’da yapılmış bir başvuru yerine ABD rüçhanı diye düşündüm

2-Başvuru sahibini bir İngiliz hukuk bürosu temsil etmiş. Tamam kim kimi isterse vekil atayabilir ama Fransa’da bu kadar yerleşik ve işi bilen  büro varken ve bunlar Pommard’a ulaşım açısından daha yakınken  insan niye Londra’dan bir büro ile anlaşır ki diye düşünmeden edemedim.

Un américain; Michael Baum, 50 ans, achète le château de Pommard
Michael Baum

Sonra kararın ortalarına doğru geldiğimde aklımdaki soruları durduramadığımdan internete girip  araştırmaya başladım, 2010’ların başında Pommard’a gitmiştim ama acaba sonra bir şey mi olmuştu…. Ve şaşırarak gördüm ki  Chateau de Pommard 2014 yılında Silikon Vadisinden Michael Baum adlı zengin bir girişimciye satılmış!. Şarap sektörünün Fransa için hem ekonomik hem de özellikle kültürel önemini düşündüğümüzde Fransız şarap üreticisi şirketlerin  ve markalarının satışını pek  öyle sıradan el değiştirmeler  olarak nitelendiremeyiz. Bu noktada özellikle  Burgonya yöresinin kendi içinde mahfuz bir sistemi vardır çünkü orada resmi olmayan bir anlaşmaya/geleneğe göre birisi bağlarını satmaya karar verirse bunu önce etraftaki konu komşuya önerir. Bölgeden başka bir şarap üreticisi almak için teklifte bulunmazsa ancak o zaman satış isteği dışarıya duyurulur ki buna da pek gerek kalmaz çünkü araziler derhal yakın çevre tarafından satın alınır. O sebepledir ki yüzyıllar boyunca Burgonya şarap bağları Fransızların elinde kalmış ve yabancı satın almacılar da Bordeaux bölgesine yönelmek durumunda kalmıştır.  İşte bu içine kapalı sistemi kırarak Burgonya’da satın alma gerçekleştiren ilk kişi olmuş Michael Baum ve üstelikte kendisinin Amerikalı olması büyük gürültü çıkarmış satın alma gerçekleştiğinde. Burada yine de bir trik var ama, önceki sahibinin elindeyken     CHÂTEAU DE POMMARD’ın resmi merkezi Fransa’da değil fakat Lüksemburg’da imiş! Satışın bu kadar tartışmaya sebep olmasının ve dikkat çekmesinin  bir diğer sebebi de CHÂTEAU DE POMMARD’ın bölgedeki en büyük tek parça bağa sahip olması, arazi tek bir parçadan oluşan  20 hektarlık bir bağ ve bu kadar büyük bir bağın yekpare  olması son derece müstesna bir monopoli yaratıyor bölgede. CHÂTEAU DE POMMARD tarihi bir şarap üreticisi,  1726 yılında Parisli bir avukat ile Kral 15. Louis’nin sekreteri tarafından kurulmuş, içinde iki adet şato binası  bulunan bir şarap üreticisinden bahsediyoruz burada. Şimdi bakalım CHÂTEAU DE POMMARD markası EUIPO  nezdinde Avrupa Birliği Topluluk Markası olarak tescil ettirilmek istenince neler olmuş.  

 OLAYLAR

Chateau de Pommard, Société civile d’exploitation agricole (başvuru sahibi) ABD’de yapılmış 2018 tarihli başvurusunu rüçhan alarak EUIPO nezdinde 31/01//2019 tarihinde  CHÂTEAU DE POMMARD markasının 33,43 ve 45.sınıflardaki mal ve hizmetler için tescili amacıyla  başvuruda bulunuyor.  Dosyayı inceleyen uzmanın talebi üzerine mal listesi iki  kez  değiştiriliyor ve sonunda aşağıdaki hale geliyor.

33.Sınıf; Şaraplar için kullanılan geleneksel “Chateau” teriminin tanımına/ şartlarına uyan ve koruma altındaki “Pommard” coğrafi işaretinin spesifikasyonlarına  uyan şaraplar 

43.Sınıf; Konaklama hizmetleri, yani, otel,restaurant ve bar hizmetleri; yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri; yiyecek ve içecek ikram servisi; yiyecek ve içecek hazırlanması hizmeti; yiyecek hazırlanması danışmanlığı hizmetleri; misafirler için yiyecek ve içecek sunulması hizmetleri; yiyecek ve içecek hazırlanması ile ilgili bilgi sağlanması hizmetleri; içecek yani şarap sağlanması hizmetleri; konferans, sergi ve toplantılar için alanların sağlanması hizmetleri;organizasyonlar için mekan sağlanması ve kiralanması hizmetleri yani sosyal organizasyonlar için otel balo salonları ve sosyal tesislerin  kiralanması hizmetleri-sağlanması hizmetleri.    

45.Sınıf; Otel konsiyerj hizmetleri; konsiyerj hizmetleri yani başkaları için talep edilen kişisel ayarlamaların ve rezervasyonların yapılması ve bireysel ihtiyaçların giderilmesi için müşteriye özel bilgi sağlanması hizmetleri.

Uzman incelemeden sonra işaretin tanımlayıcı olduğu, ayırt edici olmadığı ve tescilli Pommard coğrafi işaretiyle çeliştiğini  belirterek başvuruyu 33 ve 43. sınıflarda reddediyor ve bunu da şu gerekçelere dayandırıyor;

–Marka başvurusunda yer alan ‘CHÂTEAU’ kelimesi 2013 tarihli ve 1308/2013 numaralı AB Tüzüğü çerçevesinde şaraplar için korunan geleneksel bir kelime olup, bu kelime ile kastedilen şey şarabın  belli-tek bir araziden/mülkten  geliyor olduğudur. Diğer yandan Chateau kelimesi Fransızca’da “kale” anlamına da gelmektedir.

Başvuruda geçen “POMMARD” ise yine  1308/2013 numaralı AB Tüzüğü çerçevesinde korunan  tescilli bir coğrafi işarettir; Pommard, Doğu Fransa’da Cote-d’Or bölgesinde Burgogne-Franche-Comte bölümünde yer alan bir komünün de adıdır ve burası şarap üretimiyle meşhurdur. CHÂTEAU  ve POMMARD kelimelerinin bariz anlamları düşünüldüğünde Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki Fransızca konuşan ilgili tüketiciler CHÂTEAU DE POMMARD ibaresini  şu şekilde algılayacaktır; Pommard bölgesinde yer alan Chateau isimli bir şarap üreticisi

—Başvuru sahibinin iddiasına göre Fransa’da yerleşik bir geleneğe/konvansiyona göre her komünde sadece tek bir château   CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN İSMİ] şeklinde bir ismin sahibi olabilir. Bu durumda  ilgili  tüketiciler CHÂTEAU DE POMMARD ibaresini gördüğünde bunun  Pommard yöresindeki  spesifik ve tek bir üreticiye yani başvuru sahibinin meşhur şaraphanesine refere ettiğini anlayacaktır.

Bu argümana karşı uzman diyor ki; EUIPO   bahsedilen Fransa’da ki bu isimlendirme  geleneğini  tartışmıyor, ancak diyor ki  tek başına bu gelenek ilgili tüketicilerin CHÂTEAU DE POMMARD ibaresini derhal ticari kaynak gösteren bir isim olarak algılayacaklarını kabul etmek için yeterli değil. Tüketiciler bu ibareyi , dediğimiz gibi, Pommard bölgesindeki adı “Chateau” olan bir şarapevinin şarapları hakkında bilgilendirici bir ibare olarak görür. Aynı durum sadece mallar için değil reddedilen  hizmetler için de geçerli çünkü bu hizmetler de şarap endüstrisi ile yakından ilgili ve tüketicilerde bunu “Pommard yöresinde bulunan bir şatoda bu hizmetlerin sağlandığı” şeklinde anlar.  

— ‘CHÂTEAU DE POMMARD’ şeklindeki bir kelime kombinasyonu Fransız dilbilimine göre ne alışılmadık ne de anlaşılmazdır. Tüketicinin bu durumda başvuruya konu işareti belirtilen şekilden başka biçimde anlamasına sebep olacak bir durum yoktur.

—Başvuru sahibinin iddialarının aksine,  ilgili tüketiciler ‘CHÂTEAU DE POMMARD’ ile karşılaştığında bunu malların geldiği yada hizmetlerin sunulduğu yerle ilgili belli bir kalite, coğrafi kaynak belirten bir bilgilendirme olarak algılayacaktır.

—-Başvuru sahibi piyasada hiçbir rakibin bu kelime kombinasyonunu kullanmadığını iddia ediyor. Fakat burada esas olan ilgili toplum kesiminin ibareyi gördüğünde bunu derhal ticari kaynak gösteren bir işaret olarak algılayıp algılamayacağıdır. Yoksa daha evvel bir başkasının bunu kullanıp kullanmadığı önemli değildir.

—Başvuru sahibi bazı  ulusal kararlara dayanıyor ancak; Avrupa Birliği rejimi otonom yani özerktir , kendine ait hedef ve kuralları vardır, kendi başına idare olan bir sistemdir ve herhangi bir ulusal sisteme bağlı olmadan bağımsızca işler. Dolayısıyla bir Topluluk Markasının tescil edilebilirliği değerlendirilirken ancak ve sadece  ilgili Birlik kuralları göz önüne alınır. Bu çerçevede bir Birlik üyesi ülkede veya Birlik dışı bir ülkede verilmiş olan tescil kararlarının bir markanın Birlik düzeyinde tescil edilebilirliği konusunda bağlayıcılığı yoktur.    

—Başvuruya konu işaret açıkça tanımlayıcı olduğundan ve ilgili toplum kesimi tarafından böyle kabul edileceğinden bir ticari kaynak gösterme özelliği taşımamaktadır.

-Bu çerçevede konu işaret Belçika,Fransa ve Lüksemburg’da tanımlayıcı olduğundan ve ayırt edici olmadığından Topluluk Markası olarak tescil edilemez.

At the Heart of Burgundy - Château De Pommard

TEMYİZ GEREKÇELERİ

Başvuru sahibi bu kararı EUIPO Temyiz Kurulu nezdinde temyiz ediyor. Temyize giderken aşağıdaki iddiaları öne sürüyor ve  adeta Emile Zola gibi “j’accuse” yani “suçluyorum” diyor EUIPO’ya!

—‘CHÂTEAU DE POMMARD’ başvuruya konu mal/hizmetler için tanımlayıcı değildir ve tescil için gerekli ayırt ediciliğe sahiptir.

—Diğer marka tescil kurumları ,özellikle Fransız Marka ve Patent Kurumu (INPI) ‘CHÂTEAU DE POMMARD’ ibaresini aynı/benzer mallar için tescil etmiştir. Tek başına bu durum dahi Fransızca konuşulan ülkelerde  CHÂTEAU DE POMMARD’ın tanımlayıcı olarak algılanacağı şeklindeki red gerekçesini geçersiz kılmaktadır. Tamam, ulusal ofisler tarafından verilen kararlar EUIPO için bağlayıcı değildir ama  EUIPO’nun İnceleme Kılavuzu’na göre bunlar yine de  incelemede dikkate alınmalıdır. Uzman özellikle INPI’nin tescilini neden dikkate almadığını gerekçelendirmemiştir. Fransa’nın nüfusu Avrupa Birliği’nde resmi olarak Fransızca konuşan ülkelerin popülasyonunun  %85’ini oluşturduğuna göre dosyada red kararı veren uzman neden INPI’den farklı bir kanaate vardığını açıklamalıdır.  

–Red kararı veren uzman Fransa’da yerleşik olan CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN İSMİ] şeklindeki bir kullanımın ancak o komündeki tek bir château’nun  kullanımına verilebileceği şeklindeki anlaşmayı tartışmadığını söylüyor kararında. Bu gelenek sebebiyle, Fransızca konuşan ortalama tüketici CHÂTEAU DE POMMARD ibaresini gördüğünde derhal bunun Pommard yöresinden spesifik olarak tek/belli bir yerden yani meşhur başvuru sahibinden gelen malları ve orada sağlanan hizmetleri işaret ettiğini anlar.  

—Fransızca konuşan tüketiciler CHÂTEAU DE POMMARD’ı gördüğünde bu işareti taşıyan malların Pommard’da ki herhangi/ sıradan bir şatodan geldiğini yada hizmetlerin böyle sıradan bir yerde verildiğini düşünmez. 

—-CHÂTEAU DE POMMARD özgün bir markadır. Başvuruya konu olduğu mal/hizmetler için, bilindiği kadarıyla,  dünyanın hiçbir yerinde  ne başkası tarafından kullanılmaktadır ne de başkası adına tescil edilmiştir. Ayrıca Pommard yöresindeki üreticilerin elinde  sayısız isim alternatifi mevcuttur,kimse CHÂTEAU DE POMMARD’ı kullanmaz. Halbu ki eğer huzurdaki marka tescil edilmezse CHÂTEAU DE POMMARD ismi herkesin kullanımına açık hale gelecektir.

 —Daha evvel başvuru sahibi aşağıdaki markaları adına tescil ettirmiştir;

•          Fransa’da 133 992 947 numaralı 33. Sınıftaki  CHÂTEAU DE POMMARD markası,

•          Çin’de 33. Sınıfta 12 338 313 numaralı CHÂTEAU DE POMMARD markası,

•          Macao’da 33 sınıftaki N/79 284 numaralı CHÂTEAU DE POMMARD markası

•          ABD’de 33, 39,  41  ve 43. Sınıflardaki 88 059 659 başvuru nolu CHÂTEAU DE POMMARD markası. Markanın tescili tamamlanmamış olsa da tescile izin verildiğine dair resmi  yazı mevcuttur.

•          1 454 045 nolu uluslararası CHÂTEAU DE POMMARD başvurusunun İngiltere ve Singapur ayağı tescilleri

Verilen bu red kararı EUIPO’nun  CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI ] şeklinde daha evvel tescil ettiği  markalara ilişkin uygulamasına aykırıdır ve EUIPO şimdi huzurdaki başvuruyu reddederek ortaya çıkardığı bu çelişkiyi açıklamakla mükelleftirEUIPO nezdinde daha evvel CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN İSMİ] formülasyonu ile oluşturulmuş ve tescil edilmiş markalardan bazıları şöyledir;  

-Domaine du Château de Montfort adına 33. Sınıfta tescil edilmiş CHÂTEAU DE MONTFORT  markası. Montfort , güneydoğu Fransa’da Alpes- de-Haute-Provence’da bulunan bir komündür.

-Gfa Château de Pressac adına 33. Sınıfta tescil edilmiş CHÂTEAU DE PRESSAC markası . Bu marka ‘CHÂTEAU DE PRESSAC adı verilen üzüm bağlarından aynı isimli coğrafi işaretle tescilli şaraplar” malları için 2002’de tescil edilmiştir. Pressac Batı Fransa’da Nouvelle-Aquitaine bölgesinde  Vienne yöresindedir.

-Franz Wilhelm Langguth Erben GmbH & Co. KG, adına 33. Sınıfta tescil edilmiş Château de Mornag markası.  Mornag, Tunisia komününde ufak bir kasabadır.

-PERNOD RICARD adına “alkollü içecekler, özellikle konyak” için tescil edilmiş  CHÂTEAU DE LIGNERES markası. Lignères  kuzeybatı Fransa’da Orne bölümünde bir komündür.

-Domaine Thill, sàrl  adına şaraplar için tescil edilmiş CHÂTEAU DE SCHENGEN markası.  Schengen güneydoğu Lüksemburg’da küçük bir komün ve şarap yapılan küçük bir kasabanın adıdır.

-Domaines Bouteiller SAS  adına “CHÂTEAU DE SAINTE GEMME adı verilen yerden gelen coğrafi işaretli şaraplar “için tescil edilmiş  CHÂTEAU DE SAINTE GEMME  markası . Sainte-Gemme; Güneybatı Fransa’da  Nouvelle-Aquitaine bölgesinde Gironde bölümündeki bir komünün adıdır.

-S.C.I. du CHÂTEAU DE PIZAY adına 33,41 ve 43. Sınıflarda tescil edilmiş.  CHÂTEAU DE PIZAY markası. Pizay, Doğu Fransa’da Ain bölgesinde bir komünün adıdır.

-33. sınıfta “CHÂTEAU DES GRAVIERES adlı üzüm bağlarından /şarap üreticisinden gelen coğrafi işaretle korunan şaraplar” için tescil edilmiş ‘CHÂTEAU DES GRAVIERES’ markası.  Gravières, Güney Fransa’da  Ardèche isimli bölümde yer alan bir komündür.

Devamla başvuru sahibi aynı minvalde şu marka tescillerine de atıf yapıyor; CHÂTEAU DE PORTETS , CHÂTEAU DE THAUVENAY, CHÂTEAU DE SANTENAY, CHÂTEAU DE SANNES.

Bütün bu örnekleri veren başvuru sahibi kendileri için verilen red kararının kuralların herkes için eşit uygulanması ilkesine aykırı olduğunu söylüyor. Bu kadar marka tescil edildiyse bize gelince sorun nedir diyor anlayacağınız. Ve diyor başvuru sahibi açıkça; eğer Temyiz Kurulu aleyhimize verilen red kararını onaylayacaksa o zaman 20 küsur yıldır CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI ] şeklindeki tescillere izin veren istikrarlı uygulamadan bu olayda niçin sapıldığının ve bu red kararının hangi gerekçeyle doğru olduğunun açıklamasını yapmalıdır. İşte işin bu kısmı kontur!

Château de Pommard Clos Marey-Monge Monopole 2015 is Worth Celebrating -  TasteTV

SÜRKONTUR; EUIPO TEMYİZ KURULU NE DİYOR?

Bir kere, diyor Temyiz Kurulu, temyiz başvurusu yaparken formda “kısmi temyiz” kutucuğunu işaretlemişsiniz ama dilekçenizden tam temyiz başvurusunda bulunduğunuzu anlıyoruz ve bu usuli hatanızı görmezden geliyoruz. Daha sonrada temel mevzuat maddesi ,incelemede gözönüne alınacak kurallar, ilgili tüketici kesiminin tespiti konularına odaklanıp aşağıdaki hususlara işaret ediyor.

–AB Marka Tüzüğü’nün 7(1)( c) maddesine göre ticarette ürün veya hizmetlerin türünü, kalitesini, miktarını, amacını, değerini, coğrafi kaynağını veya üretim zamanını ve diğer karakteristiğini belirten ibareleri tek başına veya esas unsur olarak içeren işaretler marka olarak tescil edilemez. Bu maddenin koyulmasının amacı kamu menfaatini korumaktır, diğer bir anlatımla ticarette tanımlayıcı işaretlerin tek bir kişinin mülkiyetine verilmeden  herkes tarafından kullanılmasını sağlamaktır. 

—7(1)/c) hükmünün uygulanabilmesi için başvuruya konu mal/hizmetler ile işaret arasında yeterince doğrudan  ve spesifik bir bağlantı olmalıdır ki ilgili toplum kesimi  derhal ve hiçbir başka incelemeye gerek kalmaksızın işarete konu mal/hizmetleri tanımlayabilsin.   

—Bir kelime markası birden fazla unsurdan oluşuyorsa tanımlayıcı olup olmadığına bütünsel olarak bakılıp karar verilir, yoksa unsurlara ayrılıp ayırtedici olmayan her bir unsur tek tek değerlendirilmez. Prensip olarak tamamı tanımlayıcı kelimelerin kombinasyonundan  oluşan bir işaret tanımlayıcı olur; bunun istisnası ise kelime kombinasyonunun oluşturduğu bileşenin bütünsel olarak kelimelerin tek tek tanımlayıcı olan özelliğinden uzaklaşan alışılmadık bir doğaya sahip olmasıdır.

—Her ne kadar başvuruya konu mal ve hizmetler çok katmanlı bir sektöre ilişkin olsa da burada 33 ve 43. Sınıftaki mal/hizmetler günlük kullanımdaki  değişik malları ve zaman zaman satın alınan hizmetleri kapsıyor. Doğaları düşünüldüğünde bunlar temelde ortalama tüketiciye hitap ediyor. Diğer yandan markada Fransızca sözcükler kullanıldığından işaretin tescil edilebilirliği incelenirken Avrupa Birliği’nde Fransızcanın hakim dil olduğu yerlerdeki toplulukların anlayışına bakmak gerekir.

Akabinde Temyiz Kurulu başvuruyu reddeden uzmanın   CHÂTEAU ve  POMMARD kelimelerinin anlamıyla ilgili yaptığı açıklamaya yer verip, hem CHÂTEAU hem de POMMARD kelimelerinin  Avrupa’nın tümünde geçerli olan bir hukuki koruma altında olduğunu ve zaten başvuru sahibinin de bu hususların hiçbirine  bir itirazı olmadığının altını çiziyor. Daha sonra da uzmanın görüşüne katılarak ortalama tüketicilerin CHÂTEAU DE POMMARD’ı uzmanın işaret ettiği gibi algılayacağını söylüyor. Temyiz Kurulu’na göre de  anlamı açıkça ortada iki kelimeden oluşan bu işaret Fransızca dilbilgisi kuralları da düşünüldüğünde doğrudan ve ilaveten hiçbir düşünsel çabaya gerek kalmaksızın açıkça mal/hizmetlerin karakteristiğini gösteriyor.

Herkes bilir ki diyor Temyiz Kurulu, Avrupa’da ve özellikle Fransa’da  “  château “ çoğunlukla bir şaraphane/şarap üretilen yerdir ve buralar aynı zamanda organizasyon mekanı, restaurant, hotel veya bunların tümü olarak da kullanılır. 33. Sınıfta başvuruya konu olan mallara ve 43. Sınıftaki hizmetlere bakıldığında CHÂTEAU DE POMMARD’ ibaresinin karakteristiği ve malların nerede üretildiğini/hizmetlerin nerede sunulduğunu -bunların coğrafi kaynağını işaret ettiği  açıkça anlaşılmaktadır.  

Kurul’ a göre de marka bu haliyle Pommard bölgesinde herhangi bir “château” manasına geliyor yani özel bir kimliğe -ticari bir kaynağa işaret eder nitelikte değil. Kurul, başvuru sahibinin şu ana kadar bu görüşe karşı bir argüman ileri sürmediğini, sadece Fransa’da her bir komünde yalnızca  bir kişinin/işletmenin CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI] şeklinde bir isim kullanabileceğine dair yerleşik bir anlaşma bulunduğundan bahsettiğini, CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI] şeklinde AB’de tescil edilmiş önceki tarihli 12 marka tescilini örnek göstererek  bunların 10 tanesinin Fransa’da bulunan coğrafi yörelerin/yerlerin ismini kapsadığını belirttiğini söylüyor. Kurul’a göre başvuru sahibi  işin en temel noktasında EUIPO’nın görüşüne karşı bir itirazda bulunmuyor, onun yerine başkaları şunları tescil ettirmiş ve zaten Fransa’da da şöyle şöyle bir gelenek vardır diyor yalnızca.   

Başvuru sahibi CHÂTEAU DE POMMARD ibaresinin 1726 yılından beri kullanıldığını söyleyerek tüketicilerin karşılaştıklarında bunun ticari bir  kaynak gösterdiğini anlayacağını yani başvuru sahibini hatırlayacaklarını iddia etmişti,diğer yandan ise Fransa’da isimlendirme ile ilgili bir anlaşma olduğunu belirtmişti. Kurul bu noktada başvuru sahibinin argümanlarının ve sunduğu delillerin iddialarını kabul etmek  için  yeterli olmadığını düşünüyor. Bir kere diyor, sunulan deliller isimlendirme konusunda Fransa’da bu şekilde yerleşik bir anlaşmanın var olduğunu  ispatlamıyor. Ayrıca diyor, bu deliller başvuru konusu işaretin son derece tanınmış olmasından dolayı Fransızca konuşan ortalama tüketiciler için derhal ticari kaynak göstereceğini de ispata yetmiyor. Bundan da öte,diyor Kurul, AB içinde Fransızca konuşan ilgili toplulukların hatırı sayılır bir bölümü Belçika ve Lüksemburg’dadır, başvuru sahibi isimlendirme ile ilgili Fransa’da ki bir anlayıştan/anlaşmadan bahsederken böyle bir anlaşmanın Belçika ve Lüksemburg’da ki tüketicilerin algısını neden etkileyeceğini ve nasıl etkileyebileceğine dair bir açıklamada bulunmuyor.

Fransız şarapları AB piyasasında çok uzun yıllardır oldukça  güçlü bir pozisyondadır, bunun neticesinde Fransızca konuşulmayan üye ülkelerin vatandaşları dahi şarap endüstrisinde kullanılan “CHÂTEAU’ gibi Fransızca kelimelere ve hatta POMMARD gibi şarap konusunda meşhur yerlerin isimlerine yoğun biçimde maruz kalmaktadır diyerek Kurul bu kelimelerin aslında Fransızca konuşmayan tüketiciler için dahi ayırtedicilik içermeyebileceğini söylüyor.

Başvuru sahibi biliyorsunuz CHÂTEAU DE [KOMÜNÜN ADI] şeklinde tescil edilmiş başka markaları emsal göstererek “onları tescil ettiniz, bizimkini niye etmiyorsunuz. Niye kuralları herkese eşit uygulamıyorsunuz, neden kendi uygulamanızdan sapıyorsunuz” diye soruyordu açıkça. Bu konuda  Kurul EUIPO’nun  kararlarında tutarlı olması gerektiği ve markaları incelerken aynı kriterleri uygulaması gerektiği konusunda kendisinin de  aksi bir görüşü olmadığını, ama daha evvel  kendisinin önüne hiç  gelmemiş dosyalarla ve  ilk derece mercilerinin verdiği önceki kararlarla/tescil kararlarıyla  bağlı olamayacağını söylüyor

Diğer yandan Streamserve kararında da ifade edildiği gibi (27/02/2002, T-106/00, Streamserve, EU:T:2002:43, § 67) verilmiş olan bir karar önceden verilmiş kararlardan farklı olabilir ancak burada asıl olan hukuksal gerekliliklerin yerine getirilmiş olup olmadığıdır; bu sebepledir ki Temyiz Kurulu kararlarının hukukiliği AB yargı sistemi tarafından yorumlanan AB Marka Tüzüğü çerçevesinde  değerlendirilir, yoksa Ofis’in önceki kararlarına göre değil diyor.

Ayrıca piyasaların uygulamaları, diller ve tescil pratikleri-anlayışları zaman içinde değişir-dönüşür. O sebeple geçmişte tescil edilebilir olan bir işaret bugün artık tescil edilme şartlarını karşılamaz olarak değerlendirilebilir. Bir yandan da sistem içinde hukuka aykırı olarak tescil edilmiş,edildiği düşünülen işaretlere karşı başvurulabilecek hukuki mekanizmalar mevcuttur. Yani geçmişte bir marka tescil edilmiş diye bugün sizin ki de illa tescil edilecek değil demek istiyor.

Malum, başvuru sahibi CHÂTEAU DE POMMARD için daha önce Çin,Singapur,Makao, İngiltere, ABD ve Fransa’da tescil aldığından bahsediyor ve özellikle Fransa’daki tescile atıfla “marka en fazla Fransızca konuşulan AB üyesi ülkede yani Fransa’da tescil edilmiş, siz niye tescil etmiyorsunuz” diyordu EUIPO’ya . Buna cevaben Temyiz kurulu, EUIPO ne AB üyesi ülkelerin ulusal kurumlarının verdiği kararlarla ne de  AB üyesi olmayan ülkelerin kurumlarının verdiği kararlarla bağlıdır, AB sistemi, bağımsız, otonom ve kendi kuralları olan bir sistemdir ve bir AB Topluluk markasının tescil edilip edilmeyeceğinde ancak AB Hukuku göz önüne alınır diyerek önce kuralı hatırlatıyor.   Daha sonrada Kurul Fransa’da INPI nezdinde yapılmış tescil özelinde şunları ifade ediyor; evet Fransa’da bir tescil yapıldığı ortada, ancak bu tescilin dayanakları  tam olarak açıklanmış değil. Özellikle başvuru sahibinin sürekli bahsettiği şarap sektöründeki isme ilişkin anlaşma INPI önünde ispatlanmış mı bunu bilmiyoruz. Ayrıca Fransa’da ki tescil kullanımla ayırt edicilik kazanılmış olduğu gerekçesiyle de kabul edilmiş olabilir. Üçüncüsü de topluluk markası bir ülkesel tescilden çok daha geniş bir coğrafi alanı kapsar; bu sebeple de Birlik ülkelerinin bir kısmı için geçerli olan bir mutlak red sebebi ortaya çıkmışsa başvuru reddedilir, ki burada da bu durum en azından Belçika ve Lüksemburg için mevcuttur diyor.

Neticeten Temyiz Kurulu da uzmanın red konusundaki görüşünü paylaşıyor ve bunun gerekçelerinin de doğru olduğunu kabul ediyor.

Hamiş; Chateau kelimesinin şarap sektörü için geleneksel ve anlamı bilinen bir kelime olduğu doğru, Pommard’ın tescilli coğrafi işaret olduğu da tartışmasız.  Ama öte yandan Chateau de Pommard   1726’dan beri var olan bir  şarap üreticisi ve o tarihten beri kullanılan bir  işaret. Markanın geçmişini düşününce….. Ne diyelim, “CHÂTEAU DE POMMARD” Belçika ve Lüksemburg’un kurbanı oldu!

Özlem Fütman

Ocak 2021

ofutman@gmail.com

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN COĞRAFİ İŞARET SİSTEMİNDE ÖNEMLİ GELİŞMELER

2020 yılını nihayet! geride bırakmaya kısa bir süre kala, AB’den coğrafi işaretlerle ilgili iki önemli haber geldi.

Haberlerden ilki; TMview ve DesignView gibi EUIPO tarafından geliştirilen ve AB Komisyonu işbirliğiyle oluşturulan GIview portalının kapısının, 25 Kasımda resmi olarak açıldığı. AB düzeyinde korunan tüm coğrafi işaretler, GIview aracıyla kolaylıkla görüntülenebiliyor.

https://www.tmdn.org/giview/  adresinden erişim sağlanan GIview portalında; AB nezdinde tescil edilerek korunan coğrafi işaretlerin yanı sıra, ikili veya çok taraflı uluslararası anlaşmalarla AB’de korunan yabancı coğrafi işaretler ile, yine bu anlaşmalar kapsamında diğer ülkelerde korunan AB coğrafi işaretleri hakkında bilgiler de yer alıyor.

GIview; AB’nin eAmbrosia veri tabanında bulunan coğrafi işaretlere ait olan bilgileri kullanıyor ancak daha fazlasına sahip. Coğrafi işaret üretici grubunun iletişim bilgisi, denetim mercii, haritalar, ürün fotoğrafları, ürünün tanımı, coğrafi sınır, sürdürülebilirlik beyanı vb bilgiler içeriyor. Portalda yer alması öngörülen bilgiler, orijinal ürünle orijinal olmayan ürünü ayırt etmeyi kolaylaştırmak amacıyla tasarlanmış.

EUIPO tarafından geliştirilen ve hak sahipleri ile uygulayıcı kurumlar arasında köprü kuran IP Enforcement Portalına (https://euipo.europa.eu/ohimportal/en/web/observatory/ip-enforcement-portal-home-page) da, GIview üzerinden geçiş sağlanabiliyor.

İkinci haber ise; tarım dışı ürünler için tüm AB’yi kapsar nitelikte bir coğrafi işaret sistemi oluşturulması konusunda gelinen nokta.

AB Komisyonunun resmi internet sitesinde yayımlanan bir duyuruda (https://ec.europa.eu/info/law/better-regulation/have-your-say/initiatives?page=1); tarım dışı ürünlere coğrafi işaret koruması sağlama amacıyla yürütülen çalışmalara, 30 Kasım – 28 Aralık tarihleri arasında, AB vatandaşlarının ve paydaşlarının görüş bildirebileceği belirtiliyor. Bu duyuru kapsamında verilen bilgileri, aşağıda özetliyoruz.

AB’nin şaraplar, distile alkollü içecekler, aromatize şaraplar ile diğer bazı tarım ve gıda ürünleri için tüm AB düzeyinde sağladığı sui generis coğrafi işaret koruması, mevcut durumda tarım dışı ürünler için söz konusu değil.

Murano cam ürünleri, Solingen çatal bıçak takımı, Donegal tüvidi, Halas danteli, Macael mermeri, Bolesławiec seramiği, Gablonz mücevheratı vb tarım dışı ürünler için coğrafi işaret koruması sağlanmakta ancak korumanın çeşidi, ülkeden ülkeye değişmekte. AB üyesi ülkelerin yarısından fazlası, diğer üye ülkelerden farklı özellikler taşıyan ulusal sui generis koruma sistemine sahipken, bir kısmı ise sadece marka veya haksız rekabete ilişkin kurallar çerçevesinde korumakta. AB nezdinde “ürünlerin kaynağı”, kolektif ya da bireysel marka vasıtasıyla sertifikalandırılabiliyor. Ancak “sanayi ve el sanatı ürünlerinin özelliklerinin, coğrafi sınır ile ilişkisi”nin sertifikalandırılması, mevcut AB düzeyi standartlar ile mümkün olamamakta.

AB içinde yeknesak yasal düzenlemelerin olmaması; tarım dışı ürünlerin üreticilerini reklam kampanyaları yürütürken, marka tescil ettirirken ya da haksız kullanımlara karşı mücadele ederken hukuki belirsizlik içine sürüklemekte. Üreticilerin bu ürünler için yatırım yapma, niş pazar oluşturmak için işbirliği yapma ve iş becerilerini koruyarak gelecek nesillere aktarma konusunda cesaretlendirilmeye ihtiyacı var. Aksi takdirde özellikle küçük üreticiler, potansiyel pazar fırsatlarını kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalacak.

Tarım dışı ürünlerin üretildiği yerler, genellikle az yatırım yapılan ve AB’nin çok fazla bilinmeyen bölgeleri olduğundan, kültürel mirasın korunması ve turizm potansiyelinin artırılmasına gereksinimleri bulunmakta.

Ayrıca satıcıların, genellikle üçüncü ülkelerde üretilmiş ürünleri orijinal ürün olarak satmaları, kolektif iyiniyeti zedelemekte. Orijinal ürünlerin üreticileri açısından bu durum, haksız rekabet anlamına gelmekte ve pazar kaybına yol açmakta. Diğer taraftan tüketicilerin orijinal ürün ile orijinal olmayan ürünü ayırt etmesini de zorlaştırmakta.

AB, tarım dışı ürünler için yeknesak nitelikte sui generis koruma sisteminin bulunmamasının, küresel düzeydeki itibarını zayıflattığı düşüncesinde. AB üyesi olmayan ülkelere ait tarım dışı ürünler AB nezdinde coğrafi işaret olarak korunamadığından, bu ülkeler, AB’nin tarım ürünlerini korumakta isteksiz davranmakta.

AB, 2019 yılı Kasım ayında Cenevre Metnine taraf oldu. Cenevre Metni vasıtasıyla tarım dışı ürünler için de diğer ülkelerde koruma elde edilmesi mümkün olabilecek. Bu sebeple AB, Cenevre Metninin sunacağı bu önemli  fırsatı da en iyi şekilde değerlendirmek niyetinde.

Buraya kadar anlatılanlar, AB’nin tarım dışı ürünler için coğrafi işaret korumasına olan ihtiyacını özetliyor. Ancak AB’nin yaptığı çalışmalar, bu hususta karşı argümanların da bulunduğunu gösteriyor.

Coğrafi işaretlerin yerel ve geleneksel üretim yöntemlerinin inovasyonu ve rekabeti azalttığı, bu nedenle her zaman tüketicinin lehine sonuç doğurmadığını savunanlar mevcut. Coğrafi işaretlerde “coğrafi sınırın ürün üzerindeki etkisi”nin aşırı derecede zorlanarak adeta dayatma haline getirildiği ve bu nedenle de üreticilerin, potansiyel küresel tedarik zincirlerinden yararlanma olasılıklarının sınırlandırılarak, üretim maliyetlerinin arttırıldığı iddia ediliyor. Ayrıca tarım dışı ürünlerin coğrafi sınırdan özellik kazanmış olduğunun ispatlanabilmesinin çok zor olduğu, bu ürünlerdeki asıl rolün, sadece ustalık becerisine atfedilebileceği vurgulanıyor.

AB’nin İşleyişi Hakkındaki Antlaşmanın 118 inci maddesine göre, AB’nin bir bütün olarak ticaretini etkileyen sınai mülkiyet hakları konusundaki yasal düzenlemelerin, yeknesak niteliğinin bulunması gerekmekte.

AB Komisyonu İç Pazar, Sanayi, Girişimcilik ve KOBİ Genel Müdürlüğü, coğrafi işaret korumasının tarım dışı ürünlere genişletilmesine yönelik çalışmalarda, esas olarak 2009 yılından itibaren yayımlanan çalışmaları dikkate almış. Ancak konunun mihenk taşını; 2014 yılında hazırlanan AB Komisyon Raporu (Commission green paper) ile 2015 yılında AB Parlamentosunca onaylanan rapor (initiative report) oluşturuyor.

AB Komisyonu, tarım dışı ürünler için AB düzeyinde sağlanacak coğrafi işaret korumasının olası etkilerinin, aşağıda belirtilen şekilde gerçekleşeceğini tahmin ediyor.

  • Ekonomik etki: Uzun vadede AB içi ticarette yaklaşık % 4,9-6,6’lık artış (37,6-50 milyar Euro) sağlayacağı, söz konusu bölgelerdeki istihdamı % 0,12-0,14 oranında artıracağı ve AB’nin genelinde 284.000-338.000 yeni iş yaratacağı. Ayrıca 2013 yılında yapılan bir çalışmada elde edilen veriler; tarım dışı coğrafi işaretli ürünlerin %16’sının sadece AB iç ticaretine, %86’sının ise AB içi ve/veya dışı ticarete konu olduğunu göstermiş. Özellikle bıçaklar, çatal bıçak takımları, değerli taşlar ve mücevher ve gibi lüks segmentlerdeki ürünlerin ihraç edilme potansiyeli daha yüksek olduğundan, tarım dışı ürünlere AB düzeyinde coğrafi işaret koruması sağlanmasının, AB’nin dış ticaretini de olumlu yönde etkileyeceği beklentisi var.
  • Sosyal etki: AB’nin kültürel mirasının gelecek nesillere aktarılmasını sağlamak üzere üreticileri, kalifiye işçi yetiştirmek için cesaretlendireceği.
  • Üreticileri haksız rekabetle mücadele etmek için cesaretlendirecek ve böylelikle mülkiyet hakkı gibi temel hakların etkinliğini artıracak.
  • Sınai mülkiyet haklarının tescili ve yaptırım konularında uygulama birliği ile uygulamada sadeleştirme sağlayarak, gerek üreticiler gerekse ilgili kurumlar üzerindeki yükü ve maliyeti azaltacak.

25.11.2020 tarihinde kabul edilen AB Sınai Mülkiyet Eylem Planında; tarım dışı ürünlere AB düzeyinde coğrafi işaret koruması sağlanmasının olası maliyet ve faydalarını ortaya koyacak etki analizi çalışmasını takiben, AB Komisyonu tarafından bu konuda karar verileceği belirtilmekte. Etki analizinin 2021 yılı üçüncü çeyreğinde hazırlanması öngörülmekte olup, muhtemel politika seçenekleri ise aşağıdaki gibi sıralanmakta.

  • Hiçbir şey yapmamak.
  • Ulusal düzeyde ihtiyari tedbirler uygulamak.
  • Uyumlaştırılmış ulusal koruma sistemleri oluşturmak.
  • AB düzeyinde geçerli, yeknesak nitelikte sui generis bir koruma sistemi oluşturmak.
  • Marka sisteminde güncelleme yaparak üreticilerin ihtiyaçlarına cevap veren bir sertifika markası veya kolektif marka temeli oluşturarak “ürünlerinin özelliklerinin coğrafi kaynak ile ilişkisi”nin garanti edilmesini sağlamak.

AB’nin sunmuş olduğu seçenekler, AB’deki farklı menfaat grupları arasında çetin bir mücadele bulunduğunu düşündürüyor bize.

Cenevre Metninin 10 uncu maddesiyle; Cenevre Metninin temel şartlarına bağlı kalmak kaydıyla, coğrafi işaretlere sağlayacakları koruma sisteminin türü konusunda akit taraflara özgürlük tanındığı için AB’nin, Cenevre Metninden faydalanma düzeyini artırmak için tarım dışı ürünlere “sui generis yeknesak bir koruma sistemi” oluşturması da zorunlu değil. Bu durum, konunun karşıtlarının eline önemli bir koz verir nitelikte.

AB nezdinde yürütülen çalışmalarda bahsi geçen coğrafi işaret korumalı tarım dışı ürünler arasında, ülkemizde çok sayıda tescil bulunan halı ve kilimlere rastlamadık. 1151/2012 sayılı AB Tüzüğü uyarınca tüm değil, sadece belirli bazı tarım ve gıda ürünlerinin coğrafi işaret koruması kapsamına alındığı göz önünde bulundurulduğunda, AB’nin “tarım dışı ürünler” başlığı altında tam olarak hangi tür ürünlere koruma sağlayabileceğini de merakla beklemekteyiz.

Gonca ILICALI

Aralık 2020

gilicali12@gmail.com

Kaynaklar:

ALGERNON’A PEYNİRLER; BİR ÜRÜNÜN GÖRÜNÜMÜ COĞRAFİ İŞARETLE KORUNUR MU KONUSUNDA HUKUK SÖZCÜSÜ GÖRÜŞÜ

17/09/2020 Tarihinde ABAD Hukuk Sözcüsü Pitruzzella C-490/19 numaralı MORBIER dosyasında görüşünü açıkladı.Dosyayı yorum kararı için ABAD’a gönderen  Cour de Cassation yani Fransız ulusal yargısının en üst mahkemesi idi.  

OLAYLAR OLAYLAR

Davacı Syndicat interprofessionnel de défense du fromage Morbier (Syndicat) Fransa’da  MORBIER peynirini korumak için 2007 yılında kurulmuş bir organizasyon. 

Davalı Société Fromagère du Livradois SAS (SFL) ise yine Fransa’da mukim bir peynir üreticisi.

Morbier 2000 senesinde Avrupa Birliği’nde tescillenmiş bir coğrafi işaret. Ancak coğrafi işaret tescili yapılırken bir geçiş süreci öngörülmüş, buna göre; coğrafi işaret tescilinde belirlenmiş  alan dışında Morbier adı altında peynir üretenler coğrafi işaretin yayınlanmasından itibaren 5 yıl boyunca  ürünlerin üzerinde, bunun coğrafi işaretli bir ürün olduğunu belirtmeksizin,  üretimlerine devam edebilecekler. Bilin bakalım SFL nerede üretim yapıyor? Bingo, tabii ki coğrafi işaret tescilinde belirlenmiş coğrafi alanın dışında! Aslında SFL 1979 yılından beri Morbier peyniri üreten bir şirket ve belirtilen geçiş süreci kapsamında da 11/07/2007 tarihine kadar üretimine devam ediyor. Bu tarihten sonra ise ürünler üzerindeki Morbier ibaresini ‘Montboissié du Haut Livradois’ ile değiştiriyor . SFL 2001 ’de  Amerikan Marka ve Patent Ofisinde  ‘Morbier du Haut Livradois’ markasını tescil ettirmiş , diğer yandan 2004 yılında Fransa’da “Montboissier” için marka başvurusu yapmış.

Syndicat SFL’yi coğrafi işaret tesciline tecavüz ettiği ve parazit haksız rekabet yaptığı iddiasıyla Paris Bölge Mahkemesi nezdinde dava ediyor. Davada SFL’nin ürettiği peynirlerin “görünümünün” Morbier coğrafi işareti altında üretilen ürünlerle aynı olduğunu, SFL’nin bu şekilde Morbier peynirlerinin ününden haksız yararlandığını, oysa SFL’nin ürettiği peynirlerin Morbier coğrafi işaretinde belirtilen spesifikasyonlara göre üretilmediğini iddia ediyor.   Syndicat davada hem SFL’nin Morbier ismini doğrudan ve dolaylı kullanımının önlenmesini, hem ürünlerinde peynirin ortasından geçen siyah çizginin kullanılmasının önlenmesini ve hem de kendisine tazminat ödenmesini talep ediyor. 2016 Yılında Mahkeme davayı tümden reddediyor. Syndicat kararı  temyiz ediyor  ama temyiz talebi de reddediliyor.

Temyiz Mahkemesi kararında diyor ki; 

–SFL’nin ürettiği peynirlerin birkaç özelliği Morbier coğrafi işaretli peynirlerle aynı, dolayısıyla peynirlerin (görsel) benzerliği herhangi bir ihlal oluşturmuyor,

—Coğrafi işaret mevzuatı ürünlerin görünümlerini değil isimlerini korur, bu durumda  coğrafi işaretli ürünlerle aynı teknikle üretilen ve bunun  sonucunda aynı görsel görünüme sahip olan ürünlerin üretilmesi ticaret özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir,

—-Syndicat  Morbier coğrafi işaretli peynirlerdeki  çizginin tarihi bir gelenek olduğunu ve atadan kalma bir tekniğin uygulanmasının neticesi olduğunu iddia ediyor ama Morbier için coğrafi işaret tescili alınmadan çok önceden beri SFL zaten üretiminde bahsedilen bu tekniği kullanıyor,

—Morbier peynirlerinde sebze karbonu kullanılıyor, oysa ABD’de ki yerel mevzuata uyumlu olması için SFL kendi ürünlerinde bunun yerine üzüm polifenolü kullanmış. Dolayısıyla bu ürünler sırf görünümleri benzer diye karıştırılmaz,

— SFL’nin ürünlerinde pastörize süt kullanılırken coğrafi işaretli ürünlerde çiğ süt kullanılıyor,

—Tüm bunlardan varılan  sonuç şudur; Syndicat coğrafi işaret tescilinin koruma kapsamını hukuka aykırı ve ticaret özgürlüğünü baltalayıcı bir biçimde genişletmeye çalışıyor.

Eh artık ok yaydan çıkmış bir kere, Syndicat dosyayı Fransa’da ki en yüksek yargı merciine taşıyor ve diyor ki “sadece Morbier kelimesi kullanılırsa coğrafi işarete tecavüz meydana gelir yaklaşımı mevzuata aykırı bir yorumdur. Şu ana kadar Mahkeme(ler) ürünlerin görünümünün tüketicileri yanıltıp yanıltmayacağı konusuna hiç girmediler, halbuki mevzuata göre ürünün gerçek kaynağı konusunda tüketiciyi yanıltan tüm kullanımlar yasaklanmıştır ”.

ABAD’A YÖNELTİLEN SORU

Cour de Cassation yargılamayı durdurup dosyayı ABAD’a yorum kararı için gönderiyor ve şu soruyu soruyor;

510/2006  ve 1151/2012 numaralı Tüzüklerin 13(1) maddesi tescilli bir coğrafi işaretin sadece  isminin 3. Kişilerce kullanımının engellenebileceği şeklinde mi yorumlanmalıdır , yoksa coğrafi işaretin ismi kullanılmasa bile, ürünün sunumunda özellikle coğrafi işaretli ürüne karakteristiğini veren şekli veya görünümüyle  benzerlikler içeren ve bu benzerlikler sebebiyle ürünün kaynağı konusunda tüketiciyi yanıltacak  uygulamalar da engellenebilir şeklinde mi yorumlanmalıdır?” 

Eh, konu bu kadar enteresan  ve mesele peynirle ilgili olunca dosyaya Fransız ve Yunanistan hükümetleri ile AB Komisyonu görüş sunuyor.

İLERİ SÜRÜLEN İDDİALAR VE GÖRÜŞLER

Davacı Syndicat dosyada ülkesel mahkemenin sorduğu sorunun ilk bölümünün ABAD tarafından verilen önceki yorum kararlarıyla zaten halihazırda yanıtlandığını (Scotch Whisky ve Manchego peyniri kararları) ve bir tescilli coğrafi işaretin ismi kullanılmasa dahi başka uygulamalarla da ihlalin ortaya çıkabileceğinin belirlendiğini iddia ediyor. Bu minvalde  davacıya göre bir tescilli ürünün karakteristik görünümünün kullanılması/bu görünümde ürün üretilmesi de (b) ve (d) bentleri  çerçevesinde ihlaldir.  Syndicat’a göre bentler arasındaki fark şudur; (b) bendinin uygulanabilmesi için 3. Kişinin ürününün görünümü  tüketicinin zihninde bir tetikleme yaparak doğrudan tescille korunan ürünü getirmelidir, (d) bendi içinse 3.kişinin ürünü ürünün kaynağı konusunda tüketiciyi yanıltma kapasitesine sahip  olmalıdır.    Morbier peynirinde ortadan geçen siyah çizgi adeta ürününün imzasıdır, peynirin renk ve yapısıyla birleşince ona bir kimlik katar. 

SFL’ye göre ise, doğası gereği,  coğrafi işaret ürünün sadece “adını” korur, bu ad ürünün coğrafi alanı ve üretim tekniğiyle bağlantılıdır. Ancak bu durum aynı teknikle üretilip farklı bir isimle satılan bir ürünün engellenebileceği anlamına gelmez.  Scotch Whisky ve Manchego peyniri kararlarına konu olan olaylarda ürünün paketindeki unsurlar ihtilaf doğururken ürünlerin kendisinin satışının engellenmesini gerektiren bir durum yoktur. SFL’nin peynirlerini ürettiği teknik tarihi bir tekniktir. Diğer yandan ortasından siyah bir çizgi geçen karakteristikteki bu ürün hem Fransa’da hem de başka birçok yerde daha üretilmektedir; örneğin Cendré des Près’, ‘Le Douanier’, ‘Le Ratoureux’ gibi.

AB Komisyonuna göre;  bir coğrafi işaret prensip olarak sadece ismi korur ve tescile konu ürünün kendisini veya ürünün fiziksel veya diğer karakteristik özelliğini korumaz. Bunun istisnası ise çok limitli durumlarda olabilir ki Scotch Whisky ve Manchego peyniri olayları bu istisnalar kapsamındadır.  Ancak durumun istisna kapsamında değerlendirilebilmesi için olaydaki tescille korunan ürünün şekli ve görünümünün o ürünün karakteristiği olması ve tüketiciler tarafından ürünün özgün ve ayırt edici özelliği olarak algılanıyor olması gerekir.

Fransız Hükümetine göre; olayda incelenen mevzuat hükümlerinin ruhu ve ABAD’ın önceki kararları uyarınca, tescilli coğrafi işaret isimleri geniş bir korumadan yararlanır ve bu koruma sadece isimle sınırlı değildir + bir ürünün karakteristik şekline sahip bir ürün üretilmesi açık biçimde çağrıştırma olduğu gibi ürünün kaynağı konusunda tüketiciyi yanıltır. Yunan Hükümeti de Fransız Hükümetiyle aynı görüşe sahip.

HUKUK SÖZCÜSÜ NE DİYOR

Hukuk Sözcüsüne göre dosyadaki mesele “ürünün gerçek kaynağı konusunda tüketiciyi yanıltacak diğer uygulamaların” engelleneceğini belirten 13(1)(d) bendi ile ilgili. Ancak davanın tarafları ve görüş sunan herkes çağrıştırmanın engelleneceğini belirten 13(1)(b) bendinden de bahsettiğinden ve dosya hakkında yapılan duruşmada Mahkeme’nin taraflara yönelttiği sorulardan biri de (b) ve (d) bentlerinin farklılığına ilişkin olduğundan  konuyu her iki bent açısından da inceliyor.

Prensip olarak Hukuk Sözcüsü coğrafi işaret tescilinin ürünün adını koruduğunu ve Yönetmelik metinlerinin böyle söylediğini kabul ediyor. Ancak diyor, coğrafi işaret mevzuatını yaratırken kanun koyucunun temel amaçlarının ne olduğunu  göz ardı edemeyiz.

Bir coğrafi işaret tescili başvurusu yapılırken ürünün kendisi ve özellikleri de tarif edilir. Coğrafi işaretler her ne kadar fikri mülkiyet hakkıysa da kamusal özellikleri de vardır ve bu kamusal özellik özel hukuktan gelen hakların önündedir. Bu yönüyle coğrafi işaretler markalardan ayrılır. Diğer yandan  bir coğrafi işaret tescili tescil sahibine kişisel bir hak vermez, belirlenmiş coğrafi alanda belirlenmiş spesifikasyonlara göre üretim yapanlar bu işareti ürünlerinde kullanabilir.   Scotch Whisky yorum kararında ABAD’ın işaret ettiği gibi amaç coğrafi işaretten haksız yararlanmanın önüne geçmektir ve bu durum coğrafi işaretin ismi kullanılmayan ancak işaretle bağlantı kuran işaretlerin kullanımının önlenmesini de kapsar. Birçok kararında ABAD ortada kavramsal yakınlık varsa bunun engellenebileceği şeklinde yorumda bulunmuştur. Queso Manchego kararında ise kelimelerin değil figüratif unsurların kullanımının da çağrıştırmaya yol açabileceğine işaret edilmiştir. Ezcümle 13(1) maddesi coğrafi işaretlere geniş bir koruma sağlamaktadır ve sorunun ilk bölümünün cevabı şudur; coğrafi işaret tescili sadece ismin kullanılmasının  önlenmesiyle sınırlı değildir.

Sorunun ikinci kısmı konusunda Hukuk Sözcüsü prensip olarak  Komisyon’a katılıyor yani, sırf coğrafi işaretli ürünün şekli ve görünümünün aynı bir ürünün üretimi  13(1) maddesi çerçevesinde, otomatikman  çağrıştırma olarak yorumlanamaz. Ancak bir yandan da bazı istisnai hallerde tüketicinin ürünün şekil ve görünümüyle karşılaştığında bunun ona coğrafi işaretli ürünü çağrıştırabileceği ihtimali de göz ardı edilemez diyor.  Mesela bazı hallerde bir ürünün şekli coğrafi işaretli ürüne açıkça referans veriyor olabilir ve o şekle/görünüme sahip bir ürün tüketicinin zihninde açık ve doğrudan biçimde coğrafi işaretli ürünü çağrıştırabilir. Tüm bunların her olayın özelliklerine göre incelenmesi gerekir. Bu noktada 13(1) maddesi bir ürünün şekli, görünümü veya paketinin çağrıştırmada göz önüne alınmayacağı ve özellikle ortada tescilli işaretten haksız bir yararlanma iradesi bulunup bulunmadığı noktasında bunların değerlendirilmeyeceği şeklinde yorumlanamaz.

13(1)(d) maddesi ürünün kaynağı konusunda tüketiciyi yanıltacak her türlü diğer davranışı yasaklamaktadır, ancak bu yasaklanabilecek davranışların neler olabileceğini tanımlamıyor.  Bu noktada tescille ismi korunan ürünün tipik şeklini veya görünümünü havi bir mal üretmek de bu madde kapsamında değerlendirilebilir. Bu halin var olup olmadığı da her ihtilafın kendi özellikleri çerçevesinde belirlenmelidir elbette.  Bu bağlamda ürünün bütünsel genel görünümü de göz önüne alınmalıdır, çünkü tescil kapsamındaki ürünün şekline veya görünümüne sahip olsa bile bir ürün genel olarak farklıysa tüketiciyi yanıltmayabilir de. Diğer yandan ürünün tüketiciyle nasıl buluştuğu da dikkate alınacak bir husustur; tüketici ürünü alırken ürünün o karakteristik özelliğiyle doğrudan mı karşılaşmaktadır mesela, veya ürünün sunuluşundaki  diğer unsurlar tüketicinin yanılma ihtimalini yükseltmekte midir. 

Neticeten Hukuk Sözcüsüne göre;510/2006  ve 1151/2012 numaralı Yönetmeliklerin  13(1) maddesi tescilli bir coğrafi işaretin 3.kişilerce sadece isminin kullanılmasının önlenebileceği şeklinde yorumlanmamalıdır.

Diğer yandan, eğer tüketicileri ürünün gerçek kaynağı konusunda yanıltacaksa,  tescilli bir coğrafi işaretli ürünün şekli ve görünümüne sahip bir ürünün 3. Kişilerce üretilmesi de 13 (1) (d)  maddesi çerçevesinde engellenebilir. Bu noktada ulusal mahkeme önüne gelen her olayda inceleme yaparken olaydaki tüm faktörleri ve  ortalama Avrupalı tüketicinin  algısını dikkate alıp değerlendirme yapmalıdır.

HAMİŞ 1; Ben prensip olarak Hukuk Sözcüsü’nün görüşüne ve bunu oluştururken takip ettiği mantık çizgisine katılıyorum. Ancak bu ihtilaf özelinde SFL’nin dava konusu peynirleri 1979 yılından beri zaten üretiyor olduğunu düşündüğümde de ne bileyim…..

HAMİŞ 2; Bu yazının başlığı “Algernon’a Peynirler” ama yazının hiçbir yerinde Algernon kelimesi geçmiyor farkındaysanız. Bugünlerde  “Algernon’a Çiçekler” isminde bir kitap okuyorum,  1958 senesinde Amerikalı yazar Daniel Keyes tarafından kaleme alınmış bir bilimkurgu, daha sonra tiyatro ve sinemaya da uyarlanmış. Çok düşük IQ ile doğan Charlie karakteri zekasını arttıracak deneysel bir ameliyat geçiriyor, bu deney daha evvel kitaba adını veren laboratuvar faresi Algernon üzerinde test edilmiş ve büyük başarı kazanmış. Biz olanları Charlie’nin tuttuğu günlük raporlardan takip ediyoruz. Kitap o kadar dokunaklı ve güzel yazılmış ki bir yandan onu okuyup bir yandan peynir hakkında yazı yazınca, metinler arası zihinsel bir geçişle, fare Algernon buraya sızıverdi işte. Bu yazıyı Algernon’a adadım diyelim!

Özlem Fütman

ofutman@gmail.com

Aralık 2020

COĞRAFİ İŞARETLER, COĞRAFİ YER ADI İÇERİR MARKALAR VE “BOLU ÇİKOLATASI” KARARI

6769 s. Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m. 33 kapsamında yer alan düzenleme uyarınca  “doğal ve beşerî unsurların bir araya gelmesi sonucu gıda, tarım, maden, el sanatları ürünleri ve sanayi ürünlerinden bu kitapta yer alan şartlara uygun olanlar, tescil edilmesi şartıyla, coğrafi işaret veya geleneksel ürün adı korumasından” yararlanabilir.

Coğrafi işaretler, Türk Patent ve Marka Kurumu’nun yayınlamış olduğu başvuru kılavuzunda[1] da ifade edildiği üzere temel olarak benzerlerinden farklılaşmış ve bu farkı kaynaklandığı yöreye borçlu olan yöresel ürün adlarını ifade eder. Bu anlamda coğrafi işaret, belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri bakımından kökenin bulunduğu yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş bir ürünü gösteren işarettir.

Coğrafi işaret tescili ile amaçlanan, tek bir üreticiyi değil, belirli şartlar altında üretim yapan kişi ya da firmaların tümünü korumak ve özünde de coğrafi işarete konu ürünün niteliğinin bozulmayarak tüketiciye ulaştırılmasıdır. Bu anlamda tescil ile işaret üzerinde tekel yaratılma amacı güdülmemekte olup tam tersi ürünün özüne uygun olmadığı halde coğrafi işaretin ünü ve değerinden yarar sağlamak isteyenlerin önüne geçilmek istenilmektedir. Bu sayede ürüne niteliğini veren unsurların değiştirilmesinin, denetim mekanizmaları aracılığıyla engellenmesi sağlanmakta ve tek bir kimsenin değil, belli bir grubun, bölgenin, ülkenin ve genel tanımıyla kamunun kolektif menfaati korunmaktadır.

Bu nedenledir ki coğrafi işaretli ürünlerin üreticileri, ürünlerin üretimi sırasında, ürünün karakteristik özelliklerinin korunması amacıyla çoğu zaman üretim miktarını sınırlı tutarak faaliyetlerini yürütmektedirler. Bunun karşılığı olarak ise coğrafi işaretli ürünler, alternatiflerine göre genel olarak daha yüksek fiyata alıcı bulabilmektedirler. Örneğin bu konuda yazılmış bir makalede[2] sadece coğrafi işarete konu ürünlerde 2012 yılı verilerine göre, Fransa’nın 19 milyar avro gelir elde ettiği, coğrafi işaretli ürünlerin ihracatından 6 milyar avro gelir sağladığı ve bu rakamın gıda endüstrisinin yıllık toplam ihracatının %30’unu oluşturduğu belirtilmiş ve devamında coğrafi işaretli Fransız peynirlerinin, diğer peynirlere göre %30 oranında, şaraplar ise %230 oranında daha yüksek fiyata alıcı bulduklarına değinilmiştir.

Nitekim ülkemizdeki durum da farklı olmayıp yapılan araştırmalarda coğrafi işaretli bir ürün olan “Ayvalık Zeytinyağı” na olan tüketici talebinin,  coğrafi işaret niteliği göstermeyen rakiplerine kıyasla  %58  daha  fazla olduğu,  yine  aynı  ürün için tüketicilerin  %82’sinin daha  fazla ücret ödemeyi  kabul  ettikleri tespit edilmiştir. [3] 

Dolayısıyla coğrafi işaretler tüketicinin satın alım tercihlerini doğrudan etkileyen, tüketicinin piyasa koşullarına nazaran daha yüksek fiyatlar ödemeye isteyerek razı olduğu ürünlerdir. Bu ürünlerin üretimleri, karakteristik özelliklerinin hiçbir surette bozulmaması suretiyle gerçekleştirilmesi gerektiğinden, üretim maliyetlerinin artması ve bunun ürün fiyatına yansıması toplum nezdinde kabul görmüş bir durum olup bu ürünlerin herkes tarafından üretilmesi mümkün ise de üretimin belli kriterlerin korunarak yapılması da bir zorunluluktur.

Bu açıklamaların temelinde coğrafi işaret koruması ile hedeflenenin tek başına bir sınai hak tescili elde etmek olmadığı, coğrafi işaretlerin arkasında kültürel, sosyolojik, ekonomik daha birçok sebebin gözlendiği ve var olduğunun gösterilmesi yatmaktadır. Coğrafi işaretlerin SMK m. 148 uyarınca lisans, devir, intikal, haciz ve benzeri hukuki işlemlere konu olamaması ve teminat olarak gösterilememesinin nedenlerinden biri de yine bu niteliğidir.

Coğrafi işaretler ile ilgili süregelen en temel tartışma konusu da bu işaretlerin çoğu zaman coğrafi kaynak gösteren ibareler içerir markalar ile karıştırılmasıdır. Terminolojik olarak coğrafî marka kavramı kapsamına temel olarak bir coğrafî yerin adını içeren kelime markaları girmektedir.[4] Örneğin yazının da temel örneklemi olan “Bolu Çikolatası” markası, coğrafi bir yer adı olan “bolu” ve “çikolata” ürün adının kullanılması ile oluşturulmuş bir markadır. Bolu ili, çikolata ürünleri ile meşhur veya yaygın bilinirliği olan bir yer değildir. Çikolata ürünü bölgeyle özdeş hale gelmiş bir ürün çeşidi ise hiç değildir. Bu ibarenin coğrafi işaret tescili amacıyla gerçekleştirilmiş olunan C2010/047 sayılı coğrafi işaret başvurusu Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde reddedilmişken[5], aynı ibarenin tüzel bir kişi adına 2012/24176 sayısı ile marka tescil korumasına layık görüldüğü anlaşılmaktadır.

Markalar ve coğrafi işaretlerin her ikisi de, belli mal ve hizmetler için talep edilirler. Yukarıda da belirtildiği üzere aralarındaki temel farklardan biri, markaların üzerinde kullanılacağı mal ve hizmetlerin, sahibinin inisiyatifine bağlı olarak seçilmesine karşın coğrafi işaretlerde korumanın talep edildiği malların keyfi olarak seçilememesidir.[6] Bununla birlikte markaların, esas unsurlarını korumak suretiyle tescil kapsamına uygun şekilde kullanılmaları gerekirken, coğrafi işaretlerde, işarete konu ürünün coğrafi işaret kriterlerine uygun üretilmesi/kullanılması gerekmektedir.

Bu anlamda coğrafi işaretlerin, marka olarak tescilin önüne geçilmesinde toplum menfaati yer almakta olup ulusal marka mevzuatlarının çoğunda, coğrafi işaret içerir marka başvuruları mutlak ret nedenleri gözetilerek reddedilmektedir.[7] Nitekim SMK m. 5/1-i hükmünde tescilli coğrafi işaretten oluşan ya da tescilli coğrafi işaret içeren işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceği bir mutlak ret nedeni olarak düzenlenmiştir. Madde gerekçesine göre, söz konusu düzenleme ile müstakil bir sınai mülkiyet hakkı olan coğrafi işaretlerin hususiyetle korunması amaçlanmıştır. Hatta bu korumada tescilli coğrafi işaretin marka örneğinde yalnızca esas unsur olarak değil, tali unsur olarak kullanımı halinde dahi marka başvurusu reddedilecektir. Söz gelimi, Çorum Leblebisi veya Antep Fıstığı gibi ibareleri esas unsur veya tali unsur olarak içeren işaretlerin bu düzenleme ile tescili yasaklanmıştır.[8] Her ne kadar tüketici algı ve tercihlerinde, markanın esas unsuru önem taşımakta ise de markada coğrafi işaret korumasına alınmış bir ibareye yer verilmiş olunması da yine tüketici açısından bir tercih nedeni olacağından, kanun koyucu işaretin esas veya tali unsur olarak kullanımı arasında bir ayrıma gitmemiştir.

Keza SMK m.48’de de coğrafi işaretler ve markalar arasındaki ilişki özel olarak düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında “coğrafi işaretin tescilinden sonra 44 üncü maddede belirtilen biçimlerde veya tescile konu coğrafi işaretle ilgili mal veya hizmetler için kullanılmak üzere yapılan marka başvurusu reddedilir, tescil edilmiş ise dava yoluyla hükümsüz kılınabilir” düzenlenmesine yer verildiği görülmektedir.

Madde metni ve gerekçesi son derece açık olup tescil edilmiş bir coğrafi işaretin, coğrafi işaret ile ilgili mal veya hizmetleri kapsayacak herhangi bir şekilde marka tescil başvurusuna konu edilmesi bir ret; tescil edilmiş ise hükümsüzlük gerekçesi olacaktır. Coğrafi işaret tescillerinin korunması hakkındaki uluslararası düzenlemelerden biri de Paris Sözleşmesi’nin 1. mükerrer 10. maddesi olup, üye devletlerin coğrafi işaretleri haksız rekabete karşı etkili biçimde korumaları yükümlülüğünü içermekte ve haksız rekabet koruması ülkeden ülkeye farklılık göstermekte ise de ürünlerin coğrafi kökenleri bakımından halkı yanıltıcı nitelikteki kullanımların haksız rekabet oluşturduğu genel kabul görmektedir.[9]

Dolayısıyla tescilli bir coğrafi işaretin, daha sonradan herhangi bir şekilde marka korumasına konu edilememesinin temelinde de coğrafi işarete, marka başvurularında yer veren hak sahipleri lehine, tüketici algısında haksız bir menfaat temin edilmesinin önüne geçilmek istenilmesi yer almaktadır. Nasıl ki coğrafi işaret tesciline sahip bir ürün, tüketici nezdinde doğrudan kalite algısı yaratmakta ve tüketici açısından öncelikli tercih sebebi olmakta ise bu ibareyi içerir bir markanın da rakiplerine göre tercih edilme önceliği bakımından haksız bir avantaj sağlaması bu sayede önlenmeye çalışılmaktadır.

Tescilli bir coğrafi işaretin, daha sonradan marka başvurusuna konu edilememesi durumu net ve herhangi bir tartışmaya tabi olmaksızın engellenmiştir. Ancak SMK m. 48/2’de “coğrafi işaretle aynı veya benzer bir marka, coğrafi işaretin korunmasından önce iyiniyetle tescil edilmiş veya bu markanın kullanım hakkı iyiniyetle kazanılmışsa, coğrafi işaretin hak sahibine verdiği yetkiler, marka başvurusunun tesciline ve iyiniyetli kullanımına zarar vermez” şeklinde farklı bir düzenleme daha yer almaktadır.

Bu düzenlemeye göre coğrafi işaret ile aynı veya benzer nitelikte olan bir markanın, coğrafi işaret tescilinden önce iyi niyetle tescil edilmiş veya fiili kullanıma dayalı olarak işaret üzerinde bir hak elde edilmiş olması halinde coğrafi işaretten doğan hakların, önceki tescile zarar veremeyeceği ifade olunmuştur. Kanun koyucu bu düzenleme ile henüz coğrafi işaret tesciline konu edilmemiş ve coğrafi kaynak gösterme (SMK m. 5/1-c) ve tüketiciyi yanıltma (SMK m. 5/1-f) mutlak ret nedenlerine de takılmamış coğrafi yer adı içerir bir işareti, önceden tescil ettirmiş veya önceden beri kullanan hak sahiplerini korumaktadır. Söz gelimi Yargıtay  11. Hukuk Dairesi 12.03.2018T., 2016/7743E., 2018/1879K. sayılı ilamında “bolu çikolatası” markası ile ilgili olarak; “Bolu Çikolatası’ ibareli markanın 30. sınıfta yer alan “Şekerlemeler, çikolatalar, bisküviler, krakerler, gofretler.“ yönünden tescil başvurusunda bulunulduğu, davacı başvurusunun KHK m. 7/1-a hükmüne göre marka olma niteliğine sahip olduğu, dava konusu  başvurunun “Bolu” sözcüğünün coğrafi yer adı olması ve “Çikolata” kelimesinin de tescil ettirilmek istenen ürünün adı olması sebebiyle 556 sayılı KHK m. 7/1-c hükmü anlamında “Çikolata” emtiasının tescilinin mümkün olmadığı, diğer emtialar açısından bir tescil engeli bulunmadığı, ancak davacının dava konusu markayı 2001 yılından itibaren çikolata emtiası için kullandığının 2 ayrı mahkeme kararı ile sabit olduğundan 7/1-c hükmündeki tescil engelinin 7/2 hükmü sebebiyle aşılabileceği, bu nedenle kesinleşmiş mahkeme kararlarına rağmen farklı bir değerlendirme yapılmayacağı…” şeklindeki gerekçelere haiz yerel mahkeme kararını onamış ve  “BOLU ÇİKOLATASI” ibaresinin tescili mümkün bir marka olduğuna ve yine bu işaret üzerinde 2001 yılından itibaren işareti kullanan marka sahibinin hak sahibi olduğuna dikkat çekmiştir. Bu bağlamda her ne kadar “BOLU ÇİKOLATASI” markası için gerçekleştirildiği belirtilen coğrafi işaret başvurusu reddedilmiş ise de bu başvuru kabul edilmiş olunsaydı dahi, mezkur düzenlemeler uyarınca, SMK m. 48/2 uyarınca coğrafi işaret tescilinden doğan hakların, evvelden beri marka hakkını elinde bulunduran hak sahibine karşı kullanılması zaten mümkün olamayacaktı. Bu düzenleme ile kanun koyucu, coğrafi işaret tescilinden önce markasına yatırım yapmış, markasını korumuş, markasına belli bir değer kazandırmayı başarmış hak sahibini korumayı amaçlamıştır.

SMK m. 48’in son fıkrasında ise tescilli bir markanın sahip olduğu itibar, ün ve kullanım süresi de göz önünde bulundurularak bu marka ile aynı veya benzer olması sebebiyle markanın varlığına zarar verici veya gerçek kaynağı konusunda yanıltıcı olacak nitelikteki adların coğrafi işaret tesciline, önceki tarihli hak sahibinin itirazı üzerine izin verilmeyeceği düzenlenmiştir. SMK m.48/2’deki düzenlemenin farklı bir yorumu olan bu düzenleme ile tescilli marka ile aynı veya benzer nitelikteki coğrafi işaret başvurusunun, önceki markanın uzunca süredir kullanımı neticesinde elde ettiği itibar ve ün gözetilerek, marka sahibi tarafından, bu durumu ispatlaması kaydıyla, engellenebileceği düzenlenmiştir. Yine “Bolu Çikolatası” örneği çerçevesinde düzenleme ele alındığında, yukarı yer verilen Yargıtay ilamında da belirtildiği üzere evvelden beri hak sahibi tarafından kullanımı bulunan ve tescil edilmiş bu işaretin, günümüz itibariyle coğrafi işaret korumasına haiz olup olamayacağının takdiri marka sahibine bırakılmıştır. Bu anlamda marka sahibinin, “Bolu Çikolatası” ibaresi ile gerçekleştirilecek olası bir coğrafi işaret başvurusuna itiraz etmesi halinde, sahip olduğu işbu kesinleşmiş mahkeme kararları ile coğrafi işaretin tescilini engelleme olasılığı bulunduğu değerlendirilebilir. Görüleceği üzere kanun koyucu burada, herhangi bir tescilli markadan bahsetmemiş ve “itibar, ün ve kullanım süresi” kavramları ile aslında kullanım sonucu ayırt edicilik kazanma kavramına atıfta bulunarak marka sahibi için önemli bir ticari değer ve gayri maddi bir mülkiyet hakkı olan marka hakkını korumadaki menfaati, coğrafi işaret koruması ile elde edilecek menfaatten daha yüksek görmüştür.

Sonuç olarak coğrafi işaret ve coğrafi yer adı içerir markalar kimi durumlarda birbiri ile iç içe geçebilir ise de kanun koyucu getirdiği yasal düzenlemeler ile hangi durumlarda hangi hak ve menfaatin ne şekilde korunacağını açıkça düzenlemiş olup bu düzenleme kapsamında kamu menfaatinin yanı sıra coğrafi yer adı içerir şekilde tescilli bireysel marka sahiplerinin de mülkiyet hakkının varlığı da korunarak toplum/birey menfaat dengesi çerçevesinde bir denge oluşturulmuştur.

Poyraz DENİZ

Eylül 2020

poyrazdeniz@hotmail.com


[1] https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/resources/temp/6B3F914C-E72C-437C-8A30-F50C51DE0A23.pdf

[2] https://statik.tse.org.tr/upload/tr/dosya/icerikyonetimi/8920/16012018110046-2.pdf

[3] Zuluğ, A. 2010. Coğrafi İşaretli Gıdalara İlişkin Tüketici Tercihleri Üzerine Bir Araştırma: İstanbul Örneği, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir. 186s

[4] Yıldız, B.  Yargıtay Kararları Işığında Coğrafi Markalar, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:9, Sayı: 2, 2018

[5] Türk Patent ve Marka Kurumu sicil kayıtları araştırılmıştır.

[6] Coşkun, A. Coğrafi Işaretler, s. 78, Ankara – Ocak 2001

[7] Coşkun, s. 85

[8] Abacıoğlu Viskuşenko, M.Markalar Ile Ilgili Sinai Mülkiyet Kanunu’nda Yer Alan Değişiklikler, FMR 2018/1, Ankara

[9] Güneş, İ. 2012. Marka Hukuku’nda Önceye Dayali Haklar.

MİLAS ZEYTİNYAĞI COĞRAFİ İŞARET BAŞVURUSU AVRUPA BİRLİĞİ RESMİ GAZETESİNDE YAYIMLANDI

Zeytin Yağı, Salata Sosu, Yemek Pişirme, Zeytin

Sınai mülkiyet hakları koruması ülkesel olduğundan coğrafi işaretler bakımından Türkiye’de tescilli bir coğrafi işaret yalnızca Türkiye sınırlarında koruma altındadır. Bu nedenle özellikle dünyaya açılmak isteyen üretici grupları ve birlikler, Türkiye ile yetinmeyip yurtdışında da ürünlerini koruma altına almak isterlerse faaliyet göstermek istedikleri ülkelerde koruma için başvuru yapmak durumundadır. Avrupa Birliği’nin de kendine özgü bir coğrafi işaret sicili bulunmaktadır ve bu sicile kayıt, 2012/1151 sayılı Tarım Ürünleri ve Gıda Maddeleri Hakkında Kalite Göstergesi adlı Avrupa Konseyi Tüzüğü (“AB Tüzüğü”) ve buna yönelik 668/2014 sayılı Uygulama Yönetmeliği çerçevesinde Avrupa Birliği ülkelerinin hepsinde coğrafi işaret koruması sağlamaktadır. Söz konusu koruma için başvuru, Avrupa Komisyonu’na yapılmaktadır ve sadece tarım ürünleri ile gıda maddeleri kapsamında yapılabilmektedir.

Avrupa Birliği’nde koruma sağlayan coğrafi işaret başvurusu Türkiye’den yapılacaksa TÜRKPATENT desteğini de alarak doğrudan yapılabilmektedir. Kısaca bahsetmek gerekirse, 1151/2012 sayılı AB Tüzüğü m. 8 uyarınca üye olmayan devletler tarafından yapılacak başvurularda şu 4 koşul söz konusudur:

  1. Başvuruda, başvuruyu yapan grubun adı ve adresi bulunmalıdır ve mümkünse ürün spesifikasyonu ile uyumlu olduğuna dair bir kurum onayı da bulunabilir.
  2. Bir ürün spesifikasyonu belgesi oluşturulmalıdır. (Tüzük m.7’ye göre içeriği: korunmak istenen coğrafi işaretin adı, kullanılan hammaddeleri de içerecek şekilde ürünün fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve duyusal özelliklerinin, coğrafi alanının tanımlanması, ürünün bu coğrafi alandan kaynaklandığına ilişkin deliller, yöreye özgü olanlar dahil olmak üzere ürünü elde etmede kullanılan yöntemler, paketleme yöntemi -paketlemenin de bölgede yapılması gerektiğine karar verildiyse ve başvuru sahibi buna yönelik yeterli gerekçelendirmeyi de yaptıysa, buna yönelik bilgiler-, ürünün tanınmışlığının, kalite veya özelliklerinin coğrafi alan ile olan bağının açıklanması, ürünün denetlenmesi konusunda sorumlu olacak kişi/kurum/kuruluşların isim ve adresleri ile bunların görevleri, tescili takiben etiketleme konusunda kurallar)  
  3. 668/2014 sayılı Uygulama Yönetmeliğinin ekinde yer alan “Tek Belge” (Single Document) başlıklı formun doldurulması gerekmektedir.
  4. Ürünün adının orijin ülkede korunduğunun (sicil sureti gibi) ve denetlendiğinin ispatının sunulması gerekmektedir.

2012/1151 sayılı AB Tüzüğünün 50. maddesine göre Avrupa Komisyonu başvuruları inceler ve başvuruların ilan edilmesine karar verirse Avrupa Birliği Resmi Gazetesinde yayımlar. Yayıma itiraz süresi, Resmi Gazetedeki ilan tarihinden itibaren 3 aydır ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile 3. ülkelerin yetkili mercileri veya 3. Ülkelerde yerleşik olup meşru menfaati bulunan özel veya tüzel kişiler tarafından gerçekleştirilebilmektedir. Avrupa Komisyonu tarafından incelenmekte olan başvurular veya tescilli coğrafi işaretlere e-Ambrosia veri tabanından da erişilebilir. Eğer Avrupa Komisyonu başvurunun uygun olduğuna karar verirse, herhangi bir itiraz yapılmamışsa, yapılanlar reddedilmişse, kısacası tescile engel bir durum söz konusu değilse söz konusu coğrafi işaret tescil edilir. Tescil ve hatta tescilin reddi kararları da Avrupa Birliği Resmi Gazetesinde yayımlanır. Mevcut durumda Avrupa Birliği nezdinde Türkiye’den 3 coğrafi işaret (Antep Baklavası, Aydın İnciri, Malatya Kayısısı) tescilli olup 18 başvurunun (Milas Zeytinyağı, Afyon Sucuğu, Afyon Pastırması, İnegöl Köfte, Aydın Kestanesi, Edremit Yeşil Çizik Zeytini, Bayramiç Beyazı, Kayseri Pastırması, Kayseri Sucuğu, Kayseri Mantısı, Antep Fıstığı, Antep Lahmacunu, Taşköprü Sarımsağı, Giresun Tombul Fındığı, Antakya Künefesi, Maraş Tarhanası, Maraş Çöreği, Çağlayanceriit Cevizi) işlemleri devam etmektedir. (AB coğrafi işaret başvurusuyla ilgili detaylı bilgiye TÜRKPATENT’in kendi sitesinden ulaşılabilir.)

  

Türkiye, Muğla, Akbük, Doğa, Orman, Deniz, Koy

Buna ilişkin en yeni gelişme, Avrupa Komisyonuna Milas Ticaret ve Sanayi Odası (“MİTSO”) tarafından yapılan Milas Zeytinyağı coğrafi işaret (menşe adı) başvurusunun 17 Ağustos 2020 tarihli Avrupa Birliği Resmi Gazetesinde yayımlanmasıdır. Muğla ilinin Milas ilçesinde yetişen Memecik cinsi koyu yeşil/sarı zeytinlerden sadece mekanik işlem yoluyla üretilen saf sızma zeytinyağı başvurusuna yayım tarihinden itibaren 3 ay içerisinde bir itiraz gelmez veya gelse de bu itirazlar reddedilirse Milas Zeytinyağı da Avrupa Birliği’nde tescilli 4. Coğrafi işaretimiz olacaktır. Gelişmeleri takipte olarak Milas Zeytinyağının Avrupa Komisyonu nezdinde tescili halinde Avrupa Birliği sınırlarında da coğrafi işaret koruması edindiğini sizinle paylaşacağız. Temennimiz elbette ülkemizin değerlerinin daha çok yerde koruma altında olmasıdır.

Alara NAÇAR

Eylül 2020

nacar.alara@gmail.com

CHAMPAGNOLA NE OLA? EUIPO’DAN COĞRAFİ İŞARETLERE YENİ BİR BAKIŞ

17 Nisan 2020 tarihli CHAMPAGNOLA kararıyla EUIPO Temyiz Kurulu  Champagne üreticilerinin haklarını ve Champagne coğrafi işaretini korumak için kurulmuş The Comité Interprofessionnel du Vin de Champagne (CIVC) tarafından yapılmış bir üst itirazı inceledi.

OLAYLAR OLAYLAR

Çekya orjinli BREADWAY şirketi EUIPO nezdinde “Champagnola” kelime markasının 30-40-43. sınıflarda tescili için başvuru yapıyor. Başvuru 30. sınıfta kısaca “fırıncılık-pastacılık  ürünleri” diye anabileceğimiz ekmek, hamur işleri gibi malları ve 40. sınıfta da bu 30. sınıftaki mallarla ilgili hizmetleri kapsıyor.

CIVC buna itiraz ederek diyor ki; CHAMPAGNOLA benim Avrupa Birliği ve Fransız mevzuatına  göre tescilli meşhur ve maruf CHAMPAGNE coğrafi işaretinden gelen haklarımı ihlal ediyor, bu başvuru 1308/2013 Numaralı AB Regülasyonu (bundan sonra “Regülasyon” diye anılacaktır) uyarınca reddedilmelidir.

EUIPO İtiraz Birimi, CHAMPAGNE coğrafi işaretinin sıradışı ününü ve CHAMPAGNOLA ile CHAMPAGNE’in hem yazılış hem de işitsel olarak benzer olduğunu kabul etmesine rağmen itirazı reddediyor. İtiraz biriminin ret gerekçesi temelde başvuru kapsamındaki malların CHAMPAGNE coğrafi işaretinin tescilli olduğu “şarap” emtiasından farklı/benzemez malları içeriyor olması. İtiraz Birimi diyor ki; tamam 30. sınıftaki mallar da yiyecek  kalemlerinden oluşuyor ama bu malların doğası ve fiziksel görünümü, hazırlanma metodu vs her şeyi farklı, ayrıca bu mallar coğrafi işaretin tescilli olduğu emtiadan farklı yerlerde tüketildiği gibi tamamen farklı dağıtım kanalları yoluyla tüketiciye ulaşıyor ve farklı pazarlama kurallarına tabi. Ayrıca İtiraz Birimi diyor ki, sırf iki kelimede de “Champagn-” bölümü ortak diye tüketiciler CHAMPAGNOLA markasını taşıyan mallarla CHAMPAGNE bölgesinden gelen tescil kapsamındaki ürünleri doğrudan ticari olarak birbirine bağlayacak ve yanılacak  değil, kaldı ki ortada doğrudan veya dolaylı kullanım da yok ve çağrıştırma da mevcut değil.

CIVC kararı 30. ve 40. sınıflar açısından Temyiz Kurulu’na taşıyor (dosyada bir itiraz daha var, o itiraz çerçevesinde 43. sınıf reddedilmiş o sırada).  

TEMYİZ KURULU NE DİYOR?

17/04/2020 tarihli kararı ile EUIPO Dördüncü Temyiz Kurulu itirazın reddine dair verilmiş İtiraz Birimi kararını iptal ediyor ve CHAMPAGNOLA marka başvurusunun reddine karar veriyor. 

Temyiz Kurulu’na göre İtiraz Birimi dayanak hukuk maddelerini hatalı ve eksik yorumluyor. Bir kere diyor, Temyiz Kurulu, 2017/1001 Sayılı AB Marka Tüzüğü 8(6) maddesine göre coğrafi işarete dayalı olarak itirazda bulunabilmek için dayanak coğrafi işaretin itiraz edilen markadan önceki bir başvuru tarihine sahip  olması ve kendisinden sonraki marka başvurularının kullanımına engel olabilme hakkına olması gerekir. CHAMPAGNE coğrafi işareti 1973 yılında AB nezdinde şarap için coğrafi işaret olarak  tescil edildiğine göre, öncelik kıstasının karşılandığında şüphe yok. Bu maddeye dayanabilmek için muterizin coğrafi işaretin ticarette kullanıldığını ispat etmesi gerekmez, ama elbette ki işaretin meşhur olduğu iddiası noktasında zaten kullanımın ispatı gerekir.

CIVC, Regülasyonun 103. maddesinin tüm fıkralarına dayanmış, ama mesele maddenin (a) ve (b) fıkralarıyla ilgili çünkü burada tartıştığımız konu ortada bir çağrışım olup olmadığı. Ayrıca CIVC itirazında dayanmamış olsa da Temyiz Kurulu Regülasyonun 102. maddesinin de olayda uygulanması gerektiğini düşünüyor, çünkü kullanıma engel olmaya ilişkin 103. madde ile tescile engel olmaya dair 102. madde bağlantılıdır diyor. Temyiz Kurulu olayın hukuki temeli konusunda tüm bu maddelerin kombinasyonundan şöyle bir neticeye varıyor prensip olarak; sonra gelen marka önceki korunan coğrafi işareti çağrıştırıyorsa ve coğrafi işaretin kapsamındaki mal ve hizmetlerle benzemeyen mal/hizmetler için markanın doğrudan veya dolaylı ticari kullanımı coğrafi işaretin ününe zarar verecekse, o zaman itiraz üzerine marka başvurusu reddedilir.   

Çağrıştırma kavramı konusunda Temyiz Kurulu ABAD’ın bu konsepti tanımladığı – açıkladığı birçok kararından referanslar vererek çağrıştırmanın en basit tanımlamayla “coğrafi işareti akla getirme” olduğunu belirtip olayın kendine özgü vakalarına dönüyor.

Dosyada başvuru sahibi tescil için neden CHAMPAGNOLA ibaresini seçtiği -bunun hangi dilden geldiği – anlamının ne olduğu konusunda hiçbir açıklama yapmamış. İtalyanca’da kırsal yerler için kullanılan CAMPAGNA diye bir kelime var ki bunun Fransızca versiyonu da CAMPAGNE; marka başvurusuna konu kelimenin ilk batında İtalyanca kökenli bir kelime olduğu düşünebilir çünkü sonu -A ile bitiyor ama bu çok anlamlı değil, çünkü görüldüğü gibi İtalyanca kelimede başta CH harfleri yok diyor Temyiz Kurulu ve devamla şunu söylüyor; kelime ‘Champagn-’  diye başlayıp ‘-ola’ diye sonlandığından AB üyesi ülke vatandaşları bunun CHAMPAGNE kelimesinin bir  türevi  olduğunu ya da bu kelimeye ilişkin bir küçültme/sevimlilik sıfatı olduğunu ya da CHAMPAGNE için yaratılmış bir mahlas olduğunu düşünür, ortalama Avrupalı tüketicinin konuyu başka türlü anlamasına imkan yok. Bu durum ise  en açık haliyle  çağrıştırmadır. Her ne kadar İtiraz Birimi çağrıştırmayı mal ve hizmetlerin karşılaştırılmasına bağlamışsa da esasen çağrıştırma hem karşılaştırılabilir-benzer hem de karşılaştırılamaz-benzemez mallar ve dahi hizmetlere ilişkin olarak coğrafi işarete  koruma sağlayan bir durumdur.

CHAMPAGNE coğrafi işaretinin son derece tanınmış ve hatta en ünlü coğrafi işaretlerden biri olduğu dosyaya sunulan delillerden anlaşıldığı gibi zaten İtiraz Birimi de bunu kabul ediyor, nitekim başvuru sahibinin de buna karşı herhangi bir itirazı yok. Coğrafi işaretin “Ününden yararlanma/ününü sömürme” halinin kabul edilmesi için itiraz edilen markanın illa ki fiilen piyasada kullanılması gibi bir zorunluluk yoktur; burada tıpkı bir markanın ününden haksız yararlanmaya dayalı itiraz yapılırken ki gibi bir kıyasta/öngörüde bulunarak inceleme yapılır.

CHAMPAGNE genel olarak lüks kavramıyla özdeşleştirilen bir coğrafi işarettir, bu coğrafi işareti taşıyan köpüklü şaraplar çoğunlukla  en yüksek fiyat skalasından satılır ve ürünler özel okazyonlarda tüketilir. Bir kadeh köpüklü şarabın ortama özellik kattığı “Şampanyalı kahvaltı” (Champagnerfrühstück, Sektfrühstück) formunda kahvaltılar da son derece yaygındır. Marka başvurusuna konu edilmiş 30. sınıftaki malların tamamının kahvaltı sırasında tüketileceği açık, CIVC’de zaten itirazına ek olarak sunduğu delillerde başvuruya konu malların CHAMPAGNE ile birlikte tüketilebileceğini ispat etmiş durumda, ayrıca bu malların içine köpüklü şarap koyulması/köpüklü şarapla tatlandırılması da mümkün ki özellikle Fransa’nın Champagne bölgesinden gelen köpüklü şarabın eklenmesinin bu ürünlere bir ışıltı ve albeni katacağı açık. Burada göz önüne alınması gereken ortalama tüketicinin ne düşüneceğidir; ortalama tüketici 30.sınıfa giren bu malların içinde/içeriğinde ne olduğunu tam olarak bilemez ve itiraza konu işareti taşıyan malları gördüğünde bunlarla CHAMPAGNE coğrafi işaretini taşıyan köpüklü şaraplar arasında bir bağlantı olduğu izlenimine kapılır. Aynı durum başvuruya konu 40. sınıftaki hizmetler açısından da mevcuttur, çünkü bu sınıf kapsamında 30.sınıfa giren hizmetler başvuruya konu edilmiştir; tüketici öyle ya da böyle bu hizmetlerin sunumu sırasında markayı görecek ve aynı düşünceye kapılacaktır. Bu noktada başvuru sahibinin CHAMPAGNE coğrafi işaretinin ününden faydalanacağı/bunu sömüreceği  kanaatine varılmıştır diyor Temyiz Kurulu.

Bu karar hakkında ben ne mi düşünüyorum? Yaşasın D. Schennen, C. Bartos ve E. Fink’den oluşan ve bu kararı veren  EUIPO Dördüncü Temyiz Kurulu diyorum, harikasınız! Nihayet  birisi kalktı ve coğrafi işaretlerle ilgili böyle bir karar verdi işte! Şuraya da şöyle bir çiçek buketi emojisi bıraktım varsayın bu kararı verenler için!.

Özlem FÜTMAN

Haziran 2020

ofutman@gmail.com

MİSTİK ÇİKOLATA DÜNYASI

BÖLÜM I

Binbir çeşidiyle yediden yetmişe hemen herkesin zevkine hitap eden mutluluk kaynağıdır çikolata. Bu yazımızda; tarihçesinden ticaretine ve sınai mülkiyet alanına temas noktalarıyla, çikolata dünyası seyir defterine düşülen notlar var. Kaptan not tutmayı seviyor, dolayısıyla yazımızı, iki bölüm halinde yayımlıyoruz.      

Çikolatanın tarihi, Orta-Güney Amerika’daki eski Maya ve Aztek medeniyetlerine kadar uzanıyor. MS 600’lü yıllarda tropik Yukatan Yarımadasında yaşayan Maya halkı, yağmur ormanlarında yetişen ve “Tanrıların yemeği”[1] anlamına gelen “Theobroma cacao” ağaçlarının çekirdeklerini toplayıp, kendi kakao ağaçlarını yetiştirmek üzere orman alanlarını temizleyerek bilinen ilk kakao tarlalarını oluşturur.

Kakao çekirdeği esasen, kavrulduktan sonra su ve biraz baharat karışımıyla yapılan “chocolatl” adı verilen içecek olarak kullanılır. Ancak para birimi olarak da değer bulur. Örneğin bir kâşif, dört kakao çekirdeği ile 1 balkabağı veya 10 tavşan alabilir.

Kakao çekirdeği değerli olduğu için, çocukların ilk doğum günlerinde ve dini törenlerde hediye olarak verilir. Tüccarlar genellikle kumaş, yeşim taşı, tören tüyleri vb malların ticaretini, kakao çekirdeği karşılığında yapar.

Ülkeler arası ticaret sırasında Aztekler, Maya halkında kakao çekirdeğini görürler. Chocolatl içeceğinin Aztek versiyonu; ince öğütülen kakao çekirdeğinin acı biber ve aromatik çiçekler-vanilya-yabani arı balı ile tatlandırılmasıyla hazırlanır, yumuşak içimli ve köpüklüdür.

Kakao çekirdeğini Avrupa’ya ilk getirenin, 1502 ile 1504 yılları arasında “Yeni Dünya”ya yaptığı dördüncü ziyaretinden dönen Christopher Columbus olduğu ancak ticari değerini ilk fark edenin, Colombus’un kâşif arkadaşı olan İspanyol Conquistador Don Hernán Cortés olduğu söylenir.

Don Cortés İspanyollar’a 1528 yılında kakao çekirdeğini tanıştırınca, farmasötik yetenekleri ile bilinen manastır keşişleri, İspanyol zevklerine uygun hale getirmek üzere kollarını sıvarlar. Tarçın, muskat ve şeker ilave edilir; acı biber çıkarılır ve farkına varılır ki, sıcak servis edildiğinde bu içeceğin tadı daha güzeldir. Zengin İspanyolar’ın gözdesi haline gelen çikolata içeceğinin reçetesi, kakao çekirdeğini tedarik etmede güçlük yaşanmaya başlayınca, iyi korunan bir sır haline gelir.

İngiliz ve Hollandalı denizciler, Yeni Dünya’dan dönen İspanyollar’ın gemilerinde buldukları kakao çekirdeklerini tanımazlar ve koyun pisliği olduğunu zannedip denize dökerler.

Orta Amerika ziyareti sırasında kakao çekirdeklerinden hazırlanan bu içeceği öğrenen İtalyan gezgin Francesco Carletti’nin sayesinde,1606 yılında İtalya’da çikolata iyice tanınır.  

İspanyol 2. Phillip’in kızı Anne, Fransa Kralı XIII. Louis ile evlenince, çikolatanın sırrı da 1615’te Fransa’ya taşınmış olur. Fransız yetkili makamları, bu yeni egzotik içeceği büyük bir şevkle kabul eder; besleyici bir besin olmasının yanı sıra tıbbi faydaları olduğu da düşünürler.

Bundan sonra kakao içme geleneği, adım adım Avrupa’ya yayılır; Hollanda, Almanya ve derken 1650’lerde İngiltere’ye ulaşır.

Taa uzaklardan gelen ve pahalı olduğundan herkesin erişemediği bu yeni lüks içeceğin tadını çıkarmak isteyen Londralı seçkinlerin yeni uğrak yerleri “London Chocolate Houses”, yani “Londra Çikolata Evleri” olur. 1700’lü yılların başında İngilizler, çikolataya süt ekleyerek içeceği biraz daha geliştirirler.

Artan kakao talebi, Batı Hint Adaları, Asya ve Afrika’da kakao ağacı ekimi artırır; bu artış da kakao çekirdeği fiyatını tedrici olarak düşürür. Bu gelişmeye rağmen 1853 yılına kadar ithalat vergilerinde kayda değer bir azalmanın olmaması, çikolatanın düşük gelirli insanlarla tanışmasını, Sanayi Devrimi’nin nakliyeyi kolaylaştırarak fiyatların düşmesini sağlamasına değin öteler.

Çikolataya ilginin artması, üretimin de artmasını gerektirir. Bu ihtiyacı karşılamak üzere kollarını ilk sıvayanlar, kakaonun “sözde” tıbbi özelliğiyle ilgilenen eczacılar (kimyagerler) olur. Zira onların bileşenleri ısıtma, ölçme ve harmanlama ekipmanlarının yanısıra yetenekleri de vardır. İlerleyen zamanda iyi bilinen çikolata üreticilerine dönüşmek üzere Bristol’de FRY ve York’ta Terry’nin eczaneleri açılır. Yarışa daha sonra, Birmingham’daki dükkânında çay ve kahve ile uğraşan John Cadbury ile York’taki aile şirketinden ayrılan Rowntree de katılır. Burada ufak bir hatırlatma yapalım. Rowntree[2], farklı yıllarda tüketicileriyle tanışan Kit Kat, Smarties ve After Eight çikolatalarının yaratıcısıdır.  

Çikolatanın dünya üzerindeki hâkimiyeti hakkında genel bir fikir sahibi olmak üzere,  bazı sayısal verilere bakalım.

Avrupa Birliği (AB) 2017 yılında[3], 18,3 milyar Avro değerinde yaklaşık 4 milyon ton çikolata üretmiş. AB’nin toplam çikolata üretiminin % 32’lik payına denk gelen 1,3 milyon ton ile Almanya, AB’nin en çok çikolata üreten ülkesi. Almanya’yı 0,7 milyon ton (% 18) ile İtalya ve her ikisi de 0,4 milyon tonluk (% 9) üretimle Fransa ve Hollanda izlemiş.

AB’nin gıda, tarım, şarap ve distile alkollü içecekleri kapsayan coğrafi işaret ile geleneksel ürün adı veritabanı olan eAmbrosia üzerinden yaptığımız araştırmada, “çikolata ve türevi ürünler” kategorisinde sadece bir tane tescile/başvuruya rastladık; İtalya’dan “Cioccolato di Modica”[4]. Sicilya’da bulunan Modica’dan kaynaklanan bu coğrafi işaret, mahreç işareti olarak korunuyor ve ürünün Modica ile bağı kısaca; “yerel üretim teknikleri sayesinde kazanılan ayırt edici özelliklere ve bu özelliklerin, Modica ile ün kazanmış olmasına” dayanıyor.

Aslına bakarsanız AB’de çikolata için çok daha fazla coğrafi işaret ya da geleneksel ürün adı tescili olabileceğini düşünüyorduk. Ancak çikolata sektöründe artisanal üretimler çok fazla; üreticiler sürekli yeni konsept ve tasarımlarla “yeni içerikler” üretmeye meyilli, değişken tüketici talebi de buna zorluyor.  Hal böyle olunca, oldukça spesifik koruma koşulları, yani bir anlamda “sınırlamaları” bulunan coğrafi işaret ve geleneksel ürün adı için az sayıda tescilin bulunması da gayet makul görünüyor.     

Hollanda Dışişleri Bakanlığınca desteklenen CBI[5] (Centre for the Promotion of Imports) verilerine göre Avrupa, çikolata ürünlerinin satışındaki % 49’luk küresel pazar payının sahibi. 2017 verilerine göre bu pay, yaklaşık 44 milyar Avro değerinde. Avrupa’yı % 21 oranla Kuzey Amerika izliyor. Avrupa aynı zamanda küresel çikolata ihracatının % 70’inden fazlasını yapıyor, Almanya ise % 18’ini.

Çoğunluğu Batı Avrupa’ya ait olmak üzere, Avrupa çikolata pazarının 2018-2022 dönemindeki artışının yıllık ortalama % 3 olması bekleniyor. Dikkat çekici bir bilgi, “bitter çikolata” üzerine. Dünya genelinde artan bitter çikolata pazarının % 45’i Avrupa’nın. Bu veriler tüketicilerin, çikolatadan vazgeçemediklerini ancak daha sağlıklı çikolata alternatiflerine meylettiklerini gösteriyor olmalı. Malum, çikolatadaki şeker miktarı azaldıkça rengi koyulaşıyor ve tadı acılaşıyor. Tüketilen şeker miktarının azalması ise, daha sağlıklı beslenme modellerinin olmazsa olmazı.  

Çikolata tüketiminin küresel yüzdesi kişi başına[6] 0,9 kg ve Avrupa ülkeleri bu konuda hissedilir düzeyde üst sıralarda. Hiç düşündünüz mü, Dünya’nın en çok çikolata seven ülkesi hangisi? Kaynaklarımızdan Statista[7]’nın 2017 verilerine göre, kişi başına düşen 8,8 kg’lik tüketim miktarıyla lider İsviçre! Onu, 8,1 kg ile Avusturya ve 7,9 kg ile Almanya izliyor.

Avrupa, sertifikalı kakao ve çikolata pazarında da önde giden coğrafya. Dünya Kakao Vakfı (World Cocoa Foundation)[8], küresel olarak ticareti yapılan kakaonun yaklaşık %22’sinin sertifikalı olduğu ancak sertifikalı olan her kakaonun da sertifikalı olarak satılmadığı görüşünde. İhracatçılar için; piyasa talebine ve alıcı gereksinimlerine göre kakaoyu belgelendirmek, sertifikanın ekonomik olarak uygulanabilir olduğundan ve alıcılarla uzun vadeli ilişkiler sağladığından emin olmak önemli.

Ülkeden ülkeye değişse de, bilhassa Batı Avrupa’da rağbet gören sertifikalar[9], aşağıdaki gibi.

  • UTZ-Rainforest Alliance: Avrupa’da büyük bir pazarı kapsayan tek bir örgüt altında bulunan bu iki sertifika sistemi, lisanslı tedarik zinciri aktörlerinin yaklaşık % 82’sini içeriyor. UTZ sertifikalı operatörlerin çoğunluğu sırasıyla Hollanda, Almanya, Belçika, İtalya ve İsviçre’de yerleşik olup 2017 yılında nihai tüketiciye ulaşan bu tür ürünlerin sayısı 13 binden fazla. Rainforest Alliance sertifikası ise Birleşik Krallık, Belçika ve Fransa’da yoğunluğa sahip.
  • Fairtrade: Birleşik Krallık’taki en önemli kakao sertifikası olup Hollanda, İrlanda ve İsviçre’de de bulunuyor ve daha da büyümesi bekleniyor.
  • Organic: Küresel organik ürün tüketiminin % 36’sı Avrupa’ya ait. Organik sertifikasyonlu kakaonun popülerliği, belirli ülkelerde, Avrupa’daki genel organik ürünler pazarını izliyor. Organik gıdalar için en büyük ulusal pazarlar; Avrupa pazarının % 28’iyle Almanya, % 20’siyle Fransa ve % 8’iyle İtalya. Özellikle organik çikolatada, Fransa önemli bir rol oynuyor. Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, İsviçre ve İngiltere gibi ülkelerde, “özel çikolatalar” için artan bir talep var ve bu talep, sadece yüksek gelir düzeyiyle değil, aynı zamanda tüketici bilinciyle de ilgili.  

I. Bölümün sonu


Gonca Ilıcalı

Haziran 2020

gilicali12@gmail.com


[1] https://www.cadbury.com.au/About-Chocolate/What-is-Chocolate.aspx

[2] https://en.wikipedia.org/wiki/Rowntree%27s

[3] https://ec.europa.eu/eurostat/web/products-eurostat-news/-/EDN-20190417-1?sfns=mo

[4] https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:52018XC0507(04)&from=EN

[5] https://www.cbi.eu/market-information/cocoa/trade-statistics/

[6] https://www.cbi.eu/market-information/cocoa/trade-statistics/

[7] https://www.statista.com/chart/3668/the-worlds-biggest-chocolate-consumers/

[8] https://www.cbi.eu/market-information/cocoa/trade-statistics/

[9] https://www.cbi.eu/market-information/cocoa/trade-statistics/

COĞRAFİ İŞARET VE GELENEKSEL ÜRÜN ADINDA DENETİM

Yaşanan sağlık sorunları bireylerin kendi beslenme şekillerini daha fazla sorgulamasına yol açmıştır. Öyle ki zamanla tüketicilerin bilinç düzeylerinin artmasıyla birlikte çözüm arayışları da gelişim göstermiştir.

Bu durum tüketicilerin ürünlerde, özellikle coğrafi menşei, üretici kimliği ve belgelenen garanti işaretlerini görme taleplerini daha fazla öne çıkarmıştır.

Taze meyve-sebze ve hububat gibi bahçe/tarım ürünlerinin gübreleme, ilaçlama vb. üretim süreçlerinin, ayrıca ilgili ürünlerin işlenip hazır gıdaya dönüşmesindeki yöntemler de dahil olmak üzere tüm işlem adımlarının garantilenmesi tüketicilerin ürün tercihlerinin belirlenmesini sağlamaktadır.

Tüketicilerin sağlıklı gıdaya erişim yönündeki bu tercihleri şüphesiz ki doğayı da doğrudan olumlu etkileyen unsurlardır.

Tüketicilere doğa dostu sağlıklı gıdalara erişim imkânı veren başka sistemler de bulunmakla birlikte sizlere bu yazı serisinde, coğrafi işaret (Cİ) ve geleneksel ürün adları (GÜA)’nın garanti sistemlerinin nasıl sağlandığı/sağlanacağı hakkında bilgi verilecektir. 

Türkiye’de Cİ ve GÜA’ları diğer garanti sistemlerinden bağımsız olarak, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK)’nun 49 uncu maddesi ile SMK Yönetmeliğinin 45 inci maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler ile Cİ ve GÜA’nın “kullanımın denetimi”ne ilişkin ana hukuki yapı oluşturulmuştur.

İlgili hükümlerin başlığı her ne kadar “Kullanımın Denetimi” olsa da, Cİ ve GÜA’nın sicil kayıtlarında söz konusu bilgilerin “denetleme” bölümü içerisinde bulunması sebebiyle, yazının devamında “denetim” terimi kullanılacaktır.

Öncelikle denetimde yer alan temel kavramlar, sistemdeki yapıların sorumlulukları, işleyişi ve denetim bildirimlerinin nasıl gerçekleşeceği açıklanacaktır.

DENETİMDE KOORDİNASYON

Tescil ettiren tarafından denetim sürecinin aktif ve verimli işleyişinin sağlanması amacıyla planlanan faaliyetlerin bütünüdür.

FAALİYET GÖSTERENLERİN LİSTESİ

Tescil ettirenin güncel tuttuğu Cİ veya GÜA’ya konu ürünleri üreten ve/veya pazarlama vb. faaliyet gösterenlerden oluşan, ayrıca denetime esas teşkil eden listedir.

DENETİM TUTANAKLARI

Denetim merciinin denetim planı oluşturarak denetlediği gerçek ya da tüzel kişilere ait bilgiler ile Cİ ve/veya GÜA’nın denetim esaslarına uygun olup olmadığı, ayrıca uygun bulunmadı ise hangi işlemlerin yapıldığı/yapılacağı bilgilerinin yazılı olduğu ve taraflarca imzalanmış dokümandır.

Denetim esaslarının yer aldığı örnek denetim tutanakları, başvuru aşamasında Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) tarafından talep edilmektedir (SMK Yönetmelik 35/3(ı)).

DENETİM RAPORU

Tescil ettirenin, denetim merci tarafından bildirilen denetim tutanaklarına göre hazırladığı ve TÜRKPATENT’e iletilen dokümandır.

Denetim raporu ekinde ilgili denetim tutanakları ile denetime esas teşkil eden faaliyet gösterenlerin listesinin de bildirilmesi gereklidir.

DENETİM RAPORU BİLDİRİM TARİHİ

Denetim süreci Cİ veya GÜA tescilinin Bültende yayımlandığı tarihte başlamakta olup, bu tarihten itibaren her yıl TÜRKPATENT’e denetim raporunun bildirilmesi gerekmektedir (SMK 49/3 ve SMK Yönetmelik 45/9). Ayrıca tescil belgesinin Denetleme bölümünde tanımlanan sürelere ve esaslara uygun olarak denetimlerin yapılması gerekmektedir.

TÜRKPATENT’e şikâyet olması halinde ise denetim raporunun süresinden önce sunulması talep edilebilir (SMK Yönetmelik 45/9).

DENETİM YERLERİ

Cİ ve GÜA’nın üretim sürecinde ve ticarete konu olduğu dağıtım, pazarlama vb. tüm noktalarda denetimlerin yapılması gerekmektedir (SMK 49/1 ile SMK Yönetmelik 45/1).

DENETİMİN KAPSAMI

Cİ ve GÜA’nın tescilde belirtilen özelliklere uygunluğu ile amblem kullanımlarını içermektedir (SMK 49/1 ile SMK Yönetmelik 45/1 ve 3).

AMBLEM KULLANIMI

Cİ’ler için amblem kullanımı zorunludur (SMK Yönetmelik 44/2).

GÜA’nın amblem kullanımı isteğe bağlıdır.

GÜA’nın amblemsiz kullanımı, SMK ile SMK Yönetmeliği hükümlerine tabi değildir (SMK Yönetmelik 44/4). Bu hükümden GÜA’nın ancak amblemle birlikte kullanılması halinde denetleneceği sonucuna varılmaktadır.

KORUNAN AD İLE AMBLEMİN KULLANIMI

Tescilli Cİ veya GÜA’nın kullanım hakkına sahip olan kişiler, ilgili Cİ veya GÜA’yı amblem ile birlikte ürün veya ambalajı üzerinde ya da bu mümkün değil ise ticarete konu olduğu alanda (işletmede vb.) kolayca görülecek şekilde kullanmalıdır (SMK Yönetmelik 44/2-3).

DENETİM MASRAFLARI

Tescil ettiren, denetime ilişkin masrafları denetlenenlerden talep edebilir (SMK 49/5 ve SMK Yönetmelik 45/12).

DENETİM MERCİİ

Tescil ettirenin oluşturduğu, Cİ veya GÜA’ya konu ürün hakkında bilgi ve donanıma sahip kurum/kuruluşun vb. görevlendirdiği personelden oluşan ve yeterliliği TÜRKPATENT tarafından kabul edilen denetimi sağlayacak yapıdır (SMK 49/2 ve SMK Yönetmelik 45/2).

Denetim merciinin yapısı ürün gruplarına göre aşağıda listelenmiştir.

Örnek 1.

Gıda ve tarım ürünlerinde coğrafi sınıra bağlı olarak aşağıdaki kurum/kuruluşun vb. görevlendirdiği ürün hakkında teknik bilgiye sahibi kişi/kişilerden oluşabilir.

  • Ürünle ilgili kooperatif,
  • Ürünle ilgili dernek,
  • İl/İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü,
  • Ziraat Odası,
  • Üniversitelerin ilgili bölümü vb.
  • Tescil ettiren.

Örnek 2.

Yemekler, tatlılar, fırıncılık mamulleri, el sanatları vb. ürünlerde coğrafi sınıra bağlı olarak aşağıdaki kurum/kuruluşun vb. görevlendirdiği ürün hakkında teknik bilgiye sahibi kişi/kişilerden oluşabilir.

  • Ürünle ilgili kooperatif,
  • Ürünle ilgili dernek,
  • Esnaf ve Sanatkarlar Odası,
  • Meslek Okulları,
  • İl/İlçe Kültür ve Turizm Müdürlüğü,
  • İl/İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü,
  • Üniversitelerin ilgili bölümü vb.
  • Tescil ettiren.

Tescil ettiren, denetim sürecinde koordinasyonu sağlamasının yanı sıra ayrıca denetim mercii yapısı içerisinde de bulunabilir.

TESCİL ETTİRENİN SORUMLULUKLARI

Tescil ettirenin sorumlulukları aşağıda listelenmiştir.

1. Tescil ettirenin denetimi koordine etmesi gerekmektedir. Bu işlem için öncelikle;

* Sicildeki denetim periyodlarını ve denetim dokümanlarının TÜRKPATENT’e bildirim tarihlerini takip etmelidir.

* İlgili tarihlere uygun olarak denetim ön hazırlığı için denetim merciinde bulunanlara davette bulunması ve çalışma ortamını oluşturması gibi hazırlıkları yapmalıdır.

2. Tescil ettirenin denetime esas teşkil etmek üzere tescilli Cİ veya GÜA’yı taşıyan ürünlerin üreticilerinin ve pazarlamasında faaliyet gösterenlerin listesini tutması, ayrıca kendisine yapılan bildirimleri de listeye ekleyerek listenin güncel halini TÜRKPATENT’e göndermesi gerekmektedir (SMK Yönetmelik 44/1-45/4).

3. Tescil ettiren, denetim mercii tarafından bildirilen denetim tutanaklarını inceleyip raporlamasını yapmalı, ayrıca tescile aykırı hususların bulunması halinde gerekli yasal yollara başvurmalıdır (SMK Yönetmelik 45/7).

4. Tescil ettirenin, Cİ veya GÜA’nın denetim raporlarını tescilin Bültende yayımlandığı tarihten itibaren yılda bir kez TÜRKPATENT’e bildirmesi gerekmektedir (SMK 49/3 ve SMK Yönetmelik 45/9).

Ancak şikâyet olması halinde, TÜRKPATENT denetim raporunun süresinden önce sunulması talep edilebilir (SMK Yönetmelik 45/9).

5. TÜRKPATENT tarafından yapılan inceleme sonucunda, denetim raporunda eksiklik tespit edilirse, eksikliklerin bildirim tarihinden itibaren altı ay içerisinde, tescil ettirenin eksiklikleri gidermesi gerekmektedir (SMK 49/4 ve SMK Yönetmelik 45/10).

Aksi taktirde eksikliğin süresi içinde giderilememesi veya denetim faaliyetinin usulüne uygun olarak yerine getirilmediğinin tespit edilmesiyle, tescil ettirende değişiklik hükümleri uygulanır (SMK 43 ve SMK Yönetmelik 43).

DENETİM MERCİİNİN SORUMLULUKLARI

Denetim merciinin sorumlulukları aşağıda listelenmiştir:

1. Denetim planı yapmak.

2. Denetim tutanaklarını hazırlamak.

3. Her yıl denetim yapmak.

4. Şikâyet üzerine veya gerekli görülen hallerde ayrıca denetim yapmak.

5. Denetimler sonunda tarafların imzaladığı her bir denetim tutanağını tescil ettirene teslim etmek (SMK Yönetmelik 45/5-7).

DENETLEME SÜRECİ

Tescil ettiren; Cİ veya GÜA tescilinin Bültende yayım tarihi ile sicilin denetleme bölümdeki bilgilere dikkat ederek, denetim merciinde bulunanlara davette bulunmalı ve çalışma ortamının oluşturulması gibi ön hazırlıkları yapmalıdır.

Denetim mercii, faaliyet gösterenlerin listesine uygun olarak denetim planı oluşturmalıdır. Ardından bu plana göre denetim esaslarının yer aldığı tutanaklar kapsamında denetimlerine başlamalıdır.

Denetlenen her bir gerçek veya tüzel kişi için düzenlenen tutanaklarda, Cİ veya GÜA’nın denetim esaslarına uygun olup olmadığı, uygun bulunmadı ise hangi işlemlerin yapıldığı/yapılacağı vb. bilgiler bulunmalıdır. Ardından denetlenen de dahil denetim mercii üyeleri tarafından denetim tutanağı imza altına alınıp, bir nüshası denetlenende diğeri denetim merciinde kalacak şekilde düzenlenmelidir. Denetim mercii daha sonra tüm denetim tutanaklarını tescil ettirene teslim etmelidir.

Tescil ettiren, faaliyet gösterenlerin listesi ve denetim tutanaklarına göre denetim raporunu hazırlayıp söz konusu eklerle birlikte TÜRKPATENT’in elektronik başvuru sistemi (EPATS) https://epats.turkpatent.gov.tr/runn/TP/EDEVLET/giris üzerinden tescilin bültende yayım tarihine uygun olarak her yıl bildirmelidir.

Bir örnek ile yazımıza devam etmenin ilgili kavramların ve denetim sisteminin daha net anlaşılması bakımından yararlı olacağı değerlendirilmektedir.

ÖRNEK

Coğrafi İşaretin Adı             : AAA Kaşar Peyniri

Coğrafi İşaretin Türü          : Menşe adı

Coğrafi Sınır                         : X ili

Tescil Ettiren                        : X Ticaret ve Sanayi Odası

Kullanım Biçimi                   : AAA Kaşar Peyniri adı ile menşe adı amblemi ürünün kendisi veya ambalajı üzerinde yer alır. Ürünün kendisi veya ambalajı üzerinde kullanılamadığında, AAA Kaşar Peyniri adı ile menşe adı amblemi, işletmede kolayca görülecek şekilde bulundurulur.

Sicilde Denetleme Bölümü

X Ticaret ve Sanayi Odasının koordinasyonunda; X Ticaret ve Sanayi Odası, X İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ve X Belediyesi olmak üzere en az 3 kişiden oluşan denetim mercii tarafından denetim işlemleri yürütülecektir.

Denetim mercii:

* Yıl içinde periyodik olarak denetim yapar.

* Şikâyet üzerine veya gerekli görülen hallerde ayrıca denetim yapar.

Denetim esasları aşağıda listelenmiştir.

1. Sütün kaynağı müstahsil makbuzundan denetlenecektir.

2. İneklerin cinsi denetlenecektir.

3. Otlatma alanı denetlenecektir.

4. İneklerin beslendiği alan denetlenecektir.

5.Çiftlikte bulunması gereken besinler denetlenecektir.

6. Üretim aşamaları (mayalama, teleme, sulu haşlama vb.) denetlenecektir.

7. Kalıpların özelliği denetlenecektir.

8. Ön dinlendirme odasında günlük üretim tarihlerine göre ayrılma işlemi denetlenecektir.

9. Ön dinlendirmede 30-40 gün bekletilmiş olması denetlenecektir.

10. Kabuk bağlama oluşumu denetlenecektir.

11. AAA Kaşar Peyniri adı ile birlikte menşe adı ambleminin kullanımı denetlenecektir.

Denetimler yılda en az 1 kez yapılır ve tescil ettiren X Ticaret ve Sanayi Odası tarafından her yıl raporlanarak, denetim tutanakları ve denetime esas teşkil eden faaliyet gösterenlerin listesi ile birlikte TÜRKPATENT’e bildirilir.

Denetim mercii, kamu kuruluşlarından veya özel kuruluşlardan veya bunlarda görevli uzman gerçek veya tüzel kişilerden denetimin gerçekleştirilmesi sırasında faydalanabilir veya hizmet satın alabilir. Tescil ettiren, hakların korunmasında hukuki süreçleri yürütür.

Tescilin bültende yayımlandığı tarih: 18.02.2018

Denetim raporu bildirim/evrak giriş tarihleri:

2018 yılı içerisindeki denetimler sonucunda oluşturulan denetim raporu ve ekli dokümanlar 10.02.2019’da TÜRKPATENT’e bildirilmiştir.

2019 yılı içerisindeki denetimler sonucunda oluşturulan denetim raporu ve ekli dokümanlar 31.01.2020’de TÜRKPATENT’e bildirilmiştir.

2020 yılı içerisindeki denetimler sonucunda oluşturulacak denetim raporu ve ekli dokümanların en geç 18.02.2021’de TÜRKPATENT’e bildirilmesi gereklidir.

Denetim tutanağı:

Faaliyet gösterenler listesi:

Yukarıda Cİ ve GÜA’nın denetim sisteminin nasıl olması gerektiği konusuna SMK hükümleri kapsamında açıklık getirilmeye çalışılmıştır.

Mevcut sistemlerin işleyebilmesinin ilk adımı; yasal düzenlemeye bağlı olarak tescil ettiren, denetim mercii, üretici, pazarlama, dağıtım olmak üzere Cİ ve GÜA’nın tüm aktörlerinin ortak bilinçle hareket etmeleridir.

Bu yerel değerlerin tescile uygun şekilde üretilmesi, denetimden geçmesi, ardından üründe barındırdığı kalite ve garanti işareti olan Cİ/GÜA ile birlikte amblemlerinin de kullanması önemlidir. İlgili aktörler arasındaki ya da denetim süreçlerindeki bir olumsuzluğun, her bir tarafı olumsuz yönde etkileyeceği ve Cİ/GÜA’nın geleceğine zarar vereceği düşünülmektedir.

Dolayısıyla, kanaatimizce tüketicilerin geleneksel, yerel ve sağlıklı ürünlere erişimi, ancak dürüst, şeffaf ve bağımsız Cİ/GÜA denetim ve yönetim sistemi ile sağlanabilir.  

Suzan KILIÇ DALDAL

Mayıs 2020

suzandaldal@gmail.com


KAYNAKLAR

https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/laws/informationDetail?id=104

https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/commonContent/CAbout

COĞRAFİ İŞARET VE GELENEKSEL ÜRÜN ADININ KULLANIM BİÇİMİ

Coğrafi işaret ve geleneksel ürün adında “amblem” ve “logo” başlıklı makaleleri ile ilerlediğimiz dizinin bu yazısında “kullanım biçimi” açıklanacaktır.

Kullanım biçimi; coğrafi işaretin ya da geleneksel ürün adının ilgili ürün üzerinde, ambalajında veya ambalajlanamadığı durumlarda işletme vb. alanlardaki kullanımının nasıl olacağının tanımlanmasıdır.

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ve SMK Yönetmeliğinin ilgili hükümleri incelendiğinde, aşağıdaki düzenlemeler görülür:

SMK Mad. 37/1 (h),  37/2 (e) hükümlerinde ve SMK Yönetmelik Mad. 35/3 (i) ile 35/4(f) hükümlerinde Coğrafi işaretin ve geleneksel ürün adının kullanım biçimi ve varsa etiketleme ve ambalajlama usullerini açıklayan bilgiler”,

SMK Mad. 46/2-3-4 ve SMK Yönetmelik Mad. 44/2-3-4 hükümlerinde,

(2) Tescil edilmiş coğrafi işaretin veya geleneksel ürün adının kullanım hakkına sahip olan kişiler, söz konusu coğrafi işaret veya geleneksel ürün adını, amblem ile birlikte ürün veya ambalajı üzerinde kullanır. Coğrafi işaretler bakımından amblemin kullanılması zorunludur.

(3) Ürünün niteliği gereği, amblem ile birlikte coğrafi işaretin veya geleneksel ürün adının ürünün kendisi veya ambalajı üzerinde kullanılamadığı durumlarda, amblem ile tescilli işaret veya ad, kullanım hakkına sahip olanlar tarafından işletmede kolayca görülecek şekilde bulundurulur.

(4) Geleneksel ürün adının amblemsiz kullanımı bu Kanun hükümlerine tabi değildir.

Coğrafi işaret (Cİ) ve geleneksel ürün adı (GÜA) kullanım biçimlerinin iki fonksiyonu bulunduğunu ifade etmek mümkündür. Birinci fonksiyonu ürünlerin tanıtım ve pazarlamasında yol göstermesi, ikinci fonksiyonu ise ilgili ürünlerin güvenirliğini kontrol etme aracı olmasıdır.

Birinci fonksiyonun varlığı özellikle Cİ ve GÜA’nın ticari faaliyetlerde nasıl kullanılacağını ifade etmesi ile ortaya çıkar. Açıkçası bu kullanım, hukuki boyutu ile daha çok fiziki kullanımı açıklar gibi görünse de elektronik ticarete konu olması durumundaki kullanımını da kapsar nitelikte olduğu değerlendirilir.

İkinci fonksiyonda ise güven duygusunun her alanda olduğu gibi ticari yaşamda da öne çıktığını görürüz. Güven, insan ilişkilerinde olduğu gibi ürünlerde de verdiği mesajlar ile bağ kurulmasını sağlar.

Cİ ve GÜA; “ben farklı ve özelim, kimliğim coğrafyamın sunduğu toprağın, yağmurun, rüzgarın, dağların, ovaların, çiçeklerin vb. ve mirasla taşınan üretim geleneği ile yöre insanımın eseriyim, bu yolla çıktım ve ortak bilinçle bir arada üretilip kontrollerden geçerek size ulaştım” mesajını verdiği noktada tercih edilirler. Dolayısıyla bu mesajların devamı için Cİ ve GÜA konu ürünlerin denetimlerinin çok iyi yapılması ve sadece bu denetimlerden geçen ürünlerin Cİ ve GÜA ile birlikte amblemlerin kullanılması gereklidir. Aksi takdirde kontrolden geçmeyen ürünlerin üzerine amblemlerin yapıştırılması ve Cİ ile GÜA’nın kullanılması bu değerlerin zamanla kaybedilmesine sebep olabilir.

Cİ ve GÜA tescili, koruma sistemindeki kayıt aracıdır. Tescilli ürünlerin varlığının devamı ancak ticarete konu olması ile mümkündür. Bu noktadaki en büyük yanılgı ise aşırı üretimdir. Oysa bu ürünlerin arzı, yöresel ve geleneksel olanaklarla sınırlıdır.

Cİ ve GÜA ürünlerinin kaynağı olan ilgili coğrafyada ürüne etki eden unsurların örneğin ağaçların, bitkilerin, hayvan ırklarının, su kaynaklarının ve toprağın vb. özelliklerini muhafaza edebilmek ve ilgili ürünlerin üretim metodunun kültürel miras ile devam ettirebilecek nesiller ile mümkündür. Dolayısıyla Cİ ve GÜA ile en başta korunması gereken söz konusu unsurlar ile birlikte bu coğrafyadaki üretici konumundaki bireylerin üretimle kazanmaları ve sosyo ekonomik seviyelerini Cİ ve GÜA ile güçlendirmelerine bağlıdır. Bu bilince sahip üreticilerin, otokontrol ile sürdürülebilir bir denetim sistemine katkı vermeleri mümkündür.

KULLANIM BİÇİMİ ÖRNEKLERİ

TÜRKPATENT nezdinde 6769 sayılı SMK sonrasında tescil ile sonuçlanan ayrıca Resmi Coğrafi İşaret ve Geleneksel Ürün Adı Bülten yayımları halen devam eden Cİ ve GÜA başvurularının kullanım biçimi bölümleri incelenerek aşağıdaki örnekler listelenmiştir.

Coğrafi İşaretlerde Kullanım Biçimi

Örnek 1.

Başvuru Numarası               : C2017/043

Coğrafi İşaretin Adı             : Gaziantep Sarımsak Kebabı

Bülten Numarası                  :68

Yayım Tarihi                        : 02.01.2020

Kullanım Biçimi: Gaziantep Sarımsak Kebabı ibaresi ve mahreç işareti amblemi, ürünün kendisi veya ambalajı üzerinde yer alır. Ürünün kendisi veya ambalajı üzerinde kullanılamadığında, Gaziantep Sarımsak Kebabı ibaresi ve mahreç işareti amblemi, işletmede kolayca görülecek şekilde bulundurulur.

Geleneksel Ürün Adlarında Kullanım Biçimi

Örnek 2.

Başvuru Numarası               : C2017/241

Geleneksel Ürün Adı           : Ezo Gelin Çorbası

Bülten Numarası                  :72

Yayım Tarihi                        : 02.03.2020

Kullanım Biçimi: Ezo Gelin Çorbası ibaresi geleneksel ürün adı amblemiyle birlikte ürün ambalajı üzerinde veya işletmede kolayca görülecek şekilde bulundurulur. Geleneksel ürün adının amblemsiz kullanımı, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu hükümlerine tabi değildir.

ÜRÜN NİTELİKLERİNE GÖRE KULLANIM BİÇİMLERİ

*Aşağıdaki örnekler konunun daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla kurgusal oluşturulmuştur.

Suzan KILIÇ DALDAL

Mart 2020

suzandaldal@gmail.com


KAYNAKLAR

https://www.ci.gov.tr/veri-tabani

http://bulten.turkpatent.gov.tr/bulten/

https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/laws/informationDetail?id=104

https://pixabay.com/tr/

Coğrafi İşaret ve Geleneksel Ürün Adında Amblem

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (6769 sayılı SMK) yürürlüğe girişinin ardından, Coğrafi İşaret ve Geleneksel Ürün Adı alanında getirilen önemli yeniliklerden biri de, hiç şüphesiz amblem tanımının yapılarak yasal düzenlemenin gerçekleşmesidir.

Bu anlamda 29 Aralık 2017 tarih ve 30285 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp 10 Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe giren Coğrafi İşaret ve Geleneksel Ürün Adı Amblem Yönetmeliği amblem konusundaki ilk yasal düzenlemeyi oluşturur.

Amblem, coğrafi işaret ve geleneksel ürün adlarının 6769 sayılı SMK hükümlerine uygun olarak tescil edilmiş olduğunu gösteren işaret olarak tanımlanır (Amblem Yönetmelik 3).

Amblemi Kimler Kullanabilir?

Coğrafi işaret ve geleneksel ürün adı amblemleri TÜRKPATENT nezdinde tescilli bulunan ilgili ürünleri, tescil belgesinde belirtilen coğrafi sınırda, ürünün ayırt edici özelliği, üretim metodu ve denetim esaslarına uygun olarak üreten ve pazarlamasında faaliyette bulunanlar tarafından kullanılabilir.

Kanunda yer alan amblemin tescile konu ürünü üreten ve pazarlamasında faaliyette bulunanlar tarafından kullanılabileceği ifadesinden, kullanımın fiziksel olarak ürünün ticarete konu olması durumunda gerçekleşebileceği doğrudan anlaşılmaktadır. Ancak günümüz dijital ortamı dikkate alındığında ilgili kullanımın daha genel yorumlanması gerektiği değerlendirilmiştir. Bu bağlamda tescile konu ürünlerin dijital ortamda ticarete konu olması halinde de amblem kullanımın bulunması gerektiği sonucuna varılabilir.

Amblem Kullanımının Önemi

Amblem kullanım hakkındaki hukuki düzenleme ile TÜRKPATENT nezdinde tescilli bulunan coğrafi işaret (menşe adı ve mahreç işareti) ile geleneksel ürün adlarının ticarete konu olması halinde toplumda farkındalığı oluşturmanın temel hedefleri arasında yer aldığı anlaşılır. Şüphesiz amblem kullanımı, tüketiciye sürdürülebilir denetim sistemi ile güven oluşturup üründe katma değer yaratmanın önemli bir aracıdır.

Sözkonusu amblemlerin TÜRKPATENT’in resmi internet sitesinden ücretsiz temin edilmesi (Amblem Yönetmelik 5/1) mümkün olmakla birlikte tescil ettirenin güncel tutacağı “Üretici ya da Pazarlamada Faaliyet Gösterenler”in listesini esas alarak amblem kullanımını denetim sistemi ile takip etmesi gerekir.

Amblem Kullanımı Zorunlu mu?

Türkiye’de tescilli coğrafi işaretlerin ticarete konu olduğu alanlarda coğrafi işaret adı ile birlikte amblemin kullanımı zorunludur (Amblem Yönetmelik 4/2). Diğer yandan tescilli geleneksel ürün adında amblem kullanımı zorunlu değildir (Amblem Yönetmelik 4/3).

Ancak tüketicinin dikkatini çekebilmek ve benzer ürünlerden farklı nitelikte ürün olduğunu açıklamak amacıyla geleneksel ürün adı ambleminin de uygun şekilde kullanılması yararlı olacağı değerlendirilir.

Coğrafi işaret amblem kullanımındaki istisna ise ülkemizin taraf olduğu ikili veya çok taraflı anlaşmalar kapsamında korunması bulunan yabancı menşeli coğrafi işaretler için amblem kullanımı zorunluluğu bulunmadığı yönündedir (Amblem Yönetmelik 4/2).

Amblem Nasıl Kullanılmalı?

Tescilli coğrafi işaret ya da geleneksel ürün adına konu ürün veya ambalajının üzerine tescil belgesindeki adı ile birlikte ilgili amblem yapıştırılmalı ya da basılmalıdır (Amblem Yönetmelik 4/2). Ambalajlar üzerindeki amblemin çapı 15 milimetreden küçük olmayacak şekilde kullanılmalıdır (Amblem Yönetmelik4/6).

Diğer yandan tescilli ürünün niteliği gereği ambalajsız ticarete konu olması durumunda tescil belgesindeki adı ile birlikte amblem işletmede görülebilecek şekilde sergilenmelidir (Amblem Yönetmelik4/2).

Menşe adı ambleminde kırmızı, mahreç işareti ambleminde yeşil ve geleneksel ürün adı ambleminde turkuaz renkleri hâkim olup amblemlerin siyah-beyaz renkteki formları amblem yönetmeliğinde tanımlanmıştır (Amblem Yönetmelik 7/2-4).

Bununla birlikte amblemin renkli zemin üzerindeki kullanımında görünürlüğü arttırmak amacıyla amblemin etrafında beyaz renkli dış daire kullanılabileceği belirtilmiştir (Amblem Yönetmelik 7/3).

Amblem Dili

Türkiye’de piyasaya sunulan, tescilli coğrafi işareti ve geleneksel ürün adını taşıyan ürünlerin üzerinde Türkçe amblemlerin kullanılması gereklidir (Amblem Yönetmelik 6/1).

Diğer yandan ürünün dış ticarete konu olması durumda yabancı dilde amblem kullanımı tercih edildiğinde TÜRKPATENT’in resmi internet sitesinden bu amblemler temin edilebilir (Amblem Yönetmelik 6/2). İlgili hükümde “yabancı dilde amblem kullanımı” tanımı ile yabancı dil konusunun genel tutulduğu anlaşılır.

TÜRKPATENT’in resmi sitesi incelendiğinde yabancı dilde sınırlama olduğu ve sadece İngilizce amblemlerin yayımlandığı görülür ancak Amblem Yönetmeliğin ilgili maddesi kapsamında farklı dillerde de amblemin yayımlanmasının süreç içinde değişen ve dönüşen ticari yaşam içinde mümkün olduğu değerlendirilir.

AMBLEMLER

Coğrafi İşaret Amblemleri

Menşe Adı Amblemi

Renkli menşe adı ambleminin dış kenarında kırmızı renkli sıralı üçgenler bulunmaktadır. Bir sonraki dairenin sarı renkli zeminin üst bölümünde TESCİLLİ COĞRAFİ İŞARET. MENŞE ADI ve alt bölümünde TÜRK PATENT VE MARKA KURUMU bilgileri kırmızı renkte yazılıdır. Bununla birlikte dairenin orta bölümündeki kırmızı renkli zemin üzerinde Türkiye haritasının görseli iki köşeli parantez içinde sarı renkle yerleştirilmiştir. Ayrıca benzer şekilde siyah ve beyaz renkli amblem görselleri de bulunmaktadır.

Mahreç İşareti Amblemi

Mahreç işareti ambleminin dış kenarında yeşil renkli sıralı üçgenler bulunmaktadır. Bir sonraki dairenin sarı renkli zemininin üst bölümünde TESCİLLİ COĞRAFİ İŞARET. MAHREÇ İŞARETİ ve alt bölümünde TÜRK PATENT VE MARKA KURUMU bilgileri yeşil renkte yazılıdır. Bununla birlikte dairenin orta bölümünde Türkiye haritasının görseli iki köşeli parantez içinde sarı renkle yerleştirilmiştir. Ayrıca benzer şekilde siyah ve beyaz renkli amblem görselleri de bulunmaktadır.

Geleneksel Ürün Adı Amblemi

Renkli geleneksel ürün adı ambleminin dış kenarında turkuaz renkli sıralı üçgenlerden oluşmaktadır. Bir sonraki dairenin sarı renkli zeminin üst bölümünde TESCİLLİ GELENEKSEL ÜRÜN ADI ve alt bölümünde TÜRK PATENT VE MARKA KURUMU bilgileri turkuaz renkte yazılıdır. Bununla birlikte dairenin orta bölümünde Türkiye haritasının görseli iki köşeli parantez içinde sarı renkle yerleştirilmiştir. Ayrıca benzer şekilde siyah ve beyaz renkli amblem görselleri de bulunmaktadır.

Amblem Kullanımında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Coğrafi İşaret ve Geleneksel Ürün Adı Amblemi, tescil belgesinde tanımlanan türüne uygun olarak kullanılmalı ve üzerinde herhangibir değişiklik yapılmamalıdır (AmblemYönetmelik 4/5).

Bu kapsamda aşağıda olası kullanım örnekleri kurgusal oluşturularak ile ilgili hüküm açıklanmaya çalışılmıştır.

Suzan KILIÇ DALDAL

Mart 2020

suzandaldal@gmail.com


KAYNAKLAR

https://www.ci.gov.tr/veri-tabani

https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/laws/informationDetail?id=104https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/commonContent/CAmblem

CENEVRE METNİ ARTIK YÜRÜRLÜKTE!

Hatırlayacağınız üzere Cenevre Metni, 25.09.1966 tarihinde yürürlüğe Lizbon Anlaşmasını revize etmek üzere 2009-2014 yılları arasında yürütülen hararetli çalışmaların, 2015 Mayısında yapılan diplomatik konferansla ortaya çıkan meyvesi.

Lizbon Anlaşmasının üye sayısı, 2019 yılı ekim ayındaki en sonki katılımla birlikte toplam 30. Bu ülkeler: Arnavutluk, Cezayir,  Bosna Hersek, Bulgaristan, Burkina Faso, Kongo, Kosta Rika, Küba, Çek Cumhuriyeti, Kuzey Kore, Dominik Cumhuriyeti, Fransa, Gabon, Gürcistan, Haiti, Macaristan, İran, İsrail, İtalya, Meksika, Karadağ, Nikaragua, Peru, Portekiz, Moldova, Sırbistan, Slovakya, Kuzey Makedonya, Togo ve Tunus. 

Anlaşmaya taraf olunabilmesi için ülkelerden veya hükümetlerarası organizasyonlardan Cenevre Metnini imzalamış olanların onay (ratification), imzalamamış olanların ise katılım (accession) belgelerini ibraz etmeleri gerekiyor. Mevcut durumda Kamboçya 9 Mart 2018, Fildişi Sahili 28 Eylül 2018, Arnavutluk 26 Haziran 2019, Samoa 2 Ekim 2019, Kuzey Kore 8 Ekim 2019 ve Avrupa Birliği (AB) 26 Kasım 2019 tarihlerinde katılım belgelerini WIPO’ya sundular.

Ve AB’nin katılım belgesinin sunumundan tam üç ay sonraya denk gelen bugün itibarıyla, Cenevre Metni artık yürürlükte! Ancak Fildişi Sahili’nin katılımı, Anlaşmanın 28(3)(b) hükmüne tabi olarak gerçekleşecek. 

AB’nin Cenevre Metnine resmi katılımının ardından, AB üyesi ülkelerden özellikle Lizbon Anlaşmasına üye olanların kısa sürede katılım belgelerini WIPO’ya sunmaları beklenmekte. Cenevre Metninin yürürlüğe girmesi, coğrafi işaretlere uluslararası arenada koruma sağlamayı kolaylaştırmakla sınırlı kalmayacak elbette. Anlaşmayı uygulamakla görevli olacak kurumlardaki hazırlıklar, marka-coğrafi işaret mücadelelerindeki gelişmeler, ticari uygulamalara etkileri, bu yeni tescil sisteminin maliyetinin bulunması nedeniyle yeterince ilgi çekip çekmeyeceği, son yıllarda serbest ticaret anlaşmalarında coğrafi işaretlerin karşılıklı korunması konusunda artmış ilginin azalıp azalmayacağı vb hususlar, kapısı bugün açılmış olan bu yeni dönemin merakla takip edilecek konularının başında geliyor.

Gonca ILICALI

Şubat 2020

gilicali12@gmail.com

YENİLENMEK GEREK, AMA DİKKATLE…

Biz insanların doğasında var! Her yeni dönemi fırsat bilip hayatımıza güzellikler getirmesini diler, yenilenmek isteriz. Bu dönemlerde kendimizi yeni şeylerle ödüllendirmek ruhumuzu okşar. Alışverişe çıkar, yeni ürünleri ya da yenilenmiş ürünleri ararız. Ve rafları, “diğerlerinden önce, farklı şeylerle” doldurmak isteyen üreticileri, tatlı bir yaratıcılık telaşı alır.

Yaratıcılıkların yarıştığı örneklerden birini, Noel dönemi için hazırlanan “çirkin Noel kazakları” ile ilgili olarak Bültenimizin Aralık sayısında, sevgili Özlem Fütman yazmıştı, “İyi Kötü Çirkin” başlığıyla. Benim örneğim ise, o çıtır çıtır lezzetiyle yediden yetmişe herkesi çekim alanında bırakan Pringles.  

Pringles’ın 2018 yılı Noel dönemi için müşterilerine sürprizi, “Prosecco ve pembe tane karabiber (pink peppercorn)” çeşnili sürümü olur. Henüz bir yıl bile geçmeden bu yeni lezzetin 250 kutusu, İtalya’nın Veneto bölgesinde bir süpermarket zincirinde İtalyan yetkililerince ele geçirilir.     

Menşe adı olarak tescilli Prosecco coğrafi işaretinin kullanımı, İtalyan yetkililere göre yasadışıdır; çünkü Pringles, Prosecco Konsorsiyumundan izin almamıştır. Bunun üzerine İtalya Tarım Bakanı, “kimlik hırsızlığı” olarak nitelediği bu durum ile mücadele sözü verirken, Veneto bölgesinin başkanı ise sosyal medyadan yaptığı “Mükemmel ürünlerimizi, sahtecilik ve istismara karşı korumak zorundayız. Çünkü bu haksız kullanımlar, kalite ve bölge için dürüstçe çalışan üreticilere zarar veriyor.” açıklamasıyla, bu konularda artık tolerans göstermeyeceklerini söyler.   

Prosecco ile Pringles arasındaki ihtilaf, 2012 yılında Alman indirim market zinciri Aldi ile Fransız Champagne coğrafi işareti arasında yaşanan ve son noktası Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) tarafından konulan ihtilafa benziyor. Bu dava hakkındaki tüm detaylar, sevgili Özlem Fütman’ın 3 Ocak 2018 tarihli “Champagner Sorbet İhtilafında ABAD Görüşü!” başlıklı yazısında mevcut.

Champagne vakasını kısaca anımsayalım. Dava, Aldi süpermarketinin “Champagner Sorbet”, yani “Champagne sorbesi” adında bir ürün satmasının, menşe adı tescilli Champagne’den doğan hakların ihlal edildiği iddiasına dayanıyor. Burada önemli olan nokta; sorbe üreticilerinin, Champagne’nin ününden haksız fayda elde edip etmediği. Bu iddianın geçerliliği değerlendirilirken de; tescilli bir coğrafi işaretin, bir başka ürünün üretiminde “bileşen” olarak kullanılması halinde, etiket üzerinde belirtilmesine ilişkin Avrupa Birliği (AB) yasal düzenlemelerinin göz önünde bulundurulması gerekiyor. ABAD bu kararında; sorbenin (nihai ürünün) esas karakteristik özelliğinin, içeriğinde bileşen olarak kullanılan Champagne’den (coğrafi işaretli üründen) alıp almadığının önemli olduğunu ve ancak sorbenin karakteristik özelliğinin kaynağı olması durumda, ürünün ticari adında Champagne’nin (coğrafi işaretin) kullanılabileceğini; ayrıca, coğrafi işaretin kullanılması halinde ise, bileşen yüzdesinin coğrafi işaretin hemen yanında veya bileşen listesinde muhakkak yer verilmesi gerektiğini belirtir. Coğrafi işaretli ürünün yüzdesinin ambalajda belirtilmesi, nihai ürünün esas karakteristik özelliğinin söz konusu coğrafi işaretten kaynaklanıp kaynaklanmadığının “teknik” düzeyde tespiti bakımından son derece önemli. İşte tam bu noktada, nihai ürünün karakteristik özelliğini etkileyeceğinden, coğrafi işaretli ürünle aynı türdeki başka bir ürünün nihai üründe kullanılmaması gerektiği de unutulmamalı. Yani Champagne Sorbet ürününde, Champagne coğrafi işareti ile aynı türde olan başka bir “köpüklü şarap” kullanılıp kullanılmadığı da incelemeye tabi.                      

Champagne – Champagner Sorbet ihtilafında, ürün etiketinde Champagne’nin kullanım yüzdesinin “%12 Champagne” olarak belirtilmiş olması, diğer hususların yanısıra,  ABAD kararının, “coğrafi işaret ihlali bulunmadığı” yönünde olmasını sağlar.

ABAD kararının dayandığı temeller, Pringles – Prosecco ihtilafına uygulandığında; Noel dönemi için üretilen Pringles’ların, Prosecco’nun esaslı tat karakteristiğini yansıtma konusunda bir sorunun bulunmadığını yazıyor haberimizin kaynağı. Ancak ambalajda Prosecco’nun bileşen yüzdesinin bulunmaması, Champagne – Champagner Sorbet kararındaki gibi “ihlalin gerçekleşmediği” sonucuna ulaşılmasını güçleştirir nitelikte. Eğer Pringles bu ürünün devamını getirmek isterse, “bileşen olarak yüzde kullanımın belirtilmesi” şartını kolayca karşılayabileceği de aşikâr.

Haberin kaynağında Pringles’ın, 2018 yılı Noel dönemi için sınırlı üretim yaptığı  “Prosecco ve pembe tane karabiber” çeşnili bu ürünün “sadece stoklar tükeninceye kadar piyasada olacağı ve gelecekte üretme planının olmadığı” yönündeki bir açıklamasına binaen, bu spesifik ihtilafın AB mahkemelerine taşınmayacağının düşünüldüğü ifade ediliyor.

Yazımızda bahsi geçen Prosecco coğrafi işareti hakkında biraz bilgi verelim. AB nezdinde korunan coğrafi işaretlerden tarım ve gıda ürünlerine yönelik “DOOR”, şaraplara yönelik “e-bacchus” ve distile alkollü içeceklere yönelik “e-spirits” veritabanlarını birleştiren “eAmbrosia” veritabanına göre, Prosecco’nun AB nezdindeki menşe adı tescili, 1 Ağustos 2009 tarihine dayanıyor. 9 Aralık 2019 tarihli AB Resmi Gazetesinde yayımlanan “tescilde değişiklik” bilgilerine göre de Prosecco, saman sarısı (straw-yellow) renkte. Prosecco’nun elde edildiği başlıca üzüm çeşitleri Glera lunga W. – Serprino; Glera lunga W. – Glera ve Glera W. – Serprino olup bu çeşitler, Belluno, Gorizia, Padua, Pordenone, Treviso, Trieste, Udine, Venedik ve Vicenza bölgelerinde yetişiyor. Prosecco’nun şişelenmesi de yine bu bölgede gerçekleşiyor.  

Prosecco’nun kısa hikâyesini ise www.prosecco.wine adresinden öğreniyoruz.

13. yüzyılın ortalarından bu yana, “Prosech” veya “Prosecum” yer adı ve aynı zamanda daha modern “Proseco” adı, güneydoğuda Trieste Piskoposluğu ve kuzeyde Duino bölgesi ile sınırlanan küçük bir kasabaya atıfta bulunuyordu. Prosecco bugün hâlâ, İtalya’nın en kuzeydoğusundaki Trieste eyaletinde küçük bir kasaba. Bölgedeki şarap üretiminin geçmişi de, bu döneme kadar uzanmakta.

Şarap üretiminde kullanılan özel üzümler; eski zamanlarda denizle kaplı olan, Prosecco’dan denize doğru uzanan, bir marn-kumtaşı arazisi olan ve soğuk Bora rüzgârlarından korunan güneşli yamaçlardan ibaretti.

Francesco Maria Malvolti’nin 19. yüzyılın başında Prosecco’nun üzümünden bahsetmesiyle birlikte, hakkında daha çok yazılar yazılmaya başlar. Böylelikle, bu zorlu tepelerde üretilen Prosecco’nun tarihi de başlamış olur.

Son olarak İtalya’da; taklitle mücadeleyi de kapsayan ve yetkili resmi makamlarca icra edilen piyasa kontrollerinin bir parçası olarak, internet üzerinden satılan ürünlerin de mercek altına alındığının; bu kapsamda yürütülen faaliyetlerin etkinliğinin artırılması için de İtalyan resmi makamları ile Ebay, Alibaba gibi elektronik ticaret ortamı sağlayan firmalar arasında anlaşmalar yapıldığının, yazımızın hazırlık sürecinde edinilen bilgiler arasında olduğunu söyleyelim.   

Gonca ILICALI

Şubat 2020

gilicali12@gmail.com



Kaynaklar:

http://theconversation.com/prosecco-flavoured-pringles-did-festive-snack-break-eu-law-125858

https://www.prosecco.wine/en/territory

JAPON EKOSESİ; SİNGAPUR’DAN BİR YÜKSEK MAHKEME KARARI

İskoçlar köken meselesi konusunda çok hassaslar. Edinburg’da Princess Caddesinin sonunda bir bina var, orada klanların soy ağacı kayıtlarını saklıyorlar. Bizdeki nüfus kütüğü gibi bir sistem düşünün, fakat kayıtlar soy/klan kriteri üzerinden tutuluyor. Eskiden bu kayıtları büyük defterlerde tutarlarmış, artık bilgisayar kullanıyorlar  elbette. Klanların oluşmasının kökeninin 6. yüzyıla kadar gittiği ama işin sistemsel hale gelmesinin 12. yüzyıla tarihlendiği biliniyor.

Tartanın İskoçlar için ne anlama geldiğini layıkıyla kavrayabilmek için salt tarihsel  bilgi sahibi olmak, nasıl diyeyim, biraz kağıt üstünde kalabilir. İskoçya’yı görüp meseleyi yerinde müşahede etmek lazım, yoksa çoğu insan gibi “bu İskoçlar tartana amma da düşkün” noktasında kalınabilir. Nedir tartan? Tartan kısaca ekose deseni olarak tanımlanabilir.

Bizim için konu çoğunlukla sadece  “değişik renk kombinasyonlarında  ekose desenli kumaş” olarak algılansa da  aslında mevzunun  sağlam bir tarihi,sosyolojik, kültürel, siyasi ve  ekonomik boyutu var. Çünkü İskoçya’da hemen her bir tartan renk ve desen kombinasyonu bir klana ait, yani öyle X renkleri hoşlarına  gittiği için yapmıyorlar seçimlerini. Ayrıca her klanın kendi sembolü var ve bu sembolleri tartan kumaştan giysilerin/giysilerin üzerine sardıkları  kumaşların üzerine taktıkları iğneler ile somutlaştırıp köken belirtiyorlar. Benim bildiğim kadarıyla irili ufaklı 300’den fazla klan var İskoçya’da. Turistik olanlar dışındaki yerli köklü tartan kumaş üreten/tartandan ürün satan  mağazalara gittiğinizde zaten onlar klanların büyük çoğunluğunun renklerini ezbere biliyorlar  veya mesela siz klanınızın rengini hatırlamıyorsanız (diyelim ki Amerika’da doğmuş büyümüş ve atalarınızın renklerinden emin olmayan biriyseniz) önünüze kocaman kataloglar açıyorlar; bu kataloglardan soyadını takip ederek ailenizin tartanı ile sembolünü  bulup ona göre alışveriş yapabiliyorsunuz. Tabii İskoç değilseniz de böyle mağazalara gidip istediğiniz renk tartan almanıza engel bir durum yok; mesela ben son Edinburg seyahatimde böyle yerleşik  bir mağazaya girdim ve satıcıyı  yormamak için daha en baştan “İskoç değilim, sizce mahsuru yoksa,sadece hoşuma giden renge göre seçim yapacağım. Ayrıca bir aile sembolü yerine İskoçya’nın ulusal sembolü olan devedikeni çiçeği formunda bir iğne almak istiyorum” dedim. Bu arada,  klanları ve tartanlarını gösteren haritalar/posterler de var. Hatta aslına bakarsanız bir de tartan kayıtlarının tutulması  için Kanun ile kurulmuş bir devlet kurumu var İskoçya’da https://www.tartanregister.gov.uk/aboutUs oraya da göz atılabilir.

İskoçlar tartan kumaştan türlü çeşit ürün yapıyorlar ya da ürünleri bu kumaşlarla kaplıyorlar, yani olay sadece giysi değil; restoran ve kahvelerdeki sandalyeler, duvarlar, koltuklar, trenlerde vagonların içi , yastıklar, battaniyeler, cüzdanlar hatta kedi-köpek yatakları vs derken yer gök tartan! Giysiler konusunda ise çok kendilerine özgü ve bence çok şık tasarımları var; bunların güzel örneklerini seyretmek ve meselenin yalnızca ekose pileli etekten ibaret olmadığını  görmek  isterseniz Outlander dizisini tavsiye edebilirim. Outlander İngilizce’de, biraz sokak diliyle söylersek, chick movie (kız filmi) tadında bir yapım; fantastik , zamanlar arasında gidilip gelinen bir aşk hikayesini anlatıyor filan ama aslında arka fonunda İskoç tarihinin çok hüzünlü ve belki de en önemli kırılma noktası olan Jakobit isyanını temel alıyor. Dizi, Inverness’de başlayarak çoğunlukla İskoçya’nın Highland denen cennet bölgesinde çekiliyor. Ben diziyi Highland’in muhteşem doğası ile tartan kumaştan yapılmış  tasarımları ve aksesuarları görmek için seyrettim doğrusu! Jakobit isyanı ve tartan demişken; tartan deseni o kadar önemli ki İskoçya’da, bu isyanda İngilizler İskoçları kırıp geçirdikten sonra İskoçya’da klanlara göre tartan renkleri kullanılmasını yasaklıyorlar on yıllar boyunca. Bu davranışıyla  İngiltere  “otorite benim, ben ne dersem o olur, bana biat etmeyenin sonu da böyle olur” mesajı verdiği gibi,  İskoçları tartan konusundaki hassasiyetlerinden vurarak bir nevi  İskoç ulusalcılığını altta gördüğünü ifade ediyor. İsyanlar sırasında tüm isyancıların giydiği ve hiçbir klana ait olmayan  bir tartan deseni de var ve bu yukarıda linkini verdiğim devlet kurumu kayıtlarında o da geçiyor.

Evet, tartan böyle bir şey işte. Gerçi İrlandalılar ve Galler’den olanlar da tartan desenine çok düşkün, ama anlayacağınız İskoçların durumu daha bir değişik.

İskoçya nere Singapur nere diyeceksiniz değil mi? E o zaman hadi bizde Outlander’de olduğu gibi ışınlanalım ve Uzakdoğu’nun minik ama çok zengin ülkesi Singapur’da  neler olmuş bir bakalım.

ISETAN Japonya menşeili, yaklaşık yüz yıl evvel kurulmuş, orta üstü ve lüks segmentte dünyanın her yerinden çok sayıda değişik ürün satan,tanınmış bir çok katlı mağazalar zinciri.

ISETAN 18/06/2016 tarihinde Singapur Marka ve Patent Kurumu’na “ISETAN TARTAN” markasının 33. sınıfta “Biralar hariç, her türlü alkollü içecekler; sake” emtiasında tescili için  başvuruyor. Scotch Whisky Association (SWA) hemen “Ne? Tartan mı?” deyip başvuruya itiraz ediyor, ancak itirazı reddediliyor. SWA Temyiz Kurulu’na üst itiraz yapıyor, ama oradan da lehine bir netice çıkmayınca işi Mahkeme’ye taşıyor.

Aşağıda Singapur High Court yargıcı Sn. Lee Seiu Kin J’nin ihtilaf konusunda verdiği 28/08/2019 tarihli kararını inceleyeceğiz. SWA bu kararı, varsa, bir üst yargı merciine taşıyacaktır diye düşünüyorum, çünkü benim bile aklımda bazı sorular oluştu okuduğumda.

SWA, ISETAN TARTAN başvurusuna itiraz ederken iddialarını üç temele dayandırıyor:

1- Markanın, konu ürünlerin coğrafi kaynağı konusunda tüketicileri yanıltacağı,

2- Markanın Coğrafi İşaret Kanunu’na aykırı olduğu,

3- Markanın içinde coğrafi işaret barındırdığı.

BİRİNCİ İDDİA

Birinci iddianın değerlendirilmesi için yargıç önce “yanıltıcı marka” kavramına odaklanıyor ve İngiliz Marka Hukukunu rehber alarak diyor ki;  yanıltıcı marka, doğası gereği, toplumu mal ya da hizmetin doğası, kalitesi veya coğrafi kaynağı hakkında yanıltan işarettir ve burada yanıltma haline ilişkin yapılacak itirazların belirsiz ve hayali değil bilakis gerçek (temellere dayalı) olması gerekir. Huzurdaki olayda ilgili toplum kesimi viski içen/satın alanlardır.

SWA:

— Tartanın İskoçya’nın bir sembolü olduğunu, Singapurlu tüketicilerin de tartanı böyle bildiğini, tartanın doğrudan İskoçya ile bir bağlantıyı işaret ettiğini  iddia ediyor.

— Dosyaya başka ülkelerde verilmiş  Mahkeme kararları koyarak o ülkelerde tartan ibaresinin İskoçya dışında üretilen viskiler üzerinde kullanımının yasaklandığını belirtiyor.

Davalı ise ISETAN TARTAN markasının herhangi bir yanıltıcılık içermediğini, ortada tüketicilerin yanılacağına işaret eden gerçek bir emare bulunmadığını, tüketicilerin davalının mallarının İskoçya’dan geldiğini düşünmesinin mümkün olmadığını iddia ediyor. 

MAHKEME DİYOR Kİ;

Tartan örgü  ya da yünlü bir kumaşa uygulanan, değişik renklerde çapraz bant-çizgilerin  birbirini  keserek  tekrar ettiği bir desendir. Bu desen pek çok kültürde varsa dai bilhassa İskoç olarak ve İskoç hanedanlarının ve klanlarının bir amblemi olarak kabul edilmektedir. 2012 yılında YouGov adlı uluslararası pazarlama şirketinin yaptığı araştırmaya göre, tartan İskoçya’nın en tanınan 3. sembolüdür. Bunun yanında, Dr. Megan RaeBlakely yazdığı “Desen Tanıma ;Tartan ile İlgili  Hükümet Düzenlemesi ve Kültürün Metalaşması”  (Patternrecognition ; governmentregulation of tartan andcommodification of culture) isimli makalesinde “Tartan İskoç kültürüne derin bir şekilde gömülmüştür ve uluslararası çapta İskoç kültürünün bir simgesi olarak bilinir. Bu sembol kimlik ve lokal birlikteliğin sürdürülmesine hizmet ettiği gibi, İskoç mirasına ve soya dayalı turizme ve dahi özel ve kamusal  bilgiye olan ilginin  artmasına sebep olmaktadır.” demektedir.

Gerçi davalı tartan deseninin İrlanda gibi başka ülkelerde de kullanıldığını ifade etmiştir, ancak bundan başka da tartanın bir İskoç sembolü olduğuna karşı ciddi bir argüman ileri sürememiştir.

Dosyadaki delillerden İskoçya ile Singapur arasında devamlılık arz eden bir ilişki bulunduğu anlaşılmaktadır. Mesela;

—–Singapur’a ilk yerleşen kişi ve Singapur’un ilk kumandanı olan William Farquhuar bir İskoç’dur,

—–Singapur’un Avrupa stilindeki ilk kilisesinin adı St. Andrew olup,  bu ibadet mekanı ismini İskoçya’nın ana azizinden almıştır,

—–2006 yılında Highland Barosu Singapur’da iki gün süren “Taste of Tartan” isimli bir organizasyon düzenlemiştir,

—-2016 yılında 21.000’den fazla Singapurlu İskoçya’yı ziyaret etmiş ve İskoçya’ya 29.000.000 Sterlin para bırakmıştır.

Bu durumda Mahkeme şu kanaattedir; Singapur toplumu tartanı ve İskoç kültürünü bilmektedir + Yargıç, “Tartan” kelimesinin İskoçya’yı çağrıştırdığını kabul etmektedir.

Ayrıca Mahkeme, ISETAN TARTAN markalı viskiler, eğer İskoçya üretimi olmazsa ortalama viski tüketicisinin bunların coğrafi kaynağı konusunda yanılacağı  kanaatindedir, çünkü ortalama tüketici özellikle İskoçya ve tartana aşinadır. Bir viskinin üzerinde, ISETAN yazsa dahi,  TARTAN ibaresini gören ortalama tüketicinin aklına  İskoç viski gelecektir; bu algıyı yoğunlaştıracak olan faktörse İskoç viskisinin global bazda tanınmasıdır. Ama mesela ISETAN TARTAN viski dışında başka bir alkollü içecek üzerinde kullanılsa böyle bir durum ortaya çıkmaz.

Davalı her ne kadar markadaki ilk kelimenin ISETAN olmasından dolayı bunun İskoçya yerine Japonya’yı hatırlatacağını iddia etmişse de, Mahkeme aynı görüşte değildir. ISETAN’ın dünyanın değişik memleketlerinden ürünler satan çok katlı bir mağaza olduğu göz önüne alınırsa, ortalama tüketici burada satılan bütün ürünlerin kaynağının Japonya olduğunu düşünmez; tüketici, muhtemeldir ki, ISETAN TARTAN markalı viskilerin orjininin İskoçya olduğunu düşünür. İlk kelime ISETAN ise de, ortalama viski tüketicisi aslen ikinci kelime olan TARTAN’a odaklanır ve yanılır.

Ezcümle; davacının ilk argümanı kabul edilmiştir.

İKİNCİ ve ÜÇÜNCÜ İDDİALAR

Bence mesele coğrafi işaretle ilgili bu kısımda biraz çetrefilleşiyor.

Singapur Coğrafi İşaret Kanunu’na göre;  bir coğrafi işaretin o coğrafi yerden kaynaklanmayan bir ürün üzerinde, ürünün coğrafi kaynağı konusunda tüketiciyi yanıltacak şekilde, herhangi bir biçimde kullanılması yasaktır + bir coğrafi işaretin Paris Sözleşmesi’ne aykırı biçimde haksız rekabet yaratacak şekilde kullanılması yasaktır + alkollü içeceklere ilişkin bir coğrafi işaretin, ürünün işaretin tescil kapsamındaki  bölgede üretilmemesi halinde kullanımı yasaktır. Ayrıca, bir coğrafi işaretten oluşan ya da içinde coğrafi işaret geçen bir markanın, ürünler o coğrafi yerde üretilmiyorsa,  şarap ve diğer alkollü içecekler için tescili ve kullanımı yasaktır. Hepsi güzel maddeler doğrusu!

Peki bu olayda kullanılan ne ve bu, mevzuat çerçevesinde, bir coğrafi işaret midir?

Yapılan duruşmada SWA diyor ki; burada kullanılan “Scotch Whiskey”dir. SWA bu iddiasını desteklemek için Avrupa Birliği’nde kazandığı davaların kararlarına dayanıyor ve kullanım kapsamına dolaylı kullanımın da (indirect commercial use) girdiğini iddia ediyor ve çağrıştırma konseptinden de elbette ki bahsediyor. Fakat Yargıç bu konuda ikna olmuyor, bu kararlar “kullanım” kavramı konusunda bana yol gösterici değil diyor.

Hakim ikna olmadım deyince SWA cevaben; Singapur mevzuatı da AB mevzutı da TRIPS temeline dayanıyor, o sebeple  AB’de yapılan yorumlar göz önüne alınmalı, yani kullanım kavramı geniş yorumlanmalıdır diyor. Yargıcın buna karşı cevabı şu oluyor; aynı temele dayanıyorlar diye “kullanım” her ülkede tamamen aynı anlama gelmez, ben “kullanım” kavramını basit ve sıradan manasıyla  kabul ediyorum ki bunun içinde dolaylı kullanım ya da çağrıştırma yer almıyor +  davalının kullandığı Scotch Whiskey değil ISETAN TARTAN +  buradaki konu bir marka tescili yani davalının fiili bir kullanımı gösterilmiyor ve hatta Scotch Whiskey diye bir kullanımda bulunacağına ya da başvuru yapacağına dair bir emare bile yok ortada +  açıkça ortada ki AB mevzuatı coğrafi işaretlere Singapur mevzuatından daha geniş bir koruma veriyor.

Sonra Yargıç dönüp Tartan bir coğrafi işaret midir konusunu inceliyor ki bu kısım bence ilginç. Kanun’da coğrafi işaretin ticarette kullanılan ve malların geldiği yeri belirten “herhangi bir işaret” (any indication) olabileceği belirtiliyor. Burada Yargıç bir kitaptan alıntı yapıyor ve bence  kitaptan yaptığı alıntıdaki  çok ilginç; ben alıntıyı  kısaltarak şöyle özetleyeyim; 

“Coğrafi İşaretler çoğunlukla malların orijinini gösteren bir coğrafi yerin adını içerir. Ancak,malların orijin yeri olan toprakları-bölgeyi vs  göstermek kaydıyla,  başkaca bazı kelimeler de coğrafi işaret olabilir. Mesela Eyfel Kulesi, Çin Seddi, Taç Mahal gibi yerlerin de Fransa’dan, Çin’den ve Hindistan’dan gelen mallar için coğrafi işaret olacağı düşünülebilir.

Bu noktadan sonra Hakim’in tartan da bu kapsamdadır ve coğrafi işaret olarak kabul edilebilir demesini bekliyorsunuz değil mi? Yok, hayır, öyle demiyor! Aksine diyor ki; Eyfel Kulesi, Çin Seddi, Taç Mahal , bunların hepsi—açık biçimde ülke söylenmese de — belli bir yerle bağlantılı, halbuki tartanda böyle bir durum yok. Tartan belli bir yeri işaret etmiyor, ya da mala ilişkin bir kaliteyi, ünü veya karakteristiği göstermiyor; her ne kadar İskoçya ile bağlantılansa da neticeten tartan yukarıda tarif ettiğim gibi bir desen sadece. Coğrafi işaretin bir coğrafi yere veya lokasyona referans vermesi gerek, tartanda bu özellik yok. Dolayısıyla, coğrafi işarete dayalı temyiz taleplerini reddediyorum.

SONUÇ? Sonuçta Mahkeme birinci iddia çerçevesinde SWA’nın temyizini İskoçya’da üretilmeyen viskiler için kabul ediyor. Diğer bir anlatımla “İskoç viskisi” emtiasının  başvurudan çıkarılmasını kabul ediyor.

Bu kararı okuyunca insanın aklına türlü çeşit sorular geliyor galiba. Mesela; Eyfel Kulesi, Taç Mahal, Çin Seddi filan coğrafi işaret olabilecekse tartan niye olamıyor? Coğrafi İşaret sisteminin yaratıcısı olarak Fransızlar bu Eyfel Kulesi örneği hakkında ne düşünüyor? Sonuçta Mahkeme’nin kararı tabii, ama tartan olmaz derken bunun somut gerekçesi nedir? Tartanın ne olduğunu, önemini, Singapurluların da bunu bildiğini ifade eden Yargıç birdenbire niye “ama bir Alex değil” der gibi “ama tartan bir Eyfel Kulesi değil” deyiveriyor? (Ben bu noktada sanırım en çok Amerikan kararlarını beğeniyorum. Hakimin fikrine katılırsın katılmazsın, o ayrı konu, ama en azından kararda önceki olaylarla karşılaştırma yapılır ve Hakim mantığı çerçevesinde  verdiği kararın gerekçesini bir yere oturtur.)  Tartan sadece bir desense , o zaman Eyfel kulesi de sadece  bir kule değil midir? Hani “any sign“ coğrafi işaret olabiliyordu? Avrupalılar coğrafi işaretin kullanımı kavramını biraz fazla geniş yorumluyorlar diyen Yargıç, Eyfel Kulesi-Çin Seddi-Taç Mahal  coğrafi işaret olabilir diyen görüşten bahsederken çok geniş bir  geniş bir yoruma kararında yer vermiş olmuyor mu?

İnsanın kulağına ilk anda oksimoron gibi geliyor, ama biliyorsunuz Japon viskisi diye bir trend var son zamanlarda dünyada.Peki  bu dosya  Sn. Yargıç’ın kararına uygun olarak kapanırsa Japon Tartan’ı diye yeni bir kavram da çıkar mı acaba ortaya!!

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Eylül 2019

KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR; “ACETO BALSAMICO DI MODENA” DAVASINDA HUKUK SÖZCÜSÜ GÖRÜŞÜ

Bugün İtalya ile ilgili bir dava hakkında yazacağımdan yazıyı okurken bir de İtalyanca şarkı dinleyelim dedim ve sizin için şarkının linkini aşağıya bıraktım. Toto Cutugno’nun söylediği 1983 tarihli ve Lasciatemi Cantare ya da L’italiano (ben bir İtalyanım) olarak bilinen bu pek meşhur şarkıyı 80’leri yaşamış olanlar çok iyi hatırlayacaktır. İyi dinlemeler!

Türkiye’de yaşayanların balzamik sirke ile tanışmasının geçmişi pek eski     sayılmaz, ancak bu sirke Avrupa gastronomi kültüründe oldukça yerleşik bir tat.

Balsam değişik bitkilerden elde edilen, aromatik ve yağlı bir öz ve çoğunlukla ilaçlarda, merhemlerde ve koku endüstrisinde kulanılıyor. Balsamın bu amaçlarla çok eskiden beri kullanımının izlerini birçok yerde sürmek mümkün; mesela balsam İncil’den Shakespeare’in oyunlarına ve oradan Wagner’in Parsifal operasına kadar sayısız dini-kültürel metin içinde geçiyor. Bugünse günlük yaşamda, farkında olmasak da, balsam kelimesini biz çoğunlukla meşhur İtalyan sirkesi “Aceto Balsamico di Modena’ ile biliyoruz aslında. Bu sirke bizim ülkemizde tükettiğimiz sirkelerden son derece farklı olarak koyu renkli, konsantre, olgunlaşmış üzümden mamül, kısmen fermente edilmiş, tatlandırılmış ve uzun yıllar ahşap fıçılarda olgunlaştırılmış bir ürün.   Hayır, sirkenin içinde balsam yok elbette ama İtalyanca “balsamico” “balsam gibi” demek;bu şekilde ürünün balsam gibi tedavi edici ve şifalı olduğu şeklindeki ilk inanışlara referans veriyor.    

Aceto kelimesi ise İtalyanca “sirke” demek.

Bugün inceleyeceğimiz Hukuk Sözcüsü görüşüne konu olayda tartışılan nokta kısaca “balsamico”, “aceto” veya “aceto balsamico” kelimelerinin  tek başına bir coğrafi işaret korumasına sahip olup olamayacağı. ABAD’dan yorum kararı vermesini talep eden Alman Yüksek Mahkemesi ve tescilli coğrafi işaretse Aceto Balsamico di Modena. Dosyaya Almanya, Fransa ve Yunan Devletleri ile AB Komisyonu görüş sunmuş.

Olaylar şöyle;

Consorzio Tutela Aceto Balsamico di Modena (Konsorsiyum), Aceto Balsamico di Modena coğrafi işaretli ürünlerin üreticilerinin Birliği.

Balema GmbH (Balema) ise Almanya’nın Baden bölgesinde sirke bazlı ürünler üretip pazarlayan bir şirket. Balema en az 25 yıldır sattığı ürünlerde “Balsamico’ ve ‘Deutscher Balsamico’ (Alman Balsamiği) ifadelerine yer veriyor ve etiketlerde ‘Theo der Essigbrauer, Holzfassreifung, Deutscher Balsamico traditionell, naturtrüb aus badischen Weinen’ (Sirke yapımcısı Theo, ahşap fıçılarda olgunlaştırılmıştır, Alman balsamik sirkesi, geleneksel, doğal tortulu, Baden üzümünden üretilmiştir) Veya ‘1. Deutsches Essig-Brauhaus, Premium, 1868, Balsamico, Rezeptur No 3’ [İlk Alman sirke yapımcısı, premium, 1868, balsamik, tarif No 3] gibi ifadelere yer veriyor.

Balemo’nun sirkeleri ‘Aceto Balsamico di Modena” coğrafi işaret tescilindeki spesifikasyonlara uyularak üretilmiyor.  

Konsorsiyum Balema’ya bir ihtarname göndererek diyor ki; bu kullanımlarla benim coğrafi işaretten doğan haklarımı ihlal ediyorsun, derhal kullanımlarına son ver. Balemo ihtarnameyi alınca soluğu Mahkemede alıyor ve kullanımlarının Konsorsiyum’un markasal haklarına tecavüz oluşturmadığının tespit edilmesini talep ediyor; Mahkeme Balemo’nun talebini reddediyor. Balemo bunun üzerine temyize başvuruyor, Temyiz Mahkemesi nezdinde Almanya’da Balsamico ibaresini sirke bazlı ürünler için kullanımının engellenmemesi yönünde karar verilmesini talep ediyor ve bu talebi kabul ediliyor. Temyiz Mahkemesi Konsorsiyum’un coğrafi işaret tescilinin “Aceto Balsamico di Modena” şeklinde olduğunu ve ancak bunun bir bütün olarak kullanımı halinde ortada bir ihlal olabileceğini, yoksa bu coğrafi işareti oluşturan kelimelerin tek tek veya farklı birlikteliklerle kullanımının bir ihlal doğurmayacağına hükmediyor. Dosya Alman Yüksek Mahkemesi önüne gidiyor ve Yüksek Mahkeme’de yargılamayı durdurup ABAD’dan bir yorum kararı talep ediyor.

Alman Yüksek Mahkemesi kısaca diyor ki; 1151/2012 sayılı Tüzüğün 13 (1)(a) veya (b) maddeleri ve buna bağlı içtihat uyarınca şu çok açık;tescilli bir coğrafi işaret eğer birden fazla terimden/kelimeden oluşuyorsa, bu coğrafi işaret başkalarınca sadece bütün olarak kullanılırsa  değil aynı zamanda içindeki kelimelerden birinin kullanımına karşı da korunur. Ancak 13(1) maddesinin ikinci alt fıkrasına göre tescilli coğrafi işaret içinde bir jenerik ibarenin geçiyor olması da verilen korumaya aykırı değildir. Bunun yanında AB Komisyonu, eğer coğrafi işaret birden fazla kelimeden oluşuyorsa, korumanın kapsamını sınırlayabilir yani işarette geçen bazı kelimelerin koruma kapsamında olmadığına karar verebilir. Ayrıca coğrafi işareti tescil ettiren kendisi de işarette geçen bütün kelimeler için koruma talep etmediğini bildirebilir. Bu durumda coğrafi işaret koruması altındaki “Aceto Balsamico di Modena”nın bütünü içinde yer alan ancak coğrafi yer adı belirtmeyen ibarelerin de korunması mümkün müdür, diğer deyişle, coğrafi işarete sağlanan koruma o noktaya kadar uzanmakta mıdır?

Öncelikle belirtelim ki 1151/2012 sayılı Tüzüğün   6(1) maddesine göre; jenerik ibareler coğrafi işaret olarak tescil edilemez (Generic terms shall not be registered as protected designations of origin or protected geographical indications.’). Peki bu anlamda jenerik ne demek? Onun cevabını da aynı Tüzüğün  3(6) maddesi şu şekilde veriyor; konu ürünün orijinal olarak üretildiği veya piyasaya sunulduğu yerle -bölgeyle veya ülkeyle bağlantılı olsa da, Birlik içinde bir ürünün ortak adı olmuş ibareler. (‘which, although relating to the place, region or country where the product was originally produced or marketed, have become the common name of a product in the Union’). Yine Tüzüğün 41. Maddesine göre bir kelimenin jenerikleşmiş olup olmadığı  konusunda özellikle ürünün tüketildiği yerlerdeki mevcut durum ile ilgili üye ülke veya Birlik hukuku yanında tüm ilgili faktörler gözönüne alınacaktır; ayrıca AB Komisyonu bu konuda ek kurallar koymaya yetkilidir.

Hukuk Sözcüsü görüşünü oluştururken davaya konu coğrafi işaretin tescil edilme sürecine bakıyor. O tarihlerde Almanya-Yunanistan ve Fransa bu tescilin yapılmasına karşı itirazlar ileri sürmüş.  Almanya demiş ki; böyle bir tescil piyasada 5 yıldan çok daha uzun süredir Balsamessig/Aceto balsamico şeklinde ürün üretip satanları zor durumda bırakır. Fransa demiş ki; zaten “Aceto balsamico tradizionale di Modena” diye tescil var daha evvelden yapılmış, “Aceto Balsamico di Modena” ‘nın bundan bağımsız tek başına bir ünü yok ki niye bir de böyle bir tescil yapıyoruz. Yunanistan demiş ki “aceto balsamico” “balsamic” gibi kelimeler jeneriktir + Yunanistan’da 5 yılı çok aşan bir süredir “balsamico”, “balsamon” gibi isimler altında ciddi bir sirke üretimi var ve vaki coğrafi işaret tescilinin verilmesi piyasada negatif bir etki doğurur.

Yine tescil edilme aşamasında AB Komisyonu bir araştırma yaptırmış ve bu araştırma neticesinde hazırlanan raporda Aceto Balsamico di Modena’nın ulusal ve uluslararası piyasalarda inkar edilemeyecek bir üne sahip olduğu belirtilmiş. Raporda ayrıca Aceto Balsamico di Modena’nın karakteristik, kullanım, dağıtım kanalı, sunum, fiyat gibi birçok yönden “Aceto balsamico tradizionale di Modena” dan farklı olduğuna işaret edilmiş.

İncelediğimiz Hukuk Sözcüsü görüşüne konu davada İtalya, Yunanistan, İspanya, Almanya ile AB Komisyonu görüş sunmuş.

Hukuk Sözcüsü önce şuna işaret ediyor; prensip olarak, tescil edilmiş bir coğrafi işarette jenerik unsurlar mevcutsa o jenerik unsurların başkalarınca kullanımı coğrafi işaretin ihlali anlamına gelmez. Mesela  “Prosciutto di Parma” (Parma jambonu) tescilli coğrafi işaretinde yer alan  ‘prosciutto’ kelimesinin başka üreticilerce kullanımı engellenemez.  Nitekim “Edam Holland” ihtilafında da bu prensip uygulanmış ve Edam kelimesinin jenerik olduğuna işaret edilmiştir (Schutzgemeinschaft Milch und Milcherzeugnisse v Commission (C‑517/14 P, EU:C:2015:700). Jenerik kelimeler artık bir coğrafi yeri çağrıştırma özelliğini kaybetmiştir ya da zaten en baştan beri-her zaman jenerik özellik taşımıştır.  

Alman, Yunan ve İspanyol Hükümetleri ile Komisyon’a göre; ‘Aceto’, ‘Balsamico’ ve ‘Aceto Balsamico’ kelimeleri jenerik veya ortak (kullanılan) kelimelerdir, ‘Balsamico’ ya Latince’deki ‘balsamun’ kelimesinden ya da Yunanca’daki ‘βάλσαμον’ kelimesinden gelmektedir ,İtalyanca-Portekizce-İspanyolca’da kullanılmaktadır ve -başka birçok anlamı dışında- tıbbi amaçlarla kullanılan bir sakinleştirici preparasyondur. Bu argümana karşı Hukuk Sözcüsü diyor ki; bir kelimenin jenerik olup olmadığını incelerken kelimenin bir dilde anlamı olup olmadığının ehemmiyeti yoktur, halihazırda coğrafi çağrışım yapma özelliğini yitirmiş mi ona bakmalıyız.  Mesela “feta” İtalyanca’da “dilim” demektir ve ilk batında bunun peynir için jenerik olduğu düşünülebilir. Ancak ABAD “feta”nın jenerik olmadığına karar vermiştir. (Germany and Denmark v Commission (C‑465/02, C‑466/02, EU:C:2005:636) Mahkeme bu yönde karar verirken Yunanistan’da üretilen ve üretilmeyen peynirlere, tüketicinin bunu nasıl algıladığına, bu ürüne ilişkin ulusal mevzuat ve düzenlemeler gibi unsurlara bakmıştır.Mahkeme’ye sunulan delillerden Yunan tüketicilerin çoğunluğunun “feta”yı jenerik olarak algılamadığı, buna karşın Danimarka’da ki tüketicilerin çoğunluğunun ise  jenerik olarak algıladığı anlaşılmıştır; diğer Birlik üyesi ülkelerin meseleyi nasıl algıladığına dair kat’i bir delil ise sunulmamıştır. ABAD kararını oluştururken şu hususa da önem atfetmiştir; Yunanistan dışındaki üye ülkelerde feta peyniri satılırken çoğunlukla Yunan kültürüne ve uygarlığına atıf yapan ürün etiketleri kulanılmaktadır ki bu da o üye ülkelerdeki tüketicilerin, ürün Yunanistan’da üretilmemiş olsa bile,  feta’yı Yunanistan ile ilişkili olarak algıladığını göstermektedir.

Feta kararına atıf yapan Hukuk Sözcüsü huzurdaki dosyada aynı yönde bir görüşe varamadığını söylüyor ve diyor ki;  ‘Aceto’ nun İtalyanca’da günlük kullanılan ve kamuya mal olmuş bir kelime olduğu tartışmasız, bunun yanında ‘balsamico’ birçok tüketicinin zihninde Konsorsiyum’un ürettiği ürünle bağlantılı görünmekle beraber bu kelimeye kaynaklık eden  ‘balsam’ ve  ‘balm’ kelimeleri çok genel ve coğrafi işaret koruması verilebilecek türden değil, bu kelimelerin hiçbiri halihazırda bir coğrafi yer çağrışımı yapmıyor. Bu durumda bu kelimeler 3(6) maddesi uyarınca bana göre jenerik tanımlamasının içine giriyor. Tabii ki bakılması gereken asıl nokta ortalama tüketicinin algısıdır ve neticeten buna bakıp değerlendirecek olan da Ulusal Mahkeme’dir; Ulusal Mahkeme incelemesini yaparken sunulacak tüketici araştırmaları gibi delilleri inceleyerek görüş oluşturabilir. Eğer Ulusal Mahkeme’nin elinde bu bahsettiğim türde bir delil yoksa huzurdaki dosyada ABAD’ın kendi başına bu kelimelerin jenerik olup olmadığını değerlemesi mümkün görünmemektedir; ancak ben yine de ABAD’ın dosyada, böyle deliler yoksa bile, 583/2009 sayılı Tüzüğü yorumlayarak bir görüş oluşturabileceğini düşünüyorum.

Şimdi bu noktadan sonra bizde Hukuk Sözcüsü’nün adımlarını takip edelim ve yukarıda belirttiklerimize ek olarak, kendisinin 583/2009 sayılı Tüzük ile içtihat çerçevesinde ABAD’a ne şekilde mihmandarlık edecek bir  görüş oluşturduğuna bakalım. Hukuk Sözcüsü şu hususları öne çıkarıyor;    

— Aceto Balsamico di Modena tescil edilirken herhangi bir sınırlama koyulmamış yani işarette geçen şu kelime koruma kapsamında değildir vs diye bir daraltma yok.

—Almanya, Yunanistan ve Fransa tecil yapılırken itirazlar ileri sürmüşler.  Almanya ve Yunanistan özellikle diğerlerinin yanında  ‘Aceto balsamico’nun jenerik olduğunu iddia etmiş.

—Tüzük açıkça korumanın “Aceto Balsamico di Modena” şeklinde bir bütün olarak verildiğini belirtiyor.

—Tescil yapılırken itirazlar geldiği halde Komisyon ‘Aceto’, ‘Balsamico’ veya ‘Aceto Balsamico’ kelimelerinin jenerik olup olmadığı veya coğrafi olmayan unsurlar olup olmadıklarını belirlememiş. Halbuki mesela Edam Holland tescili yapılırken Edam’ın jenerik olduğu belirtilmiş. Ancak şöyle bir durum da var; Chiciak and Fol ihtilafında (C‑129/97 and C‑130/97, EU:C:1998:274) ABAD, bileşik kelimelerden oluşan coğrafi işaret tescilleri yapılırken işarette yer alan bir kısım kelimeler için koruma talep edilmediğine dair bir kayıt yok ise bunun illa da tescil edilen işaretin her bir parçasının korunacağı anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir.

—Yukarıda belirtilen Tüzük içerikleri, içtihat ile Almanya -Yunanistan ve Fransa’nın itirazları hep birlikte değerlendirildiğinde Komisyon’un Konsorsiyum’a sadece ve bütün olarak ‘Aceto Balsamico di Modena’ için koruma verdiği kabul edilmelidir.

—Tüzük’de ‘Aceto Balsamico di Modena’nın ününe özellikle vurgu yapılmış. Ayrıca her ne kadar Almanya-Yunanistan ve Fransa ‘Aceto’, ‘Aceto Balsamico’ ve ‘Balsamico’ nun tesciline itiraz etmişse de bunların bir bütün halinde yani ‘Aceto Balsamico di Modena’ şeklindeki tescile itiraz etmedikleri de not düşülmüş. Yukarıda da belirtildiği üzere Tüzük’de “koruma bir bütün halinde ‘Aceto Balsamico di Modena’ için verilmiştir” denmektedir.  Bu durumda bana göre şu konu çok açık; Kanun koyucu ‘Aceto’, ‘Aceto Balsamico’ ve ‘Balsamico’ terimlerinin jenerik olduğu veya coğrafi bölümler olmadığı kanaatindedir.

—-Ayrıca ‘Aceto balsamico tradizionale di Reggio Emilia’ şeklindeki bir başka coğrafi işaret tescilinin varlığı da ‘Aceto’, ‘balsamico’ ve ‘Aceto balsamico’ kelimelerinin genel (kullanılan) kelimeler olduğuna işaret ediyor.

SONUÇ OLARAK HUKUK SÖZCÜSÜ DİYOR Kİ; ‘Aceto Balsamico di Modena’ coğrafi işaret tescilinin koruması ‘Aceto’, ‘Balsamico’ ve ‘Aceto Balsamico’ şeklindeki genel veya coğrafi olmayan kelimeleri de kapsar biçimde değerlendirilemez.

Lasciatemi Cantare Türkçe’ye “Bırakın da şarkı söyleyeyim” şeklinde tercüme edilebilir. Konsorsiyum coğrafi işaret tesciline dayanarak adeta diyor ki “bırakın da şarkı söyleyeyim, yani bu coğrafi işaret tescilini “aceto”, “balsamico” veya “aceto balsamico” ibarelerini kullanan herkese karşı ileri sürebileyim”. Hukuk Sözcüsü ise diyor ki “piano piano prego, söyleyeceğin şarkı   “Aceto Balsamico di Modena” ise hayhay, ama ondan ötesi olmaz”. Benim fikrim ne? Ben Hukuk Sözcüsü’ne katılıyorum, Konsorsiyum olayı biraz abartmış bence.

Özlem Fütman

Ağustos 2019

ofutman@gmail.com

DON KİŞOTLUK YAPMAYALIM(MI)!; COĞRAFİ İŞARETLERDE ÖNEMLİ BİR KARAR

Olmayacağını düşündüğümüz şeyler için mücadele eden ya da herkes sessiz kalırken ortaya çıkıp itiraz eden  insanlar için ne deriz; Don Kişotluk yapıyor! Malum, Don Kişot bir roman kahramanıdır ve yel değirmenlerine karşı savaşır. Elinde mızrağı, yanında köylü uşağı Sanço Pansa, altında Rosinante adını verdiği sıska atı, aslında bir köylü kadını olan fakat kendisinin asil ve soylu olduğuna inandığı aşkı Dulcinea, ince uzun zayıf silueti ve sivri sakalıyla yaşlı Don Kişot’un görüntüsü eminim hepinizin zihninin bir yerlerinde duruyordur.

Romanı çocukken veya ilk gençliğinizde  okuduğunuzda Don Kişot’un hal-tavır-düşünüşüne-sanrılarına ve giriştiği nafile hayali savaşlara gülebilirsiniz; bildiğin delidir Don Kişot, komiktir, insan yeldeğirmenlerine karşı savaşır mı hiç yahu! Olgun yaşlara geldiğinizde roman sizde farklı hissiyatlar uyandırmaya başlar çünkü bir yandan  mantığınız baskın hale gelirken diğer yandan sık sık siz de kendinizi yeldeğirmenlerine karşı savaşır gibi hissetmeye başlamışsınızdır. Olgunluk yaşlarınıza girdiğinizde ise roman bambaşka anlamlar kazanmaya başlar gözünüzde , Don Kişot efendi ile kitabın yazarı arasındaki bağlantıyı görmeye başlarsınız ve belki dersiniz ki; yeldeğirmenleri hayatın ve insanların zalimliği, yaşamın büyüklüğü ve ölümün kavurucu kesinliğidir, Don Kişot ise tüm bunlara karşı -artık yaşlanmış ve gücünü yitirmeye başlamış-  adem oğullarının biteviye ve ümitsiz savaşıdır. Ya da olgunluğunuzda belki de şöyle dersiniz; ne olursa olsun yeldeğirmenlerine karşı savaşır-savaşmalıdır insan, yeldeğirmenlerinin temsil ettiği her şeye karşı, yoksa nefes almanın ne anlamı kalır? 

Hakikaten kendisi de deli seviyesinde atak olduğu anlaşılan , hapislere düşmüş, defalarca kez savaşlarda esir alınmış -hatta Osmanlı’ya esir düşüp  İstanbul’da ki Mimar Sinan eseri Kılıç Ali Paşa camiinin inşaatında esir işçi olarak çalışmış- Cervantes belki de kendi yaşamının muhasebesini tutmaktadır bu kitapta.  (Her metin ucundan kıyısından biraz da yazarın kendisi değil midir zaten?)

Don Kişot karakterini ilginç kılan noktalardan biri de bireyselliğidir aslında çünkü yeldeğirmenlerine karşı tek başına savaşan biridir o,  ki kitabın yazıldığı yüzyılda bireyselliğin pek  matah bir şey olarak görüldüğünü sanmıyorum. Ayrıca hayali bir dünyada yaşayan Don Kişot ve mantığın sesi olan Sanço Pansa ikilisi muhtemelen sonraki yüzyıllarda edebiyatta, TV’de ve sinemada gördüğümüz zıt karakterlere sahip ikililerin ilk önemli örneklerindendir.  Güzel bir hayalperesttir Don Kişot, belki birçoğumuz gibi…

Ne derseniz deyin, 1547-1616 yılları arasında yaşamış İspanyol yazar Cervantes’in kaleme aldığı ve ilk cildi 1605 yılında basılmış,  kısaca Don Kişot diye andığımız ama orijinal adı “La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Kişot” olan roman insanlık tarihinin bir değeridir. Zira bu roman edebiyatta dünyadaki modern roman türünün ilk örneklerinden biri hatta ilki olarak kabul edilir. Kurmaca yazının bu değerli metni için Borges’in “dünyada bütün kitaplar yanabilir, ama Don Kişot kalsın” dediği söylenir.

Don Kişot romanı nasıl referans alınıyorsa, ABAD’ın aşağıda yazacağım kararı da coğrafi işaretler açısından ileride sık sık atıf yapılacaklar arasına girecek bence. Neydi romanın orijinal adı; La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Kişot. La Mancha İspanya’nın orta bölümünde bulunan bir bölgenin  adı, hadi buradan başlayalım davamızdan konuşmaya.

Bu davada korunan coğrafi işaret “QUESO MANCHEGO”, önce bunu bir kenara not edelim. (queso peynir demek) Queso Manchego peynirleri İspanya’nın La Mancha bölgesindeki koyunların sütlerinden coğrafi işaret koruması altında belirtilen usullere göre üretiliyor. The Fundación Consejo Regulador de la Denominación de Origen Protegida Queso Manchego (Kuruluş) ise bu coğrafi işaretin korunması ve yönetilmesinden sorumlu.

Industrial Quesera Cuquerella SL (IQC) isimli şirket ürettiği peynirlerin paketlerinde Don Kişot’un klasik görünümüne benzeyen bir şövalye, bir at, yeldeğirmenleri, koyunların olduğu bir manzara resmi ile Quesos Rocinante’ (‘Rosinante peynirleri’), Super Rocinante , Adargo de Oro ve Rocinante kelime unsurları var. IQC’nin peynirleri coğrafi işaret kapsamında üretilmiyor ama.

Kuruluş, IQC ve Juan Ramón Cuquerella Montagud adlı kişiye karşı dava açıyor ve diyor ki; dava konusu peynirlerin üzerinde kullanılan  etiketlerde yer alan çizimler ile Quesos Rocinante-Rocinante kelime unsurunun kullanılması, bunları taşıyan peynirlerin satılması/pazarlanması QUESO MANCHEGO coğrafi işaretine tecavüz teşkil ediyor çünkü bu şekil ve kelime unsurları vaki coğrafi işareti çağrıştırıyor. 

İspanya’daki ilk derece Mahkemesi peynirler üzerindeki şekil ve kelime unsurlarının görsel ve okunuş olarak QUESO MANCHEGO coğrafi işaretiyle benzer olmadığı gerekçesiyle davayı reddediyor. Mahkeme ayrıca Rocinante kelimesinin ve şekil unsurlarının veya Don Kişot hayali karakterine benzeyen şekil unsurunun olsa olsa İspanya’nın LA MANCHA bölgesini çağrıştırabileceğini ancak bunun illaki QUESO MANCHEGO coğrafi işaretini çağrıştırma anlamına gelmeyeceğini  söylüyor.

Kuruluş kararı temyiz ediyor ancak 2. Derece Mahkemesi’nde de lehine sonuç alamıyor. Dosya İspanya Yüksek Mahkemesi’ne taşınınca bu Mahkeme yargılamayı durduruyor ve ABAD’a aşağıdaki soruları soruyor;

—- Tescilli bir coğrafi işaret kullanılan figüratif unsurlarla çağrıştırılabilir mi ?

—- Figüratif unsurların kullanılması coğrafi işaretin bağlı olduğu coğrafi alanı çağrıştırıyorsa ve fakat bu unsurları kullanan üretici o coğrafi işaretin sınırları içinde yerleşik olduğu halde ürettiği ürünler coğrafi işaretin koruma kapsamı içinde değilse, bu  kullanımlar yine de  coğrafi işaretin çağrıştırılması anlamına gelir mi?

Yüksek Mahkeme ABAD’a aşağıdaki vak’aları da sunuyor:

— QUESO MANCHEGO coğrafi işaretinde yer alan MANCHEGO kelimesi bir sıfattır ve İspanyolca’da LA MANCHA bölgesinden gelen insanları ve ürünleri tanımlamak için kullanılır.

— Cervantes’in yazdığı Don Kişot kitabında olayların çoğu LA MANCHA bölgesinde geçmektedir ve kitapta hayali Don Kişot karakteri belli fiziki özelliklerle ve giyim tarzıyla resmedilmiştir ki, bu özellikler Adarga de Oro markalı peynirlerde son derece yakın görünümde kullanılmıştır. Adarga arkaik bir kelime olup deriden yapılmış küçük kalkan anlamına gelmektedir ve Cervantes’in kitabında Don Kişot karakteri de böyle bir kalkan kullanmaktadır. Rocinante kitapta Don Kişot’un atının adıdır. Don Kişot’un kitapta savaştığı yel değirmenleri LA MANCHA bölgesinde tipik yapılardır.

Bakalım ABAD ne diyor;

1- Tescill bir coğrafi işaret figüratif unsurların kullanımıyla da çağrıştırılabilir. Çünkü Coğrafi İşaret Tüzüğü’ne göre tescilli coğrafi işaretler “her türlü” çağrıştırmaya karşı koruma altındadır ve burada geçen “her türlü” kelimesi bir işaretin hem kelime hem de figüratif unsurlarla çağrıştırılmasını kapsar. Buradaki temel kıstas kullanılan kelime ya da figüratif unsurla karşılaştığında tüketicinin zihninde doğrudan  tescilli coğrafi işaretin belirmesini sağlayan bir tetikleme olup olmayacağıdır. Ulusal Mahkeme kullanılan figüratif unsurların tescilli işaret ile kavramsal bir yakınlığı olup olmadığına bakmalıdır.

2- Tescilli coğrafi işaretin bağlı olduğu coğrafi alanı çağrıştıran figüratif unsurları kullanan üretici o coğrafi alanda yaşıyorsa ve  ürettiği ürünler coğrafi işaretle korunan ürünlerle benzer veya karşılaştırılabilir nitelikte olup coğrafi işaretin kapsamı içinde yer almıyorsa bu da çağrıştırma sayılır. Çünkü Tüzük bu tip hallerde çağrıştırma olmayacağına dair bir ifade içermemektedir. Aksi halin kabulü o üreticinin tescilli işaretten haksız fayda sağlamasına sebep olur. Bu noktada ulusal Mahkeme  davalının kullandığı figüratif unsurlarla davacının  işaretinin kapsadığı coğrafi alan arasında yeterince açık ve direkt bir kavramsal yakınlık olup olmadığına bakmalıdır.

Bu noktada İspanya Yüksek Mahkemesi  özellikle Manchalı Don Kişot’un  klasik görünümüne benzeyen şövalye, bir at, yeldeğirmenleri, koyunların olduğu manzara resminin tüketicilerin zihninde aniden tescilli coğrafi işareti doğrudan hatırlatacak/bunu tetiklemeye yetecek açıklıkta  bir kavramsal yakınlık içerip içermediğini incelemelidir. Bu sırada Yüksek Mahkeme kullanılan bütün figüratif unsurların ve kelime unsurlarının göz önüne alınıp alınmaması gerektiğini de ölçmelidir.

Gördüğünüz gibi Don Kişot romanı aradan yüzyıllar geçtikten sonra bile insanlara ilham oluyor, popülerliğini sürdürüyor. Bizde de Don Kişot’a şiirlerde, şarkılarda sık sık atıf yapıldığını farkedersiniz, mesela kanaatimce Bülent Ortaçgil’in çok sevdiğim Değirmenler şarkısı açıkça Don Kişot ile analoji yapmaktadır. 

Özlem FÜTMAN

ofutman@gmail.com

Mayıs 2019