Ay: Eylül 2023

MADRİD PROTOKOLÜ’NDE ESAS TESCİLE BAĞIMLILIK İLKESİ VE DÖNÜŞTÜRME PROSEDÜRÜ


GİRİŞ

Markaların Uluslararası Tescili Amacıyla Madrid Protokolü’nün en önemli yapı taşlarından olan “Esas Tescile veya Esas Başvuruya Bağımlılık İlkesi” ve “Dönüştürme” prosedürü hakkında, 2012 yılında yazdığım iki ayrı yazıda gerekli güncellemeleri/değişiklikleri yaparak ve devamında çalışmaları birleştirerek oluşturduğum bu yazının, gerek Protokol uygulamalarında çalışanlar, gerekse de Marka Vekilliği Sınavına hazırlananlar için faydalı olacağını düşünüyorum.   

Markaların Uluslararası Tescili amacıyla Madrid Protokolü (yazının devamında kısaca “Madrid Protokolü” veya “Protokol” olarak anılacaktır), Eylül 2023 itibarıyla, Türkiye dahil 130 ülkenin taraf olduğu, yurtdışında marka tescil işlemlerini kolaylaştırma amacını bir uluslararası andlaşmadır.

Protokolün başvuru sahiplerine getirdiği temel zorunluluklardan ilki, başvuruyu menşe ofis olarak adlandırılan ve başvuru sahibinin uyrukluk, ikametgah veya ticari-sınai faaliyet bağlarından birisiyle bağlı olduğu ulusal bir sınai mülkiyet ofisi aracılığıyla Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı’na (WIPO) göndermektir. Uluslararası başvurunun gönderilmesi, başvuru sahibinin menşe ofiste tescilli bir markaya veya marka başvurusuna sahip olması şartına bağlıdır.

Esas tescil veya esas başvuru olarak adlandırdığımız ve bundan sonra sadece “esas tescil” olarak anacağımız bu marka ile uluslararası başvuru aynı olmalı ve uluslararası başvurunun kapsadığı mallar / hizmetler mutlak surette esas tescilin mal / hizmet listesi kapsamında yer almalıdır (listelerin aynı olması zorunlu değildir, ancak uluslararası başvurunun kapsadığı mallar / hizmetler mutlak surette esas tescilin kapsamında bulunmalıdır).

ULUSLARARASI TESCİLİN ESAS TESCİLE BAĞIMLILIĞI İLKESİ

Protokol kapsamında yer alan en kritik düzenlemelerden birisi, WIPO’daki şekli inceleme ve sınıflandırma incelemesinin ardından başvuru sahibince seçilen ulusal ofislere bir başvuru olarak iletilen uluslararası tescilin, menşe ofisteki esas tescile uluslararası tescil tarihinden itibaren 5 yıl süreyle bağımlı olmasıdır.

Bu yazıda ilk olarak, Protokolün 6ncı maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı paragraflarında düzenlenen uluslararası tescilin esas tescile bağımlılığı hususu Protokol hükümleri kapsamında açıklanacak, bağımlılık konusunda genellikle yanlış anlaşılan noktalar belirtilecek ve bağımlılığın sonucu olarak uluslararası tescilin iptali gerekiyorsa buna ilişkin yöntem ortaya konulacaktır.

Uluslararası tescilin esas tescile bağımlılığı ile kastedilen; esas tescilin herhangi bir nedenle (ret, iptal, geri çekme, tescil için gerekli işlemleri yerine getirmeme, sınırlandırma, yenilememe, feragat, hükümsüzlük, vb.) kısmen veya tamamen geçerliliğini yitirmesi ve bu durumun kesinleşmesi halinde, belirtilen hususun WIPO Uluslararası Bürosuna iletilmesi yoluyla, uluslararası tescilin uluslararası sicilde ve seçilen ülkelerde paralel biçimde kısmen veya tamamen iptal edilmesinin sağlanmasıdır. Bu işlemin sonucunda WIPO Uluslararası Bürosunda yapılan kayıt ve bu kaydın uluslararası tescilin geçerli olduğu ulusal ofislere bildirilmesi işlemi ise “esas başvuru veya tescilin geçerliliğinin sona ermesi (ceasing of effect of the basic application or registration)” kavramıyla anılmaktadır.

Uluslararası tescilin menşe ofisteki esas tescile bağımlılığı, yukarıda belirtildiği üzere tescil kapsamında bulunan malların / hizmetlerin tamamı veya bir kısmı bakımından etki doğurabilir. Bir diğer deyişle, esas tescil bağımlılık süresi içerisinde menşe ofiste etkisini kısmen yitirirse (örneğin, kısmi hükümsüzlük kararı sonucu bazı mallar / hizmetler bakımından gerçekleşen iptal), WIPO Uluslararası Bürosuna bildirim yalnızca bu mallar / hizmetler bakımından yapılmalıdır. Bunun sonucu olarak, uluslararası marka, WIPO Uluslararası Sicilinde yalnızca belirtilen mallar / hizmetler bakımından iptal edilecek ve bu husus uluslararası tescilin geçerli olduğu ülke ofislerine bildirilerek kısmi iptalin o ülkelerde de gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. Buna karşın, menşe ofisteki esas tescil geçerliliğini kapsadığı tüm mallar / hizmetler bakımından yitirirse, yukarıda belirtilen işlemler uluslararası tescilin tamamı bakımından yapılacak, uluslararası tescil uluslararası sicilden silinecek ve paralel işlem uluslararası tescilin geçerli olduğu ülkelerde de yapılacaktır.

Uluslararası tescilin esas tescile bağımlı olduğu 5 yıllık süre uluslararası tescil tarihinden itibaren başlayacaktır (bkz. Protokol madde 6(2)). Dolayısıyla, süre hesaplanırken dikkate alınacak asıl tarih uluslararası tescil tarihidir ve bunun dışındaki tarihlerin herhangi bir belirleyici rolü bulunmamaktadır.

Uluslararası tescil tarihinden başlayan 5 yıllık bağımlılık süresi bittiği anda itibaren ise, uluslararası tescil esas tescilden bağımsız hale gelmektedir. Dolayısıyla, bağımlılık süresinin sona ermesinin ardından esas tescil bakımından gerçekleşecek ret, iptal, geri çekme, tescil için gerekli işlemleri yerine getirmeme, sınırlandırma, yenilememe, feragat, hükümsüzlük vb. işlemlerin uluslararası tescil bakımından etkisi olmayacaktır. Bu durumun istisnası aşağıda belirtilecek haller olacaktır.  

Menşe ofisin, uluslararası tescilin dayandığı esas tescil hakkında 5 yıllık bağımlılık süresi içerisinde başlamış olan bir işlemi veya davayı (örneğin, hükümsüzlük davası) WIPO Uluslararası Bürosuna bildirmiş olması durumunda, bu prosedür veya dava 5 yıllık sürenin dolmasının ardından sonuçlanmış olsa da, menşe ofisin bu işlemin veya davanın sonucunu WIPO’ya bildirerek uluslararası tescilin kısmen veya tamamen iptalini sağlama yetkisi bulunmaktadır. Belirtildiği üzere, bunun için şart olan husus, esas tescilin markanın kısmen veya tamamen hükmünü yitirmesini sağlayabilecek nitelikte bir işlemin veya davanın başlatılmış olduğunun, 5 yıllık bağımlılık süresi içerisinde WIPO Uluslararası Bürosuna iletilmiş olmasıdır (bkz. Protokol madde 6(3)). Bu yönde ve süresi içerisinde bir bildirimin gönderilmemiş olması halinde, 5 yıllık bağımlılık süresi dolduktan sonra uluslararası markanın esas tescilin akıbeti nedeniyle etkisini kaybetmesi veya iptal edilmesi mümkün olmayacaktır. 5 yıllık bağımlılık süresi henüz dolmamış markalar bakımından ise önceden bu yönde bir işlemin veya davanın başladığını gösterir bir bildirimin gönderilmesi gerekliliği bulunmamaktadır.

Uluslararası tescilin menşe ofisteki esas tescile bağımlılığı, markanın devri veya unvan-nevi değişikliği, lisans gibi marka sahibinin veya kullanım yetkisine sahip kişilerin kimliğiyle ilgili hususları kapsamamaktadır. Bağımlılık süresi içerisinde esas tescilin devredilmesi durumunda, uluslararası tescil için de aynı işlemin yapılması gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır ve aynı husus unvan-nevi değişikliği, lisans işlemleri için de geçerlidir.

Bununla birlikte, esas tescilin sahibi ile uluslararası markanın sahibinin farklılaşmış olması, 5 yıllık bağımlılık süresi içerisindeki bağımlılığın mutlak niteliğini ortadan kaldırmamaktadır. Markaların sahibi farklılaşmış olsa da, 5 yıllık süre içerisinde uluslararası tescil esas tescile bağımlıdır ve yazının önceki kısımlarında belirtilen hallerin ortaya çıkması durumunda, uluslararası tescilin iptali gerçekleşecektir.

Menşe ofis, esas tescilin kapsamında yazı içeriğinde belirtilen nitelikte değişikliklerin ortaya çıkması durumunda, bağımlılık ilkesi çerçevesinde WIPO Uluslararası Bürosuna gerekli bildirimi yapmak zorundadır. Ancak, menşe ofisin kesinleşmiş kararları bildirmesi gerekmektedir. Bir diğer deyişle, bağımlılık süresi içerisinde esas tescilin hükümsüz kılınması yönünde bir mahkeme kararı alınmış olsa da, eğer bu karar kesinleşmiş nitelikte değilse, Ofis karar kesinleşinceye kadar bu kararı WIPO Uluslararası Bürosuna bildirmekle yükümlü değildir. Aynı husus, uluslararası tescilin menşe ofis tarafından incelenen bir esas başvuruya dayanması halinde de geçerlidir. Bu tip durumlarda, WIPO’ya bildirim için esas başvurunun reddedilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinin beklenmesi (Türkiye bakımından Türk Patent ve Marka Kurumu YİDK kararı ve bu karara karşı dava açılmışsa o davaya ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararı) gerekmektedir.

Menşe ofisin, Protokol madde 6(4)’te ve Yönetmelikte belirtilen şekli şartlara ve içeriğe uygun talebi göndermesi halinde WIPO Uluslararası Bürosu gerekli kaydı uluslararası sicilde gerçekleştirecek, uluslararası markayı tamamen veya kısmen iptal edecek ve bu yöndeki bildirimi aynı işlemi yapmaları amacıyla uluslararası tescil kapsamında bulunan ulusal ofislere gönderecektir. WIPO Uluslararası Bürosunun iptal işlemini yapması için menşe ülkedeki işleme esas kararı incelemesine veya yorumlamasına ihtiyaç bulunmamaktadır (ki bu kararların WIPO’ya gönderilmesi de gerekli değildir), menşe ofisin şekli şartlara uygun bildirimi yapması yeterlidir.

DÖNÜŞTÜRME (TRANSFORMATION) İŞLEMİ

Menşe ofisteki esas tescile bağımlılık ilkesi çerçevesinde uluslararası markası kısmen veya tamamen iptal edilen marka sahiplerine Protokol kapsamında tanınmış telafi yöntemi ise dönüştürme (transformation) işlemidir. Dönüştürme işlemi en kısa haliyle; iptal edilen bir uluslararası markayı, uluslararası markanın başvuru tarihini koruyacak ve tüm işlemleri ilgili ülkenin ulusal mevzuatına göre yapılacak ulusal bir marka başvurusuna dönüştürmek olarak tanımlanabilir.

Bağımlılık ilkesi, Madrid Protokolünün kilit ilkelerinden birisi olmakla birlikte, uluslararası markanın seçilen ülkelerdeki akıbetinin menşe ülkedeki ret veya hükümsüzlük gerekçelerine veya üçüncü kişilerce başlatılan işlemlere sıkıca bağlanması nedeniyle eleştirilmektedir. Bu eleştirilerin sonucu olarak bağımlılık ilkesinin akıbetini Protokol tarafı ülkelerin ilke hakkında gelecekte benimseyecekleri tutum gösterecektir.

Madrid Protokolü kapsamında düzenlenmiş “dönüştürme (transformation)” işlemi, uluslararası tescilin, menşe ofisteki esas tescile 5 yıl süreyle bağımlılığından ortaya çıkabilecek problemlerin telafi edilebilmesi amacına yönelik bir işlemdir.

Dönüştürme işlemi, Protokolün beşinci mükerrer 9. maddesi (Article 9quinquies) kapsamında düzenlenmiştir.  Madde, bir uluslararası tescilin ulusal veya bölgesel başvurulara dönüştürülmesi başlığını taşımaktadır. Başlıkta bölgesel teriminin kullanılmasının nedeni, Protokol tarafı ülkelerin bazıları adına tescil işlemi yapan bölgesel tescil ofislerinin (Benelüks Marka Ofisi, EUIPO vd.) varlığı ve bunların yaptıkları tescil işlemlerinin bölgesel tescil olarak adlandırılmasıdır. Bununla birlikte, yazı boyunca ifadeleri gereğinden fazla uzun tutmamak için, ulusal veya bölgesel başvuruya dönüştürme ifadesi yerine, sadece ulusal başvuruya dönüştürme terimi kullanılacaktır.

Uluslararası tescilin ulusal başvuruya dönüştürülmesi için ilk şart, bir uluslararası tescilin, menşe ofisin talebi üzerine Protokol madde 6(4) çerçevesinde, kapsadığı malların ve/veya hizmetlerin tamamı veya bir kısmı bakımından iptal edilmesidir.

Uluslararası tescilin, madde 6(4)’te sayılan hallerde menşe ofisin talebi üzerine iptal edilmesi durumu dışında kalan iptal (veya aynı sonucu doğuran diğer işlemler) hallerinde, dönüştürme işleminin yapılması mümkün değildir. Bir diğer deyişle, dönüştürme işleminin, bağımlılık süresi içerisinde menşe ofis tarafından Uluslararası Büroya bildirilen ve iptal sonucunu ortaya çıkaran işlemler bakımından yapılması mümkündür. Uluslararası tescilin, tescil sahibinin talebi üzerine uluslararası sicilden kısmen veya tamamen silinmesinin sonucunda -bu işlem bağımlılık süresi içerisinde gerçekleşse de- ulusal başvuruya dönüştürme işleminin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. (bkz. Madrid Protokolü Hakkında WIPO Kılavuzu Paragraf 817: “Transformation is not available where the holder has voluntarily canceled the international registration.”) Buna göre, bir uluslararası tescil sahibinin, markasını kendi talebiyle iptal (cancellation), sınırlandırma (limitation), vb. işlemler çerçevesinde, uluslararası sicilde, bazı ülkeler için tamamen veya kısmen iptal edip veya sınırlandırıp, sonradan bu mallar veya hizmetler bakımından aynı ülkeler için dönüştürme talebinde bulunması mümkün olmayacaktır.

Bir uluslararası tescil, menşe ofisin talebi üzerine Protokol madde 6(4) çerçevesinde, kapsadığı malların ve/veya hizmetlerin tamamı veya bir kısmı bakımından iptal edildikten sonra, uluslararası tescil sahibinin markasını ulusal markaya dönüştürmesi imkanı ortaya çıkmaktadır. Bu ön koşulun yerine gelmesi halinde, dönüştürme işleminin aşağıdaki maddeler çerçevesinde yapılması mümkündür:

1- Uluslararası sicilde gerçekleşmiş iptal işlemi tarihinden itibaren başlayacak üç ay içerisinde, uluslararası tescilin sahibi, aynı markanın tescili için ilgili ulusal ofise bir marka tescil başvurusu yapmalıdır.

2- Belirtilen marka tescil başvurusu doğrudan ulusal ofise yapılmalı ve ulusal ofisin doğrudan kendisine yapılan başvurular için öngördüğü şartlar gözetilmelidir. Bir diğer deyişle Madrid Protokolü ve Uluslararası Büronun aracılığı ortadan kalkmıştır. Ulusal ofis yurtdışından yapılan başvurular için vekil zorunluluğu öngörmüşse, başvuru vekil aracılığıyla yapılmalı ve ulusal başvuru ücretleri ödenmelidir. (Bununla birlikte, ulusal ofislerin kendi mevzuatları dahilinde, dönüştürme işlemine konu ulusal başvurulara ilişkin özel şekli başvuru şartları uygulayabileceği de belirtilmelidir. Örneğin, bu başvuru için halihazırda uluslararası başvuru ücreti ödenmiş olduğundan, daha düşük ücret, vb.)

3- Ulusal başvuruda yer alan marka dönüştürme işlemine konu uluslararası markayla aynı olmalıdır).

4- İptal edilen uluslararası markanın sahibi ile dönüştürme talebine konu ulusal başvurunun sahibi aynı olmalıdır.

5- Dönüştürme talebine konu ulusal başvurunun kapsadığı mallar ve/veya hizmetler iptal edilen uluslararası markanın (ilgili ülke bakımından geçerli mal / hizmet listesi) kapsamında yer almalıdır. Mal / hizmet listelerinin aynı olması şart değildir, uluslararası tescil kapsamındaki malların / hizmetlerin, ulusal başvuru kapsamındaki malları / hizmetleri kapsaması yeterlidir.

Yukarıda sayılan şartların herhangi birisinin yerine getirilmemesi halinde dönüştürme talebi kabul edilmeyecektir.

Belirtilen şartları yerine getiren bir ulusal başvurunun yapılması durumunda ise, ulusal ofis, başvuruyu, uluslararası tescil tarihinde yapılmış bir başvuru olarak kaydetmek yükümlülüğündedir. Eğer uluslararası tescil, ilgili ülkeye sonraki belirleme (subsequent designation) işlemi çerçevesinde sonradan yönlendirilmiş bir marka niteliğindeyse, uluslararası tescil tarihinin yerini, sonraki belirleme tarihi alacaktır. Uluslararası tescilin rüçhan hakkı mevcutsa, bu hak dönüştürme işleminin konusu ulusal başvuru bakımından da kaydedilecektir.

Kabul edilen dönüştürme talepleri bakımından, başvuru sahiplerinin sağladığı tek fayda, dönüştürme işlemine konu ulusal başvurunun, uluslararası tescilin tarihinden (veya sonraki belirleme tarihinden) yararlanmasıdır. Onun dışında izlenecek tüm prosedür, ulusal ofise yapılan yeni bir başvurunun kaydına ve incelenmesine ilişkin tüm şekli ve esasa ilişkin şartlarla aynı olacaktır. Başvuruya ilişkin yazışmaların tamamı ilgili ulusal mevzuatın öngördüğü biçimde başvuru sahibi veya vekiliyle yapılacak ve Uluslararası Büronun aracılığı tamamen ortadan kalkacaktır; ayrıca uluslararası tesciller bakımından geçerli olan 12-18 aylık ret bildirim süresi limitleri dönüştürülmüş ulusal başvurular bakımından geçerli olmayacaktır.

Dönüştürme işlemlerine uygulamada sıklıkla rastlanılmamakla birlikte, bu işlem uluslararası tescilin 5 yıl süreyle menşe ofisteki esas tescile veya başvuruya bağımlılığı hükmünden kaynaklanabilecek hak kayıplarının, başvuru tarihinin korunması anlamında telafisini teşkil etmektedir. Dolayısıyla, dönüştürme işlemini, şekli şartlar bakımından çok sayıda koşul öngörse de, bağımlılık ilkesinin telafisini sağlaması anlamında, Madrid Protokolünün kullanıcı dostu yönlerinden birisi olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.

SON SÖZ

Madrid Protokolü’nün kilit taşlarından olan Esas Tescile Bağımlılık İlkesini ve bağımlılık ilkesinden kaynaklanabilecek hak kayıplarının bir ölçüde telafi edilmesi amacını taşıyan Dönüştürme İşlemini detaylarıyla aktardığımız yazının, konuyu ayrıntılarıyla öğrenmek isteyen okuyuculara faydalı olduğunu düşünüyorum.

Yazının sonunda; Bağımlılık İlkesinin Protokol kullanıcısı bazı grupların eleştirisiyle karşılaştığını, esas tescile bağımlılık şartının tamamen kaldırılması veya daha kabul gören haliyle 5 yıllık bağımlılık süresinin 3 yıla indirilmesi yönündeki önerilerin WIPO nezdinde yoğun biçimde tartışıldığını da belirtmek gerekmektedir. Bu tartışmaların içinde bulunduğumuz gün itibarıyla son halinin bu dokümandan görülmesi mümkündür. Bahsettiğimiz eleştirilerin temel nedeni, uluslararası markanın seçilen ülkelerdeki akıbetinin, menşe ülkedeki ret veya hükümsüzlük gerekçelerine veya üçüncü kişilerce başlatılan işlemlere sıkıca bağlanmasıdır. Eleştirilerin sonucu olarak bağımlılık ilkesinin akıbetini, Protokol tarafı ülkelerin WIPO’da yürütülen Madrid Sistemi Çalışma Grubunda benimseyecekleri tutum gösterecektir.

Önder Erol ÜNSAL

Eylül 2023

unsalonderol@gmail.com

SOSYAL MEDYA ve TELİF



Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (“FSEK”) der ki “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” eserdir. Tanımın kendisi tek başına çok geniş görünse de kanundaki düzenlemeler ile bir yandan kimi kesin çizgiler çizilirken bir yandan da kimi belirsizliklerin kapısı açık bırakılmaktadır. Örneğin dijital içerik üreticisi, içeriğin kendisi veya bunları kullanan kişilerin kanuna göre konumlanması nasıldır?

Başlangıçta arkadaş edinmek, çevre yaratmak amacıyla geliştirilen ve hatta adı dahi “sosyal” medya olan bu platformlar, bugün markaların/ kişilerin/ firmaların kitlelere ulaşma alanına dönüşmüş durumdadır. Nitekim artık sosyal medyadaki arkadaşlarımız sadece ilkokul arkadaşımız ya da karşı komşumuz değil, mekanların programlarını, ürünler hakkında yorumları öğrendiğimiz marka elçileri (influencer) ya da markaların bizzat kendileridir. Başta bir fotoğraf ya da birkaç söz ile oluşan bu etkileşim ise bugün pastanın ve etki alanının büyümesi ile daha rekabetçi bir hal aldığından, var olmak ya da var kalabilmek için günü yakalayan içeriklerin yaratılması beklenir olmuştur.

Kişilerin yarattığı bu özgün ve yaratıcı videolar ve sair içerikler ise pek tabii ki eser mahiyetindedir ve eseri yaratan kişi de eser sahibidir. O halde, FSEK’e göre eser sahibinin kanuna uygun izni alınmaksızın bu içeriklerin kullanılması mümkün değildir. Bu noktada önemle değinmek gerekir ki kimi ülkelerdeki uygulamanın aksine, Türkiye’de bu tür bir kullanım süreye bağlı olarak uygun hale gelmemektedir. Daha açık bir ifadeyle, bir başkasının eserinin tamamının alınması da 10 saniyesinin alınması da aynı şekilde hukuka aykırılık doğurmaktadır.

Şaşırtıcı olan ise şu an bu kadar basit görünen bu durumun çok farklı ve fazla alt kırılımı olmasıdır. Örneğin marka elçisinin bir marka ile olan işbirliği kapsamında yarattığı eserin hak sahibi kimdir ya da, marka elçisi ve marka sahibi arasına giren ajansın pozisyonu/ hak ve yükümlülükleri nelerdir ya da, bu içeriklerin farklı şekilde kullanılmasındaki yükümlülükler nelerdir ya da, bir televizyon programının bir kısmının alınarak remikslenmesinde yasal sınır var mıdır ya da ya da ya da…

Bu kadar ve hatta daha fazla sorunun olması çok doğal olmamakla birlikte hepsinin kaynaktaki tek bir bilgiden cevaplanıyor olması kendi içinde biraz karışıklık yaratmaktadır. Zira bugün sanırım hiçbirimiz hukukun teknolojinin hızına yetişmesini beklemesek de, bu kadar uzak kalmasının ve alt kırılımlara/ pratik uygulamalara yönelmemesinin eksikliğini de hissediyoruzdur. Tabii şu noktada hakkını da vermek gerekir ki; pratiklik anlamında -haklı bir şekilde- eksik kalsa da, yıllar sonrasına dahi bir şekilde uzanabilen ve en azından temel olarak eser sahibini koruyan bir kanunun -hem de o dönemde- yapılabilmiş olması takdire şayan bir durumdur. Nitekim yukarıdaki soruların hepsinin cevabı temelde aynıdır: Eseri yaratan kişi eserin sahibidir. Eserin eser sahibinden izin alınarak kullanılması gerekmektedir. Herkes kullanımlarını yaparken bu hak ve yükümlülüklere uymak zorundadır. Burada ilgili kaydın kişisel araçlarınızla yapılmış olması ya da eser üzerinde düzenleme yapılması ya da mecranın bir sosyal medya platformu olması ya da herkesin bunu yapıyor olması eylemin niteliğini değiştirmemektedir. Gün sonu itibariyle herkes kendi eyleminden sorumludur ve durumun pratik olmaması hukuki gereklilikleri kaldırmamaktadır.

Peki bizlerin bu alt kırılımlardaki yorum ve hukuki çalışmalarının yanında, bu ilişkinin diğer tarafı olan sosyal medya platformları bu konuda ne tür uygulamalarda bulunmaktadır? İncelendiğinde hemen hepsinin bir temel noktada buluştuğu ve geri kalan kısımlarda hukuk, kendi kitleleri ve muhakkak ki platformun kar/ zarar analizleri ile ilerlediği görülmektedir. Daha açık bir ifadeyle, hemen hepsi kullanıcılara temel uyarıları yapmakta ve gerekli olduğu ölçüde temel izinleri almaktadır. Bunun yanında başvuru mekanizmaları da yaratmakta ve herhangi bir şekilde hakkının ihlal edildiğini belirten kişiler adına inceleme yapmaktadır. Bu noktada kimi video platformları ufak bir telif uyarısı ile bile içeriği erişilemez kılarken kimileri marka dökümlerini aramakta kimileri ise gelen uyarılara karşı makul sürede hareket etme konusunda başarısız olmaktadır. Genel uygulama olarak ise, hemen hiçbiri kendiliğinden aksiyon alma eğiliminde değildir. Şikayetin dikkate alınması halinde ise, içeriğin mi kaldırılacağı hesabın mı kapatılacağı ya da farklı bir uygulama mı yapılacağı genelde o içeriğin/ hesabın niteliğine göre şekillenmektedir. Şuna önemle tekrar değinmek gerekir ki, ilgili içerik için hemen o anda uyarı gelmemiş olması veya herkesin kullanımda bulunması veya ilgili platformun -şikayete rağmen- aksiyon almamış olması, o kullanımı hukuka uygun hale getirmemektedir. FSEK düzenlemeleri her şekilde bakidir.

Yaşam tarzının artık çok daha hızlı olduğu ve hatta kimi açıklamalara göre dünyanın kendisinin dahi hızla dönmeye başladığı bu dönemde, telif korumasına olan ihtiyacın ve paralel şekilde uygulamada bulunma gereğinin de artarak devam edeceği açıktır.

Büşra BIÇAKCI

Eylül 2023

busrasbicakci@gmail.com

NOKTALAMA İŞARETLERİNİN GÜCÜ: MAL ve HİZMET LİSTELERİNİN OLUŞTURULMASI İÇİN EUIPO ve WIPO KILAVUZLARI IŞIĞINDA BİR DEĞERLENDİRME


GENEL AÇIKLAMA

Marka tescil başvurularının mal ve hizmet listelerinin oluşturulmasında başlıca üç aşamanın bulunduğunu söyleyebiliriz:

  • Tescili talep edilecek mal ve hizmetlerin doğru şekilde belirlenmesi.
  • Belirlenen mal ve hizmetlerin ait oldukları Nicé sınıflarının doğru şekilde tespit edilmesi ve bu terimlerin başvuru formunda açık, net terimlerle ifade edilmesi.
  • Başvuru formunda yer verilen mal ve hizmetlerin noktalama işaretleri de dahil olmak dilbilgisel ve anlamsal açılardan doğru biçimde yazılması.

Bu yazının konusunu, mal ve hizmetlerin, noktalama işaretleri de dahil olmak üzere başvuru formuna dilbilgisel ve anlamsal açıdan doğru şekilde yansıtılması olarak tanımladığımız üçüncü aşama oluşturmaktadır.

Türk Patent ve Marka Kurumuna (Kurum) yapılan başvurularda genellikle önemsenmeyen üçüncü aşama hakkında Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) ve Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) özel düzenlemeler getirmiş ve bunlara kılavuzlarında yer vermiştir. Dolayısıyla, ele alacağımız konu, yazı boyunca bu kurumların düzenlemeleri esas alınarak okuyuculara aktarılacaktır.

WIPO, Madrid Protokolü kapsamında kendisine iletilen uluslararası marka başvurularını mal ve hizmetlerin sınıflandırmasını da içeren şekli incelemeye tabii tutmaktadır. Bu incelemenin, WIPO’nun Uluslararası Marka Biriminde ne şekilde yapılacağını düzenleyen 25 sayfalık bir inceleme kılavuzu WIPO internet sayfasında görülebilir. Bu bağlantıdan erişebilecek kılavuzun 20 ila 25. sayfaları, markanın kapsadığı mal ve hizmet listelerinin biçimlendirilmesine ilişkindir ve noktalama işaretlerinin, kısaltmaların, büyük/küçük harflerin doğru kullanım biçimi başta olmak üzere çok sayıda açıklamayı, örneklerle birlikte içermektedir.

EUIPO’nun bu bağlantıdan görülebilecek, marka inceleme kılavuzunda da, mal ve hizmet listesinin oluşturulması başlığında (sayfa 273 ve devamı) detaylı açıklamalar yer almaktadır ve yer verilen bilgilerin bir bölümünü noktalama işaretlerinin ve kısaltmaların kullanımı konuları oluşturmaktadır.

Her iki kılavuzu da esas alarak, yazının bağlamında en önemli konu olarak gördüğümüz, marka başvurularının mal ve hizmet listelerinde noktalama işaretlerinin doğru biçimde kullanımı meselesinden başlamak yerinde olacaktır.

MAL ve HİZMET LİSTELERİNDE NOKTALAMA İŞARETLERİNİN DOĞRU KULLANIMI

Konunun önemini EUIPO kılavuzundan ödünç aldığımız ifadeyle belirtirsek: “Bir mal ve hizmet listesinde noktalama işaretlerinin doğru kullanımı çok önemlidir – hatta kullanılan kelimeler kadar önemlidir.” (The use of correct punctuation is very important in a list of goods and services — almost as important as the words.)  

WIPO ve EUIPO kılavuzlarında yer alan açıklamalar; mal / hizmet listeleri oluşturulurken kullanılan noktalama işaretlerinin, koruma konusunun belirlenmesi de dahil olmak üzere özel öneme sahip olduğunu, işaretlerin yanlış kullanımının tescili talep edilen mal ya da hizmetin yanlış biçimde belirlenmesi veya sınıf numarasının değişmesi sonucuna yol açabileceğini net şekilde göstermektedir.

NOKTALI VİRGÜL ve VİRGÜL İŞARETLERİ

Mal ve hizmet listelerinde en sık karşımıza çıkan iki noktalama işareti, noktalı virgül (;) ve virgüldür (,). Bu iki işaretin kullanım amaçları ve mal ve hizmetlerinin içeriği bakımından işaret ettikleri ayrım da birbirlerinden çok farklıdır.

Noktalı virgül (;) işareti, marka tescil başvurularının mal ve hizmet listelerinde yer alan terimler arasında açık bir ayrım yapma amacına hizmet etmektedir. WIPO kılavuzunda belirtildiği üzere, noktalı virgül işareti, birçok ulusal ofis tarafından geçmişten bu yana aynı sınıf içerisinde yer alan birbirlerinden farklı/bağımsız mal ve hizmetler arasında açık bir ayrım yapmak amacıyla kullanılmaktadır. Virgül işaretinin kullanımının ise bu ayrımı gerçekleştirmesi mümkün değildir.

Virgül (,) işareti; geniş kapsamlı bir ifadenin parçası olan, genellikle o geniş kapsamlı ifadeyi takip eden mal veya hizmetleri birbirinden ayırmak amacıyla kullanılmalıdır.

WIPO kılavuzunda yer alan örneklerden birisini kullanarak, konuyu daha açık hale getirebiliriz. Aşağıdaki örnek, noktalı virgül veya virgül kullanımına göre, mal listesinin kapsamının ve sınıf numarasının/sayısının ne şekilde değişebileceğini göstermektedir:

“Sınıf 1: Gıda takviyelerinin üretiminde kullanılan proteinler; vitaminler.” şeklinde düzenlenmiş bir mal listesinde, “vitaminler” malı, noktalı virgül işaretinin kullanımı suretiyle kendisinden önce gelen “gıda takviyelerinin üretiminde kullanılan proteinler” ifadesinden ayrıştırılmış ve bağımsız bir mal niteliğine büründürülmüştür. Bu bağlamda “vitaminler” malı, sınıflandırmanın 5. sınıfında yer aldığından, uygunsuzluk mektubu yazılacak, “vitaminler” malının 5. sınıfa dahil olduğu belirtilecek ve gerekli hallerde ek sınıf ücreti talep edilecektir.

Oysa, aynı başvurunun mal listesi virgül işareti kullanılarak “Sınıf 1: Gıda takviyelerinin üretiminde kullanılan proteinler, vitaminler.” şeklinde düzenlenmiş olsaydı, vitaminlerin nihai bir ürün olmadığı, gıda takviyelerinin üretiminde kullanım amaçlı maddelerden biri olduğu anlaşılacak ve mal listesinin tamamı sorunsuz biçimde 1. sınıfta sınıflandırılabilecekti.

Bir diğer örneği EUIPO kılavuzundan aktararak, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabiliriz:

“Sınıf 9: Tarım makineleri; tekstil makineleri için kullanım amaçlı bilgisayar yazılımları.” şeklinde düzenlenmiş bir mal listesinde “tarım makineleri” noktalı virgül işareti ile ayrıldığı sürece, bu makineler sınıflandırmanın 7. sınıfında yer aldığından, uygunsuzluk mektubu gönderilerek, ilgili malın 7. sınıfta yer aldığı bildirilecek ve gerekli hallerde ek sınıf ücreti talep edilecektir. Oysaki, mal listesi “Sınıf 9: Tarım makineleri, tekstil makineleri için kullanım amaçlı bilgisayar yazılımları.” şeklinde sunulmuş olsaydı, tescili talep edilen ürünün tarım ve tekstil makineleri için bilgisayar yazılımları olduğu anlaşılacak ve başvuru herhangi bir sorun olmadan 9. sınıfta işlem görmeye devam edecekti.

NOKTA İŞARETİ

Nokta (.) işaretinin mal ve hizmetlerinde kullanımına ilişkin ilke, WIPO kılavuzunda aşağıdaki şekilde belirlenmiştir: “Nokta işareti sadece, bir sınıfa ait mal/hizmet listesi bittiğinde, listenin sonunda kullanılacak ve bu yolla o sınıfa ait listenin sona erdiği gösterilecektir.”

İncelediğimiz konu bağlamında, Türkiye’deki problemlerin en önemlilerinden birisi, 35. sınıfta yer alan “Müşterilerin malları elverişli biçimde görüp satın alması için xxx, yyy, zzz mallarının bir araya getirilmesi hizmetleri.” için başvuru yapılması ve kimi durumlarda aynı markalara dayanılarak Madrid Protokolü kapsamında uluslararası marka talep edilmesi halinde ortaya çıkmaktadır.

Maalesef ki, Kurumun elektronik başvuru sistemi, 35. sınıftaki anılan hizmetler için tescil talep edilmesinde seçilecek malları, Tebliğ kapsamında mallara ilişkin ifadeleri ve noktalama işaretlerini aynen kullanarak 35. sınıfın içeriğine aktarmaktadır.  

Bu durumda da, örneğin “Sınıf 35: Müşterilerin malları elverişli biçimde görüp satın alması için Pastacılık ve fırıncılık mamulleri, tatlılar: Ekmek, simit, poğaça, pide, sandviç, katmer, börek, yaş pasta, baklava, kadayıf, şerbetli tatlılar, puding, muhallebi, kazandibi, sütlaç, keşkül. Bal, arı sütü, propolis. Yiyecekler için çeşni/lezzet vericiler, vanilya, baharatlar, domates sosları dahil olmak üzere soslar. Mayalar, kabartma tozları. mallarının bir araya getirilmesi hizmetleri.” şeklinde, orta yerinde nokta işaretleri ve büyük harfler defalarca kullanılmış; görsel olarak çirkin olduğu kadar, gramer bakımından yanlış, anlamsal ve terminolojik olarak da hatalı listelerden on binlercesi marka sicilinde yerini almaktadır.

Elbette ki, bu listeler esas alınarak WIPO nezdinde uluslararası tescil talep edildiğinde, uygunsuzluk mektubu almamak veya gelen uygunsuzluk mektuplarının gereğini yerine getirebilmek için listenin orta yerinde bulunan nokta işaretleri, uluslararası başvuru formu doldurulurken başvuru sahibi vekilince veya Kurumdan gelen uyarı üzerine gene vekil tarafından virgüle dönüştürülmekte, gene listenin orta yerinde duran büyük harfler küçük harflerle değiştirilmektedir. Bu yolla WIPO Uluslararası Sicili kendi görsel ve anlamsal bütünlüğünü ve doğruluğunu korumaya devam etmekte, ancak Türk marka sicilindeki görsel açıdan çirkin içerikte ve tüm gramatik, anlamsal yanlışlıklarda değişiklik olmamaktadır. 35. sınıftan bağımsız olarak aynı durum, aynı sınıf içerisindeki malların birbirleriyle nokta işaretiyle ayrıldığı listeler bakımından da ortaya çıkmakta ve Türkiye’de birbirlerinden nokta işaretiyle ayrılmış mal grupları, WIPO nezdindeki uluslararası markalarda birbirlerinden noktalı virgülle ayrılmış hale dönüştürülmektedir.

BÜYÜK – KÜÇÜK HARF KULLANIMI

WIPO kılavuzuna göre, bir mal ve hizmet listesinde büyük harf, yalnızca bir sınıfın başlangıcındaki ilk harf bakımından kullanılacaktır. Sınıfın içerisindeki diğer mallar, ilk harfleri dahil olmak üzere küçük harfle yazılacaktır. Bu durumun istisnası sadece kısaltmalar, özel isimler ve yer isimleri olacaktır. Eğer bir mal/hizmet listesinde belirtilen haller dışında büyük harfler kullandıysa, WIPO bunların tamamını küçük harflere dönüştürecektir.

Türkiye’ye dönecek olursak, eğer son dönemlerde bir değişiklik olmadıysa, tamamı büyük harflerle yazılı mal / hizmet listeleriyle sıklıkla karşılaşılmaktadır. Bu durum, Kuruma elektronik yolla iletilen başvuruların, başvuru sahibinin düzenlediği haliyle Sicile aktarıldığını, o şekilde ilan edilip korunduğunu ve Kurumun büyük-küçük harf değişikliğini yapmadığını göstermektedir. Bahsedilen görünümün görsel açıdan çirkinliği konusunda kanaatimizce tartışma bulunmamaktadır.

KISALTMALAR

EUIPO ve WIPO kılavuzlarının her ikisi de toplumun geneli tarafından bilindiği kabul edilen kısaltmalara mal ve hizmet listelerinde yer verilebileceğini belirtmektedir. Toplumun genelinin bildiği kabul edilen kısaltmalara; TV, DVD, CD, GPS gibi örnekler verilebilir. Buna karşın, incelemeyi yapan uzman mal / hizmet listesinde kullanılmış herhangi bir kısaltmanın toplumca genel olarak bilinmediği yönünde kanaate ulaşırsa, bu kısaltmanın karşılık geldiği malın açık haline kısaltmanın yanında köşeli parantez işareti içerisinde yer verilmesi zorunludur.

EUIPO kılavuzunda yer alan örneğe göre; “Sınıf 9: EPROM cards” şeklinde bir başvuru alınırsa, bu terimin “Class 9: Erasable programmable read-only memory cards.” veya “Class 9: EPROM [erasable programmable read-only memory] cards.” şeklinde düzeltilmesi ve işlemlerin bu şekilde devam etmesi gerekecektir.

TEKİL – ÇOĞUL YAZIM

WIPO kılavuzu mal ve hizmetlerin tekil veya çoğul yazımı konusunu da kapsamaktadır. Kılavuza göre, mallar çoğunlukla çoğul halleriyle listelerde yer almaktadır ve gramatik olarak doğru olduğu sürece çoğul kullanım yerindedir. Ancak, örneğin İngilizcede esasen tekil olarak kullanılan “water” gibi mallar bakımından tekil kullanım yerinde olacaktır.

Hizmetler bakımından da tescili talep edilen hizmetin adının gramatik kullanım biçimine göre tekil veya çoğul yazım biçimi değişebilecektir. Örneğin: Telecommunications veya Transport kullanımlarının uygun olması, ancak birinde tekil diğerinde çoğul kullanımı gibi.

Türkiye’de hizmetlerinin tamamının sonunda “….. hizmetleri” ifadesi kullanıldığından hizmetler bakımından sorun yaşanmayacağı ortadadır. Mallar bakımından ise genellikle çoğul kullanımına aşina olduğumuz gibi, bunun dilbilgisel açıdan doğru olduğu sürece, daha yerinde olduğu kanaatindeyiz. Kurum listesinde de genellikle malların çoğul halinin kullanımı o nedenle kanaatimizce yerindedir.  

SONUÇ ve TEMENNİ

Yazının başında belirttiğim gibi, marka başvurularında mal ve hizmet listelerinin oluşturulmasındaki en önemli aşamalardan birisi, doğru noktalama işaretlerinin kullanımı suretiyle, listelerin daha doğru ve amaca uygun biçimde oluşturulmasıdır.

Konu hakkındaki EUIPO ve WIPO açıklamalarına da yer vererek ve kimi hallerde Türkiye’deki durumu da aktararak şekillendirdiğim yazının, daha doğru uygulamaların oluşturulması ve daha güzel görünümlü bir marka sicilinin ortaya çıkarılması amaçlarına hizmet etmesini umuyorum.   

Önder Erol ÜNSAL

Eylül 2023

unsalonderol@gmail.com

MODA SEKTÖRÜNE HAKİM “İLERİ DÖNÜŞÜM” TRENDİ, MARKA HAKKININ İHLALİNE “DÖNÜŞEBİLİR” Mİ?


1. İleri dönüşüm (“upcycling”) trendi nedir?

Günümüz modern dünyasında, artan çevre sorunları ve iklim krizlerinin bir getirisi olarak çevre bilinci gerek bireysel gerekse toplumsal boyutta küresel çapta yaygınlaşmaktadır. Çevre bilincinin ivmelenmesi, yalnızca bireysel boyutta çevreye duyarlı bir davranış biçiminin gelişmesine yol açmamış, aynı zamanda ticari şirket ve işletmeleri de faaliyetlerini çevre bilinci endeksli olarak yürütmeye iterek, sektörleri aşan bir mesele haline gelmiştir. Nitekim, “ileri dönüşüm” (“upcycling”) kavramı da endüstrinin hemen her tabakasında yaygınlaşmakta olan çevre bilinci ve duyarlılığının bir getirisi olarak hayatımıza girmiştir.

İleri dönüşüm kavramı en temel anlatımıyla, eski ve/veya kullanılmayan nesnelerin orijinalinden daha farklı bir şekilde ve yeni bir değere sahip olacak bir ürüne dönüştürülmesi yoluyla yeniden kullanılmasıdır. İleri dönüşüm, endüstrinin pek çok dalında uygulanabilirliği olan çevre duyarlı bir atık değerlendirme yöntemidir. Tüketiciler ileri dönüşüm uygulanan ürünleri satın alarak, genellikle pahada yüksek markalı ürünlere sahip olma imkanı edinirken, aynı zamanda da çevreye yararlı bir davranış sergilemiş olurlar. Öyle ki, kimi zaman ileri dönüşümle oluşturulan yeni ürünler, ilk üründen daha fazla rağbet görmektedir.

İleri dönüşümün örneklerine en çok rastlanan sektörlerden biri moda sektörüdür. Moda sektörü, ileri dönüşüm işleminin uygulanabilirliği yönünden elverişli bir pratik ve teknik altyapı sunmaktadır. Gerçekten de, eskimiş ve kullanılamaz durumdaki bir bluzun birtakım işlemlerden geçirilerek kolaylıkla kullanıma elverişli bir bez çanta haline getirilmesi, moda sektörünün ileri dönüşüme hazırladığı bu elverişli zeminin göstergesidir. Keza bu elverişli zemin, ileri dönüşüm faaliyetlerinin moda sektörü özelinde yakaladığı ivmelenmeyi de açıklamaktadır.

2.  İleri dönüşüm uygulanan markalı ürünler etrafındaki olası hukuki problemler

Her ne kadar moda sektöründe giderek yaygınlık kazanan ileri dönüşüm faaliyetleri, çevre ve iklim bilincinin de aynı oranda artmakta olduğunu gösteren olumlu bir sektörel ilerleme mahiyetinde olsa da ileri dönüşüm faaliyetleri zaman zaman fikri ve sınai mülkiyet hakkı ihlallerine de sebebiyet verebilmektedir. İleri dönüşüm uygulanmış bir üründe orijinal marka da aynen muhafaza edildiğinde, kimi zaman tüketiciler ileri dönüştürülen ürünün arkasında da yine orijinal marka sahibi olduğunu düşünebilirler. Aynı zamanda ileri dönüştürülen üründe özellikle tanınmış bir markanın yer alması ileri dönüşüm faaliyetini yapan tacirler açısından haksız fayda sağlama aracına dönüşebilir. İleri dönüştürülen ürünlerin piyasadaki kullanımlarına mutlak surette izin verilmesi, marka sahiplerinin markaları üzerindeki itibar ve kontrolü kaybetmelerine yol açabilir.

Keza moda sektörü, özellikle lüks giyim ve aksesuar pazarı yönünden, marka hakkının ön planda olduğu endüstri kollarından birini teşkil etmektedir. Moda sektöründeki ileri dönüşüm faaliyetlerine yönelik güncel eğilimin altında yatan sebep, ileri dönüştürülen markaların sahip olduğu prestij, marka değeri veya tanınmışlıktan kaynaklanabileceği gibi, eski ve/veya kullanılmayan ürünün materyalinin sağlamlığı veya kalitesinden de kaynaklanabilmektedir. Bu bağlamda özellikle lüks giyim ve aksesuar pazarında sıklıkla rastlanan ileri dönüşüm trendinin olası marka hakkı ihlalleriyle ilişkisi de incelenmelidir. Nitekim, eski veya kullanılmayan bir giyim ya da aksesuar ürününün üzerinde yer alan markanın muhafaza edilmesi suretiyle bu ürünün başka ve daha farklı bir ürüne dönüştürülmesi söz konusu olabilmekte ve bu tip ileri dönüşüm işlemleri, özellikle markanın ileri dönüştürülen bir ürünün ana odağı haline gelmesi durumunda, marka hakkına tecavüz tartışmalarını doğurabilmektedir. Diğer yandan, bu iddialara karşı ileri sürülebilecek “hakkın tüketilmesi ilkesinin” ne şekilde yorumlanması gerektiği de gündeme gelmektedir.

Elbette ki piyasaya sunulan orijinal bir ürünü satın alan kişi, bu ürünü istediği gibi kullanmakta ve daha sonra tekrar satmakta özgürdür. Kural olarak orijinal marka sahibi bu faaliyetleri engelleme hakkına sahip değildir. Ancak “hakkın tüketilmesi ilkesinin” de Türkiye de dahil çeşitli hukuk düzenlerinde bazı sınırları vardır. Marka sahibi meşru bir nedeni varsa, halihazırda piyasaya sunulmuş markalarının daha fazla ticarileştirilmesine karşı çıkabilir. İleri dönüşüm ile değiştirilen ve farklı bir forma sokulan markalı bir ürünün bu kapsama girip girmediği tartışılmaktadır. Ne yazık ki bugün hangi ileri dönüşüm faaliyetlerinin haklı kullanım sayıldığı, hangilerinin marka ihlali oluşturduğu arasındaki sınır net değildir. Bu noktada, marka hakkına tecavüz teşkil edebilecek nitelikteki ileri dönüşüm faaliyetlerinin neler olabileceğinin, bu durumun “hakkın tüketilmesi ilkesi” ile ilişkisinin  ve bu hususta ne tip kriterlerin aranacağının tartışılması icap etmektedir.

3. İleri dönüşüm uygulanan markalı ürünlerin marka tecavüzü teşkil edip etmeyeceğine ilişkin Amerika Birleşik Devletleri yargı mercileri tarafından verilen kararlar

Moda sektöründe yaygın örnekleri görülen ileri dönüşüm faaliyetlerinin sınai mülkiyet hukukuna uygunluğu ile marka hakkına tecavüz teşkil etmeleri arasındaki ince çizginin tespiti yönünden, küresel çaptaki –özellikle Amerika Birleşik Devletleri nezdindeki– yargı makamları tarafından incelenmiş somut uyuşmazlıklar büyük önem taşımaktadır. Henüz Türk mahkemeleri tarafından ileri dönüşüm ve muhtemel marka ihlalleri hakkında verilmiş doğrudan ve detaylı kararlar bulunmadığından, özellikle yabancı mahkeme kararları ışığında konuyu incelemek faydalı olacaktır. Bu uyuşmazlıkların incelenmesi kapsamında, hangi tip ileri dönüşüm faaliyetlerinin hangi koşullarda marka hakkına tecavüz teşkil edebileceği tartışılmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri Kaliforniya Merkez Bölgesi Bölge Mahkemesi nezdinde görülen bir uyuşmazlıkta, lüks bir giyim ve aksesuar firmasının ürettiği bir yüzme şortundan ileri dönüşüm faaliyetleri sonucunda davalı şirket tarafından şapka üretilmesi hususu, bu eylemin marka hakkına tecavüz teşkil edip etmediği bağlamında ele alınmıştır. Mahkeme, davacı firmaya ait marka muhafaza edilmek suretiyle davalı şirket tarafından üretilen şapka ürünlerinin, marka hakkına tecavüz niteliği taşıdığını zira yeniden satışa sunulan bu ürünlerin davacı firmaya ait orijinal yüzme şortundan önemli ölçüde farklı olduğunu ve bu itibarla markanın tükenmesi ilkesi dışında kalarak ihlale yol açtığını karara bağlamıştır.

Lüks moda sektörüyle ilişkili olarak gerçekleştirilen başka bir ileri dönüşüm faaliyetinin marka hakkıyla ilişkisi, Amerika Birleşik Devletleri Kuzey Teksas Bölgesi Bölge Mahkemesi nezdinde görülen bir uyuşmazlığa da konu olmuştur. İşbu uyuşmazlık kapsamında mahkeme, lüks bir saat üreticisi olan davacı tarafından üretilen eski ve orijinal saatleri ithal ederek bu saatlere üçüncü kişilerce üretilen parçaları entegre eden ve ürünlerin “orijinal” olduğu iddiasıyla satış faaliyetleri gerçekleştiren davalı firmaya ait ileri dönüşüm ürünlerinin taklit ürün niteliğinde olduğunu karara bağlamıştır. Bu bağlamda mahkeme davalı şirketi, söz konusu ileri dönüştürülmüş saatleri üretmekten ve bu ürünlerin “orijinal” nitelikte olduğu yönünde pazarlama faaliyetlerinde bulunmaktan menetmiştir. Her ne kadar mahkeme, davalı şirket tarafından ileri dönüşüm suretiyle üretilen bu saatlerin taklit ürün niteliğinde olduğuna kanaat getirmişse de davalı şirketin işbu faaliyetlerinden on yılı aşkın süredir haberdar bulunan davacı lüks saat üreticisinin, davalı şirketin söz konusu ürünlerden elde ettiği karın tarafına ödenmesi yönündeki istemini reddetmiştir.

Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri Güney New York Bölgesi Bölge Mahkemesi nezdinde görülen ve başka bir lüks saat üreticisine ait eski ürünlerden ileri dönüşüm suretiyle yeni kol saatleri üretip pazarlanmasını konu alan bir uyuşmazlık kapsamında mahkeme, marka hakkına tecavüz teşkil eden herhangi bir eylemin söz konusu olmadığı yönünde hüküm kurmuştur. İlgili uyuşmazlık, lüks bir saat firması olan davacı tarafından 1894 ile 1950 yılları arasında üretilmiş cep saatlerinden ileri dönüşüm faaliyetleri sonucunda davalı şirket tarafından kol saati üretilmesi ve satılmasına ilişkindir. Her ne kadar ileri dönüşüm suretiyle üretilen bu kol saatlerinde halihazırda davacı firmanın markaları okunaklı şekilde muhafaza edilmiş olsa da davalı şirket, gerek söz konusu ürünlerin üzerinde gerekse bu ürünlerin pazarlama ve satışını yürüttüğü internet sitesi ile reklam materyallerinde, ürünün ticari kaynağının bizzat davalı şirket olduğunu açıkça belirtmiştir. Mahkeme bu itibarla makul ölçüde ihtiyatlı tüketicilerin, ileri dönüşüm suretiyle meydana getirilen ürünlerin ticari kaynaklarının davalı şirket olduğu yönünde herhangi bir şüpheye düşmeyeceklerini ve dolayısıyla ilgili tüketici nezdinde karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkmayacağını belirterek davacı şirketin iddialarını reddetmiştir.

Her ne kadar yukarıda işaret ettiğimiz uyuşmazlıkta, davalı şirket tarafından davaya konu ileri dönüşüm ürünlerine eklenen ve ürünlerin ticari kaynağının kendisi olduğunu belirten nüansların karıştırılma ihtimalini elimine ederek olası bir marka tecavüzünü engellediği hükme bağlanmışsa da, yine lüks bir saat firması tarafından açılan bir davada Amerika Birleşik Devletleri Kaliforniya Merkez Bölgesi Bölge Mahkemesi farklı yönde hüküm kurmuştur. Nitekim ilgili dava dosyası kapsamında davalı şirket, lüks bir saat firması tarafından üretilmiş eski saatleri ileri dönüşüm faaliyetleri sonucunda yeni saatlere dönüştürmektedir. Bu kapsamda davalı şirket, özellikle eski saatlerin kadranlarını değiştirmekte ve bu değişim esnasında, davacı lüks saat firmasına ait tescilli markaları çıkarmaktadır. Bununla birlikte davalı şirket, kadran değişimi ve yeni boya uygulanmasının akabinde, davacı şirkete ait söz konusu markaları yeniden kadrana yerleştirmiştir. Her ne kadar davalı şirket birtakım ürünlerinin üzerine, bu saatlerin ticari kaynağının kendisi olduğuna yönelik baskılar yapmışsa da mahkeme, davalı şirketi işbu ileri dönüşüm ürünlerini üretmekten kalıcı olarak menetmiştir.

4. Sonuç

Yukarıda işaret ettiğimiz, Amerika Birleşik Devletleri nezdindeki çeşitli mahkemelerce karara bağlanan ve ileri dönüşüm ürünlerini konu alan dosyalar kapsamında mahkemeler, pek çok kriteri dikkate alarak esasa ilişkin değerlendirme yapmış ve davaya konu ürünlerin marka hakkı ihlaline sebebiyet verip vermediğini hükme bağlamıştır. İlgili dosyalar kapsamında ele alınan başlıca kriterler arasında, ileri dönüşüme konu eski ve yeni ürünlerin cinsi, ileri dönüşüm sonucunda meydana getirilen ürünlerin ticari faaliyete önemli ölçüde konu edilip edilmediği, ileri dönüşüme konu eski ürünün taşıdığı markanın ne şekilde kullanıldığı, özellikle ileri dönüşüm suretiyle meydana getirilen yeni ürünün ticari kaynağının ne şekilde belirtildiği ve bu itibarla ileri dönüşüm suretiyle üretilen yeni ürünlerin ilgili tüketici nezdinde karıştırılma ihtimaline yol açıp açmayacağı hususları yer almaktadır. Mahkemeler söz konusu kriterleri somut olay bazında, olayın vuku buluş şekli ve koşullarıyla birlikte kümülatif bir yaklaşımla ele alarak ileri dönüşüm suretiyle üretilen yeni ürünlerin marka hakkına tecavüze yol açıp açmadıkları hususunu karara bağlamıştır.

İklim krizinin ve tüketim toplumunun yan etkilerinin azaltılması amacıyla ileri dönüşüm kavramının desteklenmesi elbette ki çok önemlidir. Bu sebeple belli başlı kriterlere uygun, haklı kullanım çerçevesinde gerçekleştirilen ileri dönüşüm faaliyetlerinin ihlal teşkil etmediğinin kabulü gerekmekteyse de, ileri dönüştürülen bir üründe, orijinal markanın ya da diğer fikri ve sınai mülkiyet haklarının kullanılması her zaman zorunlu değildir. Örneğin, lüks bir giyim markasının logolu bluzu bir bez çantaya dönüştürülürken, ürünün orijinal halinde yer alan ve marka niteliğinde olan logo kullanılmadan da ileri dönüşüm faaliyeti tamamlanabilir. Üründeki markalı bölümlerinin ileri dönüşüm faaliyeti sırasında üründen ayrılamadığı durumlarda ise, ileri dönüşüm faaliyetini gerçekleştirenlerin, dönüştürülmüş ürünlerin gerçek menşeini belirtmek suretiyle etiketleme ve açıklamalar yapmaları tüketiciler nezdinde oluşabilecek karıştırılma ihtimali riskini düşürebilir. Aksi durumda, ileri dönüştürülen ürün sahibi ile orijinal marka sahibi arasında gerçekte olmayan bir bağlantı, sponsorluk veya iş birliği ilişkisi bulunduğu algısı yaratılabilir. İleri dönüşüm faaliyetlerine sınırsızca izin verilmesi, ileri dönüştürülmüş ürünler aracılığı ile, marka hakları aleyhine büyüyen yeni bir pazar yaratabilecektir. Bu hususu konu alan dosya sayısının giderek artmakta olduğu dikkate alındığında, ileri dönüşüm faaliyetleri ile marka hakkı ve marka hakkının tükenme ilkesi arasındaki girift ilişkinin sınırlarının mahkemeler tarafından daha net bir şekilde çizilmesi beklenmektedir.

Fulden TEZER  

fuldentzr@gmail.com

Selin Umay ÖZMEN

selinumay@gmail.com

Eylül 2023

Avrupa Komisyonu Web 4.0 ve Sanal Dünyalara İlişkin Strateji Belgesini Yayımladı

A. Strateji Belgesi’nin Kapsam ve Önemi

Avrupa Komisyonu, 11 Temmuz 2023 tarihinde “Web 4.0 ve Sanal Dünyalar Üzerine bir AB Girişimi: Bir Sonraki Teknolojik Geçişte Avantajlı Bir Başlangıç” başlıklı Strateji Belgesini (“Strateji Belgesi“) yayımlanmıştır[1]. Strateji Belgesi’nin hedefi teknolojik gelişmeleri yönlendirerek Avrupa Birliği (“AB“) vatandaşları, işletmeleri ve kamu idareleri için açık, güvenilir, adil ve kapsayıcı bir dijital ortam yaratmak amacıyla kullanılacak stratejileri belirlemektir.

Salt okunur web olarak ifade edilen ve internetin ilk dönemi Web 1.0 akabinde, kullanıcılar tarafından yaratılan içeriklerin ve insanların birbirleriyle etkileşimlerinin arttığı sosyal web dönemine geçilmiş, 2010’lu yıllardan itibaren de bilgi odaklı, ana özellikleri açıklık, tek bir merkezden yönetilmeme ve kullanıcıların tam yetkilendirilmesi olan semantik web, yani Web 3.0 teknolojisi yaygınlaşmıştır. Web 4.0 ise dijitalleşmeye odaklanarak insanlar ile makinalar arasında daha karmaşık bir etkileşime izin vermekte, dijital ve gerçek nesne ve ortamlar arasında entegrasyonu önemli ölçüde arttırmaktadır.

Avrupa Komisyonu, dijitalleşmenin 2030’dan itibaren AB ekonomisinin temel itici güçlerinden birisi olacağını, özellikle sağlık, yeşil geçiş, sanayi, sanat ve tasarım ile eğitim alanlarında giderek önem kazanacağını, küresel sanal pazar büyüklüğünün 2030 yılında 800 milyar Euro’nun üzerine çıkacağını ve 2025 yılına kadar 860.000 yeni iş hacmi yaratacağını tahmin etmektedir[2].

AB vatandaşları, işletmeleri ve akademi ile yürütülen önceki çalışmaları temel alan Strateji Belgesi, 4 ana sütun üzerinde; (1) farkındalığı arttırmak, güvenilir bilgiye erişimi teşvik etmek ve sanal dünyalara ilişkin uzmanlar yetiştirmek amacıyla insan kaynağı odaklı, (2) AB genelinde yeknesak bir ekosistem oluşturarak yeniliği teşvik eden işletme odaklı, (3) sanal kamu hizmetlerini desteklemek üzere kamu idareleri odaklı ve (4) Web 4.0 ve sanal dünyaların birkaç büyük piyasa oyuncusu tarafından domine edilmesini önlemek amacıyla açıklığı temel alan küresel standartların şekillendirilmesi ve yönetişimi odaklı bir yaklaşım benimsemektedir.

B. Strateji Belgesi’nde Fikri Mülkiyet Haklarının Geleceği

AB’de yürürlükte olan başta Marka Tüzüğü[3], Know-How ve Ticari Sır Direktifi[4], Dijital Tek Markette Telif ve Bağlantılı Haklar Direktifi[5] ve Bilgisayar Programlarının Korunması Direktifi[6] gibi fikri ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin temel mevzuat, kural olarak Web 4.0 ve sanal dünyalar için de geçerli ve uygulanmaktadır.

Strateji Belgesi’nde fikri mülkiyet haklarına ilişkin öngörülen yeniliklerden ilki, vatandaşların sanal dünyalarda kimliklerini, sanal yaratımlarını, varlıklarını ve verilerini nasıl koruyup yöneteceklerini anlamalarını sağlamak, onlara yol göstermek ve AB mevzuatı kapsamındaki haklarına ilişkin rehberlik etmek amacıyla sanal dünyalar araç kutusu (toolbox) kurulmasıdır. Sanal dünyalar araç kutusu, telif hakları ve diğer fikri ve sınai mülkiyet haklarının yanı sıra, güvenilir kimlik doğrulama için dijital kimlik ve dijital cüzdan çözümleri, sanal işlemler, dijital veri ve varlıkların yönetimi, veri koruma ve gizlilik, tüketicilerin korunması ve siber güvenlik alanlarını da kapsayacaktır.

Avrupa Komisyonu’na göre gerçek dünyada olduğu gibi, sanal dünyalarda da sanal varlıkların izinsiz çoğaltılması ve dağıtılması, hem tüketiciler hem de fikri ve sınai mülkiyet hak sahipleri için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Özellikle hak sahipleri yönünden sanal dünyalarda sahtecilik, ciddi bir gelir kaybı ve marka değerinin aşınmaya uğraması riski barındırmaktadır. Strateji Belgesi ile sahtecilikle mücadele kapsamında, sanal dünyalar da dahil olmak üzere çevrimiçi ve çevrimdışı ortamlarda fikri ve sınai mülkiyet haklarının icra edilmesine ilişkin hak sahiplerine rehberlik etmek üzere bir araç kutusu yaratılması öngörülmektedir.

Her ne kadar Strateji Belgesi’nde fikri ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin araç kutusu yaratımı hariç başka bir açıklama yer almasa da, Strateji Belgesi’ne eşlik eden Komisyon Personeli Çalışma Belgesi (“Çalışma Belgesi“)[7] daha detaylı bir inceleme içermektedir.

Sanal dünyalar insan yaratıcılığını destekleme ve yeni iş fırsatları yaratma potansiyeline sahip olmasının yanı sıra, fikri ve sınai mülkiyet haklarıyla korunan içeriğin yaratımı ve işlenmesine ilişkin yeni yöntemler de sağlamaktadır. Bu kapsamda Çalışma belgesinde, Web 4.0 ve sanal dünyaların özellikle telif hakları, markalar, tasarımlar, ticari sırlar ile fikri ve sınai mülkiyet haklarının icrasına etkileri değerlendirilmiştir.

Telif hakları ve bağlantılı hakların korunması ve yönetimi, hem yazılım, bilgisayar programları, internet sitesi tasarımı gibi sanal dünyaların mimarisiyle; hem de sanat eserleri, avatarlar, müzik, hikaye gibi geliştiriciler, kullanıcılar veya yapay zeka tarafından sanal dünyalar için yaratılan eserlerle yakından ilişkilidir. Özellikle ekonomik haklar ile telif haklarının istisnalarına ilişkin kurallar AB nezdinde uyumlaştırılmışsa da, manevi haklar gibi AB ülkelerinde farklılık gösteren kuralların sanal dünyalarda ulusal mahkemeler tarafından nasıl ele alınacağı belirsizdir.

Nitelikli Fikri Tapuların (NFT – Non-Fungible Token) kullanımı da telif haklarına ilişkin çeşitli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Örneğin NFT’lerin blok zincirinde (blockchain) depolanmasının telif hakkı tecavüzü teşkil edip etmediği, eğer ediyorsa hak ihlali yaratan NFT’lerin nasıl yok edileceği önemli bir konudur.

Ayrıca yapay zeka ile telif hakkı arasındaki etkileşim de karmaşık bir yapıdadır ve hem yapay zekaların eğitilmesi sırasında telif hakkı korumalı içeriğin kullanımı, hem de yapay zeka tarafından yaratılan eserlerin telif hakkıyla korunup korunmayacağı hukuki fikir ayrılıklarına yol açmaktadır. 2019/790 sayılı Dijital Tek Markette Telif ve Bağlantılı Haklar Direktifi genel bir metin ve veri madenciliği istisnası içermekteyken, yapay zeka yaratımlarının telif hakkı ile korunamayacağı; zira, AB mevzuatının Türkiye’deki düzenlemelere benzer şekilde eser sahibinin kendi entelektüel yaratımı şartı gerektirdiği değerlendirilmektedir.

Telif haklarıyla ilgili bir diğer husus, sanal dünyalara ilişkin platformların içerik yaratan kullanıcıları kendilerine veya üçüncü kişilere münhasır olmayan ücretsiz lisanslar vermeye zorlayıp zorlayamayacağıdır. Çalışma Belgesi’nde bu tür uygulamaların kullanıcıları kendi içeriklerinden doğan kardan mahrum bırakmaması gerektiği üzerinde durulmaktadır.

AB nezdinde sanal malları veya NFT’leri kapsayan marka başvurularında önemli bir artış görülmektedir. Ancak bir markanın sanal mallar üzerindeki kullanımının, kapsamında yer alan fiziksel mallara ilişkin gerçek/ciddi kullanım teşkil edip etmeyeceği belirsizliğini sürdürmektedir. Benzer şekilde sanal ve fiziksel mal veya hizmetlerin karşılaştırılmasını gerektiren uyuşmazlıkların nasıl ele alınacağı da net değildir.

Sanal dünyalarda marka tecavüzü fiillerindeki artış nedeniyle[8], Avrupa Komisyonu sanal ortamlarda marka korumasına ilişkin mevzuatın revize edilerek güçlendirilmesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirileceğini ifade etmektedir.

Tasarımlara ilişkin mevcut AB mevzuatı, Tasarımlara ilişkin Direktif Taslağı[9] ile Birlik Tasarımlarına ilişkin Tüzük Taslağı’nın[10] yürürlüğe girmesiyle değişikliğe uğrayacaktır. Sanal dünyaların tasarımlara ilişkin getirdiği hukuki tartışmaların başlıcaları NFT’ler de dahil olmak üzere sanal ürünlerin tasarım olarak tescili ve korunması, tescilsiz tasarımların kamuya ifşası, ürünlerin sınıflandırılması, sanal dünyalarda tescilli veya tescilsiz tasarımların kullanılması ve sanal tasarımlara ilişkin tecavüz davalarında hukuki belirliliğin sağlanmasıdır.

Ticari sırlar 2016/943 sayılı Know-How ve Ticari Sır Direktifi ile düzenlenmektedir. Gerçek dünyada olduğu gibi, bir sanal ofis bağlamında üretilen ticari açıdan hassas bilgilerin de sanal dünyaların sahibi veya sağlayıcısı tarafından, üçüncü kişilerce yasa dışı ele geçirilmesinden korunması gerekmektedir.

Fikri mülkiyet haklarının icra edilmesi noktasında sanal dünyaların yarattığı en büyük sorun sınır ötesi doğasıdır. Bu husus hak ihlallerinde bölgesel bir belirleme yapılmasını güçleştirmektedir. Çalışma Belgesi’nde, hem sanal dünyalarda kullanıcıların belirlenemiyor olmasının hak ihlallerine ilişkin sorumluluğun tespit edilmesine engel olmaması, hem de sanal dünyada etkileşime giren tüm paydaşların fikri ve sınai mülkiyet haklarının icrasına dair kurallara tabi olması gerekliliğinin üzerinde durulmuştur.   

C. Sonuç ve Değerlendirmeler

İnternetin doğuşunda olduğu gibi, yapay zeka ve sanal dünyalarda meydana gelen yenilikler fikri ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin yeni hukuki tartışmaların doğuşuna zemin hazırlamaktadır. Başta marka, tasarım ve telif hakları olmak üzere fikri ve sınai mülkiyet haklarının sanal dünyalarda etkin bir şekilde tescili, koruması ve icrasının sağlanması hem hak sahipleri, hem de kullanıcılar ve sürdürülebilir bir fikri ve sınai mülkiyet hak sistemi için çok önemlidir.

Strateji Belgesi’nde Web 4.0 ve sanal dünyalara ilişkin Avrupa Komisyonu’nun ilk somut planının hem vatandaşlara, hem de hak sahiplerine fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması ve icrasına ilişkin yol gösterecek araç kutularının yaratımıdır. Strateji Belgesi’nde sözü edilen araç kutularının 2024 yılından itibaren kullanıma hazır hale geleceği öngörülmektedir.

Öte yandan Çalışma Belgesi’nde çeşitli hukuki sorunlara değinilmiş ve özellikle marka korumasına ilişkin mevzuatın revize edilerek güçlendirilmesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirileceği ifade edilmişse de, bu bağlamda tam olarak hangi düzenleme ve değişikliklerin öngörüldüğüne ilişkin ayrıntıya girilmemiştir.  

Web 4.0 ve sanal dünyalar AB’de olduğu gibi Türkiye’de de fikri ve sınai mülkiyet haklarına yönelik benzer problemleri gündeme getirmektedir. Ülkemizde bu hukuki sorunlar halihazırda ağırlıklı olarak akademik ortamda tartışılmaktadır. Her ne kadar 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nu ile birlikte marka, tasarım ve patent haklarına ilişkin ulusal mevzuatın AB mevzuatıyla uyumu noktasında önemli bir adım atılmışsa da, başta 5.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu olmak üzere telif haklarına ilişkin mevzuatın uluslararası anlaşmalar ve AB mevzuatı ile uyumlaştırılması için gereken modernizasyon çalışmaları henüz tamamlanamamıştır. Web 4.0 ve sanal dünyaların özellikle telif hakları ile karmaşık bir ilişkisi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, uyumlaştırılma çalışmaları sırasında AB ve diğer ülkelerde bu alanda atılan adımların dikkatle takip edilmesinin önemli olacağı değerlendirilmektedir.

Hak sahipleri açısından Web 4.0 ve sanal dünyalara ilişkin etkin bir fikri ve sınai mülkiyet hakkı politikasının belirlenmesinde, hem regülasyon çalışmalarının, hem de mahkeme içtihatları ile ulusal ve uluslararası fikri mülkiyet ofislerince verilen kararların yakından takip edilmesi oldukça değerli olacaktır.

İbrahim Barış SAYAR

Eylül 2023

sayari@tcd.ie


DİPNOTLAR

[1] European Commission, Communication, an EU initiative on Web 4.0 and virtual worlds: a head start in the next technological transition, Strasbourg, 11.7.2023, COM(2023) 442/final.

[2] European Commission, EU competitiveness beyond 2030: looking ahead at the occasion of the 30th anniversary of the Single Market, Brussels, 16.3.2023.

[3] Regulation 2017/1001 of 14 June 2017 on the European Union trade mark.

[4] Directive 2016/943 of 8 June 2016 on the protection of undisclosed know-how and business information (trade secrets) against their unlawful acquisition, use and disclosure.

[5] Directive 2019/790 of 17 April 2019 on copyright and related rights in the Digital Single Market and amending Directives 96/9/EC and 2001/29/EC.

[6] Directive 2009/24/EC of 23 April 2009 on the legal protection of computer programs.

[7] European Commission, Commission Staff Working Document, accompanying the document: An EU initiative on Web 4.0 and virtual worlds: a head start in the next technological transition, Strasbourg, 11.7.2023, SWD(2023) 250 final.

[8] Örn.: https://www.thefashionlaw.com/the-metabirkins-verdict-5-key-takeaways-for-brands-and-creators/.

[9] European Commission, Proposal for a Directive on the legal protection of designs, Brussels, 28.11.2022 COM(2022) 667 final.

[10] European Commission, Proposal for a Regulation amending Council Regulation No 6/2002 on Community designs and repealing Commission Regulation No 2246/2002, Brussels, 28.11.2022 COM(2022) 666 final.