Taklit ürün sorunu farklı sektörlere
ait ürünlerde karşımıza çıkmaktadır. Aklıma ilk gelen sektörleri; giyim, kozmetik,
parfümeri, makine ve taşıt yedek parçası, temizlik ürünleri, oyuncak ve hatta ilaçlar olarak sayabilirim.
Birçok ürünün taklidi ile karşılaşmış
veya en azından duymuş olsam da, bugün okuduğum bir haberde orijinal olmama
iddiasına konu ürünün Porsche markalı bir otomobil olması beni gerçekten
şaşırttı. Vakayı benim için daha da ilginç kılan ise iddiaların muhatabının
ünlü komedyen Jerry Seinfeld olmasıdır.
Jerry Seinfeld, Seinfeld dizisiyle dünya çapında şöhreti yakalamıştır. 1989-1998 yılları arasında 9 sezon yayınlanan sitcom, Jerry Seinfeld ve 3 yakın arkadaşı (George Costanza, Cosmo Kramer, Elaine Benes) odağında günlük yaşamın parodisini yapmaktadır. Dizi, “hiçbir şey hakkında bir şov” olarak betimlenmektedir ve tutkunları (ben dahil) tarafından yıllar boyunca zevkle takip edilmiştir.
Seinfeld dizisinin efsanevi bölümleri bulunmaktadır ve kişisel favorim “The Soup Nazi (Nazi Çorbacı)“ bölümüdür. Diziyi sevenlere hatırlatmak, tanışmak isteyenlere ise fikir vermek amacıyla “The Soup Nazi” bölümüne ait kısa bir videonun bağlantısını aşağıda paylaşıyorum.
Jerry Seinfeld yeteneği ile meşhur ve zengin olmuştur, sonrasında da kendisine pahalı bir zevk edinmiştir: “Porsche koleksiyonerliği”.
Seinfeld, dünyanın en geniş Porsche koleksiyonlarından birisine sahiptir ve koleksiyonunun en geniş olduğu dönemde birçoğu klasik modellerden olmak üzere 46 adet Porsche markalı otomobilin sahibi olduğu belirtilmiştir (https://moneyinc.com/most-expensive-cars-jerry-seinfeld-owns/).
Koleksiyonerler belirli
aralıklarla koleksiyonları yenileyip, eksiltme de yapabilir. Seinfeld de 2016
yılında Porsche koleksiyonundan 18 taşıtı satışa çıkartmış ve bunlardan 17’si
satılmıştır. Sıkı durun 22 milyon 250 bin Amerikan Doları bedelle satışlar
gerçekleştirilmiştir.
Derken 2019’a geldiğimizde; Seinfeld’in başını ağrıtacak bir iddia ortaya atılmış, Seinfeld dava edilmiş ve devamında kendisi de ayrı bir dava açmıştır.
Fica Frio Limited, 2016 yılındaki açık artırmada Seinfeld’den 1958 model bir Porsche otomobili 1,54 milyon Amerikan Doları karşılığında satın almıştır. Fica Frio Limited sonraki dönemde otomobilin orijinal olmadığını tespit etmiş ve Seinfeld’den zararın tazminini talep etmiştir. İddiaya göre Seinfeld 2018 yılında firmaya bir sesli mesaj bırakmış özür dilemiş ve geri ödeme yapacağını belirtmiştir; ancak geri ödeme yapılmamıştır. Fica Frio Limited bunun üzerine Şubat 2019 başında Jerry Seinfeld aleyhine dava açmış ve hem ödediği bedeli talep etmiş hem de çeşitli zararlarının tazminini istemiştir. Seinfeld cephesinden yapılan ilk açıklamada komedyenin iyi niyetle hareket ettiği, davacıdan iddiaları hakkında delil talep ettiği, ancak bu isteğine yanıt verilmeden dava açıldığı belirtilmiştir. (https://www.usatoday.com/story/life/people/2019/02/02/jerry-seinfeld-sued-over-sale-porsche-alleged-fake/2755807002/)
Hikaye burada sona ermiyor.
Jerry Seinfeld, dava konusu otomobili satın aldığı European Collectibles firmasına karşı Şubat 2019’un sonlarında dava açmıştır. Davada; Seinfeld’in otomobili davalıdan 2013 yılında 1,2 milyon Amerikan Doları bedelle satın aldığı, Seinfeld’in otomobil alım-satımını kar amaçlı yapmadığı, dünyanın en büyük Porsche koleksiyonlarından birisine sahip olduğu, kendisine karşı açılan davadan sonra European Collectibles firmasıyla bağlantı kurarak, bu firmanın Fica Frio Limited’le temasa geçip sorunu çözmesini talep ettiği, ancak European Collectibles’ın bu yönde bir girişimde bulunmadığı belirtilmiştir. Buna ilaveten, Seinfeld’in alım ve satımı, European Collectibles firması tarafından kendisine verilen gerçeklik belgesine dayanarak yaptığının da altı çizilmiştir. Bu bağlamda Seinfeld, orijinal olmadığı ön sürülen otomobili, orijinal olduğunu düşünerek aldığını, satıcı firmanın kendisine gerçeklik belgesi verdiğini, satışı da bu belgeye dayanarak yaptığını belirtmekte ve sorumluluğun ilk satıcı European Collectibles firmasına ait olduğunu öne sürmektedir. (https://www.usatoday.com/story/life/2019/02/25/seinfeld-sues-california-car-dealer-over-counterfeit-58-porsche/2986829002/)
European Collectibles ise şu ana
dek konu hakkında bir açıklama yapmamıştır.
1958 model bir Porsche’nin taklidi nasıl olur veya yapılır sorusu bu bağlamda ortaya çıkmaktadır. Kanaatimizce, orijinallik söz konusu değilse, en büyük olasılık ilk satıcı European Collectibles’ın başka bir modelde veya yıla ait bir Porsche otomobili renove ederek, 1958 model bir Porsche olarak satması olabilir. Yoksa, taklit endüstrisi 1958 yılına ait klasik bir modeli taklit edebilecek derecede gelişkin midir veya 1,5 milyon dolarlık bir satış söz konusu ise bu olasılığı dikkate almak gerekebilir mi? Arabalarla ilgisi “Beni bir yerden bir yere götürebilen dört tekerlikli ulaşım aracı en iyi otomobildir.” düzeyinde olan benim gibiler için yorum yapması zor sorular kuşkusuz.
Gene de işin içinde Seinfeld
olunca hatıralar depreşti ve diziyi hatırlamak iyi geldi. Seinfeld’i seven tüm
okurlarımızın da ilgisini çekeceğinden eminim.
Önce bir uyarı; bu yazının içinde Fikri Mülkiyet ile ilgili bir ABAD kararından, Hukuk Sözcüsü görüşünden, makaleden,haberden vs. bahsedilmiyor. Dolayısıyla, izninizle, “biz sitede sadece o tip şeyler okumak istiyoruz” diyen takipçileri bugünlük yandaki odaya alalım lütfen. Benim tabirimle bu bir “kendi kendini yazan yazı” dır, yani ben sadece parmaklarımı klavyenin üstüne koyup onları yazıya ödünç veriyorum ve gerisine karışmıyorum, sonrasında cümleler zihinden parmaklar vasıtasıyla otomatikman ekrana akmaya başlıyor ve yazı kendi kendisini yazıyor; ben sadece ekrana bakıp yazının nereye gideceğini merakla bekliyorum.
Karl Lagerfeld yani König (Kral) bu dünyadaki ömrünü tamamlayarak 19 Şubat 2019 Salı günü 85 yaşında Paris’de aramızdan ayrıldı maalesef. Kendisine Kral denmesi bir abartı değil, bu sıfatı sonuna kadar hak eden, nev-i şahsına münhasır, istisnai derecede yetenekli biriydi o ve benim gözümde de hakikaten bir Kral idi.
Birkaç hafta evvel Netflix’de “7 Days Out” isimli
belgeseli seyrederken son sahnelerden birinde göründüğünde Lagerfeld’in ne kadar
yaşlandığını görüp içim cız etmişti. Geçen Salı günü Paris’de olduğum sırada ölüm haberini almak da tuhaf bir duygu yarattı
bende, biz aynı şehirdeyken Lagerfeld bu dünyadan gitmişti….
Asıl adı Karl Otto Lagerfeldt idi (soyadının sonunda “t” harfi vardı), 1933 yılında Hamburg’da doğdu.Babası konsantre süt üreten bir şirketin sahibiydi ve aile Hamburg’da oldukça burjuva bir hayat sürüyordu. Karl’ın yaşamında asıl yer edenin babası değil annesi olduğunu anlıyoruz. Annesi klasik bir anne olmadığı gibi klasik bir Alman annesi hiç değil; anlaşılan o ki çocuğunun ruhuna bakıp orada gördüğü şeyi anlayıp kabul edebilen ve onun önünde durmayan bir anne, yoksa kalıplar içinde “illa da bunu yapmalısın, böyle olmalısın” demiyor oğluna. Son derece de dürüst biri aslında, mesela kendisi keman çalıyor ve çocukken bir süre Karl’a da piyano dersi aldırıyor, fakat sonra diyor ki “bırak bırak, çalma sen piyano filan, hiç yeteneğin yok”! Karl annesini güçlü ama daima çok komik, hep alt alta üç pırlanta ve en sonda bir incinin olduğu zincir şeklinde küpeler takan, saçları çok güzel bir kadın olarak anlatıyor. Bir röportajdaki cümlelerinden bir kız kardeşi ve bir üvey kardeşi olduğunu anlıyoruz. Annesi ve babası çocuklarının bir şey anlamasını istemedikleri zaman aralarında Fransızca ve İngilizce konuşuyorlar evde, ki bu da Karl’ı daha iyi Fransızca öğrenmeye itiyor ve 6 yaşındayken İngilizce ve Fransızca konuşabiliyor. Daha çocukluğunda Fransız kültürüne hayran olmaya başlıyor. Okul arkadaşları onu her yerde her zaman ve daima çizim yapan biri olarak anlatıyorlar. Kendisi de zaten “okumak ve çizmek dışında başka hiçbir şey beni ilgilendirmezdi” diyor.
Karl bir gün Hamburg’da bir Dior sergisine gidiyor ve işte o gün Paris’e taşınıp modacı olmanın hayalini kurmaya başlıyor.Nitekim, 1950 yılında yani daha 17 yaşındayken Paris’e taşınıyor gerçekten ve moda sektöründe yolunu aramaya başlıyor. O tarihten sonra ömrü boyunca başka ülkelerde evler satın almış olsa da yaşamının merkez üssü hep Paris oluyor, hep Paris’de ve Paris ile yaşıyor. 1954 senesinde tasarladığı bir ceketle International Wool Secretariat tarafından verilen ödülü alınca dikkat çekiyor ve ünlü modacı Balmain’in yanında asistan olarak çalışmaya başlıyor, bu çalışma 1958 yılına kadar devam ediyor.
Sonraki 5 yılda Jean Patou ile çalışıyor ve onun için toplamda 10 koleksiyon hazırlıyor. Oradan ayrılıp 1963 yılında Chloé modaevine geçiyor, orada diğer tasarımcılarla birlikte çalışıyor ama bir yandan da freelance işler yapmaya devam ediyor. Nitekim daha sonra 1966 yılında bu modaevinin tüm tasarım direktörlüğü Lagerfeld’e geçiyor. Chloé ile Lagerfeld’in iş ilişkisi 1982 yılına değin devam ediyor.
1965 yılı Karl için önemli çünkü o yıl ünlü İtalyan markası Fendi’nin baş tasarımcısı oluyor ve onlar için hazır giyim ve kürk koleksiyonları hazırlamaya başlıyor. Biliyorsunuz değil mi Karl öldüğünde de halen Fendi’nin kreatif direktörüydü! Yani Fendi-Lagerfeld işbirliği tam 54 yıl sürdü! Hatta 21 Şubat 2019 tarihinde Milano’da yapılan Fendi İlkbahar-Yaz 2019 defilesindeki parçalar Lagerfeld’in ölmeden önce hazırladığı son koleksiyondan oluşuyor.
Yukarıda anlattığım gibi Lagerfeld aynı dönemlerde birden
fazla lüks moda markasıyla çalışıyor ve herbirinin özüne uygun tasarımlara imza
atıyor. Zaten Chloé için yaptığı işler ve farklı defile ambiyanslarıyla Chanel’in radarına giriyor 1977 yılında.
Haa bu arada boş durmuyor tabi(!) kendine ait Karl
Lagerfeld markasını da kuruyor.
Yukarıda yazılanların hepsi birer başarı hikayesi elbette, ama spot ışıklarının Lagerfeld’e asıl yönelmesi Chanel modaevini diriltip satış rakamlarını uçurmasıyla başlıyor. Coco Chanel 1971 yılında öldükten sonra modaevi ciddi bir ivme kaybediyor. Tabi ki, elbette, şüphesiz Chanel dünyadaki moda trendlerini ve giyim anlayışını kökten etkilemiş yerlerden biridir, sadece“küçük siyah elbise” veya Coco Chanel’in kadınlar için pantolonlar tasarlaması dahi tek başına devrimseldir. Ancak Coco ölmüştür ve modaevi çok ciddi bir sarsıntı geçirmektedir, herkes Chanel’in kaliteli ve şık koleksiyonlar yapan saygın bir modaevi olduğunu bilmektedir fakat satış rakamları bu bilme haliyle örtüşmemektedir. Lagerfeld’in deyişiyle “Chanel saygınlığın paraya dönüşmediğinin, para getirmediğinin farkındaydı. Chanel uyuyan bir güzeldi”.
Chanel’in Karl’a yaptığı çalışma teklifini duyan hemen herkes ona “deli misinsakın kabul etme, bu intihar olur ,Chanel öldü” diyor ama Karl teklifi kabul ediyor. 1982 yılında anlaşma imzalıyorlar ve 1983 yılında Lagerfeld Chanel için ilk koleksiyonunu podyuma çıkarıyor. Bu ilk koleksiyon hazırlanırken modaevi Karl’a açık çek verip diyor ki “sen istediğini yap, olmazsa olmaz ne yapalım yani”. Ama Lagerfeld yapıyor ve oluyor! Chanel konusunda içindeki hissi dinleme halini uzun zaman sonra 2004 yılında bir kez daha görüyoruz; H&M koleksiyonu. H&M ona bir kapsül koleksiyon hazırlaması için teklif götürdüğünde herkes “sakın yapma, değerin düşer, H&M lüks tüketim markası değil” diyor, ama Karl kimseyi dinlemiyor ve başarılı oluyor. İşte onun çok başarılı olması halen devam eden ünlü tasarımcıların H&M için kapsül koleksiyon hazırlaması projelerinin ilki oluyor ve bu durum halen de devam ediyor biliyorsunuz.
Lagerfeld
Chanel için ne yaptı da işler bugünkü haline geldi diye bakmak lazım tabi. Bir kere, malum,
Chanel gibi markaların kendi DNA’sı ve kodları var; bunlara ihanet etmenin alemi ve gereği yok, marifet onları ileriye taşımayı
becerebilmekte. Karl’ın ilk yaptıklarından biri Chanel’in logosunu modernize
etmek oluyor, sırt sırta verip iç içe geçmiş iki C harfinden oluşan şekil
markasının bugünkü görünümünü Lagerfeld veriyor. Sonra mesela Lagerfeld
Chanel’in tüvit kumaşlarından hiç vazgeçmiyor ama üstlerine bazen değişik materyalden
aksesuarlar ekliyor,tüvit kumaşlarla yaptığı elbiselere yepyeni ve modern
formlar verip altlarını sneaker ayakkabılarla tamamlıyor, Chanel takımları
bazen fütüristik bir görünümle yeniden yorumluyor hatta pilastikten şık Chanel
çizmelerle kombinliyor, klasik Chanel çantaları koleksiyonda tutuyor fakat arzu
nesnesi oluşturan yepyeni çantalar da tasarlıyor, tüllerden uçuş uçuş inanılmaz
güzellikte gece elbiseleritasarlıyor, klasiğin dışına çıkıp yeni devrin genç ve
genç ruhlu kadınları için elegan ama
spor parçalar tasarlıyor. “Chanel
kaliteli ve şıktır ama aynı zamanda da
eski ve sıkıcıdır” diyenleri darmadağın ediyor anlayacağınız. Bir röportajında
Lagerfeld der ki “ben, Coco Chanel yaşasaydı bugün neler yapardı diye düşünerek
fikir ve vizyon oluşturuyorum”.
Yukarıda saydıklarımda ilginç bir şey olmadığını ve zaten pek çok markanın koleksiyonunda değişik parçalar olduğunu söyleyebilirsiniz. O zaman ben de size derim ki, burada iki önemli nokta var ;zamanın ruhuna uygun olan anlayışı/yaşayışı sen nasıl yorumluyorsun ve bunu çalıştığın markanın kodlarıyla nasıl uyumlaştırıyorsun + Herkes yapıyor olabilir ama ilk kim neyi ne zaman yaptı? Lagerfeld trend olan şeyi kopyalayan değil tasarladıkları trend olan, işe yorum katan biriydi.
Böyle uzun, yaratıcı ve canlı hayata sahip birinin tabi
ki kendine özgü bir yaşam anlayışı oluyor. Dışarıdan nasıl görünüyor olursa
olsun, kendisinin de ifade ettiği gibi, kariyeri boyunca zorlu saldırılarla karşılaştığı
şüphesiz. Ama Lagerfeld bu süreçte bence Alman disiplininin ve düşünüşünün
büyük faydasını görüyor. Gencecik bir insanken Paris’e taşındıktan sonra ünlü
modacıların ve tasarım dünyasının limitleri esneten yaşam biçimini gözlemleyip kendisine
son derece korunaklı bir hayat stili seçiyor, yaşamının içine sigara-alkol vs
alışkanlıkları hiç sokmuyor örneğin.
Lagerfeld yaşamı takip eden, rutinden nefret eden, geçmişe
değil geleceğe odaklı, değişiklikleri gözleyen, onlara uyum sağlayan biriydi ve
bunu “ben bugünü yaşarım ve ileriye bakarım” şeklinde ifade ediyordu. Mesela
bundan birkaç yıl evvel Basel’de ki saat fuarında iwatch tanıtımına
katıldığında İsviçreli saat üreticilerinin kaşı kalkmıştı ve
homurdanmışlardı. Lagerfeld’in yapısını
zaman içinde Chanel’de yaptıkları üzerinden okumak da mümkün aslında. 80’ler hatta 90’larda ki defile
görüntülerine bakarsanız bunların başarılı ama podyumda mankenlerin yürüdüğü ,
ünlülerin podyuma çıkarıldığı sıradan defileler olduğunu görürsünüz. Tabi ki
Karl bütün titizliği ile o defilelerde hemen her detay ile ilgileniyordu ve o
defileler için de büyük bir emek ve para harcanıyordu ama demek istediğim şey
defilelerin seyrinin ve ambiyansının rutinden çok farklı olmaması. 2000’lerin başından itibaren ise iş bambaşka
bir yöne kaydı, Chanel defilelerinin her biri adeta sanatsal bir hüviyet
kazandı ve bir çeşit enstelasyona dönüştü. Sadece 20-25 dakika süren bu
defileler için her seferinde Karl’ın
kafasında oluşturduğu bir dünya yaratıldı; defileler yalnızca koleksiyon için
değil acaba bu sefer ne yaptılar diye ambiyansı için de merakla beklenir oldu
ve yepyeni bir prestij kazandı. 20 dakika sürüyordu ama o noktaya kadar ki
hazırlık süreci aylar alıyordu elbette. Lagerfeld bir röportajında diyordu ki “siz benim her gece zihnimde elbiseler tasarlayarak
mı uykuya daldığımı sanıyorsunuz? Elbiseler benim hayatımda kitaplardan veya
filmlerden daha önemli değildir. Ben bir fikir ve bir vizyon tasarlayarak
uykuya dalarım”. Mesela bir Chanel defilesi için ilk evvela zihninde bembeyaz fütüristik bir dekorda siyah
elbiseler gördüğünü söyler, o sırada gördüğü şey sadece elbiselerin siyah
olduğudur tasarımlar sonradan oluşur. (Hakikaten
o siyah uzun paltolarla kombinlenmiş siyah elbiseler rüya gibidir)
Chanel’in defilelerinde Lagerfeld’in yarattığı dünyalardan en akılda kalanların bazıları Grand Palais mekanına İsveç’den gelen buzulların yerleştirilmesi, salonun ortasına uzay mekiği konuşlandırılması, mekanın bir parka yada süpermarkete çevrilmesi gibileri sayılabilir. (Bu arada Fendi’nin– sanırım 90. Kuruluş yılı içindi– Trevisi Çeşmesi üstünde yapılan defilenin ambiyansı da efsanedir).
Bir konuda anlaşalım; moda bize ihtiyacımız olanı satmaz, satılan şeye ihtiyacımız olduğu algısını yaratır!Bu durumda Karl’ın kurguladığı defile atmosferlerinin önemi daha da artıyor ve bir başka anlam kazanıyor elbette. Bunlar sadece paraya bağlı olarak nitelendirilemeyecek, değişen zamanın ruhuna göre sektöre yenilik getiren ve hem de içinde sanatsal düşünüşler/öğeler içeren “performanslardır”.
İnsan elbette ki bir sektörün içinde 68 yıl yaşayıp
üstelikte ona yön verenlerden biri pozisyonuna erişince bazı çıkarımsamalar
yapıyor, fikirler oluşturuyordur. Lagerfeld’e göre “modanın içinde adalet
yoktur, adalet arıyorsanız da bu
sektörde işiniz yoktur, gidip sosyal
hizmetlerde filan çalışın”. Sert ve acımasız bir söylem olarak düşünebilirsiniz
bunu, ama sanırım adam bunu söylerken haklı da bir yandan, o kadar rekabetçi,
güzelliğe dayalı ve içinde türlü entrika dönenbir sektör ki içindekileri kırıp
geçirdiği çok açık.
Lagerfeld’in bilinen bir yönü de çektiği fotoğraflar. Fotoğrafçılığa başlama hikayesinin “yaratıcılığın çağrısı” filan gibi romantik bir sebebi yok ama! 1987 yılında Chanel kataloğu hazırlanırken Karl çekilen fotoğrafları beğenmiyor. Fotoğraf çekimleri üç kez tekrarlandığı halde hiçbirini beğendiremiyorlar kendisine. Bunun üzerine modaevinin sabrı taşıyor ve “sorun çıkarmaya devam edeceksen otur fotoğrafları kendin çek madem” diyorlar! Eh, Karl’da çekiyor ve gerçekten de güzel çekiyor! Ondan sonra da durmaksızın fotoğraf çekmeye devam ediyor,bu iş onda bir tutku halini alıyor. Zaten bir röportajında diyor ki “çok sıkıcı biriyim aslında, beni tek ilgilendiren moda, fotoğraflar ve kitaplar”. Gerçekten yukarıda da dediğim gibi çocukluktan beri kitaplar yaşamının merkezinde yer alıyor, 2007 yılında çekilen Lagerfeld Confidential belgeselinden yaklaşık 300.000 kitabı olduğunu öğreniyoruz! (üç-yüz-bin!!!!)
Lagerfeld aşağı yukarı son 20 yıldır adeta hiç yaş
almamış ve zamanı durdurmuş gibiydi. Hep aynı kiloda, siyah pantolon -siyah
ceket-siyah botlar, beyaz yakalar, siyah gözlükler, at kuyruğu yapılmış
bembeyaz saçlar, parmaksız eldivenler, uzun kolyeler, broşlar , büyük gümüş
yüzüklerle oluşan imajıyla kendi başına bir markaydı. Tabi bir Lagerfeld kolay
yetişmiyor(!), o imajda öyle birden oluşmuyor! Gençliğinde bir dönem yanakları hafif
tombul ve sevimli görünümlü birisiymiş aslında. 70-80’lerde kendisi için özel anlam ifade eden bir kişiyi kaybettikten sonra ağır bir depresyona
girip çılgınca kilo almaya başlamış, ancak 2000’lerin başında bu gidişe bir son
vermeli deyip doktor kontrolünde13 ayda 40 kilo vererek zayıflamış ve sonra da o kilosunu hep korumuş. At kuyruğu
saç ve koyu renk gözlükler 70’lerden beri yaşamında var; ama gözlüklerin siyah
renge dönmesi ve görünümünün diğer unsurları süreç içinde oluşuyor ve öylece
kalıyor.Gözlükler onun diğer insanlarla arasına koyduğu bir perde aslında; sen
bana karışma ben de sana demek istiyor. 70, 80, hatta 90’larda klasik takım
elbiseler giyen biriyken 2000’lerle beraber bu takım elbiseler yerini ya siyah
ya da gri renkte ceketlere bırakmış. Zaten bildiğiniz gibi bu görünümü son yıllarda bir kez daha canlandırdığı
kendi markasının hemen tüm ürünlerinde/kampanyalarında kullanıyordu, hatta
Fendi için hazırladığı bazı çantalarda, çanta süslerinde ve anahtarlıklarda da aynı
görünüme yer vermişti
Tabi ki Karl Lagerfeld olunca özel jetiniz oluyor,
arkadaşlarınız Prenses Caroline gibi jet sosyete insanları, ünlü kişiler,
sanatçılar vs oluyor, Monaco’da -New York’da evleriniz oluyor, sırf kediniz
bile oynadığı reklamlardan 3.000.000-Euro kazanıyor filan. Ama tüm bunların içinde Karl’ın röportajlarda
hep altını çizdiği bir şey var; yalnızlık iyidir ve lazımdır, ben yalnız kalmayı beceremeyenler için
üzülürüm.
Böyle bir karakter ile belki ilk anda
bağdaştıramıyorsunuz ama çocukluğundan beri seyahatlerde yanından hiç
ayırmadığı ufak bir yastığı var, bu
yastığa bir de kutu yaptırmış ve her seyahate taşırmış yanında.Karl çocukken
seyahatlerde sürekli karnı ağrıyınca dadısı ona kucağına alsın ve karnının ağrısını
geçirsin diye o ufak yastığı dikmiş.
Tabi yastığın içi artık tükenmiş ve yüzü defalarca değiştirilmiş ama
Karl için anlamı hiç değişmemiş,
NewYork’dan Paris’e uçarken bile o yastığı kucağına alıp seyahat
ettiğini görüyoruz belgesellerde.
Lagerfeld kendini şımartılmış bir çocuk olarak tanımlasa da,”ben
bir şakayım ve yaptığım herşey de şaka” dese de başkaları yani onunla yakın temasta
olan-onunla çalışanlar kendisinin son derece çalışkan, disiplinli ve
mükemmeliyetçi olduğunu belirtiyorlar. Kimbilir belki bunda kendi naturası
kadar 1933 yılında doğmuş bir Alman jenerasyonuna mensup olmasının da etkisi
vardı.
Bir çok konuda kafası net, mesela bir röportajında diyor
ki” ben kimseye karşı sorumlu olmak istemem. İnsanların karşıma gelip de saatlerce
neden o parayı hak ettiklerini anlatmalarından hiç hoşlanmam. Zaten toplantı
yapmaktan da nefret ederim. Gelirler, mesele ortaya koyulur ve ben sonra onu
düşünürüm. Ben soru sormam, cevaplar ararım”.
Karl aslında bir dönemin anlayışını çok da iyi yansıtan güzel bir örnek. Mesela kendisine marketing ile ilgili bir soru sorulduğunda “marketing filan beni ilgilendirmez. Ben koleksiyonu hazırlar, fikri oluşturur ve gerisiyle asla ilgilenmem.” diyor. Günümüzde pazarlamacıların her sektörde baskın unsur haline geldiği bir dünyada Karl’ın yaklaşımı özgün kalıyor elbette, çünkü artık pek çok tasarımcıyı marketing ve satış departmanlarından alınan geri dönüşler yönlendiriyor maalesef.
Lagerfeld’in ayrımcılık içeren söylemlerde bulunan, gerçek kürk kullanmaktan vazgeçmeyen biri olduğunu söyleyip ondan hoşlanmayanlarda var tabi ki bu dünyada. (Billur sesli İngiliz şarkıcı Adele için şişko mu demişti o? demişti vallahi). Ben zaten melek olduğunu iddia etmiyorum, hatta çekilen bir belgeselde kadınlarla ilgili arkadaşlarına yaptığı bir espiri benim gözümde had safhada ayrımcılık içeriyordu ve “cık cık cık, bak nasıl konuşuyor ya” deyip kafamı salladığımı hatırlıyorum seyrederken. Ama şunu da biliyorum ki Karl’ın büyüdüğü dünya henüz “politik doğruculuk” kavramının icat edilmediği bir dönemdi ve sürekli güzellikle çevrili bir kişinin algısı da bazen acımasızlaşabilir. Fakat bak şunu da söyleyeyim; Karl güzellik dendiğinde genel geçer güzellikten bahseden biri değil, bu kavram üzerine ciddi kafa patlatmış ve değişik güzellik algılarına açık birisi. Yani af mı ediyorum söylediklerini? Yok canım ne münasebet tabi ki öyle değil, ama her ne söylemişse de bu benim onun yeteneğine olan hayranlığımı değiştirmiyor diyorum sadece. Elmalarla armutları karıştırmayalım lütfen.Ayrıca feminist olduğunu iddia eden bazı kadınların başka kadınlara ne ayrımcılıklar yaptığını da biliyoruz bu dünyada, o yüzden bir zahmet hepimiz önce kendi kapımızın önünü süpürmekle başlayalım işe diyorum sadece.
Karl’ın vefatından sonra Chanel yaptığı resmi açıklamada
30 yıldır Karl ile birlikte çalışan yardımcısı Virginie Vivard’ın onun yerine
atandığını açıkladı. Ancak Chanel markasının pozisyonu düşünüldüğünde
modaevinin önümüzdeki zamanda başka bir tasarımcıyı kreatif direktör olarak
atama ihtimali de yok değil. Zaten eminim ki moda dünyasında şu anda Karl’ın koltuğu
için büyük lobiler yapılıyordur ve “Kral öldü, yaşasın Yeni Kral” demek için
bekleyenler vardır. Bakalım Fendi ne yapacak, o da ayrı bir mesele.
Karl geçen yıl verdiği bir röportajda öldükten sonra mirasını kedisi Choupette’e bırakmak istediğini söylemişti ve röportajı yapan gazeteci de ona Fransız kanunlarına göre hayvanlara miras bırakılamadığını hatırlatmıştı. Bunun üzerine Karl “fark etmez, ben Alman’ım”demişti. Alman olduğuna göre ben de ona Almanca veda etmek istedim izninizle; Lieber Herr Lagerfeld, auf Wiederseh’n, Sie werden immer in unserer Erinnerung bleiben (Sevgili Bay Lagerfeld, hoşçakalın, hatırlanacaksınız).
Türkiye’de her geçen yıl
artmakta olan marka tescil başvuruları, karar verilmesi güç, yeni karşılaşılan
tipte başvuruları da yanında getirmektedir. Bununla birlikte, bu yazının ses,
koku, pozisyon, hologram gibi geleneksel olmayan marka türlerine ilişkin olmadığını
en başta ifade etmek yerinde olacaktır. Son yıllarda karşılaşılan başvuru
tiplerinden birisi, genel anlamda kamu organlarına, kamusal simgelere, kamunun
düzenleyici kurumlarının kullandığı standardizasyon kavramlarına, devletin
önemli projelerine referanslar içeren, buna karşın kamunun organları tarafından
yapılmayan başvurulardır. Bu noktada kamuyla kast ettiğimizin sadece devlet
veya onun organları olmadığını, kamu yararına faaliyet gösteren ve genellikle kar
amacı gütmeyen kuruluşları da kapsadığını belirtmek yerinde olacaktır.
Anılan tipteki başvuruların temel amacı, kanaatimize göre, kamusal faaliyet gösteren kuruluşlarla, başvurunun veya başvuru sahibinin bağlantısının bulunduğu mesajının tüketicilere verilmesi veya kamu tarafından aranan standartların sağlandığı algısının tüketicilerde yaratılması ve bu yollarla ticari rakipler karşısında tercih edilirlik kazanmanın yolunun açılmasıdır.
Belirtilen nitelikteki
başvurular için uygulanacak ret gerekçesinin içeriği hakkında tartışmalar
ortaya çıkmaktadır. Uygulanması gereken ret gerekçesi, 6769 sayılı Sınai
Mülkiyet Kanunu’nun 5/1-(f) bendi[1]
mi olmalıdır yoksa aynı kanunun 5/1-(ı)[2]
bendi mi tercih edilmelidir?
5/1-(f) bendi, açık olarak
malın veya hizmetin niteliği, kalitesi, coğrafi kaynağı konusunda yanıltıcılığı
işaret ettiğinden ve bu tip başvurularda malın veya hizmetin niteliğinin,
kalitesinin, coğrafi kaynağının yanıltıcılığından ziyade, başvuru sahibinin
kimliğinden kaynaklanan bir yanıltıcılık hali bulunduğundan, kanaatimizce
5/1-(f) bendi yerinde bir ret gerekçesi olmayacaktır. Bu bağlamda, bize göre,
tercih edilmesi gereken ret gerekçesi 5/1-(ı) bendidir, şöyle ki başvuru sahibi
kamu otoritesini kullandığı (veya onun verdiği yetkiyle faaliyet gösterdiği) intibaını
vererek, tüketicileri yanıltmakta ve bu yolla -geniş anlamda- kamu düzenine
aykırı biçimde hareket etmektedir. Bu husus tartışmaya açıktır ve kanaatimizce
tartışılması yerinde olacaktır.
Yurtdışında da bu tip başvurularla
karşılaşılmaktadır ve bu yazıda bir USPTO Temyiz Kurulu kararı özelinde A.B.D.
uygulaması hakkında bilgi vermeye gayret edeceğiz.
Öncelikli olarak, A.B.D. Marka
Kanunu’nda yer alan ret gerekçelerinin, Avrupa Birliği ve dolayısıyla ondan
esinlenilen Türk mevzuatından farklı olduğu belirtilmelidir.
A.B.D. Marka Kanunu, madde
2(a), “Yaşayan veya ölmüş kişilerle,
kurumlarla, inançlarla veya ulusal sembollerle yanlış bir bağlantı kurulmasını
sağlayacak işaretlerin” de reddedileceği hükmünü içermektedir. Belirtilen
hüküm, kurumlarla yanlış bir bağlantı kurulmasını sağlayacak işaretlerin
reddedileceği talimatı bağlamında, yukarıda açıkladığımız husus hakkında
oldukça açık bir tabloyu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, değerlendirmenin
ne şekilde yapıldığı konusunda aşağıda yer vereceğimiz karar okuyucularımızı
daha da aydınlatacaktır.
TSA-KIT ibareli bir kelime markasının “Sınıf 21: Boş satılan şişeler” malı için tescil edilmesi amacıyla Elisabeth Stecki DBA Whineware tarafından bir başvuru yapılır. Başvurudaki “kit” kelimesinin Türkçe karşılığı “donanım, malzeme, set” kelimeleridir.
USPTO uzmanı, başvurunun A.B.D. Yurtiçi Güvenlik Bakanlığı Ulaşım Güvenliği İdaresi ile yanlış biçimde bağlantı kurulmasını sağlayacağı gerekçesiyle madde 2(a) çerçevesinde reddeder. Bu noktada A.B.D. Yurtiçi Güvenlik Bakanlığı’nın Ulaşım Güvenliği İdaresi‘nin İngilizce karşılığının Transportation Security Administration, kısaltmasının ise “TSA” olduğu belirtilmelidir. Bir diğer deyişle uzman “TSA-KIT” ibaresini “TSA sti (donanımı)” olarak tespit ederek başvuruyu reddetmiştir.
Okuyucularımızın zihninde daha açık bir resim oluşturmak amacıyla, Ulaşım Güvenliği İdaresi‘nin, yani TSA‘nın uçaklarda sıvı taşınması ve diğer uçuş güvenliği standartlarını belirleyen idare olduğu öncelikli olarak belirtilmelidir. Bu bağlamda, uzmana göre, TSA-KIT terimi, TSA standartlarına uygun donanım ve malzemeleri işaret etmektedir ve uçuşlardaki en önemli standartlardan birisi de TSA düzenlemelerine uygun şişelerdir (bu şişeler içecek, ilaç, bebek maması, vb. taşımak amaçlı da olabilir). Uzman ve TTAB kararda, üçüncü kişilerin TSA standartlarına uygun ürünleri işaret ettikleri ticari kullanımın varlığını göstermiştir. Aşağıda örnek görseller yer almaktadır:
Dahası başvuru sahibinin kendisi de ürünlerinin önemli özelliklerinden birisinin TSA standartlarına uygunluk olduğunu belirtmektedir:
Yukarıdaki bilgiler Temyiz Kurulu kararının değerlendirme bölümünde yer alsa da, başvurunun ret gerekçesinin okuyucularımızla daha kolaylıkla anlaşılabilmesi bakımından bu bilgilere başlangıçta yer vermeyi tercih ettik.
Temyiz Kurulu
değerlendirmesinde ilk olarak, madde 2(a)’nın uygulama alanını ve uygulanacak
testi açıklamıştır.
Kurul’a göre, devlet (hükümet) organları, içtihat gereğince madde 2(a)’nin yanlış bağlantı kurulmasını engelleme yasağı kapsamında korunacak kişiler kapsamına girmektedir. Madde 2(a)’nın gerekçesi, madde 2(d)’nin yani karıştırılma olasılığının gerekçesinden farklıdır. Madde 2(a) kapsamında aranan husus, davalının mallarının ticari kaynağının davacı olduğu şeklinde tüketicilerde ortaya çıkacak bir algı değildir; tüketicilerin davalının mallarının davacıyla bağlantılı olduğu yönünde yanlış bir bağlantı kurması gerekmektedir. Karıştırılma olasılığı, kamuyu malların ticari kaynağı konusunda karıştırmadan korumayı amaçlarken, madde 2(a) kapsamında yanlış bağlantı kurulmasını engelleme hükmünün asıl amacı halkı korumak değil, kişilerin veya kurumların şahsiyetlerinin sömürülmesini engellemektir.
Bir terimin madde2(a) kapsamına
girip girmediğini değerlendirmek için içtihatta dört aşamalı bir test
bulunmaktadır. Bu testin basamakları incelenen vakaya uyarlandığında,
yanıtlanması gereken sorular aşağıdaki şekilde ortaya çıkmaktadır:
(1) Başvurusu yapılan marka, başka bir kişi veya kurum tarafından daha önce kullanılan ismin veya kimliğin aynısı veya yakın derecede benzeri midir? İncelenen vakada bu kurum TSA’dır. (2) Başvurusu yapılan marka, münhasıran ve hata olmaksızın TSA’yı işaret eder biçimde mi algılanacaktır? (3) Başvuru kapsamında bulunan mallarla TSA’nın bağlantısı bulunmakta mıdır? (4) Başvuru kapsamındaki mallar bakımından marka kullanıldığında, TSA’nın ününden – bilinirliğinden dolayı, TSA’yla bağlantı kurulabileceği varsayılabilir mi?
Temyiz Kurulu, vakayı
belirtilen test kapsamında değerlendirmiştir. Buna göre:
(1)
Başvurusu yapılan marka, başka bir kişi veya kurum tarafından daha önce
kullanılan ismin veya kimliğin aynısı veya yakın derecede benzeri midir?
TSA, Ulaşım Güvenliği İdaresi (Transportation Security Administration)’ni resmi ve gayriresmi biçimde işaret etmektedir ve bu kuruluş A.B.D. Yurtiçi Güvenlik Bakanlığı’nın bir alt birimidir. TSA, 11 Eylül sonrasında kurulmuştur ve A.B.D.’ye giren ve çıkan yolcuların tamamını incelemektedir.
Kurul’a göre, TSA-KIT ibaresi TSA kısaltmasının yakın derecede benzeridir. Kurumun kısaltması ve devamında KIT ibaresinden oluşan başvuruda, KIT ibaresi malların bir kit (set, donanım) şeklinde satıldığını işaret etmektedir.
(2)
Başvurusu yapılan marka, münhasıran ve hata olmaksızın TSA’yı işaret eder
biçimde mi algılanacaktır?
Başvuru sahibi TSA-KIT
markasının “Boş satılan şişeler” malları için tescil edilmesini talep
etmektedir. Yazının önceki bölümlerinde yer verdiğimiz ve kararda daha fazlası
da bulunan görseller, başvurunun kapsadığı mallar da dahil olmak üzere, bazı
seyahat malzemelerinin üçüncü kişilerce TSA seyahat düzenlemelerine uygun
oldukları belirtilerek satıldıklarını göstermektedir.
Başvuru sahibinin kendi ilanı da dahil olmak üzere, bu kanıtlar, tüketicilerin münhasıran ve hata olmaksızın TSA ibaresini ilgili hükümet kurumunu işaret eder biçimde algılayacağını göstermektedir. Tüketiciler, başvurudaki TSA referansının önemini derhal fark edecek ve anlayacaktır.
Başvuru sahibi TSA ibaresinin
başka ifadelerin kısaltması (örneğin travel sufficient alcohol) olabileceğini
de öne sürse de, bu hususu ispatlar kanıtlar bulunmamaktadır. Buna ilaveten,
başvuru sahibinin kurumun şişe imalatı gibi işlerle iştigal etmediği yönündeki
argümanı da kabul edilemez. Daha önceden de ifade edildiği gibi, madde 2(a)
kapsamında yanlış bağlantı kurulmasını engelleme hükmünün asıl amacı halkı malların
ticari kaynağı konusunda karıştırılma olasılığından korumak değil, kişilerin
veya kurumların şahsiyetlerinin sömürülmesini engellemektir.
(3) Başvuru kapsamında bulunan mallarla
TSA’nın bağlantısı bulunmakta mıdır? (4) Başvuru kapsamındaki mallar bakımından
marka kullanıldığında, TSA’nın ününden – bilinirliğinden dolayı, TSA’yla
bağlantı kurulabileceği varsayılabilir mi?
Temyiz Kurulu testin kalan iki
sorusunu birlikte değerlendirmiştir.
TSA kurumunun başvuru
kapsamındaki mallarla bir bağlantısının bulunmadığı açıktır; ancak, TSA’nın ünü
ve bilinirliği böyle bir bağlantının kurulabileceği yönünde varsayımda
bulunulmasına imkan vermektedir. Dahası, dosyada bulunan kanıtlar TSA
kısaltmasının, seyahat bağlantılı ürünler sektöründe oldukça iyi bilinen bir
hükümet organının kısaltması olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak; başvuruya konu marka münhasıran TSA kurumunu işaret etmektedir ve böyle algılanacaktır; TSA kurumunun başvuru kapsamındaki mallarla bir bağlantısı bulunmasa da, TSA’nın ününün ve bilinirliğinin yüksekliği nedeniyle, başvuru sahibinin TSA-KIT markasını şişeler için kullanması halinde, böyle bir bağlantı kurulabileceği varsayılabilecektir.
Temyiz Kurulu, yukarıda yer
verilen gerekçeler bağlamında, başvuru hakkında verilen ret kararını onamıştır.
Yukarıda yer verilen test ve tespitler ışığında Türkiye özeline dönülecek olursa; devletin, kamusal yönü bulunan tüzel kişilerin ve devlet organlarının itibarlarından ve şahsiyetlerinden faydalanma amacı güden başvurularla son dönemlerde artan biçimde karşılaşıldığı gerçektir. Bu tip başvuruların incelenmesinde, yukarıda belirtilen A.B.D. uygulamasındaki testlerin kullanılması, şüphesiz daha sağlıklı inceleme basamaklarının oluşturulmasını sağlayacaktır.
Önder
Erol ÜNSAL
Şubat
2019
unsalonderol@gmail.com
[1] (f) Mal veya hizmetin niteliği, kalitesi veya coğrafi kaynağı gibi konularda halkı yanıltacak işaretler.
[2](ı) Kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı işaretler.
Ülkemizde 2017 yılından itibaren haksız rekabet kapsamında faaliyetlerinin durdurması karar verilen ve dünyanın en büyük seyahat e-ticaretlerinden biri olan Booking.com B.V. LLC şirketinin, A.B.D. Patent ve Marka Ofisi (USPTO)’nin itirazlarına rağmen ’’booking.com’’ teriminin marka olarak tescil edilebileceğine dair, 4. Federal Temyiz Mahkemesi kararını verdi. Olayın geçmişine kısaca değinecek olursak.
2006 yılından itibaren Booking.com B.V. LLC şirketi ‘’booking.com” terimini kullanmakta olup, 2011-2012 yıllarında 39. ve 43. sınıflarda; ulaşım/seyahat, tur bileti rezervasyonları hizmetleri ile online otel ve rezervasyon hizmetlerinde tescil ettirmek ister.
USPTO marka uzmanı, marka başvurusunu; tanımlayıcılık, markanın korunması için gerekli olan kullanım sonucu ikincil anlam (secondary meaning) kazanmadığı ve marka tescil talebinde bulunulan terimin ayırt edileciliği ulaşmadığı gerekçeleriyle reddeder. Booking.com şirketi tarafından USPTO marka uzmanının kararına karşı yapılan itiraz, USPTO Temyiz Kurulunca (TTAB) değerlendilir ve aşağıdaki gerekçelerle reddedilir.
TTAB tarafından yapılan değerlendirmede, ‘’booking’’ kelimesinin otel ve konaklama hizmetleri rezervasyonları ve planlanması konularında jenerik bir ifade olduğunu ‘’.com’’ ifadesinin ise ticari bir internet sitesi üzerinde kullanıldığı dolayısıyla da tüketicilerin nezdinde öncelikli olarak rezervasyon hizmetlerinin anlaşıldığı ve bu hizmetleri tanımladığı ve kapsadığı belirtilmiştir. Bu karara karşı, Booking.com LLC şirketi, ’’booking.com‘’ teriminin ayırt ediciliğine ulaştığı, tescil edilebileceği gerekçeleriyle, Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi’ne TTAB kararının iptali için gider.
Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi, USPTO kararını iptal ederek, ‘’booking.com” teriminin tanımlayıcı ikincil anlamı olduğunu ve terimin tescil edilebileceğine karar verir. USPTO ise, Bölge Mahkemesi kararını terimin tescil edilebilirliği açısından hatalı olup, ‘’booking.com’’un jenerik terim olduğuna dayanarak Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi kararını temyiz eder.
Öncelikle U.S.A. Marka Hukuku (Lanham Kanunu)’na göre, bir terim tescil edilmek istenen mal veya hizmeti tanımlıyorsa, bu terim marka olarak tescil edilemez. Örneğin, ‘’Şarap’’ bir şarap markası olarak tescil edilemez fakat; ‘’Şarap’’ bir tekstil ürünü içeren bir mal sınıfında marka olarak tescil edilebilir.
Bir terimin korunabilmesi için, diğer terimlerden ayırt edici özelliğinin bulunması gerekmektedir. Genellikle markalar, belirtilen 4 kategori içerisinde yer alır: (1) jenerik, (2) tanımlayıcı, (3) çağrıştırıcı, (4) rastgele seçilmiş / fantezi terimler. Bu uyuşmazlıkta Mahkeme’ye göre, ilk iki kategoriyi içeren bir durum mevcuttur.
Yazının devamında mahkemenin gerekçelerini belirterek, davayı gören 4. Federal Temyiz Mahkemesi‘nin 04 Şubat 2019 tarihli kararına yer vereceğiz, karar metni-nin http://www.ca4.uscourts.gov/Opinions/172458.P.pdf bağlantısından görülmesi mümkündür.
4. Federal Temyiz Mahkemesi, tarafların temyiz başvurularını incelemeye başlamadan önce iki noktaya değinir: (1) Marka tesciline konu olan terimin jenerik olup olmadığının ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı? (2) Tescil edilmek istenen terimin jenerik olup olmadığına ilişkin değerlendirme. Federal Temyiz Mahkemesi, ‘’booking.com” teriminin jenerik olup olmadığını belirlemek için aşağıdaki 3 adımlı testi uygular.
(1) Marka tesciline konu olan terimin jenerik olup olmadığının ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı? (2) Tescil edilmek istenen terimin jenerik olup olmadığına ilişkin değerlendirme. Federal Temyiz Mahkemesi, ‘’booking.com” teriminin jenerik olup olmadığını belirlemek için aşağıdaki 3 adımlı testi uygular.
(1) Terimin kullanıldığı ürün veya hizmet sınıfını belirlemek.
(2) Kamuda ilgili kesiminin sınıfı belirlemek.
(3)Terimin birincil anlamının, kamunun ilgili kesiminde ‘’booking.com”un mal ve hizmetleriyle ilişki olup olmadığı belirlemek.
Sorulması gereken soru, kamu nezdinde terimin ürünün ismi mi olduğu ve üreticiyi göstermediği midir? 6 Glover v. Ampak, Inc., 74 F.3d 57, 59 (4th Cir. 1996).
Uyuşmazlık testin 3. adımında kamunun ilgili kesiminde ‘’booking.com ‘’ teriminden ne anladığı konusunda uyuşmazlık ortaya çıkmaktadır. Mahkemece, kamunun ilgili kesiminde terimin birincil anlamının olup olmadığı incelenmiştir. Fakat, ortaya çıkan sonuca göre burada, kamunun ilgili kesiminde aşağıda belirtileceği gibi üründen ziyade kamuda ‘’booking.com‘’ terimi şirket olarak akıllara gelmektedir. USPTO’ya göre ise ‘’booking.com’’ terimi , sözlük anlamı rezervasyon anlamına gelip, kamuda da tanımlayıcı bir terim olup, tescil edilmek istenen sınıfları kapsamaktaydı.
Booking.com şirketi, Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi’ne ‘’Teflon survey’’ adı verilen yeni bir delil sunar. Teflon anketi, mahkemeler tarafından terimin tüketici anketi yaparak jenerikliğinin tespiti açısından kullanılan bir metot olarak kullanılır. Belirtmek gerekir ki, Teflon anketi bazı mahkemeler tarafından her zaman ikna edici olarak bulunmaz. Bölge Mahkemesi tarafından ciddi bir delil olarak kabul edilmiştir.
Tüketicinin marka tesciline konu olan terim konusunda ne anladığını tespit etmek için, mahkeme tüketici tanıklığı, tüketici anketleri, listeler ve sözlükler, ticari dergiler, gazeteler ve diğer yayınlardan yardım alabilir. Glover, 74 F.3d at 59. Ayrıca Mahkeme’ye göre, bir terimin tüketici tarafından anlaşılıp, anlaşılmadığını tespit etmek için, tescil edilmek istemen terimin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkeme’ye göre USPTO, “booking.com” tüketiciler nezdinde sadece bir internet sitesi olduğu, ‘’booking.com‘’ şirketi olarak anılmadığı ispatı konusunda başarısız olmuştur. Bölge Mahkemesi’nin, ‘’booking.com” şirketinin yaptığı Teflon anketinde tüketicilerin %74.8’nin bir otel rezervasyon sitesi yerinden ziyade ”booking.com”u bir şirket olarak bilindiği sonucu ortaya çıkmıştır.
USPTO, ‘’booking.com” içeren ‘’hotelbooking.com”, ‘’ebooking.com” gibi online otel rezervasyon sitelerinin bulunması tüketicilerin salt bu hizmeti anladığının bir göstergesi olduğu belirtilmiştir. Fakat, Mahkeme tarafından, ”booking.com” terimi olması sadece otel rezervasyon hizmeti olacağını anlamına gelmeyeceği, müzik bileti, tiyatro bileti gibi otel/seyahat rezervasyonu dışında hizmetlerin de sağlanabileceğini belirtmiştir. USPTO bu yönde karar verirken 2 noktaya dayanır.
(1) USPTO’nun burada dayandığı noktalardan birisi, 1888 Anayasa mahkemesi kararında tartışılmıştır. Goodyear’s Rubber Mfg. Co. v. Goodyear Rubber Co., 128 U.S. 598, 602–03 (1888). İlgili davada “.com”’ üst düzey alan adının bir, ikinci seviye alan adına (bir jenerik isme) eklenmesi asla o terimin jenerikliği değiştirmez denmiştir. Burada mahkeme sadece ticari terimler içeren ‘’Grain Company’’, ‘’ The Grocery Store’’ gibi tanımladığı mal sınıfını içeren bir terimin tescil edilemeyeceği belirtilmiştir. Fakat burada da belirtmek gerekir ki, diğer Federal Temyiz Mahkemelerin de uygulamalarında olan bir jenerik terime “.com” üst düzey alan adı eklenmesi, tüketici anketleri veya benzer deliller ile ispat edilebiliyorsa, her ne kadar jenerik olsa dahi, olarak marka tescillenebileceğine dair kararlar mevcuttur. Bkz. e.g., Advertise.com, Inc., 616 F.3d at 982; In re Hotels.com, 573 F.3d at 1304–05.
(2) USPTO, ‘’booking.com” teriminin değerlendirdiğinde ‘’booking’’ ve “.com” üst düzey alan adının iki jenerik terimin birleşiminden başka bir şey olmadığını belirtmiştir. Ayrıca, salt olarak değerlendirdiği, booking teriminin otel rezervasyonları için jenerik olduğunu, “.com” alan adı ile birleşmesiyle, kamuda ilgili tüketicinin internet rezervasyon hizmetlerinin anlaşılacağı dolayısıyla bu birleşiminde jenerik olacağı kanaatine varılmıştır.
4. Federal Temyiz Mahkemesi değerlendirmelerinde, ikinci seviye alan adına yalnızca “.com” üst düzey alan adı eklemek, onu non-jenerik yapmayacağını; terimin kamuda oluşan ve var olan terimin anlamının bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Her ne kadar alan adı ve terim kapsadığı hizmeti tanımlasa da, bu kamunun ilgili kesiminin her zaman terimin tanımladığı hizmeti anladığı anlamına gelmez. Dolayısıyla, her iki terim de ayrı ayrı jenerik olsa ve bu oluşan terim sağladığı hizmeti içerse dahi, mahkemeler diğer delilleri (tüketici anketi vb. deliller), bu olayda Bölge Mahkemesi’nin kullandığı gibi, terimin jenerik olup olmadığı konusunda kullanabileceklerdir.
4. Federal Temyiz Mahkemesi, yukarıda ana hatlarıyla açıkladığımız gerekçelerle, USPTO yönünden davayı reddetmiş, Doğu Virjinya Bölge Mahkemesi ”booking.com” teriminin tescil edilebilirliği yönündeki kararını onamıştır.
İnsan beslenmesi ve gıda sektörü açısından sıklıkla yan yana gelebilen ve birlikte anılan elma ve armut meyveleri, diğer konularda ise tam tersine, zıtlıkları ifade etmek için kullanılan kavramlar haline gelir. Hatta bu durum günlük konuşma dilindeki söz ve deyişlere de yansımıştır. Örneğin, birbiriyle gerçekte farklı olan ve mukayese edilebilir olmayan konular, sanki benzer konularmış gibi düşünülüp aynı kefeye konulmak istendiği zaman “elmayla armudu birbirine karıştırma” sözünü çoğumuz işitmişizdir. Ya da okulda bir matematik problemi çözerken aynı nitelikte olmayan iki kavramı toplamaya kalkan bir öğrencinin öğretmeninden “elmalarla armutlar birbiriyle toplanmaz” uyarısını aldığına şahit olmuşuzdur. Ancak söz konusu olan marka hukuku olduğunda elma ve armut, kelimenin tam anlamıyla karşılaştırma konusu edilebilir. Bu karşılaştırmanın sonucu ne olur derseniz, diğer faktör ve koşullara göre değişebilir. Kimi zaman ise ulaşılan sonuç şaşırtıcı olabilir.
Kısa bir süre önce, Avrupa
Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi (GCEU) bu tarz bir karşılaştırmayı
gerektiren bir davayı inceledi ve 31.01.2019 tarih ve T-215/17 sayı ile görülen
davada kararını verdi.
Öncelikle dava konusu olayın
geçmişini aktarmakla başlayalım.
25 Temmuz 2014 tarihinde Çin
merkezli Pear Technologies Ltd. şiketi (başvuru sahibi) AB Fikri Mülkiyet
Ofisine (EUIPO) aşağıdaki markanın tescili için başvuruda bulunur:
Başvurunun eşya listesinde 9, 35
ve 42. Sınıflarda yer alan çeşitli mal ve hizmetler bulunmaktadır. Bu mal
hizmetler arasında kişisel bilgisayarlar, dizüstü bilgisayarlar, tablet mobil
dijital elektronik araçlar, ses ve görüntünün kaydı, nakli, reprodüksiyonu için
cihazlar, bilgisayar programları, yazılım ve donanımları; dijital pazarlama
alanında danışmanlık sağlanması hizmetleri, yazılım güncelleme, ağ hizmetleri,
web sitesi tasarımı, teknik danışmanlık, alan adı yönetimi gibi mal ve
hizmetler mevcuttur.
Başvurun ilan edilmesi üzerine
Apple Inc. (kısaca Apple olarak anılacaktır) şirketi tarafından itirazda
bulunulur. İtirazda diğerlerinin yanı sıra, aşağıda görseline yer verilen AB
markası gerekçe olarak gösterilir:
Bu markanın kapsamında da 9, 35 ve 42. Sınıflarda yer alan çeşitli mal ve hizmetler bulunmaktadır. Apple, itirazında AB Marka Tüzüğü’nün (EUTMR) karıştırılma ihtimali [m. 8(1)(b)] ve itiraz gerekçesi markanın tanınmışlığından haksız yarar sağlanmasına ilişkin [m. 8(5)] mevzuat maddelerini ileri sürer.
EUIPO İtirazlar Birimi, m. 8(5)
kapsamındaki itirazı haklı bulur ve başvurunun tüm mal hizmetler yönünden
reddine karar verir. Başvuru sahibi bu karara karşı itiraz eder ancak bu itiraz
EUIPO Temyiz Kurulu tarafından reddedilir. Temyiz Kurulu kararında, markaların
görsel olarak düşük düzeyde de olsa benzer olduğu, zira her iki markanın da
pürüzsüz ve yuvarlak meyve siluetlerini içerdiği, kavramsal olarak ise elma ve
armudun iki ayrı meyve olmasına rağmen, bunların biyolojik açıdan (köken,
büyüklük, renkler, doku) birbiriyle yakından ilişkili olduğu; önceki markanın
özgün niteliği ve yüksek bilinirlik düzeyi ile başvuruya konu markadaki armut
görselinin imalı ve bir nebze alaycı bir şekilde resmedilmiş olması nedeniyle
tüketicilerin markalar arasında düşünsel bir bağlantı kuracakları yönünde
tespit ve değerlendirmelerde bulunur. Sonuç olarak Temyiz Kurulu, Apple şekil
markasının sahip olduğu yüksek bilinirlik düzeyi, tüketicilerin zihninde markalar
arasında bağlantı kuracak olması, ilgili sektörde bir meyve şeklinin kullanımının
alışılmadık ve ayırt ediciliğinin çok yüksek olması, mal ve hizmetlerin
aynılığı/benzerliği ile başvuru konusu markanın, önceki markayı taklit eder ve
aynı zamanda alaya alır tarzda olduğu düşüncesi gibi hususları göz önüne
alarak, Apple’a ait şekil markasına ilişkin özelliklerin başvuru konusu markaya
transfer edilebileceği ve bu suretle markanın tanınmışlığından haksız bir yarar
sağlanması riski bulunduğu sonucuna ulaşır.
Başvuru sahibi EUIPO Temyiz
Kurulunun kararının iptali talebiyle dava açar ve davada EUTMR’nin 8(5) maddesi
hükmünün hukuka aykırı şekilde değerlendirilmiş olduğunu ileri sürer ve dava
Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin önüne gelir.
Olayın arka planını bu şekilde
özetledikten sonra, dileyen okurların Genel Mahkeme tarafından 31/01/2019
tarihinde verilen kararın İngilizce ve Fransızca dillerindeki tam metinlerine http://curia.europa.eu/juris/liste.jsf?language=en&num=T-215/17&td=ALL
bağlantısından erişim sağlayabileceklerini belirterek, yazının geri kalan
kısmında Mahkeme kararında değinilen hususları ve mahkemenin yapmış olduğu
tespit ve değerlendirmeleri özetlemeye çalışalım.
Mahkeme ilk olarak tanınmış
markalara daha geniş bir koruma sağlayan EUTMR 8(5) maddesi kapsamındaki tescil
engelinin varlığı için sağlanması gereken koşulları, yerleşik hale gelmiş
içtihatları doğrultusunda sıralamıştır. Bu koşullar;
Tanınmışlığı
talep edilen önceki tarihli markanın tescil edilmiş olması
Başvurusu
yapılan marka ile önceki tarihli (itiraz gerekçesi) markanın aynı veya benzer
olması
Önceki
tarihli markanın AB markası olması durumunda markanın Avrupa Birliğinde; bir AB
üye devletinde tescilli ulusal bir marka olması halinde ise ilgili üye devlette
bilinirliğe / tanınmışlığa sahip olması
Başvuru konusu markanın herhangi bir haklı
sebep bulunmaksızın kullanımının, önceki markanın tanınmışlığından haksız yarar
sağlayabilecek veya markanın itibarına zarar verebilecek veya markanın ayırt
edici karakterini zedeleyebilecek olması
Belirtilen koşullar kümülatif
olduğundan, bunlardan bir tanesinin sağlanmaması, söz konusu hükmü uygulanamaz
hale getirecektir. (22/03/2007, Sigla v. OHIM – Elleni Holding (VIPS),
T-215/03, EU:T:2007:93, paragraf 34).
Genel Mahkeme, yukarıda 4.
koşulda sayılan üç tür olumsuz durumdan herhangi birisi şayet mevcutsa, bunun
markalar arasındaki belirli düzeydeki bir benzerliğin sonucu olarak ortaya
çıkacağı ve bu bağlamda ilgili tüketici kesiminin markaları birbiriyle
karıştırmasa dahi, markalar arasında bağlantı kurmasının, ilgili madde hükmünün
uygulanabilirliği için üstü örtülü gerekli ön koşul olduğu yönündeki içtihadını
da hatırlatmıştır. (02/10/2015, The Tea Board v. OHIM- Delta Lingerie
(DARJEELING collection de lingerie), T-626/13, EU:T:2015:741, paragraf 68)
İlaveten, gerek m. 8(5) gerekse m. 8(1)(b) bendinin uygulanabilir olması için
markalar arasında belli bir düzeyde benzerlik bulunması şart olmakla birlikte, m.
8(5) kapsamındaki koruma için ayrıca karıştırılma ihtimalinin de varlığının muhakkak
gerekli bir koşul olmadığı, zira m. 8(5)’de sayılan koşulların, markalar
arasındaki daha düşük düzeydeki bir benzerlikten de kaynaklanabileceği; gerek m.
8(1)(b) gerekse m. 8(5) hükümleri bağlamında markalar arasındaki benzerlik aynı
yöntemle incelenecek olmakla birlikte söz konusu hükümlerde sayılan tescil
engellerinin varlığı için aranan benzerlik derecesinin birbirinden farklı
olabileceği belirtilmiştir. (24/03/2011, Ferrero v. OHIM, C-552/09,
EU:C:2011:177, paragraf 52-54)
İlgili içtihatlara dair bu
bilgilerin ardından Genel Mahkeme m. 8(5) kapsamındaki analizine ilk olarak
çekişme konusu markaların görsel olarak karşılaştırılmasıyla başlamıştır. Genel
Mahkeme kararının 24 ila 54. paragrafları arası sadece görsel karşılaştırmaya
ilişkin olup, kararın bu bölümlerinde markalar arasındaki görsel benzerlik,
dava konusu Temyiz Kurulu kararındaki tespit ve değerlendirmeler ile tarafların
iddia ve argümanları da dikkate alınmak suretiyle oldukça detaylı şekilde ele
alınmıştır. Ancak, okuma kolaylığı açısından burada çok fazla detaya girmeden,
Mahkemenin tespit ve değerlendirmelerine ana hatlarıyla ve özet olarak aşağıda
maddeler halinde yer vermekle yetinelim:
Mahkemeye göre başvuru konusu markanın kelime
unsuru, markanın halkın zihninde tutacağı imajın belirlenmesine önemli ölçüde
katı yapmakta olup, bu unsur markaların görsel düzeyde karşılaştırılmasında göz
ardı edilebilir nitelikte değildir.
Önceki marka ilgili tüketicilerce, bir bütün
olarak, tepe kısmında bir yaprak bulunan, bir ısırık alınmış elmayı temsil eder
biçiminde algılanacaktır.
Başvuru
konusu marka katı siluete sahip bir armudu resmetmektedir. Ancak, söz
konusu marka, farklı ebatlarda çok sayıda kareden oluşmakta olup, bu kareler
bir araya geldiğinde bir armut şekli ve dış hatları dolaylı olarak ortaya
çıkmaktadır.
Çekişme konusu markaların resmettiği meyvelerin
şekli birbirinden farklı olduğu gibi, önceki marka içe doğru oyuk, bir kısmı
ısırılmış bir meyveyi resmederken, başvuru konusu marka tüm bir meyveyi resmetmekte
olup bu markada, başvuru konusu markadaki gibi oyuk ve ısırık izi
bulunmamaktadır.
Temyiz Kurulu’nun markaları görsel olarak
karşılaştırırken önceki markanın bilinirliğini dikkate aldığı ve halkın iki
marka arasında bağlantı kuracağı düşüncesinden esinlendiği görülmektedir. Eğer
durum bu şekildeyse, önceki markanın tanınmışlığının, markaların benzerliğine
ilişkin değerlendirmeyle değil, halkın zihninde markalar arasında kurulacak
bağlantının varlığına ilişkin değerlendirmeyle ilgili bir faktör olduğu dikkate
alınmalıdır. İlaveten, halkın zihninde markalar arasında bağlantı bulunup
bulunmadığını belirlemek için yapılan genel değerlendirme, ancak markalar
arasında belli düzeyde benzerlik bulunması durumunda gerekli olacaktır.
Markalar derhâl farklı meyveleri resmeder
biçimde algılanacaktır. Bir bütün olarak figüratif unsurların şekilleri ve
resmettikleri meyveler birbirine benzer değildir. Başvuru konusu markadaki
armut, dış sınırı bulunmaksızın farklı ebatlardaki çeşitli sayıda karelerle
çizilmiştir. Buna karşılık, önceki markadaki elma katı (solid) bir
görünümdedir. Başvuru konusu markada, önceki markadaki gibi bir ısırık izi
mevcut değildir. Son olarak başvuru konusu markada yer alan “pear” kelime
unsurunun, önceki markada bir karşılığı, eşdeğeri mevcut değildir.
Belirtilen farklılıklar karşısında, çekişme
konusu markaların her biri bir bütün olarak düşünüldüğünde, görsel düzeyde
birbiriyle benzer olmayan bir genel görünüme yol açmaktadır. Dolayısıyla,
Temyiz Kurulu’nun markalar arasında düşük düzeyde görsel benzerlik bulunduğu
yönündeki değerlendirmesi hatalıdır.
Genel Mahkeme, görsel düzeydeki
karşılaştırmanın ardından, kararın 55-79 numaralı paragrafları arasında,
kavramsal düzeydeki karşılaştırmayı da detaylı şekilde ele almıştır.[1]
Bu hususla ilgili olarak Mahkemece yapılan başlıca tespit ve değerlendirmeler
de özetle şunlardır:
Öncelikle çekişme konusu markaların ilettiği
kavramlar arasında açık farklılıkların altı çizilmelidir. İlk olarak, markalar
aynı nesneyi değil, iki ayrı nesneyi, yani bir elma ve armudu resmeden
görüntüler içermektedir. İkinci olarak, markalar “bir ısırık alınmış meyve”
konseptini ortak olarak paylaşmamaktadır, çünkü soyut stilizasyonuna rağmen
başvuru konusu marka bütün bir armut fikrini uyandırmaktadır. Üçüncü olarak, elma
ve armut görsellerinin üst bölümünde konumlandırılmış figüratif unsurlar (elmada
yaprak, armutta sap) nedeniyle de markalar birbirinden farklı şekilde
algılanmaktadır.
Devamında markaların kavramsal düzeyde ortak
noktaları bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Başvuru sahibinin iddiasının
aksine, markaların farklı nesnelere ait görseller kullanmış olması, tek başına,
bu markaların, diğer faktörlere bağlı olarak en azından kısmen, benzer semantik
içeriğe sahip olmasa engel teşkil etmemektedir. Bu hususta Temyiz Kurulu
kararında, markaların sadece birer meyve görseli içermeleri bakımında değil, aynı zamanda gerçek hayatta çeşitli faktörler
nedeniyle oldukça benzer iki meyvenin görselini içermeleri nedeniyle ortak
noktaları bulunduğuna dayanılmıştır. Ancak sadece çekişme konusu markaların
anlamsal içeriğini tanımlarken kullanılan terimleri içeren bir jenerik terimin
bulunuyor olması, kavramsal karşılaştırmada ilgili bir faktör değildir.
Markaların benzerliğinde çekişme konusu markalar
başvuruya veya tescile konu edildikleri haliyle dikkate alınmalıdır. Somut
olayda markalar “meyve” kavramını sadece dolaylı bir şekilde akla
getirmektedir. Markalar, tanımlanamayan iki meyve olarak değil, aksine (i) bir
ısırık alınmış, yaprağa sahip bir elma ve (ii) sapıyla birlikte bir armut
şeklinde algılanmaktadır. Dolayısıyla, çekişme konusu malların hitap ettiği
yüksek dikkat düzeyine sahip ilgili tüketicilerin, çekişme konusu markalardan “armut”
veya “elma” yerine, “meyve” terimini kullanarak bahsetmesi akla yatkın
değildir. Bu iki meyvenin gerçek hayattaki özellikleri, biyolojik özellikleri
gibi hususlar, çekişme konusu markaların kendisinde yer alan hususlar olmayıp,
bunlar tüketici açısından soyut bir analiz ve ön bilgi gerektirmektedir. Her
halükarda elma ve armudun gerçek hayattaki bazı özelliklerinin benzeşmesi,
çekişme konusu markalar arasındaki kavramsal açıdan açık farklılıkları
dengelemeye yeterli değildir.
Belirtilen tespit ve
değerlendirmeler çerçevesinde Genel Mahkeme, markalar arasındaki kavramsal
düzeydeki açık ve belirgin farklılıkları da dikkate alarak çekişme konusu
markaların bir bütün olarak kavramsal düzeyde de benzer olmadığı kanaatine
varmıştır.
Sonuç itibarıyla, EUIPO Temyiz
Kurulu’nun markalar arasında görsel ve kavramsal açısından düşük düzeyde
benzerlik bulunduğuna dair değerlendirmesi ve buna bağlı olarak m. 8(5)
kapsamında tescil engelinin uygulanabilir olduğuna yönelik kararı hatalı
bulunmuştur. Markalar arasındaki benzerlik, tanınmış markalara ilişkin m. 8(5)
bendinin uygulanabilir olması için gerekli koşullardan birisi olduğundan ve
Mahkemece markalar arasında benzerlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmış
olduğundan, madde hükmünde yer alan diğer koşulların varlığına yönelik bir
inceleme yapılmasına gerek kalmaksızın Temyiz Kurulu kararının iptaline
hükmedilmiştir.
Genel Mahkemenin bu kararına
karşı EUIPO tarafından temyiz yolu açık olduğundan ve dava açma süresi bu yazının
yayımlandığı tarihte henüz sona ermemiş olduğundan karar henüz kesinleşmiş
değildir. Son tahlilde, kararın temyiz edilmesi ve en üst karar organı
sıfatıyla Adalet Divanı tarafından Genel Mahkeme’nin aksi yönde bir karar
çıkması halinde, bu kararı da IPR Gezgininde paylaşmak istediğimizi ifade
edelim.
Genel Mahkeme tarafından verilen
karar, markaların benzerliğinin bu derece detaylı olarak analiz edilmesi ve
markaların benzerliği (dikkat: karıştırılma ihtimali değil) incelenirken önceki
markanın tanınmışlığının dikkate alınan bir faktör olmadığını teyit etmesi
bakımından önemli ve kayda değer bir karar olmakla birlikte, kararın sonucunu
kendi adıma biraz beklenmedik bulduğumu belirtmeliyim. Mahkeme somut olayda
markalar arasında görsel veya kavramsal yönden düşük düzeyde bir benzerliğin
varlığını dahi kabul etmiş olsaydı, m. 8(5) de yer alan diğer koşulların da
incelenmesi gerekecek ve belki de Temyiz Kurulu’nun kararı onanacaktı. Ancak, markalar arasında benzerlik bulunmadığı
(dissimilar) sonucuna ulaşılmasıyla somut olayda 8(5) maddesinin uygulama alanı
da ortadan kalkmış oldu. Başvuru konusu markada yer alan armut şeklinin tertip
tarzının Apple’a ait markadan belirgin farklılıklar içermesi, bu kararda ulaşılan
sonuca oldukça tesir etmiş gibi görünüyor. Başka bir tertip tarzında, örneğin
ısırılmış bir armut görselinde, ulaşılan sonuç muhtemelen farklı olacaktı. Ancak,
neticeten, Adalet Divanı Genel Mahkemesi, “elmalarla
armutları birbirine karıştırmamış” diyerek yazıyı noktalayalım.