Ay: Ekim 2022

Eser Sahibinin Ölümünden İtibaren Devam Edecek Olan Hakların Korunma Süresini 50 Yıldan 70 Yıla Çıkaran Değişikliğin Etkilerine Dair Güncel Bir Anayasa Mahkemesi Kararı İncelemesi

Eserler, kendilerini vücuda getiren kişiler öldükten sonra toplum bakımından uzun yıllar etkilerini sürdürmelerinin yanında eserden kaynaklı mali haklar yönünden de daha sınırlı bir grup bakımından etkilerini sürdürmeye devam eder. Bu yönüyle eserler, eser sahiplerinin ölümünden sonra entelektüel veya bilimsel tartışmalara konu olabilirken, hukuki ve cezai yaptırım sonucunu doğurma potansiyeli bulunan bir kısım ihtilafların da merkezinde yer alabilmektedir. İnceleme konumuz da eser sahibinin ölümünden sonra eserden kaynaklı mali hakların hukuki durumuna ilişkin bir Anayasa Mahkemesi (AYM) kararıdır.

AYM’nin, 21.10.2022 tarihli ve 31990 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 2018/25857 başvuru numaralı bireysel başvuru hakkında vermiş olduğu 14.09.2022 tarihli kararına[1] (Karar) konu olaylar silsilesi aşağıdaki gibidir:

  • 1936 yılında ölen İstiklal Şairi Mehmet Akif ERSOY’un “Sebilü’r Reşad” ve “Sırat-ı Müstakim” dergilerinde yayımlanan eserlerinin, Ömer Rıza DOĞRUL tarafından Latin harfleri esasına dayalı Türk alfabesi[2] kullanılarak işlenmesi suretiyle oluşturulan “Safahat” adlı eser (1. Eser) üzerindeki mali haklar, Mehmet Akif ERSOY’un mirasçıları tarafından İnkılap Kitabevi (Kitabevi)’ne devredilmiştir.
  • 1987 yılında, bir başka ifadeyle Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıldan uzun bir süre geçtikten sonra, M. Ertuğrul DÜZDAĞ tarafından kaleme alınan “Mehmet Akif Ersoy ve Safahat-Tam Metin ve Safahat Dışında Kalmış 54 Şiir” adlı eserin (2. Eser) mali hakları, 04.01.1997 tarihinde, 99 yıl süreyle sınırlı olmak üzere başvurucu Şaban KURT’un temsilcisi olduğu Çağrı Yayınlarına devredilmiştir. 2. Eser, Çağrı Yayınlarına tarafından yayımlanmıştır.
  • Eserden kaynaklı mali hakların, eser sahibinin ölümünden itibaren 50 yıl daha devam edeceğine ilişkin 05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.27/1 hükmü, 07.06.1995 tarihli ve 4110 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun (4110 sayılı Kanun) m.10 hükmü ile değiştirilerek, 50 yıllık koruma süresi 4110 sayılı Kanun’un Resmî Gazete’de yayımlandığı 12.06.1995 tarihi itibarıyla 70 yıla çıkarılmıştır.
  • Kitabevi tarafından, esere ilişkin mali hakların koruma süresinin, eser sahibinin ölümünden itibaren 70 yıl olduğundan bahisle, 1987 yılından itibaren yayımlanan 2. Eser’in,1. Eser’den kaynaklı mali hakları ihlal ettiği iddiasıyla, 2. Eser’in mali haklarının sahibi olan Yayınevi’nin temsilcisi Şaban KURT aleyhine, 29.03.2005 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuş, 06.04.2006 tarihinde ise İstanbul 1. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi (İstanbul 1. FSHHM) nezdinde tazminat davası açılmıştır.
  • Soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporunda, iki eserin de özgün nitelikte işleme eser olduğu, 2. Eser’in, 1. Eser’in “taklidi” olmadığı belirtilmiş; esere ilişkin mali hakların, eser sahibinin ölümünden itibaren 70 yıl boyunca korunduğu belirtilmiş, ancak FSEK Geçici Madde 2/2 hükmüne göre; FSEK’in yayımlanmasından önce bir eserin haklı olarak yapılan tercüme veya işlenmesi yayımlanmış ise tercüme eden veya işleyenin eski kanun hükümlerine göre iktisap ettiği hak ve salahiyetlerin korunacağı, bu bağlamda Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonra yayımlanan 2. Eser’in yayımlandığı dönemde, mirasçıların mali haklarının sona ermiş olduğu, koruma süresi sonradan 70 yıla çıkarılmış olsa da FSEK Geçici Madde 2/2 hükmüne göre 2. Eser üzerinde hak sahiplerinin kazanılmış hakkı bulunduğu değerlendirilmiştir. Bilirkişi raporundaki gerekçelerle, 27.07.2007 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
  • İstanbul 1. FSHHM’de yapılan yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda, her iki eserinde özgün işleme eser niteliğinde olduğu, davalının FSEK Geçici Madde 2/2 hükmü kapsamında kazanılmış hakkı bulunduğu değerlendirilmiştir. Mahkeme, Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonraki dönemle 4110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 12.06.1995 tarihi arasındaki dönemde gerçekleşen yayım faaliyetinin hukuka uygun olduğunu, FSEK Geçici Madde 2 hükmü bir bütün olarak değerlendirildiğinde, anılan hükmün 4110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce yayım işlemi tamamlanmış eserler için uygulanabileceği, 4110 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra, 1. Eser’e ilişkin sona eren mali hak korumasının tekrar başladığı, 2. Eser’in yeniden yayımlanması için mali hak sahiplerinden izin alınması gerektiği gerekçeleriyle davanın kabulüne; Kitabevi’nin 2. Eser’in yayımının durdurulması için herhangi bir girişimde bulunmamasından dolayı zararın artmasında kendisinin de etkisinin bulunduğu ve 2. Eser’e ilişkin yayım haklarının hukuka uygun olarak elde edilmiş olması gerekçeleriyle bilirkişi raporu ile belirlenen zarardan daha az olmak üzere 10.000, TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Şaban KURT’un temyiz başvurusu reddedilirken, Kitabevi’nin temyiz başvuru, tazminatın hesabına ilişkin bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmemesi nedeniyle kabul edilmiş ve ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. İlk derece mahkemesi bozma kararına uymuş, yeni bilirkişi raporunda 38.540,00 TL olarak belirlenen zarara rağmen, zararın artmasında Kitabevi’nin de kusurlu olduğu, 2. Eser’in ilk kez yayımlanmasının hukuka uygun olduğu, FSEK Geçici Madde 2 hükmünün yoruma açık olduğu gerekçeleriyle 25.000,00 TL tazminata hükmetmiştir. Şaban KURT’un temyiz başvurusu üzerine Yargıtay, ilk derece mahkemesi kararını yargılama giderleri yönünden düzelterek onamış, karar düzeltme başvurusunun reddedilmesi üzerine karar, 05.06.2018 tarihinde kesinleşmiştir.

2. Eser’in mali haklarının devredildiği Yayınevi’nin sahibi başvurucu Şaban KURT, mali hakların koruma süresinin, eser sahibinin ölümünden itibaren 70 yıla çıkarılmasının, kazanılmış hakları etkilemeyeceğinden, İstanbul 1. FSHHM’nin hukuk kuralları ve delillerin hatalı değerlendirildiği gerekçesiyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuştur. AYM; fikrî hakların birer mülkiyet hakkı olduğunu, somut olayda devletin mülkiyet hakkına doğrudan bir müdahalesi bulunmadığını, ancak devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri bakımından inceleme yapılması gerektiğini belirterek başvurunun mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünde kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir. AYM; 2021/58970 başvuru numaralı ve 05.07.2022 tarihli Nevriye KURUÇ Kararı’nda uzun süren yargılama nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın bulunmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiş ve anılan kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihe kadar ve bu tarihten sonra yapılmış olan aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin söz konusu kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verildiği için, incelemekte olduğumuz bireysel başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar vermiştir.

AYM, eser üzerindeki mali hakların, eser sahibinin ölümünden itibaren korunacağı süreyi 50 yıldan 70 yıla çıkaran 4110 sayılı Kanun’da, anılan değişikliğe ilişkin bir geçiş hükmü öngörülmediğini, FSEK Geçici Madde 2/2 hükmünün, FSEK’in yürürlüğe girdiği 01.01.1952 tarihinden önce elde edilen hakların korunmasına ilişkin olduğunu, geçiş hükümlerinin ancak uygulanmasının öngörüldüğü geçiş dönemleriyle sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, 01.01.2952 tarihinden sonra yayımlanmış bir eserin FSEK kapsamında korumadan yararlanıp yararlanamayacağının FSEK Geçici Madde 2/2 hükmünün uygulanarak çözümlenmesinin makul ve öngörülebilir bir yorum olmadığını,  4110 sayılı Kanun’da konuya ilişkin bir geçiş hükmü öngörülmediğinden uyuşmazlığın genel hükümlere göre ve hukuk devleti ilkesi ışığında çözümlenmesi gerektiğini, hukuk normlarının öngörülebilir olmasının ve kural olarak kanunların geçmişe yürümemesinin ve kesinlik kazanmış hukuki durumlara etkili olmamasının hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olduğunu ifade etmiştir.

Genel ilkelerin olayla ilişkilendirilmesinin ardından AYM, 2. Eser’in, Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonra, bununla birlikte 4410 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce umuma arz edildiğini ve hukuka uygun olarak alenileştiğini, 2. Eser’in FSEK kapsamında korunan bir mülk hâline geldiğini, 4410 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte 1. Eser’in koruma süresi 2007 yılına kadar uzamış olsa da 4410 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce alenileşmiş işleme eserlerden kaynaklı mali hakları ortadan kaldıran açık bir hüküm bulunmadığını, Mehmet Akif ERSOY’un mirasçılarının haklarının canlanmasının, 2. Eser’den kaynaklı mali hakları sona erdireceği şeklindeki yorumun hukuk devleti ve öngörülebilirlik ilkesiyle bağdaşmayacağını, ilk derece mahkemesince verilen kararın başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediğini, başvurucu Şaban KURT aleyhine tazminata hükmedilmesinin devletin pozitif yükümlülüklerinin ihlaline yol açtığını ve başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğini tespit ederek yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir.  

AYM kararına konu ilk derece mahkemesi kararı ile her ne kadar başvurucunun lehine de olsa İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar; FSEK’in yürürlüğe girmesinden önce elde edilmiş olan kazanılmış hakları korumaya yönelik olan ve FSEK’in yürürlüğe girmesiyle sınırlı olarak uygulama kabiliyeti bulunan FSEK Geçici Madde 2/2 hükmünün somut olaya uygulanması bakımından hatalıdır. İlk derece mahkemesi kararının bir başka hatalı yönü ise FSEK Geçici Madde 2/2 hükmünü somut olaya uygulanmasından sonra, anılan hükmün sadece, Mehmet Akif ERSOY’un ölümünün üzerinden 50 yıl geçtiği tarihle 4110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönemde yayımı yapılmış nüshalar için kazanılmış hak bahşedeceğine ilişkin değerlendirmedir. Zira bir an için FSEK Geçici Madde m.2/2 hükmünün somut olaya uygulanabileceği kabul edilse bile; anılan hüküm hukuka uygun olarak elde edilen müstakil bir fikrî mülkiyet hakkını saklı tutacağı için söz konusu hakkın hukuka uygunluğu; baskı sayısı, yayım tarihi gibi sınırlamalara tabi tutulamaz. Eserden kaynaklı mali hakların, eser sahibinin ölümünden itibaren korunacağı süreyi 50 yıldan 70 yıla çıkaran 4110 sayılı Kanun m.10 hükmünün yürürlüğe girdiği 12.06.2015 tarihine kadar, eser sahibinin ölümünün üzerinden 50 yıldan uzun bir süre geçmiş olması nedeniyle hukuka uygun şekilde ortaya çıkan işleme eserlerden kaynaklı hakların, asıl esere ilişkin mali hakların 4110 sayılı Kanun m.10 hükmüyle FSEK m.27/1 hükmünde yapılan değişiklikle canlanması durumunda dahi herhangi bir sınırlama olmaksızın korunacağına ilişkin AYM kararının yerinde ve benzer uyuşmazlıklara rehberlik edecek nitelikte olduğu değerlendirilmektedir.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Ekim 2022


[1] Karar için Bkz; https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/10/20221021-5.pdf, 22.10.2022.

[2] İnceleme konusu AYM kararında yer alan “Latin alfabesi” ifadesi kanaatimizce hatalıdır. Gerçekten 03.11.1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun m.1 hükmüne göre; Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap  harfleri yerine Latin esasından alınan Türk harfleri kabul edilmiştir. Bu bağlamda “Latin alfabesi” yerine Latin alfabesi esasına dayalı Türk harfleri ya da Türk alfabesi ifadesinin kullanılması yerinde olacaktır.

Tasarımlarda Hoşgörü Süresine Dikkat Edilmesi Gerektiğine Dair EUIPO Kararı – Puma Ayakkabılar ve Rihanna’nın Instagram Paylaşımları


Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) Üçüncü Temyiz Kurulu’nun 11 Ağustos 2022 tarihinde verdiği R 726/2021-3 sayılı kararda, ayakkabı tasarımının korunmasına ilişkin başvurudan önce tanınan 12 aylık hoşgörü süresine uyulmaması halinde tasarımın hükümsüz kılınabileceği ortaya konmuştur. Söz konusu karar, ayırt edici nitelik değerlendirmesi ve hoşgörü süresi hakkında önemli noktalar içermektedir. Kararın arka planı şu şekildedir:

  • PUMA SE, 26 Temmuz 2016 tarihinde ayakkabı ürünleri için EUIPO nezdinde birlik tasarımı başvurusu yapmıştır. Bu başvuruya da ABD Fikri Mülkiyet Ofisi’ndeki 25 Temmuz 2016 tarihli başvurusundan doğan rüçhan hakkını ileri sürmüştür.
  • Bunun üzerine Handelsmaatschappij J. Van Hilst B. V. (“Hükümsüzlük Talebi Sahibi”) söz konusu birlik tasarımının hükümsüzlüğü için Temmuz 2019’da AB Topluluk Tasarımı Tüzüğü’nün 5 ve 6. maddeleri uyarınca bu tasarımın yenilik ve ayırt edici nitelik unsurlarını taşımadığını öne sürerek 25(1)(b) uyarınca EUIPO’ya başvurmuştur. 
  • Rihanna’nın Instagram hesabından paylaştığı aşağıdaki gönderilerin yanı sıra Temmuz-Kasım 2015 arasında http://www.footwearnews.com, http://www.complex.com ve www.fashionmovesforward.com gibi internet sitelerinde yayımlanmış internet haberleri de sunulmuştur. Buna göre, Hükümsüzlük Talebi Sahibi, Tasarım Sahibinin 12 aylık hoşgörü süresinden önce olacak şekilde söz konusu tasarımı kamuya açıklamış olduğunu iddia etmektedir. Bu Instagram postlarının da 16 Aralık 2014 tarihinden beri var olduğu belirtilmiştir. Yine Rihanna’nın bu tasarım konusu ayakkabıyı 2015 yılında New York’ta giydiğinde çekilen fotoğrafların bulunduğu ve bunların yanı sıra söz konusu tasarımın başka ayakkabı üreticileri tarafından da rüçhan tarihinden önce üretilip kamuya sunulduğunu, bu sebeple de yeni olmadığını öne sürmüştür. 
  • Tasarım Sahibi PUMA, hükümsüzlük talebinin geçersiz olduğunu, çünkü ortada taraflar arasındaki sözleşmesel ilişkinin ihlali ve kötü niyetin bulunduğunu savunmuştur. Ayrıca, Rihanna ile iş birliğinin 2014 sonlarında başladığını, bahse konu ayakkabının bu ortaklığın ilk ürünlerinden olduğunu ve Puma’nın internet sitesi vasıtasıyla 25 Eylül 2015’te 12 aylık hoşgörü dönemi içinde piyasaya sürüldüğünü, bu “Creeper” ayakkabı modelinin de 2016’da yılın ayakkabısı seçildiğini belirtmiştir. Uyuşmazlığa konu tasarım “Creeper” ayakkabı modeline dayanmaktadır. Paylaşılan görüntülerde, ayakkabıların detaylı olarak görünmediği ve zaten kişisel hesabından paylaşılan tasarımların görüntülerinin ticari hayatın normal seyrinde ilgili kişilerce makul olarak bilinir hale gelmeyeceği savunulmaktadır.
  • EUIPO İptal Birimi, talebi kabul ederek söz konusu birlik tasarımının önceki tasarım nedeniyle ayırt edici niteliğinin olmadığı gerekçesiyle hükümsüzlüğüne karar vermiştir. Önceki tasarım paylaşımlarının, Rihanna ve Puma arasında Aralık 2014’te başlayan iş birliğinin duyurulmasının geniş bir medya dikkati çekmesinden ötürü muhtemelen ilgili çevrelerce öğrenildiği ve bu görsellerin uyuşmazlık konusu tasarımla örtüşen özelliklerin fark edilebileceği derecede yeterli kalitede olduğu kanaatine varılmıştır. Önceki tasarım hoşgörü süresinden önce satılmamış olsa dahi, internette yayımlama yoluyla kamuya açıklanmış olmasının uyuşmazlık konusu tasarımın yeniliğini ve ayırt ediciliğini öldürmeye yeteceğine karar verilmiştir. Ayırt edicilik değerlendirmesinde, İptal Birimi bilgilenmiş kullanıcının ayakkabılara ve günlük moda sektörüne aşina biri olduğunu, tasarımcının özgürlüğünün ise sadece ayağa uyumlu olarak ayakları koruyucu bir tasarım yapmakla sınırlı olduğunu ve bu nedenle de aslında çok kısıtlı olmadığını tespit etmiştir. Dolayısıyla tasarımlar detaylı olarak karşılaştırıldığında (düz, kalın, dikey çizgili ayakkabı tabanı, 7 delikli kalın bağcıklı kapanış, her iki yanında küçük delikler olan iki çizgi deseni) bilgilenmiş kullanıcı üzerinde aynı genel izlenimi yarattığı ve farklılıkların ayırt etmeye yeterli olmadığı sonucuna varılmıştır. 
Photo by Jakob Owens on Unsplash

Ardından PUMA, temyiz yoluna başvurmuştur. EUIPO Üçüncü Temyiz Kurulu (“Kurul”), 11 Ağustos 2022 tarihinde verdiği kararla aşağıdaki gerekçelerle EUIPO İptal Birimi’nin hükümsüzlük kararını doğru bulmuş, itirazın reddine ve hükümsüzlük talebinin kabulüne karar vermiştir:

  • AB Topluluk Tasarımı Tüzüğüne ve Yönetmeliğine göre önceki tasarımın kamuya sunulduğunu kanıtlayan belgelerin nasıl olması gerektiği düzenlenmemiştir. Yalnızca önceki tasarımların varlığını kanıtlayan belgeler denmiştir. Bu nedenle, hükümsüzlük talebinde bulunan kişi bu talebine gerekçe olan kanıtların ne olacağına karar vermekte serbest olmakla birlikte bu belgelerin somut, güvenilir, objektif ve kamuya sunumu ortaya koyar nitelikte olması aranmaktadır. 
  • Rihanna’nın Instagram hesabından 12 aylık hoşgörü süresinin öncesinde paylaşılmış olan fotoğrafların Tüzük kapsamında kamuya sunum olduğu tespit edilmiştir. Bu husus, gönderilerin çok sayıda yorum ve 300.000’den fazla beğeni almış olması ve medyanın oldukça ilgisini çekmiş olmasıyla da desteklenmektedir. Sunulan diğer internet gönderileri de aynı şekilde sayılmıştır. Bu kanıtların objektif ve güvenilir olduğu ve AB Topluluk Tasarımı Tüzüğü m. 7/1 anlamında etkili ve yeterli biçimde önceki tasarımın kamuya sunulduğunun ortaya konduğu değerlendirilmiştir. 
  • Tasarım Sahibinin iddia ettiğinin aksine paylaşılan fotoğrafların yeterli kalitede olduğu ve önceki tasarımın özelliklerinin karşılaştırılabilecek derecede anlaşılabildiği, farklı açılardan da görüldüğü tespit edilmiştir. Ayrıca, paylaşılan internet yazılarının da güvenilir olmayacağına ve içerikleriyle ve tarihleriyle oynanabileceğine dair iddialar da reddedilmiştir. Buna göre, bir internet sitesinin içeriğinin veya tarihlerinin yalnızca manipüle edilebilecek veya değiştirilebilecek olmasının soyut ihtimali yeterli değildir. Açıkça böyle bir sahteciliğin yapılmış olduğunun veya açık tutarsızlıkların gösterilerek makul bir şekilde bu şüphelerin ortaya konması aranmaktadır. 
  • Tüzükte yer verilen istisnanın amacına uygun olarak dar yorumlanması gerektiği, sadece doğrulanması zor olan ve ilgili ticari çevrelerce bilinir hale gelmesinin yalnızca şans eseri olabileceği açıklanma durumlarının kamuya açıklama sayılmayacağı belirtilmiştir. Somut olayda, önceki tasarımın birden çok olayda kamuya sunulmuş olduğuna dair bol bol delil olduğundan ötürü burada bu istisna söz konusu değildir. Önemle belirtilmiştir ki, kamuya açıklamanın sonucunda tasarımın ilgili çevrelerce gerçekten bilindiğine dair sunulması gereken delillerle ilgili olarak bir miktar/sayı sınırı bulunmamaktadır. 
  • Uyuşmazlık konusu tasarımın ayakkabılar üzerinde olduğu, bilgilenmiş kullanıcının da bu ürünleri satın alan ve kullanan, olağan özelliklerine dair belli bir bilgisi olan genel halkın herhangi bir üyesi olduğu belirlenmiştir. Bu kişi, kataloglara bakan, ayakkabı mağazalarını gezen, bu konuda araştırma yapan ve ayakkabılara olan ilgisi sonucu ayakkabıları kullanırken dikkat seviyesi yüksek biri olarak tanımlanmıştır. 
  • Ayırt edici niteliğin varlığı incelenirken tasarımcının tasarımı geliştirmedeki seçenek özgürlüğünün derecesi dikkat alınmalıdır. Tasarımcının tasarımı geliştirmedeki seçenek özgürlüğünün derecesi, ürünün teknik fonksiyonlarının dayattığı sınırlamalar veya ürüne uygulanacak kanuni gereklilikler tarafından belirlenir. 
  • Somut olayda, tasarımcının ayakkabı tasarımı geliştirmedeki özgürlüğü geniştir. Bu açıdan, aslında yalnızca ayakkabının ayak ergonomisine uygunluğu, duruş sabitliği ve kullanıcı için rahat ve güvenli olması gibi açılardan sınırlıdır. Bunun dışında, şekil, form, malzeme, renk, desen, süsleme gibi birçok açıdan seçim özgürlüğü söz konusudur. Çok farklı çeşit ayakkabı tasarımı mevcuttur ve daha da yapılabilmesi mümkündür. 
  • Tasarımda ayırt edici karakter değerlendirmesi, tasarımın bilgilenmiş kullanıcı görüşüyle önceki tasarımlardan genel izlenim yönünden farklılaşıp farklılaşmadığıyla ilgilidir. Benzerlik ve farklılıkların tek tek listesinin yapılmasıyla bu karşılaştırmanın yapılamayacağı, tasarımın renksiz teknik çizimle sunulmuş olmasından ötürü renk gibi ek unsurların burada dikkate alınmayacağı belirtilmiştir. 
  • Somut olayda, karşılaştırılan tasarımların şekle sahip birer ayakkabıyı içerdiği, bunun çizgiler ve delikler içeren bir üst kısım, yedi çift yuvarlak kuş gözü ve düz kalın dik çizgili bir tabandan oluştuğu belirlenmiştir. Ayakkabıların üst kısmının kısa kesim olup aynı yükseklikte ayakkabının boynunda “Aşil” çentiğine sahip olduğu ve tabanların yaklaşık olarak aynı kalınlığa sahip olduğu not edilmiştir. Aynı sayıda (yedi) ve şekilde (yuvarlak) kuş gözü içermesi, kalın ve geniş bağcık bulunması özellikleri de bu anlamda önemli bulunmuştur. Sonuç olarak, tasarımların örtüştüğü özellikleri gözetildiğinde bilgilenmiş kullanıcı nezdinde aynı genel izlenimi yarattığı kanaatine varılmıştır. 
  • Tasarımların yalnız bir farklılık içerdiği not edilmiştir: üç dalgalı çizgi ile ayakkabının arkasına kıvrılan ek üst dikiş ve PUMA logosu ile birlikte yer alan PUMA BASKET sözcüğü. Bunlar uyuşmazlık konusu tasarımda bulunmadığı ve referans noktası uyuşmazlık konusu tasarım olduğu için önceki tasarımda yer alan bu hususlar dikkate alınmamıştır. Ayrıca Kurul, bilgilenmiş kullanıcının bu unsurlara özellikle önem atfetmeyeceğini düşünmüştür. Üst dikiş kısmının ayakkabı yüzeyinde küçük bir yer kaplaması nedeniyle daha az etkili olduğu, şekil ve kelime unsurunun ise kaynak gösterme görevi gördüğünden bilgilenmiş kullanıcı tarafından genel izlenime etki eden bir görünüş özelliği olarak algılanmayacağı belirtilmiştir. 
  • Son olarak, tasarım sahibinin kötü niyet ve sözleşmesel yükümlülüklerin ihlali savunmalarına ilişkin olarak bunların hükümsüzlüğe dair ofis önündeki süreçle ilgisiz olduğu, ancak özel olarak hukuk mahkemelerinde taraflar arasında görülecek süreçlerde ileri sürülebileceği belirtilmiştir. 

Sonuç itibariyle, kanaatimizce bu dosyadan çıkarılacak en önemli noktalardan biri tasarımın başvuru tarihinden ve tanınan hoşgörü süresinden önce kamuya sunulmaması gerektiği, bu sunumun birçok yolla gerçekleştirilebileceği, özellikle de ünlülerle iş birliklerinde bu kadar tanınan, bilinen, medya ilgisi çeken ve takip edilen kişilerin kişisel (!) Instagram hesaplarında yaptıkları paylaşımların ve hatta kişisel yaşamlarında giydiklerinin dahi kamuya sunum teşkil edebileceği hususudur. Bu anlamda, tasarımın yenilik ve/veya ayırt edicilik eksikliğinden hükümsüz kılınmaması için dikkatli olunması gerekmektedir. 

Alara NAÇAR SEÇKİN

nacar.alara@gmail.com

Ekim 2022

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN “FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI YOĞUN ENDÜSTRİLER VE EKONOMİK PERFORMANSLARI” HAKKINDAKİ RAPORU

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi EUIPO; Avrupa Fikri Mülkiyet Hakları İhlalleri Gözlemevi (European Observatory on Infringements of Intellectual Property Rights) aracılığıyla ve Avrupa Patent Ofisi EPO iş birliğinde hazırladığı “AB’de Fikri Mülkiyet Hakları Yoğun Endüstriler ve Ekonomik Performansları” hakkındaki 2022 yılı analiz raporunu, 11 Ekim 2022 tarihinde yayımladı. Rapor, iklim değişikliğini azaltma teknolojilerini (climate change mitigation technologies -CCMT) konu alan patent ile yeşil marka başvuruları hakkında ilk kez yapılan analizleri de içermesi nedeniyle bir hayli önemli. EUIPO’ya yapılan ve “yeşil markalar” olarak adlandırılan markalara; 1996-2020 yılları arasındaki marka başvurularının mal ve hizmetlerine yönelik analiz içeren çalışmaya da atıfta bulunduğumuz ve 21 Temmuz 2022 tarihinde IPR Gezgini’nde yayımladığımız “Avrupa Birliği’nin Sürdürülebilir ve Döngüsel Tekstil Ürünleri Stratejisi” başlıklı yazımızda kısaca değinmiştik.  

2017-2019 dönemini kapsayan 2022 yılı raporu; 2013 (2008-2010 arası), 2016 (2011-2013 arası) ve 2019 (2014-2016 arası) yılı raporlarıyla benzer bir metodoloji içinde hazırlanmış olup marka, tasarım, patent, telif, coğrafi işaret ve bitki çeşitlerine ilişkin haklara ait çeşitli ekonomik göstergeleri içeriyor.

Raporun metodolojisi, her bir fikri mülkiyet hakkı için ayrıntılı biçimde açıklanıyor. Hepsine yazımızda yer vermek mümkün değil ancak, gerek kapsamının diğer fikri mülkiyet haklarına nazaran biraz farklı olması gerekse alanında veri toplamanın ve işlemenin çok kolay olmaması nedenleriyle, sadece coğrafi işaretlere ilişkin metodolojiyi aşağıda özetliyoruz.

Coğrafi işaret yoğun endüstrilerin tanımlanması metodolojisi, önceki üç çalışma ile benzer olup 2017 yılı için güncellenmiş ürün satış bilgileri kullanılmıştır. Metodoloji tasarlanırken temel olarak iki karakteristik özellik dikkate alınmıştır.

  • Doğası gereği coğrafi işaretlerin tek sahibi yoktur ve tescil başvurusu genellikle ilgili üretici birliği tarafından yapılır. Bu durum, ekonomik verilerle ilişkilendirilebilecek hak sahipliği bakımından mukayese edilebilirliği güçleştirir. Bu açıdan telif haklarına benzediğinden, Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı WIPO’nun, telif hakları için kullandığı yöntemler uygulanabilir niteliktedir.
  • Bu çalışmada kullanılan NACE (AB’nin, ekonomik faaliyetleri istatistiki sınıflandırma sistemi) sınıflandırmasının oranı, coğrafi işaretli ürünler bakımından AB üyesi ülkelerde birbirinden önemli ölçüde farklılaşmakta. Bu durum, aynı endüstrinin bir ülkede coğrafi işaret yoğun olmasına rağmen diğer bir ülkede yoğun olmadığı anlamına geldiğinden ve neticede, 2022 raporundaki diğer fikri mülkiyet haklarına ilişkin yaklaşımlarla tezat oluşturduğundan, coğrafi işaretlerle ilgili yaklaşım ülke bazında yapılmıştır.      

Ayrıca, coğrafi işaret endüstrileri genellikle dikey olarak entegredir. Örneğin AB için en önemli coğrafi işaret sektörü olan şarapların üretimi; belirli bir alanda yetiştirilen ve işlenen üzümlere dayanıyor, yani üzüm yetiştiriciliği ve şarap üreticiliği olmak üzere iki alana yayılan bir istihdam şekli mevcut. Bu durum, girdi-çıktı tablolarının dolaylı istihdamı hesaplamak için uygun olmadığı anlamına geliyor. Dolayısıyla tarımsal istihdam istatistiklerinde boşlukların bulunması nedeniyle, coğrafi işaret yoğun endüstrilerin istihdama katkısının hesaplanamadığı ifade edilmekte.

AB’nin coğrafi işaretli ürünlerine ilişkin verileri esasen, AB Komisyonunun Tarım Genel Müdürlüğü DG Agri tarafından sağlanmış ve EUROSTAT’ın malların uluslararası ticareti ile ilgili COMEXT veri tabanından elde edilen verilerle birleştirilmiş.

Rapordaki ilgi çekici bilgilerin bazıları, özetle aşağıdaki gibidir.

  • Raporun önsözü; inovasyonun, AB ve AB üyesi ülkelerce benimsenen büyüme stratejisinin temel bileşeni olduğunu; daha fazla istihdam ile daha rekabetçi bir ekonomi yaratma amacına hizmet eden birçok faktörün bulunduğunu ancak etkin bir fikri mülkiyet sisteminin, amacı gerçekleştirmede ilk sırada yer aldığını vurguluyor. Raporda ayrıca, Brexit sonrası artık AB üyesi olmayan Birleşik Krallık ile Avrupa Serbest Ticaret Birliği olan EFTA ülkelerinden İzlanda, Norveç ve İsviçre’ye ait bazı veriler de mevcut.
  • 2019 yılı raporunda 353 olarak belirtilen fikri mülkiyet hakları yoğun olan sektör sayısı, 357’ye yükselmiş. Bu endüstrilerden 229’u (%64’ü) birden fazla fikri mülkiyet hakkı açısından yoğun.
  • 2022 yılı raporuna göre, fikri mülkiyet yoğun sektörlerin AB ekonomisine katkısı her açıdan 2008-2010 döneminden bu yana en yüksek seviyede. 81 milyondan fazla iş imkânı yarattığı; yüksek sayıda fikri mülkiyet hakkına sahip şirketlerin, neredeyse her 10 işten 4’ünü oluşturduğu ve diğer sektörlere göre %41 daha yüksek maaşlar ödediği; bu endüstrilerin, AB’nin gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) %47,1’lik dilimine sahip olarak 6,4 trilyon Euro değerinde olduğu ifade ediliyor.
  • AB’nin GSYİH’sının %14’ünden fazlasına sahip olan fikri mülkiyet hakları yoğun endüstriler, küresel ekonomide AB için bir rekabet avantajı oluşturuyor.
  • AB iç ticaretinin %75’inden fazlasını oluşturan fikri mülkiyet yoğun endüstriler, AB tek pazarının belkemiği olarak kabul ediliyor. AB ülkelerinde yaklaşık 7 milyon iş, diğer AB üyesi ülkelerdeki şirketler tarafından yaratıldığından ve bazı ülkelerde, fikri mülkiyet hakları yoğun sektörlerde bu tür işlerin payı %30’u aştığından, sınır ötesi iş yaratmada da önemli bir itici güç.
  • Almanya, Fransa, İtalya ve Hollanda, yeni fikri mülkiyet haklarının oluşturulmasında lider konumda.
  • Sürdürülebilir inovasyonda aktif olan fikri mülkiyet hakları yoğun endüstriler arasında, iklim değişikliğini azaltma teknolojileri içeren patentler ile yeşil markaların geliştirilmesiyle uğraşan sektörler de büyüyerek istihdamın %9,3’ünü ve GSYİH’nın %14’ünü oluşturmuş durumda. Avrupa patent başvurularının yaklaşık %10’u, sera gazı emisyonunu azaltmayı ya da önlemeyi amaçlıyor.
  • Fikri mülkiyet hakları yoğun endüstrilerin istihdam seviyesine olan katkısı İzlanda’da AB ile aynı iken Norveç, İsviçre ve Birleşik Krallık’ta AB’nin altında. GSYİH seviyesine olan katkı ise Norveç’te AB’nin üzerinde ancak diğer üç ülkede AB’nin altında kalıyor. 
  • AB’nin coğrafi işaretli ürünlerinin yaklaşık %90’ı Fransa, Almanya, İtalya, Portekiz ve İspanya tarafından üretiliyor ve AB’nin yiyecek içecek sektörü satışlarının %7,1’ini oluşturuyor. 
  • AB’nin coğrafi işaretli ürünlerinin 2017 yılı satış verilerine göre, 26.819 milyon Euro’luk üretim değeri ile Fransa ilk sırada. Fransa’nın tarımsal gıda ürünleri %15’lik, şarapları %72’lik, distile alkollü içecekleri %13’lük, gıda ve içecek sektöründeki coğrafi işaretleri %14,9’luk ve AB içi ve dışı toplam ticaretindeki coğrafi işaretleri ise %43’lük değere sahip. AB iç ve dış ticaretindeki coğrafi işaretli ürünler, AB düzeyinde toplam %39’luk paya sahip. Verilerin yer aldığı tabloda, bazı ülkelere ait bazı verilerin, gizlilik nedeniyle yayımlanmadığı belirtiliyor.
  • NACE tanımlamasına göre; “telif hakkıyla korunan eserler hariç fikri mülkiyet ve benzeri ürünlerin kiralanması”, her 1000 çalışan bakımında yapılan istihdam açısından patent, marka, tasarım ve bitki çeşitlerine ilişkin haklar yoğun sektörlerin her dördünde de ilk sırada. Telif hakları yoğun endüstrilerin ilk sırası gazete basımına ait. Coğrafi işaret yoğun endüstriler ise mandıraların işletilmesi ve peynir üretimi; alkollerin damıtılması ve harmanlanması; üzüm yetiştiriciliğinin bir kısmı da dahil olmak üzere şarap üretimi ile bira üretimi şeklinde sıralanıyor.

EUIPO ve EPO iş birliğinde hazırlanmış olan raporun, politika önerisinde bulunmak amacıyla tasarlanmadığı ancak politika yapıcılara yol gösterici niteliği bulunduğu belirtiliyor. Konuya ilgi duyan IPR Gezgini okurlarına faydalı olması dileğiyle.

Gonca Ilıcalı

Ekim 2022

Kaynaklar:

Buluş Basamağı Değerlendirmesinde Önceki Tekniğe Göre Teknik Bir Etki Ortaya Koymayan Buluşlar


UYARI: Bu yazıdaki değerlendirmeler yazarın kişisel görüşlerini yansıtır ve hiçbir şekilde TÜRKPATENT’in resmi görüşünü ya da uzmanlarının başvurularla ilgili değerlendirmelerini temsil etmez. Yazı yalnızca bilgi amaçlı olup yasal tavsiye niteliği taşımaz.  Bu yazının içeriğinin bir sonucu olarak herhangi bir işlem yapmadan veya herhangi bir işlemden kaçınmadan önce profesyonel hukuki tavsiye alınmalıdır. Yazarın verilen bir örnek üzerindeki değerlendirmesi yalnızca o örneğin spesifik koşullarına bağlıdır. Bir başka durum için yazarın alacağı kararlarda bağlayıcılığı yoktur.


Başlamadan önce aşağıdaki tek soruluk anketi cevaplamaya ne dersiniz?


Bilindiği üzere buluş basamağı değerlendirilirken kullanılan problem-çözüm yaklaşımının ilk adımında buluş konusu istemin tekniğin bilinen durumundan (D1) farkı tespit edilir. Ardından bu farkın yarattığı teknik etki irdelenir. Problem-çözüm yaklaşımının ana adımlarını hatırlayalım:

[1].       Tekniğin bilinen durumunda, buluşa en yakın doküman tespit edilir. En yakın doküman buluşla aynı alanda olan, benzer teknik etkiye ve amaca sahip ve genellikle buluşla en çok sayıda ortak özelliği bulunan dokümandır.

[2].       Buluş ile en yakın doküman arasında teknik özellikler bakımından fark tespit edilir.

[3].       Bu farkın teknik etkisi tespit edilir.

[4].       Tespitler ışığında buluşun çözümünü amaçladığı objektif teknik problem tespit edilir.

[5].       En yakın doküman ve mevcut problem göz önüne alındığında, ilgili alanda uzman kişi buluş yapma yeteneği kullanmadan buluşa kolayca ulaşır mı? Cevap “evet” ise buluş basamağı yoktur.

Peki yukarıda [3]. adımda istemle D1 arasındaki fark, D1’den farklı bir teknik bir etki ortaya koymuyorsa değerlendirme nasıl yapılır?

Böyle bir durum genellikle buluşun tekniğin bilinen durumundaki çözüme bir alternatif sağladığı hallerde olur. Bu durumda objektif teknik problem “D1’deki çözüme bir alternatif sağlamak” olarak formüle edilebilir. Zira “teknik problem” ifadesi geniş yorumlanır; teknik çözümün önceki tekniğe göre bir iyileştirme olma zorunluluğu yoktur. Örneğin problem, aynı veya benzer etkileri sağlayan bilinen bir cihaz veya işleme alternatif aramak olabilir.[1] Bu alternatif teknikte uzman kişi için aşikâr değilse buluş basamağını da sağlayacaktır.

Peki bu alternatif çözüm aslında önceki teknikten pek farklı olmayıp salt yapılan işlemlerin sırasının değiştirilmesi söz konusu ise nasıl bir değerlendirme yapabiliriz?

Geçenlerde ATM’den para çekerken bir örnek aklıma geldi. (Bir patent uzmanının buluş yapma yeteneği olmaması beklenir, o yüzden boş zamanlarımda buluş yaptığımı düşünmenizi istemem 🙂 ) Hatırlarsınız, bundan yıllar önce çoğu banka ATM’sinde para çekme işlemi yapılırken önce çekilen miktar müşteriye verilir, ardından müşterinin bir başka işlem yapmak isteyip istemediği sorulduktan sonra işlem bittiyse banka kartı müşteriye iade edilirdi. Ancak zaman içinde görüldü ki insanlar parayı gördükten sonra arkalarına bakmadan çekip gidiyor ve banka kartlarını almayı unutuyorlar 🙂 Bunun önüne geçilmesi için, günümüzde ATM’ler önce kartı sonra parayı verecek şekilde konfigüre edilmiştir. Şimdi bu yeniliğin bir patent başvurusuna konu olduğunu varsayalım.

Söz konusu problemi çözmek için başvuru sahibi ATM’yi önce kartı verip ardından parayı çıkartacak şekilde konfigüre etmiş olsun. Başvuru sahibine göre buluşun çözmeyi amaçladığı problem müşterinin banka kartını unutmasına engel olmak olsun.

Başvuru konusu istem 1’i de basitçe aşağıdaki gibi oluşturalım:

Başvuru Konusu İstem 1:

1. Müşterinin (4) ATM’den (3) para çekerken banka kartını unutmasına engel olan bir yöntem olup özelliği;

– Müşterinin (4) ATM’ye (3) çekmek istediği tutarı tuşlar (8) vasıtasıyla girmesinin sağlanması (101),

– Kontrol biriminin (6) istenen tutar karşılığı paranın ATM’de (3) ve müşterinin (4) hesabında yeterli miktarda bulunup bulunmadığını kontrol etmesi (102),

– Eğer bahsedilen miktar yeterliyse kontrol birimi (6) tarafından banka kartının (5) kart giriş-çıkış haznesinden (3) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (103),

– Ardından kontrol birimi (6) tarafından paranın para giriş-çıkış haznesinden (2) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (104),

– Eğer (102) nolu adımda bahsedilen miktar yeterli değilse kontrol birimi (6) tarafından ekranda (7) uyarı gösterilmesi ve banka kartının (5) kart giriş-çıkış haznesinden (3) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (105)

işlem adımlarından oluşmasıdır.

Tekniğin Bilinen Durumu (D1):

Müşterinin (4) ATM’den (3) para çekmesini sağlayan bir yöntem olup özelliği;

– Müşterinin (4) ATM’ye (3) çekmek istediği tutarı tuşlar (8) vasıtasıyla girmesinin sağlanması (101),

– Kontrol biriminin (6) istenen tutar karşılığı paranın ATM’de (3) ve müşterinin (4) hesabında yeterli miktarda bulunup bulunmadığını kontrol etmesi (102),

– Eğer bahsedilen miktar yeterliyse kontrol birimi (6) tarafından paranın para giriş-çıkış haznesinden (2) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (103),

– Ardından banka kartının (5) kontrol birimi (6) tarafından kart giriş-çıkış haznesinden (3) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (104),

– Eğer (102) nolu adımda bahsedilen miktar yeterli değilse kontrol birimi (6) tarafından ekranda (7) uyarı gösterilmesi ve banka kartının (5) kart giriş-çıkış haznesinden (3) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (105),

işlem adımlarından oluşmasıdır.

DEĞERLENDİRME

Şimdi istem 1’le D1’i karşılaştıralım:

D1 dokümanı, istem 1’de tanımlanan buluş konusunda tekniğin bilinen durumunu gösteren en yakın doküman olarak alınmıştır. D1 dokümanındaki buluş müşterinin (4) ATM’den (3) para çekerken banka kartını unutmasına engel olan para çekmesini sağlayan bir yöntem olup özelliği;

– Müşterinin (4) ATM’ye (3) çekmek istediği tutarı tuşlar (8) vasıtasıyla girmesinin sağlanması (101),

– Kontrol biriminin (6) istenen tutar karşılığı paranın ATM’de (3) ve müşterinin (4) hesabında yeterli miktarın bulunup bulunmadığını kontrol etmesi (102),

– Eğer bahsedilen miktar yeterliyse kontrol birimi (6) tarafından banka kartının (5) kart giriş-çıkış haznesinden (3) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (103),

– Ardından kontrol birimi (6) tarafından paranın para giriş-çıkış haznesinden (2) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (104),

– Eğer bahsedilen miktar yeterliyse kontrol birimi (6) tarafından banka kartının (5) kart giriş-çıkış haznesinden (3) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (103),

– Ardından kontrol birimi (6) tarafından paranın para giriş-çıkış haznesinden (2) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (104),

– Eğer (102) nolu adımda bahsedilen miktar yeterli değilse kontrol birimi (6) tarafından ekranda (7) uyarı gösterilmesi ve banka kartının (5) kart giriş-çıkış haznesinden (3) çıkarılarak müşteriye (4) iletilmesi (105)

işlem adımlarından oluşmasıdır.

İstem 1’de tanımlanan buluş konusu, D1’deki para çekme yönteminden farklı olması sebebiyle SMK m.83(1) kapsamında yenilik niteliğine sahiptir.

Aradaki bu fark, D1’de müşteriye önce paranın sonra banka kartının verilmesine karşılık istem 1’de bunun tersi sıralamayla önce banka kartının ardından paranın verilmesi şeklindedir. Bu teknik bir farktır. Ancak burada gerçekleştirilen teknik işlemlerin sırasının değiştirilmesinin teknik bir etkisi bulunmamaktadır. Oluşan tek etki tarifnamede de belirtildiği üzere müşterinin parayı almadan önce kartı almasının sağlanması sayesinde kartı almayı unutmasının önüne geçmektir. Müşterinin kartını hatırlaması zihni bir faaliyet ile ilgili olup yapılan değişiklik teknik bir etki ortaya koymamaktadır. (Kaldı ki aynı müşteri pekâlâ kartını aldıktan sonra bu sefer de parasını almayı unutabilir. Ancak bu argüman teknik bir argüman değildir, o yüzden uzman, görüşünü bu argüman temelinde kurgulamaz)

D1’le aradaki farkın teknik olmayan bir amaca hizmet etmesi sebebiyle bu farkın buluşa herhangi bir teknik etkisi yoktur, bunun yerine yalnızca bir zihni/iş faaliyetiyle ilgili geliştirme söz konusudur. Bu yüzden, söz konusu farklılık hiçbir teknik problemi çözmez, dolayısıyla işlem sırasındaki bu değişiklik buluş basamağının varlığını göstermede kullanılamaz.

Uzman raporunda buluşun teknik etki ortaya koymadığını belirttiğinde bazen başvuru sahipleri bunu buluşun teknik karaktere sahip olmadığı olarak algılıyor ve itirazlarında buluşun teknik unsurlar içerdiğini göstermeye çalışıyorlar. Ancak burada uzman aslında buluşun teknik olduğunu zaten kabul ediyor, iddia ettiği istemin D1 karşısında değerlendirildiğinde aradaki farkın teknik bir etki oluşturmadığı yönündedir.

Durumu şöyle basitleştirebiliriz:

İstem 1: 101, 102, 103, 104, 105 adımlarından oluşan bir yöntem

D1:        101, 102, 104, 103, 105 adımlarından oluşan bir yöntem

D1, istem 1’e ait tüm unsurları içermektedir, ancak sıralaması farklıdır. Bu bakımdan istem 1 D1 karşısında yenidir. Ancak buluş basamağı değerlendirilirken aradaki farkın teknik olarak nasıl bir etkiye neden olduğuna bakılır.

D1’le karşılaştırıldığında ayırt edici özellikler teknik bir etkiye değil, zihni faaliyet ile ilgili bir etkiye (müşterinin kartını unutmaması) yol açmaktadır.

Objektif teknik problemin formülasyonu, teknik bir katkı sağlamayan özellikleri veya buluşun teknik olmayan bir etkisini içerebilir. Bunlar ilgili teknikte uzman kişiye sağlanan ve teknik sorunun ortaya konulduğu belirli bir çerçeveyi oluşturmada kullanılabilir.[2]

Buna göre mevcut durumda objektif teknik problem şöyle ortaya konabilir: “Müşterinin banka kartını unutmasını önlemek için D1’deki ATM’den para çekme yöntemine bir alternatif sağlanması.”

Müşterinin kartını unutma sebebi paranın çıkışından daha sonra kartın verilmesidir. Buna göre teknikte uzman kişinin teknik olmayan bu bilgiyi bildiği varsayılır. Yukarıda anılan objektif teknik problemi çözmek isteyen teknikte uzman kişi 103 ve 104 nolu adımların yerinin değiştirilmesi durumunda (kartın paradan önce verilmesinin sağlanması) çözüme ulaşılacağını bilecektir.

Ayırt edici özellikler teknik etkilere değil, zihni/iş faaliyetiyle ilgili etkilere yol açtığından, müşterilerin banka kartını unutmasını önlemek için D1’deki yöntemi uyarlama sorunu ile karşı karşıya kalan teknikte uzman kişi bu nedenle buluşa ulaşacaktır.[3]

Sonuç olarak, buluş konusu 1 nolu istemin D1 karşısında SMK m.83(4)’e göre buluş basamağı içermediği görülmektedir.

Burada bir hususa da değinmeden geçmeyelim. Yöntem adımları, isteme konu buluş bağlamında teknik olarak mantıksız olmadıkça, herhangi bir zamanda gerçekleştirilebilecek işlemleri tanımlar. Normal şartlarda, istem 1’de formüle edilen 103 ve 104 nolu adımların, istemde belirtilen sırayla gerçekleştirilmesi için hiçbir neden bulunmamaktadır.[4] Hem istem 1’de hem de D1’de müşteriye sonuç olarak parası ve kartı geri verilmektedir. Bu bakımdan istemde ve/veya tarifnamede yöntem adımlarının spesifik sırada olduğu belirtilmeseydi buluş yenilik niteliğini de sağlayamayabilirdi.

BİR SORU:

Yazının başındaki ankete katıldınız mı? Peki bir soru: Sizce başvuru sahibi anket sonucunu buluş basamağını desteklemek için kullanabilir mi?

SON NOT: Teknik etki sağlamayan buluş ile teknik karaktere sahip olmayan “buluş” birbirinden farklıdır. Bu yazıda D1’e kıyasla farklı bir teknik etki sağlamayan bir buluşa örnek verilmiştir. Her ne kadar bu yazıdaki örnekte buluş basamağı sağlanamamışsa da, bu demek değildir ki teknik etki sağlamayan tüm buluşlar buluş basamağından yoksundur. Farklı bir teknik etki sağlamayan bir buluşun sunduğu alternatif çözüm teknikte uzman kişi için aşikâr değilse buluş basamağını da sağlayacaktır.[5]

Mustafa Güney ÇALIŞKAN

Ekim 2022

guneycaliskan@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] EPO Guidelines for Examination, Part G – Chapter VII – 5.2 Formulation of the objective technical problem, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/guidelines/e/g_vii_5_2.htm

[2] EPO Guidelines for Examination, Part G – Chapter VII – 5.4.1 Formulation of the objective technical problem for claims comprising technical and non-technical features, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/guidelines/e/g_vii_5_4_1.htm : the formulation of the objective technical problem may refer to features which do not make a technical contribution, or to any non-technical effect achieved by the invention, as a given framework within which the technical problem is posed, for example in the form of a requirements specification provided to the person skilled in a technical field

[3] T 1567/19, Reasons for the Decision 3.9, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t191567eu1.html

[4] Bkz. T 0403/11, Reasons for the Decision 3.9, https://www.epo.org/law-practice/case-law-appeals/recent/t110403eu1.html

[5] EPO  Case Law of the Boards of Appeal, I. D. 4.5. Alternative solution to a known problem, https://www.epo.org/law-practice/legal-texts/html/caselaw/2019/e/clr_i_d_4_5.htm


Anayasa Mahkemesi’nin Hükmün Açıklamasının Geri Bırakılmasına İlişkin Güncel Kararları: Yasal Düzenleme ve Yargılama Pratiği Açısından Önemli İlkeler


Fikri ve sınaî mülkiyet haklarına ilişkin ceza yargılamasında önemli bir yeri olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması (“HAGB”) müessesesine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi çok önemli iki karara imza attı. 22 ve 23 Eylül 2022 tarihli Resmî Gazetelerde yayımlanan bu kararlar ile Anayasa Mahkemesi, HAGB kurumunun eksiklerini ortaya koyduğu gibi hem kanun koyucu hem de uygulayıcılar bakımından adeta bir kılavuz oluşturdu.

HAGB Kararlarına Karşı İtiraz Kanun Yolunu Öngören Hükmün İptaline İlişkin Karar

23 Eylül 2022 tarihinde yayımlanan 2021/121 E. sayılı kararında Anayasa Mahkemesi, somut norm denetimi ile mahkemeye taşınan ve Anayasa’ya aykırılığı iddia edilen 5271 s. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (“CMK”) 231. maddesinin 12. fıkrası ilgili incelemesini ve kararını paylaşmıştır. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi (“Başvurucu Mahkeme”) tarafından itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne taşınan kanun hükmü “hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir” cümlesinden (“Karara Konu Hüküm”) oluşmaktadır.

Başvurucu Mahkeme tarafından iletilen itirazın temelinde; HAGB kararlarına hukuki sonuç bağlanmaması gerektiği halde son yıllarda HAGB kararlarına sonuç bağlayan kanun ve yönetmeliklerin çıkması, buna karşılık HAGB kararlarına karşı öngörülen tek kanun yolu olan itiraz kurumunun dosya üzerinden yapılan incelemeyle sınırlı kalması ve esasa yönelik bir değerlendirme olmaması yer almaktadır. Başvurucu Mahkeme bunun iki dereceli yargılama sistemine aykırı olduğunu ve etkin başvuru ile adil yargılama haklarını ihlâl etmesi sebebiyle Karara Konu Hükmün iptalini talep etmiştir.

Anayasa Mahkemesi yaptığı incelemede, HAGB kararlarına karşı başvurulacak kanun yolunu düzenleyen bu hükümle ilgili uygulamada oldukça değişiklik yaklaşımlar olduğuna ve Yargıtay daireleri arasında dâhi içtihat birliği bulunmadığına dikkat çekmiştir. Bireysel başvuru müessesesinin yürürlüğe girmesinden sonra verilen birçok kararına da atıf yapan Anayasa Mahkemesi, HAGB kararlarına karşı yalnızca itiraz kanun yolunun öngörülmesinin ifade hürriyeti, devletin yaşamı koruma yükümlülüğü, işkence ve kötü muamele yasağı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme yasağı dahil birçok temel hak ve hürriyet ihlâline ilişkin talep ve davalarda sorun teşkil ettiğine de dikkat çekmiştir.

Anayasa Mahkemesi’ne göre kanun yolunun amacı, yargı yerleri tarafından verilen kararların kural olarak başka bir yargı yeri tarafından denetlenmesine imkân tanımak suretiyle daha güvenceli bir yargı hizmeti sunmaktır (AYM E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015). Türk yargı sisteminde asıl derece kanun yolları istinaf ve itiraz olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hüküm dışındaki kararlar için öngörülen kanun yolu ise itirazdır. HAGB kararları da hüküm niteliği taşımadığından itiraz kanun yoluna tabii olmuştur. Ancak Anayasa Mahkemesi’ne göre uygulamadaki farklılıklar, HAGB kararları için itiraz kanun yolunun işlevselliği ve anayasallığını sorgulanabilir hâle getirmektedir.

Görece yeni olmasına karşın Türk yargı sisteminde geniş bir yere sahip olan HAGB kararlarına karşı kanun yolu olarak seçilen itiraz kurumunun, uygulamadaki eksikler ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda elverişli bir yargısal mekanizma olmaması sebebiyle, bu hak ve hürriyetlerin ihlâline yol açabileceğine dikkat çeken Anayasa Mahkemesi, HAGB kararlarına itiraz üzerine verilen kararların çoğunlukla bir cümlelik gerekçe içeren ret kararlarını olduğuna değinmektedir.

Tüm bu sebeplerle Anayasa Mahkemesi, Karara Konu Hükmün Anayasanın 40. maddesinde yer alan etkili başvuru hakkına aykırı olması sebebiyle iptaline karar vermiştir. Ancak hükmün iptali kararının ertelenmesine de karar veren Anayasa Mahkemesi, söz konusu iptal kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren dokuz ay içinde yürürlüğe gireceği yönünde karar vermiştir. Bu vesileyle Anayasa Mahkemesi, oluşacak kanun boşluğunu doldurmak için kanun koyucuya 23 Haziran 2023 tarihine dek süre tanımıştır.

HAGB Kararlarına Yönelik İtirazların Reddi Üzerine Yapılan Bireysel Başvurulara İlişkin Karar

Yukarıdaki aktarmış olduğumuz iptal kararından bir gün önce, 22 Eylül 2022 tarihinde, Resmî Gazete’de yayımlanan 2016/1635 başvuru sayılı Anayasa Mahkemesi kararında da yine HAGB konusu değerlendirilmiştir. Başvurucuların kendileri hakkında verilen HAGB kararlarına karşı yapmış oldukları itirazlar kısa gerekçelerle reddedilmiştir.

Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan incelemede, öncelikle bireysel başvuru kapsamında hak ihlâli oluşturduğu iddia edilen hükümler ve HAGB’ye karşı itiraz kanun yoluna ilişkin uygulamanın özellikleri incelenmiştir. İptal kararında olduğu, Yargıtay daireleri de dahil olmak üzere, HAGB kararlarına ilişkin itiraz incelemesinin kapsamı ve yöntemi hakkında bir uygulama birliği olmadığına dikkat çeken Anayasa Mahkemesi, hem kendi içtihatları içinde hem de diğer yargı organları tarafından verilen kararlar arasında bu sebeple doğan hak ihlâllerine ilişkin de örnekler paylaşmıştır.

Başvurucular tarafından sunulan talep kapsamında, HAGB kararının sonucu olan denetim süresinin başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da dâhil olmak üzere birçok hakkını ihlâl ettiği iddiası yer almaktadır. Hem bu konuda hem de HAGB kararlarının mahiyeti ile ilgili detaylı bir inceleme yapan Anayasa Mahkemesi, başvurucuların yargılanması ve haklarında verilen HAGB kararları bakımından gerekçeli karar hakkı, silahların eşitliği ilkesi, savunma için gerekli zaman ve kolaylığa sahip olma gibi hak ve ilkeler bakımından ihlâllerin oluştuğuna dikkat çekmiştir.

HAGB kararlarına karşı itiraz kanun yolunu ise “usul istismarının bir görünüm şekli” olarak değerlendiren Anayasa Mahkemesi, uygulamadaki sorunların varlığına bir kez daha vurgu yapmıştır. Mahkemeye göre bu istismarın temel sebeplerinden biri arasında sanıkların HAGB kararını kabulüne ilişkin beyanlarının alınma usulü yer almaktadır. Bilindiği üzere, HAGB kararı verilebilmesi için sanığa HAGB şartlarının açıklanması ve sanığın da bunu kabul etmesi gerekmektedir. Uygulamada çoğunlukla sanıklara kendileri hakkında mahkumiyet kararı verilecek olması durumunda HAGB kararını kabul edip etmeyeceği şeklinde bir soru sorulmasının sanık üzerinde baskı yaratacağına dikkat çeken Anayasa Mahkemesi, sanıkların bilinmeyenler arasında seçim yapmaya ve hayatlarıyla ilgili adeta kumar oynamaya itildiğini de açıkça belirtmektedir.

Tüm bu sebepler ve diğer açıklamaları ışığında Anayasa Mahkemesi, başvuruculardan bir kısmı hakkında ifade hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlâl edildiğine ve bu kişiler hakkında yeniden yargılama yapılması sebebiyle dosyanın ilk derece mahkemelerine gönderilmesine karar vermiştir.

Sonuç

Anayasa Mahkemesi’nin yukarıdaki kararlarında ve uygulamada da bire bir olarak karşılaşıldığı üzere, HAGB kurumu hem yasal düzeyde hem de uygulamada birçok sorunu barındırmaktır. İptal kararının yürürlük tarihinin ertelenmesi ile kanun koyucudan beklenen HAGB kararlarının da hükümler gibi istinaf kanun yoluna dâhil edilmesi yönünde bir düzenleme getirilmesidir. Sanıyoruz ki, kanun koyucunun bu karara karşı ne şekilde harekete edeceği önümüzdeki aylarda daha da netleşecektir.

Kanımızca, uygulamadaki sorunların giderilmesi için yalnızca HAGB kararlarına karşı kanun yoluyla ilgili yasal düzenlemede değişiklik yapılmasının yeterli olmadığı da açıktır. Öyle ki, tüm HAGB kurumunun yeniden ele alınması ve mahkemelerin inceleme pratiği ve kararları arasında yeknesaklığın sağlanması oldukça önemlidir. Tüm ceza yargılaması bakımından önemli olan bu hususun, fikri ve sınaî haklara ilişkin ceza yargılaması bakımından ayrıca bir öneme sahip olduğunu da vurgulamak gerekir. Zira, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan 2021 yılı Adalet İstatistikleri uyarınca ülke genelinde Fikri ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemeleri tarafından verilen toplam 8200 karardan 1704 tanesi HAGB kararıdır[1]. Bunun da mahkumiyet kararından sonra en çok verilen karar olduğu ve tüm kararların %20’sinden fazla olduğu düşünüldüğünde, HAGB kurumunun fikri ve sınaî haklara ilişkin ceza yargılamasında çok önemli olduğu şüphesizdir. Bu nedenle de HAGB konusundaki gelişmelerin ve kanun koyucunun alacağı tutumun yakından takip edilmesi tavsiye edilir.

Mustafa Çağatay AKBAŞ

Ekim 2022

mustafacgty@gmail.com


DİPNOT

[1] T.C. Adalet Bakanlığı, Adalet İstatistikleri, 2021, s. 78

ŞİŞE YÜZEY DESENLERİ HANGİ DURUMLARDA AYIRT EDİCİDİR? EUIPO TEMYİZ KURULUNDAN YENİ BİR ÜÇ BOYUTLU MARKA KARARI


Üç boyutlu markaların tescil süreçleri esnasında birçok sorunla karşılaşılıyor olması kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek. Daha önce de üç boyutlu markalar ile ilgili olarak Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) tarafından verilen kararlar bu platformda incelenmiştir. Bu yazıyla birlikte üç boyutlu markalar ile ilgili inceleme yazılarına bir yenisi daha eklenmiş olacaktır.

Bu yazıda incelenen EUIPO Temyiz Kurulunun 8 Haziran 2022 tarihli R 142/2021-5 sayılı kararında, markada kullanılan üç boyutlu yüzey desenlerinin tescil edilmek istenen markaya ayırt edicilik ve tanımlayıcılık açılarından etkileri değerlendirilmiştir.

İhtilafın geçmişinde, Westenhorst GmbH Co. KG (“marka sahibi”) şirketinin önceki sahibi olan MBG International Premium Brands GmbH şirketinin 11 Ağustos 2009 tarihinde aşağıdaki üç boyutlu markayı tescil ettirdiği görülmüştür.


Marka herhangi bir tarifname ya da renk içermemektedir. Markanın mal ve hizmet listesi ise aşağıdaki gibidir:

  • 32. sınıf: Alkolsüz içecekler, biralar.
  • 33. sınıf: Alkollü içecekler (biralar hariç).
  • 43. sınıf: Yiyecek ve içecek sağlanması ve geçici konaklama hizmetleri.

22 Şubat 2010 tarihinde tescil edilmiş olan bu markanın 21 Şubat 2019 tarihinde yenileme talebi yapılana kadar herhangi bir ihtilaf ile karşılaşmadığı görülmektedir. Yenileme akabinde, 20 Eylül 2019 tarihinde MBG Holding GmbH (“itiraz sahibi”), söz konusu markanın ayırt edici olmadığı, tanımlayıcı olduğu ve kullanılan yüzey deseninin markaya asli değer kattığı gerekçeleri ile hükümsüzlüğünü talep etmiştir.

Hükümsüzlük talebi sahibi iddialarını aşağıdaki argümanlar çerçevesinde şekillendirmiştir:

  • Tescilli üç boyutlu marka, piyasada var olan diğer şişelerden özellikleri itibariyle farklılaşmamaktadır. Dolayısıyla, tüketiciler nezdinde markanın önemli özelliklerinden olan menşei gösterme işlevine sahip değildir.
  • Herhangi bir tarifname ya da renk unsuru içermeyen şişenin tek başına ayırt edici olduğu kabul edilmemelidir.
  • Tescilli markanın şekli piyasada sıklıkla kullanılan alışılagelmiş unsurları içermektedir. Özellikle, alkollü içecekler pazarında, yukarı doğru daralan boyna, yuvarlak ve ince bir şekle sahip bir şişe tasarımının kullanılması alışılagelmiş bir durumdur.

Bu iddiaları kanıtlamak adına aşağıdaki içki görselleri delil olarak sunulmuştur:

Fakat görülebileceği üzere bu şişeler, hükümsüzlüğü istenilen şişe gibi kırık buz/baklava deseni oluşturan üç boyutlu bir yüzey desenine sahip değildir. Sadece, genel bir görünüm olan şişenin ana gövdesinden incelerek yükselen dar boyun kısımları bakımından birbirleriyle paralellik içermektedir.

Ancak hükümsüzlük talebi sahibi söz konusu yüzey deseninin, tutuşu kolaylaştırmak için eklenen bir unsur olduğunu üç boyutlu şekil markasını, piyasadaki diğer şişelerden farklılaştırmadığını belirtmiştir. Bu iddialarına örnek olarak aynı şekilde girintili çıkıntılı yüzeye sahip olan aşağıda paylaşılan görselleri işaret etmiştir:

  • Bu argümanlar ışığında, söz konusu şişenin piyasada bulunan diğer şişeler gibi sahip olması gereken özellikle sahip olduğu ve kullanılacağı mallar bakımından piyasada var olan diğer örnekler gibi tanımlayıcı olduğunun kabulünü talep etmiştir.
  • Buna ek olarak üç boyutlu markada kullanılan desenin markaya asli değer kattığını ve bu desenin özellikle votkalar için farklı firmalar tarafından kullanılan, tüketiciler nezdinde büyük etki doğuran bir unsur olduğunu vurgulamış, diğer firmaların reklam ve pazarlama çalışmalarına ilişkin görsellerden kareleri delil olarak gösterilmiştir:

Açıklanan sebeplerle yüzey yapısının hafife alınmayacak kadar önemli olduğunu ve pazar stratejisi olarak da firmalar için önemli bir amaca hizmet ettiği vurgulanmıştır.

(Bu esnada, itiraz sahibi, söz konusu markanın kullanılmıyor olması sebebiyle iptalini talep etmiştir. Ancak bu talep hali hazırda devam eden süreç sebebiyle askıya alınmıştır.)

İtiraz sahibi tarafından dosyaya sunulan deliller ve argümanlara marka sahibinin cevapları sunulmuştur:

  • Bu cevaplardan en dikkat çekeni ise, iptali istenen üç boyutlu markanın tescil başvurusunun, hükümsüzlük talebi sahibinin grup şirketlerinden biri tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu husus, ihtilaf konusu üç boyutlu markanın korunmaya ilişkin koşulları sağladığının, hükümsüzlük talebi sahibi tarafından da biliniyor oluşuna gerekçe olarak vurgulanmıştır.
  • Söz konusu şişenin piyasadaki diğer örneklerden farklılaşarak ayırt edici olduğu, dolayısıyla tanımlayıcı olmadığı belirtilmiştir. Aynı zamanda yüzey şekillerinin piyasadaki değeri tek başına belirlemediği, bunun yanı sıra birçok farklı parametrenin biçilen değer için gerekli olduğunu vurgulamıştır. Ambalajın farklı/hoş tasarımı nedeniyle votka satın alsa da bu eğilime sebep olan gerçek sebebin halen içeceğin kendisi ve kalitesi olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca, şişenin yüzey tasarımı dışında menşei gösteren birçok unsurun dışarıda bırakılmasının doğru olmadığı vurgulanmıştır.

Ana argümanlar ve cevaplar çerçevesinde tüm yazılı dilekçe aşamaları son bulduğunda İptal Birimi tarafından 24 Kasım 2020 tarihinde bir karar verilmiştir. Söz konusu karar doğrultusunda;

Şişe üzerinde bulunan motiflerin markanın tescil edilmek istendiği mallarda ayırt edici olması, renk eksikliğine rağmen kabartmaların  açıkça anlaşılır bir duruşa sahip olması, tanımlayıcı bir işaret içermemesi sebebiyle tescile elverişli olduğu yönünde karar vermiştir. Aynı zamanda kullanılan yüzey deseninin markaya asli değer katıyor olması sebebiyle reddine ilişkin gerekçeye dair ise net bir cevap verilmemiş, fakat markanın desen dışında farklı unsurlar da içeriyor olması dolayısıyla, bu yüzey desenin tek başına asli değer vereceği hususunu değerlendirmemiştir.


Bu karara karşı hükümsüzlük talebi sahibi, 25 Mart 2021 tarihinde Temyiz Kurulu nezdinde itiraz etmiştir.

Hükümsüzlük talebi sahibi tüm gerekçelerini tekrar ederek, “kullanılan motifin ayırt edici olmadığını, tüketiciler nezdinde markanın kaynak gösterme işlevini yerine getirmeyeceğini ve söz konusu motiflerin sadece dekoratif amaçlı olduğunu; kullanım kolaylığı açısından da tercih edilebilir bir amaçla kullanıldığını” vurgulamıştır. İptal birimi tarafından markanın sadece yüzey desenlerinden oluşmadığı belirtilmişse de “söz konusu figürün bir haneden simgesi gibi olması sebebiyle ayırt edici kabul edilemeyeceği” belirtilmiştir. Ek olarak söz konusu şişe de kullanılan diğer bir görsel ögenin kullanımı için yetkili otoritelerden izin alınmadığından, tescilin hükümsüz kılınması gerekliliğini vurgulamıştır.

Marka sahibi ise ayırt edicilik ile ilgili cevaplarını, yüzey desenleri dışındaki diğer unsurun tüketiciler nezdinde ayırt ediciliğe sahip olduğunu, üç boyutlu bir marka açısından düşünüldüğünde tanımlayıcı olmadığını tekrar etmiştir. Ek olarak, itiraz sahibi tarafından sunulan Suudi Arabistan Krallığı’na ait görselin kullanımına ilişkin argümanın iddiaları genişletme kapsamına girdiğinden dikkate alınmaması gerektiği vurgulanmıştır.

Bu açıklamalar doğrultusunda EUIPO Temyiz Kurulu konuyu incelemeye başlamış ve yapmış olduğu değerlendirme sonucunda hükümsüzlük talebi sahibinin gerekçelerini reddetmiştir. Bu gerekçeleri sırasıyla aşağıdaki sebeplere dayandırmıştır:

1- Kullanılan görselin ancak yetkili otoritelerden izin alınarak kullanılması mümkünken söz konusu iznin var olmaması sebebiyle markanın reddedilmesine ilişkin argümanlar, iddiaları genişletme yasağı sebebiyle dikkate alınmamış ve reddedilmiştir. Yine de söz konusu görselde kullanılan çapraz şekilde yerleşik kılıç figürlerinin, “çapraz kılıçların her temsilinin, armanın ihlali anlamına gelmeyeceğinden” bir ihlal oluşturmayacağını belirtmiştir.

2- Ayırt edicilik kriterleri ayrıntılı bir şekilde açıklanmış ve somut olay bakımından incelemiştir. Buna göre, hükümsüzlüğü talep edilen mal ve hizmetler, 32, 33 ve 43. sınıflarda yer alan alkolsüz ve alkollü içecekler ve yiyecek ve içecek ile geçici konaklama sağlamaya yönelik hizmetlerdir. Başvuru, üç boyutlu markası başvurusu olup, herhangi bir renk ve tarifname içermemektedir. Dolayısıyla bütünsel olarak bakıldığında, şişenin yukarı doğru daralan ince bir boyun oluşturduğu ve kilitli bir döner kapağa sahip olduğu görülmektedir. Şişenin yüzeyi ise kırık buz/baklava deseni vb. olarak tasvir edilebilecek desenlerden oluşmaktadır. Üst kısmında ise çapraz kılıç figürleri, bu figürlerin solunda MM, sağında IV ibareleri yer almaktadır. Şekil markasında kullanılan bu figürlerin 32, 33 ve 43. sınıflar bakımından tanımlayıcı olmadığı belirtilmiştir.

3- Ancak iptal biriminden farklı olarak şişenin üst kısmında yer alan çapraz kılıçların baskın olmadığını, kullanılan MMIV ibarelerinin ise tüketiciler nezdinde önemli bir anlam ifade etmediğini, aynı zamanda alkollü ve alkolsüz içecekler piyasasında alışılagelmiş olan silindirik şekildeki bir şişenin, ince boyun kısmının ve opak kapağın tek başına ayırt edici bir karakter oluşturmadığını vurgulamıştır. Fakat geleneksel markalar ile kıyaslandığında üç boyutlu markalar bakımından ayırt edicilik değerlendirmesinin daha zorlu olduğunun unutulmaması gerektiği belirtilmiştir. Bu sebeple, ihtilafa konu şişenin yüzey deseni bakımından çarpıcı şekilde ayırt edici olduğu, hatta kaynak gösterme işlevine de hizmet edebileceği belirtilmiştir. Söz konusu yüzey desenlerinin teknik bir zorunluluk olmadığı açıklanmıştır.

Özellikle sunulan delillerde görülmektedir ki piyasadaki firmaların birçoğu içki şişeleri üzerinde kendine has yüzey desenlerini kullanmakta ve bu desenler ile tüketiciler nezdinde ticari bir bağ kurmaktadır. Dolayısıyla bu yüzey desenlerini alkollü içecek şişeleri bakımından “geleneksel” olarak kabul etmek yerinde olmayacaktır.

4- Son olarak İptal Birimi tarafından değerlendirilmemiş olan “şişenin yüzey deseninin markaya asli bir değer katıyor olması” sebebiyle reddedilmesine ilişkin argüman değerlendirilmiştir. Bu maddenin amacının, rakipler arasındaki rekabeti korumak ve kullanılan şekil/desen unsurları sebebiyle haksız bir yararın elde edilmesini engellemek olduğu vurgulanmıştır. Bu madde kapsamında bir değerlendirme yapabilmek için tüketicilerin, ürünü almaya iten unsurun ihtilaf konusu üç boyutlu marka/yüzey deseni olduğunun açık bir şekilde kanıtlanması gerekmektedir. Somut olayda, bu durum kanıtlanamamıştır.


Bu gerekçeler doğrultusunda, temyiz gerekçelerinin tamamı reddedilmiştir. Verilmiş olan karar incelendiğinde, yapılan incelemelerin geleneksel markalar bakımından yapılan ayırt edicilik ve tanımlayıcılık incelemelerinden genel anlamda farklılaşmadığı görülmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki üç boyutlu markalar bakımından herhangi bir grafik veya kelime unsurunun yokluğunda ortalama tüketicilerde şekillere veya ambalajlara bakarak ürünlerin menşei hakkında varsayımlarda bulunması olağan değildir; bu nedenle, üç boyutlu markalar ile ilgili olarak ayırt ediciliği tespit etmek, bir geleneksel markanın ayırt ediciliğini tespit etmekten daha zor olabilir. Bu gibi durumlarda, yalnızca sektörün norm veya geleneklerinden önemli ölçüde ayrılan ve dolayısıyla menşei gösterme temel işlevini yerine getiren bir işaretin ayırt edici bulunabileceğinin unutulmaması gerekir.

Cansu ÇATMA BİLEN

Ekim 2022

cansucatma1@gmail.com

TÜRKİYE’DE ALAN ADLARI UYUŞMAZLIKLARI ARTIK UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM HİZMET SAĞLAYICILAR ARACILIĞI İLE ÇÖZÜLECEK: YENİ SİSTEMİN WIPO NEZDİNDEKİ GÜNCEL BİR UYUŞMAZLIK ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ



Bilindiği üzere, son dönemlerde alan adı tahsisi ve alan adına dayalı itirazlar bakımından Türkiye’de birçok güncel gelişme gerçekleşti. Tr Ağ Bilgi Sistemi’nin (“TRABİS”) de devreye girmesiyle alan adlarının tahsisine, devrine ilişkin çeşitli kolaylıklar sağlandı. Söz konusu yeniliklerden birisi henüz bir örneği ile karşılaşmamakla birlikte alan adına ilişkin bir uyuşmazlık olduğunda, Uniform Domain Name Dispute Resolution Policy (“UDRP”) sistemine benzer şekilde düzenlenmiş olan İnternet Alan Adları Uyuşmazlık Çözüm Mekanizması Tebliği’nin uygulanacak olmasıdır. Bu doğrultuda Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (“WIPO”) tarafından verilmiş alan adı tahkimine ilişkin kararların, Türkiye’de de izlenmesinin planlanan prosedüre ışık tutacağı düşünülmektedir.

Bu doğrultuda, bu yazıda WIPO nezdinde incelenmiş olan alan adı uyuşmazlığına ilişkin bir kararın incelemesi gerçekleştirilmiş, TRABİS ile ön görülen uyuşmazlıkların Uyuşmazlık Çözüm Hizmet Sağlayıcı (“UÇHS”) aracılığıyla çözümüne ilişkin sistem ile paralellikler içermesi nedeniyle dikkate alınması gereken kriterler WIPO bakış açısıyla ele alınmıştır.

WIPO tarafından çözümlenen uyuşmazlığın ayrıntılarına girmeden önce TRABİS ile birlikte uygulamaya konan ve İnternet Alan Adları Uyuşmazlık Çözüm Mekanizması Tebliği’nde alan adının iptali için belirlenmiş olan şartlara değinmemiz yerinde olacaktır.

Bu şartlar UDRP ile paralel olarak İnternet Alan Adları Yönetmeliği’nde;

  1. İhtilaf konusu alan adının, sahip olunan ya da ticarette kullanılan marka, ticaret unvanı, işletme adı ya da diğer tanıtıcı işaretlerle benzer ya da aynı olması,
  2. Alan adını tahsis ettiren tarafın bu alan adı ile ilgili yasal bir hakkı ya da bağlantısının olmaması,
  3. Bu alan adının alan adı sahibi tarafından kötü niyetle tahsis ettirilmesi veya kullanılması

şeklinde belirlenmiştir.

Yine UDRP ile paralel şekilde üç şartın birlikte sağlandığının ispatı gerekmektedir. Bu sebeple, Türkiye’de ortaya çıkabilecek yeni uyuşmazlıkların çözümü için belirtilen kriterlerin çerçevesini belirleyebilmek adına WIPO tarafından verilmiş olan hakem kararları büyük önem arz edecektir.

İncelenen kararda, şikayetçi taraf ABG-Nine West, LLC (“şikayetçi”) şirketidir. Uyuşmazlığın konusunu oluşturan <ninewestisraelonline.com> alan adı 14 Nisan 2022 tarihinde Alibaba.com Singapore E-Commerce Private Limited (“alan adı sahibi”) adına kaydedilmiştir.

2 Ağustos 2022 tarihinde ABG-Nine West, LLC tarafından dosyalanan alan adı itirazı WIPO Tahkim ve Arabuluculuk Merkezi’ne (”WIPO”) iletilmiştir. WIPO tarafından yetkili kuruluşlar ile yapılan yazışmalar sonucunda alan adının kayıtlı olduğu şirket ve iletişim bilgileri itiraz sahibine iletilmiş ve şikayetçi, bu bilgilendirme doğrultusunda 5 Ağustos 2022 tarihinde itirazda değişiklik yapmıştır. WIPO tarafından gerçekleştirilen şekli inceleme akabinde, 10 Ağustos 2022 tarihinde, yapılmış olan itiraz alan adı sahibine bildirilmiş, 30 Ağustos 2022 tarihine kadar cevaplarını sunmaları için süre verilmiştir.

Fakat alan adı sahibinin belirlenen süreye kadar herhangi bir cevap vermediği görülmüştür. Takiben, 6 Eylül 2022 tarihinde uyuşmazlık tek bir panelist tarafından incelenmeye başlamıştır.

Yapılan inceleme doğrultusunda şikayetçinin gerekçeleri aşağıdaki gibidir:

  1. <ninewestisraelonline.com> alan adı incelendiğinde “Nine West” ibaresinin devamında kullanılan “Israel” ve “online” ibarelerinin hiçbir şekilde ayırt edici olmadığı vurgulanmıştır. Bu sebeple alan adının esas unsurunun da şikayetçiye ait, Dünyaca tanınan giyim-ayakkabı sektöründe tanınmış Nine West markası olduğu anlaşılmaktadır.
  2. Alan adı sahibinin “ninewestisraelonline” ibaresini kullanmak adına yasal bir dayanağının olmadığı belirtilmiştir. Yasal dayanak kavramını ayrıntılı bir şekilde açıklanarak, herhangi bir şekilde markanın ticari olarak kullanılmasına hukuki olarak izin verilmediği vurgulanmıştır.
  3. Kaldı ki alan adı sahibinin, uyuşmazlığa konu <ninewestisraelonline.com> alan adı üzerinden sahte ürünler satarak, yıllar boyunca şikayetçi tarafından elde edilmiş olan tanınmışlık üzerinden kötüniyetli bir şekilde haksız yarar sağladığı; satılan ürünler sebebiyle, markalarının sahip olduğu itibarın da zedelendiğini belirtilmiştir.

Alan adı sahibinin cevaplarını sunmaması sebebiyle Hakem tarafından şikayetçinin gerekçeleri kapsamında değerlendirme yapılmış ve aşağıda belirtilmiş olan kriterler kapsamında bir değerlendirme yapılacağı vurgulanmıştır. Bu kriterler yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıkladığımız ve İnternet Alan Adları Yönetmeliği’nde yer alan üç kriter ile paraleldir. Bu doğrultuda şikayetçi uyuşmazlığa konu alan adını kapattırmak ya da devir almak istiyorsa aşağıdaki üç şartın da varlığını birlikte kanıtlamak zorundadır.

  1. Şikayetçi, uyuşmazlığa konu alan adı ile kendisine ait markanın aynı ya da karıştırılmaya sebep olacak derecede benzer olduğunu ispat etmelidir.
  2. Alan adı sahibinin uyuşmazlığa konu alan adını kullanmakta yasal bir dayanağının olmadığı ispat edilmelidir.
  3. Alan adının kayıt altına alınmış ve kötüniyetli bir şekilde kullanılıyor olduğu ispat edilmelidir.

Yapılan incelemeler doğrultusunda, sırasıyla tüm koşullar bakımından değerlendirme yapılmıştır. Bu değerlendirmede şikayetçinin Nine West markalarının sahibi olduğunu kanıtladığı görülmüştür. UDRP Hakemleri tarafından kabul edilen çoğunluk görüşe göre; tescilli bir markanın, alan adlarına dahil edilerek kullanılması halinde karıştırılma ihtimali ortaya çıkmaktadır[1]. Bu doğrultuda uyuşmazlığa konu alan adına eklenmiş olan “Israel” ve “online” ibarelerinin, “Nine West” ibaresini, şikayetçiye ait markalardan farklılaştırmaya yetmediği kabul edilecektir[2].

İkinci olarak alan adı sahibinin alan adı kullanımını dayandırdığı bir hakkı ya da kullanıma gerekçe gösterilebilecek yasal bir menfaatinin bulunup bulunmadığı incelenmiştir. Somut olayda, alan adı sahibi tarafından itiraza karşı cevap verilmediğinden, yapılan inceleme şikayetçinin argümanları ile sınırlı tutulmuştur. Kaldı ki UDRP uyuşmazlıklarında yasal menfaat ya da bir hakka dayalı kullanımın olmadığının ispatı oldukça zor olduğundan, şikayetçilerin argümanları akabinde, alan adı sahiplerince aksinin ispatlanması gerekliliği kabul edilmiştir[3]. Uyuşmazlıkta şikayetçi, alan adı sahibinin yasal bir menfaati olmadığına veya bu kullanımın bir hakka dayanmadığına ilişkin iddialarda bulunmuştur. Bu iddialara göre, şikayetçi birçok Nine West markasının sahibidir ve şikayetçi ile alan adı sahibi arasında ise herhangi bir ticari veya iş ilişkisi bulunmamaktadır. Aksine, alan adının şikayetçinin ürünlerinin taklitlerini satmak için kullanıldığı vurgulanmış ve sahte ürün satışının kesinlikle meşru kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Alan adı sahibi iddialara karşı bir cevap vermediği için ikinci şart da sağlanmış kabul edilmiştir. Çünkü Nine West markasına “Israel” ve “online” gibi ibarelerin eklenmesi, tüketicilerin yanlışlıkla İsrail’de şikayetçiye bağlı bir web sitesinden mal ve hizmet aldıklarına inanmalarına, karıştırılma ihtimaline yol açacaktır.

Kötüniyet bakımından bir değerlendirme yapıldığında ise; ilk iki madde bakımından yapılan değerlendirmeler ve ortaya atılan iddialar bir bütün olarak ele alınmıştır. Sahte ürünlerin satışı için şikayetçi adına tescilli Nine West markalarına tali unsurlar eklenerek, bu markalar üzerinden kötüniyetli bir şekilde haksız bir kazanç elde edilmeye çalışıldığı görülmüştür. Uyuşmazlığa konu alan adının kullanımı sebebiyle şikayetçinin markalarının itibarları zedelenebilecektir. Kaldı ki uyuşmazlığa konu alan adı sahte ürün satmak için kullanılmamış olsa bile, kullanım amacı ve oluşturuluş tarzı dikkate alınarak, alan adı sahibinin kasıtlı olarak, haksız bir kazanç elde etmek ve tüketicileri yanıltarak kendi web sitesine çekmeye ve karıştırılma ihtimaline sebep olmaya teşebbüs ettiği düşünülmektedir.

Bu doğrultuda, üç şartın birlikte var olduğu kabul edilmiş, uyuşmazlığa konu alan adının şikayetçiye devrine karar verilmiştir.

Yapılan incelemeler değerlendirildiğinde, UDRP’nin 4(a)i değerlendirmesinin markalar arasındaki karıştırılma ihtimali değerlendirmesine benzediği, asli unsurun belirlenmesi akabinde, karıştırılma ihtimaline ilişkin incelemenin Türkiye’de de İnternet Alan Adları Yönetmeliği’nin 25. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yapılacak değerlendirme ile benzer olacağı düşünülmektedir. Bu noktada; değerlendirmeyi yapacak hakem/hakemlerin marka hukuku açısından 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (“SMK”) ilgili hükümleri ve karıştırılma ihtimalinin varlığına ilişkin güncel yargı kararları ile Türk Patent ve Marka Kurumunun içtihatları doğrultusunda karar verebilecek yetkinliğe sahip olması gerekecektir. Çünkü yapılacak değerlendirmelerin SMK ile getirilen değerlendirme esaslarından farklı sonuçlar doğurması Türk Hukuku’ndaki yeknesaklık açısından da risk oluşturabilecektir.

UDRP’nin 4(a)ii değerlendirmesinin ise İnternet Alan Adları Yönetmeliği’nin 25. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde ele alındığı görülmektedir. Yasal menfaatin ya da meşru bir dayanağa ilişkin iddiaların şikayetçi tarafından öne sürülmesi akabinde “aksinin ispatının alan adı sahibi tarafından ispatlanması” yönteminin Türkiye’de de kabul edilmesi yerinde olacaktır. WIPO kararlarında da belirtildiği üzere bu maddenin ispatı oldukça zordur ve ispat yükünün yer değiştiriyor olması faydalı olacaktır. Söz konusu husus, ispat yükünün yer değiştirdiği genel bir kural olarak yorumlanacağı gibi, WIPO tarafından oluşturulan içtihadın kararlarda kural olarak uygulanması şeklinde de yorumlanabilir. Somut olayların şartları incelendiğinde de “şikayetçinin iddialarının aksinin ispatı”, belirtilen koşulun incelenmesini kolaylaştıracaktır.

Son olarak, özellikle kötüniyetin, UDRP’nin 4(a)iii maddesine paralel olarak İnternet Alan Adları Yönetmeliği’nin 25. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde sayılmasının, kapsam bakımından yasal düzenlemelerde tanımlanmamış olması eleştirilebilecektir. Çünkü, kötüniyetin, Türkiye koşullarında gerek Mahkemeler gerek Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde oldukça katı ve somut deliller ile kanıtlanabildiği göz önünde bulundurulduğunda, UÇHS’ler aracılığıyla hakemler tarafından yapılacak olan değerlendirmelerde, kötüniyetin tanımının, doktrinsel olarak mı yoksa verilen kararlar doğrultusunda içtihatlar ile mi şekilleneceğinin bilinmiyor olması, ispata ilişkin belirsizliklerin, alan adı uyuşmazlıkları bakımından da devam etmesine sebep olabilecektir.

Cansu ÇATMA BİLEN

Ekim 2022

cansucatma1@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Bkz. Uniroyal Engineered Products, Inc. v. Nauga Network Services, WIPO Case No. D2000-0503; Thaigem Global Marketing Limited v. Sanchai Aree, WIPO Case No. D2002-0358; and F. Hoffmann-La Roche AG v. Relish Entreprises, WIPO Case No. D2007-1629

[2] Bkz. Section 1.8 of the WIPO Overview of WIPO Panel Views on Selected UDRP Questions, Third Edition, “WIPO Overview 3.0”

[3] Do The Hustle, LLC v. Tropic Web, WIPO Case No. D2000-0624, https://www.wipo.int/amc/en/domains/decisions/html/2000/d2000-0624.html, Erişim Tarihi 28.09.2022.

Eski Bir Markayı Canlandırmak: Saygı Gösterme Şekli Mi, Yoksa Kötüniyet Belirtisi Mi?


Tek bir cümle: “Kötüniyetle yapılan marka başvuruları itiraz üzerine reddedilir.”. Eminiz ki, bu cümle marka hukuku alanında çalışan herkesin yoluna çıkmıştır. Hatta varlığını kanıtlatmak için ne makaleler ne kararlar inceletmiştir!

Kötüniyet kimi zaman siyahla beyaz kadar net, kimi zaman ise marka hukukunun en gri alanlarından biri. Bu yazımız ile ele aldığımız 6 Temmuz 2022 tarihli Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin T-250/21, EU:T:2022:430, Ladislav Zdút / EUIPO – Isabel Nehera, Jean-Henri Nehera et Natacha Sehnal (NEHERA) kararı da kötüniyetin gri derinliklerine dalarak konuyu ilginç bir açıdan mercek altına alıyor.

Olayın Geçmişi

Her şey 2013 yılında Ladislav Zdút’un “Nehera” markasının Avrupa Birliği Markası olarak tescili için 18, 24 ve 25. sınıflarda başvuru yapmasıyla ve markanın 2014 yılında tescil edilmesiyle başlamıştır.



2019 yılında, Jan Nehera’nın torunları tarafından markanın kapsamındaki tüm mallar bakımından hükümsüzlüğü talep edilmiştir. Hükümsüzlük talebi başvurunun kötüniyetli olarak yapılmasına dayandırılarak, Jan Nehera’nın “Nehera” markasını Çekoslovakya’da 1930’lu yıllarda kullanmaya başladığı, Çekoslovakya’da tescil ettirdiği ve markayı giyim/moda sektöründe tanınmış hale getirdiği iddia edilmiştir.

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) İptal Birimi hükümsüzlük talebini reddederken, EUIPO Temyiz Kurulu (“Kurul”), Jan Nehera tarafından Çekoslovakya’da tescil edilen “Nehera” markasının tanınmış olduğunu ve 1930’larda ciddi olarak kullanıldığını tespit etmiştir. Ayrıca Kurul, başvurucu Ladislav Zdút’un hem Jan Nehera’dan hem de belli bir tanınmışlığa ulaşan markasından haber olduğuna dikkat çekerek, Ladislav Zdút’un Jan Nehera ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği “Nehera” markası arasında bir bağlantı kurmaya çalıştığına ve hem Jan Nehera’nın hem de markasının tanınmışlığından haksız bir yarar sağlama amacı (“free-riding”) güttüğüne kanaat getirerek, başvurunun kötüniyetli olması sebebiyle hükümsüzlük talebini kabul etmiştir. 

Bu karar üzerine Ladislav Zdút, başvuruyu yaptığı tarihte Jan Nehera’nın Çekoslovakya’daki markasının hala tescilli ve kullanımda olduğunun ispat edilmediğini, Jan Nehera’nın ve markasının hala tanınmış olduğunun ispat edilmediğini belirterek başvurusunun kötüniyetli kabul edilemeyeceğini iddia etmiştir ve konuyu Genel Mahkeme’nin (“Mahkeme”) önüne getirmiştir.

Genel Mahkeme’nin İncelemesi

Mahkeme, somut olaya özgü koşullara geçmeden önce, yerleşmiş içtihatlara dayanarak kötüniyetin varlığını değerlendirmek için dört maddeden oluşan bir listeye yer vermiştir:

  • Kötü niyet, dürüst olmayan düşünce veya niyetin varlığını gerektirir.
  • Her ne kadar kötüniyet başvurucunun subjektif niyetine atıfta bulunsa da somut olayın tüm koşulları dikkate alınarak objektif bir değerlendirme yapılmalıdır.
  • Başvurucunun kötüniyetinin önceki bir markanın tanınmışlığından haksız yarar sağlama amacına dayandırıldığı durumlarda, önceki markanın tanınmışlığı ve sağlanan haksız yararı değerlendirmek için, markanın hitap ettiği tüketici kesimi dikkate alınmalıdır.
  • Kötüniyetin varlığının kabulü için şartların oluştuğunu ispatlama yükümlülüğü, iddia eden tarafa aittir.

Mahkeme, yukarıda kısaca özetlediğimiz kriterlerden sonra Kurul kararının gerekçesini hatırlatmış ve tartışılması gereken konunun özünü ortaya koymuştur:

Ladislav Zdút, marka başvurusunu yaparken, Jan Nehera ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği Nehera markasının tanınmışlığından haksız fayda sağlama amacı (“free-riding”) gütmüş müdür?

Mahkeme, bu soruya cevap vermek için somut olaya özgü vakıaların; olayın tarihsel boyutunun; Jan Nehera’nın ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği Nehera markasının hukuki koruma, tanınmışlık ve gerçek kullanım derecesinin ve başvuru sahibinin tüm bu faktörler hususundaki bilgi seviyesinin dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu faktörleri tek tek değerlendirmeden önce ise ilgili tüketici kesiminin Avrupa Birliği (“AB”) genel kamuoyu olduğunu belirtmiştir.

Gelelim Genel Mahkeme’nin bu faktörler için yaptığı değerlendirmelere:

Vakıalar ve Tarihsel Boyut

Jan Nehera’nın moda sektöründe faaliyet gösteren bir iş adamı olup, 1930’ların başında soyadına atfen Nehera markasını kurmuştur. Nehera markası, Çekoslovakya ve dışında başarılı olmuştur.  Ancak 2. Dünya Savaşı sırasında Alman işgalinden sonra “Nehera” markası altında sürdürülen faaliyetler Çekoslovak Hükümeti’ne devredilince, markaya ilişkin faaliyetler durdurulmuştur.

Jan Nehera, Çekoslovakya nezdinde, 1936 yılında “Nehera” markasını tescil ettirmiştir. Jan Nehera bu markayı 1930-40’larda Çekoslovakya ve dışında ve ayrıca göç ettiği Fas’ta sürdürdüğü faaliyetlerinde 1950’lere kadar kullanmıştır.

2006 yılında, reklam ve pazarlama alanında faaliyet gösteren ve Nehera ailesiyle hiçbir bağı bulunmayan Slovak iş adamı Ladislav Zdút, öncelikle Çek Cumhuriyeti’nde “Nehera” markasını tescil ettirdikten sonra, 2013 yılında AB marka başvurusunda bulunmuştur ve markayı tescil ettirmiştir.

  • Jan Nehera’nın adı ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği markasının hukuki koruma kapsamı

Ladislav Zdút AB marka başvurusunu yaptığı sırada, Jan Nehera’nın Çekoslovakya nezdinde tescil ettirdiği markasının hala tescilli olduğu bilgisine yer verilmemiştir. Aksine, EUIPO Jan Nehera’nın markasının 1946 yılında korumasının düştüğünü kabul etmiştir. Jan Nehera’nın adının başvuru yapıldığı sırada özel bir hukuki korumaya sahip olduğuna yönelik de bir bilgi ve iddia bulunmamaktadır.

  • Jan Nehera’nın adı ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği markasının kullanımı

Jan Nehera’nın Çekoslovakya nezdinde tescil ettirdiği markasının ve adının, Ladislav Zdút AB marka başvurusunu yaptığı sırada (2013) kullanılmaya devam ettiğine yönelik bir bilgi ve iddia bulunmamaktadır.

  • Jan Nehera’nın adı ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği markasının tanınmışlığı

Kurul, Jan Nehera’nın “ünlü biri” olduğunu ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği markasının hala belli bir tanınmışlığa sahip olduğunu, tarihsel bir değeri bulunduğunu kabul etmiştir. Taraflar, Jan Nehera’nın adı ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği markasının 1930-40’lı yıllarda en azından belli bir derecede tanınmış olduğu konusunda hemfikirdir. Ancak, önemli olan bu tanınmışlığın Ladislav Zdút’un başvuru yaptığı zamanda da devam edip etmediğidir. Jan Nehera’nın adı ve markasının tanınmışlığının 2013 yılında sürüyor olduğu ispatlanamamıştır. Dolayısıyla Kurul’un değerlendirmesi hatalıdır.

  • Ladislav Zdút’un Jan Nehera’nın adı ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği markasının varlığı ve tanınmışlığı hakkındaki bilgi seviyesi

Ladislav Zdút’un kadın giyim sektöründe kullanmak üzere eski, kullanılmayan ve unutulmuş bir marka arayışında olduğu, nihayetinde Çekoslovak tekstil sektörünün 1930’lardaki başarılı günlerine ve özellikle bu başarılı günlerin bir sembolü olarak Jan Nehera’ya saygılarını sunmak adına “Nehera” adında karar kıldığı anlaşılmaktadır.

Genel değerlendirme

Önceki markanın tanınmışlığından haksız yararlanma (“free-riding”) durumunun ortaya çıkması için, önceki markanın tanınmışlığının devam ediyor olması gerekir. Ladislav Zdút başvuru yaptığı sırada Jan Nehera’nın adı ve Çekoslovakya’da tescil ettirdiği markasının tanınmışlığının devam etmediği açık olduğundan, Zdút’un başvurusu haksız yararlanma faaliyeti kapsamında değerlendirilemez. Zdút’, Jan Nehera’nın geçmişte aynı sektörde faaliyet gösterdiğini ve “Nehera” markasını kullandığının bilincinde olsa da, bu durum tek başına Zdút’un kötüniyetini ortaya koymak için yeterli değildir.

Her ne kadar Zdút, pazarlama stratejisi kapsamında Jan Nehera’ya ve markasına yer verse de, bu markanın “yeniden canlandırıldığı”, “diriltildiği” açıkça belirtilmiştir. Kaldı ki, başvurunun yapıldığı 2013 yılında Jan Nehera ve markası ilgili tüketici kesimi tarafından tamamen unutulmuştur. Zdút, Nehera markasını canlandırmak için göz ardı edilemeyecek efor, zaman ve para harcamıştır. Zdút’un bu faaliyetleri dürüstlük kuralına aykırı değildir.

Zdút, Jan Nehera ile aile bağı bulunduğunu ve onun halefi konumunda bulunduğunu hiçbir zaman iddia etmemiştir. Aksine, 1930’lardan sonra kaybolan markayı canlandırdığını belirterek, Jan Nehera ve kendi faaliyetleri arasında bir devamlılık olmadığını ortaya koymuştur.

Kaldı ki, Jan Nehera adı ve markası Zdút başvuruyu yaptığı esnada hiçbir hukuki korumaya sahip değildir. Bu nedenle Jan Nehera’nın haleflerine ait hakların gasp edilmesi gibi bir sonuç da ortaya çıkamayacaktır.

Tüm bu hususlar dikkate alındığında, Zdút’un başvuruyu yaparken dürüst olmayan saikle hareket ettiği, Jan Nehera’nın ve markasının tanınmışlığından haksız fayda sağlamak amacı taşıdığı ispat edilemediğinden, Zdút’un başvurusunun kabulü ile Kurul kararının iptali gerekmektedir. 

Yorum

Yukarıda özetlediğimiz “Nehera” kararı ile “Free-riding” olarak adlandırılan haksız fayda sağlama ve geçmiş markalarının başarılarına referans gösterme kavramları arasında çok ince bir çizgi bulunduğunu görüyoruz. “Bağlantı kurma” halinin illaki kötüniyet göstergesi olmayacağını ve kötü niyet taşımadan da eskiden tanınmış markalara selam verip yeni bir marka kurmanın mümkün olduğunu anlıyoruz. Bu karar ayrıca kötüniyetin etraflıca değerlendirilmesi gereken bir kavram olduğunu ve geniş yorumlanmaması gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor.

Güldeniz DOĞAN ALKAN

guldenizdogan@hotmail.com

Ayşenur ÇITAK BOZDAĞ

aysenurcitak@gmail.com

Eylül 2022

AVRUPA BİRLİĞİ FİKRİ MÜLKİYET OFİSİ EUIPO’NUN “OTANTİKLİK” PROJESİ

Avrupa Birliği (AB) nezdinde yapılan araştırmalara göre sahte ve korsan mallar; AB ekonomisinin kilit sektörlerinde yılda 83 milyar Euro’dan fazla gelir kaybına ve 670.000 iş kaybına neden olurken, AB genelinde hükümetlere 15 milyar Euro’ya kadar kamu gelirine de mal olmakta.

Bu mallar aynı zamanda, bir taraftan çevreye zarar veriyor diğer taraftan tüketicilerin sağlığını ve güvenliğini tehlikeye atabiliyor. Ayrıca kara para aklama, dolandırıcılık, siber suçlar, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı gibi diğer suç faaliyetlerini desteklediği için kurbansız suç olarak da sayılmıyor.

Bedeli bu denli ağır olan taklit ile mücadeleye yardımcı olmak için AB’nin ulusal ve bölgesel fikri mülkiyet ofislerini, belediyeleri ve yerel kuruluşları bir araya getirip güçlendirmeyi amaçlayan bir proje, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (European Union Intellectual Property Office) EUIPO tarafından AB İş Birliği Faaliyetleri ve 2025 yılı Stratejik Planı çerçevesinde başlatılmıştı.

Proje; en etkin mücadelenin ilgili kurum, kuruluş ve tüketicilerle birlikte ve yerel düzeyde verilmesi gerektiği temeline dayanıyor. Bu kapsamda EUIPO; her biri ulusal marka birliği olan İspanya’dan ANDEMA, Fransa’dan UNIFAB ve İtalya’dan INDICAM ile birlikte hareket ederek Sertifikalı Otantik Şehirler AB Ağını (European Network of Certified Authenticities) kurdu.

Pilot aşamada Fransa’dan Paris, İtalya’dan Roma, Ravenna ve Cervia, İspanya’dan Alicante ve Malaga şehirlerine “otantiklik (authenticity)” unvanı verildi. Peki “otantiklik” ne anlama geliyor ve bu unvan nasıl kazanılıyor?

Taklitle mücadelede kararlı olan AB içindeki herhangi bir fikri mülkiyet ofisi, ilgisini EUIPO’ya bildiriyor. Söz konusu fikri mülkiyet ofisi ve konuyla ilgilenen belediye arasındaki taahhüt, bir mutabakat zaptı ile resmileştiriliyor. Daha sonra yerel makamlar ve paydaş kuruluşlar güçlerini birleştirerek Proje amacına uygun olarak başarılı uygulamaların da paylaşıldığı bir dizi medya etkinlikleri, bilinçlendirme kampanyaları ve farklı hedef kitlelere göre özel tasarlanmış eğitim faaliyetleri yürütüyor. Bu faaliyetlerin yürütüldüğü şehirler de “otantiklik” sertifikasını elde ediyor.

Mevcut durumda, fikri mülkiyet sistemini güçlendirme çabası göstererek otantiklik sisteminin bir parçası haline gelen 6 tane AB şehri var: Yunanistan’da Selanik ve Mikanos, Bulgaristan’da Filibe ve Sofya, Slovakya’da Banska Bystrica ve İspanya’da Madrid.

Sisteme dahil olan belediyelere ve diğer paydaşlara, Proje kapsamında yürütülecek etkinlikleri tasarlamak ve uygulamada kullanmak üzere birçok kaynak sunulmuş durumda. Bu kaynaklar, esasen EUIPO’nun internet sitesinde yer alan kapsamlı çalışmalara dayanmakta olup aşağıda özetliyoruz.

  • Fikri mülkiyet ile ilgili araştırma ve veriler: Bu kısımdaki çalışmalar; fikri mülkiyetin ekonomiye ve istihdam yaratmaya katkısı, özellikle gençler ve işletmeler olmak üzere toplum tarafından nasıl algılandığı ve ihlalinin yol açtığı zarar üçlemesine odaklanıyor.
  • AB Gözlemevi (Observatory) yayınları: AB Gözlemevi ve ortakları tarafından yürütülen tüm çalışmalar; ekonomik çalışmaları, pazar araştırması analizlerini ve ihlale ilişkin çok yönlü değerlendirmeleri içeriyor.
  • Diğer yayınlar: AB Gözlemevinin kamu ve özel sektör ortaklarından fikri mülkiyetle ilgili çok çeşitli konulardaki yayınlar da dahil olmak üzere araştırma ve yayın kataloğu bulunuyor.
  • AB’de fikri mülkiyet: Bu kısımda yer alan AB haritasının üzerinde AB üyesi ülkelere tıklandığında, ilgili ülkeye ait ilgi çekici fikri mülkiyet verilerine ulaşılıyor.
  • AB Fikri Mülkiyet Ağı (European Union Intellectual Property Network) EUIPN: Marka ve tasarımlarla ilgili sınıflandırma, arama motorları vb birçok alana ilişkin uygulamaları içeren araçtır.     
  • Güçlendirilmiş Fikirler (Ideas Powered) Girişimi: Bu girişimin esas hedef kitlesi, AB’li gençlerdir. Doğrudan gençlik etkinliklerinde veya sosyal medya üzerinden fikri mülkiyetin hayatlarını nasıl etkilediği, yaratıcılıklarını, yenilikleri ve girişimciliklerini artırmak için nasıl kullanılabilecekleri konularında bilgi veriliyor.
  • Güçlendirilmiş Fikirler Okulda (Ideas Powered@School) Girişimi: 2018 yılında AB Eğitim Konseyi, fikri mülkiyet konularının, AB’nin tüm eğitim sistemi içinde yer almasına ilişkin tavsiyelerde bulunarak EUIPO’nun bu alandaki çalışmalarını uygun bulmuştur.  EUIPO, Konseyin tavsiyelerinin ulusal düzeyde eyleme dönüştürülmesine yardımcı olmak amacıyla ulusal fikri mülkiyet ofisleri ve milli eğitim bakanlıklarıyla yakın iş birliği içinde olup Eğitim Ağında Fikri Mülkiyet (IP in Education Network) Portalını oluşturmuştur. Tüm AB’yi kapsayan Eğitim Ağı, düzenli toplantılar yaparak fikri mülkiyet bilincini okul sınıflarına taşımakta ve hazırlanan eğitim materyallerine Portalda yer vermektedir.
  • İş İçin Güçlendirilmiş Fikirler (Ideas Powered for Business) Girişimi: EUIPO, AB’deki küçük ve orta ölçekli işletmelere (KOBİ’lere) marka ve tasarım tescillerini yaptırmaları ile genel fikri mülkiyet konularında bilgi verme desteği sağlıyor. Bu girişimin bir parçası olarak ayrıca; marka ve tasarım başvuru ücretlerinin geri ödemesi ile araştırma hizmetlerinin desteklenmesi için AB Komisyonu ve üye ülkelerin fikri mülkiyet ofislerinin iş birliğinde 20 milyon Euro’luk bir KOBİ Fonu oluşturulmuş. Fon, işletme başına en fazla 1500 Euro’ya kadar destek sağlıyor.
  • Fikri Mülkiyet Uygulama Portalı IPEP (IP Enforcement Portal): Kullanıcı dostu, etkileşimli ve güvenilir olma prensipleri göz önünde bulundurularak hazırlanan Portal; hak sahipleri ve yasal temsilcileri, AB icra makamları (gümrük ve polis), AB Komisyonu ve dünya çapındaki AB delegasyonları arasında güvenli bir iletişim aracı. Çok dilli ve ücretsiz olan IPEP, AB Fikri Mülkiyet Hakları İhlallerine İlişkin Gözlemevi tarafından ve 386/2012 sayılı AB Tüzüğü kapsamındaki yetkinin bir parçası olarak oluşturulmuş. AB’li hak sahipleri; ürünlerine ve fikri mülkiyet haklarına ilişkin verileri paylaşarak; üçüncü ülkelerdeki haklarının ihlal edildiğini AB Komisyonunun Ticaret Genel Müdürlüğüne raporlayarak ve gümrüklerde Eylem Başvurularını (Application for Action – AFA) elektronik olarak yaparak IPEP vasıtasıyla ürünlerini ve haklarını korumak için girişimde bulunabiliyor.

Gonca ILICALI

Ekim 2022


Kaynaklar: