Ay: Ağustos 2015

Avrupa’da Markaların Kullanılmamasından ve Mal ve Hizmet Listelerinin Genişliğinden Kaynaklanan Sorunlar – Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi Raporu

cluttering

Kullanılmayan veya kullanılması olası olmayan mal ve/veya hizmetler için marka tescil ettirmek suretiyle, marka sicilini kullanılmayan mal ve hizmetlerle dolu bir çöplüğe dönüştürme pratiği ülkemizde yerleşik hale gelmiştir. Bu tip kullanılmayan markalar, sonraki dönemlerde iyi niyetli üçüncü kişilerin yeni marka tescil başvurularının reddedilmesine gerekçe teşkil ederek, ilana itirazlara gerekçe gösterilip gereksiz iş hacmi yaratarak ve kullanılmama nedeniyle hükümsüzlük davalarına konu olup mahkemelerin iş yükünü artırarak, her aşamada sorunlara ve verim kaybına neden olmaktadır.

Kullanılmayan mal ve hizmetlerin tescili sonrasında yaşanan problemler, sadece Türkiye’ye özgü değildir. Problem Avrupa’da da yaşanmaktadır ve sorunun nedenlerinin tespitinin yanısıra, çözüm olarak geliştirilecek stratejiler de tartışılmaktadır. Problemin en net biçimde tanımlandığı ve tartışıldığı sayısal verilere dayalı rapor, 25 Ağustos 2015 tarihinde Birleşik Krallık Fikri Mülkiyet Ofisi (UKIPO) tarafından yayınlanmıştır. “Avrupa’da Markaların Yığılması ve Kullanılmaması (Cluttering and Non-use of Trade Marks in Europe)” başlığını taşıyan rapora https://www.gov.uk/government/uploads/system/uploads/attachment_data/file/455252/TM-cluttering-report.pdf bağlantısından erişim mümkündür. UKIPO raporu, Georg von Graevenitz, Richard Ashmead ve Christine Greenhalgh isimli alan uzmanlarına (akademisyen ve marka vekili) hazırlatmıştır. Soruna ilişkin nedenlerin, yasal çerçevenin, niceliksel – niteliksel verilerin ve tespitlerin ve vekil görüşlerinin yer aldığı rapor kanaatimizce örnek bir çalışma niteliğindedir ve dikkatle değerlendirilmesi yerinde olacaktır.

Raporda yer alan tespitleri ve sonuçları burada özetlemek yerine raporu öncelikle okuyucularımızın inceleyip değerlendirmesini tercih ediyor ve ulaştıkları sonuçları zihinlerinde Türkiye’ye de uyarlamalarını umuyoruz.

Ülkemizde, aynı problemin dramatik boyutlara ulaştığı ve marka incelemesinin büyük oranda, “hiç kullanılmayacak malları / hizmetleri içeren markalara karşı, hiç kullanılmayan malları / hizmetleri içeren markalarca yapılan itirazları değerlendirme” şeklinde bir hayali oyununa dönüşmekte olduğu ortadadır. Bu haliyle, 12. sınıf için marka tescil başvurusu yapan her başvuru sahibinin hava taşıtlarını, trenleri, 9. sınıfta başvuru yapan her kişinin bilgisayarları tescil ettirdiği, ancak gerçek yaşamda böyle markaların var olmadığı ülkemizde, konu hakkında bazı tedbirlerin alınması gerektiği açıktır. Şöyle ki, vardığımız noktada fantezi dünyalarda geçen TV dizilerinin gerçeklikle bağlantısı, Türkiye’deki marka tescil başvurularının mal listesi kapsamlarının gerçeklikle bağlantısıyla neredeyse eşit durumdadır.

Gerçeklikle bağlantısını yitirmiş temsili marka uzmanı.
Gerçeklikle bağlantısını yitirmiş temsili marka uzmanı.

 

Marka tescil başvurusu hazırlayıp müşterilerini yönlendiren marka vekili ve avukat okuyucularımızın konuyu gerçeklik ve gerçekçi kullanım niyeti perspektiflerinden değerlendirip, aşağıda yorumlar bölümünde görüşlerini paylaşmalarından IPR Gezgini memnuniyet duyacaktır.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

 

ABD Federal Temyiz Mahkemesi 19 Ağustos 2015 Tarihli Kararında Jack Wolfskin’in Pençe İzi Markasını Tartışıyor.

Ayırt ediciliği düşük, zayıf markaların koruma kapsamının diğer markalara göre daha dar olması gerektiği konusu, ülkemizde de son birkaç yıldır tartışılan konulardan birisidir. Bu yazı konusu ABD Federal Temyiz Mahkemesi 19 Ağustos 2015 tarihli kararında, Jack Wolfskin firmasının pençe izi başvurusunu “zayıf marka” olarak kabul etmiştir. Bu kararda Mahkeme; bir yandan pençe izini zayıf marka olarak belirlerken, bir yandan da sektörde pek çok pençe izi markası kullanıldığından tüketicilerin bu markaları birbirinden ayırt etme kabiliyetine sahip oldukları, bu nedenle pençe izi üzerinden yapılan benzerlik değerlendirmesi sonucunda karıştırılma ihtimali olmadığına hükmetmiştir.  Kararın, bir markanın zayıf marka olarak belirlenmesi hususunda ABD Mahkemesi’nin bakış açısını yansıtması anlamında ilginç olduğu kanaatindeyim.

Kararın İngilizce metnine http://www.cafc.uscourts.gov/sites/default/files/opinions-orders/14-1789.Opinion.8-17-2015.1.PDF bağlantısından ulaşabilirsiniz.

Dosyanın, Federal Temyiz Mahkemesi önüne gelmeden önceki aşamaları şu şekildedir:

  • 10 Eylül 2009 tarihinde Jack Wolfskin Ausrustung Fur Draussen GmbH & Co. KGAA (“Jack Wolfskin”) şirketi ABD Patent ve Marka Ofisi’ne (“USTPO“) pençe izi logosundan oluşan

Wolfskin_resim

markasının tescili için başvuruda bulunmuştur. Başvuru 9, 18, 22 ve 25. sınıftaki mallar için yapılmıştır.

  • New Millennium Sports, S.L.U. (“New Millennium”) başvuruya, adına daha önceden 4 Ekim 1994 tarihinde aynı sınıftaki mallar için tescilli

kelme_resim1

markasını dayanak göstererek, 25. sınıftaki mallar için karıştırılma ihtimali nedeniyle itiraz etmiştir.

  • Wolfskin buna karşılık, New Millennium tescilli markasının kullanılmadığı iddiası ile markanın iptalini talep etmiştir.
  • USTPO verdiği kararda, New Millennium’un itirazını kabul etmiş ve karıştırılma ihtimali iddiasını mevcut gördüğünden Wolfskin’in başvurusunu reddetmiştir. Diğer yandan ise New Millennium’un itiraz dayanağı tescilli markasını aralıksız ve markada esaslı değişiklik yapmadan kullandığını tespit ettiğinden, Wolfskin’in yaptığı marka iptal talebini reddetmiştir.

USTPO kararının iptali için Wolfskin, Federal Temyiz Mahkemesi’nde dava açmıştır.

Temyiz Mahkemesi öncelikle, Wolfskin’in marka iptal talebini değerlendirmiştir. Wolfskin’in iddiasına göre New Millennium, tescilli markasını tescil edildiği şekilden farklı olarak modifiye ederek, modern versiyonda kullanmıştır. Bu nedenle markanın iptali gerekmektedir. New Millennium bu iddiaya itiraz etmeyerek, markayı 2004 yılından bu yana tescil edildiği şekilde kullanmadığını kabul etmiştir. Ancak New Millennium, markanın iki versiyonu arasında, yani tescil edildiği versiyon ile kullanıldığı modernize versiyon arasında, çok ufak farklılık olduğu şeklinde savunma yapmıştır.

Mahkeme, somut olayda uygulamada “tacking” olarak adlandırılan durumun mevcut olduğunu, bu duruma göre marka sahipleri bazen markalarının tescil edildiği şekilden farklı olarak modern/modifiye edilmiş versiyonda kullanmayı tercih edebildikleri tespitini yapmıştır. “Tacking” yapılması durumunda söz konusu olan değişiklik, marka sahibinin ya bir iptal davası ile ya da öncelik hakkının kullanımının engellenmesi ile karşılaşmasına neden olabilir. Mahkeme’ye göre bu durumlarda marka sahibi modern versiyon üzerinde de tescilli markadan dolayı sahip olduğu hakları muhafaza etmektedir. Zira bu halde, iki markanın “tüketiciler üzerinde aynı ve devam eden ticari etkiyi” yarattığından yasal olarak eşit olduğu; modifiye edilmiş/modernize versiyonun eski tescilli halinden “esaslı” bir farklılık taşımadığı, ayırt edici karakterini değiştirmediği ve marka sahibinin esasen halen eski markayı kullanmaya devam ettiği kabul edilmiştir.

Mahkeme, iki marka kullanımı arasında esaslı değişiklik olup olmadığının tespitinde, bu markaların “tüketiciler üzerinde aynı ticari etkiyi yaratıp yaratmadığı” sorusuna işaret etmiştir. Şayet yapılan esaslı değişiklik, yeni bir marka yaratmıyorsa ya da tüketiciler üzerindeki temel ve bütünsel ticari etkiyi değiştirmiyorsa marka iptali için bir neden bulunmadığı kabul edilir.

Mahkeme bu bilgiler ışığında New Millennium’un markasını incelemeye geçmiştir. New Millennium tescilli markası, solda KELME sağda ise pençe izinden oluşan bileşik bir markadır.  kelme_resim1

Yukarıda belirtildiği üzere New Millennium 2004 yılından bu yana markayı bu haliyle kullanmadığını kabul etmiştir.

2004 yılından bu yana New Millennium markayı aşağıdaki gibi modifiye ederek kullanmıştır.

kelme_resim2

Görüldüğü üzere markalardaki kelime ve şekil ana unsurları değişmemiştir. Değişiklik sadece KELME kelimesinin yazım karakterine ve pençe izinin karakterize ediliş tarzına ilişkindir. Bu nedenle Mahkeme USTPO’nun değişikliğin çok ufak olduğuna, bu değişikliklerin tüketiciler üzerindeki temel ticari etkiyi etkilemediğine ilişkin tespitlerine katılmıştır.

Wolfskin’in pençeye tırnakların eklenmesinin şekli değiştirdiği iddiası ise, bu tırnakların mevcut şeklin çok küçük bir parçası olması, şekli değiştirmemesi ve tırnakların genellikle pençeye eşlik edebileceğine yönelik genel kanı sebebiyle kabul edilmemiştir. Diğer yandan KELME kelimesinin yazım şeklinin değiştirilmesinin de tüketiciler üzerindeki ticari etkiyi etkilemeyeceği tespit edilmiştir. Tüm bu nedenlerle New Millennium markasının iptal edilmesi için yeterli neden bulunmadığına ve USTPO kararının bu kısmını yerinde olduğuna hükmedilmiştir.

Mahkeme bir sonraki aşamada New Millennium’un itirazı üzerine verilen karıştırılma ihtimali kararının değerlendirmesine geçmiştir. USTPO’ya göre iki marka arasında, içerdikleri mallar, dağıtım kanalları, tüketicileri, satış/sunuluş koşulları açısından benzerlik olduğundan karıştırılma ihtimali mevcuttur. Ancak Wolfskin temyiz başvurusunda, USTPO’nun karıştırılma ihtimali sonucuna yanlış şekilde vardığını; iki önemli hususun ispatının göz ardı ettiğini iddia etmiştir. Buna göre;  (1) markalar arasındaki benzerlik ve (2) piyasada benzer şekil ve içerikte üçüncü kişiler tarafından kullanılan benzer markalar hususları dikkate alınmamıştır. Mahkeme bu iki husus açısından somut olayı tekrar ele almıştır.

Mahkeme’ye göre benzerlik değerlendirmesinde iki marka arasındaki bütünsel anlamda görsel, işitsel, anlam benzerlikleri ile bu benzerliklerin tüketiciler üzerindeki ticari etkisi dikkate alınmalıdır. Bu değerlendirme mutlaka “bütünsel” olarak yapılmalı, bileşik markada markanın ayrıntıları üzerinden değerlendirme yapılmamalıdır.  Mahkeme, daha önceki kararlarına işaret ederek bileşik markalarda kelime unsurunun marka işlevini yerine getirme yani markanın içerdiği malın veya hizmetin hangi işletmeden kaynaklandığını gösterme işlevi açısından daha ön planda olduğunu hatırlatmıştır. Genel prensip bu olmakla beraber, elbette her somut olay kendine başına değerlendirilmelidir. Zira bazı hallerde bileşik marka içinde kelime unsuruna daha az ya da daha fazla önem verildiği de görülmüştür.

Wolfskin’in iddiasına göre New Millennium’un markası KELME kelime ve pençe işaretinden oluşmasına rağmen, USTPO benzerlik değerlendirmesi yaparken pençeye çok fazla önem atfetmiş ve kelime unsurunun marka bütünlüğündeki önemini küçümsemiştir. USTPO’ya göre KELME kelimesi iki marka arasında ortak unsur olmadığından ve dolayısıyla iki markanın oluşturduğu ticari etki bakımından ayırt edici karaktere sahip olmadığından değerlendirme sadece pençe izi bakımından yapılmıştır. USTPO bu bakış açısını desteklemek amacıyla; “giysi sektöründe bileşik marka kullanan şirketlerin genellikle kelime unsurlarını kullanmadan logolarını tek başına kullandıkları” şeklinde görüşüne dayanmıştır. Bu nedenle USTPO, tüketicilerin Wolfskin markasını gördüklerinde, kelime unsuru olmaksızın New Millennium markasının kullanıldığı şeklinde bir algıya sahip olacakları görüşündedir. Bu durum ise karıştırılma ihtimali yaratacaktır.

Mahkeme bu noktada Wolfskin iddiasına katılarak, USTPO’nun bileşik markadaki KELME unsurunun varlığını yeterli suretle değerlendirmediği kanaatine varmıştır. Mahkeme’ye göre USTPO markaların “bütünsel” değerlendirmesi açısından hataya düşmüştür. Mahkeme USTPO’nın bileşik marka sahibi işletmelerin markalarını kısaltarak sadece logolarını kullandıkları şeklinde bir ticari alışkanlıkları olduğu görüşüne de katılmamıştır. Kaldı ki somut olayda New Millennium markasının bu şekilde kısaltılarak kullanıldığı olgusu da ispattan yoksundur. Dosyaya sunulan belgelerden, New Millennium markasındaki pençe izinin tek başına marka olarak kullanıldığının ispatı sonucuna varılamaz. Keza pençe izinin tek başına kullanıldığına ilişkin olarak sunulan örnek ayakkabı kutularının bazılarının yan taraflarında, bazılarının ise ön ve arka taraflarında KELME kelimesinin yer aldığı görülmüştür. Dolayısıyla bu örneklerden yola çıkarak, pençe izinin New Millennium tarafından markanın içerdiği malları işaret etmek üzere tek başına kullanıldığının kabulü ve bu suretle USTPO’nun somut olayda kelime unsurunun önemsenmemesi gerektiğine ilişkin tespiti savunulamaz.  Bu nedenle Mahkeme’ye göre ispatlanamayan bu benzerlik değerlendirmesinden yola çıkarak verilen karıştırılma ihtimali kararı yerinde değildir.

Mahkeme son aşamada, dava konusu pençe izinin üçüncü kişiler tarafından sıklıkla kullanıldığı ve zayıf marka olduğuna ilişkin iddiayı incelemeye geçmiştir. Daha önce verilen kararlara göre; bir markanın veya benzerinin üçüncü kişiler tarafından benzer mallar için kullanılma sıklığı zayıf marka olgusunun tespiti ile ilişkili olup, daha dar bir korunma kapsamını gündeme getirebilir. Bu iddia kapsamında Wolfskin pençe izinin giysiler için üçüncü kişiler tarafından tescil edildiğine ve kullanıldığına ilişkin pek çok örnek sunmuştur. Ancak USTPO üçüncü kişilerin tescil örneklerine, “tescilin markanın kullanıma dair delil teşkil etmeyeceği” gerekçesi ile fazla önem atfetmemiştir. Mahkeme’ye göre USTPO, bu tescillerin “markanın kullanıldığına dair ikinci derecede delil olabilme olgusunu” aşırı derecede küçümsemiştir. Oysa Wolfskin’i sunduğu pek çok örnekte, pençe izinin firmaların ürettiği giysilerden daha çok üniversite, kolej ve onların spor takımlarının kıyafetlerini tanımladığı görülmüştür. Yine sunulan bir kısım delillerden pek çok pençe izi markasının özellikle internet üzerinden yapılan giysi satışlarında kullanıldığı tespit edilmiştir. Mahkeme bu delillerin USTPO tarafından yeterince önemsenmediği, üçüncü kişiler tarafından yapılan tescillerin markanın kullanıldığına dair bir “delil başlangıcı” olarak dikkate alınmadığı kanaatine varmıştır.

Mahkeme üçüncü kişiler tarafından pençe izinin marka olarak kullanıldığına dair yeterli delil olduğu tespitinin ardından, “benzer markanın benzer mallar için kullanılmasının markayı zayıf marka kategorisine sokmakla beraber, bu durumun tüketicilerin kolaylıkla markaları birbirinden ayırabildiklerini gösterdiği” tespitini yapmıştır. Somut olayda da Mahkeme Wolfskin tarafından sunulan delillerden, pençe izinin giysiler için sıklıkla kullanılan bir marka olduğu kanaatine varmıştır. Delillerden tüketicilerin pek çok pençe izi markasını, dolayısıyla bu marka konusu ürünleri üreten üreticileri kolaylıkla ayırt edebildikleri de tespit edilmiştir. Hatta birbirine çok benzer pençe izi markalarının bile tüketiciler arasında karıştırılma ihtimali yaratmadığı da bu deliller ile ispat edilen hususlar arasındadır. Dolayısıyla Mahkeme USTPO’nun dava konusu olayla ilgili verdiği kararda bu delilleri ve bu delillerin işaret ettiği hususları dikkate almamasını yerinde bulmamıştır.

Sonuç olarak Mahkeme;

  • KELME kelimesinin New Millennium markasının esas unsuru olmasına rağmen sadece pençe izine odaklanarak verilen USTPO kararının yanlış olduğunu;
  • Başvurusu yapılan Wolfskin markasında, KELME kelimesi bulunmadığından iki marka arasında farklılık olduğunu;
  • Bu farklılığın üçüncü kişilerce pençe izinin giysilerde sıklıkla kullanıldığının ispatı ile desteklendiğini;
  • Bu ispat nedeniyle New Millennium markasındaki pençe izinin zayıf marka olarak kabulünü

tespit etmiştir. Tüm bu tespitler nedeniyle, Mahkeme USTPO’nun kararının bu kısmını yerinde bulmamış ve Wolfskin markasının tüketiciler nezdinde karışıklık ihtimali oluşturmayacağına hükmetmiştir.

Zayıf markaların daha dar koruma kapsamından yararlanması gerektiği olgusundan hareketle, Wolfskin iki marka arasındaki ortak olan pençe izinin bu kapsamda olduğunu ispatlayarak doğru bir strateji izlemiş ve iki pençe izi kanaatimce benzer olmasına rağmen USTPO’nun karışıklık ihtimali olduğu kararını iptal ettirmeyi başarmıştır. Ancak madalyonun diğer tarafı Wolfskin’i gelecekte zor duruma düşürebilir. Zira Wolfskin artık USTPO’ya göre “tescilli bir zayıf marka sahibidir”. Yani artık benzer pençe izi başvuruları karşısında “daha dar” bir koruma şemsiyesi altındadır. Bu davada zayıf marka olgusu lehine kullanmasına rağmen, benzer pençe izi başvuruları karşısında nasıl bir strateji ile tescilli zayıf markasını koruyacağını açıkçası merak ediyorum.

Gülcan Tutkun Berk

Ağustos, 2015

gulcan@gulcantutkun.av.tr

 

Anzak Markasının 1. Dünya Savaşı Döneminde Avustralya’da Kullanımına İlişkin Düzenleme – Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi 1. Dünya Savaşı’nın 100. Yılı Araştırmaları

auip

Avustralya Fikri Mülkiyet Ofisi (yazı boyunca “AUIP” olarak anılacaktır), coğrafi olarak bizden oldukça uzak olduğundan olsa gerek, ülkemiz sınai mülkiyet camiasında çok bilinen veya takip edilen bir ofis değildir. Yabancı ofislere yönelik konsantrasyonunu USPTO ve OHIM üzerinde yoğunlaştırmış sınai mülkiyet camiamıza AUIP’nin faaliyet ve yayınlarını http://www.ipaustralia.gov.au/ sitesi üzerinden takip etmelerini öneriyorum. Şüphem yok ki oldukça doyurucu bir içerikle karşılaşacak ve siteyi sürekli takip edeceksiniz.

AUIP, internet sitesinde Çanakkale Kara Savaşları’nın bu yılki yıldönümünde, yani 27 Nisan 2015 tarihinde bizim için de oldukça dikkat çekici bir makale yayınlandı. “1. Dünya Savaşı sırasında Markalar – Anzak Markası (Trade marks during WW1 – The Anzac Brand” başlığını taşıyan makale, adından da anlaşılacağı üzere 1. Dünya Savaşı sırasında savaşla ilgili isimlerin marka olarak tescil ettirilmeye çalışılması ve devletin bu konudaki düzenlemelerini konu alıyor. Bu ilginç makaleye http://www.ipaustralia.gov.au/about-us/news-media-and-events/feature-articles-listing/tm-during-wwi bağlantısı aracılığıyla erişebilirsiniz.

Makaleyi kapsamında; Anzac, Returned Soldier (Geri dönen asker), Aussie (Avustralyalı), Our Wounded Soldiers (Yaralı askerlerimiz), Repatriation (Ülkeye Geri Dönüş), AIF ve Australian Imperial Force (Avustralya İmparatorluk Kuvvetleri) gibi kelimelerin herhangi bir şekilde ticaret alanında, ticari unvan olarak, meslek ismi olarak kullanımının yasaklandığını ve bu tip terimleri içeren marka başvurularının Marka Ofisi’nce reddedileceğini belirten 18 Mayıs 1916 tarihli Savaş Önlemleri Yönetmeliği’nden de bahsedilmiştir.

1916 yılında savaş olanca şiddetiyle devam ederken marka ofisince yapılacak düzenlemeleri de içeren bir Yönetmeliğin çıkartılmış olması, fikri mülkiyet haklarının Pasifik ötesinde 1916 yılında bile ne derece ciddiye alındığının bir göstergesidir. (Bu hız ve azmin, mevzuat çalışmaları bağlamında ülkemize de yansımasını ümit ediyoruz.)

Aşağıdaki görseller, AUIP internet sitesinden http://www.ipaustralia.gov.au/about-us/news-media-and-events/feature-articles-listing/tm-during-wwi bağlantısından alınmıştır ve Ymnetmeliğin ilgili maddesinin yanısıra, savaş dönemi reklamlarından bazılarını göstermektedir:

anzak.yön

 

anzak.lever

 

anzak.rexona

 

AUIP’in “Fikri Mülkiyet Haklarının 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana 100 Yılı” başlıklı çalışmaları Anzak markasıyla sınırlı değildir. Benzer diğer çalışmaların başlıkları ve bağlantılarına aşağıda yer verilmiştir:

“1. Dünya Savaşı sırasında Tasarımlar – Destek Sembolleri”http://www.ipaustralia.gov.au/about-us/news-media-and-events/feature-articles-listing/designs-during-wwi

“1. Dünya Savaşı sırasında Patentler ve İnovasyon – Cephedeki İnovasyonlar” – http://www.ipaustralia.gov.au/about-us/news-media-and-events/feature-articles-listing/Patents-and-innovations-during-WWI-Battlefront-innovations

Çanakkale Deniz ve Kara Savaşları, daha üst bir başlık olarak 1. Dünya Savaşı ve hemen ardından gelen Kurtuluş Savaşı, ulusal kimliğimizin üzerine inşa edildiği yakın tarih olaylarıdır. Ulusal kimliği belirleyen bu olayların, tarihsel, askeri ve siyasi perspektifin ötesinde diğer disiplinler bakımından da incelenmesi gereklidir. Bu haliyle, AUIP’in yaptığı çalışmanın benzerinin ülkemizde de yapılması, fikri ve sınai mülkiyet haklarının tarihsel gelişiminin takibi ve rutin dışı bilimsel çalışmaların yapılması bakımından şüphesiz ilginç olacaktır. Bu konudaki yönlendirici rolün devlet kurumlarına ve akademiye düştüğü ise kanaatimizce açıktır.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

Yemek Tarifleri Telif Hakkı Kapsamında Korunabilir mi? A.B.D. Temyiz Mahkemesi “Pechu Sandwich” Kararı

pechuchicken

 

A.B.D. 1. Bölge Temyiz Mahkemesi, 21 Ağustos 2015 tarihinde verdiği bir kararda yemek tariflerinin telif hakkı ile korunamayacağı yönündeki ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.

Davanın altyapısını oluşturan ihtilaf kısaca aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Norberto Colon Lorenzana isminde bir kişi, 1987 yılında “South American Restaurants Corporation (SARCO)” firmasında işe başlamıştır. Lorenzana iddiasına göre işe başladıktan sonra patronlarına yeni bir tavuklu sandviç çeşidi önermiş ve bu sandviçin mönüye girmesini sağlamıştır.

1991 yılında mönüye giren sandviçe “Pechu Sandwich” adı verilmiştir. “Pechu Sandwich”, sandviç ekmeği arasında kızarmış tavuk göğsü, marul, domates, Amerikan peyniri ve ekmeğin üzerine sürülmüş sarımsaklı mayonezden müteşekkil bir yiyecektir. “SARCO” firması, “Pechusandwich” markasını 2006 yılında A.B.D.’nde marka olarak da tescil ettirmiştir.

Takip eden yıllarda “SARCO”dan ayrılan Lorenzana, Pechu Sandwich’in ticari başarısının kendi yaratıcılığı ile ilgili olduğunu öne sürerek, sandviçten elde edilen karın bir kısmının kendisine aktarılması amacıyla dava açmıştır. Dava ilk derece mahkemesi tarafından reddedilmiş ve sonrasında karar Lorenzana tarafından temyiz edilmiştir. Yazı çerçevesinde aktarılacak tespitler, temyiz talebini inceleyen A.B.D. 1. Bölge Temyiz Mahkemesi’ne aittir. İlgilenen okuyucularımızın temyiz mahkemesi kararının tam metnine http://media.ca1.uscourts.gov/pdf.opinions/14-1698P-01A.pdf bağlantısından erişimi mümkündür.

Lorenzana’nın davası iki ayrı temel üzerine kuruludur: (i) Telif hakkı ihlali, (ii) marka hakkına tecavüz.

Temyiz Mahkemesi, Lorenzana’nın iki iddiasını da haksız bulmuş ve temyiz talebini reddetmiştir. Marka hakkına tecavüze ilişkin iddia ve tespit yazı kapsamında aktarılmayacak, sadece bize daha ilginç gelen Telif Hakkı ihlali iddiası hakkındaki tespitler aktarılacaktır.

Bir eserin telif hakkı koruması kapsamına girmeye uygun olup olmadığı değerlendirilirken “telif hakkı korumasının etkisinin, eser sahibinin yaratıcı emeğine karşılık adil bir getiri elde edebilmesini güvence altına almak, nihai amacının ise genel kamu yararı için sanatsal yaratıcılığı teşvik etmek” olduğu dikkate alınmalıdır (Twentieth Century Music Corp. v. Aiken, 422 U.S. 151, 156 (1975). Bu bağlamda yasa koyucu telif hakkı korumasına konu olabilecek eserleri sekiz kategoride saymıştır: (i) edebi eserler, (ii) müzik eserleri, içerdikleri sözler dahil (iii) tiyatro eserleri, eşlik eden müzik dahil, (iv) pantomim ve koreografik eserler, (v) resimler, grafik ve heykel niteliği taşıyan eserler, (vi) sinema filmleri ve diğer görsel işitsel eserler, (vii) ses kayıtları ve (viii) mimari eserler.

İlk derece mahkemesi davacının talebinin aksi yönünde karar vererek, tavuklu sandviç tarifini telif hakkı korumasına konu olabilecek eserler kapsamına sokmamıştır. Temyiz mahkemesi de bu tespiti paylaşmaktadır. İncelenen vakada, ne sandviçin tarifi ne de “Pechu Sandwich” ismi yukarıda sayılan kategoriler kapsamına girmektedir ve dolayısıyla Telif Hakkı Kanunu çerçevesinde koruma konusu olmaları mümkün değildir.

Tavuk, marul, domates, peynir ve mayonezin kombinasyon olarak ekmek üzerine konulması suretiyle oluşturulan bir tarif veya benzeri bir talimat oldukça açık biçimde telif hakkıyla korunabilir bir eser değildir. 7. Temyiz Mahkemesi’nce daha önceden belirtildiği üzere, yemek tarifleri bir sonuca varılmasını sağlayan işlevsel talimatlardır ve dolayısıyla telif hakkı kapsamına girmezler (Publ’ns Int’l Ltd. v. Meredith Corp., 88 F.3d 473, 480-81 (7th Cir. 1996)). “Pechu Sandwich” ismi bakımından değerlendirme yapılacak olursa, mahkeme tarafından daha önce de belirtildiği üzere “telif hakkı koruması, isimler, başlıklar ve sloganlar gibi sözcüklere ve kısa ifadelere genişletilemez.” (bkz. CMM Cable Rep, Inc. v. Ocean Coast Props., Inc., 97 F.3d 1504, 1520 (1st Cir. 1996))

Belirtilen nedenlerle, Temyiz Mahkemesi’ne göre, “Pechu Sandwich” ismi ve sandviçin tarifi telif hakkı korumasının konusu olamaz ve bu bağlamda incelenen vakada telif hakkı ihlalinden bahsedilmesi mümkün değildir.

Temyiz Mahkemesi, Lorenzana’nın marka hakkı ihlali iddialarını da yerinde bulmamış ve davanın reddi yönündeki kararı onamıştır.

Son dönemlerde marka tescil başvurularına karşı yapılan çok sayıda itirazda telif hakkı iddiasına dayanıldığı gözlemlenmektedir. Telif hakkı korumasına konu olabilecek eserlerin sınırının yeterince iyi çizilmemiş olmasından veya geniş yorumlardan kaynaklanan sorunlarla bu bağlamda ülkemizde de karşılaşılmaktadır. Yemek tariflerinin telif hakkı korumasına konu olamayacağı yönündeki A.B.D. Temyiz Mahkemesi kararının ülkemizdeki sorunlu alanlarla bağlantısı bulunmamakla birlikte, güncel bir kararın aktarılması bağlamında okuyucularımızın ilgisini çekeceğini düşünüyoruz.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

Alman Federal Mahkemesi, 9 Temmuz 2015 tarihli “Nivea/Blau” Kararı ile Soyut, Tek Renk Markasının Ayırt Ediciliğini Tartışıyor.

556 sayılı KHK’nın 5.maddesine göre tek/soyut renkten oluşan markalar ayırt ediciliği haiz olduğu takdirde tescil edilebilir. Soyut renk markalarında tescil şartı olan bu ayırt ediciliği tespit etmek çok kolay değildir. Bu yazıda tek renk markasının tescil edilmesine ilişkin kriterlerin neler olduğunun biraz daha somutlaştırılması adına, Alman Federal Mahkemesi’nin tek renkten oluşan “Nivea/Blau (Pantone 280 C)” markası için verdiği yeni tarihli kararını sizlerle paylaşmak istedim. Federal Mahkeme bu kararında 80 yıldır Nivea krem kutularında kullanılan koyu mavi rengin, marka olarak ayırt edici karakteri haiz olup olmadığı noktasında İlk Derece Patent Mahkemesi’nin kararından farklı şekilde hüküm vermiştir.

Kararın Almanca metnine  http://juris.bundesgerichtshof.de/cgi-bin/rechtsprechung/document.py?Gericht=bgh&Art=en&sid=7d39c694347f5953e8da3c3139e5c472&nr=71944&pos=0&anz=2 bağlantısından ulaşabilirsiniz.

Dava konusu olan tek, soyut Nivea/Blau (Pantone 280 C) renginivea_resim

12 Kasım 2007 tarihinde bu yana marka sahibi Beiersdorf AG adına Nice Sınıflandırması’nın 3. sınıfında yer alan bakım ve güzellikleri için tescillidir.

Alman Marka ve Patent Ofisine yapılan başvuru ile, söz konusu soyut renk markasının ayırt edici niteliği haiz olmadığından markanın hükümsüzlüğü talep edilmiştir. Bu talep üzerine Alman Patent ve Marka Ofisi dava konusu renk markanın hükümsüzlüğüne karar vermiştir. Bunun üzerine marka sahibi firma kararın iptal edilmesi için Federal Patent Mahkemesi’ne başvurmuştur.

Federal Patent Mahkemesi yaptığı yargılama sonucunda, Alman Marka Kanunu’nun 50. maddesine göre marka hükümsüzlük sebebinin mevcut olduğuna karar vermiştir. Patent Mahkemesi’ne göre dava konusu soyut renk markası, hem başvurunun yapıldığı hem de hükümsüzlük kararının verildiği zamanda Alman Marka Kanunu’na göre tescil şartı olan ayırt edici karakterden yoksundur. Aynı zamanda dava konusu soyut renk markasının, marka sahibi tarafından marka olarak kullanıldığı, mavi renkten bağımsız marka karakteri oluştuğu hususu Mahkeme’ye göre ispatlanamamıştır. Dava konusu renk, tanınmış Nivea markasının arka planında “dekoratif” amaçlı kullanılmıştır. Kaldı ki dava konusu rengin, değişik renklerle özellikle beyaz renkle birlikte kullanıldığı görülmüştür. Marka sahibinin dava konusu soyut renk markasının ayırt ediciliğine ve tanınmışlığına ilişkin sunduğu kamuoyu anketlerindeki oran yine Patent Mahkemesi’nce yetersiz görülmüştür.

Patent Mahkemesi’nin söz konusu kararı marka sahibince temyiz edilmiştir.

Federal Yüksek Mahkeme, öncelikle tescil için gerekli asgari şart olan ayırt ediciliğe ve bu şartın düzenlendiği hükme işaret etmiştir.  Alman Marka Kanunu 8. maddeye göre bir markanın, içerdiği malın veya hizmetin hangi işletmeden kaynaklandığını gösterdiği ve diğer işletmelerin ürünlerden ayırt etmeye hizmet ettiği sürece ayırt edici gücü olduğu kabul edilmektedir.  Düşük derecedeki ayırt edicilik dahi bir markanın tescili için yeterli sayılmaktadır. Bu temel prensip ve aynı ayırt edicilik ölçütü, tüm markalar için de geçerli görülmekle beraber bu ölçütün bazı marka kategorilerinde klasik kelime ve şekil markalarından farklı tarzda dikkate alınması gerekir.  Zira genellikle tüketiciler nezdinde malın şeklinden, paketlenme tarzından veya renginden, o malın hangi işletmeden kaynaklandığı konusunda kolaylıkla çağrışım uyanmaz. Bunun yanı sıra özellikle soyut renk markalarının korunmasında adil rekabet açısından diğer işletmelerin de serbestçe ilgili rengi kullanabilme ihtimali de göz önünde tutulmalıdır.  Bu geniş bakış açısı nedeniyle, genellikle korunma kriterlerine sahip soyut/tek renk markası sayısı çok azdır.

Yüksek Mahkeme’ye göre Patent Mahkeme’si dava konusu soyut renk markasının ayırt edici karakterden yoksun olduğu sonucuna yanlış hukuki ölçütlerle ulaşmıştır. Patent Mahkeme’si kararına dayanak olarak; soyut renk markalarındaki ayırt edicilik için üç koşulun bir arada bulunması gerektiğine işaret etmiştir. Buna göre: 1) Soyut renk markası görselliğin söz konusu olduğu çok spesifik bir sektörde kullanılmalı; 2) Bu spesifik sektörde rengin kullanılması ya olağandışı olmalı ya da en azından belli bir rengin kullanılması son derece nadir olmalı; 3) Soyut rengin uzun süreli marka olarak kullanıldığı konusunda tereddüt olmamalı.  Ancak Yüksek Mahkeme’ye göre söz konusu bu üç şartın her somut olayda aynı şekilde göz önüne alınması ayırt edicilik değerlendirilmesinin yapılmasında doğru sonuca götürmeyecektir.

Federal Patent Mahkemesi temyiz konusu kararında, dava konusu soyut renk markasının ilgili olduğu sektörde rengin birçok üretici tarafından dekoratif amaçlı olarak kullanıldığını tespit etmiştir. Özellikle koyu mavi rengin erkeklere hitap eden bakım ürünlerine veya gece bakım ürünlerine işaret ettiğini belirtmiştir. Bu anlamda bu sektörde renkler, aynı üreticinin farklı amaçlara yönelik ürünleri veya ürünlerin içeriğindeki kokularına göre ayırt etmek için kullanılmaktadır. Buna karşılık ilgili sektörde sadece birkaç üretici ürün paketlerinde hep aynı rengi kullanmaktadır.  Tüm bu değerlendirmeler nedeniyle Federal Patent Mahkeme’si (i) dava konusu soyut/tek rengin Alman Marka Kanunu’nun 8/2 (2).maddesinde düzenlenen tescil yasağı kapsamında olduğuna; (ii) bu rengin (Mavi/Pantone 280 C) farklı üreticiler tarafından üretilen gece bakım ürünlerini veya erkek bakım ürünlerini belirtmek amacıyla kullanıldığına; (iii) sadece marka sahibinin ürünlerini belirtmek için ayırt edicilik taşımadığına; (iv) diğer firmaların bu rengi kullanmalarının engellenemeyeceğine hükmetmiştir.

Yine Patent Mahkemesi’ne göre soyut renklerin tek başına ürün üzerinde veya reklamlarda kullanılması istisnai bir durum olup, renkler genelde grafik, logo veya kelime unsurları ile “birlikte” kullanılarak bir markadan beklenen ana fonksiyonu yerine getirmektedir. Temel ilke bu olmakla beraber, soyut renklerin tek başına marka olarak kullanıldığı ya da soyut rengin birlikte kullanıldığı diğer unsurlara nazaran ön plana geçtiği bazı mal ve hizmet sektörlerinde istisnalara da rastlanmaktadır. Bu istisnai durumun mevcut olup olmadığı her somut olayın özellikleri dikkate alınarak tespit edilmelidir.

Patent Mahkemesi’ne göre marka sahibi firma dava konusu soyut rengi, tek başına marka olarak hiçbir zaman kullanmamıştır. Mavi renk her zaman beyaz renk ile birlikte arka planda dekoratif amaçlı kullanılmıştır.  Bu nedenle dava konusu soyut rengin tek başına marka sahibinin ürünlerine çağrışım yaptığı iddia edilemez. Keza marka sahibi firma tarafından sunulan 2006 yılına ait kamuoyu anket raporundan soyut markanın tanınmışlığına ilişkin oranın %54,85 olduğu görülmüştür. Oysa soyut rengin ayırt ediciliğinin kabulü için bu oranın %75’den aşağı olmaması gerekmektedir.

Yüksek Mahkeme öncelikle Federal Patent Mahkemesi’nin soyut rengin marka olarak ayırt ediciliğinin mevcut olması için gerekli olarak gördüğü oranı yüksek bulmuştur. Yüksek Mahkeme’ye göre Patent Mahkemesi’nin sözünü ettiği bilirkişi raporundaki kamuoyu anket oranı, metottan kaynaklanan nedenlerle gerçekte %54,85 değil, %57,95 olup, bu orana göre her 2000 kişiden 1.088 kişiye dava konusu soyut renk markası, Nivea ürünlerini ya da marka sahibi firma olan Beiersdorf AG firmasını çağrıştırmaktadır. Her ne kadar Patent Mahkemesi’ne göre bu oran %75’in altında olduğundan ayırt edicilik için yeterli olmadığı belirtilmiş olsa da, Yüksek Mahkeme’ye göre bu yüksek oranın aranması yerinde değildir. Zira ne şimdiye kadar oluşan Yüksek Mahkeme karalarından ne de Avrupa Birliği Adalet Divanı kararlarından soyut rengin ayırt ediciliğinin kabulü için böyle yüksek bir oran arandığı sonucu çıkarılamaz. Bu oranı haklı kılacak hukuksal bir neden bulunmamaktadır.

Diğer yandan soyut bir rengin marka olarak ayırt ediciliğinin değerlendirmesi yapılırken söz konusu markanın tek başına kullanıldığının tespiti de aranmaz. Soyut rengin diğer unsurlarla beraber kullanılması halinde dahi, rengin marka olarak kullanıldığından bahsedilebilir.[1] Bu konuda odak noktası, söz konusu soyut rengin arka planda yer alsa da markanın geleneksel işlevini yerine getirmesinde itici güç olup olmadığı noktasıdır. Somut olayda kamuoyu anketinden çıkan dava konusu renkle ilgili %57,95 oranı da görmezden gelinemeyecek bir orandır. Keza bu oran marka sahibinin dava konusu soyut rengi 80 yıldır “Nivea Creme” kutusunda kullanması neticesinde ortaya çıkmıştır.

Yüksek Mahkeme’nin daha önceki kararlarında üç boyutlu markaların, marka olarak ayırt edici kullanımının kabulü için en az %50’lik anket oranını kabul etmiştir. Yüksek Mahkeme’ye göre bu oran, soyut markaların ayırt ediciliğinin tespiti için de kıyasen kullanılabilir. Ayrıca diğer marka kategorilerinde yer alan markaların ayırt ediciliğinin tespiti için uygulanan ve marka kanunundan kaynaklanan kriterler, soyut renk markalarının ayırt ediciliğinin tespiti için de geçerlidir. Soyut renk markasının doğasından kaynaklanan nedenlerle ayırt ediciliğinin tespitinin zorluk arz etmesi,  uygulanacak kriterlerin diğer marka kategorilerindeki kriterlere göre sertleştirilmesinin bir nedeni olamaz. Bu nedenle Yüksek Mahkeme’ye göre dava konusu soyut renk için sunulan rapordaki ayırt ediciliğe ilişkin kamuoyu anket oranı ister % 57,95 olsun ister % 54,85 olsun, bu oranlar dava konusu rengin marka olarak kullanıldığının tespiti için yeterlidir.

Tüm bu nedenlerle Yüksek Mahkeme, ilk derece Patent Mahkemesi’nin kararını yerinde bulmadığından kararı bozmuş ve dosyayı tekrar yargılama yapılmak üzere geri göndermiştir. Yüksek Mahkeme yeniden yapılacak yargılamada, sektörün özelliklerinin dikkate alınarak, doğru metodlarla ve yönlendirme yapılmamış sorularla düzenlenmiş kamuoyu anket raporu alınmasını ve karara dayanak oluşturulmasını talep etmiştir.

Kanaatimce Alman Federal Yüksek Mahkemesi’ bu yazı konusu kararında, soyut /tek renk markaların ayırt ediciliğinin tespitine ilişkin zorluğun aşılması anlamında, birkaç kriteri zihinlerde somutlaştırmıştır. Kararda yer alan bu kriterlerlerin, ülkemizde gerek TPE gerek yargı aşamasında renk markası ile ilgili konularda uygulayıcılar açısından faydalı olacağını umuyorum.

Gülcan Tutkun Berk

Ağustos, 2015

gulcan@gulcantutkun.av.tr

 

Dipnotlar:

[1] 7 Temmuz 2005 tarihli Nestlé/Mars, C-353/03, 18 Nisan 2013 tarihli Colloseum/Levy Strauss, C-12/12, 18 Temmuz 2013 tarihli Specsavers/Asda, C-252/12 kararları

“IP Finance” İnternet Bloğu – Fikri Mülkiyet Hakları Korumasının Ekonomik Boyutu ile İlgilenenler için Zengin Bir Kaynak

recommended

IPR Gezgini, fikri ve sınai mülkiyet hakları korumasının genellikle hukuki boyutunu ve konu hakkındaki güncel gelişmeleri değerlendirmektedir. IPR korumasının hukuki boyutunun yanısıra ekonomik boyutu da önemlidir ve bu alan ekonomistler tarafından derinlemesine irdelenmektedir.

IPR korumasının ekonomik ve finansal boyutunu ilgi çekici bulanlara “IP Finance” internet bloğunu şiddetle tavsiye ediyoruz. http://ipfinance.blogspot.co.uk/ alan adı üzerinden yayın yapan “IP Finance” kendisini “Para meselelerinin fikri mülkiyet hakları ile buluştuğu yer.” sloganıyla tanımlamaktadır.

Ocak 2008’den bu yana yayında olan ve İngilizce yayın yapan “IP Finance” bloğunda şu ana dek 1500’e yakın yazı ve haber yayınlanmıştır ve bloğun konuyla ilgilenen okuyucularımıza ilginç geleceği hususunda şüphemiz bulunmamaktadır. Okuyucularımıza IP Finance’i takip etmelerini öneriyoruz.

Fikri ve sınai mülkiyet hakları konusunda güncel gelişmeleri – önemli davaları yazan ve sürekli tekrar edilen klişelerden uzak durmaya gayret eden IPR Gezgini, aynı alanda yazılan Türkçe blogların gelişimini de merakla izlemekte ve beklemektedir. IPR konusunda Türkiye’nin entelektüel birikiminin yüksek olduğunu veya yurtdışındaki güncel gelişmelerin yeterince takip edildiğini söylemek doğru olmayacaktır. Bu bağlamda, Türkçe internet bloglarının sayısının artması, orta vadede hiç şüphesiz daha güçlü bir entelektüel birikimin ve merakın oluşmasına katkıda bulunacaktır. IPR Gezgini’nin kapıları fikri ve sınai mülkiyet hakları konusunda tecrübelerini aktarmak isteyen yeni yazarlara her zaman açıktır ve IPR Gezgini yeni internet bloglarıyla işbirliği yapmaktan memnuniyet duyacaktır.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

Dismaland, Disneyland İçin Sıkıntı mı? Dismaland: Çocuklar İçin Uygun Olmayan Aile Parkı

dismaland.logo

Geçtiğimiz haftasonu haber bültenleri dikkatle takip edenler, İngiltere’de sokak sanatçısı “Banksy” tarafından açılan “Dismaland” sergisini mutlaka duymuştur. Bu önemli serginin, sanat ve kültür haberlerini genellikle es geçen medyamızda bile yer bulmuş olması, serginin önemi ve etkisi konusunda size ufak da olsa fikir verecektir.

Gerçek ismi ve doğum yeri bilinmeyen “Banksy” takma isimli sanatçı, graffiti sanatçısı, politik aktivist ve ressam olarak ün yapmıştır. Banksy’nin eserlerini dünyanın çeşitli ülkelerinde sokaklarda ve duvarlarda görmek mümkündür. Banksy, gerilla sanatçı olarak da anılmaktadır ve eserlerinde verdiği savaş karşıtı, politik, çevreci mesajlarla ün kazanmıştır.

Banksy’nin son projesi kısa sürede büyük yankı yaratmıştır. Banksy, 21 Ağustos 2015 tarihinde İngiltere’de terk edilmiş bir tatil köyünde “Dismaland” adında bir sanat projesi ortaya çıkarmıştır. “Dismaland”, dünyaca ünlü eğlence parkı “Disneyland”in hicvedilmiş hali niteliğindeki bir tema parkı görünümdedir. Banksy’nin kendisi Dismaland’i, “Çocuklar için uygun olmayan bir aile tema parkı” olarak tanımlamaktadır.

dismaland

http://www.dismaland.co.uk/ adresinden erişilebilecek Dismaland web sayfasında serginin beş hafta süreceği belirtilmekte ve aşağıdaki ilginç uyarıya yer verilmektedir: “Park’ta aşağıdakiler kesinlikle yasaktır: Sprey boya, marker kalem, bıçak ve Walt Disney firmasının yasal temsilcileri.” Bu uyarıdan kolaylıkla tahmin ettiğiniz üzere Banksy dahil birçok kişinin tahmini, Walt Disney firmasının “Dismaland”den memnun olmayacağı yönündedir. Disney’in Dismaland’den memnun olmayacağı açık olmakla birlikte, Dismaland’e karşı hukuki yaptırım arayışı içerisine girip girmeyeceği şimdilik merak konusudur.

Dismaland, yukarıda yer verdiğimiz logosu (Disney şatosunun bakımsız, virane hali) dahil olmak üzere, Disneyland’a ilişkin birçok referans barındırmaktadır. Cinderella’nın kaza yapmış balkabağı arabası, virane Disney şatosu, Mickey Mouse kulaklıkları takmış hayatından bezmiş görünümlü park çalışanları, bu referanslar arasında sayılabilir.

dismaland-2

dismaland4

dismaland3

http://www.worldtrademarkreview.com/Blog/Detail.aspx?g=d48eb8f3-e136-41ae-a1cf-454c861db734 yer alan habere göre, “Dismaland” markasının tescil edilmesi için de OHIM’e bir topluluk markası başvurusu yapılmış durumdadır. Aynı haberde yer alan bilgiler aktarılmaya devam edilecek olursa; bugüne dek Disney, Dismaland’a ilişkin herhangi bir açıklama yapmamıştır. Buna karşılık alan uzmanlarına göre, Disney’in logosunun, şato şeklinin, Mickey Mouse şeklinin tescilli markalar olması dikkate alındığında, Disney tescilli markalarını öne sürerek, Dismaland’da kullanılan unsurlar nedeniyle marka haklarına tecavüzün gerçekleştiğini iddia edebilecek pozisyondadır. World Trademark Review’in görüşlerine başvurduğu, Burges Salmon isimli IP avukatı: “Disney’in hukuki mücadeleden elde edebileceği fazla bir şey söz konusu olmayacaktır. Banksy’nin hiciv içeren çalışmaları iyi tanınmaktadır ve kamu nezdinde karıştırılma ihtimali düşüktür. Dismaland kısa süreli bir etkinliktir ve olası bir hukuki müdahale ters tepki doğuracaktır. Banksy, İngiltere’nin güney bölgelerinde bir kahraman konumundadır…Buna karşın, Dismaland’in Disney için utanç olduğunu söyleyen ve hukuk biriminin bu işle uğraşmasını isteyen yöneticiler de olacaktır.” açıklamasını yapmıştır. Salmon’un görüşleri bu yönde olsa da, farklı fikirleri savunacak ve Disnery’i doğrudan davaya yönlendirecek avukatları bulmak, Disney bakımından hiç güç olmayacaktır.

OHIM’e yapılan “Dismaland” marka tescil başvurusu da oldukça yeni tarihlidir ve Walt Disney’in bu başvuruya karşı itiraz edip etmeyeceğini ilerleyen günler gösterecektir.

Dismaland’ı gidip göremeyecek olsak da, IPR Gezgini’nin gözleri bu çarpıcı sanat olayının üzerinde olmaya devam edecektir.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

Seçim Kampanyasında Kullanılan Afişlerle Marka Hakkına Tecavüz Mümkün müdür? Örnek Olay A.B.D.’nde HERSHEY Davası

hershey.statesenate

Sadece iki ay önce seçim atmosferinden çıkmış olmasına rağmen, birkaç gün içerisinde muhtemelen yeniden seçim psikolojisine girecek ülkemizin ruhuna yakışır bir konu hakkında yazmayı tercih ettim.

Öncelikle soru gelsin: “Seçim kampanyası sırasında kullanılan afişler herhangi bir malın veya hizmetin satışına veya reklamına ilişki olmasa da, bu afişlerin kullanımı suretiyle tescilli marka haklarına tecavüz mümkün müdür?”

Yazıyı okumaya başlamadan önce birkaç saniye düşünüp bu sorunun kendinizce yanıtını bulmanızı tavsiye ediyorum.

Okuyacağınız yazı, http://www.trademarkandcopyrightlawblog.com/2014/07/big-chocolate-gets-injunction-against-whack-a-mole-senator-trademark-services-include-political-activities/ adresinden erişilebilecek David Kluft tarafından yazılmış 21 Temmuz 2014 tarihli yazı ve aynı yazar tarafından http://www.jdsupra.com/legalnews/political-speech-trademarks-and-the-39935/ adresinde 2 Haziran 2015 tarihinde yayınlanan yazı temel alınarak hazırlanmıştır.

Dünyaca ünlü HERSHEY’S çikolata firması ürünleri üzerinde uzun yıllardır aşağıda yer alan ticari takdim şeklini kullanmaktadır ve bu biçim marka olarak da tescil edilmiştir:

hersheys

2002 yılında, yaşadığı şehrin komisyon üyeliği için adaylığını koyan A.B.D. vatandaşı “Steve Hershey”, seçim kampanyası için Hershey’s markasının yukarıda yer verilen ticari takdim şekline çok benzer kampanya afişleri hazırlatır. Afişler kahverengi renktedir ve kelime unsurları bold beyaz karakterlerle yazılmıştır. HERSHEY’S firması bu kullanım biçiminden şikayetçi olsa da kampanya kısa sürede sonlandırılır ve şikayet ortadan kalkar.

Bununla birlikte geçen sürede Steve Hershey’in yükselişi devam eder. 2010 yılında Hershey, Maryland Eyalet Meclisi üyeliğine aday olur ve kampanyasında gene benzer nitelikte bir afiş kullanır. Çikolata firması şikayetçi olmasına rağmen, sonrasında adayın basılı evraklarını seçim kampanyası süresince kullanmasına izin verir.

hersheystatesenate.1

Steve Hershey, 2014 yılında Maryland Eyalet Senatörü olur ve kampanyasında gene çikolata şirketinin ticari takdim biçimine benzer afişleri kullanır. HERSHEY’S çikolata firması bu kez kullanıma karşı 6 Haziran 2014 tarihinde dava açar. Davanın gerekçeleri, marka hakkına tecavüz, markanın sulandırılması ve yanlış ticari kaynak bildirilmesidir. Davacı ihtiyati tedbir talep etmektedir. Steve Hershey davaya karşı, yeni bir afiş hazırlatır ve afişte aynı renk ve görsel tasarımı kullanarak “Hershey Eyalet Senatörü .. Bizim Senatörümüz Koca bir Çikolata Değildir … Karıştırmıyoruz” ifadelerine yer verir.

hersheynotbigchocolate

Steve Hershey davaya verdiği yanıtta, kendi kullanımının malların veya hizmetlerin satışı veya reklamı ile ilgili olmadığını ve ticari nitelik arz etmediğini de belirtir.

Mahkeme 17 Temmuz 2014 tarihinde verdiği kararla çikolata şirketinin tedbir talebini kabul eder. Mahkeme, halkın senatörü bir çikolata barıyla karıştırmayacağına katılsa da, karıştırılma kavramı sponsorluk veya bağlantı yoluyla karıştırılmayı da kapsadığından, karıştırılma olasılığının var olduğu sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, senatörün, kendi kullanımının, malların veya hizmetlerin satışı veya reklamı ile ilgili olmadığı ve ticari nitelik arz etmediği iddialarına yönelik olaraksa, hizmet teriminin politik faaliyetleri de kapsadığını belirtir ve bu iddiayı da kabul etmez. Sonuç olarak, tedbir talebi kabul edilir ve Senatör Hershey’in, HERSHEY veya HERSHEY’S kelimesini koyu kahve veya kestane rengi zemin üzerinde kullanımını ve bunun yanısıra herhangi renkte bir zemin üzerinde HERSHEY’S firmasının ticari takdim biçimine benzer fontlarda ilgili kelimeleri kullanımını yasaklar.

Senatör Hershey kararı temyiz eder, ancak temyiz talebi görüşülmeden 18 Mayıs 2015 tarihinde temyiz talebinden vazgeçer ve çikolata şirketinin renk ve fontlarını çağrıştıran kullanım biçimlerini bundan sonra kullanmayacağını beyan eder.

Türkiye’de seçim süreçlerinde fikri – sınai mülkiyet ihlalleri konusunda aklıma gelen tek örnek “Dombra” şarkısının kullanımı olmakla birlikte, bu yöndeki iddia, hepimizin hatırladığı üzere resmi bir şikayete dönüşmeden ortadan kalkmıştır. Kim bilir, belki olası Kasım 2015 erken seçimi, fikri ve sınai mülkiyet hakları ihlalleri bakımından bereketli bir seçim olur ve IPR Gezgini için haber kaynağı oluşturur. Umalım ki, seçimdeki tek tartışma konusu fikri – sınai mülkiyet hakları ihlalleri olsun.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

Tescilli Markanın Ayırt Edici Karakterini Değiştirmeden Farklı Unsurlarla Birlikte Kullanılması Halinde de Marka Kullanımından Bahsedilir. Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin 15 Temmuz 2015 Tarihli, Tescilli Markanın 5 yıl Süreyle Kullanılmaması İddiası İle Açılan İptal Davası Kararı/T‑215/13

Adalet Divanı Genel Mahkemesi 15 Temmuz 2015 tarihli aşağıdaki kararında, dava konusu markanın 5 yıl süreyle kullanılmadığı iddiası ile açılan iptal davası kapsamında markanın kullanılıp kullanılmadığı değerlendirmesine ek olarak, dava konusu markanın farklı unsurlarla birlikte kullanılması halinde de marka kullanımından bahsedilebileceği konusunda değerlendirme yapmıştır.

Bilindiği üzere, 556 sayılı KHK’nın 14/2 (a) maddesi bu konuda bir düzenleme içermekte ve tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden farklı unsurlarla birlikte kullanılması halini “markayı kullanma” olarak kabul etmiştir. İşte bu yazı konusu karar, 556 sayılı KHK’nın 14/2 (a) maddesinde bahsedilen duruma güzel bir örnek teşkil ettiğinden okuyucularımızla paylaşmak istedim.

Kararın orijinal metnine okuyucularımız http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=165825&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=663155 bağlantısından ulaşabilirler.

Dava konusu olayın tarihçesi şu şekildedir:

  • 27 Kasım 2002 tarihinde Belçika merkezli Recticel SA (“Recticel“) topluluk markası tescili için

Rockwool_resim 2

logosu başvurusunda bulunmuştur. Başvuru 17. sınıftaki “yalıtım malzemeleri” ve 19. sınıfta her alan “metal olmayan inşaat malzemeleri” için yapılmıştır.

  • Başvuru 23 Haziran 2003 tarihli Bülten’de yayınlamıştır ve 6 Şubat 2004 tarihinde de tescil edilmiştir.
  • 9 Eylül 2010 tarihinde Almanya merkezli Deutsche Rockwool Mineralwoll GmbH & Co. OHG şirketi (“Rockwool”) söz konusu şekil markasının 5 yıl süreyle kullanılmadığı gerekçesiyle Tüzüğün 51/1 (a) maddesi uyarınca marka iptali başvurusunda bulunmuştur.[1]
  • 30 Kasım 2011 tarihinde OHIM İtiraz Bölümü 19. sınıf için iptal başvurusunu kabul ederken, 17. sınıf için ise başvuruyu reddetmiştir.
  • 16 Ocak 2012 tarihinde Rockwool şirketi OHIM Temyiz Kurulu’na itiraz dosyalamıştır. Temyiz Kurulu 4 Şubat 2013 tarihli kararı ile itirazı reddetmiş ve İtiraz Bölümü’nün kararını onaylamıştır.

Rockwool şirketi, Recticel’in sunduğu belgelerin Tüzüğün 51/1 (a) maddesi anlamında markanın kullanımına ilişkin yeterli olmadığı iddiası ile Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nde dava açmıştır. Davacı’ya göre;

  • Recticel’in OHIM’e sunduğu reklam materyalleri ve faturalar marka kullanımının kapsamı için ispat değeri içermemektedir.
  • Bu belgelerden dava konusu markanın, ne tek başına ne de Recticel’in adına tescilli EUROFLOOR, EUROWALL, POWERDECK, POWERROOF, POWERLINE ve EUROTHANE markalarının ilk “o” harf içinde kullanıldığı anlaşılamamaktadır. Davacının bahsettiği birlikte kullanıma örnek şu şekildedir:

Rocwool_resim 1

  • Kaldı ki Davacı’ya göre dava konusu markanın diğer markaların ilk “o” harfi içinde kullanılması halinde dahi dava konusu markanın kullanıldığının ispatından söz edilemez.
  • Son olarak Davacı, dava konusu markanın Yunan alfabesindeki “lambda” harfi olduğunu, bu nedenle OHIM uygulamalarına göre harflerin ayırt edici karakterinin bulunmadığını, bu işaretin bahse konu malların ısı iletkenliğine ilişkin fiziksel karakterini belirttiğini iddia etmiştir.

Mahkeme’ye göre, bir markanın ana fonksiyonunu yerine getirecek şekilde kullanılması halinde, yani içerdiği malların ve hizmetlerin hangi işletmeden kaynaklandığını gösterme görevini yerini getirdiği halde,  o markanın kullanıldığından bahsedilebilir. Sadece tescilin sağladığı hakları muhafaza etmek için kullanım bu kapsama girmez.[2] Ayrıca bir markanın korunduğu bölgede aleni ve açıkça kullanılması, marka kullanımı kapsamında değerlendirilir.[3]

Marka kullanım şartlarının mevcut olup olmadığı değerlendirmesi yapılırken, markanın gerçek bir ticari kullanımının tespiti için markanın ilgili olduğu sektör, bu sektördeki payı, içerdiği malların ve hizmetlerin doğası, markanın kullanım sıklığı ve kapsamı gibi faktörlerin bir bütün olarak dikkate alınması gerekmektedir.  Değerlendirme işte tüm bu faktörlerin bir bütün olarak dikkate alınması neticesinde ortaya çıkmalıdır. Buna göre bazı haller, markanın içerdiği malların satış hacminin düşüklüğüne rağmen markanın kullanımının yoğun ve düzenli olduğunu sonucuna götürürken, bazı hallerde de tersi durum görülebilmektedir.[4]

Mahkeme’ye göre, marka kullanımına ilişkin Tüzüğün 51/1 (a) maddesi anlamında değerlendirme yapılırken sunulan delillerin her birinde yer, zaman, nitelik ve kapsam unsurlarının zorunlu olarak aynı anda mevcut olması aranmaz.[5] Bunun yanı sıra delillerin değerlendirilmesinde, her delilin “tek başına” ele alınması kullanımın varlığının ispatında yetersiz kalabilmektedir. Neticede marka kullanım ispatında ihtimaller ve olasılıklar dikkate alınmazken, markanın yeterli ve esaslı kullanımına dair somut ve objektif delillerin bir bütün olarak değerlendirilmesi aranmaktadır.

Bir markanın kullanımının tespitinde, markanın tescil edildiği haldeki ayırt ediciliği değiştirilmeden farklı unsurlarla birlikte kullanılması halinde de o markanın kullanımından bahsedilebilmektedir.[6] Bu tarz kullanım, markanın sektördeki pazarlamasının ve reklamının daha iyi yapılması için ihtiyaç kapsamında değerlendirilmektedir.[7] Markanın tescil edildiği haldeki ayırt ediciliğinin değişikliğe uğrayıp uğramadığı konusunda değerlendirme, her kullanım şekline, markanın o form içinde yer aldığı pozisyona, birlikte kullanıldığı diğer elementlerin yapısına ve o bütün içindeki pozisyonlarına göre farklılık gösterebilmektedir.[8] Her halükarda bu değerlendirmenin odak noktası, dava konusu olan markanın ayırt edici karakterini ve marka olarak asli görevini muhafaza edip etmediğidir.

Marka kullanım kapsamının belirlenmesinde, ilgili zaman aralığına ilişkin ticari veriler de dikkate alınması gereken diğer bir husustur. Bu kapsamda üretim, pazarlama, satış hacmi diğer tüm verilerle birlikte bir bütün olarak dikkate alınmalıdır. Bu değerlendirmede, markanın içerdiği mal veya hizmetin niteliği, sektörün yapısı ve markanın sektördeki payı mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bazı durumlarda markanın sektördeki payı nedeniyle ufak çaplı kullanım dahi marka kullanımı tespiti için yeterli olabilmektedir. Bu durumda yani markanın ticari hacminin küçük olduğu durumlarda, markanın kullanımına ilişkin tüm tereddütlerin ortadan kalkması için marka sahibinden daha fazla ek delil sunması beklenmektedir.[9]

Yukarıda tüm değerlendirmeler ışığında Mahkeme, Temyiz Kurulu’nun 17. sınıftaki mallar için markanın kullanıldığı kararının yerinde olup olmadığını incelemeye başlamıştır. Öncelikle Mahkeme marka iptal talebinin değerlendirileceği 5 yıllık süreyi Tüzüğün 51/1 (a) maddesine dayanarak 9 Eylül 2005-8 Eylül 2010 olarak belirlemiştir.

Markanın kullanımına ilişkin olarak Recticel şirketi;

  • dava konusu markanın, EUROFLOOR, EUROWALL, POWERDECK, POWERROOF, EUROTHANE Bi-3 ve EUROTHANE G markalarının ilk “o” harfinde yer aldığı tarihsiz broşür (Ancak bu tarihsiz broşür 27 Nisan 2010 tarihli bir fatura ile desteklenmiştir);
  • çeşitli magazinlerden elde edilmiş tarihli ve tarihsiz (ancak faturalarla desteklenmiş) reklamlar;
  • EUROWALL, POWERDECK, POWERROOF ve EUROTHANE markalarının ilk “o” harflerinin içinde dava konusu markanın yer aldığı fuar stand fotoğrafları;
  • banner ve websayfa resimleri;
  • bağımsız denetleme şirketinin, dava konusu markanın yukarıda belirtilen diğer markalarla birlikte kullanılarak 2008, 2009 ve 2010 yıllarındaki satışından elde edilen ciroları gösteren raporu

sunmuştur.

Davacı tüm sunulan bu belgelerin ispat değerinin olmadığını, zira dava konusu markanın belirlenen zaman aralığında 17. sınıftaki kullanımını göstermediğini iddia etmiştir.

Mahkeme’ye göre ise Recticel tarafından sunulan tanıtım belgeleri, dava konusu markanın yukarıda belirtilen diğer markalarla birlikte kullanılarak dahi bir markadan beklenen ana fonksiyonu yani içerdiği ürünler için kaynak gösterme fonksiyonunu yerine getirdiğine karar vermiştir. Bazı tanıtım materyallerinde tarih olmasa dahi özellikle banner ve fuar resimlerinden bu kanaate ulaşıldığı, delillerin tek tek değil bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Keza tarih olmayan belgeler, fatura delilleri ile desteklendiğinden bu belgelerin delil değeri konusundaki tereddüt bertaraf edilmiştir. Yine sunulan periyodik yayınlanan magazinlerde yer alan ilanlar, bir markanın marka olarak kullanıldığına karine teşkil etmektedir.[10] Kaldı ki sunulan diğer tüm belgeler olmasa dahi bağımsız denetleme şirketinin faturalara ve Recticel’in muhasebe kayıtlarına dayanan raporu, markanın belirlenen dönem için satışının küçük çaplı olmadığını göstermektedir ki, bu rapor bile tek başına bu sonuca varmak için yeterlidir.

Mahkeme’ye göre dava konusu markanın, diğer markaların ilk “o” içinde kullanılması markanın ayırt edici karakterini etkilememektedir. Dava konusu logo markasının, belirtilen diğer kelime markaları ile birlikte kullanılması markanın işitsel olarak ifade edilmek istenmesine binaen ticari bir ihtiyaç neticesinde ortaya çıkmıştır. Ancak bu durum dava konusu markanın kelime markası içindeki bağımsız duruşu nedeniyle tanınmışlığına ve ayırt ediciliğinin kaybolmasına neden olmamıştır.

Mahkeme’ye göre dava konusu marka, her ne kadar Yunan alfabesinde yer alan bir harf olsa da ve fizik dalında ısı yalıtkanlığını ifade etmek üzere kullanılsa da, kırmızı daire içinde beyaz yazılış şekli itibari ile ayırt edici karakteri haizdir. Ayrıca sunulan belgelerden dava konusu markanın zaman zaman tek başına, zaman zaman da diğer kelime markaları ile birlikte kullanıldığı da tespit edilmiştir.

Sonuç olarak Mahkeme açılan davayı reddetmiştir ve OHIM Temyiz Kurulu’nun dava konusu kararını yerinde bulmuştur.

Kanaatimce yukarıdaki kararda 2 önemli husus dikkat çekmektedir: İlki Mahkeme, farklı unsurlarla birlikte kullanılsa dahi markanın tüketiciler nezdinde asli işlevini yerine getirip getirmediğine odaklanmıştır. İkincisi ise marka kullanımı konusunda sunulan delilleri bir bütün olarak ele almış ve bu delillerin birbirini destekleyip desteklenmediğine bakarak bir sonuca ulaşmıştır.

Gülcan Tutkun Berk

Ağustos 2015

gulcan@gulcantutkun.av.tr

 

Dipnotlar:

[1] 207/2009 sayılı Tüzüğün 51/1 (a) maddesi metni: “ The rights of the proprietor of the Community trade mark shall be declared to be revoked on application to the Office or on the basis of a counterclaim in infringement proceedings: (a) if, within a continuous period of five years, the trade mark has not been put to genuine use in the Community in connection with the goods or services in respect of which it is registered, and there are no proper reasons for non-use; however, no person may claim that the proprietor’s rights in a Community trade mark should be revoked where, during the interval between expiry of the five-year period and filing of the application or counterclaim, genuine use of the trade mark has been started or resumed; the commencement or resumption of use within a period of three months preceding the filing of the application or counterclaim which began at the earliest on expiry of the continuous period of five years of non-use shall, however, be disregarded where preparations for the commencement or resumption occur only after the proprietor becomes aware that the application or counterclaim may be filed;”

[2] 11 Mart 2003 tarihli Ansul, C‑40/01 kararı

[3] 8 Temmuz 2004 tarihli Sunrider v OHIM — Espadafor Caba (VITAFRUIT), T‑203/02 kararı

[4] 8 Temmuz 2004 tarihli MFE Marienfelde v OHIM — Vétoquinol (HIPOVITON), T‑334/01 kararı

[5] 16 Kasım 2011 tarihli Buffalo Milke Automotive Polishing Products v OHIM — Werner & Mertz (BUFFALO MILKE Automotive Polishing Products), T‑308/06 kararı

[6] 25 Kasım 2012 tarihli Rintisch, C‑553/11, 8 Aralık 2005 tarihli Castellblanch v OHIM — Champagne Roederer (CRISTAL CASTELLBLANCH), T‑29/04 kararları

[7] 23 Şubat 2006 tarihli Il Ponte Finanziaria v OHIM — Marine Enterprise Projects (BAINBRIDGE), T‑194/03 kararı

[8] 24 Kasım 2005 tarihli GfK v OHIM — BUS (Online Bus), T‑135/04 ve 10 Haziran 2010 Atlas Transport v OHIM — Hartmann (ATLAS TRANSPORT), T‑482/08 kararı

[9] 18 Ocak 2011 tarihli Advance Magazine Publishers vOHIM — Capela & Irmãos (VOGUE), T‑382/08 kararı

[10] 5 Ekim 2010 tarihli Strategi Group v OHIM — RBI (STRATEGI), T‑92/09 kararı

7/1-(b) Bendi Anayasa’nın 91. Maddesine Aykırı mıdır? Anayasa Mahkemesi Kararı Öncesi Kafa Karıştırıcı Yeni Bir Soru

anayasamah7b

 

Anayasa Mahkemesi’nin 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hakkında bu yıl ardarda verdiği birkaç iptal kararı ve iptal istemine konu 7/1-(b) bendi hakkında beklenen karar, IPR Gezgini’nde önceden değerlendirilmiştir.

  • Anayasa Mahkemesi 7/1(ı) Bendini de İptal Etti – Sıcak Bir Yaz Geliyor (http://wp.me/p43tJx-l2)
  • Anayasa Mahkemesi’nin Olası 7/1-(b) Bendi İptal Kararı – Sorular ve Muhtemel Sorunlar (http://wp.me/p43tJx-kc)
  • 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 16/5 fıkrası Anayasa’ya Aykırılık Gerekçesiyle İptal Edildi. Sıra 7/1-(b) Bendinde mi? (http://wp.me/p43tJx-k7)

başlıklı yazılara hemen yanlarında yer verilen bağlantılar aracılığıyla erişilmesi mümkündür.

Anayasa Mahkemesi’nin 556 s. KHK ile ilgili son kararında, 7/1-(ı) bendi Anayasa’nın 91. maddesine aykırılık gerekçesiyle iptal edilmiştir. Kararın gerekçesine göre; mülkiyet hakları kanun hükmünde kararnamelerle düzenlemez, marka hakkı da bir mülkiyet hakkıdır ve dolayısıyla marka hakkına ilişkin düzenlemeler kanun hükmünde kararnamelerle yapılamayacağından, ilgili hüküm (556 s. KHK’nın 7/1-(ı) bendi) Anayasa’nın 91. maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.

 

anayasamah.7-ıAnayasa Mahkemesi’ne iptal talebiyle götürülen 7/1-(b) bendi için de herkes benzer bir kararın, yani 91 .maddeye aykırılık gerekçesiyle iptal kararının verileceğini tahmin etmekte ve sadece kararın zamanlamasını merak etmektedir.

Bununla birlikte, bizim de içinde bulunduğumuz grubun bu yöndeki beklentisinin yanlış bir varsayım üzerine kurulmuş olabileceği konusunda bir şüphe ortaya çıktı. Acaba, 556 sayılı KHK 7/1-(b) bendinin Anayasa’nın 91. maddesine aykırılık gerekçesiyle iptal edileceği beklentisi yerinde midir?

Yorumu aşağıdaki tespitler çerçevesinde size bırakıyoruz:

556 s. KHK’nın ilk halini hatırlayanlar, kararnamenin bu halinde 7/1-(b) bendinin “Aynı veya ayırt edilemeyecek kadar aynı mal veya hizmetle ilgili olarak tescil edilmiş veya daha önce tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar aynı olan markaların tescil edilmeyeceği hükmünü içerdiğini anımsayacaktır.

7/1-(b)’nin belirtilen ilk halinde yer alan “ayırt edilemeyecek kadar aynı” ifadeleri kanun koyucuya anlamsız gelmiş olacak ki, 7/1-(b) bendi 22/06/2004 tarihinde 5194 sayılı kanunun 13. maddesiyle değiştirilmiştir:

“MADDE 13. — 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

b) Aynı veya aynı türdeki mal veya hizmetle ilgili olarak tescil edilmiş veya daha önce tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olan markalar,

Bir marka tescil tarihinden önce kullanılmış ve tescile konu mallar veya hizmetlerle ilgili olarak bu kullanım sonucu ayırt edici bir nitelik kazanmış ise (a), (c) ve (d) bentlerine göre tescili reddedilemez.”

7/1-(b) bendinin yukarıdaki yer verilen 5194 sayılı kanunla düzenlenmiş son hali, 2004 yılından bu yana aynıdır ve değiştirilmemiştir. (http://www.tpe.gov.tr/TurkPatentEnstitusu/resources/temp/278DBB34-1019-4E75-89DC-2010AD63F627.pdf;jsessionid=0B721E8188F241F22A77C90A7CB4B3C7)

Bu çerçevede 7/1-(b) bendi, şu anda 556 sayılı KHK içerisinde kanunla düzenlenmiş az sayıdaki hükümden birisi konumundadır ve bent kanunla düzenlenmiş olduğu için, bu bendin Anayasa’nın 91. maddesine aykırılığından bahsedilmesi tartışmaya açık niteliktedir. Bu konuda getirilecek yorumlar konunun daha net anlaşılmasını sağlayacaktır.

Bununla birlikte, 7/1-(b) bendinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasının tek gerekçesinin 91. maddeye aykırılık olmadığı da bilinmektedir. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi’nin anayasaya aykırılık iddiasını diğer gerekçeler (hukuk devleti ilkesine aykırılık ve çalışma ve sözleşme hürriyetine aykırılık) bakımından inceleyerek vereceği karar, hiç şüphesiz çok daha ilgi çekici olacaktır.

 

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

 

Coğrafi İşaretin Ününden Haksız Fayda Sağlanması – Parmigiano Reggiano Peynir Birliği Pornhub’a Karşı

parmesan

 

The IPKAT internet bloğu (http://ipkitten.blogspot.co.uk/), hiç şüphesiz fikri mülkiyet hakları tutkunlarının dünya üzerindeki bir numaralı haber ve bilgi kaynağı konumundadır. Şu ana dek bu siteyi duymamış ve ziyaret etmemiş okuyucularımızın sitenin takipçisi olmalarını şiddetle tavsiye ediyoruz.

IPKAT’de dün yayınlanan bir haber, tescilli bir coğrafi işaretin, koruma konusuyla hiçbir bağlantısı olmayan bir alandaki kullanımının hak sahibini ne derecede rahatsız edebileceğine güncel ve güzel bir örnek teşkil ediyor.

Ülkemizden porno yayın içeren birçok internet sitesine erişim engellenmiş olsa da, birçok kişinin farklı yöntemleri kullanarak Türkiye’den porno sitelere erişim sağladığı bir gerçektir. Bu bağlamda www.pornhub.com sitesinin ülkemizde ne derecede tanındığı konusunda yorum yapmamayı tercih ediyoruz. Bununla birlikte, site sahibi şirketin, 2016 yılında uzayda bir porno film çekmeyi planladığını (https://en.wikipedia.org/wiki/Pornhub) belirtmek, sitenin büyüklüğü ve gelirleri konusunda muhtemelen fikir sahibi olmanıza yardımcı olacaktır.

Pornhub sitesi geçtiğimiz günlerde sadık izleyicileri için yeni premium bir abonelik sistemi başlatmış ve bu sistem için bir reklam videosu yayınlamıştır. Reklam videosunu aşağıdan izleyebilirsiniz (reklam içeriğinde +18 görüntüler bulunmadığından okuyucularımız videoyu gönül rahatlığıyla açabilir):

Videoda bir çift süpermarkette birlikte alışveriş yapmaktadır ve kadın erkeğe biraz peynir almasını söyler. Bunun üzerine adam raftan bir ürün alır ve “Neden yıllanmış Parmigiano Reggiano almıyoruz?” sorusunu yöneltir. Buna karşılık kadının alaycı “Ne zaman böylesine gurme oldun?” sorusuna adam “Onun peynirler arasında Porhhub Premium değerinde olduğunu söylüyorlar.” yanıtını verir ve reklam kadının şaşırmış yüz ifadesi ile sona erer.

Bu noktada, çoğunuzun bildiğini tahmin etmekle birlikte, gene de, ilk olarak “Parmigiano Reggiano” hakkında okuyucularımıza bilgi vermek yerinde olacaktır. Ülkemizde “Parmesan peyniri” olarak anılan “Parmigiano Reggiano” dünyaca ünlü bir İtalyan peyniridir. Avrupa Birliği’nde coğrafi işaret olarak korunan “Parmigiano Reggiano” peyniri, İtalya’nın birkaç şehrinde üretilmiş olmadığı sürece bu isimle piyasaya sürülememektedir. “Parmigiano Reggiano” isminin koruması, ismin kullanımının kontrolü ve peynirini üretim ve satışının denetimi “Parmigiano Reggiano Cheese Conzorzio” ismindeki Birlik tarafından sağlanmaktadır.

parmigiano-reggiano-map

Kolaylıkla tahmin ettiğiniz üzere, ismin korumasından sorumlu “Parmigiano Reggiano Cheese Conzorzio”, “Parmigiano Reggiano” isminin bir porno sitenin reklamında kullanılmasına sessiz kalmamıştır.

“Parmigiano Reggiano Cheese Conzorzio”, http://www.parmigianoreggiano.it/news/2015/consorzio_mandato_legali_contro_sito_porno.aspx bağlantısından görülebilecek bir basın açıklamasını 12 Ağustos 2015 tarihinde yayınlamıştır. IPKAT çevirisini ödünç alacak olursak, Birlik açıklamasında, Pornhub’a karşı ceza davası açma niyetinde oldukları ifade edilmektedir. Birliğe göre, Pornhub, “Parmigiano Reggiano” ismini ve ürünün ününü, makul bir neden olmaksızın reklamında kullanmış ve ismin kendisi tarafından sağlanan müstehcen hizmetlerle özdeştirilmesini sağlamaya çalışmıştır. Bu bağlamda Pornhub, “Parmigiano Reggiano” peynirinin ününden, çaba veya karşılık vermeksizin fayda elde etmiş durumdadır.

İngiliz The Guardian gazetesinde yer alan habere göre (http://www.theguardian.com/world/2015/aug/12/pornhub-legal-action-advert-parmigiano-reggiano-cheese), Birlik, videonun “Parmigiano Reggiano” peynirinin elde ettiği ünün sömürülmesi amaçlı olduğunu söylemektedir. Birlik sözcüsü Igino Morini, reklamda, A.B.D.’nde jenerik olarak kullanılan “Parmesan” teriminin değil “Parmigiano Reggiano” ibaresinin kullanıldığını belirtmektedir. Bununla birlikte, gazeteye göre reklamda kullanılan terimin değiştirilmesi, reklamın derhal kaldırılmasını talep eden Birliği durdurmayacak gibi gözüküyor. The Guardian’a göre, İtalyan peynir üreticileri, halihazırda İtalyan ve Avrupa otoritelerini destek için göreve çağırdı.

Coğrafi işaretlere ve koruma biçimlerine oldukça mesafeli yaklaşan bu satırların yazarı, doğrusunu söylemek gerekirse, İtalyan “Parmigiano Reggiano” peynir birliğinin bu derecede büyük ve uluslararası tepkisinden oldukça etkilenmiş durumdadır ve ihtilafın sonucunu merakla beklemektedir.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

Olimpiyat İlkeleri Arasında Telif Hakkı İhlali de Var mı? 2022 Pekin Kış Olimpiyatları Resmi Şarkısı Hakkında Telif Hakkı İhlali İddiası

pekinkışolimp.

“World IP Review” internet sitesinde yer alan bir haber (http://www.worldipreview.com/news/beijing-olympics-song-removed-by-youtube-after-copyright-complaints-8714), 2022 Pekin Kış Olimpiyatları için işlerin iyi başlamadığını gösteriyor.

2022 Pekin Kış Olimpiyatları’nın resmi şarkılarından birisi olarak ilan edilen ve YouTube’da da yayınlanan “The Ice and Snow Dance (Buz ve Kar Dansı)” isimli şarkı, telif hakkına tecavüz iddiaları üzerine Youtube tarafından yayından kaldırıldı.

Pekin’in 2022 yılı Kış Olimpiyatları için ev sahibi şehir seçilmesinin ardından, Çin Olimpiyat Komitesi, oyunlar için “The Ice and Snow Dance” isimli şarkı da dahil olmak üzere 10 resmi şarkı belirledi.

Bununla birlikte, “The Ice and Snow Dance”in YouTube’da yayınlanmasının ardından şarkının, Disney’in 2013 yılı yapımı “Frozen” filminde yer alan “Let it Go” şarkısının neredeyse kopyası olduğu yönünde çok eleştiri ve dinleyici yorumu alındı.

Şikayetin kimin tarafından yapıldığı açıklanmamış olmakla birlikte, “Bu videoyla ilişkili YouTube hesabı, üçüncü kişilerin telif hakkı ihlaliyle ilgili çok sayıda bildirimde bulunması nedeniyle feshedildi.” açıklamasıyla YouTube, “The Ice and Snow Dance” isimli şarkının videosunu gösterimden kaldırmıştır.

Şarkıları karşılaştırmalı olarak sunan aşağıdaki videoyu, IPR Gezgini okuyucularına sunarak değerlendirmeyi sizlere bırakmak istiyoruz.

Aday şehir olarak kabul edilme ve seçim dahil tüm aşamalarda olimpiyat oyunlarının prestijini üst düzeyde tutmak isteyen Olimpiyat Komitesi’nin bu durumu nasıl değerlendirdiği halen merak konusudur, şöyle ki konu hakkında ne uluslararası Olimpiyat Komitesi ne de Çin Ulusal Olimpiyat komitesi halen bir açıklama yapmamıştır.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

Cezayir de Madrid Protokolü’ne Katıldı – Elveda Madrid Andlaşması!

Madrid-WIPO

Yıllardır süren bekleyiş nihayet sona erdi!

Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) internet sitesinde 7 Ağustos 2015 tarihinde yapılan duyuruya göre (http://www.wipo.int/madrid/en/news/2015/news_0016.html), Cezayir Madrid Protokolü’ne katılıyor.

Markaların uluslararası tescili amaçlı Madrid Sistemi, 1892 yılında yürürlüğe giren Madrid Andlaşması ve 1996 yılında yürürlüğe giren Madrid Protokolü’nden oluşan iki anlaşmalı bir yapıyla sürdürülmektedir.

Madrid Andlaşması’nın dezavantajlarını ortadan kaldırma amacıyla Madrid Protokolü kabul edilmiş olmasına rağmen, Andlaşma tarafı ülkelerin bir kısmının Prokotol’e taraf olmaması nedeniyle, WIPO iki anlaşmayla çalışma sisteminin zorluklarını yaklaşık 20 senedir yaşamaktaydı.

Protokol’e taraf olmayan tek andlaşma ülkesi olarak kalan Cezayir, 31 Temmuz 2015 tarihinde, Protokol’e katılım belgesini WIPO Genel Müdürü’ne teslim etti. Protokol Cezayir bakımından 31 Ekim 2015 tarihinde yürürlüğe girecek.

31 Ekim 2015 tarihinden itibaren, Madrid Sistemi çerçevesinde yapılacak tüm uluslararası tesciller sadece Madrid Protokolü hükümleri çerçevesinde yürütülecek ve bu yolla iki anlaşmalı bir sistemi yürütmenin bürokratik zorlukları WIPO açısından ortadan kalkacak.

Madrid Sistemi an itibarıyla 95 üye ülkeye ulaşmış durumda ve WIPO’nun en etkin ve yaygın biçimde kullanılan uluslararası tescil sistemi konumunda.

madridüye

1999 yılında Madrid Protokolü, Türkiye bakımından yürürlüğe girdiğinde, bu satırların yazarı Türk Patent Enstitüsü’nün Madrid Protokolü işlemlerini yürüten biriminde çalışmaktaydı ve Türkiye, Protokol’ün 29. üye ülkesiydi. Protokol’ün 20 yıldan kısa süre içerisinde ulaştığı yaygınlık göz önüne alındığında, yakın gelecekte uuslararası marka tescil sistemine dahil olmayan çok az sayıda ülke kalacağı kolaylıkla öngörülmektedir.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

The Simpsons Gangsterlere Karşı – Çizgidizi Karakterlerinin Gerçek Kişilere Görsel Benzerliği Hakkında Bir Dava

 

franksivero

 

Yalnızca fikri mülkiyet hukuku meraklılarının değil, aynı zamanda “The Simpsons” çizgidizisinin ve “Sıkı Dostlar (Goodfellas)” filminin hayranlarının da ilgisini çekecek bir dava geçtiğimiz günlerde A.B.D.’nde Kaliforniya’da görüldü.

Davaya ilişkin ve bu yazıya temel teşkil eden bilgiler, http://www.hollywoodreporter.com/thr-esq/goodfellas-actor-loses-250m-lawsuit-813560, http://deadline.com/2015/08/simpsons-goodfellas-lawsuit-dismissed-fox-frank-sivero-actor-1201493434/, http://deadline.com/2015/03/simpsons-goodfellas-lawsuit-fox-actor-frank-sivero-1201400030/, http://www.theguardian.com/tv-and-radio/2014/oct/22/goodfellas-actor-frank-sivero-lawsuit-the-simpsons adreslerinden derlenmiştir.

Kıvırcık saçları ve sıradışı görünümüyle zihinlerde kolaylıkla yer edinen aktör “Frank Sivero”, “Sıkı Dostlar” ve “Baba II” gibi kült mafya filmlerinde oynadığı gangster rolleriyle, özellikle de “Sıkı Dostlar”daki “Frankie Carbone” rolüyle hatırlanmaktadır. Her ne kadar yardımcı rollerde yer alsa da, Sivero’nun aşağıda da görebileceğiniz karakteristik dış görünümü, kendisinin kolaylıkla diğer oyunculardan ayırt edilmesini ve hatırlanmasını sağlamaktadır.

grid-cell-15771-1414031011-13

Sivero, “Sıkı Dostlar” filminde canlandırdığı “Frankie Carbone” karakterinin kolaylıkla akılda kalan dış görünümünün, dünyaca ünlü “The Simpsons” çizgidizisinde gansgster “Louie” karakterinin görünümü olarak kopyalandığını öne sürerek çizgidizinin yapımcısı “Fox” şirketine karşı dava açmıştır.

louie

Louie karakteri, Simpsons’un 15 bölümüne ilaveten, “Simpsons Filmi” adındaki sinema filminde ve Simpsons video oyunlarında da yer almıştır. Frank Sivero, Louie karakterinin görünümünün kendisiyle benzerliğinin tesadüf olmadığını da öne sürmektedir. Aktöre göre, 1989 yılında, “Sıkı Dostlar” filminde oynayacağı karakteri geliştiren Sivero’nun kapı komşuları, “The Simpsons” çizgidizisinin yazarlarıdır ve yazarlar Louie karakterini kendisini temel alarak oluşturmuştur. Sivero, sonrasında defalarca Simpsons yazarlarından James L. Brooks’la görüştüğünü, birlikte çalışmayı teklif ettiğini ve Brooks’un da bu isteğe olumlu yaklaştığını ifade etmektedir.

Frank Sivero, çizgidizideki Louie isimli gangsterin karakteristik özelliklerinin diğer gangster karakterlerinin tipik özelliklerine benzer olmadığını, tersine karakterin görsel özelliklerinin, özellikle kıvırcık saçlarının ve favorilerinin biçiminin kendi görünümüyle çok benzer olduğunu iddia etmektedir. Sivero, iddialarını desteklemek için bir karikatürist tarafından hazırlanan ve kendisi ile Louie’nin görsel özelliklerinin benzer olduğunu gösteren belgeleri kanıt olarak sunmuştur. Sivero, bu iddialarının karşılığında “Twentieth Century Fox Films” firmasından 250.000.000 Amerikan Doları (yanlış okumadınız 250 milyon dolar- 50 milyon dolar benzerlikten kaynaklanan zarar için, 100 milyon dolar kanunsuz girişim için, 50 milyon dolar gizli fikrinin kullanımı için, 50 milyon dolar gizli fikrinin örnek teşkil eden diğer kullanımları için ve diğer masraflar ve vekalet ücreti)) tazminat talep ederek dava açmıştır.

Enteresan hukuk davalarının başlıca adresi A.B.D.’nin Kaliforniya eyaletinde geçtiğimiz Perşembe günü yani, 5 Ağustos 2015 tarihinde görülen davanın sonucu Sivero’nun umduğu şekilde olmamıştır.

Los Angeles Yüksek Mahkemesi, davayı “Anti-SLAPP” kanunu çerçevesinde reddetmiştir. Türkçe’ye Kamu Katılımına Karşı Stratejik Davalar (Strategic Lawsuit Against Public Participation (SLAPP)) olarak çevrilebilecek dava türünün amacı, kamuya sunulmuş eleştirileri, hukuki yolları kullanarak, genellikle tazminatla tehdit ederek sildirtmek, sansürlemek veya susturmaktır. Anti-SLAPP kanunları ise bu tür davaların hukuki sınırlarını çizip, ifade özgürlüğünü korumak amacıyla oluşturulmuştur.

Louie davasında, Hakim Rita Miller, ifade özgürlüğü kapsamında oluşturulmuş bir esere karşı açılan davada, Anti-SLAPP kanunu çerçevesinde, davacının iddialarının geçerli olduğu olasılığını gösterme yükümlülüğünün bulunduğunu, ancak görülen davada bunun gösterilemediğini belirterek davayı reddetmiştir.

Frank Sivero, kendi fiziksel görünümü ile Louie çizgi karakterinin görünümünün çok benzer olduğunu iddia etse de, hakim bu iddaya katılmamış ve takip eden soruyu yöneltmiştir: “Genç bir kız olsaydım ve müvekkilinize tutulsaydım, Louie karakterinin posterini görmek beni tatmin edecek miydi?” Sivero’nun avukatı, bu soruya karşılık olarak “Muhtemelen.” yanıtını vermiş ve benzerliğin jüri tarafından değerlendirilmesi gereken gerçekçi bir sorun olduğunu belirtmiştir.

Buna karşın, hakim Miller, Louie karakterinin Sivero ile benzerliklerinin, SLAPP kavramının hukuki çerçevesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varmıştır. Hakime göre, Louie karakteri, gangster karakterlerinin parodisi niteliğindedir ve benzerlikten kaynaklı hak iddialarına karşılık olarak korunması gereken bir dönüştürülebilir kullanım hali söz konusudur. Hakim, “Bay Sivero’nun yüzü Louie karakteri üzerinde olsaydı bile, kullanım parodi niteliğinde oldukça ve dava kapsamında tartışılan diğer karakteristik özellikler ortada oldukça, kazanmanız mümkün olmayacaktır.” ifadesini kullanmıştır.

Davada, Sivero’nun fikirlerinin kötüye kullanımı gerekçeli argümanları ayrıca değerlendirilmemiştir. Bu noktada, Fox’un bu iddialara karşılık olarak, bu iddiaların bir sözleşme ile ispatlanmamış olduğu savunmasını yaptığı belirtilmelidir.

Kanaatimizce, Louie karakteri ile Frank Sivero’nun (veya Frankie Carbone karakterinin)  görünümleri arasında belirli düzeyde benzerlik olduğu açıktır, ancak yan karakterlerden birisi olan Louie karakterinin görünümünün Simpsons çizgidizisinin ticari başarısı üzerinde etkisi olduğu ispatlanmadığı sürece, davacının tazminat taleplerinin ne derece gerçekçi olacağı şüphelidir. Kaldı ki, davanın reddedilmesinin asıl gerekçesinin ifade özgürlüğü – parodi kavramları olduğu dikkate alındığında, benzerliğin (veya derecesinin) ifade özgürlüğü sınırları kapsamında değerlendirildiği görülmektedir.

Davacının bu karara karşı temyiz yolunu kullanacağı tahmin edildiğinden, bu ilginç davanın sonraki perdesini yakında göreceğimizi ve sonucu okuyucularımızla paylaşacağımızı şimdiden belirtiyoruz.

 

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com

“Fikri Mülkiyet Hakları İhlallerinin Ekonomik Maliyeti” Konusunda AB Gözlemevi Raporu

euobservatory

 

Fikri ve sınai mülkiyet hakları ihlallerinin ekonomik açıdan da zararları olduğu sürekli dile getirilse de, bu zararların büyüklük ve ekonomik etkisine yönelik niceliksel ölçüm çalışmalarına ülkemizde fazlasıyla rastlanmamaktadır.

2009 yılında kurulan ve 2011 yılından bu yana İç Pazarda Harmonizasyon Ofisi (OHIM) bünyesinde faaliyet gösteren “Fikri Mülkiyet Haklarına Tecavüz Hakkında Avrupa Gözlemevi” (yazıda bundan sonra kısaca “AB Gözlemevi” olarak anılacaktır), taklit ve korsan ürünlerin Avrupa Birliği ekonomisine etkisi konusunda önemli ölçüm raporları hazırlamaktadır. AB Gözlemevi ve çalışmaları hakkında detaylı bilginin https://oami.europa.eu/ohimportal/en/web/observatory/home bağlantısından edinilmesi mümkündür.

AB Gözlemevi’nin, çok sayıdaki çalışmasının arasında “Fikri Mülkiyet Hakkı Yoğun Sanayilerin Ekonomik Performansa ve İşsizliğe Etkisi” (https://oami.europa.eu/ohimportal/documents/11370/80606/IP+Contribution+study) ve “Avrupa Birliği Vatandaşları ve Fikri Mülkiyet: Algı, Farkındalık ve Davranış” (https://oami.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/observatory/documents/IPContributionStudy/25-11-2013/european_public_opinion_study_web.pdf) başlıklı iki çalışma kanaatimizce öne çıkmaktadır. AB Gözlemevi, bu kez taklit ve korsan ürünlerin 12 farklı sektördeki ekonomik etkisinin değerlendirilmesine yönelik bir çalışma başlatmıştır.

AB üyesi ülkeler için yapılan çalışmanın ilk iki sektöre yönelik raporları 21 Temmuz 2015 tarihinde Gözlemevi’nin internet sitesinde yayınlanmıştır:

“Kozmetik ve Kişisel Bakım Ürünleri Sektöründe Fikri Mülkiyet Hakları İhlallerinin Ekonomik Maliyeti” başlıklı rapora, https://oami.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/observatory/resources/research-and-studies/quantification-of-infringement-cosmetics_en.pdf bağlantısından,

“Giysiler, Ayak Giysileri ve Giyim Aksesuarları Sektöründe Fikri Mülkiyet Hakları İhlallerinin Ekonomik Maliyeti” başlıklı rapora ise https://oami.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/observatory/resources/research-and-studies/ip_infringement/study2/the_economic_cost_of_IPR_infringement_in_the_clothing_footwear_and_accessories_sector_en.pdf bağlantısından erişilmesi mümkündür.

Her iki çalışmanın da okuyucularımızın ilgisini çekeceğini tahmin ediyor ve AB Gözlemevi’nin aynı amaçlı çalışmasının gelecek günlerde valiz, çanta, saat, mücevherat, spor malzemeleri, ilaç, tütün, alkollü içecekler, oyun ve oyuncaklar, bilgisayarlar ve otomobil parçaları sektörlerinde devam edeceği bilgisini veriyoruz.

Ülkemizde, fikri mülkiyet hakları ihlallerinin ekonomik etkisinin “büyük” olduğu sürekli dile getirilmekle birlikte, bu “büyük” etkilerin sektörel bazda ölçümüne yönelik bilindik fazla sayıda çalışma bulunmamaktadır. AB Gözlemevi’nin çalışmalarının ülkemizdeki benzer içerikli çalışmalara model teşkil edebileceği düşüncesiyle, bu kapsamlı çalışmaları okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz.

Önder Erol Ünsal

Ağustos 2015

unsalonderol@gmail.com