MARKAYI KULLANMA ZORUNLULUĞUNA İLİŞKİN İSTİSNAİ BİR YARGI KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Battle of wills is costly and rarely delivers | Stuff.co.nz

Markayı kullanma zorunluluğuna[1] ilişkin 24.06.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (556 sayılı KHK) döneminde başlayan, Anayasa Mahkemesinin 556 sayılı KHK m.14 hükmünün iptaline ilişkin 14.12.2016 tarihli, E.2016/148, K.2016/189 sayılı kararının 06.01.2017 tarihli ve 29940 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi ve hemen dört gün sonra da 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) yürürlüğe girmesiyle zirveye ulaşılan tartışmalar; Yargıtay’ın, SMK’nin markayı kullanma zorunluluğuna ilişkin hükümlerinin, SMK’nin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla uygulanabileceğine ilişkin, ilki 2019 yılında verilen[2] ve yerleşik hâle gelen kararlarıyla gündemdeki yerini kaybetmişti. Ancak önem dereceleri farklı olmakla birlikte, markayı kullanma zorunluluğuna ilişkin olarak, doktrindeki görüşlerde veya yargı kararlarında yer alan yeni ve ilginç yaklaşımlarla da karşılaşılmaktadır. Okumakta olduğunuz yazı da markayı kullanma zorunluluğuna ilişkin yeni bir yaklaşımı içeren, kanun yoluna başvurulmaması üzerine kesinleşen, fikrî ve sınaî haklar hukuk mahkemesi tarafından verilen bir kararla karşılaşılması üzerine kaleme alınmıştır.

Karara konu uyuşmazlık, Türk Patent ve Marka Kurumu Resmî Marka Sicili’nde tescilli ve eşit oranda iki hak sahibi bulunan bir markanın hak sahiplerinden birinin, markaya ilişkin hakkını devretmesi sonrasında, markayı devralan ve kullanan yeni hak sahibinin, markanın diğer hak sahibine karşı ileri sürdüğü, markanın kullanılmaması nedeniyle ve davalının sahip olduğu payla sınırlı olmak üzere markanın iptali talebine ilişkindir. Yapılan yargılama sonucunda mahkeme, davanın kabulü ile “markanın kullanmama nedeniyle davalı şirket yönünden %50’sinin iptali ile sicilden terkinine” karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü aşağıda yer almaktadır. Anılan karar; birden fazla hak sahibi olan markalarda, her marka sahibi için ayrı ayrı markayı kullanma zorunluluğunun bulunup bulunmadığı ile bir markanın, hak sahiplerinden biri bakımından belli bir oranda iptalinin mümkün olup olmadığı bağlamında incelenecektir.


Markanın birden fazla hak sahibinin bulunduğu ve markanın hak sahiplerinden en az biri tarafından kullanıldığı durumlarda, markayı kullanmayan hak sahipleri bakımından markanın kullanmama nedeniyle iptal edilip edilemeyeceğine ilişkin değerlendirme; davanın, markanın hak sahiplerinden biri tarafından mı yoksa üçüncü bir kişi tarafından mı açıldığına göre farklılık göstermektedir.[3]

Markayı kullanma zorunluluğunun hak sahiplerinden biri veya birkaçı yahut tamamı tarafından yerine getirilmesi, üçüncü kişiler karşı markanın kullanılma zorunluluğu bakımından bir fark yaratmayacaktır. Zira söz konusu marka, ticaret hayatı içinde kullanılmaktadır ve bu yönüyle üçüncü kişiler bakımından markayı kullanma zorunluluğu yerine getirilmektedir. Bu nedenle birden fazla hak sahibinin bulunduğu markalarda, kullanma zorunluluğu hak sahiplerinden en az biri tarafından yerine getirilmişse üçüncü kişilerin, markanın kullanılmaması nedeniyle iptal talebinde bulunamayacağı değerlendirilmektedir.

Markanın birden fazla hak sahibinin bulunduğu durumda, hak sahiplerinin tasarruf yetkisi, markanın tek sahibi bulunduğu duruma göre daha sınırlıdır. Bu nedenle hak sahiplerinden birinin, belirtilen niteliğini kaybetmesinde, diğer hak sahiplerinin hukuki yararı bulunmaktadır. Kullanmama nedeniyle iptal talebi bakımından hak sahiplerinin birbirine karşı dava açamayacağına ilişkin sınırlayıcı bir hüküm de bulunmadığından, birden fazla hak sahibinin bulunduğu markalar bakımından, markayı kullanma zorunluluğunu yerine getiren hak sahiplerinin, bu zorunluluğu yerine getirmeyen hak sahiplerine karşı kullanmama nedeniyle iptal davası açabileceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda yazının kaleme alınmasını sağlayan karar, taraf sıfatlarının (husumet) değerlendirilmesi bakımından hukuka uygundur.

Yazının kaleme alınmasını sağlayan kararın, yukarıda incelenen konuya nazaran daha dikkat çekici kısmı ise hüküm bölümüdür. Zira kararın birazdan inceleyeceğimiz söz konusu bölümünde, markanın belli oranda iptal edilmesine yönelik bir ifadeler yer almaktadır. Kararın hüküm kısmı gerekçe kısmıyla birlikte değerlendirildiğinde “markanın davalı yönünden %50’sinin iptali” ile neyin kastedildiği anlaşılmakta, markayı kullanma zorunluluğunu yerine getirmeyen hak sahibi tarafından markanın iptaline karar verildiği, diğer hak sahibi davacının ise davanın tek sahibi hâline geldiği sonucuna ulaşılmaktadır. Ancak karar, birden çok anlama gelebilecek, belli bir oran içeren iptal hükmü nedeniyle belirsiz niteliktedir ve kanaatimizce kararın bu hâliyle uygulanma kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira “markanın %50’sinin iptali” ifadesi; (biraz abartılı olmakla birlikte) marka görselinde yer alan unsurların yarısının görselden çıkarılması, markanın kapsamında yer alan malların ve/veya hizmetlerin yarısının kapsamdan çıkarılması, markanın hak sahiplerinden yarısının bu niteliğini kaybetmesi gibi, bir kısmı bakımından uygulanma kabiliyeti bulunmayan farklı sonuçlar doğuracak niteliktedir. Kanaatimizce kararın belirsizlik içeren ve marka hukukuna yabancı olan söz konusu kısmı hukuka aykırıdır. Anılan kararın hüküm kısmının “… sayılı markanın davalı bakımından kullanmama nedeniyle iptaline …” şeklinde kaleme alınması bile yeterli iken %50 gibi bir oranla iptal kararı verilmesi belirsizliğe yol açmaktadır. Anılan kararın bir uzmanlık mahkemesi olan fikrî ve sınai haklar hukuk mahkemesince verilmiş olması ise durumu daha dikkat çekici bir hâle getirmektedir. Belirtilen nedenlerle kanun yoluna başvurulmaması üzerine kesinleşen kararın hukuka aykırı olan ve icra kabiliyeti bulunmayan hüküm kısmının, taraflardan birinin, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.305/1 hükmünde düzenlenen “hükmün tavzihi” yoluna başvurmasının ve belirsizliğin bu yolla giderilmesinin yerinde olacağı değerlendirilmektedir.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Mayıs 2022


[1] Markayı kullanmanın, bir yükümlülük ya da külfet olarak nitelendirilemeyeceğine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Osman Umut Karaca, Markayı Kullanma Zorunluluğu ve Kullanmamanın Hukuki Sonuçları, 2. Baskı, Lykeion Yayınları, Ankara 2018, s.31.

[2] Yarg. 11. HD., 14.6.2019 tarihli ve E.2019/1765, K.2019/4421 sayılı karar.

[3] Karaca; age. s.63.

Bir Cevap Yazın