Etiket: AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi

“EASYBREATH” İLE DECATHLON DERİN BİR NEFES ALDI: AVRUPA ADALET DİVANI’NDAN DECATHLON’A TASARIM ZAFERİ

Giriş

Yakın tarihli iki kararı ile Avrupa Birliği Genel Mahkemesi (“Genel Mahkeme”), Decathlon’un “Easybreath” yüz dalış maskesine ilişkin iki tescilli tasarımının geçerliliğini hedef alan hükümsüzlük taleplerini reddetmiştir. Delta-Sport Handelskontor GmbH (“Delta-Sport”) tarafından açılan iki farklı davada, tasarımların yalnızca teknik işlev nedeniyle ilgili biçimleri haiz oldukları ve ayırt edici nitelikten yoksun oldukları ileri sürülmüş olsa da Genel Mahkeme bu iddiaları yerinde bulmamıştır.

Genel Mahkeme, Decathlon’un maskelerinde estetik tercihlerin rol oynadığını ve tasarımların bilgili kullanıcı üzerinde özgün bir izlenim bıraktığını tespit ederek, aynı yöndeki Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nin (“EUIPO”) kararlarını onamıştır.

Uyuşmazlığın Geçmişi

Davacı Delta-Sport, davalı Decathlon tarafından tescil ettirilen ve yüz dalış maskesi olarak bilinen “Easybreath” modelini hedef alarak iki tescilli AB tasarımının (eski adıyla Topluluk Tasarımı – RCD – Registered Community Design) hükümsüz kılınması için EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur[1].

Delta-Sport, 30 Mart 2021 tarihinde yaptığı başvurularda, söz konusu tasarımların:

  1. Yalnızca ürünün teknik işlevi tarafından belirlenen özellikler taşıdığı,
  2. Bu nedenle RCD’nin koruma kapsamı dışında kaldığı,
  3. Ayrıca, ayırt edici nitelikten yoksun olduğu,

gerekçeleriyle hükümsüz kılınması gerektiğini ileri sürmüştür.

Delta Sports’un bir diğer iddiası ise uyuşmazlığa konu tasarımların, daha önce Fransa’da patent tescili[2] ile korunmalarının ve 24 Kasım 1995’te yayımlanan patent tesciline ve çeşitli faydalı model tescillerine konu olmalarının da, bu ürünlerin yalnızca teknik fonksiyonu haiz olduklarını ispatladığı ve bu kapsamda yenilik kriterinin de somut olaylarda mevcut olmadığı yönünde olmuştur.

EUIPO İptal Birimi, 19 Temmuz 2022 tarihli kararlarıyla hükümsüzlük taleplerini reddetmiştir. Delta-Sport bu kararlara karşı temyize gitmişse EUIPO Temyiz Kurulu, 11 Ağustos 2023 tarihli kararlarıyla bu temyiz taleplerinin her ikisini de reddetmiştir.

Temyiz Kurulu değerlendirmesinde, uyuşmazlık konusu tasarımların:

  1.  Yüzü çevreleyen oval bir çevresel çerçeve (002340224-0001 sayılı tasarım için ayrıca beyaz/gri renk özellikli);
  2. Üst kısmı düz, burun bölgesinde yükselen ve çeneye doğru kademeli olarak daralan, çevresel çerçeveye yerleştirilmiş şeffaf bir cam;
  3. Ağız ve burun üzerinde ters “V” şeklinde bir bölmeden oluşan, solda ve sağda birer valf bulunan, çene bölgesinde yuvaları olan bir kapak bulunan bir etek (002340224-0001 sayılı tasarım için etek ve pencerenin iç ovali mavi renkte);
  4. Üst uca doğru yarı yoldan itibaren belirgin şekilde kalınlaşan, ucunda bir kapak bulunan yarım daire biçimli, düz bir tuba; tuba, çerçevenin ortasına, tepeye yerleştirilmiş ve çerçeveye 45 derece eğimli (002340224-0001 sayılı tasarım için tubanın ucu turuncu renkteyken tüp şeffaftır);
  5. Ortada bağlı, çenenin biraz yukarısında, yanlara yerleştirilmiş iki sabitleme halkasıyla maskeye tutturulmuş “X” şeklinde bir baş kayışı (002340224-0001 sayılı tasarım kayış siyah renkli);

özellikleri haiz olduklarını not ederek, bu özelliklerin yalnızca teknik işlevi betimlemediğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda uyuşmazlık konusu tasarımlarda maskenin çerçevesinin oval şeklinin (yukarıdaki i. paragrafta belirtilen ilk özellik) ve baş kayışı bağlantısının şeklinin (yukarıdaki v. paragrafta belirtilen beşinci özellik) teknik olmayan özellikler olduğunu ve bu yönüyle ilgili tasarımların en az iki özelliğinin teknik işlevi haiz olmadığını da belirtmiştir. Buna ek olarak uyuşmazlık konusu 002340224-0001 sayılı tasarımın renk özelliklerinin bulunmasını da ilgili kararına eklemiş ve bu renk özelliklerinin de teknik işlevden kaynaklanmadığını not etmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu’nca temyizleri reddedilen Delta-Sport, uyuşmazlıkları AB Genel Mahkemesi’ne taşımıştır.

Genel Mahkeme’nin Değerlendirmesi

Genel Mahkeme her iki davayı da (T‑1060/23 ve T‑1061/23) 4 Haziran 2025 tarihli aynı gün verilen kararlarıyla sonuçlandırmış ve davacı Delta Sports’un taleplerini reddetmiştir.

Teknik Fonksiyon Argümanı

Delta-Sport’un temel iddiası, maske tasarımlarının tamamıyla ürünün teknik işlevine hizmet edecek şekilde belirlendiği yönünde olmuştur. Buna göre yukarıda da özetlendiği üzere:

  • Maskenin oval çerçevesi, insan yüzü anatomisine uyum sağlamak amacıyla tasarlandığı;
  • “X” şeklindeki kafa bandı, maskenin sabitlenmesini sağladığı;
  • Bu özelliklerin estetik değil, tamamen işlevsel nedenlerle seçildiği öne sürülmüştür.

Mahkeme, bu iddiaları değerlendirmiş ve EUIPO Temyiz Kurulu’nun değerlendirmeleri ile paralel olarak Decathlon’un tasarımının en az iki yönünün (çerçeve şekli ve kafa bandı biçimi) teknik işlevle sınırlı olmayan, aynı zamanda estetik tercihleri yansıttığına hükmetmiştir. Tasarımda kullanılan renkler (002340224-0001 sayılı tasarım için) ve yuvarlatılmış hatlar da bu değerlendirmeye dâhil edilmiştir.

Mahkeme, “bir ürün tasarımının yalnızca teknik nedenlerle şekillenmiş olması durumunda tasarım korumasından yararlanamayacağı” yönündeki kurala dikkat çekmiştir. Ancak, herhangi bir tasarımın, tek unsurunun bile teknik zorunluluk dışında başka saiklerle (örneğin estetik veya kullanıcı dostu görünüm gibi) belirlenmiş olması halinde, tasarımın geçerli kalacağına vurgu yapılmıştır.

Davacının önceki tarihli patent ve faydalı modellerin, bu tasarımların yalnızca teknik işlevi haiz oldukları iddialarını desteklediği argümanı için ise Genel Mahkeme, davacının iddialarının aksine, daha önceki patentlerin ve faydalı modellerin, uyuşmazlık konusu tasarımlardaki maske çerçevesinin oval şeklinin ve baş bandı bağlantısının şeklinin yalnızca teknik işlevler tarafından dayatıldığını kendi başlarına gösteremeyeceği değerlendirmesi ile patent ile tasarımların incelemelerinin ve koruma kapsamlarının birbirinden tamamen farklı olduğunu da not etmiştir.

Bu doğrultuda, tasarıma konu maske için alternatif şekillerin mümkün olduğunun gösterilmesi, teknik zorunluluğun mutlak olmadığını ve tasarımcının belli tercihleri kullandığını ortaya koymuştur.

Bireysel Karakter (“Individual Character”) Değerlendirmesi

Delta-Sport ayrıca, tasarımın yeni olmadığını ve farklılık yaratmadığını iddia etmiştir. Bu bağlamda 1995 tarihli bir Fransız patent başvurusuna (FR 2 720 050) atıf yaparak önceki tasarımla neredeyse aynı olduğunu savunmuştur.

Mahkeme, Decathlon’un tasarımların söz konusu önceki patentten önemli derecede farklılaştığını ve “bilgili kullanıcı üzerinde farklı bir genel izlenim bıraktığını” belirtmiştir. Özellikle tasarımların bütünsel görüntüsü, çizgilerin akıcılığı, renk kullanımı ve detaylar bu değerlendirmede etkili olmuştur.

Ayrıca Decathlon’un, tasarımın geliştirilme sürecinde dış tasarım firmalarıyla çalıştığı, tüketici testleri yaptığı ve tasarım estetiğine önem verdiği yönündeki beyanları ve kanıtları da Genel Mahkeme tarafından dikkate alınmıştır. Geliştirme sürecini anlatan tanıtım videoları ve prototip evrimleri de dosyada yer almıştır.

Karar ve Sonuç

Genel Mahkeme her iki kararında da:

  • Decathlon’un tasarımlarının teknik zorunluluklardan ibaret olmadığını,
  • Tasarımların bireysel karakter taşıdığını,
  • Delta-Sport’un teknik zorunluluk ve bireysellik iddialarını yeterli düzeyde ispatlayamadığını,

tespit ederek, davalı EUIPO ve müdahil Decathlon lehine hüküm kurmuştur.

Böylece, Decathlon’un Easybreath dalış maskesi için sahip olduğu tasarım tescillerinin geçerliliği bir kez daha teyit edilmiştir.

Bu kararlar, Genel Mahkeme’nin tasarım hukuku bakımından önemli kriterlerini net biçimde ortaya koyması ve ürün estetiği ile teknik işlev ayrımına dair yorumları açısından hem tasarım sahipleri hem de hukukçular için değerli bir içtihat oluşturmaktadır.

Bu kararların, tasarım hukukunda estetik ile fonksiyonun ip üstünde yürüyen dansında, fonksiyonun estetiğe engel olmadığını gösterdiğini ve Decathlon’un “rahat nefes almasını” sağladığını söyleyebiliriz. 😊

Güldeniz DOĞAN ALKAN

guldenizdogan@hotmail.com

Bengü ŞEN GÜRAKAN

benguseen@gmail.com

Temmuz 2025


[1] Sırasıyla tescil numaraları: RCD 002340224-0001 ve RCD No: 002526699-0001.

[2] FR 2 720 050.

SANAL MAL VE HİZMETLERİ KAPSAYAN MARKALARIN AYIRT EDİCİLİĞİ:“GLASHÜTTE” ÖRNEĞİ ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

Dijital varlıkların ve sanal ortamların hızla gelişmesiyle birlikte, ticari hayatta varlıklarını sürdürmek isteyen veya pazar hacmini büyütmeye çalışan marka sahipleri için sanal dünyada faaliyet göstermek giderek daha önemli bir öncelik haline gelmektedir. Marka sahipleri, sanal ortamlarda gerçek dünya mallarının sanal versiyonlarını sundukça, marka haklarının korunması ve özellikle marka haklarının dijital dünyada uygulanabilirliği konusunda önemli tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalardan biri de sanal mal ve hizmetleri kapsayan markaların ayırt ediciliğinin değerlendirilmesine ilişkindir.

Bu konuya dair son gelişmelerden biri, 1 Temmuz 2022 tarihinde başvuru sahibi Glashütter Uhrenbetrieb GmbH – Glashütte/Sa. tarafından 01.07.2022 tarihinde Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) yapılan 018727034 sayılı başvuruya ilişkindir[1]. Bu başvuru, sanal malların hukuki statüsü ve gerçek mallarla olan ilişkisi üzerine mahkemelerde yapılan tartışmaları da tetiklemiştir.

Başvuru sahibi tarafından, aşağıda yer alan işareti, 09, 35 ve 41. sınıflarda yer alan belirli sanal mal ve hizmetler için Avrupa Birliği markası (EUTM) olarak tescil edilmesi amacıyla EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur.

Başvuru, aşağıda yer alan sanal mal ve hizmetler bakımından ayırt edici olmadığı gerekçesi ile kısmen reddedilmiştir.

Class 9: Downloadable virtual products, namely computer programs offering chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories to be used online or in online virtual monals; Downloadable virtual goods, namely alarm clocks, watch cases, watch bracelets, presentation cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events and accessories for online or online virtual monds; downloadable digital and virtual goods created by means of blockchain technology, namely chronometers, chronographs, clocks, watches, alarm clocks, watch cases, watch cases, presentation cases for watches, movements for clocks, apparatus for timing sports events, and accessories for online or online virtual monds.

Class 35: Retail services connected with virtual products, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories for use online; Retail services connected with virtual goods, namely alarm clocks, watch cases, watch straps, cases for watches, watch movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use online; Online retail store services featuring virtual merchandise, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories for use online; Online retail store services featuring virtual merchandise, namely alarm clocks, watch cases, watch straps, cases for watches, clock cases, clock movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use online; Retail services and online retail services in a virtual environment featuring downloadable digital and virtual goods created by means of blockchain technology, namely chronometers, chronographs, clocks, watches, alarm clocks, watch cases, watch bands, presentation cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events, and their accessories for use online or in virtual watches.

Class 41: Entertainment services, namely providing on-line non-downloadable virtual goods, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and accessories therefor for use in virtual environments; Entertainment services, namely providing on-line nondownloadable virtual goods, namely alarm clocks, watch boxes, watch bracelets, cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use in virtual environments.

İlk inceleme uzmanına göre, “Glashütte” ve “Original” kelimelerinden oluşan marka başvurusu, Almanca, İngilizce veya Fransızca konuşan tüketiciler tarafından yalnızca malların ve hizmetlerin kalitesi ve kökeni hakkında bilgi veren bir işaret olarak algılanacaktır. “Glashütte”, Almanya’nın Saksonya eyaletinde bulunan ve Alman saatçilik endüstrisinin doğum yeri olarak bilinen bir şehirken, “Original” kelimesinin anlamı ise “orijinal/ özgün/ taklit olmayan”dır. Bu nedenle, başvurudaki işaret, tüketicilere “Glashütte” şehrinden gelen gerçek saatçilik ürünleri ya da bunlarla bağlantılı mallar ve hizmetler hakkında bir mesaj iletmektedir.

Söz konusu karar üzerine EUIPO Temyiz Kurulu’na (BoA) itirazda bulunan başvuru sahibi, başvuru kapsamındaki saat ve diğer mallarının sanal olduğunu ve gerçek ürünler olmadığını ileri sürmüştür. Başvuru sahibi, “Glashütte” şehrinin tanınmışlığının sanal ürünler için değil, gerçek dünyada üretilen “klasik” saatçilik endüstrisi ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, başvuru kapsamındaki mallar ve hizmetlerin, gerçek (fiziksel) saatlerle, bunların görünümü ve üretim süreciyle hiçbir bağlantısı bulunmadığını, aksine, bunların sanal dünya ürünleri olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda, başvuru sahibi, ilgili tüketicilerin “Glashütte” şehrinin sanal mallar, özellikle de sanal saatlerin tasarımı ve üretimiyle yeterince spesifik bir bağlantısı olduğuna inanmak için hiçbir nedenlerinin olmadığını iddia etmiştir.

BoA kararında[2], bir işaretin ayırt ediciliğinin değerlendirilmesine ilişkin genel ilkelerin, sanal mallar ve sanal hizmetler için başvurulan markalar açısından da geçerli olduğu vurgulanmıştır. BoA’ya göre, sanal mallar çevrimiçi ortamlarda ticareti yapılan fiziksel olmayan öğelerdir ve bu mallar gerçek dünyadaki malları temsil edebilir veya bunların işlevlerini taşıyabilir. İlk inceleme uzmanı tarafından ileri sürülen gerekçeler doğrultusunda, “Glashütte Original” işaretinin sanal saat ve saatlerle ilgili mallar ve bu malların perakende satışında kullanılması durumunda, “Glashütte” şehrinin saatçilikteki ününün sanal ürünlere aktarılacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda, tüketiciler “Glashütte Original” işaretini, sanal mallarda dahi kalite ile ilişkilendireceklerdir. Sonuç olarak, başvuru konusu işaretin, redde konu olan mallar ve hizmetler bakımından ticari kökeni belirtme işlevini yerine getirmediği, yalnızca kaliteyi yansıttığı kanaatine varılmış ve itiraz reddedilmiştir.

İtirazın reddi üzerine başvuru sahibi, BoA kararının iptali için dava açmış ve konu Avrupa Birliği Genel Mahkemesi (Genel Mahkeme) önüne taşınmıştır[3]. Mahkeme, ilk olarak 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğü m. 7/1(b) hükmünün uygulanma koşullarına değinmiştir. Mahkeme, bu madde çerçevesinde şu ilkeleri vurgulamıştır:

  • Bir markanın ayırt edici niteliği, bu markanın başvuru kapsamında veya tescil yer alan mal veya hizmetin hangi işletmeden geldiğini gösterebilmesi (markanın kaynak gösterme işlevi) ve bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edebilmesi (markanın ayırt edicilik işlevi) anlamına gelir.
  • Bir markanın ayırt edici niteliği, hem başvuru veya tescil kapsamında yer alan ürün veya hizmetle hem de ilgili kamuoyunun algısıyla değerlendirilmelidir.
  • Bir markanın ayırt edici niteliği olmadığına karar vermek için, markanın genel izlenimi dikkate alınmalıdır.
  • Bir markanın, ilgili kamuoyunun kayda değer bir kısmı açısından ayırt edici olmaması marka başvurusunun reddi veya markanın hükümsüz kılınması için yeterlidir. Bu bağlamda, işaretin, Avrupa Birliği’nde yer alan tüketicilerin bir kısmı için ayırt edici olmaması durumunda da m. 7/1 (b) hükmü uygulanabilir.

Bu ilkeler doğrultusunda, mahkeme, markanın tescil edilebilirliğine ilişkin değerlendirmelerde söz konusu kriterlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtmiştir.

Mahkeme, ilk olarak, “Glashütte” şehrinin, yüksek kaliteli saatlerin üretimiyle ünlü bir Alman şehri olarak tanınmasının EUIPO tarafından doğru bir şekilde tespit edildiğini ifade etmiştir.

Sonrasında ise, başvuru sahibinin “Glashütte” şehrinin saatçilik endüstrisindeki yüksek kalite imajının, sanal ürünler ve hizmetlere aktarılamayacağına, zira “Glashütte” şehrinin saatçilik alanındaki ününün, yalnızca geleneksel saatlerin üretimiyle sınırlı olduğuna bu nedenle de başvurulan markanın kapsamındaki sanal mallar ve hizmetler için ilgili tüketici kitlesinin farklı olduğu ve “Glashütte” şeklinin imajının bu alanda bir etki yaratmayacağına dair itirazı ele alınmıştır. Mahkemeye göre, BoA’nın, “Glashütte Original” ibaresini anlamına dair yaptığı tespitler yerindedir.

Takiben, mahkeme, sanal mallar ile gerçek malların karşılaştırılmasında, malların ve hizmetlerin doğasının ve özelliklerinin dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Eğer sanal mallar, gerçek malları temsil ediyorsa ya da gerçek malların işlevlerini sanal ortamda yerine getiriyorsa; ya da sanal hizmetler, gerçek hizmetlerin işlevlerini yerine getiriyorsa, o takdirde ilgili kamuoyunun, gerçek mallara ve hizmetlere dair algısını, sanal mallar ve hizmetlere aktarabilmesi mümkündür.

Somut olay bakımından mahkemeye göre, redde konu olan sanal mallar, gerçek saat ürünlerini ve bunların aksesuarlarını temsil etmektedir. Bu bağlamda, söz konusu sanal mallar, gerçek malları temsil edebilir veya onların işlevlerini taklit edebilir. Bu nedenle, ilgili kamuoyu, bu sanal mallar ve hizmetlerle karşılaştığında, başvurulan markayı “Glashütte” kasabasının geleneksel saatçilikteki itibarının mantıklı bir uzantısı olarak doğrudan algılayacaktır. Sonuç olarak, başvuru konusu işaret, sanal mallar ve hizmetlerin kalitesi ve orijinalliğiyle ilgili hissettirdiği olumlu duyguları, tıpkı gerçek mallar ve hizmetlerin kalitesi ve orijinalliğiyle ilgili duygulara benzer şekilde taşıyacaktır. Çünkü, ilgili tüketiciler redde konu mal ve hizmetlerin şehrin ünlü olduğu gerçek mallarla doğrudan bağlantılı olduğunu düşünecek ve sanal mallarla gerçek dünya mallarını ilişkilendirecektir. Mahkeme bu bağlamda, sanal ürünlerin ve hizmetlerin, ilgili kamuoyu tarafından gerçek dünyadaki ürünlere benzer şekilde algılanabileceğini ifade etmiş ve BoA’nın başvuru konusu işaretin, ilgili kamuoyu tarafından, redde konu mal ve hizmetler bakımından, ayırt edici olmayacağına dair yaptığı incelemenin doğru ve yerinde olduğuna karar vermiştir.

Sonuç olarak, gerçek dünya malları ve bunların pazarlanma biçimi, sanal malların ve hizmetlerin değerlendirilmesinde sıklıkla önemli bir rol oynayabilecektir. Ancak, sanal mallar ve hizmetler ile gerçek malların ve hizmetlerin karşılaştırılmasında somut olay bazında değerlendirme yapılmalıdır. Ayrıca, gerçek dünya mallarının veya ambalajlarının sıradan bir temsilinden daha fazlası olmayan bir işaret, kural olarak, tüketici tarafından eşdeğer sanal mallar için ticari bir köken göstergesi olarak algılanmayacaktır[4]. Bunun aksini iddia eden başvuru sahiplerinin ise, itirazlarında bunu destekleyecek kanıtlar sunması gerekmektedir.

Elif AYKURT KARACA

Ocak 2025

elifaykurt904@gmail.com


[1] Başvuru hakkında ayrıntılı bilgiye https://euipo.europa.eu/error/revise.html#details/trademarks/018727034 bağlantısından erişilebilir.

[2] BoA’ nın R 773/2023-5 sayılı kararı hakkında ayrıntılı bilgiye https://www.euipo.europa.eu/en/boards-of-appeal/decisions bağlantısından erişilebilir.

[3] Genel Mahkeme’nin T-1163/23 sayılı kararı hakkında ayrıntılı bilgiye https://curia.europa.eu/juris/document/document.jsfext=&docid=293330&pageIndex=0&doclang=FR&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=2070657 bağlantısından ulaşılabilir.

[4] Bkz. 13 Eylül 2022 tarihinde EUIPO tarafından düzenlenen “Metaverse’deki Ticaret Markaları ve Tasarımlar: Hukuki Yönler/EUIPO Uygulaması” başlıklı online seminer. https://euipo.europa.eu/knowledge/course/view.php?id=4763

Covid-19 Kısıtlamaları Markanın Kullanılmaması İçin Haklı Bir Neden Olabilir Mi? ABAD Genel Mahkemesi Cristiani Kararı


İtalya’da kurulmuş pastacılık üzerine faaliyet gösteren Pasticceria Cristiani Sas di Sergio Cristiani & C firması, Georgi Kirov adına Avrupa Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) nezdinde 14., 16., 21., 35. ve 43. sınıflarında tescilli “CRISTIANI” markasının Avrupa Birliği (AB) Marka Tüzüğü’nün 58(1)(a) maddesi uyarınca beş yıl kesintisiz kullanılmaması nedeniyle tescilli olduğu birtakım mal ve hizmetler bakımından iptal edilmesini talep etmiştir.  

Pasticceria Cristiani Sas di Sergio Cristiani & C firması tarafından EUIPO’ya yapılan bu iptal başvurusu doğrultusunda ilgili markanın kısmen iptal edilmesine karar verilmiş olup, “CRISTIANI” markasının sahibi Georgi Kirov tarafından bu iptal kararına karşı yapılan itiraz neticesinde Genel Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda verilen kararın uygunluğuna hükmedilerek davanın reddine karar verilmiştir. 

Olay

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) Genel Mahkemesinin Yedinci Dairesi’nin kararına konu olayda, Georgi Kirov (“Başvuru Sahibi”), 26 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki markanın tescili için EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur:

Söz konusu işaret, 28 Mayıs 2015 tarihinde 013498381 tescil numarası ile, 15 Haziran 1957 tarihli Markaların Tescili Amacıyla Mal ve Hizmetlerin Uluslararası Sınıflandırılmasına İlişkin Nice Anlaşması’nın 14., 16., 21., 35. ve 43. sınıflarda yer alan mal ve hizmetler için tescil edilmiştir.

İtalya’da kurulmuş pastacılık üzerine faaliyet gösteren Pasticceria Cristiani Sas di Sergio Cristiani & C firmasıise 3 Haziran 2020 tarihinde Başvuru Sahibi’ne ait markanın tescil edildiği mal ve hizmet sınıflarının bir kısmı bakımından iptal edilmesi için EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur. Buna göre, Pasticceria Cristiani Sas di Sergio Cristiani & C firması Başvuru Sahibi adına tescilli CHRISTIANI markasının aşağıda belirtilen mallar ve hizmetler için kullanılmadığını ileri sürmüş ve 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğü (“2017/1001 sayılı Tüzük”)’nün 58(1)(a) maddesine dayanarak iptal edilmesini talep etmiştir:

16. Sınıf – Kağıt; karton; endüstriyel kağıt ve karton; kağıt kutular; kağıt mendiller ve havlular; kağıttan çelenkler, flamalar ve figürler; süslenmiş kağıtlar; kağıt ve kartondan sanat eserleri.

43. Sınıf – Kafeterya hizmetleri; restoran hizmetleri; yiyecek-içecek hizmetleri.

Başvuru Sahibi, tescilli markasının iptali için yapılan bu başvuru üzerine sunmuş olduğu 19 Ekim 2020 tarihli dilekçesinde, ilgili beş yıllık dönem boyunca ihtilaflı markanın gerçek kullanımını kanıtlamak üzere belgeler sunmuştur.

25 Mart 2022 tarihinde, EUIPO İptal Dairesi, Pasticceria Cristiani Sas di Sergio Cristiani & C firmasının iptal başvurusunu kabul etmiş ve yukarıda belirtilen mal ve hizmetler bakımından ihtilaflı markayı kısmen iptal etmiştir. İptal kararına karşın Başvuru Sahibi, EUIPO Temyiz Kurulu nezdinde itiraz etmiş ve ilgili markanın 43. sınıfta yer alan hizmetler bakımından iptal edilmesi kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

İnceleme sonucunda EUIPO Birinci Temyiz Kurulu, “CHRISTIANI” şekil markasının 43. sınıfta yer alan kafeterya, restoran ve yiyecek-içecek hizmetleri için yeterli ölçüde kullanılmadığına hükmederek markanın ilgili hizmetler bakımından iptal edilmesi kararını onamıştır. 

Başvuru Sahibi, Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma (TFEU)’nın 263. Maddesi uyarınca açtığı dava ile Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) Birinci Temyiz Kurulu’nun 16 Ocak 2023 tarihli kararın (R 835/2022-1) iptalini talep etmiştir.

Yargılama Süreci

Başvuru Sahibi, Genel Mahkeme nezdindeki davasında esas olarak iki hukuki iddiaya dayanmaktadır:

  • Başvuru Sahibi, ilk olarak, 2017/1001 sayılı Tüzüğün 58(1)(a) maddesinin ve teşebbüs serbestisini düzenleyen Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın (“Şart“) 16. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir.
  • İkinci iddiada ise Başvuru Sahibi, itirazı sonucundaki karara ilişkin gerekçe gösterme yükümlülüğü ile etkili çözüm yolu ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

Başvuru Sahibi, sunmuş olduğu delillerin ihtilaflı markanın iptal edilen hizmetlerle bağlantılı olarak gerçek kullanımını kanıtlamaya hizmet etmediği ve kullanmama için uygun bir nedene dayanamayacağına ilişkin Temyiz Kurulu tespitinin 2017/1001 sayılı Tüzüğün 58(1)(a) maddesini ihlal ettiğini ileri sürmektedir.

2017/1001 sayılı Tüzüğün 58(1)(a) maddesi; bir Avrupa Birliği markası sahibinin haklarının, EUIPO’ya yapılan başvuru üzerine veya ihlal davalarında bir karşı dava olarak, markanın beş yıllık kesintisiz bir süre içinde tescil edildiği mal veya hizmetlerle bağlantılı olarak Avrupa Birliği’nde gerçek anlamda kullanılmaması ve kullanılmaması için haklı bir neden bulunmaması halinde iptal edilebileceğini öngörmektedir.

Yapılan yargılama sürecinde esasen tartışılan konulardan biri olarak, “gerçek kullanım” kavramının yorumlanırken, amacın bir teşebbüsün ticari başarısını değerlendirmek veya ekonomik stratejisini gözden geçirmek olmadığı ve marka korumasının markaların büyük ölçekli ticari bir kullanım durumunda sağlanması ile sınırlandırmayı amaçlamadığının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

2017/1001 sayılı Tüzüğün 19(1) maddesi uyarınca iptal işlemlerinde geçerli olan kullanım kanıtı, markanın tescil edildiği mal veya hizmetler için kullanım yeri, zamanı, kullanımın kapsamı ve niteliği ile ilgili olması gerekmektedir. Aynı Tüzüğün 97(1)(f) maddesine atıfta bulunulduğu üzere bu kullanımın ispatı ise ambalajlar, etiketler, fiyat listeleri, kataloglar, faturalar, fotoğraflar, gazete reklamları ve yazılı beyanlar gibi destekleyici belge ve kalemlerin sunulması ile sınırlı bulunmaktadır.

Mevzuattan da anlaşılacağı üzere, markanın, tescil edildiği mal veya hizmetlerin kaynağını garanti etmek olan temel işlevine uygun olarak, bu mal veya hizmetler için bir çıkış noktası oluşturmak veya korumak amacıyla kullanılması halinde, bir markanın gerçek kullanımı söz konusudur. Gerçek kullanım, yalnızca markanın sağladığı hakları koruma amaçlı göstermelik kullanımı içermeyeceği gibi markanın kullanımı olasılıklar veya karineler yoluyla da kanıtlanamaz.  Ayrıca, markanın gerçek ve yeterli kullanımına ilişkin koşul, markanın kamuya açık ve dışa dönük olarak somut ve objektif biçimde kullanılmasını gerektirmektedir.

Bu bağlamda, itiraz edilen markanın kullanımının gerçek olarak kabul edilmesi için, kullanımın her zaman niceliksel olarak önemli olması gerekmemekle birlikte kullanım tespitinde ihtilaflı markanın bulunduğu malların cirosu ve satış hacminin de mutlak bir kriter olarak değerlendirilemeyeceği ifade edilmektedir. Buna göre, markanın iş hacmi, üretim veya pazarlama kapasitesi veya markayı kullanan teşebbüsün çeşitlendirme derecesi ve ilgili pazardaki mal veya hizmetlerin özellikleri gibi diğer ilgili faktörlerle ilişkili olarak da kullanımın incelenmesi gerekmektedir.

Bir AB markasının kullanımının gerçek olarak kabul edilmesi için markanın geniş bir coğrafi alanda kullanılması gerekli olmayıp markanın kullanıldığı ilgili ürün veya hizmetin ve bu ürün ve hizmet pazarının özelliklerine bağlı olarak tek bir Üye Devlette veya bir Üye Devletin topraklarının sadece bir kısmında kullanılması halinde de bir AB markasının gerçek kullanımından söz edilebilecektir. Dolayısıyla geniş bir çerçevede koruma sağlayan AB markasının tek bir Üye Devlette veya bir Üye Devletin topraklarının sadece bir kısmında kullanılmasının, Avrupa Birliği içindeki kullanımın gerçek olmasını kendi başına engellemeyeceği belirtilmiştir.

İspat yükümlülüğü ile ilgili olarak, yürütülen yargılamada, bir markanın iptaline yönelik işlemlerde, kural olarak, söz konusu markanın gerçek kullanımını ortaya koymanın EUIPO’nun değil marka sahibinin görevi olduğu açık bir şekilde teyit edilmiştir. Buna göre, AB markası sahibinin, EUIPO tarafından belirlenen süre içerisinde söz konusu markanın gerçek kullanımına veya kullanılmamasına ilişkin haklı nedenlere ilişkin herhangi bir kanıt sunmaması veya sunulan kanıt veya nedenlerin açıkça ilgisiz veya yetersiz olması halinde, AB markası iptal edilecektir.

Başvuru Sahibi tarafından itiraz edilen kararda, Temyiz Kurulu, iptal başvurusunun 3 Haziran 2020 tarihinde yapılmış olması nedeniyle, başvuru sahibinden 3 Haziran 2015 ile 2 Haziran 2020 tarihleri arasında ihtilaflı “CHRISTIANI” markasının gerçek kullanımını kanıtlaması gerektiğine karar vermiştir. Ancak, Başvuru Sahibi, 2017/1001 sayılı Tüzük Madde 47(2) ve Madde 58’de atıfta bulunulan beş yıllık ek sürenin, ihtilaflı markanın 28 Mayıs 2015 tarihinde tescil edilmiş olmasına rağmen, 28 Mayıs 2020 tarihinde değil, 15 Ağustos 2020 tarihinde sona erdiğini ileri sürmüştür.

Başvuru Sahibi, söz konusu beş yıllık sürenin 13 Mart 2020 ile 1 Haziran 2020 tarihleri arasında 79 gün boyunca durduğunu ve bu süre zarfında Bulgaristan’da ve Avrupa Birliği’nin geri kalanında COVID-19 salgınından kaynaklanan kısıtlamalar, özellikle de Bulgaristan’da kararlaştırılan restoran ve kafeteryaların kapatılması kararının ihtilaflı markanın söz konusu hizmetlerle bağlantılı olarak kullanılmaması için haklı bir neden olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla, Başvuru Sahibi, Pasticceria Cristiani Sas di Sergio Cristiani & C firması tarafından yapılan iptal başvurusunun 3 Haziran 2020 tarihinde, yani beş yıllık sürenin sona ermesinden önce yapıldığı için kabul edilemeyeceği argümanını sunmuştur.

Başvuru Sahibi tarafından itiraz edilen Temyiz Kurulu kararında, 79 gün boyunca bu hizmetlerin sağlanamadığına dair hiçbir şüphe olmamakla birlikte, bu 79 günün kullanım ispatını gerektiren beş yıllık süre içerisinde nispeten kısa bir zaman dilimini oluşturduğu ve bu nedenle markanın kullanılmamasına yönelik “haklı bir neden” olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Kararın devamında, Başvuru Sahibi tarafından sunulan kanıtların hiçbirinin Başvuru Sahibi’nin, ihtilaflı markanın otel hizmetlerinden bağımsız olarak ‘restoran’ hizmetleriyle ilgili olarak kullanmaya başlamayı amaçladığını göstermediği ifade edilmiştir. Ayrıca, Temyiz Kurulu tarafından markanın kullanımına ilişkin yapılan inceleme kapsamında COVID-19 salgını kısıtlamalarının ilgili olduğu dönemin çoğunun, düşük sezonda, yani Mayıs-Eylül ayları dışında olduğunu gözlemlemiş ve itiraz edilen markanın gerçek kullanımının kanıtlanması gereken tarihle ilgili olarak mevzuata aykırı bir durum olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

2017/1001 sayılı Tüzüğün 58(1) maddesi anlamında markanın kullanılmaması için “haklı nedenler” olarak belirtilen nedenlerin yalnızca bir markayla yeterince doğrudan ilişkisi olan ve markanın kullanımını imkansız veya makul olmayan hale getiren ve marka sahibinin iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkan engeller olması gerekmektedir.

Halbuki itiraz edilen kararda, Temyiz Kurulu, Başvuru Sahibi’nin “kafeterya” ve “restoran” hizmetleriyle bağlantılı olarak iptali talep edilen markanın gerçek kullanımını kanıtlayamadığını tespit etmiştir. Özellikle, gerçek kullanıma ilişkin kanıtlarla ilgili olarak, ilk olarak, “kafeterya” ve “restoran” hizmetlerinin otel hizmetlerinden bağımsız olarak değil, onlara yardımcı hizmetler olarak sunulduğunu tespit etmiştir. İkinci olarak, Başvuru Sahibi tarafından otel hizmetlerine yönelik web sitelerinden alınan ekran görüntüleri gibi sunulan kanıtların, bu hizmetlerin otel hizmetlerine yardımcı olarak kabul edilip edilmediğine bakılmaksızın, işaretin tescilli haliyle bu hizmetlerle bağlantılı olarak kullanıldığına atıfta bulunmadığı anlaşılmıştır. Üçüncü olarak, önceki iki değerlendirmeden bağımsız olarak, Temyiz Kurulu, restoranın günlük mali raporlarının çok sınırlı bir günlük ciro gösterdiğini ve Avrupa Birliği’ndeki yiyecek ve içecek hizmetleri sektörünün büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda, bu çok sınırlı kullanım yoğunluğunun, yüksek kullanım sıklığı ve geniş coğrafi kapsam gibi diğer faktörlerle telafi edilmesi gerektiğini, ancak durumun böyle olmadığını belirtmiştir. Son olarak ise, Başvuru Sahibi’nin, otel hizmetlerinden bağımsız olarak sağlanıp sağlanmadığına bakılmaksızın, markanın “yemek hizmetleri” ile bağlantılı olarak kullanıldığına dair herhangi bir kullanım kanıtı sunmadığını gözlemlemiştir.

Başvuru Sahibi, söz konusu markanın “kafeterya” ve “restoran” hizmetleriyle bağlantılı olarak gerçek kullanımını kanıtlamaya hizmet eden bir lisans sözleşmesi sunduğunu iddia etmektedir. 2017/1001 sayılı Tüzük Madde 18(2) uyarınca, bir markanın sahibinin rızası ile kullanılmasının, marka sahibi tarafından kullanım olarak kabul edileceği belirtilmektedir. Ancak, ilgili düzenleme uyarınca, bir lisans sözleşmesinin varlığı, tek başına, söz konusu markanın piyasada fiilen kullanıldığını göstermez. Lisans sözleşmesi ile markanın kullanım hakkını alan lisans sahibi tarafından da markanın kullanılması gerekmekte olup, Başvuru Sahibi tarafından, ihtilaflı markanın lisans sahibi tarafından kullanıldığına dair herhangi bir kanıt sunmamış olduğu görülmüştür.

Gerekçe gösterme yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin olarak Başvuru Sahibi, Temyiz Kurulu’nun neden EUIPO yönergelerinden ayrıldığını açıklamadığını ve bu yönergelere göre, beş yıllık ek sürenin 79 günlük bir süre için uygun bir kullanmama nedeni olması sebebiyle durdurulması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca, Başvuru Sahibi, gerekçelerin belirtilmemesinden, Temyiz Kurulu’nun, Şart’ın 47. maddesinde öngörülen etkili başvuru ve adil yargılanma hakkını da ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte, Temyiz Kurulu’nun, lisans sözleşmesinin neden ihtilaflı markanın kullanımını kanıtlamaya hizmet etmediğini yeterince açıklamadığını iddia etmektedir.

Gerekçe belirtme yükümlülüğü ile ilgili olarak, 2017/1001 sayılı Tüzüğün 94(1) maddesinin ilk cümlesinin EUIPO kararlarının dayandığı gerekçeleri belirtmesi gerektiğini öngördüğü unutulmamalıdır. Şart’ın 41(2) maddesinde belirtilen iyi yönetim hakkından da kaynaklanan bu yükümlülük, ilgili kişilerin haklarını savunabilmeleri için alınan tedbirin gerekçesini bilmelerini ve AB yargısının ilgili kararın yasallığını gözden geçirme yetkisini kullanmasını sağlamak gibi ikili bir amaca sahiptir. Bu yükümlülük, gerekçe beyanının, söz konusu tedbiri kabul eden kurum tarafından izlenen gerekçeyi, bu gerekçenin ilgili tüm gerçeklere ve hukuk noktalarına girmesine gerek olmaksızın, açık ve net bir şekilde ortaya koymasını gerektirmektedir.

Bu bağlamda, Temyiz Kurulu, itiraz konusu kararda 79 günün nispeten kısa bir süre teşkil ettiğini, bu 79 günlük sürenin çoğunun düşük sezonda gerçekleştiğini ve Başvuru Sahibi tarafından sunulan söz konusu hizmetlerin kapsamının ve restoranın sınırlı kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda bu gerekçenin markanın kullanılmaması hususunda bir uygunluk nedeni olarak kabul edilemeyeceğini 2017/1001 sayılı Tüzüğün 58(1) kapsamında açıklayarak yeterli bir gerekçe sunduğunu ifade etmektedir. Lisans sözleşmesiyle ilgili olarak ise yine Başvuru Sahibi’nin itiraz edilen markanın lisans sahibi tarafından kullanıldığına dair herhangi bir kanıt sunmadığını ve lisans sahibinin itiraz edilen markayı kullandığına dair bir kanıt olmaksızın, bir marka lisans sözleşmesinin tek başına markanın kullanılması anlamına gelmediğini vurgulayarak gerekçe gösterme yükümlülüğünü yerine getirdiğini açıklamaktadır.

Sonuç

Genel Mahkeme tarafından yürütülen yargılama sonucunda; yukarıda açıklanan nedenlerle Temyiz Kurulu’nun Başvuru Sahibi’nin iddia ettiğinin aksine gerekçe belirtme yükümlülüğünü ihlal etmediğine ve dolayısıyla Şart’ın 47. maddesi uyarınca etkili başvuru ve adil yargılanma hakkını da ihlal etmediğine kanaat getirilmiş ve Başvuru Sahibi adına tescilli “CHRISTIANI” markasının 43. sınıfta yer alan hizmetler bakımından iptal edilmesine ilişkin karara karşı açılan davanın reddedilmesine karar verilmiştir.

İlgili karara buradan ulaşabilirsiniz.

Tuba UÇAR

tubanurucar@gmail.com

Ağustos 2024

JOY’UN BİTMEYEN HİKAYESİ; GENEL MAHKEME’DEN TARİHİ MARKALARIN TANINMIŞLIĞINA DAİR MİS KOKULU BİR KARAR

Kimilerine göre, “Başka bir zamana aitmiş gibi değil, başka bir zamanın bizzat kendisiymiş gibi kokan,” 1929 orijinli bir parfüm Joy. Tabii parfümle ilgili ayrıntılara girmeden önce parfümün marka sahibine, yani Jean Patou’ya bir göz atacağız.

“Jean Patou 1880 yılında Normandiya’da doğuyor, I. Dünya Savaşı öncesinde Paris’e taşınıyor ve küçük bir terzi dükkânı açıyor.

Henüz o yıllarda moda dünyasına damga vuracak yaratıları gündemde olmasa bile farklılığı gene de oldukça belirgin Patou’nun. Bir gün dükkânına gelen New Yorklu bir tüccara bir-iki elbise satmayı umarken, adamın bütün koleksiyonu satın aldığını görünce kendi de buna inanmaya başlıyor. Küçük terzi dükkânından çıkarak diğer moda devleriyle onların düzeyinde bir rekabete niyetlendiğindeyse, bu kez karşısına seferberlik emri ve askerlik görevi çıkıyor, dolayısıyla bu kararını ertelemek zorunda kalıyor. Savaş yıllarını yüzbaşı rütbesiyle cephede, hem de bizim buralarda, Çanakkale’de siperlerin içinde aktif olarak geçirip dolu dolu savaşı yaşadıktan sonra, 1918’de Paris’in St. Florentin Sokağı’nda ilk butiğini açıyor ve bu butikle beraber ismi dünya çapında bir şöhrete, cüzdanı da içine para sığdırılamayan bir şişkin deri aksesuara dönüşüyor.

Jean Patou’nun ismi ve kreasyonları, çok kısa sürede rakipleri Chanel veya Molyneux kadar etkileyici bir hal alıyor. Ancak o, sadece kıta Avrupası’nın değil, yeni gelişen zengin Amerika’nın da tasarımlarıyla keşfedilmesi gerektiğine inanıyor. Bir gün butiğine gelen bir Amerikalı müşteri kendisine göstermek için kıyafet giyinen genç Fransız mankenlere bakıp, “Evet, elbiselerin hepsi çok güzel görünüyorlar ama asıl sorun, benim vücudumda nasıl duracaklar? Fransız ve Amerikalı kadınların vücut tipleri çok farklı. Fransızlar daha kısa ve yuvarlak hatlı, bizlerse daha uzun ve daha düz vücutlara sahibiz,” diyor. Patou fısıltıyla dile getirilen bu yorumu kaçırmıyor tabii. Hemen kararını veriyor ve yeni zengin, genç Amerikalı kadınlar için, uzun ve ince fiziklerine uygun, rahat (hatta spor) yeni bir kadın tipi yaratmaya soyunuyor.

Hem Amerikan pazarının büyüklüğü ve zenginliğini göz önüne alarak, hem de savaş sonrası yıllarının değişiklik bekleyen kadın tüketicileri için tasarım ve sunumda beklentileri öngörerek bir dizi ilki başlatıyor. Giysinin kumaşından ve deseninden hanımlar için tasarlanmış kravatlar bu ilklerden biri. 1921’de Wimbledon kortlarında diz boyu etek, saç bandı ve kolsuz hırka, yani yelekle ilk kez görülen kadın tenisçi kıyafeti de gene onun buluşlarından biri.

Aslında Patou’nun bugüne kadar kalan tasarımı veya yaşayan ve yaygın bir giyim markası olarak ismi maalesef yok. Ancak ünlendiği dönemde markasıyla satışa sunduğu bir parfüm var ki yüzyılın en önemli ilk beş parfümünün arasında hâlâ yer alıyor. Bir fikir vermesi açısından söyleyeyim, Joy isimli bu parfüm, 1929’da yaratılmış olmasına rağmen 2000 yılında (yani piyasaya çıktıktan tam 71 yıl sonra) dünyanın en iyi parfümü seçildi.

Efendim, 1925 yılında Jean Patou, butiğinin imzasıyla parfüm satmaya başlıyor. İlk parfümleri bir üçleme. Birbirini takip eden isimleriyle de bir aşk hikâyesini anlatan bu parfümler, sırasıyla Amour Amour, Que sais-je ve Adieu Sagesse; yani “Aşk, Aşk”, “Ne biliyorum ki?” ve “Elveda Sağduyu.”. Bir de ünlü Le Sien’i var Patou’nun, ünü de modern zamanların ilk üniseks parfümü olmasından kaynaklanıyor.

Patou, giysilerde yakaladığı değişik havayı parfümlerde yakala yamadığının farkında. Bu nedenle o güne kadar olandan farklı bir parfüm yakalamak amacıyla parfüm başkenti olarak bilinen Grasse’a doğru yola çıkıyor. Yanında bir nevi danışman ve basın sözcüsü olarak kullandığı Elsa Maxwell var. Elsa Maxwell, o zamanlar için dünya sosyetesine yön veren çok önemli bir isim, çünkü çok okunan bir dedikodu köşesinin sahibi.

Elsa ve Jean, Grasse’a gidiyorlar ve yaratıcılığıyla ünlenmiş pek çok parfümörü ziyaret edip, numunelerini kokluyorlar. Üç gün süren bu parfüm ve parfümcü avının sonunda daha önce Jean’ın bordroya alarak kendi markasına bağladığı parfümör Henri Alméras’a da uğruyorlar ve son bir umut onun hazırladığı formülleri kokluyorlar.

Yüzlerindeki hayalkırıklığı yerini çaresizliğe bırakmak üzereyken kendisi de ilginç bir kişilik olan Henri Alméras kokusal hiçbir önerisinin beğenilmemesine bayağı kızmış durumda. Son numune şişeciği de yüz buruşturularak masaya geri konduğunda, Alméras dayanamayıp hiddetle patlıyor ve masasının en alt çekmecesinden çıkardığı bir başka şişeciği burunlarına doğru tehdit edercesine sallıyor: “Onu beğenmiyorsunuz, bunu beğenmiyorsunuz… Alın koklayın. Eğer bunu da beğenmiyorsanız, zaten siz bu işten hiç anlamıyorsunuz demektir kardeşim!” diyor.

Şişenin kapağını açan Jean Patou parfümü koklamasıyla birlikte iskemlesine “Lönk!” diye çöküyor. Gözleri kapanıyor ve az önce gerim gerim gerilen yüz kasları gevşeyiveriyor. “Nefis bir şey bu!” diyor. “Budur işte benim aradığım! Nefis, nefis, nefis…” Henri Alméras da yerine oturuyor ve “Nefis tabii… Bulunabilecek en iyi ve pahalı esans yağlarından hazırlandı. Maalesef bu kadar nefis olmasına rağmen sen bunu satamazsın, çünkü maliyeti çok fazla ve ticari olarak kârlı değil” diyor.

Bu aşamada Elsa Maxwell devreye giriyor ve “Bu senin bakış açın Henri. Biz bunu ‘dünyanın en pahalı parfümü’ diye  satacağız.Böyle bir sunum, bizim marka kimliğimize de uyuyor. Parfümün adını da Joy koyacağız. Bu ismin dünyanın her yanında neşe, sevinç ve mutluluğu barındıran bir anlamı var. Bu parfüm, parfüm satılan her yerde mükemmelliğin sembolü olacak ve Rolls Royce araba dünyası için ne anlama geliyorsa, Joy da parfüm dünyası için aynı anlama gelecek,” diyor. Ancak Jean de Moüy, yani Patou’nun yeğeni, bu iddiayı pek kabullenmiyor ve “Patou modaevinde her şeye olduğu gibi isme de Jean karar verirdi,” diyor.

Henri Alméras ünlü ve son derece becerikli bir parfümör. Malzemeden çok iyi anlıyor, çok da titiz. Alméras, işin yaratım kısmına olduğu kadar üretim ve maliyet kısmına da oldukça hakim. Bu nedenle ilk numuneden esas parfüme giden yolda pek çok kez takışıyorlar Jean Patou’yla. Ne var ki bugünlerde yaşadığımız örneklerin tersine, Joy örneğinde maliyeti yok sayan markanın sahibi, maliyet konusunda sürekli uyarıda bulunan da parfümör oluyor.

Sonunda bu iki dik kafalı ilginç kişiliğin çekişmesi, bugünkü Joy’u Joy yapan noktada buluşuyor. Ortaya çıkan parfüm, ağırlıkla yasemin ve gül üzerine inşa edilmiş, c-14, yani şeftali aldehyde’i sümbülteber ve ylang ylang ile beslenmiş, hemen iris notasının ardından gelen ve nispeten zayıf tutulan baz notalardaysa misk, sandal ağacı ve civet üzerine oturtuluyor. Başlangıçta taze ve yeşil notalar taşıyan şeftaliyle Bulgar gülü neredeyse aynı anda hissediliyor, daha sonra da o ilahi bileşime, yani gül ve yaseminin muazzam dengesine geçiliyor. Bu parfüm, “baz notası olmayan parfüm” diye de biliniyor, zira o ilk numune koklatıldığında Elsa Maxwell ile Jean Patou’yu çarpan floral akor, yani gül ve yaseminin birlikteliği, başından sonuna parfümün ana karakterini veriyor.

Deminden beri “pahalı”, “ağır” falan diyoruz ya, daha net canlandırabilmeniz için söylüyorum; genel kabule göre 30ml’lik bir Joy parfüm şişesinin içinde tam 10 bin Fransız yasemin çiçeğinin ve 336 Bulgar gülünün özü yer alıyor. İnanılmaz bir rakam gerçekten!

İşin ilginci, yıllar geçip, Patou 1936’da ölüp, modaevinin parfüm bölümü veraset yoluyla intikal üstüne intikal yaşayıp, sonunda da Procter & Gamble’ın eline geçmiş olmasına rağmen, hâlâ başında Patou’nun ikinci nesil kuzeni vardı ve uzun yıllar formülünde hiçbir değişiklik olmadan üretildi. Kuvvetli ve ağır bir parfüm örneğidir, sürüldüğünde en az sekiz saat ten üzerinde etkisini sürdürür. Eau de toilette ve parfümünün formül ve kokuları, bütün seçkin parfümlerin versiyon farklarında olduğu gibi, çok az farklar taşır. Eau de toilette’inde gül daha fazla hissedilirken, parfümünde açılış o kadar yeşil değildir ve yasemin ağırlığı daha fazla kendini belli eder. Parfümün teninizdeki son anları daha baharlı ve hayvansıdır ki bunu da muhtemelen yaseminin içindeki indole molekülüyle birleşen civet’e borçludur.

Piyasaya sürülüşü de ayrı bir hikâye Joy’un. Çıkış yılı 1929 demiştim, hatırlarsanız. O yıllar Amerika’nın en büyük ekonomik buhranını yaşadığı yıllar. Bu buhran en başta lüks tüketim ürünlerini, dolayısıyla Jean Patou’yu da çarpıyor. Ancak Patou’nun kesesi sağlam ve ekonomik bunalım başladığında var olan şirket yapısı fazla değişmiyor. Değişmiyor dediğim, küçük bir terzi dükkânıyla başlayan terzilik ve modacılık macerası, 1.000 çalışanı barındıran dev bir yapıya dönüşmüş durumda.

Patou, servetini yitiren veya zor durumda kalan yahut tüketimini kısmak mecburiyetini hisseden her eski seçkin müşterisinin evine, kapısına, özel bir ulakla küçük birer paket gönderiyor.Paketin içinde bir küçük kristal şişe ve şişeye iliştirilmiş minik bir kart, kartın üzerinde de JP amblemiyle Joy kelimesinden başka hiçbir ifade yok. Tabii bu ayrıcalıklı dağıtımdan nasibini alan eski müşteriler, sıkıntılı günleri atlatıp kendilerine geldiklerinde Patou’nun kapısını ikinci şişeyi satın almak maksadıyla tekrar çalıyorlar. Parfüm âleminde Joy, “1930 krizine direnen parfüm” olarak da biliniyor ve bu yaftayı taşımasının sebebi, az önce anlattığım bu ilginç lansman kampanyası.

Şişesi, başta belirgin ve karakteristik değil, yani o an piyasadan alınan şişelere etiket vurularak satılıyor. Ancak daha sonra Baccarat Kristalleri fabrikasına ihale ediliyor ve mimar Louis Sue tarafından tasarlanan basık dörtgen karakterli, kristal kapaklı şişe standart hale geliyor. Standart hale gelen kristal Baccarat şişenin üzerindeyse altın bir etiket var. Ancak kâğıt üzerine altın yaldızla boyanmış değil bu etiket, gerçekten altın varak, yani ince bir altın yaprak üzerine basılmış. Evet, her kristal şişe tek tek elle üretiliyor ve elle dolduruluyor. Her şişe kapağıyla beraber tek üretildiği için kristal kapaklar da sadece beraber üretildiği şişeye uyuyor, başkasına uymuyor.

2011 yılında P&G, Patou markasını İngiliz SA Designer Parfums Ltd. şirketine sattı. Bu şirket, aynı zamanda Jean-Louis Scherrer,Worth, Aigner ve Porsche Design parfüm markalarının da sahibi.” (VEDAT OZAN, KOKULAR KİTABI, PARFÜMLER, sayfa 163-177).

Yukarıdaki harika bilgiler Sn. VEDAT OZAN’ın KOKULAR KİTABI serisinin PARFÜMLER cildinden alınmıştır. İlk basıldığında kitabı okurken Jean Patou ve JOY’un hikayesi ilgimi çekmişti. Bu yazıyı yazarken rica ettiğimde Vedat Bey kitabından alıntı yapmama izin verdi ve hatta kitabın JOY ile ilgili bölümünü bana maille gönderdi. Kendisine bir kez daha çok teşekkür ediyorum. Hemen söyleyeyim yazının başlığında geçen JOY’UN BİTMEYEN HİKAYESİ de Vedat Bey’den ödünç alınmıştır!

Görüyorsunuz JOY 1929 yılında yaratılmış. Ama sene olmuş 2024, yani neredeyse aradan 100 yıl geçmiş, bu kadar sene sonra JOY hala tanınmış bir marka mı? Bakalım Kneipp GmbH v EUIPO ve Jean Patou arasındaki ihtilafa ilişkin 24 Nisan 2024 tarih ve T‑157/23 numaralı kararında Genel Mahkeme bu konuda ne demiş, aşağıya buyurunuz. 

OLAYLARIN SAFAHATI

2019 yılında Kneipp GmbH, EUIPO nezdinde “Joyful by nature” markası için 3, 4, 35 ve 44. sınıflarda başvuru yapar. Başvuru 3. sınıfta kozmetikler, bakım ürünleri, parfümler, oda kokuları diye kısaltabileceğimiz ürün gruplarını/alt sınıfları , 4. sınıfta parfümlü-kokulu mumları, 35. sınıfta genel kapsamlı (sektör belirtmeksizin) pazarlama -promosyon- reklamcılık hizmetleri ile kozmetiklerin/parfümlerin/kokuların/ ev kokusu aletlerinin/kokulu mumların satışı hizmetlerini ve 44. sınıfta hijyen ve güzellik bakım hizmetlerini  kapsamaktadır.

Jean Patou EUIPO nezdinde 03. sınıfta 2016 yılında tescil edilmiş 14790232 numaralı JOY markası dahil önceki haklarına dayalı olarak başvuruya itiraz eder.

EUIPO İtiraz Birimi muterizin JOY markasının ününü göz önüne alarak itirazı tümden kabul eder.

Başvuru sahibi üst itirazda bulunur. EUIPO Temyiz Kurulu, İtiraz Birimi’nin kararını sadece 35. sınıfta aşağıdaki hizmetler yönünden kısmen kaldırır ve diğer mal ve hizmetler için onar;

 “Pazarlama ve tanıtım hizmetleri; ticari, promosyon ve/veya reklam amaçlı müşteri sadakat hizmetleri; teşvik programları, bonus programları ve müşteri sadakat programlarının organizasyonu, yürütülmesi ve izlenmesi; katılımcıların indirim üyelik kartı kullanarak mal ve hizmetlerde indirim elde etmelerini sağlayan bir indirim programının yönetimi; reklam; numune dağıtımı; internet dahil olmak üzere reklam, pazarlama ve tanıtım materyallerinin sevkiyatı ve dağıtımı; ürün tanıtımları ve ürün sergileme hizmetleri.”

Temyiz Kuruluna göre muteriz sunduğu deliller ile JOY markasının AB’de parfümler ve kokular için güçlü bir itibara/üne sahip olduğunu ispat etmiştir, konu markanın tescili halinde başvuru sahibi bu ünden haksız fayda sağlayacaktır.

Başvuru sahibi dosyayı Genel Mahkeme’ye taşır ve aşağıdaki dört konuda EUIPO’nun değerlendirmelerinin hatalı olduğunu ileri sürer; 

1- Önceki muteriz markası tanınmış mıdır?

2- Markalar benzer midir?

3- Markalar arasında bağlantı olduğu izlenimi doğru mudur?

4- “Joyful by nature” markası, muterizin JOY markasının ününden haksız yararlanacak mıdır?

Patou itirazında 2017/1001 nolu AB Marka Tüzüğü’nün bizim SMK’da ki 6/1 maddesinin muadili olan 8(1) maddesine ve yine SMK’da ki 6/5 maddesinin muadili  olan 8(5) maddesine dayanıyor. Tüzüğün 8(5) maddesine göre; sonraki markanın mal veya hizmetlerinin aynı veya benzer olup olmadığına bakılmaksızın + markalar aynı veya benzer ise + önceki Topluluk Markası Birlik içinde veya ulusal marka ilgili Üye Devlette bir itibara sahip ise + sonraki markanın haklı bir sebep olmaksızın kullanılması önceki markanın ayırt edici karakterine veya ününe zarar verecekse veya itibarından haksız fayda sağlayacaksa sonraki başvuru itiraz üzerine reddedilecektir.

Dosyada hem EUIPO hem de Mahkeme başvuruya konu mal ve hizmetlerin tüketicisinin genel tüketici grubu olduğu ve önceki markanın ününün AB içerisindeki değerlendirilmesinde dikkate alınan Fransa’nın Birlik’in önemli bir bölümünü oluşturduğu konusunda mutabık. Bu değerlendirmelere başvuru sahibinin de bir itirazı yok, dolayısıyla bu konularda bir tartışma yok.  

İNCELEMELER

Muterizin JOY markası meşhur mudur ve bu konudaki ispat yükü hakkında

Başvuru sahibine göre;

— Muteriz, Temyiz Kurulu’na JOY markasının Fransa’da meşhur olduğuna dair delil sunamamıştır, ki böyle bir incelemede en dikkate alınabilecek deliller pazar payına dair olanlardır ama muterizin bu hususta bir delili yoktur.

— Muterizin JOY markalı parfümleri sadece seçilmiş ve önde gelen lüks ürün perakendecileri vasıtayla satılmaktadır. Bu satıcılar ilgili toplum kesiminin çoğunluğuna ulaşmamaktadır.  

— Dolayısıyla, sadece JOY markasının tarihsel ünü göz önüne alınarak markanın (halen) tanınmış-meşhur olduğu görüşüne varılamaz, bugün toplumun ciddi bir kesimi bu markanın ve JOY markalı parfümlerin farkında dahi değildir. 

  — Düşük satış rakamları da Fransa’da ilgili tüketicinin ciddi bir bölümü nezdinde JOY markasının bir ünü olmadığını göstermektedir. Markayı taşıyan ürünler özellikli 2016, 2017 ve  2018 yıllarında düşük bir ciro yaratmıştır ki zaten 2016’dan beri satışlarda düşüş olduğu görülmektedir.

Mahkeme evvela önceki markanın itibarı/ünü yönünden incelemede gözönüne alınacak hususları, içtihatlara da atıfla, şöyle işaret ediyor;

— Bir markanın tanınır olduğunun kabulü için, markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle ilgili olarak toplumun önemli bir kesimi tarafından tanınması gerekir. Burada özellikle markanın pazar payı, kullanımın yoğunluğu, coğrafi yaygınlığı ve süresi ile markanın tanıtımına yapılan yatırımın büyüklüğü gibi olaya ilişkin tüm faktörlerin dikkate alınması gerekir. Ancak, markanın ilgili kesimin belirli bir yüzdesi tarafından tanınması veya bunun kapsadığı tüm bölgede geçerli olması gibi bir zorunluluk yoktur, yeter ki bu itibar o bölgenin önemli bir kısmında mevcut olsun.

— Yukarıda sayılan faktörler örnek niteliğindedir, yani tanınmışlığın kabulü için tüm bu unsurların birlikte var olması zorunlu değildir. Değerlendirmede tüm deliller birlikte değerlendirilir. Sunulan her bir delil tek başına bu faktörlerin varlığını kanıtlamak için yeterli olmayabilir, ama delillerin bileşimi-bütünü gerekli olguların tespitine olanak sağlayabilir.

— Önceki markanın tanınmışlığı sonraki markanın başvuru tarihinde mevcut olmalıdır. Lakin, bu tarihten sonraki  bir tarihi taşıyan belgeler, başvuru tarihindeki duruma ilişkin sonuçlar çıkarmaya olanak sağlıyorsa bunların delil değeri taşımadıkları iddia edilemez. Bir markanın tanınmışlığı-ünü-prestiji-itibarı genellikle aşama aşama kazanıldığından, bu tarihten bir süre önce veya sonra düzenlenmiş bir belgenin yararlı bilgiler içerebileceği otomatik olarak göz ardı edilemez. Böyle bir belgenin delil değeri, kapsanan dönemin başvuru tarihine yakın veya uzak olmasına bağlı olarak değişiklik gösterebilir.

Akabinde Mahkeme Olaya İlişkin Şu Noktalara Dikkat Çekiyor;  

İtiraz edilen markanın başvuru tarihi 29 Kasım 2019. EUIPO Temyiz Kurulu muterizin sunduğu tüm delilleri değerlendirerek JOY markasının parfümler ve kokularla ilgili olarak, en azından Fransa’da, güçlü bir tanınmışlığı olduğuna kanaat getirmiş.  Sunulan deliller arasında şirket yetkilisinin beyanı, JOY markasına dair yapılmış lisans anlaşmaları, ürün fotoğrafları, web sayfalarından alınmış görseller, marka ve markayı taşıyan parfüm/kokularla ilgili yayımlanmış sayısız yazı, kitaplardan alıntılar, reklamlar, twitler, pek çok fatura bulunuyor.

— Başvuru sahibine göre Fransa dışındaki AB ülkelerinde JOY markasının ününü kanıtlamaya yönelik deliller olayla ilgili değil. Mahkeme aynı fikirde değil.  Temyiz Kurulu markanın ‘en azından Fransa’da’ bir üne/itibara sahip olduğunu ve bu ülkenin Avrupa Birliği topraklarının önemli bir bölümünü oluşturduğu” tespitinde bulunmuş fakat bu durum diğer Üye Devletlere ilişkin delillerin rabıtasız olduğu anlamına gelmez, aksine, bu tip deliller özellikle önceki markanın itibarının coğrafi kapsamını göstererek Temyiz Kurulu’nun bulgusunu daha da desteklediğinden dikkate alınmalıdır.

— EUIPO nezdinde muteriz JOY adlı parfümün 2000 yılında İngiltere FiFi Ödülleri tarafından ‘Yüzyılın Kokusu’ seçildiğini gösteren çok sayıda çevrimiçi makale  ve JOY parfümünün 1990 yılında söz konusu  vakfın ‘Şöhretler Salonu’na alındığını belirten Fragrance Foundation’ın web sitesinin ekran görüntüsünü sunmuş.  Temyiz Kurulu’nun belirttiği gibi, diyor Mahkeme, bu ödüller prestijli ödüller olup, önceki markanın uzun süreli kullanımını ve ilgili halk tarafından tanındığını gösterir.

 — Muteriz EUIPO’ya kitaplardan, makalelerden ve basın kupürlerinden çeşitli alıntılar sunmuş. Bu alıntıların, özellikle Fransa’da olmak üzere, ilgili halkın önemli bir kesiminin JOY markalı parfümü tanıdığını ve önceki markanın parfümler ve kokular için kullanıldığını gösterdiğine işaret ediyor. Sunulan çok sayıda makale alıntısı, özellikle 2013, 2014, 2016 ve 2017 yıllarına ait ve Belçika, Bulgaristan, Almanya, Estonya, İtalya, Portekiz ve ağırlıklı olarak Fransa gibi çeşitli Üye Devletlerde, Elle, Grazia, Gala veya Vogue gibi ulusal veya uluslararası öneme sahip moda ve güzellik dergilerinde yayımlanmış yazılardan oluşuyor. 2015 ile 2017 yılları arasındaki birkaç makalede, JOY  “tüm zamanların en çok satan ikinci parfümü“, “dünyanın en popüler ve başarılı kokularından biri” ve “tüm zamanların en çok satan kokusunun güçlü bir rakibi” olarak tanımlanmış. Parfümeri üzerine yazılmış birkaç kitapta JOY parfümünden bahsedilmekte ve parfüm için “dünyanın beş büyük parfümünden biri”, “ölmeden önce koklamanız gereken 111 parfümden biri” veya “şimdiye kadar yaratılmış en büyük çiçeksi parfümlerden biri” gibi tanımlamalar kullanılmış. Ayrıca, 2013 ile 2015 arasındaki döneme ait bir dizi ‘tweet’ JOY  markasının sosyal medyadaki  varlığını gösteriyor.

 — EUIPO Temyiz Kurulu’nda muteriz markayı tanıtmak amacıyla yalnızca yazılı basında değil, aynı zamanda
televizyonda da önemli maliyetle gerçekleştirdiği 2013, 2014 ve 2018 yıllarındaki reklam kampanyalarına ait 27 fatura sunmuş. Diğer yandan yukarıda bahsedilen faktörler, 2013 ile 2018 yılları arasında çeşitli Üye
Devletlerde JOY markalı ürünlerin satışını gösterir  on binlerce Avro tutarında çok sayıda fatura ile
desteklenmiş.

— Mahkemeye göre hem EUIPO’da hem de yargılamada muteriz JOY markasının pazar payını en azından 2018 yılına kadar sürdürmek için sürekli çabaladığını ispat etmiş durumda. Muteriz JOY  markasını genel halk kitleleri ve özellikle Fransız tüketicisi nezdinde tanıtmak için önemli çaba ve yatırımlar yapmış; bunlar önemli reklam kampanyaları şeklinde ve AB genelinde geniş bir şekilde dağıtılan gazete ve dergilerde medya varlığı olarak ortaya çıkmış + özellikle parfümler ve ‘eaux de parfums’ satışlarına dayanan satış faturaları gibi deliller de aranan faktörleri destekleyerek, önceki markanın bu bölgedeki geniş coğrafi kapsamını gösteriyor.

 — Ayrıca JOY markalı parfümün kazandığı prestijli ödüllere de kararda atıf yapılıyor ve bu ödüllerin markanın AB’nin önemli bir kısmında genel halk kitlesi tarafından geniş çapta tanındığını kanıtlamayı mümkün kıldığı  ve hatta bu ödüllerin birkaç yıl öncesine kadar devam ettiğinin altı çiziliyor. Evet diyor Mahkeme, doğru, satış rakamları 2013 ile 2018 yılları arasında düşmüş görünüyor ve bu durumda  önceki markanın geçmişte yüksek bir itibara sahip olmakla birlikte bu itibarın  yıllar içinde azalmış olabileceği varsayılabilir, ama şu var ki bu durum 2019 yılında yani sonraki markanın başvuru tarihinde hala varlığını sürdüren belirli bir “yaşayan” itibarın olduğu gerçeğini değiştirmiyor.  

Ezcümle; Mahkeme yukarıdaki delilleri bir bütün halinde inceledikten sonra  bu delillerin AB’nin önemli bir kısmında, özellikle Fransa’da, 3. sınıftaki parfümeri ve kokular alanında JOY markasının itibarının-tanınmışlığının bulunduğu kanaatine varıyor.

Başvuru sahibinin kısaca “şimdiki insanlar JOY’u nereden bilsin” şeklinde özetlenebilecek bir argümanı vardı hatırlarsanız.  Kendisine göre ilgili halk kesiminin önemli bir kısmı 18 ila 29 yaş arasındaki yetişkinlerden/gençlerden oluşuyor, bunların çoğu JOY parfümü ödüller kazandığı zaman daha doğmamıştı bile, o dönemdeki ödüller ve kitaplarda bahsi geçenler gibi tarihsel olaylardan nereden haberleri olsun, bu kitleyi itibar/tanınmışlık değerlendirmesinde dikkate almamak gerekir.  Mahkemeye göre ise bu iddia temelsiz çünkü; ilgili halkın belli bir kısmı geçmişte alınan ödüller ve halkın teveccühüyle tanışmadan da önceki markanın uzun süreli itibarından haberdar olabilir ve örneğin dijital reklamcılık, reklam panoları veya basılı yayınlar aracılığıyla o markayla temas kurabilir. Dahası, diyor Mahkeme, AB yargısı zaten bir ‘tarihsel’ markanın artık kullanılmadığı durumlarda bile ‘kalan/yaşayan’ itibarının korunabileceği olgusunun dışlanamayacağını kabul etmiş durumda.

Yine başvuru sahibi ilgili halkın önemli bir kısmının lüks perakende satış noktalarını sık sık ziyaret etmediğini, bu nedenle sadece seçkin ve önde gelen lüks perakendeciler tarafından satılan JOY parfümünü tanıyamayacağını iddia etmişti. Mahkeme bu görüşe de katılmıyor ve halkın bir çok değişik yolla bir markadan haberdar olabileceğini ki bu yollardan biri ürünlerin satıldığı perakende satış noktalarını ziyaret etmek olsa da bunun dışında yukarıda  açıklanan diğer yollarla da bir markayı öğrenebileceğinin altını çiziyor + lüks markalı ürünleri satın alma gücü olmayan genel halk kitleleri  bile genellikle bu ürünlere maruz kalır ve onlarla tanışır-bunlara aşina olur diyor.

Başvuru sahibinin en fazla üstünde durduğu hususlardan biri JOY markasının pazar payının ispat edilememiş olması idi. Mahkeme pazar payının ispat edilememesi illa da markanın bir ünü/itibarı/tanınmışlığı olmadığı anlamına gelmez diyor. Burada Mahkeme tanınmışlık değerlendirmesinde tüm faktörlerin  birlikte var olmasının mecburi olmadığı ve olayla ilgili faktörlere bütün olarak bakılacağı anlayışına dikkat çekiyor ve diğer faktörlerin JOY markasının üne sahip olduğunu ispat ettiğini belirtiyor.   

Başvuru sahibine göre Temyiz Kurulu önceki markanın bir itibara sahip olduğunu “varsaydı” ve hatalı biçimde JOY markasının  itibarında 2018 ile 29 Kasım 2019 tarihleri arasında önemli bir kayıp olduğunu ispat yükünü başvuru sahibine yükledi. Yani başvuru sahibi EUIPO ispat yükünü hatalı biçimde yer değiştirdi iddiasında bulunuyor. Mahkemeye göre ise; EUIPO konu başvurunun 29 Kasım 2019 tarihinde yapıldığını, sunulan delillerin çoğunun 2013 ile 2017 arasındaki döneme ait olduğunu ve bazılarının 1990, 2000 veya 2006 tarihlerine kadar uzandığını,  delillerin muterizin  pazar payını koruma çabalarına dair 2018 yılına ait göstergeler içerdiğini, “ün kaybının nadiren tek bir olay olarak meydana geldiğini, genellikle uzun zaman  boyunca devam eden bir süreç olduğunu, ünün çoğunlukla yıllar içinde inşa edildiğini ve aç kapa yapar gibi yok olmayacağını” ve kısa sürede ciddi bir ün kaybı yaşandığı iddiasındaysa bu iddiayı ispat yükünün başvuru sahibinde olduğunu belirtmiş. Yani, diyor Mahkeme, EUIPO sana demişki madem sen ünün kısa sürede yok olduğunu iddia ediyorsun o zaman iddianı ispatla, ki bu ispat yükünün yer değiştirmesi değildir.

Bu dosyada Mahkemenin söylediği en önemli hususlardan biri şu  bence;  İçtihatlarda belirtildiği gibi, bir markanın itibarının genellikle aşamalı olarak kazanıldığı göz önüne alındığında, sonraki markanın tescil başvurusunun yapıldığı tarihten önce veya sonra düzenlenmiş bir belgenin yararlı bilgiler içerebileceği otomatikman yok sayılamaz. Aynı mantık, itibar-ün-tanınmışlık  kaybı için de geçerlidir, çünkü ün/itibar kaybı da genellikle aşamalı olarak gerçekleşir. Bu noktada sunulan bir belgenin delil değeri, kapsadığı dönemin başvuru tarihine yakınlığı veya uzaklığına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Bu bağlamda sırf itiraza konu başvurunun başvuru tarihinden 5 yıl önceye ait diye bir delilin gözardı edilmesi gerekmez.  

Markaların Benzerliği

EUIPO Temyiz Kurulu’na göre JOY markasının ayırt ediciliği ortalama düzeyde. Kurul taraf markalarında yer alan  ‘joy’ (neşe) unsurunun ‘büyük zevk ve mutluluk hissi’ olarak anlaşılacağını +   tanınmış bir markanın en azından kullanım yoluyla kazanılmış ayırt edici niteliğe sahip olması gerektiğini + ilgili toplum kesimi açısından “joy”un  anlamı göz önüne alındığında önceki markanın doğuştan gelen bir ayırt edici niteliğe sahip olduğunu, çünkü ‘joy’ kelimesinin muterizin tescili kapsamındaki malların herhangi bir özelliğine açıkça atıfta bulunmadığını yani ‘joy’ kelimesinin anlamının, uyuşmazlık konusu malların herhangi bir nesnel özelliğinden yeterince uzak olduğunu ve ortalama düzeyde doğuştan gelen bir ayırt ediciliğe sahip olduğunu belirtmiş. Yine Kurul’a göre  “joyful by nature” (doğası gereği neşeli) ifadesi ‘doğal olarak neşeli’ veya ‘doğal olarak neşelenmeye eğilimli’ anlamına geliyor ve ‘by’ ile ‘nature’ kelimeleri sadece açıklama getirdiğinden, markanın odak noktası ‘joyful’ (neşeli) oluyor ki buda markaları benzer kılıyor.

Başvuru sahibi EUIPO’nun bu değerlendirmelerine, elbette ki, katılmıyor ve diyor ki; muteriz JOY markası için başvuru yaptığı tarihte (2015 yılında) kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandığını iddia etmedi + benim sunduğum deliller “joy” ve “joyful” ibarelerinin kozmetik endüstrisinde tanımlayıcı olduğunu ispat ediyor + parfümler, kozmetik amaçlarla kullanılan mallardır ve amaçları tüketiciye neşe (joy) vermektir, o yüzden “joy” kelimesi parfümler ve kokular için malın karakteristiğini gösteriyor +tüketiciler benim markamı “joyful” ve ”by nature” diye ikiye ayırmaz ve ayrıca markanın içerisinden “joy” kelimesini de kesip ayırmaz, yani markalar arasında benzerlik yok.

 Mahkemeye göre başvuru sahibinin kullanım yoluyla ayırt ediciliğe dair iddiaları mesnetsiz, çünkü; bir defa, itibarlı/ünü olan bir markanın ayırt edici karakteri vardır, en azından kullanım yoluyla bunu elde etmiştir. Ayrıca 8(5) maddesinde bu maddeye dayalı bir itiraz ileri sürmek için dayanak markanın kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandığının ispatlanması gibi bir gereklilik bulunmuyor, böyle bir inceleme ancak mutlak ret nedenleri yönünden yapılacak bir incelemede yani markanın tescili aşamasında dikkate alınabilir.   

Başvuru sahibinin “joy” kelimesinin tanımlayıcı olduğu iddianı da kabul etmiyor, Mahkeme ve EUIPO’nun “joy” kelimesi parfüm ve kokular mallarının karakteristiğinden yeterince uzaktır diye  özetlenebilecek görüşüne katılıyor.

Başvuru sahibi ‘joyful’ (neşeli) teriminin kozmetik sektöründe tanımlayıcı olarak kullanıldığını ve ekonomik aktörlerin mallarını tanımlamak için ‘joyful’ ve ‘nature’ (doğa) gibi terimleri kullandıklarını iddia ediyordu ya, Mahkeme burada ters köşe yaparak diyor ki; bu argüman senin menfaatine değil, durum dediğin gibiyse zaten o zaman senin markan tamamiyle tanımlayıcı ve sırf bu sebeple tescil edilmemeli!

Başvuru sahibinin tüketici kalkıpta benim markamı parçalara ayırmaz ve içinden “joy” kelimesini ayrıştırmaz argümanını da kabul etmiyor. Mahkemeye göre; ‘joyful’ (neşeli) kelimesinin somut ve iyi bilinen bir anlamı olduğu için, Temyiz Kurulu’ nun da doğru bir şekilde belirttiği gibi, ‘by nature’ (doğası gereği) ifadesi yalnızca ‘joyful’ kelimesini açıklayıcı nitelikte olduğundan bu ayrım doğal olarak gerçekleşecektir.   

Temyiz Kurulu her iki taraf markasının da ortalama derecede ayırt edici olduğuna karar vermiş, Mahkeme de bu görüşe katılıyor.

Temyiz Kurulu; ‘joy’ (neşe) ve ‘joyful’ (neşeli) kelimelerinin eşanlamlı olması ve iki markanın, biraz farklı bir şekilde de olsa, büyük zevk ve mutluluk hissiyle ilgili aynı mesajı iletmesi sebebiyle aralarında kavramsal olarak belli seviyede bir benzerlik olduğuna karar vermiş. Başvuru sahibinin bu değerlendirmeye bir itirazı yok zaten.

Bu durumda, diyor Mahkeme, markaların benzerliğine ilişkin EUIPO görüşü hatalı değil.

İlgili Toplum Kesiminde Markalar Arasında Bir Bağlantı Olup Olmayacağı Hakkında

EUIPO, ilgili tüketicilerin, başvuru konusu markayı kapsadığı mal ve hizmetlerle birlikte gördüğünde bu markayı muteriz markasıyla  ilişkilendireceklerini, yani işaretler arasında zihinsel bir bağlantı kuracaklarına karar vermiş.

Başvuru sahibine göre; önceki markanın tanınmışlığı ve ayırt edici niteliği doğru bir şekilde değerlendirilmeden ilgili toplumun  işaretler arasında ilişki kurup kurmayacağını değerlendirmek mümkün olamaz + özellikle kozmetik sektöründe, birkaç kelimeden oluşan, ‘joy’ kelimesini doğrudan içermeyen ancak ‘joyful’ kelimesini içeren bir işaretin üçüncü kişiler tarafından kullanılmasını önlemek için, önceki markanın ‘olağanüstü’ bir üne sahip olması gerekir, yoksa öyle belli seviyede bir ün ya da yüksek bir ün olması yeterli değildir.  

Mahkemeye göre;

— 8(5) maddesinde belirtilen zararların oluşabilmesi için markalar arasında belli düzeyde bir benzerlik olması gerekir ki ilgili kesim bunları karıştırmasa bile ilişkilendirsin. İlişkilendirmenin tespiti için olaydaki ilgili tüm faktörler dikkate alınmalıdır. Bu faktörler arasında markaların benzerlik düzeyi, mal ve hizmetlerin doğası ve birbirilerine ne kadar yakın yada uzak oldukları, toplumun ilgili kesimi, önceki markanın ününün ne kadar güçlü olduğu, önceki markanın ayırt edicilik seviyesi ve bu ayırt ediciliğin doğuştan mı yoksa kullanım yoluyla mı elde edildiği gibi faktörler bulunur.

— Olayda markalar kavramsal, görünüm ve fonetik olarak benzer ve  JOY markası AB’nin önemli bir bölümünde parfüm ve kokular için bir üne sahip. Dolayısıyla artık ayırt ediciliğin doğuştan gelip gelmediğinin ispatlanmasının bir önemi kalmıyor.  

— 8(5) maddesi uyarınca markaların kapsamındaki mal ve hizmetler arasında doğrudan bir bağlantı olması gerekli değil. Kaldı ki başvuru sahibinin de taraf markalarının aynı piyasada veya güzellik sektörüne yakın sektörlerde kullanılacağı gerçeğine bir itirazı yok.

 Önceki markanın ayırt edici karakterinden veya ününden haksız avantaj sağlanıp sağlanmadığı ve sonraki  markanın kullanımına ilişkin iddia edilen haklı sebebin değerlendirilmesi

Başvuru sahibine göre; parfümler için JOY markasının ayırt ediciliği en azından düşük olduğundan dolayı kendisinin bu markadan haksız avantaj sağlaması mümkün değil ve tüketiciler “Joyful by nature” markası altındaki mallar ile karşılaştığında bunların kaynağının kendisi olduğunu anlayacaktır + kendisinin ve ilgili sektördeki diğer ekonomik aktörlerin ‘joy’, ‘joyful’, ‘natural’ veya ‘nature’ gibi kelimeleri kullanması gerekiyor çünkü bu kelimelerle ürünlerini tanımlıyor-işaret ediyorlar, yani bu ekonomik menfaatten dolayı ‘joy’ kelimesinin kullanımı önceki markadan önemli biçimde uzaklaştığında daha da belirgin hale geliyor.

Mahkeme bu konuda da pek başvuru sahibinden yana değil! Mahkemeye göre;

Önceki markanın itibarından/ününden haksız avantaj sağlama” kavramı, yani “parazitlik”, o markaya verilen zararla ilgili değil. Kavram, üçüncü kişinin benzer veya aynı işareti haklı bir neden olmadan kullanması sonucu elde ettiği avantajla ilgili. Bu kavram özellikle, markanın imajının veya yansıttığı özelliklerin aynı veya benzer işaretle belirtilen mallara aktarılması sonucunda ünlü markanın itibarından açıkça faydalanılması durumlarını kapsar.

— Önceki markanın ayırt edici karakterinden veya itibarından haksız avantaj sağlama riski, ilgili kesimin–ürün veya hizmetlerin ticari kaynağını karıştırmadan—sonraki marka tarafından cezbedilmesi ve bu markayı taşıyan ürünü/hizmeti, tüketici önceki ünlü/itibarlı markaya benzer olduğu için satın aldığında ortaya çıkar. Böyle bir halde önceki marka sahibi markasının filli bir zarara uğradığını ispat etmek zorunda değildir, sadece prima facie biçimde gelecekte oluşabilecek muhtemel haksız avantaj veya zararı ispatlaması yeterlidir. Bu tür bir sonuç özellikle olasılıkların analiziyle yapılan mantıksal çıkarımlar temelinde ve ilgili sektördeki normal uygulamalar dikkate alınarak ve ayrıca olayın tüm diğer koşulları göz önüne alınarak belirlenebilir.

— Huzurdaki olayda haksız faydalanma konusunda EUIPO taraf markalarındaki mal ve hizmetler arasında bir bağlantı olduğunu ve bunların aynı/yakından ilgili güzellik-kişisel hijyen ve parfüm sektörlerine ilişkin olduğunu belirterek bu durumun özellikle önceki tanınmış markanın bazı olumlu özelliklerinin sonraki markanın mal ve hizmetlerine aktarılmasına olanak tanıyacağını söylemiş. EUIPO’ya göre bu durumda ilgili halk kesimleri sonraki markaya maruz kaldığında sonraki markanın önceki markadan haksız avantaj elde etme riski var, ki bu da haklı bir neden olmaksızın gerçekleşen kullanım sonucunda sonraki markanın önceki markanın ayırt edici karakteri veya güçlü tanınmışlığından haksız şekilde ekonomik bir yarar sağlamasına neden olacaktır, yani bu risk yüksektir.

JOY markasına ilişkin sunulan deliller ve özellikle alınan ödüller göz önüne alındığında markanın lüks ve  istikrarlı bir imaja sahip olduğu görülüyor. EUIPO’nun markanın ününün korunması için muterizin ciddi bir çaba harcadığı ve ilgili toplum kesiminin işaretler arasında bağlantı kurması olasılığı bulunduğu tespiti doğru. Diğer yandan, Mahkemeye göre, başvuru sahibi tüketicilerin “joy by nature” markasını gördüğünde bunu sadece kendisiyle ilişkilendireceğini  ispat edebilmiş değil. Dolayısıyla EUIPO’nun kararında bu yönden bir hata bulunmuyor, yani ortada gerçekten belirtilen risk mevcut.

— Ayrıca şöyle de bir durum var; Temyiz Kurulu’nun tespitine göre, başvuru sahibi EUIPO nezdinde konu markayı kullanmakta haklı bir sebebi olduğunu iddia etmiş değil. O vakit şimdi Mahkeme’de  ‘joy’ kelimesini mallarını tanımlamak ve adlandırmak için kullanmakta bir kişisel menfaati olduğu ve bunun haklı bir sebep olduğu iddiasında bulunamaz. Sonuçta ‘joy’ kelimesi kozmetik ürünlerin pazarlanmasında kullanılması mutlaka gerekli bir kelime haline gelmiş değil, bu nedenle, başvuru sahibinin ürünlerini pazarlamak için illa ki bu kelimeyi kullanması gerekmez.  Bu hususlar ışığında, başvuru sahibinin markayı kullanması halinde  önceki markanın itibarından haksız faydalanma riski göz önüne alındığında, bu argüman markanın tescili için bir gerekçe olarak değerlendirilemez.

Sonuç; Davanın reddine.

Parfüm gibi karar değil mi! Nasıl ki bir parfümün kokusu tene yavaş yavaş yerleşir ve sonunda yine yavaş yavaş uçup yok oluyorsa, markası da aynı parfümün kendisi gibi ancak zamanla ününü kaybedebilir, yoksa öyle bir anda parmak şıklatır gibi yok olmaz diyor Genel Mahkeme!

Ne diyordu Vedat Bey kitabında “JOY tende aynı şekilde 8 saat kalabiliyordu”. Parfümün ünü de kendisi gibi zamanlara yayılmış görüyorsunuz, ve hikayesi hala bitmemiş!

Özlem FÜTMAN

Ağustos 2024

ofutman@gmail.com

ABAD GENEL MAHKEMESİ “HEPSİBURADA” KARARI: TÜRKİYE’DE TANINMIŞ BİR MARKANIN ÜÇÜNCÜ KİŞİLERCE AVRUPA BİRLİĞİ’NDE İZİNSİZ TESCİLİ DE KÖTÜ NİYET KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEBİLİR (T-172/23)



Birçok tanınmış marka, tanınmışlık seviyesinin düşük olduğu ve hatta markalarının tescil ile dahi korunmadığı coğrafyalarda kötü niyetli hak ihlalleri ile karşılaşmaktadır. Bu durumla Türkiye pazarında maalesef sıklıkla karşılaşılsa da benzer durumlar Avrupa, Asya gibi Dünya’nın diğer bölgelerinde de karşımıza çıkabilmektedir. Söz konusu hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına ilişkin süreçler ve ihlalin marka sahibi lehine sonuçlanması tabii ki markanın ayırt edicilik seviyesi, ihlalin konu olduğu bölgede markanın bilinirlik seviyesi, karşı tarafın kötü niyetinin ispatı ve/veya ihlalin ortaya çıktığı bölgenin özel hukuk düzenlemeleri gibi birçok farklı değişkene göre farklılık göstermektedir.

Bahsi geçen benzer bir olayı, 20 yılı aşkın bir süredir Türkiye piyasasından aktif olarak rol alan, Türkiye’nin önde gelen e-ticaret markası ve NASDAQ’ta halka arz edilen ilk ve -şimdilik- tek Türk şirketi olan HEPSİBURADA çok yakın zamanda deneyimlemiş ve güçlü marka stratejisi ve yoğun bir hukuki eylem planı sayesinde EUIPO (Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi) nezdinde kötü niyetli başvuru sahibi tarafından tescil edilen HEPSİBURADA markasının hükümsüzlüğü sağlanmış ve başvuru sahibinin kötü niyeti Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) Genel Mahkemesi (European Union Court of Justice General Court) kararı ile kesinleşmiştir.

Bu yazımız ile sürecin detaylarını en başından aktarmak ve tanınmış markalar ve kötü niyetli marka tescilleri için oldukça önem arz eden bu ABAD Genel Mahkemesi kararını detaylandırmak istemekteyiz.

D-Market Elektronik Hizmetler ve Ticaret Anonim Şirketi (D-Market) adına EUIPO nezdinde 10 Ağustos 2018 tarihinde, 35, 38 ve 42. sınıflardaki hizmetler için 017941312 başvuru numarası ile işlem gören hepsiburada.com ibareli marka başvurusu yapılmıştır.


Söz konusu marka başvurusuna hali hazırda EUIPO nezdinde 21. ve 35. sınıflardaki mal ve hizmetler için Alpak B.V. adına 017151796 numarası ile 15 Aralık 2017 tarihinde tescil edilmiş olan hepsiburada markasına dayanarak itiraz edilmiştir.


İtiraz süreci ile paralel olarak HEPSİBURADA markasının yaratıcısı ve gerçek hak sahibi olan D-Market tarafından itiraza gerekçe gösterilen 017151796 numaralı HEPSİBURADA markasının iptali için EUIPO nezdinde 06 Kasım 2019 tarihinde kötü niyete dayalı hükümsüzlük talebi yapılmıştır.

Bu noktada altını çizmek gereken bir diğer önemli nokta ise aynı marka sahibinin www.hepsiburada.life ibareli bir alan adının da bulunması ve bu alan adı ile AB sınırlarında e-ticaret faaliyetleri yürütülmesidir. Söz konusu internet sitesi içerisinde farklı bir logo ile HEPSİBURADA ibaresi kullanılmış olsa dahi site içerisinde “Hepsiburada Avrupa Online Satış Sitesi” gibi kullanılan ifadeler ile tüketici açıkça yanıltılmaya çalışılmıştır.

Bir diğer önemli nokta ise kötü niyetli başvuru sahibi olan Alpak B.V. şirketinin kurucu ve yöneticilerinin Türk vatandaşı olmasıdır. Bu durum tescil sahibi şirketin, Türkiye’nin en tanınmış markalarından olan HEPSİBURADA markasını bilmemesini imkânsız hale getirmektedir. Kaldı ki, aynı başvuru sahibi adına EUIPO nezdinde tescil edilmiş ve fakat Türkiye’de farklı firmalar adına tescilli olan markalar da bulunmaktadır.

Tüm bu veriler çerçevesinde EUIPO nezdinde süreç devam ederken Türkiye’de ulusal fazda da yoğun hukuki süreçler başlatılmıştır. EUIPO ve AB mahkemeleri nezdindeki süreçlerin ve yazının bütünlüğünü sağlamak için Türkiye’deki hukuki süreçlerden yazının sonunda ayrıca detaylı olarak bahsedilecektir.

Türkiye’de hukuki süreç eş zamanlı olarak devam ederken Mart 2021 tarihinde hükümsüzlük taleplerini de inceleyen EUIPO İptal Birimi hükümsüzlük talebinin reddine karar vermiştir. Söz konusu kararda HEPSİBURADA markasının Avrupa’da tanınmışlığının yeterli olmadığı, başvuru sahibinin marka başvurusunu yaptığı esnada “HEPSİBURADA” markasından haberdar olduğuna dair yeterli veri olmadığı ve bu nedenle başvuru sahibinin bu başvuruyu kötü niyet ile yaptığına dair yeterli kanıtın olmadığı belirtmiştir. İlgili EUIPO kararının detaylı incelemeden yoksun ve eksik bir karar olduğu kanaatimizce aşikardır. Söz konusu kararda başvuru sahibinin direktörünün Türk kökenli olması, aynı şirkete ait olan www.hepsiburada.life internet sayfasında tüketicinin yanıltılmaya çalışılmasına ilişkin ibarelerin varlığı ve sitenin tamamen Türkçe olması gibi iddialar incelemeye tabi tutulmamıştır.

Tam olarak bu noktada ulusal fazda son derece tanınmış olan bir markanın farklı pazarlarda tanınmışlığının bulunmadığı, kullanımının sınırlı olduğu ve hatta olmadığı bir durumda, markanın ayırt edicilik seviyesi ne derece yüksek olursa olsun birebir aynısının farklı bir başvuru sahibi tarafından tescil edilmesinin kötü niyetli olduğunun ispatı konusundaki zorluklar ile karşı karşıya kalınmıştır.

Ancak, başvuru sahibinin kötü niyetinin deliller ile açık olması ve başvurunun yapıldığı esnada tanınmış HEPSİBURADA markasının başvuru sahiplerince bilinmemesinin imkânsız olması başta olmak üzere çeşitli gerekçelerle karar EUIPO Temyiz Kurulu nezdinde temyiz edilmiştir.

İlgili temyiz dilekçesinde; HEPSİBURADA markasının D-Market tarafından yaratılmış son derece güçlü bir marka konumunda bulunduğu ve Türk tüketiciler nezdinde ne derece tanınmış olduğu deliller ile bir kez daha ileri sürülmüş ve bunun yanında yöneticileri Türk vatandaşı olan Alpak B.V’nin bu markanın tescil başvurusunu başvurusu tarihinde kötü niyetli olarak yaptığı, HEPSİBURADA markasının bilinmemesinin olanaksız olduğu, marka kullanımının da Türk tüketicileri hedef alacak şekilde olmasının bunu kanıtlar nitelikte olduğu iddia edilmiştir.

Her ne kadar Alpak B.V cevap dilekçesinde HEPSİBURADA ifadesinin sıradan oluşturulmuş bir kelime bütünü olduğunu ve İngilizce olarak “Everything Here” kelimelerinden oluşmuş olduğunu iddia etmiş olsa da EUIPO Temyiz Kurulu Ocak 2023 tarihinde D-Market tarafından dosyalanan tüm temyiz iddialarını kabul etmiş ve 017151796 numaralı HEPSIBURADA markasının hükümsüz kılınmasına karar vermiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu kararının detaylarına geçmeden önce belirtmek isteriz ki, söz konusu inceleme esnasında Alpak B.V, yargılamaya konu olan 017151796 numaralı HEPSIBURADA markasını Dendiki B.V’ye devretmiştir. D-Market, söz konusu marka devrinin yapılmasının amacının Türkiye’deki hukuki süreci yavaşlatmak ve aynı zamanda Avrupa’da devam eden hukuki süreci de daha karmaşık hale getirilmeye çalışmak olduğunu iddia etmiş ve Alpak B.V ile Dendiki B.V’nin yöneticilerinin aynı aileye mensup olduklarını da göstererek şirketler arasındaki organik bağı kanıtlamak amacıyla ek beyan ve deliller sunmuştur. İşbu yazımızın devamında marka sahibinden Dendiki B.V (eski Alpak B.V) olarak bahsedilmeye devam edilecektir.

EUIPO Temyiz Kurulu ilgili kararında öncelikle EUIPO İptal Dairesi’ne sunulan belgelerin Dendiki B.V’nin kötü niyetli olduğunu hali hazırda kanıtladığını ve İptal Dairesi’nin bu belgeleri göz ardı etmesinin bir hata olduğunu, iptal talebi için ilk sunulan belgelerin Dendiki B.V’nin HEPSİBURADA markasından haberdar olduğunu desteklediğini ve dolayısıyla yapmış olduğu hareketlerin dürüst olmadığını belirtmiştir.

Buna ek olarak, EUIPO Temyiz Kurulu, Dendiki B.V’nin bu marka ile yapmış olduğu ticari aktivitelerin e-ticaret alanında olmasının, yöneticisinin bir Türk olmasının ve bunların yanında D-Market’in Türkiye’deki bilinirliği ve 2013’ten den beri önde gelen e-ticaret sağlayıcısı olmasının Dendiki B.V’nin ve yöneticisinin “HEPSİBURADA” markasından haberdar olduklarına şüphe bırakmadığını belirtmiştir. Bunun yanında, Dendiki B.V’nin niyetinin ve davranışlarının hiçbir şekilde ticari bir mantık veya adil bir rekabet amacı gütmediği aksine açık bir “kötü niyet” olduğu, başvuru sahibin amacının markanın ününden yararlanmak ve D-Market’i Avrupa Birliği bölgesinden alıkoymak olduğu hususları da yine EUIPO Temyiz Kurulu kararında belirtilmiştir.

En önemlisi Temyiz Kurulu D-Market’in aktivitelerinin 2016’dan beri AB Pazarı üzerinde gelişmekte olduğunu, bu tarihten beri ürünlerin birçok üye ülkeye teslim edildiğini ve ne tesadüf ki söz konusu markanın tescili için de tam da o sıralar başvurulduğunu ifade etmiştir.

Ancak, söz konusu karar Dendiki B.V tarafından Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi’ne taşınmıştır. Dendiki B.V dilekçesinde şu iddialarda bulunmuştur;

  • HEPSİBURADA markasının düşük düzeyde korumaya sahip olduğu, Türkçe dilinde normal günlük dilin bir parçası olduğu ve Türkçe konuşan tüketici nezdinde HEPSİBURADA markasının verilen hizmetler ile doğrudan ilişkili olduğu,
  • D-Market’e ait HEPSİBURADA markasının sadece Türkiye’de tanınmış olduğu ve AB sınırlarında böyle tanınmışlığı olmadığı, www.hepsiburada.com web sitesinin de sadece Türkçe olduğu,
  • D-Market tarafından HEPSİBURADA markasının hali hazırda AB içerisinde kullandığına dair yapılan iddialarının sürdürülemez olduğu ve AB’de de aktif olunmadığı,
  • Kendilerinin HEPSİBURADA markasından haberdar olmadığı ve olması da gerekmediği,
  • D-Market’in markasının kullanımını engellemek gibi bir niyetin bulunmadığı, HEPSİBURADA ibaresinin kullanımının, web sitesinin niteliğini gereği farklı ürünler sunan satış platformu olduğunu belirtmek için amacıyla olduğu,
  • Marka tescillerinde ilk gelen ilk alır kuralının geçerli olduğu.

Bu iddialara cevaben D-Market yargılama sürecinin öncesinde de ifade ettiği iddia ve cevaplarını vurgulamaya devam etmiştir. Bunlar özetle:

  • HEPSİBURADA markası D-market tarafından yaratılmış, yüksek ayırt edicilik kazandırılmış ve Türkiye sınırları içinde en yüksek tanınmışlığa sahip markalardan biridir.
  • Avrupa Birliği sınırları içerisinde Türkçe yaygın olarak kullanılmadığından, HEPSİBURADA özgün ve yaratılmış bir marka olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • HEPSİBURADA ibaresi ayırt edici olmadığını savunmak ve ona rağmen tescil ettirmeye ve üzerine D-Market’in de tescil ettirmesini engelleme çalışmak bir çelişkidir. 
  • D-Market tarafından HEPSİBURADA markası 2017 yılından bu yana Avrupa Birliği sınırları içerisinde de kullanılmaktadır. Kaldı ki, bir markanın yurtdışına yayılma stratejisi birçok etkene göre de değişkenlik gösterebilmektedir.
  • HEPSİBURADA markasının Türkiye’de tanınmış olması ve fakat AB’de çok bilinmiyor olması, tek başına başvuru sahibinin kötü niyetli olmadığını göstermez. Türk vatandaşı olan birinin Türkiye’nin en tanınmış markalarından biri olan HEPSİBURADA’yı bilmiyor olması akla yatkın değildir. Kaldı ki, Dendiki B.V’ye ait Türkçe olarak hizmet veren online satış web sitesinde de kendilerini “Hepsiburada Avrupa Online Satış Websitesi” olarak tanımlamaları bunu kanıtlamaktadır.
  • Kötü niyetin varlığı halinde “ilk gelen ilk alır” prensibi geçerli değildir.

Yapılan tüm detaylı incelemeler neticesinde ABAD Genel Mahkemesi 21 Şubat 2024 tarihli T-172/23 sayılı kararı ile davayı tümden reddetmiş ve 017151796 numaralı HEPSİBURADA markasının hükümsüz kılınması yönündeki EUIPO Temyiz Kurulu kararını onamıştır. İlgili ABAD Genel Mahkemesi kararının en önemli noktalarından biri HEPSİBURADA markasının Avrupa Birliği sınırlarında bir bilinirliği ve hatta tescilinin olmaması hususunun kötü niyet değerlendirmesi ile ilgili olmadığının ve Türkiye’deki tanınmışlığın kötü niyetin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiğinin ve ek olarak marka sahibinin (Dendiki B.V.) kötü niyetinin değerlendirmesinin “HEPSİBURADA” teriminin ayırt edicilik karakterinden bağımsız olarak incelenmesi gerektiğinin ifade edilmesidir. Aynı zamanda, HEPSİBURADA ibaresinin ayırt ediciliğinin zayıf olduğu iddiasının da yargılamaya konu olan her iki markada da bu ibarenin ortak unsur olması nedeniyle incelemeye gerek olmadığı belirtilmiştir.

Sunulan tüm deliller ve beyanların incelenmesi ile yargılamaya konu olan HEPSİBURADA markasının dürüst bir şekilde ticaret yapılması amacıyla başvurusunun yapılmasının pek olası olmadığı ve tanınmış HEPSİBURADA markasının ününden haksız şekilde yararlanma çalışıldığını ile D-Market’in AB pazarına girişini engellemeye yönelik bir başvuru olduğu ifade edilmiş, bu bağlamda EUIPO Temyiz Kurulu’nun bu tespitleri de onaylanarak marka sahibinin kötü niyet ile söz konusu markanın başvurusunu yapmış olduğu kabul edilmiştir.

Oldukça uzun süre devam eden bu yargılama sürecinin tüm marka sahipleri için en önemli kazanımlarından biri, marka ihtilafının ortaya çıktığı coğrafyada tanınmış olmayan bir markanın birebir aynısının üçüncü bir kişi tarafından tescil edilmesinin ABAD Genel Mahkemesi kararı ile kötü niyet olarak değerlendirilmesinin mümkün olduğu hususudur. Zira, markaların tanınmışlıkları artıp, ticari değerleri de paralel olarak arttıkça, onlara ilişkin kötü niyetli eylemler de paralel olarak artmakta ve bu durum markalarını korumaya çalışan marka sahipleri için hem zaman hem de ekonomik olarak oldukça maliyetli bir hal almaktadır. Özellikle uluslararası platformlardaki bu gibi mahkeme kararlarının artmasının kötü niyetli marka tescillerinin bir nebze önünün kesilmesini sağlayacağını ummaktayız.

Dendiki B.V’nin söz konusu kararı Avrupa Birliği Adalet Divanı nezdinde temyiz etme hakkı halen bulunmaktadır. Kararın sonucunu değiştirecek bir gelişme olması halinde okuyucular bilgilendirilecektir.

Yazıda belirttiğimiz üzere, Avrupa Birliği’ndeki süreçler devam ederken, Türkiye’de de paralel yargı süreçleri başlatılmıştır. Bu süreçlerden de kısaca bahsetmek yazının bütünlüğünün sağlanması için yerinde olacaktır.

D-Market adına ilgili alan adı sahiplerine karşı başlatılan hukuki süreç Ankara’da Fikri ve Sınai Haklar ihtisas mahkemeleri nezdinde görülmüştür. Uyuşmazlığın konusu; davalının, davacıya ait “HEPSİBURADA” ibareli marka hakkını ihlal eden, davacıya ait alan adı ile iltibas oluşturan eylemlerinin bulunup bulunmadığı, bu eylemlerin aynı zamanda davacı aleyhine haksız rekabet oluşturup oluşturmadığı, buna bağlı olarak; marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet eylemlerinin tespiti, tecavüzün durdurulması, men’i, davalının “HEPSİBURADA” ibaresini markasal kullanımının her türlü mecrada durdurulması, davalıya ait “http://www.hepsiburada.life” internet sitesine erişimin engellenmesi, haksız rekabet teşkil eden eylemlerin önlenmesi istemlerinin yerinde olup olmadığı hususlarına ilişkindir. Yerel Mahkeme tarafından  alınan bilirkişi raporları ve dosya üzerinden yapılan incelemeler çerçevesinde  davacı yanın Türkiye’de tescilli markalarına dayalı olarak, davalı yanın marka hakkı ihlali oluşturan eylemlerini engelleyebileceği, davalı yanın “www.hepsiburada.life” ibareli alan adı ve bu alan adı içeriğinde yer alan “hepsiburada” ibareli markasal kullanımlarının Türkiye’de ticari etki doğuracak şekilde gerçekleştirildiği, davalı yanın Türkiye’de ticari etki doğuracak şekilde gerçekleştirilen bu markasal kullanımlarının Türkiye’de geçerli meşru bir dayanağının bulunmadığı, davalı yanın bu markasal kullanımlarının davacı yana ait “HEPSİBURADA” ibareli markalara tecavüz teşkil edecek nitelikte olduğu, davalı yanın eylemlerinin aynı zamanda davacı aleyhine haksız rekabet oluşturduğu da kanaatine varılarak; davanın kabulüne karar verilmiştir.  Davalı taraf Yerel Mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dosya Bölge Adliye Mahkemesinde inceleme aşamasındadır.

Eş zamanlı olarak alan adı sahiplerine karşı Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şikayet yapılmış ve HEPSİBURADA markaları ve adına kayıtlı www.hepsiburada.com alan adından kaynaklanan haklarına tecavüz eden şüpheli şirket yetkilileri hakkında soruşturma yapılarak ceza davası açılması, şüpheliler tarafından www.hepsiburada.life e-ticaret sitesinde D-Market’e ait  www.hepsiburada.com sitesinin bir şubesiymiş imajı vererek kimlik hırsızlığı yapmaları ve bu nedenle TCK’nın 158. Maddesinin (f) bendinde düzenlenen “bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” ve aynı fıkranın (g) bendinde düzenlenen “basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle dolandırıcılık” olmak üzere dolandırıcılık suçunun iki farklı nitelikli hâlinin oluştuğu gerekçesiyle şüpheli şirket yetkilileri hakkında soruşturma yapılarak ceza davası açılması talep edilmiş ve iddianame kabul edilmiştir. Görülen davada sanıkların marka hakkına tecavüz eylemleri sabit görülmüş ve sanıkların cezalandırılmasına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Sanıklar karara itiraz etmiş ancak itirazları yerinde görülmeyerek karar kesinleşmiştir. 

Sonuç olarak, tüm bu yargılama süreçlerinin sonunda ortaya çıkan bu nihai kararlar tanınmış marka sahipleri için oldukça önem taşımaktadır. Özellikle marka sahiplerinin markalarını oluştururken ve sonrasında korumaya çalışırken oluşturdukları stratejiler için harcanılan emek ve maliyet göz önüne alındığında, kötü niyetli marka başvurularının önüne geçebilecek hukuki yolların olması marka sahipleri için oldukça güven teşkil etmekte ve aynı zamanda markaların daha da büyümesi için teşvik edici bir rol oynamaktadır.

Ekin KARAKUŞ ÖCAL

ekinkarakus@gmail.com

Nihan CABİÇ

avnihanozkocak@gmail.com

Mart 2024

ÜNLÜ TENİSÇİ YANNICK NOAH MARKA KULLANIMIN İSPATI MAÇINA ÇIKTI:

MARKANIN FARKLI UNSURLARLA KULLANIMI DA KULLANIM İSPATINDA DİKKATE ALINABİLİR



Fransa Açık Tenis Turnuvası, tenis alanında yaygın adıyla Roland Garros kupasını kaldırmak sanırım pek çok profesyonel tenis oyuncusunun hayalidir. Bu hayali başarmış sporculardan biri olan eski profesyonel tenis oyuncusu Yannick Noah (“marka sahibi”) Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) nezdinde 18, 25 ve 28. sınıflarda tescilli aşağıdaki birlik markasının sahibidir:


2008 yılında tescil edilen markaya karşı, 2019 yılında Amerika’da yerleşik Noah Clothing LLC tarafından kullanmama sebebiyle iptal aksiyonu alınmıştır. Bunun üzerine, marka sahibi tarafından, markanın 18. ve 25. sınıflarda yer alan kimi mallar üzerinde kullanıldığını gösteren birtakım deliller dosyaya sunulmuştur.

EUIPO İptal Birimi tarafından yapılan değerlendirme sonucunda, 25. sınıfta yer alan (“spor rahat gömlekler” olarak çevirebileceğimiz) “sport casual shirts” bakımından markanın kullanıldığına karar verilmiştir.

Ayrıca, daha sonra değinmek üzere değerli bir nokta olarak, marka sahibi tarafından sunulan delillerin uygun şekilde sunulmadığı/ etiketlenmediği tespit edilmiş ve bunun giderilmesi için süre verilmiştir. Düzenlenen deliller ise marka sahibi tarafından bu süre bittikten sonra sunulmuştur.

EUIPO İptal Birimi’nin kısmen iptal kararını kabul etmek istemeyen Noah Clothing söz konusu karara karşı itirazda bulunmuştur. EUIPO Temyiz Kurulu tarafından ele alınan dosya kapsamında, markanın polo yaka tişörtler ile süveterler için kullanıldığı ve haliyle de bu kapsam için tescilin korunması gerektiği belirtilmiştir.

Bunun üzerine Noah Clothing bu kararın iptali için mahkemeye başvurmuştur. Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi 2. Daire tarafından yapılan inceleme aşağıdaki gibi şekillenmiştir:

Somut olayda EUIPO Temyiz Kurulu, marka sahibi tarafından süresinden sonra sunulan delilleri destekleyici delil olarak değerlendirmiş ve bu sebeple incelemede dikkate almıştır.  Noah Clothing ise marka sahibi tarafından süresinden sonra sunulan / düzenlenen delillerin dikkate alınmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme tarafından belirtildiği üzere, süresinde sunulmayan bir delil eğer ki süresinde sunulan bir delili destekleyici nitelikte ise dikkate alınabilir. Somut olayda esas deliller marka sahibi tarafından süresinde sunulduğundan ve sonradan sunulan deliller destekleyici nitelikte olduğundan, Mahkeme bunların dikkate alınmasında bir hukuka aykırılık görmemiştir.

Bir diğer önemli unsur olarak Noah Clothing, iptal konusu markanın değiştirilmiş şekilde kullanımının kabul edilmemesi gerektiğini iddia etmiştir. Mahkeme kararında da belirtildiği üzere, sahiden de EUIPO Temyiz Kurulu sunulan delillerde yer alan görsellerin çoğunun aşağıdaki işareti içerdiğini gözlemlemiştir:


EUIPO Temyiz Kurulu tarafından yapılan değerlendirme sonucunda, markaya eklenen “Y.” ibaresinin markanın esas ayırt edici karakterini değiştirmediği sonucuna ulaşılmıştır.  Bu ise şu şekilde gerekçelendirilmiştir:

  • “Y” harfi markada yer alan şeklin içinde halihazırda vardır, dolayısıyla markaya sonradan eklenen tamamen yeni bir ibare niteliğinde değildir.
  • Marka sahibinin adı Yannick Noah’dır. Haliyle -markanın kendisinin soyadına yönelik olduğu dikkate alındığında- kendisinin adının baş harfinin markaya eklenmesi esaslı bir değişiklik yaratmamaktadır. Zira marka hala aynı kişiyi/ kaynağı işaret etmektedir.
  • Soyadlar adlara kıyasla daha baskın niteliktedir ve dolayısıyla markanın her iki formunda da eş derecede esas unsur şekil unsuru ve “NOAH” kelimesidir. Nitekim tüketiciler tarafından da bu soyad olarak kabul edilme eğilimindedir zira giyim sektöründe soyadlarının kullanımı yaygındır.

Mahkeme tarafından dosya ele alındığında da aynı husus üstünde durulmuş ve burada önemli olanın, markanın esas ayırt edici karakterinin değiştirilip değiştirilmediğinin tespiti olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, yaptığı değerlendirme sonucunda ise, EUIPO Temyiz Kurulu’nun değerlendirmesinin hatalı olmadığı sonucuna ulaşmış ve ayrıca markaya eklenen “Y” harfinin domine edici nitelikte olmadığını vurgulamıştır.

Yapılan inceleme sonucunda Noah Clothing’in iddialarının yerine olmadığı sonucuna ulaşılmış ve EUIPO Temyiz Kurulu’nun kararının yerinde olduğu teyit edilmiştir.

Fikrimce bu dosya kapsamında önem arz eden hususlar iki tanedir: Mahkeme süresinden sonra sunulan delillerin -süresinde sunulan delilleri- destekleyici olması kaydıyla dikkate alınabileceğini ve markanın esas unsuru değiştirilmeden gerçekleştirilen farklı kullanımların da markasal kullanım sayılabileceğini belirtmiştir.

Görüldüğü üzere, kimi zaman bizim hukukumuzda farklı pratik edilenin aksine, süresinde hiç sunulmayan bir delilin daha sonradan sunulduğunda dikkate alınması mümkün değildir. Ancak destekleyici/ açıklayıcı olması halinde, sonradan sunulan delin dikkate alınma ihtimali vardır ki, bu da görüldüğü üzere mecburi değildir. Markanın esas unsurları değiştirilmeden kullanımının kabul edilmesi noktasında ise, hem sonradan eklenen ibarenin hem bütüncül olarak markanın sahip olduğu formun hem de markanın kaynak gösterme özelliğinin -aynı nitelikte devam edip etmediğinin- dikkate alındığı bir kez daha vurgulanmıştır.

Büşra BIÇAKCI

busrasbicakci@gmail.com

Mart 2024

KULLANMAMA NEDENİYLE MARKALARIN KISMEN İPTALİ DURUMUNDA MARKA KAPSAMINDAKİ MAL VE HİZMET LİSTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ, SINIRLANDIRILMASI VE HATTA DEĞİŞTİRİLMESİ: ABAD GENEL MAHKEMESİ “ROYAL MILK” KARARI


Kullanmama sebebiyle marka iptal süreçlerinde ciddi kullanımın kısmen ispatlandığı durumlar için güzel bir rehber olan ve Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi tarafından T-603/22 sayılı dosya kapsamında çok yakın zamanda, 2024 yılının Ocak aynında verilen “ROYAL MILK” kararı konuyu farklı açılardan aydınlatıyor:

I- Markanın tescili kapsamındaki mallar veya hizmetler, ilgili mal/hizmet grubunun kelime anlamının işaret ettiği kapsamın içinde kalmak ve değişikliğin farklı bir sınıfa geçiş teşkil etmemesi kaydıyla değiştirilebilir.

II- Markanın tescili kapsamındaki mallara veya hizmetlere; ilgili mal/hizmet grubunun kelime anlamının işaret ettiği kapsamının dışına çıkılmaması, eklemenin farklı bir sınıfa geçiş teşkil etmemesi ve eklemenin kapsamı açıklayıcı nitelikte olması kaydıyla açıklayıcı eklemeler dahi yapılabilir.

III- Bir mal/hizmet grubunun bir unsuru için ispatlanan kullanım tüm sınıf için dikkate alınmayabileceği gibi -ve hatta- ilgili mal/hizmet -alt- grubunun tamamı için dahi dikkate alınmayabilir.

2024 yılının Şubat ayını yaşadığımız bu günlerde fikri mülkiyet dünyası olarak gündemimiz kullanmama sebebiyle iptal taleplerine ilişkin yetkinin Türk Patent ve Marka Kurumu’na (“TÜRKPATENT”) geçmesi ve fakat uygulamanın hala netleşmemiş olması dersem sanırım yanlış olmaz. TÜRKPATENT nezdindeki gelişmeler takip edilmekle ve usulü süreç merak edilmekle birlikte, esas açısından da soru işaretleri varlığını koruyor. Üstelik bu soru işaretlerinin önemli bir kısmını da geçmişten gelen sorular ya da artık yerleşik uygulama olmasını beklediğimiz ve fakat hala tam oturmamış hususlar oluşturuyor.

Bilindiği ve bu yazımızda da o yönde kullanıldığı üzere; “alt sınıf” terimi TÜRKPATENT Mal ve Hizmet Sınıflandırma Tebliği’nde sınıfların altında yer alan ve ilgili sınıfa dahil bazı mal veya hizmetleri bir alt grup altında toplayan gruplandırmaları işaret etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, bir markanın kullanımı; tüm sınıf için ya da ilgili alt sınıf için ya da aynen o alt sınıfta ifade edildiği şekilde tek bir mal/ hizmet için ya da bunlardan görece daha ayrışan bir başka mal/ hizmet için gerçekleştirilmiş olabilir.

Kullanmama sebebiyle iptal davalarında, marka sahibinin hiç delil sunmadığı durumda dahi -mevcut düzende- mahkemelerin dosyayı ele alış şekli farklı olabilmekteyken, markanın kısmen kullanımının ispatlandığı durumlardaki yaklaşım çok daha çeşitlilik göstermektedir. Örneğin, bir markanın bir alt sınıfın sadece bağımsız bir unsurunda kullanımının ispatlandığı halde ne olmaktadır? Olması beklenene göre; eğer ki o ürün ilgili alt sınıfa bütüncül olarak bağlı değilse, o halde alt sınıf iptal edilerek yerine ya o ilgili ürünü tanımlayan ifade bırakılmalı ya da ilgili alt sınıf tamamen iptal edilerek yerine o ilgili ürün yazılmalıdır.

Teoride bu kadar açık olan bu husus, maalesef uygulamada bu kadar kolay vücut bulmamaktadır. Bu tarz kısmi ispat ve kısmen iptal durumunda mahkemelerin genellikle çekimser yaklaştığı görülmektedir. Mahkemelerin hatalı karar vermemek ve hak kaybına yol açmamak için bu kadar özenli yaklaşması anlaşılabilir olmakla birlikte, hala bu yöndeki pratiğin uygulama birliğine dönüşmemiş olması hem marka sahipleri hem markanın iptali talebini yapanlar hem de biz uygulayıcılar için çok büyük bir gri alan bırakmakta ve maalesef yeknesak uygulamayı zorlaştırırken, istinaf-temyiz gibi süreçlerle yargılama yükünü de ağırlaştırmaktadır.

Şu an TÜRKPATENT’in yetkiyi devralmasıyla, uzayan süreçler ve farklı mahkemeler arasında sağlanamayan yeknesak uygulamalar bakımından bir çözüme ulaşılması en objektif beklentiler arasında yer almaktadır. Ancak şu da kaçınılmaz bir gerçektir ki; bu uygulamaya yeni başlayan TÜKRPATENT -haklı olarak- mahkemelerin mevcut uygulamasından hareket edebilecektir. Peki o halde, markanın kullanmama sebebiyle kısmen iptali durumunda izlenecek yol haritası ne olacaktır?

Kanaatimce Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi (“Genel Mahkeme” / “Mahkeme”) 6. Dairesi tarafından T‑603/22 sayılı “ROYAL MILK” dosyasında verilen 24 Ocak 2024 tarihli karar harika bir rehber niteliğindedir. (Judgment Of The General Court (Sixth Chamber) – In Case T‑603/22)

Ancak önemle değinmem gerekir ki; burada özellikle ilgi çekici olan husus kararın haklılığı ya da haksızlığından ziyade, karar kapsamında tartışılan konuların niteliğidir.

Yine bir ek not olarak; Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) uygulamasında mal ve hizmet sınıfları “alt sınıf” / “alt grup” şeklinde kategorilere ayrılmadığından, bu yazıda yer alan benzer nitelikteki ifadeler, -EUIPO uygulaması açısından- ilgili sınıfta görece daha spesifik nitelikteki mal veya hizmetlere karşılık bir tabir olarak düşünülmüştür.

Kararın detayları aşağıdaki gibidir:

Agus sp. z o.o. (“Agus”) 7 Ekim 2011 tarihinde aşağıdaki markayı EUIPO nezdinde 29. sınıfta yer alan kimi mallar üzerinde tescil ettirmek amacıyla başvuruda bulunmuştur:

Başvurunun kapsamında yer alan mallar şu şekildedir: “Et, kümes ve av hayvanlarının etleri; et özleri; konservelenmiş, dondurulmuş, kurutulmuş ve pişirilmiş her türlü meyve ve sebzeler; kompostolar; yumurtalar, süt ve dondurmalar ile sütlü tatlılar hariç olmak üzere süt ürünleri; yenilebilir bitkisel ve katı yağlar.”

Marka başvurusu 13 Aralık 2011 tarihinde bültende yayınlanmış ve 17 Mayıs 2012 tarihinde tescil edilmiştir.

8 Mayıs 2020 tarihinde ise Alpen Food Group BV (“Alpen”) tarafından, markanın kullanmama sebebiyle iptali talebiyle başvuruda bulunulmuştur. EUIPO İptal Birimi tarafından yapılan inceleme sonucunda; markanın “gıda amaçlı süt tozu” emtiası haricinde tescil kapsamında yer alan hiçbir ürün üzerinde ciddi kullanımının ispatlanamadığı tespit edilmiş ve markanın kullanımının ispatlanamadığı kapsam bakımından iptaline karar verilmiştir.

Sonuç olarak markanın kapsamından, “süt ve dondurmalar ile sütlü tatlılar hariç olmak üzere süt ürünleri” dahil 29. sınıfta yer alan tüm “Et, kümes ve av hayvanlarının etleri; et özleri; konservelenmiş, dondurulmuş, kurutulmuş ve pişirilmiş her türlü meyve ve sebzeler; kompostolar; yumurtalar, süt ve dondurmalar ile sütlü tatlılar hariç olmak üzere süt ürünleri; yenilebilir bitkisel ve katı yağlar.” çıkarılırken; marka tescili yalnızca kullanımın ispatlandığı “süt tozu” cinsi ürünler dikkate alınarak “gıda amaçlı süt tozu” emtiası bakımından korunmuştur.

Bu noktada önemine istinaden dikkat çekmek isterim ki; markanın orijinal versiyonunda “gıda amaçlı süt tozu” şeklinde bir mal bulunmamaktadır. Üstelik karardan anlaşıldığı üzere; kullanımı ispatlanan ilgili ürün gıdaya yönelik olmakla birlikte, aslen piyasada satışa sunulmuş ürün üstünde bu yönde bir ibare de bulunmamaktadır. Haliyle “süt tozu” ifadesi kullanılan ürünün cinsinden kaynaklı olarak düzenlenmiş, “gıda amaçlı” ifadesi ise ürünün amacına yönelik olarak EUIPO tarafından eklenmiştir.

“ROYAL MILK” markasının “gıda amaçlı süt tozu” emtiaları haricinde iptal edilmiş olması üzerine, Agus tarafından 6 Aralık 2021 tarihinde söz konusu karara itiraz edilmiştir. İtiraz kapsamında aslen; “gıda amaçlı süt tozu” ile başvurunun kapsamında açıkça bulunan “süt ve dondurmalar ile sütlü tatlılar hariç olmak üzere süt ürünleri” mal tanımlaması arasındaki ilişki ileri sürülerek, markanın bu mal grubu bakımından iptal edilmesinin hatalı olduğu iddia edilmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu söz konusu karara itirazı reddetmiştir. Reddini ise temel olarak ilgili emtiaların birbirinden yeterince ayrıştırılabilir olması ile gerekçelendirmiştir. Bu kapsamda; özellikleri, formu ve saklama koşulları dolayısıyla “gıda amaçlı süt tozu” emtiası, genel ve daha geniş bir üst tanımlama olan “süt ve dondurmalar ile sütlü tatlılar hariç olmak üzere süt ürünleri” emtia grubundan yeterince ayrıştırılabilir bir mal olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca, süt tozunun doğası ve kullanım amacının, bu ürünü diğer sıvı süt ürünleri ile diğer tür süt ürünlerinden ayırt edilebilir nitelikte olduğu ve tamamen farklı tüketici ihtiyaçlarını karşıladığı tespit edilmiştir. Bu sebeple de ilgili iptal kararı haklı görülmüştür.

Agus ise bu kararı da kabul etmemiş ve kararın iptali amacıyla Genel Mahkeme nezdinde aksiyon almıştır. Bu aksiyonun ana dayanak noktaları; i) “malların bağımsız alt kategorilere” ayrılması yorumunun yanlış şekilde yapıldığı ve ii) marka sahibinin mal yelpazesini genişletebilme konusundaki meşru menfaatinin sınırlandırıldığı şeklinde özetlenebilmektedir. Daha detaylı olarak ele alındığında ise, Agus aşağıdaki hususları ileri sürmüştür:

  • Süt emtiasının, söz konusu ürünün ana maddesinde bir değişikliğe yol açmadan, farklı formlarının olması mümkündür. Dolayısıyla ürünün farklı formlarda olması farklı bir mal grubundan bahsedebilmek için yeterli bir gösterge değildir.
  • Süt tozunun dehidrasyon yoluyla dönüştürülmüş bir ürün olması, süt olarak değerlendirilmesine engel değildir. Nitekim, süt tozuna sıvı eklemek suretiyle sütün sıvı formunu yeniden oluşturmak mümkündür. Bu gerçeklerin de dikkate alınması gerekmektedir.
  • EUIPO Temyiz Kurulu söz konusu malların amacı ve kullanım amacına ilişkin kriteri yanlış uygulamıştır ki, bu da aslen suni bir şekilde bağımsız bir mal tanımlamasının oluşturulmasına yol açmaktadır.
  • Süt tozu tüketiciler açısından sıvı sütle aynı amaca veya amaçlanan kullanıma sahiptir. Her ikisi de doğrudan tüketilebilir veya başka yemeklerin hazırlanmasında kullanılabilir niteliktedir. Dolayısıyla her iki ürün de benzer tüketici ihtiyaçlarını karşılamaktadır ve aynı kullanım amacına sahiptir.
  • EUIPO Temyiz Kurulu’nun mevcut yaklaşımı, markanın koruma kapsamına bir sınırlama teşkil etmektedir. Süt tozu açısından sunulan deliller, ilgili tüm ürün grubu açısından dikkate alınmalıdır.
  • EUIPO Temyiz Kurulu’nun söz konusu malları nitelikleri itibariyle birbiriyle ilişkilendirmemesi ve ilgili pazardaki tüketicilerin bu mallara yönelik algısının dikkate alınmaması hatalı olmuştur.  
  • EUIPO tarafından “süt tozu” emtiasına “gıda amaçlı” ibaresinin eklemesi de amaç anlamında bir kısıtlama getirmektedir ve bu da uygun bir yaklaşım değildir.

Genel Mahkeme, Agus’un iddiaları ile EUIPO ve Alpen’in karşı argümanlarını da dikkate alarak bir değerlendirme yapmıştır.

Somut olayda, EUIPO Temyiz Kurulu, “süt tozu” emtiasının bağımsız olarak incelenebilecek kadar geniş ve tutarlı bir mal grubu oluşturmaya yeter nitelikte olduğunu tespit etmiştir. Nitekim buradaki emtianın (süt tozu) kullanım amacı da üst tanımlamadan (süt ve süt ürünleri) açıkça farklı olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple, “süt tozu” emtiası; “süt ve dondurmalar ile sütlü tatlılar hariç olmak üzere süt ürünleri” sınıflandırmasının doğrudan bir parçası değil, bağımsız nitelikte bir alt bileşeni olarak dikkate alınmıştır.

Ara bir not oluşturarak eklemek isterim ki; temel yasal yaklaşım Türk hukukundaki yaklaşım ile benzer olduğundan, özellikle mahkemenin mevzuata yönelik değerlendirmesine de aşağıda -kısaca- yer vermenin bütünleştirici olacağı kanaatindeyim.

Mevzuat anlamında ele alındığında; markanın kısmen iptaline yönelik bu düzenleme, markanın kısmen kullanıldığı durumlarda, markanın tamamen iptaline karar vermemek ve haliyle de marka sahibini tüm haklarından mahrum etmemek amacıyla getirilmiştir. Böyle bir durumda markanın kapsamı; -marka sahibinin ciddi kullanımı kanıtlamayı başardığı mal/ hizmetler ile sınırlı tutabilmek amacıyla- ciddi kullanımı ispatlanan ürünlerin kapsamıyla aynı ya da birebir aynı olmasa da özünde aynı nitelikte olan mallar tespit edilerek değerlendirilmektedir. Bununla birlikte “mal veya hizmetlerin bir kısmı” ifadesi aslen benzer mal veya hizmetlerin tüm çeşitlemeleri anlamına gelmemekte, yalnızca tutarlı sınıflar veya alt sınıflar oluşturmaya yetecek kadar paralel olan mal veya hizmetler anlamına gelmektedir. Diğer yandan, tüketiciler herhangi bir ürünü satın almadan önce, ilgili ürünün amacı veya kullanım amacını dikkate almaktadır ve bu kriter ilgili alt sınıfın tanımlanmasında da temel bir öneme sahiptir. Bununla birlikte, söz konusu malların bazı özelliklerinin tüketicinin seçimini yönlendirmede önemli bir öneme sahip olduğu ve dolayısıyla bunların amaç üzerinde etkili olduğu göz ardı edilmemektedir.

Somut olayda mahkeme tarafından tüm bunların birlikte değerlendirilmesi akabinde şu sonuca ulaşılmıştır: Süt tozunun sıvı sütten çok daha uzun raf ömrüne sahip olduğu, soğutulmasına gerek olmadığı, hacminin azalması nedeniyle taşınmasının daha kolay olduğu gibi hususlar dikkate alındığında, süt tozunun özelliklerinin sıvı sütten farklı olduğu ve aynı amacı veya kullanım amacı taşımadığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan EUIPO Temyiz Kurulu’nun değerlendirilmesi yerindedir. Haliyle de Agus’un talebinin reddi gerekmektedir.

Mahkeme ayrıca “süt tozu” emtiasına “gıda amaçlı” ifadesinin eklenmesi bakımından da özel bir değerlendirme yapmış ve temel sebep olarak ilgili markanın 29. sınıfta tescil edilmiş olmasını göstermiştir. Daha net olması adına detaylı ifade etmek gerekirse;

  • Nice Sınıflandırması’na göre 29. sınıfta yer alan mallar bakımından diyet gıdaları ve tıbbi kullanım için uyarlanmış maddeler ile hayvanlara yönelik gıda maddeleri hariç tutulmaktadır.
  • Süt tozu emtiası ise nitelik olarak bu alanlar için de kullanılabilen bir üründür.
  • Ancak inceleme konusu marka en başta 29. sınıfta yer alan mallar üzerinde tescil edilmiştir.
  • Dolayısıyla, bu noktada ilgili markanın daha en başta 29. sınıfta tescil edilmiş olduğu göz önünde bulundurulmuş ve diğer kategoriler ile bir kesişme yaratmamak adına bu yönde ibare eklenmiştir.

Görüldüğü üzere “ROYAL MILK” kararı çok yönlü bir karardır ve pek çok açıdan son derece güncel değerli bir rehber niteliğindedir. Tekrar vurgulamak isterim ki; burada kararın haklı bir nitelikte olup olmadığından çok daha önemle, karar kapsamında tartışılan konuların niteliği özel bir anlam taşımaktadır.

Mahkeme öncelikle ve son derece açıkça kabul etmektedir ki; “mal veya hizmetlerin bir kısmı” ifadesi aslen benzer mal veya hizmetlerin tüm çeşitlemeleri anlamına gelmemekte, yalnızca tutarlı sınıflar veya alt sınıflar oluşturmaya yetecek kadar paralel olan mal veya hizmetler anlamına gelmektedir.

Yine mahkeme tarafından onanmıştır ki; kullanımı ispatlanan ürünün niteliğini değiştirmemek kaydıyla ve fakat tescil anlamında haksız bir genişlikte yetki sağlamamak amacıyla, bir denge kurulması yerindedir. Bu dengenin, markanın kapsamında ek bir ifade eklenmesi suretiyle olması dahi mümkündür.

Haliyle bu karar göstermektedir ki, kullanmama nedeniyle iptal talepleri incelenirken;

i- Markanın tescili kapsamındaki mallar veya hizmetler, ilgili mal/hizmet grubunun kelime anlamının işaret ettiği kapsamın içinde kalmak ve değişikliğin farklı bir sınıfa geçiş teşkil etmemesi kaydıyla değiştirilebilir.

ii- Markanın tescili kapsamındaki mallara veya hizmetlere; ilgili mal/hizmet grubunun kelime anlamının işaret ettiği kapsamının dışına çıkılmaması, eklemenin farklı bir sınıfa geçiş teşkil etmemesi ve eklemenin kapsamı açıklayıcı nitelikte olması kaydıyla açıklayıcı eklemeler dahi yapılabilir.

iii- Bir mal/hizmet grubunun bir unsuru için ispatlanan kullanım tüm sınıf için dikkate alınmayabileceği gibi -ve hatta- ilgili mal/hizmet grubunun tamamı için dahi dikkate alınmayabilir.

Fikrimce, Türk pratiğinde markanın kısmen iptali anlamında yerleşmesi gereken yaklaşım ve tartışma konuları da aslen bunlardır. Tabii ki hayatta hiçbir şeyde olmadığı gibi, bu değerlendirmelerin de kusursuz olması beklenmemektedir. Ancak önceden kimi mahkemelerin -şimdi ise TÜRKPATENT’in olası- çekimser yaklaşımları ve dolayısıyla bizleri gölgede bırakan uygulamaları yerine, bu yöndeki değerlendirmelerin artması sanıyorum çok daha umut verici olacak ve hukuki anlamda çok daha güneşli bir ortam yaratacaktır.

Büşra BIÇAKCI

busrasbicakci@gmail.com

Şubat 2024

Tanınmış markadan haksız yarar sağlanabilecek olması koşulunun ispatına ilişkin deliller: Coca-Cola, Master markasına karşı

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 6(5) maddesi, tanınmış markaların belirli koşullar dâhilinde, markanın tanınmışlığa sahip olduğu mallardan farklı türdeki mal veya hizmetler için de korunmasına imkân tanıyan bir yasal düzenlemedir ve bu düzenleme içerik itibarıyla AB Marka Tüzüğü (EUTMR)’nün 8(5) maddesiyle çok büyük benzerlik göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, ilgili kanun maddesi, aynı konuya ilişkin AB düzenlemesi mehaz alınarak hazırlanmış desek herhalde yanlış olmaz.    

Bugünkü yazımızın konusu tanınmış markalara diğer markalardan daha geniş çaplı bir koruma sağlanmasına imkân tanıyan bu yasal düzenlemenin uygulamasına ilişkin olacak. Süreç içinde AB Adalet Divanı’na iki kere giden, dolayısıyla iki Adalet Divanı kararı ve toplamda üç ayrı EUIPO Temyiz Kurulu kararıyla neticelenen bu uyuşmazlık, konunun bilhassa ispata yönelik deliller bakımından olmak üzere farklı yönleriyle ele alınması bakımından kanaatimce önemli bir karar.

Yazının başlığını görünce, Coca-Cola ve Master markasının ne gibi bir benzerliği olabilir diyebilirsiniz. Ancak, yazıyı okuyunca bu soru yanıt bulacaktır diye tahmin ediyorum.

Olay şu şekilde cereyan ediyor;

10 Mayıs 2010 tarihinde Suriye’de yerleşik Modern Industrial & Trading Invesment firması (MITICO), AB Fikri Mülkiyet Ofisi EUIPO’ya aşağıdaki markanın tescili için başvuruda bulunur:

Başvuru kapsamında 29, 30 ve 32. sınıflarda yer alan çeşitli gıda ürünleri, su, maden suyu, meyve suları ve diğer alkolsüz içecekler gibi çeşitli mallar bulunmaktadır.

Başvurunun ilan edilmesi üzerine, Coca-Cola firması, karıştırılma ihtimali ve tanınmışlık gerekçelerine dayalı olarak itirazda bulunur. İtirazına dayanak olarak aşağıda görsellerine yer verilen AB nezdinde tescilli markalarını gösterir:

Coca-Cola, itiraz sürecinde, markasından haksız yarar sağlanabileceğini göstermek maksadıyla, MITICO’nun, Master markasını ticari olarak ve www.mastercola.com internet sitesinde, Coca-Cola markasını andıracak biçimde kullandığını öne sürer ve buna ilişkin bazı delilleri dosyaya sunar:

EUIPO İtirazlar Birimi ve devamında EUIPO Temyiz Kurulu itirazı reddeder. Temyiz Kurulu kararında, markaların benzer olmadığı ve bu nedenle markalar arasında karıştırılma ihtimali bulunmadığı gerekçesine yer verir. Temyiz Kurulu, Coca-Cola markasının tanınmışlığını kabul etmekle birlikte, markaların benzer olmaması nedeniyle, tüketicilerin markalar arasında bağlantı kurmayacağı sonucuna ulaşır. Ayrıca, haksız yarar sağlamaya ilişkin olarak, Coca-Cola tarafından sunulan kanıtların başvuru konusu markaya ilişkin olmaması nedeniyle bunları olayla alakalı görmez ve bu delillere itibar etmez.

Coca-Cola, Temyiz Kurulu kararına karşı dava açar. Davada Coca-Cola, Temyiz Kurulu’nun 8(5) maddesine ilişkin değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesine dayanır. Bu hususla ilgili olarak, başvuru sahibinin Coca-Cola markasının tanınmışlığından haksız yarar sağlamaya yönelik niyetini göstermek amacıyla, Master markasının ticari kullanıma ilişkin olarak sundukları delillere EUIPO tarafından itibar edilmediğini öne sürer. Kararın karıştırılma ihtimaline yönelik kısmını ise dava konusu yapmaz.

Davayı gören AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi, 11 Aralık 2014 tarih ve T-480/12 sayılı kararında özetle aşağıdaki tespit ve değerlendirmelerde bulunur:

  • Markalar arasında görsel benzerlik unsurları mevcuttur. Bu, sadece markaların ilk harfleri olan C ve M harflerinin, bir imza tarzında, kuyruklu olarak yazılmış olmasından değil, ayrıca ticari hayatta yaygın olarak kullanılmayan bir yazım fontunun (Spenserian script) da ortak olarak kullanılmış olmasından kaynaklanmaktadır.
  • Benzerlik düzeyi düşük olmasına rağmen bu benzerlik, tüketicilerin markalar arasında bağlantı kurması için yeterlidir. Bu nedenle, EUIPO’nun 8(5) maddesinde sayılan diğer koşullar bakımından bir inceleme yapması gerekirdi.
  • EUIPO, 8(5) maddesi kapsamındaki itirazla ilgili olarak, Coca-Cola tarafından sunulan belgeleri dikkate almayarak hata yapmıştır.

Bu hususlar çerçevesinde Adalet Divanı, EUIPO Temyiz Kurulu kararının iptaline karar verir ve mahkeme kararı ekseninde Temyiz Kurulu itirazı tekrar inceler ve yeni bir karar verir. Ancak, karar yine itirazın reddi yönündedir. Temyiz Kurulu kararında bu defa aşağıdaki gerekçelere dayanır:

  • Coca-Cola tarafından sunulan delillerin hiçbirisi AB’ye ilişkin değildir. Şöyle ki, Master Cola markalı ürünler Suriye ve Orta Doğu ülkelerinde satılmaktadır. Başvuru sahibi firmanın web sitesinde AB pazarına yönelik herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ürünlerin, web sitesi üzerinden sipariş edilerek AB’ye gönderilebileceğine dair bir emare de yoktur.
  • Sadece AB markası başvurusu yapılmış olması, başvuru sahibinin markayı Avrupa’da da aynı şekilde kullanacağına işaret etmez.
  • Sunulan deliller, 29, 30 ve 32. sınıflara dâhil mallarda Coca-Cola markasından haksız yarar sağlanması riskinin bulunduğunu göstermemektedir.

Coca-Cola firması, Temyiz Kurulu’nun bu kararına karşı da dava açar. Coca-Cola davada, EUIPO’nun, sunulan delillerin olayla bağıntısını dikkate almamakla hatalı bir değerlendirme yapmış olduğunu ve EUIPO’nun mahkeme kararına uymadığını veya kararı doğru şekilde uygulamadığını ileri sürer.

Davayı gören AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi, 7 Aralık 2017 tarih ve T-61/16 sayılı kararında özetle aşağıdaki tespit ve değerlendirmelerde bulunur:

  • Mahkeme kararına uyulmadığı iddiası haklı değildir.
  • EUIPO’nun, Master markasının AB dışındaki ticari kullanımını, işaretin gelecekte AB’deki kullanımının Coca-Cola markasından haksız yarar sağlama riski bulunup bulunmadığını belirlemek açısından dikkate alması gerekir.
  • İlke olarak, bir AB marka tescil başvurusundan hareketle, başvuru sahibinin mallarını AB pazarına sürme niyetinde olduğu, mantıksal olarak çıkarılabilir.
  • Markanın AB dışındaki kullanım biçimi, Coca-Cola markasından AB’de haksız yarar sağlanabileceği riskine işaret edebilir. Zira MITICO, AB’deki muhtemel ticari niyetlerinin Suriye ve Orta Doğu’dakinden farklı olacağına dair bir delil sunmamıştır.
  • EUIPO, Master markasının, AB dışındaki ticari kullanımına dair delillere yönelik değerlendirmesinde, Coca-Cola markasının AB’de haksız yarar sağlanması riski bulunduğu sonucuna ulaştırabilecek mantıksal çıkarımları ve ihtimal analizlerini göz ardı etmekle hata yapmıştır.

Sonuç olarak, AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi, Temyiz Kurulu’nun ikinci kararının da iptaline karar verir ve dosya üçüncü defa Temyiz Kurulu’nun önüne gelir.

Buraya kadar aktarılanlardan, AB Adalet Divanı’nın EUIPO Temyiz Kurulu kararlarının hukuka uygunluğunu incelediği, ancak Temyiz Kurulu’nun tam bir inceleme ve değerlendirme yapmadığı bir konuda kendisi esastan inceleme yaparak ve uyuşmazlığı kendisi sonlandıracak şekilde nihai bir karar vermediği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle, EUIPO Temyiz Kurulu kararlarının iptali istemiyle açılan davalarda AB yargı süreci ve işleyişinin, ülkemizde TÜRKPATENT YİDK kararlarının iptali talebiyle açılan davalardan bazı farklılıklar gösterdiği söylenebilir. Ancak, yazımızın konusu bu olmadığından, belirtilen hususlara sadece bir parantez açmak maksadıyla değinmekle yetinelim.

Olaya dönecek olursak, AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nin bozma kararı doğrultusunda, EUIPO Temyiz Kurulu, yakın bir zaman önce, 4 Ekim 2018 tarihinde uyuşmazlık hakkında üçüncü kez karar vermiştir. (R/ 693/2018-5 sayılı karar)

Kararda, ilk olarak olayın safahatı özetlendikten sonra, markalar arasında bağlantı bulunduğunun Mahkemece hâlihazırda teyit edilmiş olması ve itiraz gerekçesi markaların tanınmışlığı konusunda da bir çekişme bulunmaması nedeniyle, Temyiz Kurulu tarafından değerlendirilecek tek koşulun, başvuru konusu markanın, önceki markanın tanınmışlığından haksız yarar sağlama veya ayırt edici karakterine ya da ününe zarar verme riski bulunduğu hususunun itiraz sahibince ispatlanıp ispatlanamadığı olduğu belirtilmiştir.

Yerleşik içtihatlara göre, önceki markanın sahibi fiili ve mevcut zararı göstermek zorunda olmasa da, gelecekte böyle bir zararın meydana gelebileceğine dair ciddi risk bulunduğunu kanıtlamak zorundadır. Tanınmış markadan haksız yarar sağlanması riski bulunduğuna, sadece farazi (tahmine, varsayıma dayalı) olmamak koşuluyla, olasılık analizinden doğan mantıksal çıkarımlara dayalı olarak, ilgili ticari sektörün yaygın pratikleri ve olayın diğer özellikleri göz önüne alınmak suretiyle karar verilebilir.

Genel Mahkeme kararında da ortaya konduğu üzere, marka hukukundaki ülkesellik prensibi, AB başvurusuna konu markanın AB dışındaki ticari kullanımına dair delil sunulması; gelecekte AB’de gerçekleşebilecek muhtemelen kullanımın önceki markanın tanınmışlığından haksız yarar sağlama riski bulunduğunu ortaya koymak için yapılacak mantıksal çıkarıma dayanak teşkil etmesine herhangi bir biçimde engel olmamaktadır. Aslında, dünyanın herhangi bir yerindeki fiili kullanıma dair deliller, aynı markanın AB’de gerçekleşmesi muhtemel kullanıma yönelik bir gösterge olabilir ve haksız yarar sağlanması riski bulunduğuna karar vermede yardımcı olabilir. (07/12/2017, T-61/16, EU:T:2017:877, § 94)

Bu bağlamda, www.mastercola.com internet sitesinin statik olmadığına ve örneğin, bir veya daha fazla AB resmi dilinin site içeriğine eklenmesi suretiyle sitenin AB tüketicilerini de hedefleyecek şekilde değiştirilebileceği belirtilmelidir.  

İspat yükü açısından, başvuru sahibinin AB’deki ticari niyetinin farklı olacağını kanıtlaması, itiraz sahibinin AB’deki muhtemel ticari niyetinin, AB dışındaki fiili ticari pratiğiyle benzer olacağını kanıtlamasından daha kolay olacaktır. Ancak, başvuru sahibi, AB’deki muhtemel ticari niyetlerinin, üçüncü ülkelerdekinden farklı olacağına dair herhangi bir özel bilgi sunmamıştır.  Dolayısıyla, Kurul, Genel Mahkeme tarafından belirtildiği üzere, gelecekte AB’de haksız yararlanmasına dair “farazi olmayan” risk bulunduğu sonucuna ulaşabilmek için “Master” markasının mevcut kullanım biçiminin dikkate alınmasının uygun olduğu kanaatine varmıştır. Bu, somut olayda olduğu gibi, fiili kullanım delillerine konu markanın, başvurusu yapılan markanın kabul edilebilir bir varyasyonu olması halinde de geçerlidir.

Markanın tanınmışlığından haksız yarar sağlanması koşulunda, tanınmış markadan bir imaj transferi söz konusu olduğundan, öncelik tanınmış markanın sahip olduğu imajın ortaya konulması gerekmektedir.  Bu hususlarla ilgili olarak Temyiz Kurulu, Coca-Cola tarafından dosya kapsamında sunulmuş olan deliller arasında, markanın imajını ortaya koyan bilgi ve belgelere de kararında atıf yapmıştır.

Bu çerçevede, yukarıda belirtilen hususlar, sunulan deliller ve Genel Mahkeme’nin uyuşmazlığa ilişkin yol gösterici tespit ve değerlendirmeleri ışığında Temyiz Kurulu, başvuru konusu markanın, Coca-Cola markasının alkolsüz içecekler sektöründeki öne çıkan konumu, ciddi yatırımlar, pazarlama çabaları ve dünya çapında pazardaki uzun süreli varlığı sonucu elde ettiği bilinirlikten haksız yarar sağlama riski bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Dolayısıyla, AB Marka Tüzüğü 8(5) maddesi kapsamındaki itiraz haklı bulunmuş ve başvuru konusu markanın reddine karar verilmiştir.

Suriyeli firmanın Suriye’deki iç savaş patlak vermeden önce AB’de yaptığı marka başvurusuna yapılan itirazla başlayan hukuki süreç, aradan geçen 8 yıldan uzun sürenin ardından ancak neticelenmiş görünüyor.

Kanaatimce, uyuşmazlıkta Genel Mahkemenin tanınmış markadan haksız yarar sağlanması riski bulunduğu hususunun ispatına ilişkin deliller hakkındaki değerlendirmeleri oldukça önemli ve dikkate değer nitelikte. Muhtemeldir ki, Mahkeme kararındaki önemli yorum ve değerlendirmeler, EUIPO’nun tanınmış markalara ilişkin uygulama kılavuzlarının güncel versiyonlarında kendine yer bulacaktır ve bundan sonra, EUIPO nezdindeki benzer uyuşmazlıklarda da Genel Mahkeme’nin Master / Coca-Cola kararına sıklıkla atıflar yapılacaktır.

H. Tolga Karadenizli

Ocak 2019, Ankara

karadenizlit@gmail.com

PRADA Tanınmışlık İddiasıyla RICH PRADA Markasına Karşı – Adalet Divanı Genel Mahkemesi, EUIPO Temyiz Kurulu Kararını Onadı (T-111/16)

 

5 Haziran 2018’de Avrupa Adalet Divanı Genel Mahkemesi, tanınmış marka ve tanınmış marka ile ilişkilendirilme hususlarına yeni bir bakış açısı getirerek oldukça ilgi çekici bir karara imza atmıştır.

Öncelikle belirtmek isteriz ki; bu yazıda kullanılan TANINMIŞ MARKA terimi, aslında AB Tüzüğü 8(2)(c)  maddesi çerçevesinde yer verilen Tanınmış Markalara değil, Tüzüğün 8(5) maddesinde yerini bulan, AB sınırlarında tescilli ÜNE SAHİP MARKALARA işaret etmektedir. Ne var ki, 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu çerçevesinde 6(4) ve 6(5) maddeleri altında iki farklı biçimde düzenlenmiş olmakla birlikte, Tüzük’te yer aldığı şekilde bir ayırım yapılmadan, her iki madde altında da TANINMIŞ MARKA terimi kullanılması nedeniyle bu yazımızda biz de TANINMIŞ MARKA terimini kullanmayı tercih ettik. Söz konusu maddelerde yer alan ayrıma ve kavramsal farklılıklara ilişkin ayrıntılı yazıyı https://iprgezgini.org/2018/06/25/paris-sozlesmesi-birinci-mukerrer-6nci-madde-baglaminda-taninmis-markalar-adalet-divani-genel-mahkemesi-massi-karari-t-2-17/ adresinde bulabilirsiniz.

Karara konu uyuşmazlık, Endonezya menşeili “RICH PRADA INTERNATIONAL PY” firmasının “RICH PRADA” ibareli markanın 30., 32., 35., 36. 37. 41. ve 43. Nice Sınıfları kapsamındaki mal ve hizmetlerin tescili için 30 Ağustos 2011 tarihinde AB Fikri Mülkiyet Ofisi (o tarihte “OHIM”)’ne başvurması ile başlar. Elbette ki, moda sektörünün ünlü firması PRADA SA, bu başvuruya Almanya, Fransa, İtalya ve Birleşik Krallık’ta 18 ve 25. sınıflarda, Birleşik Krallık’ta ayrıca 35. sınıfta tescilli ve ciddi kullanımda olan PRADA markalarını gerekçe göstererek itiraz eder. İtiraz gerekçeleri Birlik Marka Tüzüğünün 8(1) ve 8(5) maddelerine dayandırılır.

OHIM (EUIPO) İtirazlar Birimi, 16 Ekim 2014’te verdiği karar ile, itirazın kısmen kabulüne ve başvurunun aşağıdaki hizmetler yönünden reddine karar verir:

35. sınıf: Perakende alan yönetimi; şampuan, sabun kolonya, diş macunu gibi bakım ürünleri, kozmetik malzemeleri, parfümler, mücevherat, gözlere takılan ürünler, giysiler, ayak giysileri, baş giysileri, çantalar, bavullar, deri ürünler, anahtarlıklar, kırtasiye, rozetler, kupalar, posterler, şemsiyeler, tekstil ürünleri, oyuncak ve oyunlar, yiyecek ve içecek, tütün içenlere mahsus malzemeler, basılı yayınlara ilişkin perakendecilik hizmetleri; Ticari amaçlı gösterilerin ve fuarların ayarlanması, düzenlenmesi ve organize edilmesi hizmetleri; Ticari sergilerin organizasyonu, düzenlenmesi ve organize edilmesi hizmetleri; bu hizmetlere ilişkin bilgi sağlanması, tavsiye ve danışmanlık hizmetleri; Açık arttırma hizmetleri.

41. sınıf: Eğitim ve öğretim hizmetleri; eğlence hizmetleri; sportif ve kültürel etkinlikler hizmeti; konferans, seminer, sempozyum, sergi, kurs ve kongre ayarlanması, düzenlemesi ve organize edilmesi hizmetleri; organizasyonların ayarlanması, düzenlemesi ve organize edilmesi hizmetleri; gece kulübü hizmetleri; bu hizmetlere ilişkin bilgi sağlanması, tavsiye ve danışmanlık hizmetleri. 

43. sınıf: Yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri; Geçici konaklama hizmetleri; Otel rezervasyon hizmetleri; Otel konaklamalarının düzenlenmesi hizmetleri; Otel yerlerinin sağlanması hizmetleri; Otel tesislerinin sağlanması hizmetleri; Konuk ağırlama hizmetleri; Otel hizmetleri; Restoran hizmetleri, Bar hizmetleri; Bekleme salonu hizmetleri; Catering hizmetleri; Yiyecek ve içecek sunan bar hizmetleri (şarap barı hizmetleri); bu hizmetlere ilişkin bilgi sağlanması, tavsiye ve danışmanlık hizmetleri.       

44. sınıf: İnsanlar ve hayvanlar için hijyen ve güzellik bakımı hizmetleri; güzellik ve spa hizmetleri; Güzellik salonu ve kuaför hizmetleri; Spa hizmetleri; Güzellik tedavisi hizmetleri; Masaj hizmetleri; bu hizmetlere ilişkin bilgi sağlanması, tavsiye ve danışmanlık hizmetleri.

Karara karşı hem başvuru sahibi, hem de PRADA itiraz eder. Her iki itiraz dosyasını birleştiren EUIPO Temyiz Kurulu, 14 Mart 2017 tarihinde:

  • İtiraz Birimi’nin kararını başvuru sahibi lehine bozarak Tüzüğün 8(5) maddesi uyarınca başvurunun 35. sınıfta yer alan “Perakende alan yönetimi; oyuncak ve oyunlar, kupa bardaklar, kırtasiye malzemelerinin perakende satışı; açık arttırma hizmetleri” ile 41. sınıf kapsamında yer alan “Eğitim ve öğretim hizmetleri; eğlence hizmetleri; sportif ve kültürel etkinlikler hizmeti; konferans, seminer, sempozyum, sergi, kurs ve kongre ayarlanması, düzenlemesi ve organize edilmesi hizmetleri” yönünden ret kararının kaldırılmasına,
  • Yine Tüzüğün 8(1) maddesi uyarınca başvuru sahibinin itirazlarının 35. sınıfta yer alan “yiyecek ve içeceklerin perakende satışı” yönünden kabulü ile marka başvurusunun bu hizmetler yönünden ret kararının kaldırılmasına,
  • Başvuru sahibinin itirazlarının kalan mal ve hizmetler açısından, PRADA’nın itirazlarının ise tümüyle reddedilmesine

karar verir.

Sonuç olarak Temyiz Kurulu’nun kararına göre, başvuru yalnızca aşağıda yer alan hizmetler açısından reddedilir:

35. sınıf: Şampuan, sabun kolonya, diş macunu gibi bakım ürünleri, kozmetik malzemeleri, parfümler, mücevherat, gözlere takılan ürünler, giysiler, ayak giysileri, baş giysileri, çantalar, bavullar, deri ürünler, anahtarlıklar, rozetler, posterler, şemsiyeler, tekstil ürünleri, tütün içenlere mahsus malzemeler, basılı yayınlara ilişkin perakendecilik hizmetleri; Ticari amaçlı gösterilerin ve fuarların ayarlanması, düzenlenmesi ve organize edilmesi hizmetleri; Ticari sergilerin organizasyonu, düzenlenmesi ve organize edilmesi hizmetleri; bu hizmetlere ilişkin bilgi sağlanması, tavsiye ve danışmanlık hizmetleri; Açık arttırma hizmetleri.

41. sınıf: Eğlence hizmetleri; kültürel aktiviteler; sergi ayarlanması, düzenlemesi ve organize edilmesi hizmetleri; etkinliklerin ayarlanması, düzenlemesi ve organize edilmesi hizmetleri; gece kulübü hizmetleri; bu hizmetlere ilişkin bilgi sağlanması, tavsiye ve danışmanlık hizmetleri.  

43. sınıf: Yiyecek ve içecek sağlanması hizmetleri; Geçici konaklama hizmetleri; Otel rezervasyon hizmetleri; Otel konaklamalarının düzenlenmesi hizmetleri; Otel yerlerinin sağlanması hizmetleri; Otel tesislerinin sağlanması hizmetleri; Konuk ağırlama hizmetleri; Otel hizmetleri; Restoran hizmetleri, Bar hizmetleri; Bekleme salonu hizmetleri; Katering hizmetleri; Yiyecek ve içecek sunan bar hizmetleri (şarap barı hizmetleri); bu hizmetlere ilişkin bilgi sağlanması, tavsiye ve danışmanlık hizmetleri.       

44. sınıf: İnsanlar ve hayvanlar için hijyen ve güzellik bakımı hizmetleri; güzellik ve spa hizmetleri; Güzellik salonu ve kuaför hizmetleri; Spa hizmetleri; Güzellik tedavisi hizmetleri; Masaj hizmetleri; bu hizmetlere ilişkin bilgi sağlanması, tavsiye ve danışmanlık hizmetleri.

Temyiz Kurulu, kararını aşağıdaki gerekçelere dayandırmıştır:

8(5) YÖNÜNDEN:

  • Markalar benzerdir. “PRADA” ibaresi tamamen ayırt edicidir ve ilgili toplum nezdinde bir anlam taşımamaktadır. Söz konusu ibare, başvurulan markanın içinde bütünüyle yer almaktadır ve toplumun ilgili kesimi nezdinde önceki markalardan türetildiği izlenimi yaratmaktadır. Bununla birlikte başvuruya konu markada yer alan diğer ibare “THE RICH (ZENGİN)”, İngilizce konuşan toplum nezdinde markayı över bir biçimde değiştirmekte, ancak PRADA ibaresinin gücünü ve ayırt edici karakterini zayıflatmamaktadır.
  • Önceki markalar 18. ve 25. sınıflarda yer alan mallar açısından ilgili bölgede çarpıcı bir üne sahiptir.
  • Marka başvurusunun önceki markanın itibarına zarar verme riski konusunda yapılan incelemenin sonucuna göre, öncelikle önceki markaların kapsamındaki mallar ile başvuruya konu markanın kapsamında yer alan mal ve hizmetler (örneğin 37. snıfta yer alan araba yıkama ya da madencilik hizmetleri gibi) arasındaki bariz farklılık, tüketicinin markalar arasında olumlu ya da olumsuz önemli bir bağlantı kurmasına neden olmayacaktır. Bağlantının kurulabilmesi için markaların yüksek derecede benzer, hatta belki birebir aynı olması gerekecektir. Böyle bir durumda 36. sınıfta yer alan finansal hizmetler ya da 44. sınıfta yer alan tıbbi hizmetler açısından önceki markaların itibarına zarar verebilecektir. Ancak her durumda, eğer inceleme konusu markalar arasında bir bağlantı kurulmuş olsaydı bile, bu bağlantı zararın varlığının kabulü açısından yeterli değildir.
  • Marka başvurusunun önceki markaların ayırt ediciliğinden veya tanınmışlığından haksız yararlanması riski açısından Temyiz Kurulu, inceleme konusu markalarda ortak “prada” kelimesinin çağrıştırdığı cazibe,  kalite ve prestij gibi pozitif değerlerin, önceki markaları bilen ilgili tüketici nezdinde başvurulan markanın kapsamındaki mal ve hizmetlere geçtiğini kabul etmektedir. Ancak, imaj transferi sadece moda sektörü ve prestij ve lüks tüketim gibi ortak imajlar barındıran, moda sektörü ile çok güçlü bir şekilde ilişkilendirilebilecek ikram ve konaklama hizmetleri sektörü gibi mal ve hizmetler açısından mümkündür.
  • Toplumun moda sektörü ile ilgisi olmayan ürün ve hizmetler açısından markaları karıştırması için, çok yüksek, hatta neredeyse aynılık derecesinde benzerlik gerekmektedir.
  • Bu nedenle lüks ve moda sektörü ile ilişki kurulamayacak, 35. sınıftaki perakende alanların yönetimi, açık arttırma hizmetleri; 41. sınıftaki eğitim ve spor aktiviteleri, 43. sınıftaki toplantı odalarının temini, 44. sınıftaki tıbbi hizmetler ve çiçek aranjmanı, 45. sınıftaki bebek bakıcılığı hizmetleri gibi, 35., 36., 37., 41., 43., 44. ve 45. sınıflarda yer alan bazı hizmetlerin ilgili toplum nezdinde ilişkilendirilmeyeceğine karar verilmiştir.
  • Sonuç olarak Temyiz Kurulu, normal şartlarda “göz kamaştırıcı/cazibeli” olarak tabir edilemeyecek hizmetler açısından başvurunun kullanımının, muterizin ticari faaliyetlerinden haksız yararlanacağına ilişkin ikna edici bir sebep ya da delil olmadığına hükmetmiştir.

8(1) YÖNÜNDEN:

  • Temyiz Kurulu, mal ve hizmetlerin farklı olduğu markalar açısından 8(1) anlamında karıştırılma ihtimali olmadığına karar vermiştir. Bununla birlikte İtiraz Birimi’nin 35. sınıfta yer alan “yiyecek ve içeceklerin perakende satışı” hizmetleri yönünden karıştırılma ihtimali oluşturduğuna karar vermiş olmasını “belirgin bir hata” şeklinde tanımlayarak, Prada S.A.’nın itirazını bu hizmetler yönünden de reddetmiştir.

Prada S.A., her ne kadar söz konusu kararı Genel Mahkeme nezdine taşımışsa da, Genel Mahkeme 5 Haziran 2018 tarihinde verdiği T-111/16 sayılı kararı ile davacı Prada’nın argümanlarının yalnızca markalar ve söz konusu mal ve hizmetler açısından bağlantının varlığına dayandığını, ancak bu bağlantıyı kanıtlamak için ortalama tüketici nezdinde bir davranış değişikliği oluşacağını gösteren bir argüman ya da delil sunamadığını belirterek, Temyiz Kurulu’nun kararını 8/5 ve 8/1 yönünden onamıştır.

Genel Mahkeme, Temyiz Kurulu kararını onadığı için Mahkeme değerlendirmesi yerine Temyiz Kurulu kararındaki argümanları aktarmayı yerinde bulduk, ancak Genel Mahkeme’nin gerekçelerini detaylı incelemek için kararın tümüne http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=202541&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=302645 adresinden ulaşabilirsiniz.

Ahu GÜNEYLİ

ahuguneyli@gmail.com

Kasım 2018

 

Şekerleme Kutusu Tescilli Tasarımı, Üç Boyutlu Şekerleme Kutusu Markasının Karşısında – Siz Ne Düşünürsünüz?(1)

 

“Siz ne düşünürsünüz?” serisine uzun süredir ara vermiştik.

Serinin yeni sorusunun ilginç bir tartışmayı içermesinin uzun aranın rehavetini ortadan kaldıracağını düşünüyoruz. Bu bağlamda, iki farklı fikri mülkiyet hakkının çatışmasını içeren bir Adalet Divanı Genel Mahkemesi kararını konu alan sorumuzu sizlere yöneltiyor, yanıtlarınızı ve yorumlarınızı bekliyoruz.

Aşağıda görseline yer verdiğimiz tasarım, 2007 yılında EUIPO’da Birlik Tasarımı olarak tescil edilir.

 

 

2011 yılında “FERRERO SPA” tescilli tasarımın hükümsüzlüğünü aşağıdaki 3 boyutlu şekil markasına dayanarak talep eder. 3 boyutlu şekil markası bir uluslararası markadır ve Fransa için 1974 yılında “şekerlemeler”i de içerecek biçimde tescil edilmiştir.

 


 

EUIPO İptal Birimi 2012 yılında talebi kabul eder ve tasarımı hükümsüz kılar. EUIPO Temyiz Kurulu da 2015 yılında bu kararı onar.

Hükümsüzlük kararının gerekçesi, 6/2002 sayılı Birlik Tasarım Tüzüğü’nün 25(1)(e) maddesidir. Anılan madde takip eden hükmü içermektedir:

“Sonraki tarihli bir tasarımda ayırt edici bir işaret kullanılmışsa ve söz konusu işareti koruyan Birlik veya üye ülke mevzuatı, işaretin hak sahibine kullanımı engelleme hakkı veriyorsa, Birlik tasarımı hükümsüz kılınabilir.”    

Temyiz Kurulu, FERRERO’nun Fransa’da tescilli marka hakkına sahip olduğu tespitinden hareketle, bu markanın hükümsüzlük kararının konusu tescilli tasarımla karıştırılma ihtimaline yol açabileceği görüşündedir. Dolayısıyla da tasarımın hükümsüzlük kararını yerinde bulur.

Tasarım sahibi bu karara karşı Adalet Divanı Genel Mahkemesi önünde dava açar ve dava Genel Mahkeme tarafından 2017 yılında sonuçlandırılır.

Davacı aşağıdaki ana argümanlara dayanmaktadır:

“Hükümsüzlük kararının gerekçesi markada baskın herhangi bir unsur bulunmamaktadır; tescilli tasarımın net olarak görülen ve eğri köşeleri ise şekerleme kutusunun önemli özellikleridir. Buna ilaveten, tasarımda bulunan etiket, MIK MAKI logosu ve eğri köşeler Temyiz Kurulu tarafından göz ardı edilmiştir. Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, davacı tasarımı ile hükümsüzlük kararının gerekçesi şekil markası birbirleriyle benzer değildir.”

Bu argümanlar da göz önüne alındığında sizce Genel Mahkeme’nin kararı ne yönde olmuştur?

Yorum ve yanıtlarınızı merakla bekliyoruz. Genel Mahkeme’nin kararını birkaç gün içerisinde yazacağız.

Önder Erol ÜNSAL

unsalonderol@gmail.com

Ağustos 2018

 

 

Renk İsimlerinin Tanımlayıcı ve Ayırt Edici Niteliği – Adalet Divanı Genel Mahkemesi “BLUE” Kararı (T-375/17)

 

Renk isimlerinin marka olarak tescil edilebilirliğine yönelik tartışmalar, en az münhasıran tek renkten veya renk kombinasyonundan oluşan markaların tescil edilmesi tartışmaları kadar yoğundur.

Renkler birçok ürün bakımından tüketicilerin ürünü tercih etmesini sağlayan önemli faktörlerden birisidir (Örneğin, kıyafetlerin renkleri). Buna ilaveten, birçok ürün bakımından da ürünün türünü veya niteliğini belirtir adlandırmalar olduklarının da kabul edilmesi gerekir (Örneğin, beyaz çay, siyah çay, yeşil çay). Buna ilaveten birçok hizmet bakımından da renk isimlerinin yaygın kullanımı bulunduğu ve hizmetlerin içeriğinin önemli karakteristiklerini bildirdikleri söylenebilir (Yeşil kelimesi, çevre dostu teknolojileri işaret eden anlamıyla birçok hizmetin niteliği bakımından çok açık ve doğrudan bir mesaj vermektedir.).

Renk isimlerinin tanımlayıcı olmadığı birçok durumdan da bahsedilebilir. Örneğin, bir rengin ismi, bir helikopter için veya matbaa makinesi için muhtemelen, bu ürünlerin alıcılarının tercihini etkileyen bir faktör olmayacak ve ürünlerin niteliğini belirtmeyecektir.

Tüm bunların dışında, bir de “Ne olacak ki?” ekolü mevcuttur. “Ne olacak ki?” ekolünün temel argümanı ise, renk isimlerinin herhangi bir kelimeden farkı bulunmadığı ve doğrudan ürünü tanımladıkları her durumun dışında (Örneğin, peynir için beyaz, et için kırmızı, vb.), renk isimlerinin herhangi bir ret engeline takılmamaları gerektiği yönündedir.

Kendi görüşümüzün “Ne olacak ki?” ekolünün çok uzağında belirterek, Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesi‘nin 12 Haziran 2018 (dün) verdiği T-375/17 sayılı “Blue” kararını sizlerle paylaşıyoruz. Kararın tam metninin http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=202763&pageIndex=0&doclang=EN&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=463006 bağlantısından görülmesi mümkündür.

Macar vatandaşı “Klaudia Patricia Fenves” aşağıda görseline yer verilen “Blue” markasının 32. sınıfa dahil “Meşrubatlar, alkolsüz içecekler” malları ve 35., 41. sınıflara dahil bazı hizmetler bakımından tescil edilmesi talebiyle “Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)”ne başvuruda bulunur.

EUIPO operasyon birimi, başvuruyu 32. sınıfa dahil mallar bakımından ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleriyle kısmen reddeder. Bu noktada, temel bir İngilizce sözcük olan “blue” kelimesinin “mavi” anlamına geldiği belirtilmelidir. Başvuru sahibi bunun üzerine başvurusunun içeriğini “Enerji içecekleri ve izotonik spor içecekleri hariç olmak üzere, meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” olarak sınırlandırsa da, uzman ret kararı değiştirmez.

Başvuru sahibi, karara karşı itiraz eder ve itiraz EUIPO Temyiz Kurulu’nca incelenir. Temyiz Kurulu, inceleme sonucunda itirazı aşağıda belirtilen temel nedenlerle reddeder:

i- Bir renk adı olan “blue” kelimesinin “Enerji içecekleri ve izotonik spor içecekleri hariç olmak üzere, meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” mallarının önemsiz bir özelliği olduğu kabul edilemez. Renk isimleri tüketicinin tercihi bakımından önemlidir ve dolayısıyla bir renk ismi olan “blue” ibaresinin ortak kullanıma açık kalmasının sağlanması gereklidir.

ii- Tüketiciler, “blue” ibaresini, anında ve doğrudan şekilde içeceklerin rengini bildiren bir adlandırma olarak algılayacaklardır ve bu durum ürünlerin bir özelliğinin bildirilmesi anlamına gelmektedir.

iii- Başvurudaki şekil unsurları çok sıradan ve basittir. Dolayısıyla, tüketicilerin algısına tanımlayıcı kelime unsurundan uzaklaştırmaları mümkün değildir.

iv- Belirtilen nedenlerle ayırt edici nitelikten yoksunluk ve tanımlayıcılık gerekçeleri ret kararı yerindedir.

Başvuru sahibi, Temyiz Kurulu’nun ret kararına karşı dava açar ve dava Adalet Divanı Genel Mahkemesi’nce görülerek, 12 Haziran 2018 tarihli T-375/17 sayılı kararla sonuçlandırılır.

Takip eden satırlarda Genel Mahkeme kararının satırbaşlarına yer vereceğiz:

Başvuru sahibi, ret kararının yerinde olmadığını, başvurunun tanımlayıcı olmadığını ve ayırt edici niteliğe sahip olduğunu, ayrıca başvurunun stilize yazım biçiminin, renk ve şekil unsurlarının da başvuruya ayırt edici nitelik kattığını iddia etmektedir. Başvuru sahibi, buna ilaveten “Blue” ibaresi dahil olmak üzere çok sayıda renk isminin önceden EUIPO tarafından tescil edildiğini de belirtmektedir.

Belirtilen iddialar Genel Mahkeme tarafından takip eden şekilde değerlendirilir:

i- Dava konusu “Enerji içecekleri ve izotonik spor içecekleri hariç olmak üzere, meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” mallarının ortalama tüketici kesimi, yeteri derecede bilgilenmiş, gözlemci ve ihtiyatlı ortalama tüketicilerdir.

ii- Tanımlayıcılık içerikli ret gerekçesinin amacı, marka olarak tescil edilerek tek bir işletmenin tekeline verilmemesi gereken işaretlerin tescilini engellemektedir. Dolayısıyla, bu ret nedeni, bu tip işaretlerin herkes tarafın ortak olarak kullanımını sağlayarak kamu yararına hizmet etmektedir.

iii- Yerleşik içtihada göre, bir işaretin tanımlayıcı olarak kabul edilebilmesi için, o işaretin tescil başvurusunun yapıldığı anda fiilen tanımlayıcı olarak kullanımı zorunlu değildir. İşaretin tanımlayıcı olarak kullanılabilmesi ihtimali yeterlidir. Dolayısıyla, işaretin olası anlamlarından birisinin, ilgili mal ve hizmetler için tanımlayıcı olması ret kararının verilebilmesi için yeter nedendir.

iv- İnceleme konusu başvuru “blue” kelimesinden ve stilize yazım biçimi, mavi renkte yazım, beyaz konturlar, diyagonal yazım stili gibi bir takım şekli unsurlardan oluşmaktadır.

v- “Blue (mavi)” kelimesi temel bir İngilizce sözcüktür ve malların ortalama tüketicilerinde anında ve herhangi bir ek zihinsel çaba olmadan yaratacağı algı, markanın mavi renge atıf yaptığıdır.

vi- Başvurunun mal listesini teşkil eden “meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” sektöründe, içeceklerin renklerine göre ayırt edilmesi oldukça bilinen bir durumdur ve birçok üretici ticari başarılarını artırmak için içecekleri renklerine göre ayırmaktadır. Mavi renkli içeceklerin çok sayıda örneği mevcuttur ve bu bağlamda “blue” ibaresi inceleme konusu malların önemli bir karakteristik özelliği olarak, tüketicilerin tercihini etkileyecektir. Bu çerçevede, “blue” kelimesi başvuru kapsamındaki mallar için malların rengine doğrudan atıf yapmaktadır ve tanımlayıcıdır.

vii- İnceleme konusu başvuruda yer alan figüratif unsurlar, kamunun ilgili kesimince görsel olarak yakalanacak ve akılda kalacak nitelikte unsurlar değildir. Bu çerçevede bu unsurların, tüketicilerin algısına tanımlayıcı kelime unsurundan uzaklaştıramayacağı yönündeki Temyiz Kurulu tespiti yerindedir. Tüm bunların sonucunda, başvurunun figüratif unsurları, kamunun ilgili kesiminin algısını kelime unsurunun yarattığı tanımlayıcı mesajdan uzaklaştıracak nitelikte değildir.

viii- EUIPO, Blue markasını ve diğer renk isimlerini üçüncü taraflar adına tescil etmiş olsa da, bu durum inceleme sonucunda yapılan tespitleri ve kararın yerindeliğini değiştirmeyecektir. (EUIPO yetkilerini Birlik mevzuatının genel ilkeleri çerçevesinde kullanmakla yükümlüdür. Eşit muamele ve düzgün yönetim ilkeleri çerçevesinde EUIPO benzer markalar hakkında önceden verilmiş kararları dikkate almalı ve aynı yönde karar verip vermeyeceğini dikkatle belirlemelidir. Bununla birlikte, bu ilkelerin ne şekilde uygulanacağı hukukilik ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bu çerçevede, bir markayı tescil ettirmek isteyen kişi, kendi lehine aynı kararın verilmesi talebiyle başka bir kişi adına gerçekleştirilmiş kanuni olmayan bir işleme dayanamaz. Bunun ötesinde, hukuki belirlilik ve iyi yönetim esasları çerçevesinde, markaların uygun olmayan biçimde tescil edilmesini engellemek amacıyla, her markanın incelenmesi düzgün ve kapsamlı biçimde yapılmalıdır. Buna uygun olarak, inceleme her vaka bazında ayrı olarak yapılmalıdır. Bir markanın tescil edilmesi, ilgili markanın kendi olguları kapsamında değerlendirilebilecek ve amacı, inceleme konusu markanın herhangi bir ret gerekçesi kapsamına girip girmediğini belirlemek olan özel kriterlere bağlıdır.)

ix- Netice itibarıyla Genel Mahkeme başvurunun tanımlayıcılık nedeniyle “Enerji içecekleri ve izotonik spor içecekleri hariç olmak üzere, meşrubatlar ve alkolsüz içecekler” malları bakımından reddedilmesi kararının yerinde bulmuştur.

x- Tanımlayıcılık gerekçeli ret kararı yerinde bulunduğundan, Genel Mahkeme ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçeli ret kararını ayrıca incelememiş ve davanın reddedilmesine karar vermiştir.

Renk isimlerinin marka olarak tescil edilebilirliği içerikli tartışmalarda referans alınması başlıca hususlar, kanaatimizce malların ve hizmetlerin niteliği ve renk isminin mallara ve hizmetlere ilişkin tüketici tercihinde ne derece rol oynadığıdır. Bunun ötesinde, renk isminin malların veya hizmetlerin mutlak surette ayrılmaz bir özelliği olması gerekli değildir. Örneğin, “beyaz” ibaresinin arabalara ilişkin bir özellik olması şart değildir, ancak beyaz rengin tüketicinin araba satın alma tercihinde önemli bir faktör olması ret kararının verilebilmesi için kanaatimizce yeterli olacaktır. “Ne olacak ki?” bakış açısıyla -idare veya yargı kararıyla- tescil edilen markaların sonraki dönemlerde yol açtığı kaoslar (marka ismi vermemeyi tercih ediyoruz), bu noktada yeteri derecede önemli gösterge teşkil etmektedir.

Önder Erol ÜNSAL

Haziran 2018

unsalonderol@gmail.com 

 

Renk kombinasyonlarının marka olarak tescili daha zor hale mi geliyor? Red Bull’un mavi/gümüş renk markaları hakkında AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi kararı

Bugünkü yazımızın konusunu renk kombinasyonundan oluşan markaların sicilde gösterimi oluşturuyor.

Ünlü enerji içeceği markası Red Bull’un ambalajlarında kullanılan mavi/gümüş renklerden oluşan iki marka Avrupa Birliği markası olarak tescilli durumdaydı. Ancak, Red Bull firmasına ait bu iki markanın hükümsüzlüğü talep edildi. Hükümsüzlük talepleri sırayla EUIPO İptal Birimi ve bu birimin kararına itiraz üzerine EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelendi. EUIPO’nun nihai karar organı olan Temyiz Kurulu’nun kararlarına karşı dava açıldı ve davayı gören AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi 30 Kasım 2017 tarihinde kararını verdi. Kanaatimizce bu karar, renk kombinasyonu markaları açısından oldukça önem arz ediyor ve kararın kesinleşmesi halinde uygulamada çeşitli değişikliklere ve farklı etkilere yol açabilecek gibi duruyor.

T-101/15 ve T-102/15 sayılı birleşen davalara ilişkin kararın İngilizce tam metnini okumak isteyen okurlar,

http://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf;jsessionid=9ea7d0f130de6a62388bf25c43d090ec8252a8f0cdc6.e34KaxiLc3eQc40LaxqMbN4Pb34Te0?text=&docid=197307&pageIndex=0&doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=348216 bağlantısından ilgili karara erişilebilir.

Uyuşmazlığın özeti:

15 Ocak 2002 tarihinde Red Bull GmbH (kısaca Red Bull olarak anılacaktır) EUIPO nezdinde bir AB markası başvurusunda bulunur. Tescili istenen marka (Marka 1), aşağıda görüldüğü gibi iki rengin kombinasyonundan oluşmaktadır:

30 Haziran 2003 tarihinde Red Bull, söz konusu markanın kullanım sonucu ayırt edicilik kazandığını kanıtlamak amacıyla ek belgeler sunar. 11 Ocak 2004 tarihinde ise markaya ilişkin olarak, “Koruma mavi (RAL 5002) ve gümüş (RAL 9006) renkler için talep edilmektedir. Renkleri oranı yaklaşık %50-%50’dir.” ifadelerinden oluşan tarifnameyi sunar. Başvurunun mal listesi kapsamında 32. sınıftaki “enerji içecekleri” bulunmaktadır. Söz konusu marka, kullanım sonucu ayırt edicilik kazandığı belirtilerek ve yukarıda yer verilen tarifnameyle birlikte 25 Temmuz 2005 tarihinde tescil edilir.

20 Eylül 2013’te Polonya menşeli Optimum Mark sp. z.o.o. isimli firma (kısaca Optimum Mark) yukarıda belirtilen markanın hükümsüzlüğünü talep eder.  Hükümsüzlük talebine gerekçe olarak, markanın grafik gösterim için aranan (açıklık, kesinlik, … ve renkleri önceden belirlenmiş ve yeknesak şekilde birleştiren bir sistematik düzen) gerekli koşulları sağlamadığını ve tescil başvurusuna eşlik eden tarifnamedeki ifadenin, iki rengin ‘yaklaşık’ %50 – %50 şeklinde çok sayıda farklı kombinasyonuna olanak sağladığını öne sürer.

1 Ekim 2010 tarihinde Red Bull EUIPO nezdinde bir marka tescil başvurusu yapar. Bu markanın (Marka 2) görseli de aşağıdaki şekildedir:

 

Başvurunun eşya listesinde 32. sınıftaki “enerji içecekleri” malları bulunmaktadır. Başvuru 29 Kasım 2010 tarihli Bültende yayımlanır, ancak başvuruyu inceleyen marka uzmanı 22 Aralık 2010 tarihinde renklerin marka örneği içindeki dağılımlarının belirtilmemiş olması nedeniyle şekli eksiklik bildiriminde bulunur ve bu eksikliğin giderilmesini talep eder.  10 Şubat 2011 tarihinde Red Bull, iki rengin eşit oranda olduğunu ve birbiriyle yan yana dizildiğini (juxtaposed to each other) belirtir. 8 Mart 2011 tarihinde söz konusu marka, mavi (Pantone 2747C) ve gümüş (Pantone 877C) renkler için yukarıdaki açıklamayla birlikte kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğe dayalı olarak tescil edilir.

27 Eylül 2011 tarihinde Optimum Mark, benzer gerekçelerle hükümsüzlük talebinde bulunur. Optimum Mark, tarifnamede yer alan “juxtaposed” ifadesinin “ortak bir sınırı olan”, “yan yana konulmuş” veya “kontrast etki için birbirine yakın duran” gibi biçimlerde algılanabileceğini, marka tarifnamesinin, iki rengin mallara ne şekilde uygulandığına ilişkin düzeni belirtmediğini, bu nedenle de gösterimin açık, kesin ve müstakil olmadığını ileri sürer.

EUIPO İptal Birimi 9 Ekim 2013 tarihindeki iki kararıyla Marka 1 ve Marka 2’nin hükümsüzlüğüne karar verir. İptal Birimi, Adalet Divanı’nın C-49/02 sayılı ‘Heidelberger’ kararında da belirtildiği üzere söz konusu markaların grafik gösteriminin “iki veya daha fazla rengin, soyut şekilde belirtilmiş ve dış hat sınırları olmaksızın bir araya getirilmesinden ibaret” olduğuna işaret ederek bunun 207/2009 sayılı Tüzüğün 4. maddesi bağlamında aranan kesinlik ve yeknesaklık özelliklerini taşımadığını, çünkü markaların grafik gösteriminin çok sayıda farklı kombinasyona imkân sağladığını belirtir. İlaveten, markaların grafik gösteriminin, yetkili otoriteler ve ekonomik aktörlerin, hükümsüzlüğe konu markaların sahibine sağlanan korumanın kapsamını bilmelerine imkân tanımadığını ifade eder.

Red Bull, İptal Birimi tarafından verilen bu iki karara karşı itiraz eder. EUIPO Temyiz Kurulu 2 Aralık 2014 tarihinde vermiş olduğu iki kararla, markaların 207/2009 sayılı Tüzüğün 4’üncü maddesine atıf yapan 7(1)(a) bendine aykırı olarak tescil edildikleri sonucuna ulaşır ve her iki itirazın da reddine karar verir. Temyiz Kurulu aynı gerekçelere dayandığı iki kararda da, bir işaretin kullanım sonucu ayırt edicilik kazanmış olmasının, Tüzüğün 4. maddesindeki koşulları ortadan kaldıran bir husus olmadığını belirtir. Temyiz Kurulu’na göre, ilgili hükmün amacı, bir AB markasının sahibine sağlanan korumanın kesin konusunun belirlenerek, AB marka hukukunun haksız rekabet üstünlüğü elde etmek amacıyla suiistimal edilmesinin önlenmesi ve yetkili makamların, tescil edilen işaretlerin doğasını net ve kesin olarak bilmelerine ve ekonomik aktörlerin, bu makamlarca tutulan kamusal sicillere erişerek üçüncü kişilerin haklarına yönelik kesin bilgiye sahip olmalarına imkân sağlanmasıdır. Kurul, Adalet Divanı’nın Heidelberger kararında ortaya koyduğu ilkelere atıf yaparak söz konusu markaların yeterince açık ve yeknesak (uniform) olmadığına karar verir.

Red Bull, EUIPO Temyiz Kurulu’nun kararlarına karşı dava açar. Davaya, Marques (AB Marka Sahipleri Birliği) Red Bull’u desteklemek üzere müdahil olur. Davada, 207/2009 sayılı Tüzüğün 4 ve 7(1)(a) maddesi hükümlerinin hatalı şekilde uygulandığı, ölçülülük ve eşit muamele ilkeleri ile yasal beklentilerin korunması ilkesinin ihlal edildiği iddiaları ileri sürülmektedir.

Red Bull, “Heidelberger” kararının EUIPO tarafından çok katı bir şekilde yorumlandığını öne sürmektedir. İlaveten, Temyiz Kurulu, gerekli kesinliğin sağlanması için renklerin mallar üzerinde nasıl kullanıldığına ilişkin detaylı bir açıklama sunulması istemekle birlikte, Red Bull’a göre, bu husus kullanım sonucu kazanılmış ayırt edicilikle ilgilidir. Zira, bir işaretin 4. maddeye uygun olup olmadığı, grafik gösterimin kesinliğine dair soyut bir değerlendirmeyi içermekte olup Temyiz Kurulu’nun şart koştuğu açıklama/tarifname yasal bir gereklilik olmadığı gibi, söz konusu işareti bir figüratif marka haline getirecektir. Üç boyutlu markalar, ses markaları veya geleneksel kelime veya şekil markaları gibi diğer marka türleri bakımından aranmayan ve yargı içtihatları ile önceki EUIPO kararlarında yer verilmeyen bu koşul, Red Bull’a göre, renk kombinasyonlarının tescili için ilave bir koşul getirilmesi anlamına gelmektedir.

Mahkemenin tespit ve değerlendirmeleri:

Mahkeme öncelikle 2017/2009 sayılı Tüzüğün 4’üncü maddesi anlamında renk veya renk kombinasyonlarının AB markası teşkil edebilmesi için üç koşulu sağlaması gerektiğini belirtmiştir. İlk olarak, “işaret” olma; ikinci olarak işaretin çizimle görüntülenebilmesi; üçüncü olarak ise mal ve hizmetleri diğer işlemlere ait mal ve hizmetlerden ayırt etmeyi sağlayabilmesi.

Adalet Divanı’na göre renkler nesnelerin basit bir özelliğidir. Belirli bir ticari alanda dahi, renk veya renk kombinasyonları genel olarak çekici ve dekoratif özelliklerinden ötürü kullanılırlar ve herhangi bir anlam taşımazlar. Ancak, belirli bir mal veya hizmetle ilgili olarak kullanılması durumunda bunların “işaret” olabilmeleri mümkündür.

Adalet Divanı Heidelberger kararında (C-49/02, EU:C:2004:384, parag. 33-35), dış hat sınırları olmaksızın, münhasıran ve soyut olarak iki veya daha fazla rengin kombinasyonundan oluşan markalar bakımından, grafik gösterimin “renkleri önceden belirlenmiş ve yeknesak şekilde birleştiren bir sistematik düzen” içermesi gerektiğini ortaya koymuştur. Yine aynı kararda, iki veya daha fazla rengin, belli bir şekil ve dış hat çizgileri olmaksızın sadece bir araya getirilmesinin, ya da iki veya daha fazla renge ‘akla gelebilen her biçimde’ gönderme yapılmasının; gerekli kesinlik ve yeknesaklığı (uniformity) sağlamayacağı belirtilmiştir.

Bu bağlamda, dava konusu markaların iki rengin çok sayıda farklı kombinasyonuna imkân verip vermediğinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Dava konusu markaların gösterimi, mavi ve gümüş renklerin %50-%50 oranıyla dikey olarak bir araya getirilmesinden oluşmaktadır. Bu grafik gösterime iki markada iki ayrı tarifname eşlik etmektedir. Marka 1’deki tarifnamede söz konusu iki renk RAL kodlama sistemine göre belirlenmiş ve renklerinin oranının “yaklaşık %50-%50 olduğu belirtilmiştir. Marka 2’deki tarifnamede ise renkler PANTONE kodlama sistemine göre belirlenmiş ve “iki rengin eşit oranda uygulandığı ve birbiriyle yan yana dizildiği” belirtilmiştir.

Mahkemeye göre, “juxtaposition” (bir araya getirme) ifadesi, iki veya daha fazla rengi direkt olarak yan yana dizmeye işaret etse dahi bu terim, mutlaka renklerin sistematik bir düzen teşkil edeceği anlamına gelmemektedir. Zira renkler “yaklaşık %50-%50” veya “eşit oran” içinde kalsa ve renkler yan yana dizilse bile, “bir araya getirme” farklı biçimlerde olabilir ve renklerin çeşitli sayıda farklı dizilişine yol açabilir. Bu nedenle, Mahkeme renklerin oranlarının veya farklı renkler arasındaki ilişkinin belirtilmesinin, Heidelberger kararındaki “sistematik veya yeknesak düzen/dizilim” şartını sağlamak için yeterli olmadığı görüşündedir. Şöyle ki, iki rengin yeknesak bir diziliş sağlaması, renklerin sadece farklı proporsiyonlarda olmasından değil, aynı proporsiyona sahip renklerin farklı uzamsal konumlarından da kaynaklanabilir. Örneğin, marka örneğinde ilgili renkler mavi renk solda, gümüş renk sağda olacak şekilde dikey olarak bir araya getirilmişken, tescil sürecinde Red Bull tarafından kullanım sonucu kazanılmış ayırt edici niteliğin ispatına yönelik olarak sunulan dokümanlarda renklerin bu şekilde dikey bir konumlandırma dâhilinde kullanılmadığı görülmektedir. Mahkemeye göre, Heidelberger kararı ile önlenmek istenen sonuç da tam olarak budur.

Eğer davaya müdahil Marques’in iddia ettiği gibi, Tüzüğün 4. maddesi bağlamında kesinlik ve yeknesaklığı sağlamak için “what you see is what you get[1] kuralının uygulanması yeterli olsaydı, solda mavi ve sağda gümüş rengi olmak üzere iki eşit renk bloğunun dikey olarak bir araya getirilmesinin, dava konusu tescilli markalara sağlanacak korumanın kapsamındaki tek dizilim olduğu sonucuna ulaşılması gerekirdi.  Oysa ki, durum böyle değildir.  Tam tersine, başvuruya konu olduğu ve gözle görüldüğü (what you see) haliyle grafik gösterimin, markaya sağlanacak korumanın tek konusu olması (what you get), tam da “what you see is what you get” kuralının uygulamasının gerektirdiği bir durumdur. Bu bağlamda, Heidelberger kararı, bu kuralın pratik sonuçlarını renk markalarının tescil koşulları açısından netleştirmeye yaramaktadır. Bir başvuru sahibi, “what you see is what you get” kuralıyla doğrudan çelişecek şekilde, bir grafik gösterim sunup aynı zamanda bu gösterimle örtüşmeyen veya bu gösterimle sağlanan korumadan daha geniş bir koruma talep etmemelidir.

Mahkemeye göre, dava konusu markanın grafik gösterimi ile bu renklerin Red Bull’un ürünlerinde yer alış biçimi arasındaki farklılık, davacının iddiasının aksine, minör bir farklılık değildir.

Mahkeme, Temyiz Kurulu’nun renk markaları açısından ilave bir şart ortaya koyduğu iddiasına yönelik olarak, Kurul’un dava konusu kararlarda, başvuru konusu marka için açık bir tarifname sunulmasının zorunlu olduğunu söylemediğini, “somut olayda” bu tarz tarifnameye ihtiyaç duyulduğunu söylediğini belirtmiştir. Tarifnamenin yasal dayanağına ilişkin olarak da, 2868/95 sayılı Uygulama Yönetmeliği’nin 3(3) maddesinde tescil başvurusunun “markanın tarifnamesini içerebileceği”ne ilişkin hükmü hatırlatılmıştır. Temyiz Kurulu’nun, başvuruda bir tarifname varsa, bunun grafik gösterimle kombine halde değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin tespiti Mahkemece yerinde görülmüştür. İlaveten, Sieckmann kararında ortaya konduğu üzere, bir işaretin açık, kesin, müstakil, kolay erişilebilir, anlaşılabilir, dayanıklı ve nesnel olması koşullarının, her bir marka türü bakımından, markanın doğası ve içsel özelliklerine bağlı olarak ayrı şeklide belirlenmesi gerektiğine yönelik Temyiz Kurulu tespiti de Mahkemece yerinde bulunmuştur. Dolayısıyla, Temyiz Kurulu’nun, iki rengin sadece oranlarının belirtilmesinin, renkleri önceden belirlenmiş ve yeknesak şekilde bir araya getiren sistematik bir düzen teşkil etmediği ve bunun, çeşitli sayıda farklı kombinasyona ve çok farklı bir genel izlenime yol açarak tüketicilerin satın alma deneyimini kesinlik içinde tekrar etmelerini engellediği yönündeki kanaati, Genel Mahkemece isabetli görülmüştür.

Bu çerçevede, iki rengin sadece oranlarını belirten bir tarifnamenin eşlik ettiği grafik gösterimin yeterince kesin olmadığına ve bu nedenle markanın 207/2009 sayılı Tüzüğün 7(1)(a) maddesine aykırı olarak tescil edildiğine yönelik Temyiz Kurulu kararında bir isabetsizlik yoktur. Bu sonucun dava konusu iki marka bakımından da geçerli olduğu tespiti de Mahkemeye göre yerindedir. Şöyle ki, Marka 1’e ilişkin olarak sunulan tarifnamede yer alan “yaklaşık” kelimesi, her iki marka bakımından aynı olan grafik gösterimdeki belirsizliği desteklemektedir. Her iki markaya ait tarifname de, renkleri önceden belirlenmiş ve yeknesak olarak bir araya getiren sadece tek bir dizlim bulunduğu sonucuna götürecek detaylar içermemektedir.

Genel Mahkeme, kararın devamında davacı Red Bull tarafından ileri sürülen eşit muamele ilkesinin ihlali iddiasını ele almıştır. Bu hususla ilgili olarak Red Bull, tescil başvurusu yaparken markanın koruma konusunun, ilgili mal veya hizmetlerde ne şekilde kullanılacağına ilişkin bir tarifname gereksiniminin, diğer marka türleri bakımından söz konusu olmadığını; EUIPO’nun geçmiş uygulamaları ve Genel Mahkeme’nin renk markalarına ilişkin geçmiş karar ve içtihatları göz önüne alındığında, bu durumun dava konusu markalar bakımından farklı bir muamele anlamına geldiğini ileri sürmektedir.

AB hukukuna göre, eşit muamele ilkesi, birbiriyle mukayese edilebilir durumların aynı şekilde muamele görmesini gerektirmektedir. Adalet Divanı içtihatlarına göre ayrımcılık, ancak mukayese edilebilir durumlarda farklı kuralların uygulanması veya aynı kuralın birbirinden farklı durumlara uygulanması hallerinde ortaya çıkabilecektir. (10 Mayıs 2012, AB Komisyonu v. Estonya, C-39/10, EU:C:2012:282, parag. 48)

Mahkeme’ye göre, herhangi bir dış hat sınırı veya şekil içermeksizin, tek başına renklerin kombinasyonundan oluşan markaların, tabiatı gereği, korumanın kesin konusunun açık olabilmesi, tüketiciler ile ticari aktörler tarafından kavranabilir olması ve markanın asli işlevi olan kaynak gösterme işlevini yerine getirirken orantısız rekabet avantajı elde edilmemesi bakımından bunların grafik gösterimi veya buna eşlik eden tarifnamenin, söz konusu renklerin kesin tonlarını, bunların oranlarını ve uzamsal dizilimlerini göstermesi zorunludur. Renk markalarının tabiatları gereği kendiliğinden bu tarz bir netliğe sahip olmamaları, bu düzeyde bir kesinlik aranmasını gerekli kılmakta olup, münhasıran renkten oluşan markalar bu yönüyle diğer marka türlerinden ayrılmaktadır. Bu nedenle, farklı muamele haklı bir nedene dayanmaktadır. İlaveten Temyiz Kurulu kararlarının hukuka uygunluğu, Kurul’un geçmiş karar verme pratiklerine göre, sadece ilgili AB mevzuatına göre değerlendirilmelidir. Kuşkusuz ki EUIPO, bir AB markası başvurusunu incelerken, benzer başvurular hakkında hâlihazırda verilmiş kararları göz önüne almalı ve önündeki olayda aynı şekilde karar verip vermeyeceği konusunda özel bir dikkat göstermelidir. Ancak, bu ilkelerin uygulanması, hukuka uygunlukla uyumlu olmalıdır. Dolayısıyla, bir işaretin AB markası olarak tescilini isteyen bir kişi, kendi yararına ve aynı kararı elde etmek amacıyla, bir başkası lehine muhtemel olarak hukuka aykırı olarak işlenmiş bir fiile dayanmamalıdır. (10 Mart 2011, Agencja Wydawnicza Technopol v. OHIM, C-51/10 P, EU:C:2011:139, parag. 75, 76) Bu çerçevede, Red Bull’un EUIPO’nun inceleme kılavuzlarını ve uygulamasını gerekçe göstererek öne sürdüğü eşit muamele ilkesinin ihlali iddiaları Mahkeme tarafından kabul edilmemiştir.

Devamında, ölçülülük ilkesinin ihlali iddiası Mahkemece değerlendirilmiş ve bu iddialar da reddedilmiştir. Yazımızın ana konusunu oluşturmaması ve yazıyı gereksiz yere uzatmamak adına kararın bu kısımlarına yönelik ayrıntılı açıklamalara yer verilmeyecektir. Bununla birlikte, bu iddialar kapsamında davacı tarafından 2015/2424 sayılı yeni AB Marka Tüzüğünde, 207/2009 sayılı Tüzükte yer alan “grafik gösterim” şartının bulunmadığı, bunun yerine işaretin “marka sahibine sağlanacak korumanın konusunun, yetkili makamlar ve kamu tarafından açık ve kesin olarak belirlenmesine imkân sağlayacak şekilde gösterilmesi” nin yeterli olduğu hususu dile getirilmiştir. Bu argümana yönelik Genel Mahkemenin yaptığı değerlendirme ise kanaatimizce oldukça önemlidir.

Zira, Genel Mahkeme, dava konusu uyuşmazlığa zaman yönünden uygulanabilir olmamakla birlikte, ilgili maddenin yeni lafzının, hukuki belirliliği güçlendirme amacını taşıdığını ve ilgili hükümde yer alan ifadelerin, hükmün bir önceki lafzından daha da kısıtlayıcı olduğunu söylemektedir. Şöyle ki, ilgili hükmün gövdesine açıkça, Adalet Divanı’nın Sieckmann (C-273/00) ve Heidelberger (C-49/02) kararlarında belirlenen ilkeler dâhil edilmiştir ve böylelikle, söz konusu maddenin yeni lafzı, içtihatlarla ve bu içtihatların davaya konu Temyiz Kurulu kararlarındaki uygulanış biçimiyle mükemmel şekilde uyumludur. (parag. 118)

Mahkemece incelenen son husus, yasal beklentilerin korunması ilkesinin ihlal edildiği iddiasıdır. Bu konuda Red Bull, dava konusu markalar tescil edilirken inceleyen uzmanın tarifnamedeki ifadeyi kabul ettiğini ve hatta kendilerine tavsiye ettiğini; bu durumun yasal beklentiyi desteklemediğini; EUIPO’nun söz konusu markaları kullanım sonucu kazanılmış ayırt ediciliğe bağlı olarak tescil etmiş olmakla, aslında üstü kapalı olarak Tüzüğün 4. maddesine de uygun bulduğunu ileri sürmektedir.

Genel Mahkeme, yasal beklentilerin korunması ilkesi hakkındaki içtihatlara yer vermiş ve somut olayı bu içtihatlar bağlamında ele alarak, başvuru sahibinin somut uyuşmazlıkta yasal beklentilerin korunması ilkesine dayanamayacağı tespitini içeren dava konusu Temyiz Kurulu kararlarında bir isabetsizlik bulunmadığına kanaat getirmiştir.

Sonuç itibariyle Genel Mahkeme davanın reddine karar vermiştir.

Genel Mahkeme’nin bu kararının ardından yeni tartışmaların fitili ateşlenmiş gibi duruyor. Şöyle ki, bu karar sonrasında, renk kombinasyonu markalarının tescilinin daha zor hale geldiğine ve ne tür bir tarifnamenin yeterli açıklık ve kesinliği sağlayacağına ilişkin tartışmalar AB’deki fikri mülkiyet avukatları camiasında hâlihazırda başladı bile…

Dava tarihinde yürürlükte olan Tüzükte “grafik gösterim” şartının mevcut olduğunu tekrar hatırlatalım. Esasen dava konusu EUIPO Temyiz Kurulu kararları, bir markanın grafik gösteriminin taşıması gereken özellikleri ortaya koyan, ilkesel nitelikteki Adalet Divanı karar ve içtihatlarının (Sieckmann ve Heidelberger kararları) Red Bull’un somut uyuşmazlıktaki mavi/gümüş renk kombinasyonu markaları bağlamında değerlendirilmesini ve uygulanmasını içeriyor. Ortaya çıkan sonuç ise, özetle,  renklerin sadece bir araya getirilmesi suretiyle oluşmuş marka örneği ile buna eşlik eden -sadece ilgili renklerin kodları ile marka örneği içindeki dağılım oranlarına yer veren- tarifnamelerin yeterli açıklık ve kesinliği sağlamadığı yönünde. Belki de, bu tarz marka örnekleri ve tarifnamelerle tescil edilen onlarca marka varken, ve hatta zamanında Red Bull’un davaya konu markaları da bu şekilde tescil edilmişken, hükümsüzlük talebi sonrası ilgili yargı içtihatlarının somut uyuşmazlıkta etraflıca ele alınması ve mevzubahis gösterim ve tarifnamelerin, 4. maddeye atıf yapan 7(1)(a) maddesi hükmüne aykırı olduğuna karar verilmiş olması, mevcut kararın pek çokları için sürpriz ve beklenmedik bir karar olarak algılanmasına yol açmış olabilir.

Genel Mahkeme, söz konusu davada Red Bull’un marka örnekleri ile bunlara eşlik eden tarifnamelerin yeterli açıklık ve kesinlikte olmadığına hükmetmekle birlikte, Mahkeme’nin renk kombinasyonundan oluşan markalar bakımından gerekli açıklık ve kesinliğin ne şekilde, nasıl bir tarifnameyle sağlanabileceği konusunda ise marka sahiplerine pek bir ipucu vermediği de göze çarpıyor.

Kanaatimizce bir diğer önemli husus ise, “grafik gösterim” şartının şu an yürürlükte olan AB Tüzüğünde ve bunu mehaz alan 6769 sayılı SMK’nın 4’üncü maddesinde kaldırılmış olmasının, Genel Mahkeme’nin bu kararının yeni başvurular bakımından bir etkisinin olmayacağı anlamına gelmemesi. Tersine, yazıda da aktardığımız üzere Genel Mahkeme, ilgili madde hükmünün yeni lafzının, hukuki belirliliğe, açıklık ve kesinlik ilkelerine açıkça yer vermek suretiyle, bu konudaki içtihatlara son derece uyumlu olduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla yeni mevzuatta “grafik gösterim” şartının kalkmış olması pratikte, renk markaları açısından “sicilde gösterim” koşullarını hafifletmiyor, aksine, sicilde gösterim bakımından, koruma konusunun açıklık ve kesinliğine yapılan vurgu yeni mevzuatla daha da belirgin hale geldiği için, bu koşulların sağlanıp sağlanmadığının her somut olay bazında titizlikle incelenmesini gerekli kılıyor.

Muhtemeldir ki, bu dava eksenindeki tartışmaların ülkemiz uygulamaları açısından da yansımaları söz konusu olabilir. Zira SMK’nın 4. maddesi de “çizimle görüntülenebilme” (grafik gösterim) şartını kaldırarak, mehaz 2015/2424 sayılı AB Marka Tüzüğüyle çok benzer ifadelere yer vererek korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olma şartını getirmiş durumda.  SMK’nın Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin “Marka örneğinin gösterimi” başlıklı 7. maddesinin 4’üncü fıkrasında ise, tek renk veya renk kombinasyonları bakımından ikili bir ayrıma gidilmeksizin başvurunun “renk markası” olarak tescilinin talep edildiği hallerde bunun başvuru formunda açıkça belirtilmesi, işareti oluşturan renk görselinin sunulması ve Kurum tarafından geçerliliği kabul edilen renk kodunun belirtilmesi gerektiği söyleniyor. Ancak, aynı maddenin 8’inci fıkrasına dayanarak Kurum, sunulan gösterimin yeterince açık, kesin ve anlaşılır olmadığına kanaat getirirse veya gerekli gördüğü hallerde başvuru konusu işarete ilişkin her türlü bilgi, belge ve açıklama talep edebilecektir. Dolayısıyla, herhangi bir dış hat sınırı olmaksızın, münhasıran renk kombinasyonundan oluşan markalar bakımından marka örneğinin yanı sıra sadece renklerin kodunun verilmesinin gerekli açıklık ve kesinliği sağlamadığı görüşünün benimsenmesi halinde, başvuru sahiplerince bu koşulları sağlayacak şekilde bir tarifname/açıklama da sunulabilmesi için gerekli yasal dayanak kanaatimizce mevcuttur.

Son olarak, yazının konusunu oluşturan Genel Mahkeme kararına karşı Red Bull tarafından kanun yoluna başvurulduğunu ve davada son sözün son karar mercii sıfatıyla AB Adalet Divanı tarafından söyleneceğini belirtelim. Bu konuda IPR Gezgini olarak takipte olacağız.

Bakalım marka sahiplerinin haklarını savunan ve bilhassa Avrupa’da etkin ve etkili bir kuruluş olan Marques’in de desteğini arkasına alan Red Bull, son aşamada kendi lehine bir karar elde edebilecek mi? Aksi halde, bundan böyle renk kombinasyonlarının marka olarak tescilinin daha zor hale geleceğini söylemek sanırım çok yanlış olmayacak.

 

[1] y.n. “marka örneğinde gördüğün şey, sana sunulmuş olan şeydir” biçiminde Türkçe’ye çevrilebilir.

 

H. Tolga Karadenizli

Nisan 2018, Ankara

karadenizlit@gmail.com