Etiket: hamdi yasaman

SÖYLEŞİYORUZ # VIII- Prof. Dr. HAMDİ YASAMAN BİZLERLE!


IPR Gezgini’nin bu ayki SÖYLEŞİYORUZ  konuğu Prof. Dr. Hamdi YASAMAN. Hocamıza bizimle söyleşmeyi kabul ettiği için teşekkür ediyoruz. Bu söyleşimizi IPR Gezgini adına yazarlarımızdan  Özlem FÜTMAN gerçekleştirdi.


Ö.F- Hocam  merhabalar. Böyle bir Söyleşi yapmaktan ne kadar memnun olduğumu belirteyim önce. Fakültedeyken sizden Kıymetli Evrak dersi almıştım, şimdi bunca yılın ardından  böyle karşılıklı hasbihâl edebilmek çok güzel bir tesadüf oldu benim için, ama sizinle söyleşirken kendimi hala biraz fakültede amfideymiş gibi hissettiğimi de itiraf edeyim doğrusu! İsminiz camiamızda yakinen biliniyor elbette, kütüphanesinde sizin Marka Hukuku kitaplarınızın bulunmadığı bir ofis düşünemiyorum. Ama fırsat bu fırsat okurlarımız sizi biraz daha yakından tanısın isterim, bu minvalde önce bize kendinizi biraz tanıtmanızı istesem neler söylersiniz? Mesela nerede doğdunuz büyüdünüz, nasıl bir eğitim hayatınız oldu, nasıl zaman geçirmeyi seversiniz, kişisel zevkleriniz nelerdir? Hayat yolculuğunda  sizi en çok etkileyen kişiler kimdir (mesleki ve/veya kişisel olarak)?

H.Y– 2 Ocak 1947 tarihinde İstanbul’da doğdum. İlkokulu ve liseyi Galatasaray Lisesinde okudum. 1968 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim, 1972 yılında mezun oldum. 1973 yılında İÜ Hukuk Fakültesi Kara Ticareti Kürsüsüne asistan olarak girdim. 1980 yılında “İsviçre ve Fransız Hukukunda Yatırım Fonları ve Türk Hukukunda Uygulanma İmkanları” adlı tezim ile doktor; 1987 yılında “Anonim Ortaklıkların Birleşmesi” tezi ile doçent; 1992 yılında “Menkul Kıymetler Borsası Hukuku” adlı tez ile profesör oldum.

Lisede ve üniversite döneminde spor ile çok uğraştım. Futbol, basketbol ve voleybol oynadım. Galatasaray Voleybol takımında yer aldım;  ancak asistan olduğum ve görev oldukça zor olduğu için voleybolu biraz erken bırakmak zorunda kaldım. GS Lisesi okul takımı kalecisiydim. Turgay Şeren’in antrenör olduğu dönemde eski milli futbolculardan spor hocam beni Galatasaray kulübüne götürdü; bir ay Ali Sami Yen’de antrenmana çıktım. Kral Metin Oktay’ın son senesi idi. Ancak devamsızlık sebebi ile ya okul, ya da futbol arasında tercih yapmam gerekti. Ben okulu tercih ettim ve kulübü bıraktım.

Babam Ekrem Yasaman İÜ Hukuk Fakültesi mezunu idi; hakimlik yaptı, ben ve ablamın İstanbul’daki eğitimi sebebiyle emekli oldu ve vefat edene kadar avukatlık yaptı. Ben de, babamla birlikte çalışmak zevkini tattım.

1976 yılında Ceylan ile evlendim. Zeynep ve Ayşe adlı iki kız evladım var. Zeynep Paris II’de Administration Economique et Sociale’i bitirdi; daha sonra Sorbonne Hukuk Fakültesini bitirdi. Geçen yıl da “Infringement of Trademark Rights on the Internet in the European Union and Turkish Law” adlı tez ile doktor oldu. Halen benimle birlikte çalışıyor. Üçüncü nesil olarak hukukçu aile geleneğini teessüs etmiş bulunuyor. Küçük kızım Ayşe’de iç mimar oldu ve Floransa’da tasarım yüksek lisansı yaptı. Her ikisinde de birer olmak üzere 2 torunum bulunmaktadır.

Zevklerimin arasında sporun dışında, seyahat etmek ve iyi  yemek gelir. Edebiyata, müziğe  ve sinema sanatına çok merakım vardır. Gençliğimde çok kitap okudum; sinematek’e üye idim, çok film seyrettim. Müziğin her türünü severim. Klasik müzik ve caz’ı sevdiğim gibi, Türk Sanat Müziği ve Klasik Türk Pop müziğini dinlerim. Gittiğim restoranlarda müzikli olanı tercih ederim. Asistan olduktan sonra biraz edebiyattan uzak kaldım; zira hukuk ile ilgili mesleki kitapların okunması ön plana çıktı.


Ö.F– Hukuk fakültesine gitmeye nasıl karar verdiniz, akabinde akademisyenlik yapma konusundaki kararınız nasıl şekillendi ve elbette ki Fikri Mülkiyet alanında yoğunluklu çalışmaya evrilmeniz nasıl oldu?

H.Y Ben aslında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine girmek istiyordum. Galatasaray Lisesi edebiyat bölümünde geleneksel olarak hariciyeci olmak düşüncesi hakimdir. Yıllarca Galatasaray Lisesinden çok önemli hariciyeciler yetişmiştir.

GS Lisesinde en yakın arkadaşım Mehmet Ürgüplü’nün amcası eski başbakanlardan, dışişleri bakanlığı ve büyükelçilik yapmış Hayri Ürgüplü bu fikrimizi değiştiren kişi olmuştur. Bizi karşısına almış ve hariciyenin bir meslek olmadığı; bu meslekten herhangi bir şekilde ayrılmak zorunda kalındığında sorun yaşanacağını; hukuk fakültesine gidip, hariciye sınavına katılmanın dahadoğru olduğunu; kendisinin de bu şekilde hareket ettiğini söyledi. Bu önemli ve tecrübeli bir şahsiyetin fikri doğrultusunda Mehmet Ürgüplü ile ben İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdik.

O dönem yüksek lisans dersleri 3. ve 4. sınıfta alınabiliyordu. 3. sınıfta medeni hukuk ile medeni usul hukukunu seçtim. Medeni Usul Hukukunda Prof. Dr. Yavuz Alangoya “Dava Şartları” adlı görevimi çok beğendi, henüz 3. sınıf talebesi olmama rağmen, fakülteyi bitirmiş birçok lisans yapanlardan daha iyi çalışma olduğunu söyledi  ve bana asistanlık teklif etti. Bu benim gururumu yüceltti ve bu tekliften sonra akademisyen olmaya karar verdim.

Fakülteyi bitirdikten sonra Medeni Usul Hukuku kürsüsü bana kadro bulmak için çok uğraştı, ancak kadro bulunamadı. Bunun üzerine İsviçre’de Cenevre Hukuk Fakültesinde doktora yapmaya karar verdim. Cenevre Hukuk Fakültesine kaydımı yaptırdım; o dönemde Galatasaray Kulübünde voleybol oynuyordum. İsviçre’de Servette kulübüne transferim konuşuldu ve buradan alacağım para ile de oradaki eğitimimi ve yaşantımı sürdürecektim. Döviz tahsisimi almak için Maliye Bakanlığı Kambiyo Müdürlüğüne gitmek üzere Kadıköy-Karaköy vapuruna bindim; burada İÜ Hukuk Fakültesinden Doç. Dr. Hüseyin Ülgen ile asistan Ömer Teoman’a rastladım. Medeni Usul Hukukunda kadro bulamadığım için İsviçre’ye gideceğimi söylediğimde, Ticaret Hukuku kürsüsündeki bayan asistanın bir hariciyeci ile evlendiği ve yurtdışına gittiği ve bir kadronun bulunduğunu söylediler. En iyi arkadaşlarımdan Mehmet Okur’un ağabeyi Av. Dr. Yiğit Okur bana Reha Poroy’dan randevu aldı. Reha Poroy ile görüştüm; talebe iken yüksek lisansta Prof. Dr. Ünal Tekinalp’den ders alıp, ona da güzel bir çalışma yapmış idim. Ünal Tekinalp ile telefon ile konuştu ve benim asistanı olmamı istedi. Bu şekilde, İsviçre’den vazgeçerek İÜ Hukuk Fakültesine girdim. Hariciyeci olamadım; ancak bir hariciyecinin ticaret hukuku asistanı ile evlenmesi vesilesi ile kadro buldum.

Fikri Hukuk, Ticaret Hukuku ana bilim dalı kapsamında idi. Seçimlik ders olarak okutuluyordu. Bu sebeple, fikri hukuk ile ticaret hukuku kürsüsüne girmem ile tanıştım. İlk önceleri daha çok Sermaye Piyasası Hukuku ile ilgilendim ve doktora tezimi bu alanda yazdım. Daha sonra, bu hukuk dalına olan ilgim arttı ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde bu dersi verdim.


Ö.F– KHK’ler döneminden yani 1995’ten başlayarak fikri haklar alanında önemli yol aldık, gelişme fikri mülkiyetin özellikle sınai haklar alanında yoğunlaştı ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun kabulü de önemli aşamalardan biri oldu. Siz alanın tecrübeli isimlerinden olarak geçilen yolu ve vardığımız noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye iyi yol aldı mı bu süreçte?

H.Y Avrupa Birliği Hukuku ile uyumlaştırma hareketi ile Gümrük Birliğine girme koşulu olarak Avrupa Birliğinin zorlaması ile 1995 yılında Kanun Hükmünde Kararnameler ile sınai mülkiyet hukuku düzenlendi. Avrupa Topluluğu-Türkiye Ortaklık Konseyinin 6 Mart 1995 tarih ve 1/95 sayılı  kararında Türkiye, Avrupa Topluluğunda yürürlükte bulunan koruma düzeyine eşit koruma düzeyini teminat altına alarak fikri, sınai mülkiyet haklarını etkin bir şekilde korumayı kabul etmiştir. Bu bağlamda, 27.6.1995 tarih ve 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında KHK; 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında KHK; 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması hakkında KHK; 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK’lar yürürlüğe konulmuştur. Ancak bu süreç içinde, KHK’nin uygulanmasında birçok sorun çıkmış ve bazı maddeleri, bilhassa mülkiyetin KHK ile kaldırılamayacağı ve KHK ile ceza verilemeyeceği gerekçeleri ile Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.

KHK’ların Kanun haline gelmesi 21 yıl sonra 22.12.2016 tarih ve 6769 Sınai Mülkiyet Kanunu ile gerçekleşti. Kanun ile belirtilen sorunların ortadan kalkacağı bir vakıadır. Bunun gibi, AB mevzuatında bu dönem içinde yapılan değişiklikler de, AB hukukuna uyum sağlama süreci içinde, bu Kanunla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Yapılan birçok değişiklik ve yeni hükümler AB ile uyumun sağlanması amacı ile yapılmıştır.

Örneğin, marka olabilecek işaretler olarak konvansiyonel olmayan marka türlerinin tescilinin önü açılmış, renkler ve sesler açıkça madde hükmünde yer verilmiş ve AB ile uyumlu olarak çizimle görüntülenebilme yani grafik temsil şartı kaldırılarak işaretin açık ve kesin olarak anlaşılabilecek şekilde sicilde gösterilme şartı getirilmiştir. Bunun gibi marka tescilinde mutlak ve nispi ret sebepleri de güncellenmiştir. Yeni müesseseler Kanun’a dahil edilmiş, kullanmama def’i/kullanım ispatı talebi, muvafakatname, marka tescilli olduğu sürece tecavüz teşkil etmez savunmasını ortadan kaldıran m.155 gibi.

Gelinen nokta itibari ile Türkiye’nin sınai mülkiyet alanında önemli gelişmeler gösterdiğini söyleyebiliriz. Tabii hala içinin doldurulması gereken noktalar var. Bu noktada da özellikle AB Adalet Divanı’nın içtihatları önem arz ediyor. Sayfalarca karar yazıyorlar, hepsi uzun uzun gerekçeli, somut olay ile ilgili mevzuattan başlayıp içtihata kadar çok bilgi veriliyor, çok öğretici oluyor. Bunlardan faydalanmamız gerekir. 


Ö.F– Üçüncü sorunun devamı olarak şunu sormak isterim; geçtiğimiz aşamalara rağmen sizce fikri haklar konusunda, mevzuat alanındaki eksiklikler de dahil olmak üzere, sistemin nerelerinde hala iyileştirmeler gerekiyor, sizce sistemin nereleri diğer bölümlere göre daha iyi çalışıyor?

H.Y Mevzuat bakımından, belirttiğim üzere her ne kadar önemli gelişmeler söz konusu ise de, sorunlu noktalar hala var. Örneğin, marka hukuku ile ilgili olarak, SMK madde 5/1-ç hükmüne göre, “Aynı veya aynı türdeki mal veya hizmetlerle ilgili olarak tescil edilmiş ya da daha önceki tarihte tescil başvurusu yapılmış marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer işaretler” mutlak ret nedeni olarak sayılmakta. Ancak, bu hükmün nispi ret sebepleri arasında yer alması gerekirdi. Keza bu, önceki hakka bağlı bir ret sebebi olmalıdır. Belki de marka sahibi başkasının da aynı markayı kullanmasına bir itirazı yok. Ayrıca, marka başvurusu yapan kişi, üçüncü kişinin itirazı ile karşılaştığında, SMK md.19/2’ye göre “kullanım ispatı” talep edebiliyor. Oysa, önceki bir marka eğer mutlak ret sebebi yapılırsa, marka 5 yıl, 10 yıl kullanılmamış olsa dahi, markası itiraza uğrayan kişinin kendisini savunma hakkı ve “kullanım ispatı” talep etme hakkı bulunmamaktadır. Bundan dolayı, önceki marka ile aynı markanın varlığı, mutlak değil, nispi ret sebebi olmalıdır. Bu hükmün SMK madde 5/1-ç’den kaldırılması gerekir. Bunun gibi, markanın 5 yıl boyunca kullanılmaması halinde markanın iptalinin talep edilmesi bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi’nin 06.01.2017 tarihli kararından sadece 4 gün sonra 10.01.2017 tarihli SMK ile tekrar getirildi. Bu konuda, 5 yıllık kullanmama süresinin 10.01.2017 tarihinden itibaren mi başlayacağı, yoksa bundan önceki tarihte mi başlayacağı konusunda birçok tartışmalar ve tereddütler yaşandı. Bundan dolayı Kanuna bir hükmün konulması gerekirken konulmadı ve tereddütler kesin bir dille çözülemedi. Olay yine Yargı’ya bırakıldı. Oysa en başta bir madde eklenseydi, yıllarca süren bu belirsizlik sona ererdi.

Patent Hukuku ile ilgili de en büyük sorunlardan birisi, “Üniversite-Sanayi” işbirliklerinde üniversite hocalarının meydana getirdikleri buluşlar üzerindeki hak sahipliğinin tespitidir. SMK madde 121/9 hükmü, hak sahipliğinin sözleşmeler ile düzenlenmesine izin vermiştir. Oysa gerçekte bu konuda büyük sorunlar yaşanıyor. Sanayi kuruluşları, işbirliği sonucunda çıkan buluşun üzerindeki kullanım ve ticarileştirme haklarının kendilerinde olmasını istiyor. Diğer yandan öğretim üyesi, genel olarak buluşun Sanayi kuruluşuna geçmesi konusunda izin vermektedir. Buradaki sorun, Üniversitelerin de buluş üzerinde tam hak sahipliği istemeleridir. Gerçekte buluşu ticarete dökebilecek olan kişi Sanayi  kuruluşudur;  ancak üniversite tam hak sahipliği konusunda ısrar edince, taraflar arasında kopukluklar ve sorunlar baş göstermektedir. Fikrimce, buluşun sanayi kuruluşu tarafından ticarileştirilmesi en doğru yaklaşımdır, bunun yanında Üniversite’ye satışlardan pay verilebilir. Alternatif olarak patent sahipliği konusunda ortaklık ve ticarileştirme konusunda Sanayi kuruluşuna münhasır bir hakkın verilmesi de kabul edilebilecek makul bir çözümdür.

Bunun gibi, ilaç patentleri konusunda, hala kesinlik kazanmayan bir konu: ikinci tıbbi kullanım konusu. İkinci tıbbi kullanım konusunda SMK’da da bir açıklık olmamakla beraber, bu konuda hala yayınlanmasını beklediğimiz Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı bulunmaktadır.

İlaçlar hakkında zorunlu lisansa bazı çok kritik hallerde ihtiyaç duyulabilir. Bu konuda Türkiye’de Covid hastalığı sırasında dahi zorunlu lisans hakkı işletilmedi. Bu yetki gerçekten de çok sınırlı olarak verilen bir yetki olmakla beraber, yine de acil durumlarda başvurulabilecek bir yoldur.

Özellikle patente veya endüstriyel tasarıma ilişkin koruma süresini dolduran buluşlarla ve tasarımlar ilgili olarak şirketler, marka tescil başvuruları yapmaya çalışmaktadır. Oysa bu fikri hakların koruma alanları farklıdır. En son olarak İsviçre Federal Mahkemesi tarafından 7 Eylül 2021 yılında verilen karar, patent koruması sona eren Nespresso kapsülüne ilişkin olarak Nestle şirketinin marka almasına ilişkin karardı. Bu kararda da patentin ve markanın koruma konuları ayrıştırıldı ve koruması sona eren patent için marka korumasının tanınmaması gerektiğine hükmedilerek, markanın hükümsüzlüğüne karar verildi. Bu sorun Türkiye’de  olduğu kadar bütün dünyada da mevcuttur. Patent ve tasarım gibi haklara ilişkin korumanın süreyle sınırlı olmasından dolayı, şirketlerin patente veya tasarıma konu olan hakkı marka ile korumaya çalışmaktadır. Bu sorunun Mahkemeler aracılığı ile çözülmesi gerekiyor. Mahkemelerin bu gibi ihlallere geçit vermemesi gerekir.

Konuya sistemsel olarak baktığımızda, Türkiye’de konusunda uzman hakim sayısı çok olmadığından, gerek ilk derecede, gerek istinaf ve Yargıtay seviyesinde, AB’deki gibi gerekçeli, belirli bir mantık silsilesi içerisinde ihtilafa konu uyuşmazlık ile ilgili derinlemesine bir inceleme içeren kararlar çıkmadığını görüyoruz. Böylelikle yeni gelişmeler karşısında mevzuatın uygulanması anında adaletsiz kararlar çıktığı gibi, içtihat da oluşmuyor. Dosyalar halen bilirkişi raporlarının ışığında karara bağlanıyor. Bu bakımdan, uygulamada, akademisyenler arasında fikri ve sınai mülkiyet konusunda önemli çalışmalar yapılmakta ise de, karar mercilerinde yer alan hakimlerin de bu konuda uzmanlaşmasının bu alanın gelişmesi bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Bundan yıllarca önce seçilen 10 hakim Avrupa’da eğitime ve araştırmaya gönderildi. Bu hakimler Fikri ve Sınai Haklar Mahkemelerinde büyük performans gösterdiler. AB Adalet Divanı emsalinde kararlara imza attılar. Bunlardan Uğur Çolak, “Türk Marka Hukuku” adlı çok önemli temel bir kitap yazdı. Bunun 4. basısı yapıldı. Canan Küçükali “Fikri Hakların İhlalinden Kaynaklanan Tazminat Davası” adlı tezi ile doktor oldu. Levent Yavuz/Türkay Alıca/Fethi Merdivan, “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu” adlı 2 ciltlik 2944 sahifelik önemli bir eser verdiler. Ne yazık ki, bir defa yapılan bu Avrupa’daki eğitim sonraki yıllarda devam etmedi. Son yıllarda gerçekleşen hakim tayinlerindeki aksaklıklar sebebiyle birçok hakim uzman olunmayan mahkemelere tayin edildiler veya emekli olmayı tercih ettiler. Bunun Devletin büyük hatası ve kaybı olduğunu düşünüyorum.


Ö.F– Bir akademisyen olarak akademi dünyasını Fikri Mülkiyet alanında nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu artılarıyla-eksileriyle soruyorum. Sizin akademisyenliğe başladığınız zamanla şimdiki zaman arasında nasıl farklılıklar görüyorsunuz?

H.Y Ben akademisyenliğe başladığım zaman (1973) fikri hukuk alanında çalışan hemen hemen hiç kimse yoktu. İÜ Hukuk Fakültesinde Prof. Dr. Reha Poroy’un teksir halindeki Fikri Hukuk Ders notları okutuluyordu.

O günden bugüne kadar Fikri Hukuk alanında çok büyük gelişmeler oldu. Bu alana gerek öğrenciler tarafından, gerek uygulamada ilgi arttı ve bu konuda yazılan eserler çığ gibi arttı. 2004 yılında yayınladığımız Marka Hukuku 556 sayılı KHM Şerhi’deki bibliyografyada zikrettiğimiz eserlerin sayısına baktığımızda 2021 yalında yayınladığımız Sınai Mülkiyet Hukuku Şerhi’ndeki zikrettiğimiz eser sayısında önemli artış görülmektedir. Bu dönemde temel kitapların yanında birçok doktora tezi yazıldı. İÜ Hukuk Fakültesinde 1000-1200 kişi olan sınıfta 15-20 talebe fikri hukuku seçerken, bugün bu sayı çok arttı; GSÜ Hukuk Fakültesinde hemen hemen bütün öğrenciler bu dersi seçmektedir.


Ö.F– Bizden önceki ve hatta bizim jenerasyonumuza göre ben bugünün öğrencilerini daha şanslı görüyorum, mesela bilgi kaynağına ulaşma konusunda sayısız imkana sahipler. Peki sizce öğrenciler arasında Fikri Mülkiyete yaklaşım nasıl? Bu alana olan ilgi düzeylerini nasıl buluyorsunuz? Camiamızı öğrenciler açısından daha  çekici kılmak için sizce neler yapılabilir?  Ve genel olarak öğrenciler arasında Fikri Mülkiyet konusunda kariyer yapmak isteyenlere tavsiyeleriniz olur mu? 

H.Y Fikri ve Sınai Mülkiyet hakları konusunda büyük gelişme oldu ve bu alana ilgi çok arttı. Üniversitedeki öğrencilerin çoğunluğu  bu dersi seçmektedir. Bu konuda yüksek lisans programları yapılmakta ve bu dersler de rağbet görmektedir. Bazı fakültelerde fikri hukuk mecburi ders haline geldi. Bunun diğer hukuk fakültelerine de yayılacağına inanıyorum. Doktrinde bu konuda genel eserler, monografiler ve makale adedinde büyük artış oldu. Fikri haklar konusunda birçok sempozyum ve paneller yapıldı.

Bu konuda kariyer yapmak isteyenler için bu doktrin çalışmaları çok büyük bir kaynak. Lisanı olan öğrencilerin yabancı doktrin ve mahkeme kararlarını takip etmeleri gerekir. İmkanları olursa, yüksek lisans veya doktoralarını Avrupa ya da ABD’deki hukuk fakültelerinde yapmalarını öneririm. Bu hem lisanlarının pekişmesini, hem de vizyonlarının genişlemesini sağlayacaktır. Ayrıca bu alanda kariyer yapmak isteyenlerin son dönemlerde hayatımıza giren e-ticaret, internet, NFT vs. gibi teknolojik gelişmeler ışığında fikri mülkiyeti ele almalarını tavsiye ederim.


 Ö.F– Yaklaşık iki yıldır insanlık Covid19 pandemisi ile uğraşıyor. Gördüğüm kadarıyla bir hayli ilerleme kaydettik virüse karşı. Ancak nihayetinde bu işten etkilendiğimiz de aşikar. Pandemi sizi ve çalışma hayatınızı nasıl etkiledi? Bu süreci nasıl geçirdiniz, geçiriyorsunuz? Bunu hem kişisel anlamda hem de mesleki açıdan soruyorum. Gerçi benim gördüğüm kadarıyla siz bu süreci çok efektif geçirmişsiniz çünkü çok yakın zamanda Marka Hukuku şerhinizin yeni basımı çıktı! Bu kitabınızda diğerlerinden farklı olarak ağırlık verdiğiniz bir husus oldu mu?

H.Y SMK Şerhi Ekim 2021’de 3 cilt halinde  çıktı, sadece marka hükümleri ile ilgili maddeler ve sınai mülkiyet hakları ile ilgili ortak hükümler var. Bu şerh tasarımlar ve patentlerle ilgili hükümlerin şerhi ile devam edecek ve SMK Şerhi tamamlanmış olacak.

Pandemi döneminin bize şu faydası oldu. Bu dönemde dersler online yapıldığı ve davaların olmadığı  dönemde mesaimizin hemen hemen tümünü bu şerhin yazılmasına hasrettik. Bu da, şerhin kapsamını ve içeriğini olumlu etkiledi ve 3472 sahifelik bir eser ortaya çıktı.


Ö.F– Marka Hukuku şerhinizin bu son basımında IPR Gezgini’nde yayımlanmış yazılara da atıflar gördük ve bu bizi çok mutlu etti. IPR Gezgini’ni düzenli takip ediyor musunuz yoksa şerh için hazırlık aşamasındaki taramada mı baktınız?  Sizce sitenin Türkiye’de fikri haklar alanına etkileri, olumlu veya olumsuz boyutlarıyla, ne yönde? Alana daha fazla katkı sağlamak için bizlere öneri veya tavsiyeleriniz olur mu?

H.Y Şerhin hazırlanmasından önce de takip ediyorduk, özellikle ABAD kararlarından haberdar olmamız, güncel kararları takip edebilmemiz adına çok faydalı yazılar var IPR Gezgininde. Newsletter’ına üye olduğumuz için güncel yazılar mail olarak da geliyor, iyi oluyor. Böyle blog tarzı fikri mülkiyet hukuku alanında yurt dışında da örneklerini takip ediyoruz. Türkiye’de böyle bir platformun olmasını çok yararlı görüyorum. Artık sosyal medyanın da yardımıyla burada yayınlanan yazıların geniş kitlelere erişilebiliyor olması daha da iyi oluyor gerek bu alanda çalışanlar gerekse bu alana ilgi duyanlar için. Biz de internet sitemizde özellikle fikri mülkiyet alanında yazılara başlamıştık ama SMK Şerhi’nin çalışmaları çok yoğun olduğundan biraz aksattık, kitabın yayınlanması ile sitemizde Blog kısmında gerek fikri mülkiyet, gerek diğer hukuk alanlarında yazılarımıza biz de devam edeceğiz. Bu şekilde daha geniş kitlelerin konu hakkında bilgi sahibi olması daha kolay ve pratik oluyor.



Sayın Hocamıza bize ayırdığı vakit ve verdiği samimi yanıtlar için çok teşekkür ediyoruz. SÖYLEŞİYORUZ ilerleyen günlerde camiamıza katkı veren başka değerli isimlerle devam edecek. Takipte kalın!

IPR Gezgini

Kasım 2021

iprgezgini@gmail.com

SÖYLEŞİYORUZ #VIII – 30 Kasım’da Sizlerle – Konuğumuz Prof. Dr. HAMDİ YASAMAN

IPR Gezgini’nin Türkiye’de fikri haklar alanına katkı vermiş önemli isimlerle söyleşileri devam ediyor.

SÖYLEŞİYORUZ’un Kasım  ayı konuğu fikri haklar dünyamızın önemli isimlerinden Prof. Dr. Hamdi Yasaman .

Üç ciltlik SMK Şerhi Ekim ayında yayımlanan ve çoğumuzun kütüphanesinde yerini alan Hocamızla yaptığımız söyleşinin böyle bir zamanlamaya denk gelmesi mutluluk verici oldu.    

Profesör Dr. Hamdi Yasaman’ın IPR Gezgini adına Özlem FÜTMAN’ın yönelttiği soruları yanıtladığı söyleşi 30 Kasım Salı günü sizinle buluşacak.

Hocamıza  verdiği içten yanıtlar için teşekkür ediyor ve tüm okurlarımızı bu keyifli söyleşiyi okumak için 30 Kasım Salı günü IPR Gezgini’ne davet ediyoruz.

IPR Gezgini

Kasım 2021

iprgezgini@gmail.com