SÖYLEŞİYORUZ#II – Emekli Hakim ve Avukat FETHİ MERDİVAN Bizlerle!

IPR Gezgini Şubat ayından beri SÖYLEŞİYORUZ  adı altında fikri haklar camiamıza önemli katkı sağlamış isimlerle söyleşiler yapıyor malumunuz. Bu ayın SÖYLEŞİYORUZ konuğu emekli hakim ve şimdi avukatlık mesleğini icra eden Sn. Fethi MERDİVAN. Pandemi nedeniyle bu söyleşimiz de yüz yüze olamadı maalesef.

Fethi Bey’e bizimle söyleşmeyi kabul ettiği için teşekkür ediyoruz. İkinci söyleşimizi IPR Gezgini adına yazarlarımızdan Özlem FÜTMAN gerçekleştirdi.



1- Fethi Bey merhabalar. Pandeminin doğal sonucu olarak ilk sorumuz bu konuda olacak. Pandemi sizi ve çalışma hayatınızı nasıl etkiledi? Bu süreci nasıl geçirdiniz, geçiriyorsunuz? Bunu hem kişisel anlamda hem de mesleki açıdan soruyorum.

Benimle söyleşi yapmak istediğiniz için asıl ben sizlere teşekkür ediyorum. IPR Gezgini’ni ilk erişime açıldığı günden bu yana kesintisiz olarak takip ediyorum. Yayımlanan makale ve incelemelerle ilgili notlar alıyorum. Bazen de yorumlarda bulunuyorum. Hakimlik mesleğim sırasında sitede yayınlanan birçok karara, görevim gereği tesis ettiğim kararlarda yer vermiştim. IPR Gezgini’nin fikri mülkiyet haklarıyla ilgili olarak Türkiye’de çok önemli bir konumda olduğunu düşünüyorum. Zira kuralları evrensel nitelikte olan bu hukuk dalıyla ilgili olarak Dünya’nın değişik ülkelerindeki olaylarla ilgili Patent Kurumları veya Mahkemelerinde verilen önemli kararların, güncelliğini koruduğu bir zaman içerisinde, kısa ve özlü yorumlarla kamuya sunulması çok önemli bir katkı. Türkiye’de fikri mülkiyet hukuku ile ilgilenenlerin büyük çoğunlukla IPR Gezgini’ni takip ettiğinin emareleri ortada.

Pandemi, herkes gibi benim de hayatımı ve çalışmalarımı etkiledi elbette. Salgının ilk çıktığı andan itibaren fiziki ve dijital medyada yapılan yayınlarla hastalığın hızlı bir şekilde bulaştığının, virüse yakalanan insanların çok ciddi biçimde rahatsızlandığının ve bunlardan çok önemli bir kısmının hayatını kaybettiğinin yoğun biçimde haber yapılmasıyla, çok geçmeden bunun hafife alınır tarafı olmadığını fark ettim. Bu süreçte tanıdığım çok değerli bazı dostlarımız da hayatını kaybetti. Bu vesileyle tanıdığımız ve tanımadıklarımız da dahil olmak üzere hepsine rahmet diliyorum.

Pandemi başladıktan sonra, geçmişte olağan biçimde yaptığımız yürüyüş, bir pastanede oturup çay – kahve içme, ailenizle veya arkadaşlarınızla bir ortamda buluşup sohbet etme ve zaman geçirmenin ne büyük özgürlük olduğunu kısa bir zaman içinde herkes gibi ben de anladım. Dostlara telefonla sesli ve/veya görüntülü ulaşma dışında sosyal yaşamımı kısıtladım elbette. Ama insanoğlu her şarta, olumsuz da olsa bir şekilde alışıyor, fakat bu arada yaşamı, davranışları ve duygulanımları biraz değişiyor tabi. Yapılması gereken herhalde bunun geçici bir olumsuzluk olduğunu düşünüp, güzel günlerin gelmesini ve o günlere ulaştığımızda yapacaklarımızı umut etmek, bu vesile ile beden ve ruh sağlımızı korumak olmalı.

Ben sokağa çıkma yasağının olduğu günleri bir yana bırakırsak hemen her gün büromuza gittim. Zaten yavaşlamış olan adli süreçlerle ilgili yapılacak işlerim varsa onları yapmaya çalıştım. Hatta üç-beş kez şehir dışı seyahat gerçekleştirdim. Yoğunluğun azalmasından istifade ederek, daha önce edindiğim birçok makaleyi okudum; Yargıtay’ın son yıllarda tesis ettiği üç-dört yüzden fazla kararı okuyup tetkik ettim; henüz yayımlanmamış olmakla birlikte Yargıtay’ın kararlarının değerlendirildiği kısa birkaç makale hazırladım. Daha önce yayımlamış olduğumuz ve fakat şu anda piyasada olmayan Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu isimli kitabın güncellemelerini tamamlamaya çalıştım. Meslek yaşamımın son 15 yıla yakınının sadece fikri mülkiyet hukukuyla ilgili olması nedeniyle uzak kaldığım şirketler hukuku, sözleşme hukuku gibi diğer hukuk dallarıyla ilgili çalışmalar yaptım, notlar çıkardım. IPR Gezgini’ni takip etmeyi sürdürdüm. Meslek dışı konularla ilgili olarak öteden beri zaten ilgimi çekmekte olan özellikle yakın tarihimizle ilgili kitapları okumaya devam ettim. Sizin aracılığınızla ifade etmek isterim ki, özellikle genç okurların Balkan Savaşları’ndan başlayarak 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen yakın Türkiye tarihine ait kitaplardan birkaçını okuduklarında, bize bu ülkenin ve milletin bir ferdi olmayı sağlayanların ne büyük bir iş yaptıklarını daha iyi anlayacaklarını düşünüyorum.

2- Bize biraz kendinizden bahseder misiniz lütfen. Fethi MERDİVAN  kimdir, nerede doğdu ve büyüdü, nasıl zaman geçirmeyi sever, kişisel zevkleri nelerdir ve sizi en çok etkileyen kişi kimdir?

Bir insan kendini en doğru biçimde kolay olarak tanıtabilir mi bundan emin değilim. Şöyle başlayabilirim. 1967 yılı Zonguldak ilinin Devrek ilçesi doğumluyum. İsminden hemen anlaşılabileceği üzere şehrimiz taş kömürü madeniyle meşhur. Bunun yanında Almanya’ya işçi göçünün en yoğun olduğu bir yer. Bu günden geriye doğru bakınca, bu nedenle olsa gerek o tarihlerde eğitime fazla önem verilmemiş olduğunu söylemek mümkün. Dün gibi hatırlıyorum köyümüzde eski bir evin zemin katında bulunan üç odayı ilkokul yapmışlardı. O ilkokula yalnız başıma gittim ve sınıfta bir sıraya oturdum, öğretmen beni görünce “yarın nüfus cüzdanını getir” dedi ve böylece ilk öğrenime başlamış oldum. Köyümüzde ortaokul-lise yoktu. Yaşadığım köye 10 kilometre uzaktaki Devrek’te bulunan Devrek Lisesi’ne kaydoldum. Hepsini saygıyla andığım öğretmenlerimizin de özverili katkılarıyla güzel bir eğitim ve öğretim aldıktan sonra 1984 yılında mezun oldum. Bizim zamanımızda üniversite sınavına girerken fen ve sosyal bilimler ayrımı yoktu. Sınava tüm bölümlerden girilir, tercihler fen ve sosyal bilimlere ait her bölümden yapılabilirdi. Ben de lise matematik bölümü mezunu olmama rağmen, sisteme uygun olarak fen bölümünden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, sosyal bölümden Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni tercih etmiştim. Nasip hukuk fakültesi oldu. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldum. 1988 yılında da dereceyle mezun oldum.

Belirtmeliyim ki ailemi çok seviyorum. Onlarla birlikte vakit geçirmek benim için çok önemli ve kıymetli. Bunun yanında okuyarak, seyahat ederek, müzik dinleyerek zaman geçirmek beni mutlu ediyor. Önceki yıllarda daha çok okurdum. Her hafta eşimin benim için seçip aldığı bir kitabı okurdum.  O da hemen yenisini verirdi. Son zamanlarda biraz seyreldi. Bunun yanında hatırlıyorum daha mesleğe başlamadan, uygulamaya dönük olarak yazılmış kadastro ve gayrimenkul hukukundan, sigorta, ticari senetler ve şirketler hukukuna; aile hukukundan ceza hukukuna kadar tuğla gibi içleri Yargıtay kararlarıyla dolu onlarca kitabı okuyup notlar almıştım. O zamanlarda, şimdiki gibi mevzuata ulaşmak kolay değildi, bu nedenle Başbakanlığın 15-20 ciltlik resmi yayını olan Kanunlar külliyatını bile edinip abone olmuştum. Şu an dijital ortamda bir tıkla istediğiniz kanunun en son haline veya Yargı kararına ulaşmak çok kolay. Şimdi eskisi kadar olmasa da, yeni nesil gençlerimize göre hatırı sayılır sayıda kitap ve makale okuduğumu söyleyebilirim.

Belki birçok insana tuhaf gelecektir, ben özellikle yakın geçmişte yıkılmaz olduğu düşünülen ve evrensel insan haklarına yönelik her türlü müdahaleyi meşru gören Doğu Almanya, Macaristan, Çekoslovakya (Çekya ve Slovakya), Bulgaristan… gibi ülkelerin, eski yönetici lider kadrolarının, ülkelerinin sistemlerinin değişmesinden sonraki akıbetleri ve demokrasiye uyumlarıyla ilgili tarihi metinleri araştırıp okumayı da seviyorum.

Beni en çok şu kişi etkilemiştir demek kolay değil. Elbette birçok insandan etkilendim. Bunlar ismini şu an belirtmesem de öğretmenim, üniversitedeki hocam, arkadaşım, meslektaşım… Herkes iyi insan olma arzu ve iddiasındadır, öyledir de. Lakin hayatı sizinle kesişmiş insanlarda başkalarını veya sizi etkiyecek vasıflar, genel olarak istisnai ve değişiktir. Başkalarına etki edecek vasıflar, bazılarında çalışkanlık, üretkenlik, vatanperverlik; bazılarında ise inanç, merhamet, sadakat, insan ve doğa sevgisi gibi insani değerlerdir. Fakat belirtilmelidir ki, yok edilmek üzere olan bir halktan yeniden bir millet var eden büyük önder Mustafa Kemal Atatürk herkes gibi, beni de etkileyen birinci kişidir.

3- Hakim olmayı nasıl seçtiniz? Nerelerde Hakimlik yaptınız? Ne zaman Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi (FSHHM) Hakimliği pozisyonuna atandınız? FSHHM hakimliği ile önceki hakimlik görevlerini karşılaştırmanız istense neler anlatabilirsiniz bize? 

Biraz önce ifade ettiğim gibi, küçük bir köy ve ilçedeki yaşam ve öğrenimden sonra Ankara’daki Hukuk Fakültesini bitirdim. O zamana kadar yaşadığım çevredeki meslekler, ilçede görev yapanlara bakılarak öğrenilebiliyordu. Küçük bir ilçede yüksek öğrenim almış kimler görev yapar: Kaymakam, hakim, savcı, jandarma teğmeni, emniyet komiseri, hükümet tabibi, öğretmen… Bir ilçede yaşarken hukuk fakültesini bitirdiyseniz, hakim veya savcı olma düşünceniz doğal olarak oluşuyor. Ben de öyle düşünerek hakimlik mesleğini seçtim. Yazılı sınavı geçtikten sonra iki yıl staj yaptım ve staj sonu sınavı birincilikle kazandıktan sonra mesleğe başladım. 1993 yılında dönem birincisi olarak zamanın Anayasa Mahkemesi ve Adalet Bakanının da katıldığı kur’a töreninde bir konuşma yapma fırsatı verilmişti. Geçenlerde eski bir kitabı karıştırırken bulduğum daktilo ile yazdığım metinden oluşan 5 dakikalık konuşmam “Yargı bağımsız olmalıdır” temasıyla örülüydü. Kur’a ile Perşembe (Ordu) Hakimliğine atandım. İyi ki oraya atanmışım, eşimle orada tanışıp evlendim. Ardından Ergani (Diyarbakır) Hakimliği yaptım. Sonra Adalet Müfettişliği ve Bakanlık Tetkik Hakimliği görevlerinde bulundum.

2003 yılında Ankara Hakimliğine atandım. Bir süre sonra çalışacağım mahkeme belli oldu: Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi. Ankara’da ilk defa kurulmuştu. Mahkeme kağıt üzerinde vardı, ama fiziki olarak bulunduğu bir yer yoktu. Sonra fikri mülkiyete büyük katkıları olan Serdar ARIKAN ve Levent YAVUZ’la birlikte hukuk mahkemesini faaliyete geçirdik; eş zamanlı olarak Türkay ALICA da Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesinin kuruluşunu sağlamıştı. Şu anda ben dahil anılan kişilerin hiçbiri meslekte değil.

Hakimlik görevlerim ilçelerde oldu. Fakat Adalet Müfettişliği görevim vesilesiyle Ankara, İzmir ve İstanbul dahil Anadolu’nun dört bir yanındaki adliyeleri görme ve işlerini tetkik etme fırsatım oldu. O tarihlerde adliyeler ve buralarda görev yapanlar biraz daha kapalı şartlarda çalışıyorlardı. Dijital ortamlara erişim ve meslekle ilgili toplantılar çok sınırlıydı. Yargıtay Kararları Dergisi’ni takip etmeyi veya görev yaptığınız mahkemenin konusuyla ilgili Yargıtay’da görev yapan üye veya tetkik hakimi tarafından yazılmış bir kitaba sahip olmayı mesleği iyi bir şekilde yapmak için yeterli zannetmekteydik. Bu düşünceye sahip olmanın mantıklı dayanakları da vardı, zira kararlarına katı bir şekilde bağlı olan bir Yargıtay içtihadına aykırı karar verirseniz sizin için iyi olmazdı; anılan kararları takip eder ve onlara uygun kararlar verirseniz iyi hakim olurdunuz.

Ben Ankara’da 15 yıla yakın kesintisiz Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi hakimliği yaptım. Bu mahkemede göreve başlamamla birlikte yabancı ve yerli bilim insanları ve yabancı ülke mahkemelerinde görev yapmış hakimlerin katılımıyla birçok toplantıya katıldım. Şu andaki kadar çok yayın olmasa da fikri mülkiyetle ilgili birçok yayını okudum. Anladım ki, bu hukuk dalı, sadece geçmişteki yargı kararlarını takip etmekle yürümüyor. Sizin karşılaştığınız birçok hukuki sorun, başka ülkelerde yıllar önce çözülmüş ve yargı kararlarına bağlanmış. Aynı uyuşmazlıkla ilgili bizim ülkemizde yargı süreci devam ederken, başka ülkelerde de eş zamanlı devam ediyor. Bunun da ötesinde Avrupa Birliği gibi dünyanın en gelişmiş ülkelerinin bulunduğu toplulukta topluluk hukukunun ne olduğunu ortaya koyan bir mahkeme var ve bu konularla ilgili kararlar tesis ediyor. Elbette ki ülkemizde, fikri mülkiyet hukukuyla birlikte diğer hukuk dallarıyla ilgili olarak da gelişmeler yaşandı. Fakat bana göre hiçbirisi, fikri mülkiyet hukuku kadar diğer ülke veya birlik kararlarıyla etkileşim içinde olmadı. Bern Sözleşmesi, Paris Sözleşmesi, TRIPS, Roma Sözleşmesi gibi uluslararası anlaşmalar ile Avrupa Birliği Yönerge ve Tüzüklerinden oluşan fikri mülkiyete ilişkin mevzuatın tüm dünyada aynı içerikte olması bunda en etkili unsur olsa gerek. Dolayısıyla daha önceki görevlerim ile fikri ve sınai haklar mahkemesindeki görevim farklı oldu diyebilirim.         

 4- Türkiye KHK’ler döneminden yani 1995’ten başlayarak fikri haklar alanında önemli yol aldı, gelişme fikri mülkiyetin özellikle sınai haklar alanında yoğunlaştı ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun kabul edilmesi de önemli yol taşlarından birisi oldu. Siz alanın tecrübeli isimlerinden birisi olarak geçilen yolu nasıl görüyorsunuz? Sizce Türkiye iyi yol aldı mı bu süreçte?

Ülkemizde 1995 yılına kadar Patent ve Marka ile ilgili bir mevzuat vardı. Fakat bunların dünyadaki gelişmelerin gerisinde kaldıkları açıktı. Bunun yanında fikri haklarla ilgili uyuşmazlıklar da çok azdı. Doğal olarak içtihat hukuku da kısıtlıydı. 1995 yılında sınai haklarla ilgili KHK’lar yürürlüğe konuldu. Yine 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda geniş çaplı değişiklikler yapıldı. Bu gelişmeyle aslında fikri mülkiyetle ilgili olarak öncekinden bambaşka bir hukuki yapı ortaya çıktı. Mevzuat yenilemesi için bu çok önemli bir gelişmeydi. Fakat mevzuatı yenilemeniz, hemencecik bu alanla ilgili çok iyi bir uygulamaya geçtiğiniz anlamına gelmez. Bugünden geriye baktığımda özellikle yargı kurumlarının, yeni mevzuata kendini uydurmayla ilgili biraz sorun yaşamış olduğunu söylemek abartı olmaz. Buna karşın 1995 yılında kurulan (o zamanki adı) Türk Patent Enstitüsü ve eskiden beri faaliyette olan Kültür Bakanlığı’nın Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün kendini yeni mevzuata biraz daha çabuk uyarladığını da söylemek lazım. Bu iki kurum zaten geçmişten gelen tecrübe ve bilgi birikimiyle, yeni mevzuatın taslaklarını hazırlamanın da verdiği avantajla fikri mülkiyet hukukunun gelişmesine önemli biçimde katkı sağlamaya başladılar ve devam eden süreçte de bunu sürekli yükselen bir kaliteyle pekiştirdikleri anlaşılmaktadır. Halen de iki kurum fikri mülkiyet haklarıyla ilgili olarak adeta lokomotif görevi ifa etmektedirler.

Yargı kurumu ise, 1995-2001 yılları arasında diğer kurumlardaki gelişmelere göre bu konuda biraz geç kalmıştır. Fakat anılan tarihten sonra yargı kurumunun da yeni beliren duruma göre pozisyonunu gözden geçirmek istediği ve bunun için çalışmalar yaptığını görmekteyiz. Bu amaçla 8 hakim 1 yıl süreyle yurt dışına eğitime gönderilerek, ülkeye dönüşlerinde sadece fikri mülkiyete ilişkin uyuşmazlıklara bakmakla görevli yargı kurumlarında çalışmaya başlamış, mahkemelerin kurulmasından sonra bilgi ve tecrübe paylaşımı amaçlı, yabancı uzmanların da katılımıyla bilimsel içerikli birçok toplantı, seminer, konferans… adına ne derseniz yapılmıştır.

Ben tam da bu sırada 2003 yılında FSHHM’de çalışmaya başladım. Fakat beraber çalıştığım arkadaşlarla birlikte, 1995 yılında fikri mülkiyete ilişkin olarak ülkede çok köklü bir mevzuat yenilemesi yapılmış olmasına karşın, eski mevzuata uygun olarak verilmiş ve yerleşik hale gelmiş kararların, niteliğine uygun düşmeyecek biçimde halen yeni dönemdeki uyuşmazlıklar için uygulanmakta olduğunu gördüm. Bunları detaylandırmak mümkün, fakat bu söyleşinin içeriğine uygun olmayacaktır. Fakat 2003 yılından sonra ilk derece mahkemeleri ve Yargıtay karşılıklı etkileşim içerisinde süratle kararlarını gözden geçirmişler ve yeni duruma uygun kararlar tesis etmeye başlamışlardır. Bu yenilenme her yıl yükselen bir ivmeyle devam etmiştir. Bu şekilde yargı kurumu, fikri mülkiyetle ilgili diğer kurumların müktesebatına yetişmiştir. Ama gerek kurumlar ve gerekse yargı bakımından, Avrupa Birliği kurumları ve yargı kararlarına göre alınacak daha fazla yol olduğunu söylemekte zorunludur.  

2017 yılında sınai mülkiyete ilişkin KHK’lar yürürlükten kaldırılarak 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) yürürlüğe konulmuştur. Elbette yalnız başına KHK’lardan bir kanuna geçmek bile büyük bir başarı ve adımdır. Fakat SMK yasalaşmadan önce bu şekilde söylemek uygunsa biraz daha pişirilse iyi olurdu gibi. Nedenlerini burada ayrıntılandırmaya gerek yok. Bununla birlikte SMK çok önemli yenilikler getirdi. Bu kanunla birlikte, sınai mülkiyet uygulamamızın, AB ilerleme raporlarında yer alan adına ne derseniz eksiklik, eleştiri veya olumsuz değerlendirmelerden kurtulacağını umut ediyoruz. Ben şu ana kadar SMK’nın getirdiği yeniliklere temas eden çok fazla Yargıtay kararına rastlamadım. Ancak Yargıtay’ın SMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra tesis ettiği bir karar var ki, bu çok önemli. Yargıtay, kullanma yükümüne ilişkin SMK’nın yürürlükten kaldırdığı mülga 556 sayılı KHK’nın 14.maddesi hükmünün Anayasa Mahkemesi’nin 14.12.2016 gün ve E.2016/148, K.2016/189 sayılı kararıyla iptal edilmiş olması nedeniyle SMK’nın 9. maddesinin 10.01.2022 tarihine kadar uygulanamayacağı ve markaların iptaline karar verilemeyeceğini ilişkin bir kısım yazarlar tarafından savunulan görüşleri benimsememiş, SMK m.9 hükmüne dayalı olarak 10.07.2017 tarihinde açılan dava sonucu tesis edilen kullanmama nedeniyle marka iptaline ilişkin yerel mahkeme kararını, kanun koyucunun amacının sicili kullanılmayan markalardan arındırmak olduğu, 556 sayılı KHK m.14 hükmünün iptali ile doğan boşluğun amaçsal yorumla doldurulmasının gerektiği, amacın SMK m.9,26 hükmünün geçmişte tescil edilen markaları da içerdiği ve derhal uygulanması gerektiğini belirterek onamak suretiyle Türk Marka Hukukunu büyük bir kaosun içine düşmekten kurtarmıştır. Bu kararla Yargıtay, gelecek günlerde SMK’nın getirdiği yeniliklere uygun yeni kararlar vereceğine ilişkin umutları fazlasıyla güçlendirmiştir.  

Fakat uzun yıllardır müşahede ettiğim önemli bir sorun veya konuyu özellikle belirtmek istiyorum. Türk yargısı olarak marka hukukundaki karıştırma ihtimali değerlendirmemizi ortalama tüketiciden daha alt seviyede kalan bir tüketiciye göre yapmaktayız. Bu nedenle gerçekte birbiriyle karıştırılması mümkün olmayan markaları, karıştırma ihtimali gerekçesiyle kolayca hükümsüz kılıyoruz. Bunun gerek ticari hayatta ve gerekse sorumluluk hukuku bakımından çok ciddi olumsuz sonuçları bulunmaktadır. Geçmişteki “tescilli markanın kullanımının hukuka aykırılığı iddia edilemez” şeklindeki yanılgılı değerlendirme ürünü içtihat hukuku, bu hatalı karıştırma ihtimali değerlendirmesinin olumsuz sonuçlarını, başka bazı haksızlıkları da bünyesinde barındırmakla birlikte, bir nevi örtüyor veya perdeliyordu. Fakat SMK “tescilli markanın kullanımının hukuka aykırılığı iddia edilemez” önermesini reddetmektedir. Bu sebeple gecikilmeden karıştırma ihtimali değerlendirmesini, olması gereken yere getirmek elzem bir görev olarak görünmektedir. Türk yargısının bunu başaracağına yönelik inancım bulunmaktadır.

Yine telif haklarıyla ilgili olarak da öncelikli olarak, umuma açık mahallerde kullanılan eser, icra ve yapımlardan izin alınması gereken hak sahipleri ile kendilerine makul bedel ödenecek hak sahiplerinin sorununun, adil ve kalıcı bir şekilde çözüme kavuşturulmasını temin edecek, FSEK’e de uygun düşecek bir içtihat oluşturulması gereği apaçık ortada durmaktadır.

Elbette Türkiye, gerek idari kurumlarıyla gerekse yargı kurumuyla fikri ve sınai hakların korunması bakımından çok önemli yol almıştır. Fakat bu asla yeterli kabul olunmamalıdır. Benzer olaylarla ilgili, aynı mevzuata sahip ülke ve AB kurumlarının kararları da gözetilerek, sürekli biçimde yenilenme ve değişim ihtiyacı hep olacaktır.      

5- Geçmişten bugüne Fikri Mülkiyet alanında birçok konuda farklılaşma olduğu ortada. Ancak hala kat etmemiz gereken bir yol olduğu da açık bence. Sizce fikri haklar eko-sistemimizdeki olumsuz yönler olarak niteleyebileceğiniz durumlar mevcut mu ve eğer varsa, mevzuat alanındaki eksiklikler de dahil olmak üzere, bunları nasıl özetlersiniz? Sizce sistemin nerelerinde iyileştirme gerekiyor, nereleri iyi çalışıyor?

Söylediğiniz çok doğru. Geçmişten bugüne özellikle de son yıllarda Fikri Mülkiyet alanında gerek mevzuat ve uygulama ve gerekse anlayış olarak öncekilerden önemli ölçüde ve olumlu yönde farklılaşma olduğu açıktır. Bunda patent ve marka vekilleri, Türk Patent ve Marka Kurumu, Telif Hakları Genel Müdürlüğü, barolar, üniversiteler, avukatlar ile yargı kurumlarının katkısı olduğu açık. Fikri mülkiyet sistemi tüm yönleriyle işlerse ancak o zaman bir anlam kazanabilir. Biraz önce belirttiğim üzere Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemeleri ile İlk Derece Mahkemelerinin yeni hükümleri uyumu kısa zamanda sağlayacağını ve getirilen düzenlemelere uygun içtihatlar geliştireceğini düşünüyorum. Fakat bununla birlikte yapılması gereken, fikri mülkiyete ilişkin uyuşmazlıklarla ilgili yargılamaların kısa zamanda içerisinde sonuçlanması, yargılama içindeki veya öncesindeki delil tespiti ve ihtiyati tedbir istemlerinin makul süre içerisinde sonuçlandırılması ve bunlarla ilgili kararlar tesis edilirken, tescilin hak sahipliği konusunda hukuki olarak güçlü bir karine yarattığı ile taklitçilerin mütecaviz konumunda olduğu gözetilerek, haklılığını kesine yakın olarak zaten ispat etmiş olan tescilli sınai hak sahiplerine, işin niteliği ile bağdaşmayacak oranda külfetler yüklenmemesine dikkat olunmalıdır.

Biliyoruz ki SMK markaların kullanımına çok önem vermektedir. Kullanılan veya bu amaçla tescil edilen markaların kullanılması; kullanılmayan markaların korunmaması sistemin özü haline getirilmiştir. Fakat şaşırtıcı biçimde SMK, m.5/1-ç hükmüyle, belirtilen amaç ve felsefesi ile bağdaşmayacak biçimde, kullanılıp kullanılmadığına bakılmaksızın bazı markaları resen koruma yoluna seçmiştir. Bu bana göre çok ciddi bir çelişkidir. Marka sahibinin bile koruması mümkün olmayan kullanılmayan markanın aynısı veya benzerinin kurum tarafından korunması gereksiz ve SMK’nın sistemine aykırıdır. Bu değerlendirmeye karşılık olarak SMK m.5/1-ç hükmünün sadece aynı veya ayırt edilemeyecek markalar için TÜRKPATENT’e resen ret yetkisi verdiği, aynı iki markanın tescilinin kamu düzenine aykırı olduğuna ilişkin görüşler dile getirilmektedir. İyi de marka sahibi markasının aynısının başkası tarafından tesciline muvafakat vermek suretiyle kamu düzenine aykırılığı nasıl ortadan kaldırabiliyor. Bu hükmün korunması için yeni mantık manzumeleri tesis etmeye çalışmak gereksiz. Kanımca bu hüküm kaldırılmalıdır.

Yine tasarım ile patent ile faydalı model konusu buluşun yeni olup olmadığının yargılama aşamasında resen araştırılmasına ilişkin uygulamanın terk edilmesi de zorunlu. Çünkü tasarım ve patent/fmb’nin yeni olup olmaması maddi hukukun konusu, oysa yargılama hukuku bakımında delillerin taraflarca getirilmesi gerekli. Dolayısıyla tescilli bir tasarım veya patent/fmb’nin yeni olmadığını iddia eden kişi, bunun kanıtını ortaya koymalıdır. Açılmış bir davada kanıt yeterli görülmeyebilir, ama bu belgenin mutlak yeni olduğunu göstermez. Yeni bir delil ortaya çıktığından yeni vakıalara dayalı olarak yeniden hükümsüzlük elbette istenebilir.

Sistemsel olarak SMK ve telif hukuku sistemine aykırı ve sorun yaratan birçok  uygulama daha var. Fakat hepsini burada belirtmek zor. Fakat sizin de söylediğiniz gibi gerek mevzuat ve gerekse uygulama olarak hala kat etmemiz gereken bir yol olduğu muhakkak. Sistemin aktörlerinin de bu sorunları aşmak için gayret içinde oldukları da bilinmektedir.

6- Yıllarca FSHHM’lerinde Hakimlik mesleğini icra etmiş birisi olarak hakimlikle ilgili olarak “şu şöyle olsa daha iyi olur aslında” dediğiniz bir nokta var mı?

Benim kanaatimce bir insanın bilgi, görgü ve hoşgörü seviyesi ile olayları geniş bir açıdan değerlendirebilecek duruma gelmesi uzun yıllar alıyor. Hakimlik için bu vasıflar çok önemli. Türkiye’de bir kişi 24-25 yaşında hakim olabiliyor. Ben de aynı yaşlarda hakim olarak atanmıştım. Öğrencilikten henüz yeni çıkmış bir genç insan, hakim olarak atandıktan sonra kişilik ve mesleki bilgi bakımından kendisini geliştirip olgunlaştırmaya çalışıyor. Bu sırada hep gözlemleme, emsal alma ve bir yol oluşturmayla uğraşıyor. Bu çabalarıyla aslında 8-10 yıl sonra gerçek anlamda bir hakim oluyor. Bundan dolayıdır ki, hakimliğin insani ve mesleki müktesebatın önemli bir birikimin oluştuğu, biraz daha ileri yaşlarda başlayacağı bir sisteme geçilmesinin gerekli olacağını düşünüyorum.       

7- FSHHM’deki Hakimliğiniz süresince sizi gülümseten olaylarla karşılaştığınızı tahmin ediyorum. Bir tanesini paylaşır mısınız?

Gülümsetmekten de öte bir an yaşanmıştı elbette. Geçmiş günü hatırladığım kadarıyla anlatacağım. Davacı “SILENCE” ibaresinin “elektrikli ev ve mutfak aletleri” ürünleri için marka olarak tescili için yaptığı başvurunun TÜRKPATENT tarafından tanımlayıcı olduğu gerekçesiyle reddi kararının iptali için dava açmıştı. Davacı vekili, biraz önce andığım Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin kurucu hakimlerinden olan Serdar Arıkan. Davalı vekili bir hanımefendi. Duruşmaya başladık, her iki taraf vekili hazır. Mahkeme salonunda, çoğunluğu hanımlardan oluşan ve bir an evvel duruşma sırasının kendilerine gelmesini bekleyen, uykusuz ve yorgun görünen birçok avukat arkadaşımız beklemekte. Davacı vekiline “genel olarak gürültülü çalıştığı bilinen elektrikli mutfak cihazları için SILENCE ibaresi bir anlam ifade eder mi” diye sordum. Cevaben “sessizlik anlamına gelen SILENCE ibaresi ev kadınları için çok önemli bir vasıf olmasına karşın, başvuru konusu ürünler için asla tanımlayıcı değildir” şeklinde bir cevap verdi. Bununla birlikte salonda bekleyen herkesi bir gülme tuttu, ara vermek zorunda kaldık. Davanın sonucunu sormayın.

8- IPR Gezgini’nin iyi bir takipçisi olduğunuzu biliyor ve bunun için size çok teşekkür ediyoruz. Sizce sitenin Türkiye’de fikri haklar alanına etkileri, olumlu veya olumsuz boyutlarıyla, ne yönde? Alana daha fazla katkı sağlamak için bizlere öneri veya tavsiyeleriniz olur mu?

Evet, IPR Gezgini’nin iyi bir takipçisi sayılırım. Paylaşımlara sadece birkaç yorum yaptım, ama bazen yazarlara konuyla ilgili görüşlerimi ilettiğim ve Türk Mahkemelerinin geçmişte benzer konuyla ilgili verdiği kararları karşılaştırmaları için gönderdiğim de olmakta.

Gerçekleştirdiğiniz ufuk açıcı ve özverili çalışma için ben IPR Gezgini ve yazarlarına teşekkür ederim.

Yapılan yayın veya paylaşımlardan ben şu ana kadar fikri mülkiyet hukukuna yönelik olumsuz bir durumla karşılaşmadım. Gerek içerik, gerekse üslup yönünden olumlu etkiler açık. IPR Gezgini’nin sadece bu seviyede faaliyetlerine devam etmesi bile çok önemli katkı sağlamakta. Ki, içerik her geçen gün daha da zenginleşmekte, dolayısıyla yararlanmaya sağlanan imkan da artmakta. Tavsiye verebilecek konumda mıyım bilmiyorum. Pandeminin sona ermesinden sonra, belli konularla ilgili olarak seminer, konferans veya yuvarlak masa toplantılarıyla fayda zenginliği daha da artırılabilir diyorum.   



SÖYLEŞİYORUZ ilerleyen günlerde fikri mülkiyet camiamıza katkı veren diğer isimlerle devam edecek. Bizi takipte kalın!

IPR GEZGİNİ

Mart 2021

iprgezgini@gmail.com

    

Bir Cevap Yazın