Etiket: elifaykurt

TURKAEGEAN MARKASI EUIPO TARAFINDAN HÜKÜMSÜZ KILINDI: HUKUKİ BİR KARAR MI YOKSA POLİTİK BİR MÜDAHALE Mİ?



GİRİŞ

Ege kıyılarında turizmi geliştirmek için çeşitli projeler yürüten Kültür ve Turizm Bakanlığının “TURKAEGEAN” ibaresini, Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı[1] adına Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) nezdinde Avrupa Birliği markası (EUTM) olarak tescil ettirdiğini ve bu durumun Yunanistan (resmi adıyla Helen Cumhuriyeti) tarafından tepkiyle karşılanarak, Yunan yetkililer tarafından konunun Avrupa Komisyonuna taşındığını daha önce sizlerle paylaşmıştık. Konu ile ilgili yazımıza https://iprgezgini.org/2022/07/28/ege-denizi-sorununda-yeni-bir-boyut-TURKAEGEAN-markasi-ve-yasanan-gelismeler/ uzantılı bağlantıdan erişebilirsiniz.  

16/07/2021 tarihinde EUIPO tarafından EUTM olarak tescil edilmiş 18514376 sayılı ibareli markanın, tescil kapsamında yer alan tüm mal ve hizmetler[2] bakımından hükümsüz kılınması amacıyla Yunanistan tarafından EUIPO nezdinde başvuruda bulunulmuştur.

1. Taraf Argümanlarının Özeti

  • Hükümsüzlük talebinde bulunan Yunanistan, markanın “Türkiye”, “Türk” veya “Türkiye’nin yerlisi, sakini ya da vatandaşı” anlamında kullanılan “TURK” ibaresi ile Türkiye ve Yunanistan’ın egemenlikleri bulunan “Ege” denizine atıfta bulunan “AEGEAN” ibaresinden oluşması nedeniyle ilgili ibarenin “Türkiye’ye ait Ege Bölgesi” veya “Türk Ege’si” anlamına geldiğini,
  • Ege Denizinde yer alan Türk ve Yunan sahillerinin çok sayıda Avrupa Birliği (AB) vatandaşı tarafından ziyaret edilen ve ilgili kamu tarafından tescil kapsamında yer alan turistik faaliyetlerle yakın ilişkide bulunan hizmetlerle tanınan turistik destinasyonlar da olduğu dikkate alındığında, “TURKAEGEAN” ibaresinin, itiraz edilen hizmetlerin sunulduğu coğrafi bölgeyi tanımladığını, diğer bir deyimle tescil kapsamındaki hizmetlerin coğrafi kaynağını belirttiğini,
  • Tescilli markada yer alan kalp logosunun ise tipik kırmızı rengi dikkate alındığında, sektörde yaygın olarak kullanılan, övgü niteliğinde bir mesaj ileten bir unsur olduğunu,
  • Kalp logosunun genellikle “sevgi” kavramını temsil ettiği ve çoğunlukla hizmet sağlayıcısının hizmetlerine duyduğu bağlılığı ve üstün hizmet kalitesini sağlama taahhüdünü simgelemek için kullanılan bir logo olduğu,
  • Kalbi çevreleyen mavi çizgilerin ise yalnızca dekoratif bir işlev taşıdığı ve övgü mesajını pekiştirdiğini,
  • İlgili tüketicinin işaretin anlamını kavrayabilmesi için herhangi bir yorum veya bilişsel süreç işletmesinin gerekli olmadığını,
  • Markanın kullanım yoluyla ayırt edicilik de kazanmadığını zira, marka sahibi tarafından sunulan delillerin yeterli olmadığını, kaldı ki sunulan delillerin başvuru tarihinden sonraya ait olduğunu,

ifade ederek işaretin bir bütün olarak, tescil kapsamında yer alan hizmetlerin coğrafi kökenini gösterdiği ve hizmet kalitesi hakkında bilgi verdiğini ifade etmiştir.

Başvuru sahibi ayrıca, itiraz edilen markanın kamu düzenine ve genel ahlak ilkelerine aykırı olduğunu savunan ek argümanlar sunmaktadır. Ancak, EUIPO kararında, bu hususlara ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır. Ek olarak, EUTM’in kötü niyetle tescil edildiğini iddia etmektedir.

  • Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı, hükümsüzlük talebinde bulunan Yunanistan’ın hükümsüzlük işlemlerini, ekonomik çıkarını korumak amacıyla kötüye kullandığını ve bunun adil rekabet ilkelerini ihlal ettiğini,
  •  Ege Denizinin yalnızca Yunan kıyılarını değil, aynı zamanda Türk kıyılarını da kapsadığını,
  • Yunan şirketleri tarafından daha önceden tescil başvurusuna konu edilen ve tescil edilen “AEGEAN” markalarının bulunduğunu,
  • Markanın doğrudan ve açık bir şekilde “Ege Denizi’nin Türk kıyıları” mesajını iletmediğini, zira “TURKAEGEAN” ibaresinin kullanımda olmayan, hayali ve yaratıcı bir kelime olduğunu, bu nedenle de anlamının yorumlanması için zihinsel bir süreç gerektirdiğini,
  • “TURKAEGEAN” ibaresinin kendini oluşturan kelimelerin basit bir toplamı olmadığını, ayrıca marka görseli dikkate alındığında ilgili tüketicilerin söz konusu ibareyi bir bütün olarak algılayacağını,
  • “TURK” kelimesinin “Türkiye’de doğmuş veya yaşayan kişi” anlamına geldiği ve bu anlamın “Türkiye’ye ait” veya “Türkiye” ile eş anlamlı olmadığını,
  • “Turkey” veya “Turkish” kelimelerinin kısaltmasının İngilizce dilinde yetkin kaynak kabul edilen Collins Sözlüğü’nde “Turk.” şeklinde gösterildiğini, oysaki marka görselinde yer alan ibarede “Turk” kelimesinden sonra “nokta” bulunmadığını,
  • “TURK” kelimesinin İngilizce kullanımının zamanla azaldığı da dikkate alındığında “TURK” ve “AEGEAN” kelimelerinin “TURKAEGEAN” şeklinde birleşimi, “Türkiye’de doğmuş veya yaşayan bir kişiye ait Ege Denizi” anlamına geleceğini ve en fazla çağrışım yapar nitelikte olduğunu (suggestive trademark),
  • Dolayısı ile marka görselinin, tescil kapsamında yer alan hizmetlerin coğrafi kökenini veya diğer özelliklerini doğrudan belirtir şekilde anlaşılmadığını,
  • Ayrıca, markanın kelime unsuru yanında, hizmetlerin özellikleriyle doğrudan ilişkili olmayan figüratif unsular da içerdiğini,
  • EUIPO’nun, Ege Denizi ve Ege Bölgesi’ne daha açıkça atıfta bulunan markaları Yunan tüzel kişiler adına tescil ettiğini,

ifade ederek hükümsüzlük talebinin reddini talep etmiştir.

2. İptal Biriminin Ön Açıklamaları

Ofis tarafından öncelikle, Yunanistan’ın Ege bölgesindeki turizmi tekeline alma niyetinde olması nedeniyle hükümsüzlük talebi hakkını kötüye kullandığına ilişkin itirazlar incelenmiştir.

Ofise göre, bir işaretin marka olarak tescil edilebilirlik kriterlerini belirleyen mutlak ret nedenleri genel kamu yararını korumayı amaçladığı için bu sebeplere dayanan bir hükümsüzlük talebinde, talep sahibinin meşru bir çıkar göstermesi gerekmemektedir. Çünkü aksi durumda, mutlak ret sebepleri ile hedeflenen amaçlara ulaşılması engellenecektir. Ayrıca, somut olayda, marka sahibi, hükümsüzlük talebinde bulunan Yunanistan’ın böyle bir niyetinin var olduğuna dair ikna edici nesnel ve öznel kanıt sunamadığı da dikkate alındığında, söz konusu talebin reddedilmesine karar vermiştir.

3. İptal Gerekçelerinin İncelenmesi

İptal Birimi’ne göre, markanın tescil kapsamında yer alan turizm, seyahat, eğlence ve eğitimle hizmetleri, esas olarak genel kamuya hitap etmekle birlikte, aynı zamanda profesyonellere de yöneliktir.

İlgili hizmetlerin doğası göz önünde bulundurulduğunda, bu hizmetlerin sunumu ile ilgili olarak, ilgili kamuoyunun dikkat seviyesi, hizmetlerin uzmanlık gerektiren doğası, alışveriş sıklığı ve fiyatları gibi faktörlere bağlı olarak orta düzeyden yüksek düzeye kadar değişkenlik gösterebilecektir.

İptal Bölümü, “TURKAEGEAN” markasının ilgili tüketici kesiminin Avrupa Birliği’ndeki İngilizce konuşan tüketiciler olduğuna karar vermiştir.

İptal Birimi’ne göre, “Turk” kelimesi, ilgili kamu tarafından genellikle “Türk” veya “Türkiye” olarak algılanmaktadır. Bu nedenle marka sahibi tarafından “TURK” kelimesinin yalnızca bir nokta ile “Türkiye” veya “Türk” anlamına geleceği yönündeki iddia, Ofis tarafından geçerli bulunmamaktadır. Çünkü, bir kısaltmanın anlamını sadece nokta ile belirlemek gibi bir ilke yoktur. Kaldı ki her iki tarafın da atıfta bulunduğu Collins Sözlüğü’ne göre “TURK” ibaresinin hem “TURK” hem de “TURK.” şeklindeki her iki kullanımı da Amerikan İngilizcesinde aynı anlamı taşımaktadır. Ayrıca, AB ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki yakın siyasi, ekonomik ve kültürel bağlar ile elektronik medya yoluyla da yaygınlaşan etkileşim göz önüne alındığında Avrupa Birliği’ndeki İngilizce konuşan tüketicilerin Amerikan İngilizcesi kelimelerinin anlamını da anlayacakları vurgulanmıştır.

İngilizce “Aegean” kelimesi ise, ilgili kamu tarafından “Yunanistan ve Türkiye arasındaki denizin bir parçası” veya “Ege Denizi veya Adaları ile ilgili olan” anlamında algılanmaktadır.

İptal Birimi, Yunanistan tarafından sunulan belgelerde de işaretin, başvuru tarihinde ilgili kamu tarafından yukarıda belirtildiği gibi anlaşıldığının açıkça ortaya koyulduğunu belirtmiştir.

Ayrıca İptal Birimi’ne göre bir kelimenin sözlüğe dahil edilmesi, bu kelimenin belirli bir bağlamda tekrar tekrar kullanıldığını ve kabul edilmiş bir anlam kazandığını gösterir; dolayısıyla çevrimiçi sözlük girişlerinden, başvuru tarihi olan Temmuz 2021’den önceki döneme dair çıkarımlar yapılabilecektir. “Turk” ve “Aegean” kelimelerinin başvuru tarihinden bu yana anlamlarının değiştiğini gösteren herhangi bir delilin de bulunmaması dikkate alındığında “TURKAEGEAN” ibaresinin, başvuru tarihinde yahut başvuru tarihinden önce AB’deki İngilizce konuşan ilgili kamu tarafından, “Ege Denizi’nin Türkiye’ye ait olan kısmı” veya “Türk Egesi” olarak anlaşılacaktır.

İlgili kararda, Ege’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bölümünün, sadece iyi bilinen turistik bir destinasyon olmakla kalmayıp, aynı zamanda ekonomik ve ticari bir öneme sahip olduğu. 2019 yılında AB vatandaşları tarafından yapılan yurt dışı seyahatlerinin %8’inin Türkiye’ye yapıldığını, Türkiye’de Ege Bölgesi’nin, Türkiye’nin üçüncü büyük şehri olan İzmir’e ev sahipliği yaptığını ve İzmir’in, sanayi bakımından Türkiye’de ikinci sırada yer aldığı belirtilmiştir. Bu hususlara dayanan İptal Birimi’ne göre, “Türk Egesi”, yani “Ege Denizinin Türk kısmı”, ilgili kamu tarafından coğrafi bir adlandırma olarak diğer bir deyimle belirli bölgeyi ifade eden bir referans olarak algılanmaktadır.

Bilindiği üzere, coğrafi yer adının marka olarak tescili yalnızca o coğrafi yer ile mal/hizmetler arasında ilgili tüketici kesiminin zihninde hâlihazırda bir bağlantı olması durumunda değil, gelecekte coğrafi yer ile mal/hizmet arasında ürünün menşeine ilişkin böyle bir bağlantının kurulması hususunda makul bir ihtimalin bulunması durumlarında da yasaklanmıştır.

İptal Birimi’ne göre, Ege Denizi’nin Türk kısmının ekonomik açıdan aktif ve turistik bir bölge olarak bilindiği göz önüne alındığında;

  • Tescil kapsamında yer alan ve seyahat, turizm, eğlence ve eğitimle ilgili hizmetlerin bu coğrafi alandan kaynaklandığı veya burada sunulduğu olasılığı düşük görünmemektedir. 
  • Yine  tescil kapsamında yer alan iş yönetimi, idaresi, danışmanlık, muhasebe, istatistik derleme ve bilgilerin veri tabanlarına düzenli bir şekilde işlenmesi, sekreterlik, telefon yanıtlama, personel alımı, pazarlama, halkla ilişkiler, çevrimiçi pazar yerleri sağlama, açık artırma hizmetleri (35. Sınıf), malların depolanması hizmetleri (39. Sınıf), hukuki hizmetler, iş güvenliği danışmanlığı hizmetleri (45. Sınıf) gibi hizmetlerin ilgili bölgenin ekonomik refahı ve yüksek düzeydeki ticari faaliyetleri dikkate alındığında ilgili tüketici tarafından, bu hizmetlerin Ege Denizi’nin Türk kısmında sağlandığı veya buradan geldiği anlamında algılanacaktır.
  • Benzer şekilde, ilgili ibarenin, kamu altyapı hizmetleriyle (örneğin su temini, elektrik dağıtımı, atık/gübre taşıma ve depolama, boru hatlarıyla taşımacılık, kurtarma operasyonları, kurye hizmetleri, araç parkı ve garaj kiralama (Sınıf 39), gündüz bakım evleri (Sınıf 43), itfaiye hizmetleri, cenaze hizmetleri, güvenlik hizmetleri (Sınıf 45)), ayrıca telekomünikasyon ve medya hizmetleriyle (örneğin internet erişimi sağlama, yayıncılık ve haber ajansları (Sınıf 38), yayın hizmetleri, film/radyo/televizyon prodüksiyon hizmetleri, fotoğrafçılık ve haber/bildiri hizmetleri (Sınıf 41)) ilişkilendirildiğinde, bu hizmetlerin Ege Denizi’nin Türk kısmında sağlandığını ve bu bölgedeki işletmelerin ihtiyaçlarına özel olarak uyarlanmış olduğunu gösteren bir işaret olarak algılanmaktadır.

İptal Birimi’ne göre, her bir öğesi tanımlayıcı olan yenilikçi bir terim, ancak bu terim veya kelimenin bileşenlerinin toplamından önemli ölçüde farklı bir etki yaratması durumunda tanımlayıcı olmaktan çıkabilir. Ancak “TURKAEGEAN” terimi, yalnızca itiraz edilen hizmetlerin özelliklerini belirten “TURK” ve “AEGEAN” kelimelerinden oluşmaktadır ve bu birleşim, kelimelerin anlamlarının basit bir toplamından önemli bir fark yaratmamaktadır.

İptal Birimi’nin, marka görselinin sağ üst köşesinde, siyah standart fontla yazılmış “TURKAEGEAN” kelimesinin yanına yerleştirilmiş ve koyu mavi renklerde yayılan ışınlarla çevrili kırmızı kalp şekline ilişkin yaptığı değerlendirme;

  • Söz konusu figüratif unsurun kelime unsurunun boyutundan çok daha küçük olması,
  • Bu tarz şekillerin, reklamcılık sektöründe, müşteri merkezli bir yaklaşım izlediğini ve hizmetlerin müşteriyi memnun edeceğini belirtmek için yaygın bir şekilde kullanılması,
  • Yargı içtihatlarında da kalp figürlerinin reklamlarda genellikle bağlılık ifade etmek amacıyla kullanıldığının ve bu nedenle ayırt edici özellik taşımadığının ifade edilmesi,
  • Bu tür bir figüratif öğenin, tüketiciler tarafından yalnızca süsleme amacıyla veya en fazla, hizmetlerle ilgili olumlu bir takdir ya da sevgi gösterisi olarak algılanması,
  • İtiraz edilen markadaki kalbin oluşturulma şeklinin, diğer yaygın kalp şekillerinden farklı olmaması,  

nedenleriyle söz konusu şeklin itiraz edilen hizmetlerin kalitesini vurgulayan bir öğe olarak algılandığını ve markaya ek bir ayırt edicilik katmadığını ve “TURKAEGEAN” kelime öğesinin tanımlayıcı olduğu gerçeğini değiştirmediğini ifade etmiştir.

Sonuç olarak, “TURKAEGEAN” markası, başvuru tarihi itibariyle tescil kapsamında yer alan hizmetler bakımından EUTMR Madde 7/1 (c) ve Madde 7/2 hükümleri kapsamında tanımlayıcı bulunmuştur.

EUIPO İptal Birimi karar gerekçesinde,

  • İlgili tüketicilerin, “TURKAEGEAN” ibaresini bir bütün olarak yalnızca bilgilendirici nitelikte algılayacağını, çünkü söz konusu ibarenin tescil kapsamında yer alan hizmetlerin, iyi bilinen bir turizm, seyahat ve eğlence destinasyonu olan aynı zamanda yüksek düzeyde ticari faaliyetleriyle tanınan Türkiye’nin Ege Bölgesi’nde sunulduğunu veya bu bölgeden kaynaklandığını belirttiğini,
  • Markada yer alan logonun, hizmet sağlayıcıların müşteri memnuniyetine önem verdiğini ve dolayısıyla en yüksek kalitede hizmet sunduklarını ifade etmesi nedeniyle ihtilaflı hizmetlerin olumlu yönlerini daha da vurguladığını, bu nedenle hem bağımsız olarak hem de kelime unsuru ile birlikte değerlendirildiğinde ayırt edici nitelikten yoksun olduğunu,
  • Markanın, ilgili tüketiciler tarafından doğrudan tanımlayıcı olarak algılanacağını zira marka görselinin, tescil kapsamında yer alan hizmetlerin Türkiye’nin Ege Bölgesi’nde sunulduğu (veya bu bölgeden kaynaklandığı) mesajını vermesi nedeniyle bir bütün olarak, özgün olmayan ve tanıtıcı olan bir işaret olduğunu,
  • Bu değerlendirmenin, kamu altyapısıyla ilgili hizmetleri de kapsadığını gösterdiğini çünkü bu hizmetlerin, bölgede faaliyet gösteren yabancı işletmelerin ihtiyaçlarına uyarlanabilir nitelikte olduğunu,
  • İşaretin (kelime unsuru “TURKAEGEAN” ve kalp sembolü ile birlikte) genel tanıtıcı mesajının ilgili kamuoyu için yeterince açık olması nedeniyle, markanın bir slogan yapısında olup olmadığı veya “I love TURKAEGEAN” sloganını tamamlamak için bir “I” harfinin eksik olup olmadığı hususunun, önemsiz olduğunu,

ifade ederek, “TURKAEGEAN” markasının, EUTMR Madde 7/1 (b) ve EUTMR Madde 7(2) uyarınca ayırt edici karakterden tamamen yoksun olduğuna karar vermiştir.

Ayrıca, İptal Birimi, marka sahibinin asgari düzeyde ayırt ediciliğin bir markanın tescili için yeterli olduğu yönündeki iddiasının doğru olduğunu kabul etse de, “TURKAEGEAN” markasının başvuru tarihi itibarıyla ilgili hizmetlerle bağlantılı olarak tamamen ayırt edici karakterden yoksun olması nedeniyle, düşük bir ayırt edicilik derecesinin markayı tescil edilebilir kılıp kılmayacağının tartışılmasına gerek bulunmadığını ifade etmiştir.

İptal Birimi, marka sahibinin dayandığı ulusal marka tescilleriyle ilgili olarak, İngilizcenin resmi dil olmadığı ülkelerdeki (örneğin Yunanistan) ofis kararlarının, somut olay açısından belirleyici olmadığını belirtmektedir. Zira, işaretin bu ülkelerde ayırt edici kabul edilmesinin Avrupa Birliği (AB) genelinde de ayırt edici olacağı anlamına gelmemektedir.

İptal Birimi, AB marka uygulamasının, kendi amaç ve kurallarına sahip, ulusal sistemlerden bağımsız özerk bir yapıya sahip olduğunu vurgulayarak, bir işaretin EUTM olarak tescil edilebilirliğinin yalnızca Birlik kuralları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Dolayısıyla, İptal Biriminin ve Birlik yargı mercilerinin, bir Üye Devlette verilen karara bağlı olmadığı vurgulanmıştır.

Marka sahibinin atıfta bulunduğu önceki EUIPO marka tescilleriyle (örneğin, EUTM’ler 18274487, 18274455, 18274451, 18193975, 18629496, 15672504, 16393456, 11752508, 18902845, 18884431, 18877452, 11752508) ilgili olarak, İptal Birimi, bu markaların “Turk” ve “Aegean” unsurlarını bir arada içermemesi ve figüratif unsurlar barındırmalar nedeniyle mecur uyuşmazlık açısından örnek teşkil edemeyeceğini ifade etmektedir. Ayrıca, atıfta bulunulan bazı markaların yıllar önce tescil edilmiş olması ve bu tescil kararlarının marka hukuku ile ofis uygulamalarındaki güncel gelişmeleri yansıtmaması nedeniyle eşit muamele ilkesinin ihlal edilmediği de vurgulanmıştır. İptal Birimi, her markanın kendi koşulları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, bir EUTM’nin Ofis tarafından daha önce tescil edilen başka bir markanın varlığına dayanarak ayırt edici karakter kazanamayacağını ifade etmektedir. Tescilin yasallığı yalnızca AB Marka Tüzüğü (EUTMR) ve mahkeme içtihatları çerçevesinde değerlendirilmelidir. Önceki markaların hukuka aykırı şekilde tescil edilmiş olması durumunda bile, eşit muamele ilkesinin hukuka uygunlukla tutarlı bir şekilde uygulanması gerektiği ve bir kişinin, başka birinin aleyhine işlenmiş olası hukuka aykırı eyleme dayanarak hak elde edemeyeceği sonucuna varılmaktadır.

Marka sahibi, hükümsüzlük talebine karşı sunduğu görüşlerinde, markanın kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandığı yönünde açıklamalarda bulunmuştur. Söz konusu açıklamalar karşısında, İptal Birimi, delillerin değerlendirilmesinden önce, aşağıdaki hususlara değinmiştir:

  • Bir markanın tescil edilebilmesi için, başvurudan önce ayırt edici olması gerekmektedir. Bu nedenle başvurudan sonraki kullanımların, markaya ayırt edicilik kazandırmayacaktır.
  • Bir markanın, eğer kullanımı sonucu ayırt edici hale geldiği iddia ediliyorsa, bu iddianın dikkate alınabilmesi için markam kullanım sonucunda ayırt edici hale gelmiştir.”  şeklinde açıkça belirtilmelidir. Somut olayda olduğu gibi marka sahibinin, markanın “kullanım yoluyla ayırt edicilik kazanıyor olduğu” nu ifade etmesi, tek başına yeterli değildir.
  • Bir markanın kullanım yoluyla ayırt edici hale gelip gelmediğine dair değerlendirme, markanın pazar payı, kullanım sıklığı, coğrafi yaygınlığı, kullanım süresi, tanıtım yatırımları ve halkın markayı bir şirkete ait olarak algılama oranı gibi faktörlerin bir arada incelenmesiyle yapılmaktadır.
  • Ayırt edici karakterin kazanıldığının kanıtlanmasında “doğrudan kanıt” (örneğin, anketler, markanın pazar payına ilişkin kanıtlar, ticaret ve sanayi odaları veya diğer ticari ve mesleki kuruluşlardan alınan beyanlar) ile “ikincil kanıt” (örneğin, reklam materyalleri veya satış hacimleri) arasında bir ayrım yapılması gerekmektedir.
  • İkincil kanıtlar doğrudan kanıtları destekleyebilir ancak onların yerine geçemez. Mesleki derneklerin beyanları ve pazar araştırmaları gibi doğrudan kanıtlar, kullanım yoluyla kazanılmış ayırt ediciliğin kanıtlanması için genellikle en önemli yöntemlerdir.

Akabinde, marka sahibi tarafından kullanım yoluyla ayırt ediciliğin sağlandığının ispatlanması amacıyla değerlendiren İptal Birimi, öncelikle, doğrudan kanıt olarak kabul edilen pazar araştırmaları ya da mesleki derneklerin beyanları gibi delillerin sunulmadığına dikkat çekmiştir. Daha sonra ise, marka sahibi tarafından sunulan çevrimiçi gazete makaleleri, web sitesi/video alıntıları ve reklam yayınlarının, yalnızca markaya doğrudan atıfta bulundukları ölçüde geçerli kabul edildiğini belirtmiştir. İptal Birimine göre, her ne kadar çoğu işletme, ürün tanıtımı için web sitelerini kullansa da bu durum tek başına markanın kullanım yoluyla ayırt edici hale geldiği sonucuna varmak için yeterli değildir. Ayrıca, web sitesi alıntıları, ziyaretçilerin hangi AB üye devletlerinden geldiğini belirlemeye imkân da tanımamaktadır. Bu bağlamda, bu alıntılar markanın, ilgili tüketiciler nezdinde ticari kaynak gösterme işlevini yerine getirdiğini kanıtlamamaktadır.

İptal Birimi, itiraz edilen marka İngilizce kelimelerden oluştuğu için, markanın ayırt edici hale geldiği iddiasının, İngilizcenin resmi dil olduğu AB Üye Devletleri (İrlanda ve Malta) ile İngilizcenin yaygın şekilde anlaşıldığı Üye Devletlerde (Hollanda, Danimarka, Finlandiya, İsveç ve Kıbrıs) kanıtlanması gerektiğini ifade etmiştir. Marka sahibi tarafından sunulan ve 2021 yılı için planlanan faaliyetler arasında “Türk Ege ve Türk Rivierası-Doğu Akdeniz filmleriyle markalaşma çalışmaları”na yer verilmiştir. Ancak bu belgelerin çoğunun Türkçe olarak sunulması nedeniyle, İngilizcenin resmi dil olduğu veya yaygın olarak anlaşıldığı AB Üye Devletlerinde markanın ayırt edici karakter kazandığını gösteren yeterli kanıtların sunulmadığı sonucuna varılmıştır.

Sonuç olarak, İptal Birimi, marka sahibinin, başvuru tarihi veya en geç hükümsüzlük talebinin yapıldığı tarihten önce EUTM’nin ayırt edici karakter kazandığını kanıtlayamadığına karar vererek, markanın tescil edilen hizmetlerle ilgili olarak kullanım yoluyla ayırt edici hale geldiği yönündeki itirazları reddetmiştir.

SONUÇ

Söz konusu karar ile, EUIPO, “TURKAEGEAN” ibaresinin, tescil kapsamında yer alan hizmetler bakımından tanımlayıcı olduğu ve ayırt edici olmadığı sonucuna vararak, markanın tescil kapsamında yer alan tüm hizmetler bakımından hükümsüzlüğüne karar vermiştir.

EUIPO marka uygulama kriterleri ve yaklaşımları dikkate alındığında söz konusu kararın, politik sebeplerle alındığı kanaatindeyim. Zira, “TURKAEGEAN” markası, oluşturulma biçimi dikkate alındığında, tescil kapsamında yer alan herhangi bir hizmet için doğrudan tanımlayıcı olmadığı gibi asgari düzeyde ayırt ediciliğe de sahiptir. EUIPO Marka Kriteri’ne göre, bir işaretin, ilgili kamuoyu tarafından mal ve hizmetler hakkında doğrudan ve somut bir bilgi sağladığı hemen anlaşılabiliyorsa, tanımlayıcı olarak kabul edilecektir. Ancak, yalnızca mal ve/veya hizmetlerin belirli özelliklerine ilişkin dolaylı olan ya da çağrışım yapan terimler tanımlayıcı sayılmamaktadır. [3]

Yine söz konusu kritere göre, coğrafi yer adlarının marka olarak tescili, söz konusu coğrafi adın halihazırda o mal veya hizmetler bakımından ünlü olması veya ilgili mal ve hizmetlerle ilişkilendirilmesi yahut, bu adın, ilgili mal veya hizmetlerin coğrafi kökenini belirtebileceği yönünde makul bir varsayımın yapılabileceği durumlarda engellenmiştir.[4] Somut olay bakımından redde konu gündüz bakım evleri, itfaiye hizmetleri, güvenlik hizmetleri gibi hizmetler bakımından Ege Denizi’nin ülkemize ait kısmının hangi bakımından ünlü olduğu düşündürücüdür. Bu kapsamda, EUIPO İptal Birimi’nin, toptancı bir yaklaşım sergileyerek markayı tümden hükümsüz kılınmasının EUIPO’nun marka inceleme kriterlerine ve uygulamalarına aykırı olduğu kanaatindeyim.

Belirtmek gerekir ki, yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla, EUIPO İptal Birimi tarafından verilen söz konusu karar henüz kesinleşmemiştir. Tescil sahibi olan ve ülkemizin devlet kurumlarından biri olan Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı, bu karara karşı, tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde itiraz etme hakkına sahiptir. Yapılacak itiraz, EUIPO Temyiz Kurulu tarafından incelenecektir. Temyiz Kurulu’nun vereceği karara karşı ise, yine tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde, Avrupa Birliği Adalet Divanı Genel Mahkemesinde (Genel Mahkeme) dava açılması mümkündür. Genel Mahkemenin vereceği karar, Avrupa Birliği Adalet Divanı nezdinde (CJEU) temyiz edilebilir. Ancak CJEU, yalnızca hukuki meseleleri incelemekte olup, olayın esasına ilişkin yeniden değerlendirme yapmamaktadır.

Söz konusu kararın kesinleşmesi halinde, gelecekte Yunan şirketleri veya Yunanistan tarafından esas unsuru ‘Greek Aegean’ yahut ‘Aegean Greek’ ibarelerinden oluşan ve turizm, reklamcılık ve hatta itfaiye hizmetleri gibi hizmetler için yapılan marka başvurularının – her ne kadar somut olay bazında değerlendirme yapılacak olsa da – en azından EUTMR m. 7(1) (b) ve (c) hükümleri kapsamında reddedilmesi gerektiği öngörülmektedir.


Elif AYKURT KARACA

Şubat 2025

elifaykurt904@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olup Türkiye’nin turizmin tanıtılması ve geliştirilmesinden sorumlu Devlet kurumudur.

[2] Tescil kapsamında yer alan mal ve hizmetler listesine konu ile ilgili önceki yazımızdan ulaşılabilmektedir.

[3] Bkz. EUIPO Marka ve Tasarım Kriteri,1.1 The notion of descriptiveness, https://guidelines.euipo.europa.eu/2214311/2065712/trade-mark-guidelines/1-1-the-notion-of-descriptiveness

[4] Bkz. EUIPO Marka ve Tasarım Kriteri, 2.6.2 Assessment of geographical terms, https://guidelines.euipo.europa.eu/1803468/1788394/trade-mark-guidelines/2-6-2-assessment-of-geographical-terms

EUIPO TEMYİZ KURULU KARARI ÇERÇEVESİNDE HAREKET MARKALARININ AYIRT EDİCİLİĞİ

Hareket markaları, geleneksel olmayan marka türlerinden biri olarak, bir markanın öğelerinin hareketini ya da bu öğelerin pozisyonlarındaki değişiklikleri içeren markalar olarak tanımlanır. Bu yazıda, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) yapılmış olan ve araçlarda menteşeli pencerenin açılıp kapanma şeklini gösteren bir hareket markası başvurusuna ilişkin verilen karar ele alınacaktır.

018906690 sayılı Avrupa Birliği (AB) marka başvurusu (EUTM), araç penceresinin açılma ve kapanma hareketini temsil eden bir animasyon sekansından oluşmaktadır[1]. Başvuruya ait video aşağıda yer almaktadır:

EUIPO tarafından yapılan ilk incelemede, başvurunun ayırt edici karakterden yoksun olduğu gerekçesiyle, AB Marka Tüzüğü (EUTMR) Madde 7/1 (b) kapsamında reddedilmiştir. Karar gerekçesinde;

  • Başvuru sahibinin, ilgili piyasada lider olduğu iddiasının, kanıtlarla desteklenemediği, desteklense bile bu durumun hareket markasının ayırt edici karakteri ile ilgili olmadığı;
  • Pazarda rekabetin az olmasının, markanın ayırt edici karakterini etkilemediği, çünkü küçük pazarlarda bile işaretlerin malları birbirinden ayırt edebilmesi gerektiği, başvuru sahibinin pazarda lider olmasının, ona ait ürünlerin belirli özelliklerinin hemen bir marka olarak algılanmasını sağlamadığı;
  • Başvuru sahibinin sunduğu renkli payanda (destek çubuğu) iddiasının da, söz konusu renklerin siyah ve beyaz olması nedeniyle, tüketiciler nezdinde akılda kalıcı bir farklılık yaratmadığı,

ifade edilmiştir.

Başvuru sahibi, bu karara karşı itiraz etmiş ve başvuruyu EUIPO Temyiz Kurulu’na (BoA) taşımıştır. Başvuru sahibi itirazında, ilgili piyasada tüketicilerin dikkatinin yüksek olduğunu ve pazarın küçük olması nedeniyle tüketicilerin benzer tüm ürünleri tanıdığını, bu nedenle de tüketicilerin başvuru konusu işaretin piyasadaki diğer modellerden farklı olduğunu fark edeceklerini ve bu farklılığın işaretin kaynak gösterme işlevini yerine getirdiğini savunmaktadır. Ayrıca, başvuru sahibi tarafından sektördeki diğer ürünlere dair aşağıda yer alan görseller sunulmuştur.

Başvuru sahibi ayrıca, ilgili tüketicinin sadece gümüş payandalara (destek çubuğu/ strut) alışkın olduğunu belirtmekte ve dışarıdan görülebilen, dolayısıyla herkes için fark edilebilen olağandışı bir açılma hareketine sahip siyah payandaların, piyasada bilinmediğini, bu nedenle halihazırda kaynak belirtme işlevini yerine getirdiğini ve başvuru sahibinin ürünlerini ayırt edici kıldığını ifade etmektedir.

BoA tarafından yapılan inceleme sonucunda, başvuru sahibine, başvurunun EUTMR m. 7/1 (b) ve ayrıca m. 7/1 (e)(ii) uyarınca reddedilmesi gerektiği bildirilmiştir. Kurul, pencerenin açılma ve kapanma hareketini temsil eden bir animasyon sekansından oluşan başvurunun teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu unsurlardan oluşan bir işaret olduğunu ve yalnızca teknik çözüm tarafından belirlenen unsurlardan oluştuğunu, dolayısı ile başkaca dekoratif ya da hayali unsurlar içermediğini ifade etmiştir. Bu nedenle, başvuru sahibinin sunduğu işaretin tescil edilmemesi gerektiği belirtilmiştir.

İtiraz hakkında, BoA ‘nın EUTMR m. 7/1 (b) ve (e) bentleri uyarınca yaptığı değerlendirme aşağıdaki detaylı biçimde açıklanacaktır[2].

EUTMR m. 7/1 (b) incelemesi:

EUTMR m. 7/1 (b) uyarınca, ayırt edici karakteri bulunmayan işaretler tescil edilemez. Bir markanın ayırt edici kabul edilebilmesi için, ilgili malların veya hizmetlerin belirli bir işletmeden kaynaklandığını göstermesi ve tüketicilerin bu işletmeyi diğerlerinden ayırt etmesine olanak tanıması gerekmektedir.

Bir markanın ayırt edici karakteri, ilk olarak tescil başvurusu yapılan ürün veya hizmetlere bakılarak ve ikinci olarak bu ürün veya hizmetlerin ilgili kamu tarafından nasıl algılandığına göre değerlendirilecektir.  Kamunun ilgili kesimi ise, o ürün veya hizmetlerin ortalama tüketicilerinden oluşur.

Somut olayda söz konusu araç camlarının hitap ettiği tüketici bu tür ürünlerle ilgilenen veya bu ürünleri kullanan deneyimli kişilerdir. Bu nedenle, hedeflenen tüketici kesimi, pazar hakkında en azından kısmen bilgi sahibi olan dikkatli kişilerdir.

Kurul, başvurulan hareket markasının, hedeflenen tüketiciler tarafından ticari köken belirtici bir işaret olarak algılanmayacağını, bunun yerine pencerenin işleyişinin basit bir temsili olarak değerlendirileceğini ifade etmiştir. Zira Kurul, sektördeki birçok üreticinin ürünlerinin işlevselliğini açıklamak amacıyla benzer animasyonları kullandığını göz önünde bulundurarak, başvurunun ayırt edici karakter taşıyan bir işaret olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle, başvuru, yalnızca pencerenin açılma ve kapanma hareketinin basit bir animasyonu olarak algılanmıştır.

Başvuru konusu işarette yer alan hareket sekansı, pencerenin açılıp kapanmasının basit animasyonlu görsel sekansından önemli bir sapma içermediğinden hedeflenen tüketiciler tarafından bir köken belirtisi olarak anlaşılabilecek bir mesaj iletmemektedir. Dolayısı ile başvurulan işaret, minimum düzeyde ayırt edici karakterden yoksun bulunmuştur.

Ayrıca, Kurul, başvurulan pencerenin işleyişinin veya pencerenin kendisinin, pazardaki benzer ürünlere kıyasla benzersiz özelliklere sahip olup olmadığının önemli olmadığının altını çizmiştir. Kurula göre bir markanın tescil için uygunluğu, markanın belirleyeceği ürünün özelliklerine veya benzersizliğine bağlı değildir. Yenilik veya özgünlük, bir markanın ayırt edici karakterini değerlendirirken dikkate alınan kriterler değildir. Dolayısı ile, başvurulan pencerenin açılma ve kapanma sisteminin pazarda yalnızca başvuru sahibine ait bu üründe bulunması, ayırt edici karakterin incelenmesi bağlamında önemli değildir.

EUTMR m. 7/1 (e) incelemesi:

EUTMR m. 7/1 (e) (ii) uyarınca, yalnızca teknik bir sonuca ulaşmak için gerekli olan malların şekli veya başka bir özelliğinden oluşan işaretler tescil edilemez. Burada amaç, markaların yalnızca ayırt edici işaretler aracılığıyla korunmasını sağlamak ve teknik çözümleri herkesin serbestçe kullanabilmesini temin etmektir.

Başvurulan işaret bir hareket markasıdır ve araç penceresinin açılma ve kapanma hareketini temsil etmektedir.  İşaret, 6 saniyelik basit, stilize edilmiş görsellerden oluşan bir animasyon dizisi ile temsil edilmiştir. Pencere başlangıçta kapalıdır, sonra yavaşça açılmakta ve tekrar kapanmaktadır. Marka başvurusu, başka hiçbir öğe içermemektedir.

Somut olayda, başvuru kapsamında yer alan mallar, araç pencereleridir. Kararda, pencereler için geçerli olan “genellikle camla kaplı bir açıklık olup, ışık ve havanın kapalı bir mekâna girmesini sağlar” tanımının, araç pencereleri için de geçerli olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle, bir pencerenin teknik sonucunun, ışık ve havanın kapalı bir mekâna girmesi olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda, bir pencerenin bu amaç için açılması gerektiği ve ayrıca, pencerenin açıldıktan sonra tekrar kapatılması gerektiğinin ortada olduğu, bu nedenle, pencerenin açılmasının (ve kapanmasının), pencerenin teknik sonucunu elde etmek için gerekli bir işlem olduğu belirtilmiştir.

Kurula göre, başvurulan hareket markası, teknik işlev tarafından belirlenmeyen herhangi bir bileşen içermemektedir. Zira, başvuru sahibi tarafından “olağandışı” olarak görülen siyah payandalar bile, camlarla bağlantılı olarak tamamen teknik bir işlevi yerine getirmektedir. Bu payandalar, pencerenin sabitlenmesi ve güçlendirilmesi için gereken elemanlar olup pencere kanatlarını ileriye doğru hareket ettirerek, pencerenin açılma ve kapanma sisteminin işlevsel bir parçası olarak çalışmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu payandaların sadece estetik bir amacı değil, doğrudan teknik bir işlevi vardır.

Başvuru sahibinin, araç camlarının açılıp kapanması için farklı teknik alternatiflerin mevcut olduğu yönündeki argümanı da Kurul’a göre geçersizdir. Zira, belirli bir teknik sonuca ulaşmak için gerekli olan özellik (somut olayda bir hareket dizisi), bu sonuca ulaşabilecek tek olası özellik olmak zorunda değildir; yani, bu sonuca ulaşabilecek tek hareket dizisi olmak zorunda değildir.

Özetle, Kurul, yukarıda yer alan gerekçeler kapsamında, başvurulan işaretin, teknik işlevi olmayan estetik öğeleri içermediği kanaatine varmış ve pencerenin açılma ve kapanma hareketinin teknik bir sonuç elde etmek için gerekli bir işlem olduğunu belirtmiştir.

Sonuç

Sonuç olarak, başvurulan hareket markası, hem teknik işlevselliği hem de ayırt edici karakterin eksikliği nedeniyle tescil için uygun bulunmamıştır. EUIPO tarafından verilen kararda, başvuru sahibinin işaretin tescili konusunda öne sürdüğü argümanlar reddedilmiş ve başvurunun EUTMR m. 7/1 (b) ve 7/1 (e)(ii) uyarınca reddedilmesine karar verilmiştir.

Kararda dikkat çekici unsur, ilk inceleme uzmanının ret kararındaki mutlak ret gerekçesinin (EUTMR m. 7/1 (b) bendi), başvuru sahibinin BoA önünde başvurusunu savunmak zorunda olduğu tek gerekçe olmamasıdır. Diğer bir deyimle BoA, mutlak ret gerekçeleri bakımından, ilk inceleme uzmanının gerekçesi ile sınırlı kalmamış ve başvuruyu EUTM m. 7/1 (e) bendi kapsamında da değerlendirmiştir. Benzer düzenleme Türk hukukunda da bulunmaktadır. Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Dairesi Kurulları Yönetmeliği m. 6/2 hükmüne göre, Kurul itiraza konu kararı veren dairenin resen incelemesi gereken hususları, taleple ve gerekçeyle bağlı olmaksızın, resen dikkate alabilir. Ancak Türk uygulaması ve AB uygulamasında ortaya çıkan en önemli fark, böyle bir ret gerekçesinin varlığı durumunda EUIPO’nun, Kurul kararının verilmesinden önce başvuru sahibine savunma yapma imkânı tanımasıdır. Bilindiği üzere Türk Patent ve Marka Kurumu uygulamasında, başkaca mutlak ret gerekçelerinin varlığı halinde, Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu, başvuru sahibine herhangi bir ön bildirim yapmadan doğrudan Kurul kararını oluşturmaktadır.

Diğer yandan, bir işaretin ayırt ediciliğinin değerlendirilmesinde, başvuru sahibinin sektörde lider olmasının veya ilgili pazarın küçük olmasının işarete doğrudan ayırt edicilik katmayacağı tekrar vurgulanmalıdır. Ayrıca, ilgili tüketicinin işaretin başvuru sahibinden kaynaklandığını anlaması yalnızca işarete kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandırılması durumunda tescil edilebilirliği sağlamaktadır.

Son olarak ise, markanın münhasıran teknik sonuca yönelen işaretten oluşup oluşmadığının belirlenmesinde, işaretin ilgili teknik sonuca ulaşabilmek için ilgili pazardaki “tek” alternatif olmasının gerekli olmadığı vurgulanmalıdır. Diğer bir deyimle, aynı işlevi görecek farklı teknik alternatiflerin mevcut olması tek başına ilgili mutlak ret gerekçesinin aşılmasını sağlamayacaktır.

Elif AYKURT KARACA

Ocak 2025

elifaykurt904@gmail.com


[1] Başvuru konusu işaret hakkında detaylı bilgiye https://euipo.europa.eu/eSearch/#details/trademarks/018906690 linkinden ulaşılabilir.

[2] BoA’ nın konuya ilişkin R 740/2024-2 sayılı 28.10.2024 sayılı kararının orijinal metnine https://www.euipo.europa.eu/en/boards-of-appeal/decisions adresinden erişilebilir.

SÖYLEŞİYORUZ # VII- Prof. Dr. Gül OKUTAN NILSSON BİZLERLE!



“Söyleşiyoruz” serisinin Eylül ayı söyleşisiyle tekrar karşınızdayız.

Bu ayki konuğumuz Türk fikri mülkiyet camiasının akademi alanındaki önde gelen isimlerinden biri olan Prof. Dr. GÜL OKUTAN NILSSON.

Gül Hocamıza kendisi ile söyleşi yapma teklifimizi kabul ettiği için teşekkür ediyoruz. Bugünkü söyleşide soruları IPR Gezgini adına Elif AYKURT KARACA yöneltecek.



Başında EAK yazan kısımlar IPR Gezgini’nin soruları; GON ile başlayan kısımlar ise Gül Hocamızın yanıtlarıdır. Şimdiden keyifli bir okuma diliyoruz.



EAK: Gül Hocam, öncelikle Söyleşiyoruz serimize katıldığınız için IPR Gezgini adına teşekkür ederek başlamak istiyorum. Türkiye’nin fikri  mülkiyet hukuku alanında literatüre önemli katkı sunan önemli hocalarından biri olarak hem mesleki faaliyetleriniz hakkında bilgi edinmek, fikri mülkiyet ve özellikle telif hukuku alanına dair görüşlerinizi duymak hem de kişisel olarak sizi daha yakından tanımak istiyoruz. Bu anlamda röportajımızın, okurlarımızın ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

Fikri mülkiyet hakları alanında çalışanların sizi yakından tanıdığına eminim ancak bu durum tabii ki sizi ve yaşam öykünüzün yakından bilinmesi anlamına gelmemekte.  Bu vesileyle bize kendinizden bahsedebilir misiniz? Prof. Dr. Gül Okutan Nilsson kimdir, kendini nasıl geliştirdi ve bugünlere geldi; kişisel zevkleriniz, uğraşlarınız, sizi hayata daha bağlayan özellikleriniz nelerdir?

GON: Merhabalar, öncelikle davetiniz için ben teşekkür ederim. IPR Gezgini fikri mülkiyet hukukunda günceli takip imkanı veren, öğrencilerimize de tavsiye ettiğimiz önemli bir bilgi kaynağı. Davetiniz beni onurlandırdı.

Kendimden biraz bahsetmem gerekirse, İstanbul’da doğdum. Ortaokul ve liseyi İstanbul Amerikan Robert Lisesi’nde yatılı olarak okudum. Yatılı öğrenci olmak, hem kendi başınıza yaşamayı öğrenmek ve özgüveninizi geliştirmek, hem de sıkı dostluklar kurmak için çok güzel bir fırsat. Bu sayede çok iyi arkadaşlar kazandım, çok güzel anılarım oldu.

Hukukçu bir aileden geliyorum, annem ve babam avukattı. Babamı ne yazık ki çok genç yaşta kaybettik. Ağabeyimi ve beni, annem yetiştirdi. Annem, mesleği sayesinde kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış olan, çalışkan ve azimli bir insandır. Ben küçükken komşularımız, akrabalarımız, çevremizdeki insanlar anneme gelip fikir danışırdı. Hukukçu olmanın insanı güçlendiren bir yönü olduğunu o zaman fark ettim. Ben de hukuk fakültesinde okumayı seçtim.

Mesleğimi seviyorum ve çok çalışıyorum. Ancak tabii iş dışında insanı hayata bağlayan başka şeyler de var. Bana en çok enerji veren şey, sevdiğim insanlarla, arkadaşlarımla, ailemle birlikte zaman geçirmektir. Seyahat etmeyi severim. Fakat pandemide ne yazık ki bunu yapamadık. Bu süreçte ancak gezip görmek istediğim yerlerle ilgili belgeseller izleyebildim. Bunun dışında müzik ve edebiyat beni mutlu eder. Son yıllarda özellikle sesli kitaplara yöneldim. İyi bir seslendirme sanatçısından dinlediğiniz bir kitap sizi başka bir aleme götürebiliyor.

EAK: Lisans mezuniyetinizden sonra doğrudan akademiye mi katıldınız?  Akademideki ilk günlerinizden ve akademisyen olmaya nasıl karar verdiğinizden bahsedebilir misiniz?

GON: İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Avrupa Birliği’nin Jean Monnet Bursunu kazandım. Burs komitesi Amsterdam’da iyi bir okul olduğunu söyleyerek beni oraya yönlendirdi. O yıllarda henüz Avrupa Birliği ile Türkiye arasında Gümrük Birliği kurulmamıştı; Türkiye aday ülkeydi ama AB hukukuna yabancıydı. Bizi daha ziyade damping ve subvansiyonlar gibi uluslararası ticaret konuları ilgilendiriyordu. Ben de bu yüzden hem Avrupa Hukukunu, hem de uluslararası ticaret hukukunu öğrenebileceğim bir hukuk yüksek lisans programına başvurdum ve kabul edildim. O programda, lisans eğitiminden farklı olarak, araştırma yapmamız, seminer ödevleri hazırlamamız isteniyordu. Böylece araştırma yapmanın ne kadar keyifli bir iş olduğunu gördüm.

Türkiye’ye döndükten sonra Prof. Dr. Ünal Tekinalp Hocamın yanında avukatlık stajına başladım. Akademisyen olmak konusunda örnek aldığım ve akademiye girmemi sağlayan kişi, çok sevgili Ünal hocamdır. Onun yanında staj yaparken, hocaya fikir danışmak için gelenlerin, başlarından geçen bir sürü olayı karma karışık şekilde anlattıklarını görürdüm. Hoca sessizce ve dikkatle dinler, daha iyi anlamak için bazı sorular sorar ve ardından müthiş etkileyici bir hukuki tahlile başlardı. O karışık gözüken olay birden berraklaşır, adeta röntgeni çekilirdi. Hoca önce hukuki problemi tespit eder, sonra da çözüm yollarını son derece sistematik bir şekilde ortaya koyardı. Hocamın bu engin ve derin bilgisi, hukuki sorunları tespit ve analiz becerisi beni çok etkilemişti. Ben de onun gibi bir hukukçu olmak istedim ve bunun yolunun akademiden geçeceğini düşündüm. Prof. Dr. Ünal Tekinalp ile tanışmış ve onun yanında staj yapmış olmak benim hayatımın en önemli dönüm noktalarından biridir. Hocama buradan sevgilerimi, saygılarımı ve şükranlarımı göndermek isterim.

Ailem de akademisyenliğe başlama kararımda beni çok destekledi. Özellikle asistanlık ve doktora sürecinde, annem ve ağabeyim bana her zaman maddi ve manevi destek verdiler. Onlara da minnettarım.

Gerek doktora çalışmalarım sırasında gerek sonrasında burslu olarak Almanya’nın ve İsviçre’nin en iyi karşılaştırmalı hukuk enstitülerinde uzun dönemler araştırma yapma fırsatını elde ettim. Doçentlikten sonra İngiltere’de LSE’de misafir araştırmacı olarak bulundum, Amerika’da Vanderbilt Hukuk Fakültesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bir ders verdim. Tüm bu kurumlarda çok değerli akademisyenlerle tanışma fırsatı buldum. Yurtdışındaki üniversite yaşamını, akademik aktivitelerin düzeyini, akademik camianın görgüsünü, etik değerlerini ve iş disiplinini gözlemlemek kişisel gelişimimi olumlu yönde etkiledi.

EAK: Fikri mülkiyet alanında özellikle telif hukuku ile ilgilendiğinizi biliyorum. Fikri mülkiyet hukukunda telif hakları kısmının daha karmaşık ve zor bir yöne sahip olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de açıkçası sizi telif hukuku ile ilgilenmeye iten olay veya kişiler var mı merak ediyorum. Hangi gerekçeyle fikri mülkiyet hukuku alanına yöneldiğinizi aktarabilir misiniz?

GON: Fikri mülkiyet hukuku alanına yönelmem aslında biraz tesadüfe dayanıyor. Yüksek lisans yaparken aldığım derslerden birinde fikri mülkiyet haklarının tükenmesi konulu bir seminer ödevi hazırlamıştım. Türkiye’ye dönünce bu çalışmamı Ünal Hoca’ya gösterdiğimde, bunu yayımlamamı söyledi. Böylece ilk bilimsel yayınım fikri mülkiyet hukukundan çıkmış oldu. Zamanlama da biraz fikri mülkiyet hukukunu gündeme getirdi aslında. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. O yıl Dünya Ticaret Örgütü kuruldu ve TRIPS Anlaşması imzalandı. Aynı yıl AB-Türkiye Gümrük Birliği Kararı kabul edildi ve Türkiye, gümrük birliği kuralları gereği fikri mülkiyet hukukunu AB hukuku ile uyumlaştırma çalışmalarını başlattı. Hızlıca sınai mülkiyetle ilgili KHK’lar çıkartıldı, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda değişiklikler yapıldı. Böyle olunca fikri mülkiyet hukuku çalışmak kaçınılmaz oldu. Ben daha ziyade telif hukuku ve marka çalıştım. Doktorayı bitirdikten sonra 2002 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak atandım. 2007’de Bilgi’de bir Fikri Mülkiyet Hukuku Araştırma Merkezi (BİLFİM) kurduk ve MÜYAP başta olmak üzere meslek birlikleri ve Kültür Bakanlığı ile işbirliği yaparak telif hukuku ağırlıklı çalışmaya başladık. Sevgili çalışma arkadaşım Dr. Eda Çataklar ile birlikte o zamandan beri BİLFİM’deki faaliyetlerimize fikri mülkiyet hukukunun her alanında devam ediyoruz.

EAK: Türk telif hakları hukukunda ve uygulamasında ilerleme ve/veya duraksama olarak gözlemlediğiniz hususlar var mı ve Türkiye’de telif haklarının geçmişi ve bugünü hakkındaki görüşlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nde çalıştığım dönemde FSEK’te değişiklik yapılması çalışmaları vardı. O dönemde gerçekleştirdiğimiz çalışmalara yaptığınız katkıları ve özverili desteğinizi hatırlıyorum. Öncelikle katkılarınız için bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Kanun değişikliği çalışmaları uzun süre devam etti. En son 2019 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne dek gelmesine rağmen, maalesef kanunlaşamadan kadük oldu. İnceleme fırsatı bulabildiyseniz son tasarı hakkındaki görüşlerinizi duymak isterim.

GON: 5846 sayılı Kanun, çağına göre ileri bir kanun olarak Prof. Dr. Ernst Hirsch tarafından Bern Konvansiyonuna uygun şekilde hazırlanmış. Ancak aradan geçen yıllarda, kanunun güncel ihtiyaçlara cevap vermesi için birçok değişiklik yapmak gerekmiş. Bu değişiklikler nedeniyle kanunun sistematiğinde bazı sorunlar var. Ben akademik hayata atıldığımdan beri Kanunda değişiklik yapıldığını görüyorum ve hâlâ da buna ihtiyaç olduğunu gözlemliyorum. Kanunda son kapsamlı değişiklik 2008 yılında yapıldı. O tarihten beri defalarca değişiklik çalışmaları oldu, Avrupa Birliği destekli projeler yapıldı, çeşitli taslaklar hazırlandı. Bu çalışmalara sizin de belirttiğiniz gibi biz de BİLFİM olarak Dr. Eda Çataklar arkadaşımla birlikte destek verdik. Sizin de o zaman dahil olduğunuz, Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nde çalışan uzman arkadaşlarımız gerçekten çok emek verdi. Akademisyenlerin ve Bakanlığın yanı sıra, meslek birlikleri başta olmak üzere telif hukukunun aktörleri çalıştı, önerilerde bulundular. Fakat bu çalışmalar çeşitli sebeplerle bir türlü tamamına erdirilemedi. Taslak çalışmalarına katılmıştık ama sanırım sonradan bazı değişiklikler olmuş, son halini görmedim. Neticede yıllarca yoğun emek verilen bu çalışmaların kanunlaşamamasını telif hakları açısından bir kayıp olarak görüyorum.

EAK: Sınai mülkiyet hakları ile telif hakları, esasen fikri mülkiyet hakları içerisinde olmasına rağmen ülkemizde sınai mülkiyet haklarına dair iş ve işlemler Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından, telif haklarına dair olanlar ise Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmektedir. Her iki kurumun birleştirilmesi yahut iş ve işlemlerin tek bir çatı altında gerçekleştirilmesine yönelik uzun yıllardır devam eden bazı tartışmalar veya görüş açıklamaları mevcut. Sizin bu konu hakkındaki görüşünüzü merak ediyorum.

GON: Burada farklı modeller var. Bazı ülkelerde fikri mülkiyet haklarına ilişkin idari birimler tek çatı altında toplanırken bazılarında iki ayrı kurum konuyu sahipleniyor. Örneğin İngiltere ve Kanada’da tek fikri mülkiyet ofisi varken, Amerika, Almanya, Fransa ve İtalya’da bizdeki gibi ayrı yapılanmalar var. Genellikle sınai haklar, asli görevi tescil sistemini kurup yönetmek olan bir kurumda, kültür varlığı olarak görülen fikir ve sanat eserleri ise ayrı bir yapı altında idare ediliyor. Bizde de tarihsel olarak bu şekilde gelişmiş. Aslında her iki kurumun birleştirilmesi, çalışmaların koordineli şekilde yürütülmesini kolaylaştırabilir, kaynakların da daha verimli kullanılmasını sağlayabilir. Şimdilerde hem fikri hem sınai haklar alanını kapsayan bir Fikri Mülkiyet Akademisi hayata geçirilmeye çalışılıyor ama bu daha ziyade eğitim ve bilinçlendirme odaklı bir kurum. Bu Akademi içerisinde Türk Patent ve Marka Kurumu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü birlikte çalışacak. Belki bu işbirliği ileride başka gelişmelere vesile olur.

EAK: Telif hakları alanındaki idari ve yargısal yapılanma hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

GON: İdari yapılanma kısmından az önce bahsettik. Yargısal yapılanmaya gelince, Fikri ve Sınai Haklar İhtisas mahkemelerinin kurulmuş olması bu alandaki en iyi gelişme oldu. Ancak bunlar sadece üç ille sınırlı kaldı ve geçtiğimiz yıllarda daire sayıları da azaltıldı. Bu mahkemelerin kuruluşu aşamasında, Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürü Sayın Dr. Ayşe Saadet Arıkan çok güzel bir projeyi hayata geçirdi ve mahkemelerin kurucu hakimlerinin, Avrupa’da önde gelen fikri mülkiyet hukuku enstitü ve kurumlarında eğitim almalarını sağladı. Böylece mahkemeler çok sağlam bir ekiple kuruldu. Bu uzman hakimlerimiz kendilerini daha da geliştirdiler, bu alanda çok değerli yayınlar yaptılar. Ne yazık ki şimdi neredeyse tamamı emekli oldu. Fikri ve sınai haklar mahkemelerinde görev yapacak hakimlerin bu alanda eğitim alması son derece faydalı olur. Biz 2008 yılında, Adalet Bakanlığı ile işbirliği içinde, hakim ve savcılara yönelik iki haftalık yoğun bir fikri mülkiyet eğitim programı hazırlamıştık. Oraya yanlış hatırlamıyorsam Samsun’dan bir hakim gelmişti. Önüne fikri haklarla ilgili bir dosya gelmiş. Konuyu hiç bilmediği için dosyayı kenara koymuş. Bizim eğitimden sonra gidip çözeceğini, onun için çok heyecanlı olduğunu söylemişti, hiç unutmuyorum.

Ayrıca, Yargıtay’da bu konuda ayrı bir daire kurulması düşünülebilir. Fikri mülkiyet hukuku uyuşmazlıkları 11. Hukuk Dairesi’nin görev alanına giriyor. Aynı daire ticaret, banka ve sigorta hukuku uyuşmazlıklarına da bakıyor. Yani tüm şirketler hukuku, sermaye piyasası hukuku, kıymetli evrak, taşıma, banka, sigorta gibi her biri ayrı uzmanlık isteyen birçok hukuk dalına ilişkin uyuşmazlık 11. Dairenin önüne geliyor. Özetle çok geniş bir alan. Daire’deki üye ve tetkik hakimlerinin bu konuların tamamında uzmanlaşmasını bekleyemeyiz. Anladığım kadarıyla fikri mülkiyet uyuşmazlıkları da Dairenin önüne gelen dosya sayısında önemli bir yer tutuyor. Dolayısıyla hem ihtisaslaşmanın ve kalitenin artırılması hem de iş yükünün azaltılması açısından fikri mülkiyet ve haksız rekabet uyuşmazlıkları için ayrı bir daire kurulmasının faydalı olabileceğini düşünüyorum.  

EAK: Telif hakları alanında en önemli aktörlerden birinin de meslek birlikleri olduğu kanaatindeyim. Türkiye’de meslek birliklerinin durumu ve sisteme katkıları ve işleyişleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

GON: Çok haklısınız, meslek birlikleri telif hakları alanının en önemli aktörlerinden. Özellikle müzik meslek birlikleri bu alanda başı çekti ve toplu hak yönetimini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirebilmek için çok çalıştı. Diğer alanlardaki meslek birlikleri de kendi alanlarında hukuki korumayı artırmak, üyelerinin menfaatlerini korumak için gayret sarf ediyorlar. Tüm meslek birliklerinin özellikle toplu hak yönetimi konusunda başarıya ulaştığını söyleyemeyiz. Fakat bu durum, meslek birliklerinin gayreti dışındaki bazı olgulardan kaynaklanabiliyor. Örneğin sinema ve dizi sektöründe, genellikle eser sahibi ve icracı sanatçıların haklarının yapımcıya, dizi sektöründe yapımcının haklarının da televizyon kanalına devredilmesi gibi bir uygulama var. Bu durumda meslek birliğine hak takibi yapacak bir alan kalmıyor. Kişisel kopyalama harcı da yurtdışında meslek birlikleri için önemli bir kaynak. Ancak Türkiye’de bunun da dağıtımı sağlanamadı. Meslek birlikleri bu konuları dile getirdiler. Bildiğim kadarıyla bu konularla ilgili yasa taslağında bazı öneriler gelmişti ama hayata geçmedi.

EAK: Telif hakları hukuku ile ilgilenen ve bu alana eserleriyle katkı sağlayan bir akademisyen olarak fikri mülkiyet haklarının diğer alanlarına göre telif hakları alanındaki yazın/ makale sayısını yahut akademik çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu eksikliğin sebebi hakkında ne düşünüyorsunuz?

GON: Telif hakları alanındaki yayın faaliyeti son yıllarda arttı. Yalnızca telif hakları değil, sınai mülkiyet bakımından da durum böyle. Bunun içinde bir yandan az önce bahsettiğim, fikri ve sınai haklar konusunda son derece uzmanlaşmış değerli hakimlerimizin yıllardır edindikleri tecrübe ve yaptıkları bilimsel araştırmalar ışığında ortaya koydukları çok kıymetli temel eserler var. Diğer yandan akademik yükseltme ve performans değerlendirme koşullarında gerçekleşen değişiklikler genç akademisyenlerin de yayın sayılarının artmasını sağladı. Ben bu alandaki çalışmaların ileride daha da zenginleşeceğini düşünüyorum. Zira 2019 yılında fikri mülkiyet hukuku doçentlik bilim alanı olarak kabul edildi. Bundan önce fikri mülkiyet hukuku akademisyenlikte bir yan dal olarak görülüyordu. Kendi başına bir anabilim dalı yapılanması yoktu ve doçentlik alanı da sayılmıyordu. Doktoranızı yaptıktan sonra, doçent olabilmek için ya ticaret hukuku ya da medeni hukuk gibi bir temel alandan başvuru yapmanız gerekiyordu; fikri mülkiyet hukukundan başvuramıyordunuz. Öyle olunca tabii akademisyenler önce başvuracakları temel alana ilişkin yayın yapmak durumunda kalıyorlardı, fikri mülkiyet hukukundan eser verseler de bu ancak bir iki yayınla sınırlı kalıyordu. Örneğin benim de temel alanım ticaret hukuku. Her ne kadar bu söyleşiyi fikri mülkiyet hukuku üzerinden yapıyorsak da benim aslında doktora, doçentlik ve profesörlük tezlerim hep şirketler hukuku üzerine. Doçentliği ve profesörlüğü ticaret hukuku dalında aldım. Bu nedenle bir yandan ticaret, diğer yandan fikri mülkiyet hukuku çalışıyorum. Bundan sonra gelecek genç akademisyenler ise, isterlerse sadece fikri mülkiyet hukukuna yoğunlaşabilecekler. Böylece daha derin bilgiye sahip olabilecekler, ulusal ve uluslararası gelişmeleri daha yakından takip edebilecekler, bu alanda daha çok yayın yapabilecekler.  Dolayısıyla bu alandaki yayınların hem artacağını hem de kalitenin yükseleceğini düşünüyorum.

EAK: Okuyucularımız arasında öğrenciler ve mesleğe yeni başlayan meslektaşların da olduğunu biliyorum. Bu nedenle fikri mülkiyet hukuku ve özellikle telif hakları hukuku alanında takip ettiğiniz kişi veya kurumlar varsa bunlardan bahsedebilir misiniz? Telif hukuku ile ilgili yurtdışında yayınlanan makale veya yazınları nasıl ve hangi kanallardan takip ediyorsunuz?

GON: Yurtdışında bu alanda yayınlanan bazı temel dergiler var, Queen Mary Intellectual Property Journal, GRUR  International,  IIC (International Review of Intellectual Property and Competition Law), EIPR (European Intellectual Property Review) gibi. Genç arkadaşlara bu dergileri incelemelerini öneririm. Ayrıca SSRN.com adresinde dünyanın her yerinden akademisyenlerin kamuya açık şekilde yayınlarını paylaştıkları bir platform var, orada da güzel yayınlar çıkıyor. Tabii IPR Gezgini, IPKat, Kluwer Copyright Blog gibi bloglar en güncel gelişmeleri takip etmek açısından çok faydalı. Bu alanda yapılan konferansları da takip etmeye çalışıyorum. 

EAK: Mensubu olduğunuz üniversite kapsamında öğrencileriniz için sunduğunuz Pan-European Seal Programından konuyu açmak istiyorum. Sizin ve çalışma arkadaşlarınızın bu hususa verdiğiniz önemi ve titizlikle gerçekleştirdiğiniz çalışmalarınızı takip ediyorum. Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) nezdindeki görevimin süresi içinde öğrencilerinizin bir kısmı ile tanışma fırsatı bulabildim. Birçoğu ile hala iletişimimiz devam etmekte J Bu vesileyle Pan European Seal programından (kapsamı, avantajları ve konusu gibi) ve bu programın nasıl ortaya çıktığından bahsedebilir misiniz?

GON: Bunu duyduğuma çok sevindim! Alicante’de çalışabilmek büyük bir ayrıcalık. Biz BİLFİM olarak üniversitemizdeki başvuruları koordine ediyoruz ama bazen keşke ben de öğrenci olsam, gidip orada çalışabilsem diye düşünüyorum 😊

Pan European Seal programının kuruluşundan beri İstanbul Bilgi Üniversitesi – BILFIM olarak programın üyesiyiz. Türkiye’den programa katılan tek üniversiteyiz. Bu programın öncesinde, EUIPO – ki o zamanki adı OHIM (Office for Harmonization in the Internal Market) idi – üniversiteler arasında işbirliğini sağlamak üzere bir üniversite ağı kurmuştu. Biz OHIM’deki kişisel networkümüz sayesinde bu ağa girmeyi başardık. Başlangıçta her yıl Alicante’de bir öğrenci semineri yapılıyordu; konular dağıtılıyordu, hukuk fakültemizden de her yıl bir öğrencimiz, seçtiği bir konuda oraya gidip sunum yapıyordu. Daha sonra bu program bir staj programına dönüştürüldü. Avrupa Patent Ofisi (EPO) de dahil oldu. Hedef, fikri mülkiyet bilincini artırmak, geleceğin fikri mülkiyet hukuku profesyonellerinin yetişmesine katkı sağlamak. Her yıl belli sayıda ücretli stajyer alınıyor. Bu programa katılanların, orada elde ettikleri bilgi ve becerilerle program sonrasında iş bulmalarının kolaylaştırılması amaçlanıyor. Programa katılanlar hem bir departmanda çalışıyor hem de birçok eğitim programına dahil olabiliyorlar.

Geçenlerde EUIPO’nun ilgili birimi, Pan European Seal ağına dahil üniversitelere bir sunum yaptı. Orada yıllar içinde EUIPO’ya en yüksek sayıda stajyer gönderen ülkeler arasında bizim bulunduğumuzu görüp çok mutlu olduk. Üniversitemizden sadece hukukçular değil, mühendislik, iletişim gibi başka bölümlerden de başvuru alıyoruz. Zira hem EUIPO’nun hem de EPO’nun insan kaynaklarından ar-ge’ye kadar birçok farklı departmanına stajyer alınıyor. Dördüncü sınıfta okuyan veya programı yeni bitirmiş lisans ve yüksek lisans mezunlarımız başvurabiliyorlar. Biz bir ön eleme yapıyoruz. EUIPO ve EPO’nun izin verdiği sayıda adayın ismini bildiriyoruz. Bundan sonrasını kurumlar üstleniyor ve kendi stajyer ihtiyaçlarına göre adaylar arasından seçim yapıyorlar. Bu programa katılma şansını yakalayan arkadaşların Türkiye’deki iş başvuruları bakımından kendilerine bir avantaj sağladığını düşünüyorum.

EAK: Üniversitelerdeki fikri mülkiyet hukuku eğitimlerini veya derslerini yeterli buluyor musunuz? Lisans eğitiminde öğrencilerde bu alana yönelik yeteri kadar farkındalık oluşturulduğu kanaatinde misiniz?

GON: Bizim üniversitemizde fikri mülkiyet hukuku uzun yıllardır zorunlu ders programı içerisinde. Lisans eğitiminde biz bu farkındalığı vermeye çalışıyoruz. Bu konu ekonomi açısından çok önemli. Sanayide, teknolojiye dayalı sektörlerde, hizmet sektörlerinde, sinema, dizi, müzik, edebiyat, sanat, reklamcılık gibi birçok kültür endüstrisinde, yazılım ve bilgisayar oyunu piyasasında, kısacası ekonominin birçok alanında fikri mülkiyet konusu ürünler çok değerli. Yüksek lisans düzeyine gelen öğrenciler bu konunun önemini kavrıyorlar ve bu alana ilgi gösteriyorlar.

EAK: Son iki yılımız pandemiyle geçtiği için bu konuyla ilgili soru sormadan röportaja son vermek istemedim. Pandemi sürecini, özellikle kapanma dönemini nasıl geçirdiniz ve geçiriyorsunuz? Pandemiyle birlikte kişisel ve meslek hayatınızda neler değişti? Kişisel ve mesleki yaşantınız bakımından pandemiyi fırsata çevirdiğinizi söyleyebilir misiniz?

GON: Pandemi sürecinde ilk kapanma döneminde açıkçası biraz tempoyu düşürme, koşturmacayı azaltma ve dinlenme imkanı bulduğum için sevinmiştim. Zira çok yoğun bir tempoda ders, konferans, toplantı vs. koşturuyorduk. İlk zamanlar bu koşturmacanın durması bana sakinlik ve huzur verdi. Ama baştaki sakinliğin yerini kısa sürede başta türlü yoğunluklar aldı. Tüm eğitim, sınav, tez jürisi vs. faaliyetlerimizi online ortama taşımak durumunda kaldık. Ders veriş şeklimizi, sunumlarımızı, sınav yapış şeklimizi değiştirdik. Başlangıçta öğrencilerimiz için power point dosyalarına ses kayıtları yaptık. İkinci yıl Zoom platformunda online ders vermeye başladık. Bu arada İstanbul trafiğinde harcamaktan tasarruf ettiğimiz zamanı da başka işlere harcarken bulduk kendimizi. Örneğin bir tez savunma tutanağı için ıslak imza toplamak başlı başına bir iş haline geldi. Tuhaf bir şekilde iş yükümüz arttı. Toplantılar, konferanslar Zoom ortamına taşındı. Dolayısıyla pandemiyi özel olarak fırsata çevirecek bir vakit bulduğumu söyleyemem. Bu arada evdeki zamanımızda sağlığımıza, beslenmemize dikkat ettik. Zaten pandemi başlı başına sağlıklı olmanın önemini ortaya koydu. Kişisel yaşamda da dostlukların, sevdiklerimizle birlikte olabilmenin anlamını daha iyi kavradık. Bu açılardan hayata bakışımın biraz değiştiğini söyleyebilirim. İş – özel yaşam dengesini kurmak her zaman mümkün olmuyor ama buna gayret etmek lazım.

EAK: IPR Gezgini’nin Türkiye’de fikri haklar özellikle telif hakları alanına katkısını olumlu veya olumsuz yönleriyle değerlendirebilir misiniz? Bizlere kendimizi geliştirmemiz için önerileriniz olur mu?

GON: IPR Gezgini’ni çok başarılı buluyorum. Yıllar içinde içerik çok zenginleşti. Özellikle güncel mahkeme kararlarının ele alınması, yeni, ilgi çekici konulara değiniliyor olması çok faydalı. Fikri mülkiyetle ilgilenen öğrencilerime de tavsiye ediyorum. Hem IPR Gezgini konusundaki emekleriniz, hem de bu söyleşiye davetiniz için tekrar teşekkür ederim.



Hocamıza söyleşi önerimizi kabul ettiği, nezaketi ve içten yanıtları için çok teşekkür ediyoruz.

Bir sonraki SÖYLEŞİYORUZ‘da görüşmek üzere!

IPR GEZGİNİ

Eylül 2021

iprgezgini@gmail.com

ESER SAHİBİNİN MANEVİ HAKLARINDAN “ESERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINI MEN HAKKI”

Eserde değişiklik yapılmasını men hakkı telif hakkı yasasının genel teorilerinden biri olan kişilik hakları teorisinin telif hakları yasalarındaki karşılığıdır. Kişilik teorisi, hem Avrupa Birliği (AB) nezdindeki düzenlemeler hem de bu düzenlemelerden etkilenen ulusal hukukumuz üzerinde oldukça fazla etkiye sahiptir. Bu teori, fikir ürünlerinde kişilikle ilgili bir nitelik görmektedir.

Kişilik teorisine göre, eser, eser sahibinin kişiliğinin bir yansıması veya uzantısıdır.[1] Eser sahibi, eseri aracılığıyla kendini tanımlar ve toplumla bağlantı kurar. Eser ile sahibi arasındaki yakın duygusal ilişki nedeniyle eser sahibinin eser üzerindeki kişisel menfaatlerinin korunması gerekir.[2] Kişilik teorisinin yansıması olarak, eser, fiziki olarak bir başkasına devredilse dâhi eser sahibinin, esere yabancılaşması engellenmektedir. Bu nedenle kişilik teorisine önem veren ülkeler, eser sahibi bakımından manevi hakları vazgeçilmez nitelikteki haklar olarak düzenlemiştir.

Ulusal hukukumuz bakımından ise eser sahibine, birtakım manevi haklar tanınmıştır. Bu haklar 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.14 hükmünde düzenlenen “Umuma arz salahiyeti”, FSEK m.15 hükmünde düzenlenen “Adın belirtilmesi salahiyeti”, FSEK m.16 hükmünde düzenlenen “Eserde değişiklik yapılmasını menetmek” ve FSEK m.17 hükmünde düzenlenen “Eser sahibinin zilyed ve malike karşı hakları” dır.

Bu yazının konusu ise eser sahibinin en önemli manevi haklarından birisi olan ve uygulamada sıkça karşılaşılan “eserde değişiklik yapılmasını men hakkı” dır.  FSEK m.16 hükmüne göre eser sahibinin izni olmadıkça eserde veya eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz. Eser sahibinin adı, eserin içeriği,  adı ile şekli bakımından bir bütünlük arz eden eserin bütünlüğünün korunması hususunda eser sahibinin manevi çıkarı bulunmaktadır.[3] Çünkü eser sahibinin hususiyeti, eserin her parçasında kendisini göstermektedir. Bu kapsamda, eser üzerinde eser sahibinin izni dışında yapılacak değişiklikler hususiyete, eser sahibinin ününe ve şerefine zarar verebileceği gibi eserin bütünlüğünü de  bozabilir.[4]

Bern Anlaşması 6. tekrar maddesinin 1. fıkrası da bu yönde bir hüküm sevk etmiştir. Söz konusu hükme göre; eser sahibi, haiz olduğu mali haklardan müstakil olarak ve hatta bu hakların devrinden sonra dâhi eserin kendi eseri olduğunu beyan etmek ve bu eserin kendi şeref ve şöhretine zarar veren her türlü bozuluşuna, parçalanışına veya herhangi bir şekilde değişikliğe uğratılmasına yahut aynı eserin başka herhangi bir suretle haleldar edilmesine muhalefet etme hakkını bütün hayatı boyunca muhafaza eder.

Eser sahibi, eseri ile kendini ifade etmektedir. Bu nedenle eserdeki değişiklikleri men hakkı, eser sahibinin ifade özgürlüğü hakkı ile de ilişkilidir. Anayasa Mahkemesi’nin 2014/5433 sayılı bireysel başvuru hakkında verdiği 11/07/2019 tarihli kararında[5] “…demokratik bir toplum için büyük önem taşıyan, alenileşmiş olması nedeniyle artık insanlığın fikri servetinin herkese açık bir parçası haline gelen bir sanat eserinin ve dolayısıyla Anayasa tarafından koruma altına alınmış olan sanatsal ifade özgürlüğünün korunması noktasında gösterilmesi gereken hassasiyet somut başvuruda kamu gücünü kullanan organlarca gösterilmemiştir.” İfadesine yer vererek heykelin, eser sahibinin izni olmadan, Kars Belediye Meclisi 01/02/2011 tarihli kararı ile kaldırılmasının sanatçının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, heykel, Kars Belediyesi tarafından belirli bir ücret karşılığında başvurucuya yaptırılmış ve ücreti başvurucuya tam olarak ödemiş olsa ve eser, üçüncü kişilerin tasarrufuna terk edilmiş olsa bile manevi hakların eser sahibince hayatı boyunca kullanılabilen haklar olduğunu kararda açıkça belirtmiştir. Buradan çıkacak sonuç, esere fiziken sahip olan kişinin diğer bir deyimle aslın maliki ve zilyedinin, eseri kullanırken eser sahibinin haklarına riayet etmesi gerektiğidir. Aslın maliki eseri bozamaz, değiştiremez ve yok edemez[6]. Hatta malikin eseri kullanma şekli, teşhir yeri ve biçimi yahut satışa çıkarılma tarzı eser sahibinin şeref ve itibarını zedelememeli ve eseri korumak için gerekli tedbirleri almalıdır. Aslın malikinin eserin korunmasına yönelik sorumluluğu, objektif özen yükümlülüğüdür. Aksi hâlde eser sahibinin FSEK m.16 ve 17 hükümlerinin ihlali gündeme gelecektir.[7]

Eserin doğrudan veya dolaylı olarak değiştirilmesi yahut esere zarar verici davranışlar da eser sahibinin eserde değişikliği men etme hakkı kapsamında engellenebilir davranışlardır. Bu kapsamda örneğin, anlam korunsa da eserdeki ifade şeklinin değiştirilmesi, eserle verilmek istenen mesajın değiştirilmesi yahut eserin farklı renge boyanması durumunda esere dolaylı müdahale söz konusudur.[8] Yapılacak değişikliklerin olumlu veya olumsuz olması sonucu değiştirmemektedir. Çünkü aksi halde üçüncü kişilere sınırsız bir takdir hakkı tanınmış olur.[9] Bu kapsamda örneğin acıklı sonla biten bir hikâyenin mutlu son şeklinde değiştirilmesi veya bir heykelin farklı renge boyanması durumunda da eser sahibinin eserde değişikliği men hakkını ihlal etmektedir.

Yargıtay bir kararında[10], eser sahibinin projesine uygun olarak yapılan boyanın değiştirilmesinin, eserin orijinal hâlini bozduğu için, eser sahibinin eserde değişiklik yapılmasını men hakkının ihlal edildiğini belirtilerek, eserin projeye uygun olarak boyatılmasına karar vermiştir.[11] Yargıtay bir başka kararında[12] da, eser sahibinin “Hitit Gözü” adlı rölyef eserinin tadilatı sırasında gereken özenin gösterilmemesi gerekçesiyle eski hâle getirilmeyecek derecede zarar görmüş olduğundan eser sahibinin eserde değişiklik yapılmasını men hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. [13]

Yargıtay’a göre, bir musiki eserin, mahiyetine uygun olmayacak şekilde, başka bir müzik aletiyle ve eserin hususiyetini bozacak biçimde icrasının eser sahibinin manevi haklarına halel getirmektedir. Yargıtay bir kararında[14] “Çile Bülbülüm” adlı musiki eserin mahiyetine aykırı şekilde icra edilip edilmediğinin ve bestenin çalınması esnasında kullanılan müzik aletinin çıkardığı sesin eserin özelliğin ve hususiyeti ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. [15]

Eserde kısaltma veya esere ekleme yapılması da eserin değiştirilmesine yol açtığından, izinsiz şekilde yapılan bu ekleme veya çıkartmalar eser sahibinin manevi hakkının ihlaline sebebiyet vermektedir. Yargıtay bir kararında[16], eser sahibinin sualtı belgeselinin kısaltılması yoluyla yapılan değişikliğin, eser sahibinin manevi haklarını ihlal ettiğini ifade etmiştir.[17]

Ontario Yüksek Mahkemesi bir kararında[18] davacı heykeltıraş Micheal Snow’un  60 adet kazın uçarkenki doğal görüntüsünü yaptığı heykelde yer alan kazların boyunlarına, Noel sebebiyle kırmızı kurdeleler takılması üzerine, kurdelelerin, sanatçının eserin amacı ve karakterine dair öznel niyetinin makul olduğu ölçüde dikkate alınması gerektiğini belirtmiş ve mahkeme, yapılan eklemenin eseri bozulduğu ve değiştirdiği gerekçesiyle,  kazların boynunda yer alan süslemeleri, çıkarılmasına karar vermiştir.

FSEK m.16 hükmünde yer alan “eser” kavramının geniş yorumlanmakta ve eserin adı ve alametlerinde yapılacak olan değişiklikler FSEK m.16 hükmünün ihlali kapsamında değerlendirilmiştir.[19]

Kanunun veya eser sahibinin müsaadesiyle bir eseri işleyen, umuma arz eden, çoğaltan, yayımlayan, temsil eden veya başka bir suretle yayan kimse; işleme, çoğaltma, temsil veya yayım tekniği icabı zaruri görülen değiştirmeleri eser sahibinin hususi bir izni olmaksızın da yapabilir. İstisna kapsamında olan, tekniğin icabı zaruri görülen değiştirmelerdir. İstisnanın kapsamı hususunda FSEK hükmünde bir belirleme yapılmadığı için her somut olaya göre değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu durum, hükmün geniş ve kötü kullanımına yol açabilecek niteliktedir.[20] Kasten yapılmış olmayan imla ve yazım yanlışlarının düzetilmesi yahut müfredata uygunluk için gerekli olan değişiklikler yahut mizanpaj değişiklikleri bu kapsamdadır. Zaruri durumlar dışında yapılacak değişikliklere izin vermek hakkı eser sahibindedir ve bu hakkın aslen veya devren iktisabı mümkün değildir.[21]

Zaruri olan değişikliklere dair istisnanın mimari eserler için de geçerli olup olmayacağı hususunda fikir birliği bulunmamaktadır. Doktrindeki birinci görüşe göre, mimari eserler bakımından fonksiyonellik estetik görünümünden önce geldiğinden bu eserler bakımından, Eser sahibinin şeref ve haysiyetine halel getirilmeksizin, mimarın izni olmaksızın haklı sebeplerle değişiklik yapılması mümkündür.[22] Tekinalp’e[23]göre, eserin dürüstlük kurallarına uygun olarak bakım ve tamiri de istisna hükmü kapsamında değerlendirilmelidir. Doktrindeki diğer görüşe göre ise, bir mimari eserde yapılan esaslı değişiklik, eser sahibinin işlenme hakkının ihlal edeceğinden mimari eserler bakımından istisna hükmünün uygulanmaması gerekmektedir.[24]Kılıçoğlu’na[25] göre ise mimari projede değişikliğin haklı nedene dayanması, değişikliğin ekonomik yahut teknik sebeple zorunlu olması durumunda eser sahibinin mesleki onur ve itibarına zarar vermemek ve mümkün mertebe eserin mahiyetini ve hususiyetini bozmamak koşuluyla mimari projelerde değişiklik yapılaması mümkündür.

Yargıtay kararlarında genel eğilim, teknik zorunluluklar nedeniyle yapılan değişikliklerin hak ihlali sayılmayacağını belirtmektedir. Yargıtay bir kararında[26], Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali’nin mimari projesinde yapılan teknik değişikliklerin eserin estetik görünümünü değiştirmeyeceği ve kullanım amacı bakımından zorunlu değişiklikler olduğu, sebebiyle eser sahibinin hususi bir izni olmaksızın yapılabileceğini ifade etmiştir.[27]

Yargıtay başka bir kararında[28] da“…stadyumun ihtiyaca cevap vermemesi nedeniyle tadilatın zorunluluktan kaynaklandığı…” ifadesine yer vererek eser sahibinin manevi hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır.[29]

Berlin Bölge Mahkemesi’nin 2006 yılında verdiği bir kararda[30], davacı Meinhard von Gerkan tarafından, katedrallerin başkilise olma özelliğine atfen, katedrallarin tonozlu tavanlarından ilham alınarak tasarlanan Berlin tren istasyonunun, Almanya Demiryolu İşletmesi tarafından maliyetlerin azaltılması amacıyla değiştirilerek inşa edilmesine nedeniyle açılan davada, mahkeme, mimarın orijinal tasarımının tahrif edildiği gerekçesiyle telif hakkı ihlalinin bulunduğunu belirterek, tavanın projede yer aldığı şekilde inşa edilmesine karar vermiştir.

Yine Amerika Birleşik Devletleri temyiz mahkemesi tarafından verilen karar sonucunda, davalının eser sahibi olan grafiti sanatçılarına haber vermeksizin kendi izniyle yapılan grafitiye zarar vermesinin Görsel Sanatçı Hakları Yasası’nı (VARA) doğrudan ihlal ettiğini tespit etmiştir. [31](VARA (§ 106A)

Bir binanın önemli bir kısmının reklam panosu ile kaplanması üzerine açılan davada, Çekya Yüksek Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin söz konusu durumunun esere zarar verme teşkil etmediği gerekçesine katılmadığını ifade etmiştir.[32]

Eser, eser sahibinin yazılı izni ile değiştirilebilecektir. Eserin değiştirilmesine dair yetkinin sınırsız, kayıtsız ve şartsız devri mümkün olmadığı gibi haklı sebebin bulunması durumunda verilen izin geri alınabilecektir.[33] Belirtmek gerekir ki eser sahibi, eserin değiştirilmesine dair kayıtsız ve şartsız olarak yazılı izin vermiş olsa bile şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilir. (FSEK m.16/3) Men yetkisi esere dolaylı şekilde yapılacak müdahaleleri de kapsamaktadır.[34] Örneğin, ailelere hitap eden bir sinema filminde kullanılmasına izin verilen eserin, cinsel içerikli filmlerde kullanılması eser sahibinin FSEK m.16 hükmünde kullanılan hakkının ihlali anlamına gelecektir. Menetme yetkisinden, bu hususta sözleşme yapılmış olsa bile vazgeçmek hükümsüzdür. Eser sahibinin men yetkisi, yasa tarafından izin verilen değişiklikler için de

bulunmaktadır. Bu kapsamda, temsil veya yayım tekniği icabı zaruri görülen değişiklikler eser sahibinin şeref ve itibarını düşürüyorsa veya eseri bozuyorsa söz konusu değişikler eser sahibi tarafından men edilebilecektir.[35]

Sonuç olarak, eser sahibine kanun ile koruma sağlanarak emek ödüllendirilse de eser arasındaki duygusal bağa saygı göstermelidir. Bu nedenle eserden doğan mali haklar devredilmiş olsa dâhi eserde veya eser bütünlüğünde değişiklik yapılmasının önüne geçilebilmesi gerekir. Yazarın eser üzerindeki kontrolü, ekonomik hakların devri ile sona ermemeli ve kanun, kontrolün devamını sağlamalıdır.

Elif AYKURT KARACA

elifaykurt904@gmail.com

Ağustos 2021


[1] Yoo, Christopher S., “Rethinking Copyright and Personhood” (2019). Faculty Scholarship at Penn Law. 423.
https://scholarship.law.upenn.edu/faculty_scholarship/423, s.1039-1078, s.1041,

[2] Yoo, s.1041.

[3] Odabaş, F.A. “Eser üzerindeki Manevi Haklar”. İstanbul Barosu Dergisi, C.90 Sa.4,2016,

s.117-135, s.124.

[4] Güneş, İ. Eser Sahibinin Manevi Hakları ve Uygulama, Terazi Hukuk Dergisi, C.3 Sa.19, 2008, s.-67-76, s.73; Odabaş, s.125.

[5] Söz konusu karar, 30959 Sayılı, 25/11/2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

[6] Her ne kadar FSEK m.16 kapsamında “yok etme” fiili yer almasa da “çok azı kapsar” prensibi gereği, eserin değiştirilmesi korunuyorken ortadan kaldırılması da aynı şekilde korunmalıdır. Alman Telif Hakkı Yasası’nda da “eserin yok edilmesi” m.14 kapsamında düzenlenen “Eserin tahribatı” kapsamında yer almasa da Federal Yüksek Mahkeme, eser sahibi ile eser arasındaki bağı koparacağı için, eserin yok edilmesinin en güçlü ve şiddetli bozulma/ tahribat biçimi olduğunu ifade etmiştir.  Ancak bu durumda, esere fiziken sahip olan kişinin/ mülk sahibinin meşru menfaatleri ile eser sahibinin menfaatinin tahrip edilen eserin tek nüsha olup olmadığı, eserin özgünlük düzeyi, eser sahibinin eseri geri alma veya kopyalama fırsatına sahip olup olmadığı gibi hususlar dikkate alınarak dengelenmelidir.

[7] Yargıtay HGK 21/10/2020 tarihli 2017/137 E., 2020/806 K. sayılı kararı.

[8] Yavuz, L./ Alıca, T. / Merdivan, F. (2013). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, Cilt 1, Birinci Bası, Ankara, s.460-461.

[9] Güneş, s.73.

[10] Yargıtay 11. HD 22/06/1998 tarihli 1998/3246 E., 1998/4717 K. sayılı kararı.

[11] Erdil, E. (2009). İçtihatlı ve Gerekçeli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, İstanbul, s.547.

[12] Yargıtay 11. HD 23/01/2007 tarihli 2005/13649 E., 2007/689 K. sayılı kararı.

[13] Erdil, s.526.

[14] Yargıtay 11. HD 11/02/1983 tarihli 4-70 E., 123 K. sayılı kararı.

[15] Erdil, s.554.

[16] Yargıtay 11. HD 06/03/2000 tarihli 2000/863 E., 2000/1762 K. sayılı kararı.

[17] Bulut, B. (2020). Sinema Eserlerinde Hak Sahipliği, Ankara, s.125.

[18] 08.12.1982 tarihli 70 CPR (2d) 105 sayılı kararı. (Karar https://www.cipil.law.cam.ac.uk/virtual-museum/snow-v-eaton-centre-ltd-1982-70-cpr-2d-105 adresinden alınmıştır.)

[19] Bkz. Yargıtay 11. HD  16/09/2019 tarihli 2019/2476 E.,  2019/5446 K. sayılı kararı.

[20] Karakuzu Baytan, D. (2005). Fikir Mülkiyeti Hukuku Kavramlar. İstanbul, s.47.

[21] Bulut, s.123.

[22]Ateş, M. (2003). Fikir ve Sanat Eserleri Üzerindeki Hakların Kapsamı ve Sınırlandırılması. Ankara, s.150

[23] Tekinalp, Ü. (2012). Fikrî Mülkiyet Hukuku. Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 5. Bası, İstanbul, s.173.

[24] Üstün, G. (2001), Fikrî Hukukta İşleme Eserler. İstanbul, s.120-121.

[25] Kılıçoğlu, A. (2013). Sınai Haklarla Karşılaştırmalı Fikrî Haklar, Genişletilmiş Gözden Geçirilmiş 2. Bası, Ankara, s.277.

[26] Yargıtay 11. HD 07/12/2007 tarihli 2006/8353E., 2007/15508 K. sayılı kararı.

[27] Öztunalı, D. (2010). Eser Sahibinin Manevi Hakları. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul, s.109.

[28] Yargıtay 11. HD 24/04/2008 tarihli 2007/9568 E., 2008/5481 K. sayılı kararı.

[29] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.482.

[30] Karar, Harvard CopyrightX derslerinde Prof. William Fisher tarafından işlenmiş ve söz konusu derslerde tutulan notlardan işbu makaleye aktarılmıştır.

[31] Karar, Harvard CopyrightX derslerinde Prof. William Fisher tarafından işlenmiş ve söz konusu derslerde tutulan notlardan işbu makaleye aktarılmıştır.

[32] Rosati, Eleonora, Czech Court Rules That Placement Of Advertisements On A Building Constitutes A Moral Rights Infrigment, April, 2020, ipkitten.blogspot.com adresinden alınmıştır.

[33] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.464-466.

[34] Odabaş, s.125.

[35] Yavuz/ Alıca/ Merdivan, s.471.


KAYNAKÇA

Ateş, M. (2003). Fikir ve Sanat Eserleri Üzerindeki Hakların Kapsamı ve Sınırlandırılması. Ankara.

Bulut, B. (2020). Sinema Eserlerinde Hak Sahipliği, Ankara.

Erdil, E. (2009). İçtihatlı ve Gerekçeli Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, İstanbul.

Güneş, İ. Eser Sahibinin Manevi Hakları ve Uygulama, Terazi Hukuk Dergisi, C.3 Sa.19, 2008, s.-67-76

Karakuzu Baytan, D. (2005). Fikir Mülkiyeti Hukuku Kavramlar. İstanbul.

Kılıçoğlu, A. (2013). Sınai Haklarla Karşılaştırmalı Fikrî Haklar, Genişletilmiş Gözden

Geçirilmiş 2. Bası, Ankara.

Odabaş, F.A. “Eser üzerindeki Manevi Haklar”. İstanbul Barosu Dergisi, C.90 Sa.4,2016,

s.117-135.

Öztunalı, D. (2010). Eser Sahibinin Manevi Hakları. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.

Tekinalp, Ü. (2012). Fikrî Mülkiyet Hukuku. Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 5. Bası,

İstanbul, s.173.

Üstün, G. (2001), Fikrî Hukukta İşleme Eserler. İstanbul, s.120-121.

Yavuz, L./ Alıca, T. / Merdivan, F. (2013). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, Cilt 1,

Birinci Bası, Ankara.

Yoo, Christopher S., “Rethinking Copyright and Personhood” (2019). Faculty Scholarship at Penn Law. 423.
https://scholarship.law.upenn.edu/faculty_scholarship/423, s.1039-1078.