Ay: Mayıs 2025

AVRUPA BİRLİĞİ TASARIM REFORMU



2002 yılından beri yürürlükte olan, eski adıyla Topluluk Tasarımı, yeni adıyla Avrupa Birliği (AB) Tasarımı sistemi, zamanla değişen ihtiyaçlara karşı yetersiz kalmaya başlamıştı. Dijitalleşmenin etkisiyle ürün biçimleri büyük ölçüde çeşitlenirken, üye devletler arasındaki uygulama farklılıkları da sistemin bütünlüğünü zorluyordu. Bu gelişmeler, AB tasarım sisteminin kapsamlı bir şekilde güncellenmesini zorunlu kıldı.

Bu ihtiyaca yanıt olarak, 2024 yılında 2024/2822 sayılı Tüzük ve 2024/2823 sayılı Direktif kabul edilerek yürürlüğe girdi. Yeni düzenlemelerle hem terminoloji sadeleştirildi hem de başvuru süreçleri dijital çağa uyum sağlayacak şekilde yeniden tasarlandı. Örneğin, grafik kullanıcı arayüzleri, ikonlar veya dijital yüzey desenleri gibi içerikler de daha açık bir şekilde koruma kapsamına alındı​.

Bu yazıda, reformla birlikte gelen başlıca değişiklikleri ele alırken, bu dönüşümün hem uygulayıcılar hem de tasarımcılar açısından ne tür sonuçlar doğurduğunu tartışacağız. Belki başka bir yazıda ise bu reformların Türkiye’deki tasarım uygulamalarına nasıl yansıyabileceği ya da ülkemizdeki sistemde ne tür geliştirmeler yapılabileceğini irdeleme fırsatı buluruz.

2024 reformuyla birlikte AB tasarım hukukunun temel taşları olan iki ayrı metin güncellendi: 2024/2822 sayılı Tüzük ve 2024/2823 sayılı Direktif.

Reformun en dikkat çekici yapısal değişikliklerinden biri, artık “Topluluk Tasarımı” (Community Design) ifadesinin kullanılmayacak olması. Bunun yerine daha sade ve kapsayıcı bir terminoloji tercih edilerek “AB Tasarımı” (EU Design) terimi getirildi​. Bu değişiklik, sistemin hem daha anlaşılır olmasını hem de AB içinde tasarım korumasına ilişkin ortak bir kimlik oluşturmasını hedefliyor (8). (Yazıda bazı cümlelerin sonunda yer alan parantez içerisindeki sayılar, yazı sonundaki yer verilen kaynakçadaki numaralar esasında yararlanılan kaynakları işaret etmektedir.)

Bunun yanı sıra, başvuru ve tescil süreçlerinde sadeleştirme amacıyla bir dizi teknik düzenleme yapıldı. Örneğin çoklu tasarım başvurularında sınıf bazlı kısıtlama kaldırılarak tek bir başvuru içinde farklı Lokarno sınıflarına ait tasarımların sunulmasının önü açıldı (3)​. Bu konuyu daha detaylı olarak yazı içerisinde tartışacağım.

Bu yeni yapı, hem kullanıcı dostu bir sistem oluşturmayı hem de üye devletler arasında daha uyumlu ve etkili bir uygulama ortamı yaratmayı amaçlıyor.

2024 reformu, sadece başvuru süreçlerini değil, “tasarım” ve “ürün” kavramlarının tanımını da günümüz ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirdi. Böylece, AB tasarım hukukunun koruma kapsamı hem genişletildi hem de daha net sınırlarla tanımlandı.

Yeni düzenlemeye göre, bir tasarım artık yalnızca ürünün dış görünüşüyle sınırlı değil; hareket, geçiş efektleri veya animasyon gibi dinamik unsurları da içerebiliyor. Bu sayede örneğin, bir kullanıcı arayüzündeki animasyonlu geçişler ya da mobil uygulamalardaki hareketli ikonlar da artık açıkça tasarım korumasına dahil​ oldu.

Ayrıca “ürün” tanımı da gözle görülür şekilde genişletildi. Artık bir ürün, fiziksel bir nesneyle sınırlı olmak zorunda değil. Dijital içerikler, grafik kullanıcı arayüzleri (GUI), ikonlar, yüzey desenleri, tipografik yazı karakterleri ve hatta dijital ortamlarda var olan soyut biçimler de ürün kapsamına açıkça giriyor (3)(6). Bu değişiklik, özellikle yazılım, oyun, uygulama ve teknoloji tabanlı sektörlerde faaliyet gösteren tasarımcılar için önemli bir koruma alanı sağlıyor.

Her ne kadar Tasarım Direktifi’nin 26(1) maddesi, tasarımların statik, dinamik veya animasyonlu şekilde; çizim, fotoğraf, video, bilgisayar modelleme gibi çeşitli yöntemlerle sunulabileceğini açıkça belirtse de, uygulamadaki sınırlamalar henüz bu esnekliği tam olarak yansıtmıyor. Özellikle başvuru sahipleri açısından, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nin (EUIPO) tasarım temsillerine video ile başvuru imkânı tanıması ya da yalnızca yedi görünümle sınırlı sunum kuralını kaldırması, hem diğer ofislerle uygulama birliği hem de AB marka uygulamalarıyla uyum açısından önemli bir adım olarak görülüyor(3). Ancak yakın zamanda yayımlanan EUIPO Tasarım Kılavuzu taslağında bu yönde bir değişikliğe yer verilmemesi, yakın vadede köklü bir uygulama dönüşümüne dair umutları zayıflatıyor (3). Hatta 3D animasyonlar yoluyla hareket simülasyonu oluşturmak hâlâ yalnızca yardımcı bir sunum yöntemi olarak değerlendiriliyor ve geleneksel, statik görünümlerin yerine geçmediği belirtiliyor (3).

AB Tasarım Reformu’nun en dikkat çekici yönlerinden biri, başvuru ve tescil süreçlerinin kullanıcı dostu hale getirilmesi.

Bahsetmek istediğim ilk önemli değişiklik, çoklu başvuru kriterlerinin esnekleştirilmesi. Eskiden birden fazla tasarımın aynı başvuruda yer alabilmesi için hepsinin aynı Lokarno sınıfına ait olması gerekiyordu. Yeni düzenlemeyle bu sınırlama kaldırıldı; artık farklı ürün kategorilerine ait en fazla 50 tasarım, tek bir başvuruda sunulabiliyor​.

Ancak dikkat; 11 ve üzeri tasarım içeren başvurularda, her ek tasarım için ek ücret talep ediliyor. Bu da büyük ölçekli başvurular yapan firmalar için maliyetleri artırabilecek bir unsur (8). Yani sistem bir yandan kolaylaştırılmışken, diğer yandan daha fazla tasarım başvurusu yapanlar için artan bir maliyet yönetimi stratejisi gerektiriyor.

Ücretlendirme sisteminde görebildiğim diğer değişiklikler ise, yeni sistemde başvuru ve tescil ücretleri tek bir kalemde toplanarak daha sade hale getirilmiş durumda. Yenileme ücretleri ise başvuru süresine göre kademeli olarak artırılıyor: Örneğin, ilk beş yıl için 150 Avro olan yenileme ücreti, dördüncü dönem sonunda 700 Avro’ya kadar çıkabiliyor (5)​. Bu yapı ile uzun süreli tescil taleplerini daha planlı hale getirilmesinin amaçlandığını düşünüyorum.

Tasarım reformunun en çok tartışılan konularından biri de tamir klozu (repair clause) oldu. Bu düzenleme aslında tamamen yeni değil; kökeni, 98/71/EC sayılı Direktif’in 14. maddesine ve 6/2002 sayılı Tüzük’ün 110. maddesine kadar uzanıyor. Ancak önceki düzenlemeler, bu hükmün uygulanmasını üye devletlerin takdirine bıraktığı için yıllar boyunca parçalı ve çelişkili bir uygulama alanı oluşmuştu​.

Bazı ülkeler (örneğin, Fransa ve İtalya), görünür yedek parçalara tasarım koruması tanırken; Almanya ve İngiltere gibi diğerleri, “must-match” istisnası çerçevesinde bu tür parçaların koruma dışında bırakılmasını benimsedi​. Bu durum, özellikle otomotiv sektörü başta olmak üzere birçok sektörde hem tasarım sahiplerini hem de yedek parça üreticilerini çelişkide bıraktı.

Yeni düzenlemeyle birlikte, bu konuya da bir açıklık getirilmiş oldu. 2024/2822 sayılı Tüzük 20a maddesi ve 2024/2823 sayılı Direktif’in 19. maddesi uyarınca, görünürlüğü zorunlu olmayan veya yalnızca onarım amacıyla kullanılan parçalara yönelik koruma açıkça sınırlandırıldı. Bununla birlikte, üreticilerin kullanıcıları bilgilendirme yükümlülüğü getirilerek kötüye kullanımın önüne geçilmesi amaçlandı​.

Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (CJEU) 2017 yılında verdiği kararlar da bu konuda belirleyici oldu. Mahkeme, bir yedek parçanın “tamir klozu”ndan faydalanabilmesi için görsel olarak birebir aynı olması, yalnızca orijinal görünümün geri kazandırılması amacıyla kullanılması ve üreticinin kullanıcıyı açıkça bilgilendirmesi gerektiğini vurguladı​.

Bu reformla birlikte, tamir klozunun tüm AB genelinde zorunlu ve tek tip uygulanması sağlandı.

2024 reformunun en temel yapıtaşlarından biri olan görünürlük ilkesi, yani “Visibility Clause”, tasarım korumasının çerçevesini çizen yeni referans noktası hâline geldi. Artık bir tasarımın tescil koruması altına alınabilmesi için yalnızca “kullanım sırasında görünür” olması yetmiyor; başvuru sırasında nasıl sunulduğu, yani görsel anlatımı da belirleyici hale geliyor (1).

Bu düzenlemenin özellikle kompleks ürünler için kritik olduğunu düşünüyorum. Örneğin, bir otomobil farı ya da kulaklık iç yüzeyinde yer alan görsel detaylar, doğru şekilde sunulmazsa tescil dışında kalabilir.

Görsel anlatımların, korumanın kapsamını belirleyen ve doğrudan hukuki sonuç doğuran en önemli araç olduğunu asla unutmamamız gerekiyor. Burada konuyu kişisel bir yerden de sahiplenmeden edemem, zira, görsel anlatımların hazırlanması, yüksek lisans tezimde (10) üzerine uzun uzun çalıştığım bir konuydu. Reformun, görünürlük ilkesi kapsamında görsel anlatımlara verdiği bu önemi görmek, beni ayrıca mutlu ediyor.

Hepimizin bildiği üzere, tasarım tescilinin kapsamı, korumak istediğiniz her unsuru açık ve net bir şekilde göstermekle belirleniyor. Artık “birkaç çizim yeter” anlayışının yerini, stratejik ve özenli görsel anlatımlara bırakması gerekiyor. Zira bu durum, her ne kadar başvuru için görsellerin hazırlanmasını daha zahmetli hâle getirse de, tasarım hakkının sınırlarının baştan net bir şekilde çizilmesini sağladığı için hem koruma netliği hem de hukuki öngörülebilirlik açısından büyük bir değer taşıyor.

Yazımı bitirirken, AB Tasarım Reformu çerçevesinde tescilli tasarımlar için belirlenen yeni sembolümüz olan işaretinin hepimize güzellikler getirmesini diliyor; biraz mizahi başlıklarla ele aldığım ve kendimce önemli gördüğüm değişiklikleri anlattığım yazımı keyifle okuduğunuzu umuyorum.

Irmak YALÇINER ÖKTEM

irmakyalciner@gmail.com

Mayıs 2025


Kaynakça (Alfabetik Sıralı)

  1. Bacchini, Cristiano. EU Design Reform 2024: Key Changes in Regulation (EU) 2024/2822 & Directive (EU) 2024/2823. 6th International Seminar on Intellectual Property Law, AIPPI Türkiye Sunumu.
  2. Barker Brettell. EU Announces Design Rights Reform from 1 May 2025. Erişim adresi: https://www.barkerbrettell.co.uk/eu-announces-design-rights-reform-from-1-may-2025/
  3. Bardehle Pagenberg. The RCD is Dead – Long Live the EU Design!, 2024. Erişim adresi: https://www.bardehle.com/en/ip-news-knowledge/firm-news/news-detail/the-rcd-is-dead-long-live-the-eu-design
  4. Chapple Sayer & Youle (CSY). EU Design Reform – A Summary of the Key Changes, 2024. Erişim adresi: https://csy-ip.com/eu-design-reform-a-summary-of-the-key-changes/
  5. European Parliamentary Research Service. Revision of EU legislation on design protection. Brifing belgesi, Temmuz 2023. Erişim adresi: https://www.europarl.europa.eu/RegData/etudes/BRIE/2023/751401/EPRS_BRI(2023)751401_EN.pdf
  6. European Union Intellectual Property Office (EUIPO). Design Reform Hub: Terminology and Procedural Changes. Erişim adresi: https://www.euipo.europa.eu/en/designs/design-reform-hub/terminology-procedural-changes
  7. Haseltine Lake Kempner (HLK). The EU Design Reform Package – Modernising IP for the 21st Century, 2024. Erişim adresi: https://www.hlk-ip.com/news-and-insights/the-eu-design-reform-package/
  8. International Trademark Association (INTA). Webinar: EU Design Legislative Reform Overview. 27 Mart 2025, 11:00–12:00 EST, Zoom formatında çevrimiçi etkinlik.
  9. Kirkpatrick. The New EU Design Law Package: What You Need to Know, 2024. Erişim adresi: https://kirkpatrick.eu/news.asp?id=%7B2D2A5458-1CBB-4D55-949C-17112ADA1962%7D
  10. Yalçıner, I. (2012). Visual representation in industrial design registration: A proposed guideline for Turkey based on legal texts and guidelines from eight different jurisdictions and interviews with Turkish Patent Institute examiners [PDF] https://open.metu.edu.tr/handle/11511/22134

Yoksun Kalınan Kazancın Hesaplanmasında Kullanılabilecek “Elde Edilen Net Kazanç” Ölçütü Somut Norm Denetimi Yoluyla Anayasa’ya Uygun Bulundu


Türk fikrî mülkiyet hukukunun aşina olduğu, somut norm denetimi uygulaması, 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) döneminde de birden fazla kez uygulama alanı bulmuştur. Zincirin şimdilik son halkasını ise okumakta olduğunuz yazıya konu Anayasa Mahkemesi (AYM) Karar’ı oluşturmaktadır.

Ankara 1. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi tarafından görülmekte olan; tecavüzün tespiti, durdurulması, önlenmesi ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle açılan bir dava sırasında; hak sahibinin uğradığı zararın unsurlarından olan yoksun kalınan kazancın belirlenmesinde, davacının tercihine göre “sınai mülkiyet hakkına tecavüz edenin elde ettiği net kazanç” usulünün uygulanabileceğine ilişkin SMK m.151/2,b hükmünde yer alan “… elde ettiği net kazanç” ibaresinin; 18.10.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa) m.35 hükmünde düzenlenen mülkiyet hakkı ve m.36 hükmünde düzenlenen hak arama hürriyeti bağlamında Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla somut norm denetimi yolu işletilerek, anılan hükmün iptali için AYM’ye itirazda bulunulmuştur.

AYM; 06.05.2025 tarihli ve 32892 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 11.02.2025 tarihli ve E.2024/176, K.2025/42 sayılı kararı[1] (Karar) ile iptali talep edilen hükmün, mülkiyet hakkına, Anayasa m.13 hükmü kapsamında ölçülü bir sınırlama getirdiğini ve bu bağlamda hükmün Anayasa’ya uygun olduğunu belirterek, itirazın reddine oybirliğiyle karar vermiştir.

SMK’nin hazırlık sürecinde çokça tartışılan itiraza konu hükümle, yoksun kalınan kazancın hesaplanmasında kullanılan ilgili ölçütte değişikliğe gidilmiş ve kanaatimizce yoruma yer bırakmayacak kadar açık bir düzenleme yapılmıştır. Ne var ki SMK yürürlüğe girdikten sonra da önceki dönemde gerçekleştirilen hesaplama yönteminin uygulanmasına devam edilmiştir. Bu bağlamda değişikliğin uygulamaya yansıyan bir etkisi olmamıştır.

İlk Derece Mahkemesince yapılan somut norm denetimi başvurusunda özetle; itiraz konusu kuralla sınai mülkiyet hakkına tecavüz hâlinde hakka tecavüz edenin elde ettiği net kazancın yoksun kalınan kazancın hesaplanmasında esas alınabilmesine imkân tanındığı, bu durumun kişinin dürüstlük kurallarına uygun ticari faaliyetleri sonucunda elde ettiği kazancının da tazminata dâhil edilmesi sonucunu doğurduğu, eylemin farklı kişilere karşı gerçekleştirilmesi hâlinde elde edilen kazancın hangi hak sahibine ödeneceğinin belirsiz olduğu, tazminatın zarar görenin sebepsiz zenginleşmesine neden olmaması gerektiği, bu durumun mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale oluşturduğu belirtilmiştir.

AYM Karar’ın gerekçesinde; kanun koyucunun, mülkiyet hakkının ihlali hâlinde menfaatler dengesini gözeterek tazminat yaptırımını düzenleyebileceğini belirttikten sonra; SMK m.151/3 hükmünde yoksun kalınan kazancın belirlenmesinde göz önünde tutulacak etkenlerin örnekleme yoluyla sayıldığını ve zararı tespit edecek mahkemenin bu tespiti hangi ölçütlere göre yapabileceğinin belirlendiğini, yoksun kalınan kazanç miktarını tespit edecek olan mahkemenin SMK m.151/2 hükmüne göre bir belirleme yaptıktan sonra sınai mülkiyet hakkının ekonomik önemi veya tecavüz sırasında sınai mülkiyet hakkına ilişkin lisansların sayısı, süresi ve çeşidi, ihlalin nitelik ve boyutu, sınai mülkiyetin konusu marka ise markanın tanınmışlığı ve kullanılan markalar arasındaki benzerlik gibi hususları da dikkate alarak sınai mülkiyet hakkına tecavüz edenin hakka tecavüz eylemi ile neden olduğu yoksun kalınan kazanç miktarını saptayacağını, dolayısıyla mahkemenin, hakka tecavüz edenin elde ettiği net kazancı tespit ettikten sonra bu ölçütler ile tazminat hukukunun genel ilkelerini dikkate alarak yoksun kalınan kazancı belirleyeceğine işaret ederek, iptali talep edilen hükmün hakka tecavüz eden aleyhine aşırı bir külfete yol açmadığı ve taraflar arasındaki menfaat dengesinin bozulmasına neden olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

AYM, özetle; SMK m.151/2 hükmündeki hesaplama yöntemlerinin, SMK m.151/3 hükmünde bağımsız olarak değerlendirilemeyeceğini bu nedenle iptali talep edilen hükmün Anayasa’ya uygun olduğunu değerlendirmiştir. İtirazın reddine ilişkin Karar, söz konusu tespitle yoksun kalınan kazancın hesaplama yöntemlerinin nasıl uygulanması gerektiği bakımından yol göstermektedir. Kanaatimizce bu değerlendirme, kanun koyucu tarafından tereddütte yer vermeyecek şekilde düzenlenen SMK m.151/2,b hükmüne aykırı olmakla birlikte, itirazın reddi sonrası devam edeceği düşünülen mevcut uygulamanın gerekçelendirilmesinde kullanılabilecek niteliktedir.  

Anayasa m.152/4 hükmüne göre; AYM’nin, işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulması mümkün değildir. Bu hüküm kapsamında somut norm denetimi, iptali talep edilen normun varlığının devamı için hem büyük bir risk oluşturma hem de üst düzey bir koruma sağlama potansiyelini de bünyesinde barındırmaktadır. SMK m.151/2,b hükmünde yer alan “… elde ettiği net kazanç” ibaresi, iptal edilmemesinin yanında, hakkında on yıl boyunca iptal talebinde bulunulamayacak olması gibi bir hukuki zırh elde etmiştir. Yoksun kalınan kazancın karara konu hesaplanma yöntemi, yasa koyucu tarafından değişiklik yapılması ihtimali saklı kalmak üzere, en azından 06.05.2035 tarihine kadar Türk fikrî mülkiyet hukukunda varlığını sürdürecektir.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Mayıs 2025


[1] Karar için bkz., https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2025/05/20250506-10.pdf, (06.05.2025).

ABD’nin Coğrafi İşaret Koruması Alanında Avrupa Birliği’ne Karşı Duruşu Özel 301 Raporu’nda Somutlaştı



Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ticaret Temsilcisi Ofisi (US Trade Representative), 2025 yılı “Özel 301 Raporu”nu (Special 301 Report) 29 Nisan 2025 tarihinde yayımladı. Özel 301 Raporu, ABD’nin dünyadaki ticaret ortaklarında fikri hakların korunması ve uygulanması durumunu yıllık olarak gözden geçiren, koruma ve uygulama alanında sorunlu ülkeleri izleme listelerine alan, fikri haklar alanındaki diğer önemli konuları ABD perspektifinden değerlendiren ve her yıl yayımlanan bir çalışmadır. Rapor, ABD’li fikri hak sahipleri için yeterli ve etkin koruma sağlamayan yabancı ülkeler, bunlara ait fikri haklar mevzuatı, politikaları ve uygulamaları hakkında verileri toplu ve sistematik biçimde sunarak, ABD hükümet politikalarında kullanım amacına hizmet etmektedir. 2025 yılı Özel 301 Raporu’na ilaveten, önceki yıllara ait raporların bu bağlantıdan görülmesi mümkündür.

Türkiye, Özel 301 Raporu’nda uzun yıllardır ABD’nin izleme listesindedir ve 2025 yılı raporunda Türkiye bölümü 83. sayfada yer almaktadır. Bununla birlikte bu yazı, raporun Türkiye bölümünün aktarılması/değerlendirilmesi amaçlı olmadığından, bu husustaki değerlendirmeler ayrı bir yazıya bırakılmıştır. 


Bu yazının odağını, raporda ayrı bir bölümde düzenlenen ABD’nin Avrupa Birliği’nin (AB) Coğrafi İşaret koruması strateji ve politikalarına yönelik eleştirisi oluşturmaktadır. Fikri haklar alanında, ABD’nin başını çektiği yeni dünya ülkelerinin (Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda vd.), coğrafi işaret korumasını ön plana çıkartan ve öncelikli politikalardan birisi olarak belirleyen eski dünya ülkelerine (Fransa, İtalya başta AB üye ülkelerinin çoğunluğu, Asya-Afrika ülkelerinin çoğunluğu, Türkiye de bu ülkeler arasında sayılabilir) karşı mücadelesi uzun yıllardır bilinen bir durumdur. Her ne kadar 2025 yılı raporu, coğrafi işaretler konusunda 2016 yılından bu yana çıkan raporlarla çok benzer ifadeleri içerse de, bir diğer deyişle ABD politikaları açısından malumun tekrarı olsa da, bu yazının odağını 2025 yılı Özel 301 Raporu’nun coğrafi işaretler bölümü oluşturacaktır.

2025 yılı Özel 301 Raporu’nun Coğrafi İşaretler başlıklı bölümü, raporun 27-29. sayfalarında yer almaktadır.

Bölümün başlangıcında, ABD’nin konuya verdiği özel önem gerekçelendirilmektedir. Buna göre; AB, AB üyesi ülkeler ve konu hakkında benzer yaklaşımları benimseyen diğer ülkelerin coğrafi işaretlere ilişkin politikaları, ABD’nin dış pazarlara erişimini veya pazar payını artırmasını engelleme potansiyeline sahiptir. Bu durum özellikle, ABD menşeili girişimcilerin sahibi olduğu markaların korunması ve bu markaların dış pazarlara girişinin engellenmesi noktalarında ABD açısından endişe verici boyutlardadır.  Tescil tarihi, ilgili coğrafi işaretin korunmasından önceki tarihlere dayanan ve sadece ABD’de değil, AB üyesi ülkeler dahil, dünyanın birçok ülkesinde korunan ABD menşeili bazı markalar, AB’nin coğrafi işaret tescili sistemi ve politikaları nedeniyle koruma güçlerini kaybetmektedir. Özellikle, tescil tarihi itibarıyla, sonradan koruma altına coğrafi işarete kıyasla öncelik hakkına sahip olan ABD markalarının varlığı durumunda, eğer önceki tarihli markayla sonraki tarihli coğrafi işaret arasında karıştırılma olasılığı ortaya çıkacaksa, bu tip coğrafi işaretlerin korunmasına/tesciline imkan sağlanması suretiyle hem tüketicilerin yanıltılmasına neden olunacaktır hem de markalara sağlanan korumanın temellerini zayıflatılacaktır.

Raporda ABD’nin kaygılarını dile getirdiği ikinci husus ise; AB’nin coğrafi işaret tescil sistemi ve stratejisinin, ABD ve dünyadaki birçok ülkede ürün ismi olarak kabul edilen terimlere coğrafi işaret koruması sağlamasıdır. Bu yolla, AB pazarında sadece sınırlı sayıda AB menşeili üretici bu tip isimleri kullanabilmekte ve bununla da kalmayarak sadece “coğrafi işareti anımsattığı” gerekçesiyle, birçok terimin pazarda kullanılmasını engellenmektedir.  

Raporda, AB’nin ikircikli politikasına örnek mahiyetinde, Yunanistan adına coğrafi işaret olarak tescilli “feta” ismi verilmiştir. AB üyesi olan Danimarka ve Fransa’da “feta” peyniri üretilmekte ve “feta” teriminin ürün isim olarak kullanılması suretiyle bu ürünler AB dışına ihraç edilmektedir.   

Raporda yer verilen diğer örnekler ise “danbo” ve “havarti” peynirleridir. AB, bu iki peynir ismine de, sırasıyla 2017 ve 2019 yıllarında coğrafi işaret koruması sağlamış durumdadır. Buna karşın rapora göre, bu iki isim de Codex Alimentarius çerçevesindeki uluslararası standarda göre daha önceden (havarti için 2007 yılında) uluslararası standarda bağlanmıştır ve o tarihten bu yana aynı isimle dünyanın birçok ülkesinde bu peynirler üretilmekte ve pazarlanmaktadır. Hal böyleyken, AB’nin bu isimleri coğrafi işaret olarak tescil ederek Codex standartlarını hiçe sayması, Dünya Ticaret Örgütü üyesi bazı ülkeler tarafından sorgulanmaktadır. ABD dahil bazı ülkeler, bu peynir türlerinin AB’de coğrafi işaret olarak tescil edilmesine karşı AB nezdinde itiraz etmişler ve DTÖ nezdinde girişimlerde bulunmuşlardır, fakat AB itirazlara karşın bu isimlere coğrafi işaret koruması sağlamış ve ilgili taraflara tatmin edici açıklamalarda bulunmamıştır.   

AB’nin konu hakkındaki stratejisi, coğrafi işaret tescil sistemleriyle de sınırlı değildir, stratejinin bir diğer boyutunu AB üyesi olmayan ülkelerle yapılan ticaret anlaşması müzakereleri oluşturmaktadır. Bu müzakerelerde AB tarafı, karşısındaki devleti “fontina, gorgonzola, parmesan, asiago, feta” gibi belirli ürün isimlerinin, AB’nin bazı bölgelerinde üretilenler hariç olmak üzere, ürünler üzerinde kullanılmasını engellemesi konusunda sıkıştırmaktadır. Burada kritik olan husus, bu terimlerin dünya genelinde birçok ülkede üretilen ürünlerin genel adı olmasıdır. Dolayısıyla, ABD’li üreticiler, aslında ürün ismi olan bu terimleri sadece AB üyesi ülkelerde değil, AB ile ticaret anlaşması imzalayan diğer ülkelerde de kullanma hakkını kaybedebilmektedir. Böyle durumlarda, ürünler üzerinde ürün tipini tarif eden terimler kullanılamamakta veya bir ihtimal “fontina benzeri”, “gorgonzola stili”, “asiago türü” gibi ifadelerin kullanılması halindeyse, gereksiz masrafların çıkmasının yanısıra tüketici tercihi azalmakta ve AB dışı ürünlere yönelik talep düşmektedir.

AB’nin coğrafi işaret koruması sistemi ve stratejisi, ABD’nin AB ile gıda ve tarım ürünleri ticaretinde verdiği ciddi dış açığı etkileyen unsurlardan birisidir. Peynir ürünü örnek olarak seçildiğinde, ABD’ye ihraç edilen AB menşeili çoğu peynirin coğrafi işaretle korunduğu görülmektedir ve AB 2024 yılında ABD’ye 1,4 milyar Amerikan dolarından fazla tutara karşılık gelen peynir ihraç etmiştir. Buna karşın ABD’nin AB’ye peynir ithali geçtiğimiz yıl sadece 6,3 milyon Amerikan dolarına karşılık gelmektedir. Bu durum, AB coğrafi işaretlerinin, marka tescili yoluyla da olsa (sertifika markaları kastediliyor olsa gerek) ABD’de etkili biçimde korunduğunu göstermektedir. Dış ticaret açığının gösterdiği üzere, ABD’li üreticilerin AB piyasasına aynı düzeyde girişi ise mümkün olmamaktadır.

AB coğrafi işaret koruma sisteminin bu tip endişe verici yönlerine rağmen, AB tehlikeli sistemini kendi bölgesinde ve dünyanın diğer bölgelerinde genişletme eğilimindedir. AB kendi sınırları dahilinde, coğrafi işaret korumasını tarım dışı ürünlere de yaymıştır. Buna ilaveten, coğrafi işaret başvurusu incelemesi sürecinin çoğunluğunun ilgilenen AB üyesi devletlere devri ve tescil sürecindeki itiraz sürelerinin dikkat çekici düzeyde düşürülmesi gibi değişiklikler konusunda da ABD tarafı endişe duymaktadır. Son olarak, yukarıda da bahsedilen AB dışı ülkelerle yürütülen ticaret müzakerelerinde AB’nin takip ettiği yol ve müzakerelerin olumlu sonuçlanması halinde, tarafların coğrafi işaret listelerinin otomatik biçimde koruma elde etmesi hususları şeffaflıktan yoksundur.

ABD açısından önemli bir diğer husus da, AB’nin coğrafi işaret politikalarını Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) nezdinde de etkin biçimde sürdürmeye çalışmasıdır. AB’nin etkin çabalarıyla kabul edilen ve kabul süreci WIPO’nun uzun yıllardır devam eden uzlaşı temelli karar alma süreçlerinin tersine işleyen Lizbon Anlaşması Cenevre Metni’ne AB 2020 yılında taraf olmuştur.

Özel 301 Raporu’nun Coğrafi İşaretler bölümünün son kısmını AB’nin agresif coğrafi işaret politikalarına karşı ABD’nin takip edeceği yol ve hedefler oluşturmaktadır. Buna göre; AB’nin coğrafi işaret politikalarını agresif biçimde sürdürmesine karşılık olarak ABD, ürünlerin genel ismini taşıyan veya piyasaya daha önceki tarihli marka tescilleriyle sürülen ABD menşeili ürünlerin üreticilerinin yabancı piyasaya girişlerini desteklemek ve korumak için yoğun girişimlerini sürdürmeye devam edecektir. Bu amaca ulaşmak için ikili ticaret anlaşmalarının yanısıra, Asya- Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC), WIPO ve DTÖ gibi uluslararası forumlar kullanılacaktır. Buna ilaveten, AB’nin yürürlükte olan veya müzakereleri devam eden ticaret anlaşmalarındaki (Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Şili, Çin, Ekvador, Endonezya, Japonya, Kenya, Kore, Malezya, Meksika, Moldova, Yeni Zelanda, Paraguay, Filipinler, Singapur, Tayvan, Tayland, Uruguay, Vietnam’la olanlar ve diğerleri) coğrafi işaret hükümlerine yönelik olarak ABD’nin endişeleri taraflara bildirilecektir. ABD’nin bu alandaki amaçları aşağıdakileri içermektedir:

  • Coğrafi işaret korumasının sağlanmasının önceki hakları ihlal etmemesini sağlamak (Örneğin, bir ABD firmasının bir yer ismini ihtiva eden tescilli bir markanın sahibi olduğu durum).
  • Coğrafi işaret korumasının, ilgili tarafların genel isimleri (örneğin feta, parmesan) kullanma hakkına son vermemesini sağlamak.
  • Tescili talep edilen veya koruma altına alınmış coğrafi işaretler hakkında ilgili kişilerin bilgi sahibi olmasını, bunların tesciline karşı itiraz etme veya tescil edilmişlerse iptalini talep etme haklarının bulunmasını sağlamak.
  • Birden çok terimden oluşan bir coğrafi işaret tescil edilirken yapılan bildirimin (duyurunun), coğrafi işaretin genel addan oluşan kısımlarını belirtmesini sağlamak.
  • Şaraplar ve sert içkiler için sağlanan coğrafi işaret korumasının diğer ürünlere yayılmasına karşı çıkmak.  

2025 yılı Özel 301 Raporu, coğrafi işaretler başlığında bazı güncellemeler dışında, 2016 yılından bu yana hazırlanmış önceki raporlarla neredeyse aynı ifadeleri ve politikaları içermektedir. Bununla birlikte, coğrafi işaret bölümünün diğer bölümlerden farkı, AB’nin hedef tahtasının tam ortasına oturulması, coğrafi işaretler alanındaki AB politikalarının ABD açısından yol açtığı sorunların açık biçimde dile getirilmesi ve AB politikalarına karşı uluslararası boyutta da sürdürülecek ABD politikalarının ve hedeflerinin ilan edilmesidir.

Raporlar ilgili bölüm bakımından yıllardır neredeyse aynı olsa da, dönemsel olarak karşımıza çıkan önemli bir fark bulunmaktadır: ABD’de 2. Trump dönemi başlamıştır ve dönemin ayırt edici noktalarından birisi Trump’ın Çin ve AB karşıtı sert ticaret politikalarıdır. Trump’ın ABD ticari menfaatlerini birincil öncelik olarak işaret eden söylemleri, coğrafi işaretler alanında AB’ye karşı daha agresif politikaların belirlenmesini yanında getirecek mi sorusunun yanıtını vermek için şu an erken olsa da, raporda yazanların aksiyona dökülmüş hali, sorunun yanıtını belki de fazla gecikmeden görmemizi sağlayacak.

Türkiye bakımından ise, bu aşamada söylenecek fazla bir şey yok gibi gözükmektedir. Türkiye, coğrafi işaretler konusunda söylem düzeyinde AB’ye yakın gözükse de, ülkemizdeki coğrafi işaret politikasının bilinen kısmı, sadece başvuru–tescil sayısının artırılmasına yönelik çalışmalardan oluşmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin olası uluslararası tartışmalarda alacağı pozisyonu da gelecek günler gösterecektir.    

Önder Erol ÜNSAL

Mayıs 2025

unsalonderol@gmail.com