
Merhabalar,
Bugün itibariyle ben, Önder Bey ve Alara Naçar sizi bir Harry Potter bayrak yarışına davet ediyoruz. Bayrak yarışı çünkü sırayla kararlar yayınlayacağız, yani bayrağı elden ele aktararak koşacağız.
Bu proje aslında çok önceden aklımıza düşmüştü, hatta bu açılış yazısının ilk taslağı bile aylar evvel tarafımdan yazılmıştı ama bir türlü karar yazımı aşamasına geçememiştik. Şimdi Site’nin taze kanlarından Alara ile beraber yol alacağız.
Yazımı elden geldiği kadar hızlı tutmaya çalıştığımız bu süreçte kararlar hakkında konuşurken şaşırtıcı biçimde hemen hepimizin sevdiği ve sevmediği ya da pek de bir sevemediği birçok karakterin ortak olduğunu fark ettik. Diğer yazarların kararları posta kutuma düştükçe de beni gülümseten tesadüflerle karşılaştım; mesela bir yazarımız Luna Lovegood isimli karakterden alıntı yapmıştı yazısında ki bu tuhaf kızı ben de çok severim, ya da bu açılış yazısını hiç görmediği ve bu yazının başlığından haberdar olmadığı halde bir diğer yazarımız kitaplarda en sevdiği büyünün Wingardium Leviosa olduğunu yazmıştı. Biz yazarken çok eğlendik, umarım sizlere de aynı duygu geçer.
Bugünlerde mugglelar -pardon insanoğulları/kızları- olarak ilginç bir süreçten geçiyoruz, 2020 tarihe pek de matah bir yıl olarak geçecekmiş gibi durmuyor sanki. Bu coronavirüs mevzusu hepimizi sallıyor ve biraz daha da sallayacak gibi. O yüzden ben önce şuraya mürver asam ile şöyle en mis kokulusundan bir “Avada Kedavra Kolonyanum” büyüsü bırakıp ortamı önce güzelce bir dezenfekte edeyim. (Anladınız siz onu, Avada Kedavra’nın kolonya ile yapılan versiyonu!). Sonra bu yazıyı okuyan herkes için şöyle en kuvvetlisinden bir Expecto Patronum yapıp hepimizi ekstra koruma altına alayım. Şimdi her şeyi yoluna koyduğuma göre gönül rahatlığıyla yazının devamını okuyabilirsiniz!
Harry ve arkadaşları 2001 yılından beri benim çok iyi dostumdur ve kitaplardaki her bir karaktere ayrı sempatim vardır.
Harry Potter için sadece bir çocuk kitabı serisi demek haksızlık olur, bu kitaplar birer fenomendir ve bu kadar başarılı bir iş elbette ki sayısız fikri mülkiyet ihtilafına konu olmuştur. Bunların bazılarını J.K. Rowling ve yayıncıları ve/veya kitapların film hakkını devralan yapım şirketi açarken, bazıları da üçüncü kişilerce bunlar aleyhine açılmıştır.
J.K. Rowling aleyhine açılmış bazı davaları okurken siz de sanırım bizim gibi “bunlar kendilerini kelid aynasına bakar gibi hissediyor galiba” diye düşüneceksiniz, yani aynaya baktıklarında kitapları kendileri yazmış gibi görüyorlardı herhalde yoksa bu davaları niye açsınlar ki!. (Kelid Aynası , kelime tersten yazılır yani aslında “Dilek Aynası” demek. İngilizcesi “The Mirror of Erised” (“The Mirror of Desire). Aynaya bakan kişi olanı değil içinden geçeni/olmasını istediği şeyi görür. Aynaya çok uzun süre bakan aklını kaybedebilir ve gerçeklikten kopar.)

Yıllar önce beni Harry Potter kitaplarını okumaya yönlendiren ve merakımı cezbeden şey çocukluğumdan beri ilk defa bir çocuk kitabının bestseller olduğunu farketmem olmuştu. Bu J.K. Rowling denen kişi ne yazmıştı da çocuklar böyle çılgınlar gibi okuyordu?
Olayın yavaş yavaş “Pottermania” seviyesine doğru ilerlediği dönemde bir gün Remzi Kitabevi’ne gittim ve Harry Potter kitaplarının önünde durdum. Beni uzun zamandır tanıyan satış görevlisi yanıma gelip “Özlem Hanım siz bu kitapları bir okuyun, bence çok seveceksiniz” dedi ve elime serinin ilk kitabını tutuşturuverdi. Kitapçıdan çıkıp bir kafeye oturdum, ama ne oturmak (!) 3 saat sandalyeye mıhlanmış gibi hiç kalkmadan kitabı biteviye okudum….Sayfaların içinden acayip bir dünyaya ışınlanmıştım sanki ve oradan hiç çıkmak istemiyordum! O gece evde sabaha kadar uyumayıp kitabı bitirdim, sabahta doğruca gidip serinin ikinci kitabını aldım ve onu da hemen bitiriverdim. Ondan sonra her yeni çıkan kitabı soluksuz takip ettim, yayınlandığında önce İngilizcelerini yurtdışından getirttim, sonra Türkçeleri basılınca onları da alıp kitaplığıma özenle yerleştirdim. (Tercümeyi bekleyecek kadar sabrım hiç olmadı, öyledir gerçek Harry Potter hayranları!)
Birinci kitap film yapıldığında daha ilk gün sinemaya koştum, bir sinema dolusu çocuk ve onların ebeveynleriyle filmi izlediğimi hatırlıyorum(!). Sonraki bütün filmleri ise bir arkadaşımın o sıralarda çocuk yaşta olan oğlu Cem ile birlikte izledik. Cem ile hala birbirimize karşı tutamadığımız bir sözümüz vardır; bir gün eve kapanıp bütün Harry Potter filmlerini arka arkaya yeniden seyredeceğiz beraber!. (gerçi Cem birkaç yabancı dil bilen, üniversite eğitimini tamamlamış, karizmatik ve yakışıklı bir genç adam oldu. Bilmem ki bana verdiği sözü hatırlar mı artık!!)
Filmlerin başarısında elbette ki kitapların başarısının oluşturduğu etki, teknoloji ve yaratıcılığın etkisi çok büyüktü. Ancak ben bir unsurun daha başarıya çok ciddi katkısı olduğu fikrindeyim; yazar J.K Rowling filmlerdeki bütün oyuncuların İngiliz olmasında diretmişti ve ana karakterleri canlandıracak çocukları bulmak için yapılan tüm seçmelere aylarca kendisi de bizzat katılmıştı. Kabul edelim ki İngiliz oyuncular çok iyi ve bulundukları projeye harika bir oyunculuk seviyesi getiriyorlar.
Harry, Ron, Profesör Dumbledore, Profesör Snape, Profesör McGonagall , Bellatrix Lestrange, Lucius Malfoy, Mızmız Myrtle ………..hepsini ayrı ayrı severim, iyi veya kötü karakterler olup olmadıklarına bakmaksızın(Gerçi galiba Dolores Umbridge’i sevmiyorum. Kadın dayanılır gibi değil ya, Allahım hele o pembe giysiler bir kabus) .
Fakat itiraf edeyim ki gönlümün sultanı Hermione Granger’dır.

O akıllı fikirli, tertipli düzenli, mantıklı, okumaya ve bilgiye meraklı Hermione olmasa, Harry ve tembel teneke Ron hiçbir şey beceremezler bence! Ne demek istediğimi bir parça anlamak için Wingardium Leviosa gibi birinci sınıf öğrencilerinin yapabileceği basit bir büyüyü dahi Ron’un nasıl eline yüzüne bulaştırdığına ve Hermione’nin tavrına şuradan bir bakın lütfen.
Hermione’yi canlandıran Emma Watson artık büyümüş ve hatta ünlü İngiliz markası Burberry’nin yüzlerinden biri olmuş olsa da galiba benim için her zaman Hermione olarak kalacak.
Rowling’in yarattığı büyülü Harry Potter dünyasında İskoçya ve Kelt kültürünün, Kuzey ülkelerinin ve destanlarının/mitolojisinin izlerini rahatlıkla görürsünüz. Sizce Harry Potter kitapları dünya genelinde kaç adet satmıştır? Yüz milyon? İkiyüz milyon? Bilemediniz: TAM 500 MİLYON KOPYA! Ve bugün de hala satılmaya devam ediyor. Kitaplar 80’den fazla dile çevrildi ve Harry Potter markasının değerinin 15 Milyar dolar civarında olduğu öngörülüyor.
İlk kitap olan ‘Harry Potter ve Felsefe Taşı’, İngiltere’de 1997 yılında ve Türkiye’de ilk defa Kasım 1999’da Dost Kitabevi Yayınlarından basıldı. Birinci kitaptan sonra kitabın hakları Yapı Kredi Yayınlarına geçti ve ondan sonrada serinin tüm kitapları bu yayınevince basıldı. Yapı Kredi Yayınları, o günden bugüne 1 buçuk milyondan fazla kitap sattı. İlk kitabın çevirisini Ülkü Tamer yaptı. ikinciyi ise, Kutlukhan Kutlu’dan destek alarak, Sevin Okyay çevirdi. Ondan sonraki bütün kitaplar da yine Sevin Okyay -Kutlukhan Kutlu ortaklığında çevrildi. Proje önüne ilk geldiğinde Sevin Okyay bu işi almak istememiş çünkü yayınevi ancak 25.000 kitap satıldıktan sonra para ödeyecekmiş ve o da “bir çocuk kitabı kaç tane satabilir ki Allah aşkına” diye düşünmüş. Ama bakın ne olmuş; kitapların çevirisinden gelen parayla kendine ev almış Sevin Okyay, ki bu Türkiye şartlarında bir çevirmenin başına çok çok az gelebilecek bir durum.
Serideki kitapların ismi ve ilk orijinal basım yılları şöyle: Harry Potter ve Felsefe Taşı’ (İngiltere 1997), Harry Potter ve Sırlar Odası (İngiltere 1998), Harry Potter ve Azkaban Tutsağı (İngiltere 1999), Harry Potter ve Ateş Kadehi (İngiltere 2000), Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı (İngiltere 2003), Harry Potter ve Melez Prens (İngiltere 2005), Harry Potter ve Ölüm Yadigârları (İngiltere 2007).
Yedinci ve son kitap olan “Harry Potter ve Ölüm Yadigârları”nın orijinali 21 Temmuz 2007 tarihinde yayınlandı ve dünyanın en kısa zamanda en çok satılan kitabı ünvanını aldı, zira sadece İngiltere’de 24 saat içinde 2.65 milyon kopya satıldı!!! Türkçe baskısı ise 9 Ekim 2007 günü piyasaya sürüldü. Son kitap için aylar öncesinden başlayarak ön rezervasyon imkanı sağlandı yani eğer rezerve ettirmişseniz kitap çıktığı gün dünyanın her yerinde hemen alma imkanına kavuştuk biz Potterseverler.
Kitapların sonuncusunu bir çocuk kitabı olarak nitelemekte zorlanırım; karanlık-sert -soğuk-şüpheci bir atmosfere sahip, epik bir hikayenin anlatıldığı ve ana karakterlerin resmen tek başına bırakıldığı bu kitabı okurken her sayfayı çevirdikten sonra kendi kendime “ne yaptın sen be kadın, Harry-Ron ve Hermione hala çocuk ve çocuklar okuyacak bu kitabı” diye Rowling’e söylene söylene okuduğumu hatırlıyorum. Zaten ben J.K Rowling’i şu konuda da hiç affetmiyorum; ya sen Profesör Dumbledore’u nasıl öldürürsün….Olacak iş değil.

Son birkaç nesli etkileyen, nevi şahsına münhasır büyülü bir dünya ve o dünya içinde yepyeni bir dil yaratan ve çocuklara sayısız önemli kavramı ustalıkla anlatan bu inanılmaz kitapların yazarı Joanne Kathleen Rowling 1965 İngiltere doğumlu bir İskoç. Exeter Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu, okulu bitirdikten sonra bir yıl Paris’e gidiyor, sonra Londra’ya dönüyor ve ufak tefek sayısız işe girip çıkıyor.
Harry Potter’in hikayesi Rowling’in aklına ilk kez 1990 yılında rötar yapan Manchester- Londra King’s Cross treninde geliyor; Rowling, trenden indiğinde Hogwarts Büyücülük Okulunu neredeyse bütünüyle zihninde oluşturmuş olduğundan bahseder bir çok yerde. Bunu takip eden beş yıl boyunca 7 kitaptan oluşacak bir seriyi planlar, eliyle binlerce sayfa not tutar ve hikayelerin kurgusunu oluşturur. Bu süreç devam ederken o zamana kadar tuttuğu notları da yanına alarak İngilizce öğretmenliği yapmak için Portekiz’e taşınır. Orada evlenir ve bir kızı olur.
1993’de evliliği son bulunca kızkardeşinin yaşadığı Edinburg/İskoçya’ya taşınır; Edinburg’a giderken Rowling’in yanında sadece kızı Jessica değil aynı zamanda serinin ilk kitabı olan Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın ilk üç bölümü de vardır. Rowling’in hayatının bu dönemi oldukça zorludur çünkü çocuğu vardır ve ciddi bir parasızlık sorunu yaşamaktadır. Edinburg’da Devlet Okulunda yine öğretmenlik yapmaya başlar ama her boş saniyesinde de kitaplarını yazmaya devam eder
Bitirmiş olduğu birinci kitabın ilk üç bölümünü değişik yayınevlerine ve edebiyat ajanlarına göndermeye başlar. Kitabın diğer yazılmış bölümlerini de görmek istediğini söyleyen tek bir mektup alır ve Rowling kendine gönderilen o mektubun hayatında aldığı en iyi mektup olduğunu söyler hala; geri kalan herkes Rowling’i reddetmiştir!
İlk kitap İngiltere’de Bloomsbury Children’s Books tarafından 1997’de basılır ve yayınevi Rowling’e sadece 2.500-Pound öder! Yazarın adını tam yazmak yerine J.K. Rowling diye kısaltmak ve ilk ismini saklamak yayıncının fikridir. Bunu yaparken yayıncının amacı okuyucuda yazarın bir erkek olduğu fikrini oluşturmaktır. Yayınevine göre hedef okuyucu kitlesi genç erkek çocuklar/ergenler olduğuna göre, bu kitle yazarın bir kadın olduğunu anlarsa yeterli ilgiyi göstermeyecektir kitaba. (Buyrun bakalım…Sene 1997 İngiltere’deyiz ve durum bu. Başka sorum yok Hakim Bey.)
İlk kitabın basılmasıyla beraber olay patlar! Basılan her bir kitap rekorları alt üst eden satış grafikleri çizmeye başlar. “Pottermania” ve Rowling’in durdurulamaz yükselişi başlamıştır ve beklenmeyen bir para kazanma kaynağı yaratılmıştır.
Tabii ki kitapların filme uyarlanması konusunda film şirketleri arasında büyük bir savaş başlar; savaşı Warner Brothers kazanır ve 2001’de birinci kitabın film versiyonu gösterime girer. Bunu diğer kitapların filmleştirilmesi izler peyderpey. Serinin son filmi 2011 yılında vizyona girer. (nasıl ki Mary Poppins’in yazarı P. L. Travers ve kitabın film haklarının Walt Disney’e satılmasının öyküsü “Saving Mr Banks” ismiyle film yapıldıysa umuyorum ki bir gün Harry Potter ve J.K.Rowling için de böyle bir film yapılır.)
Yedi kitaplık Harry Potter serisinin tamamlanmasından sonra Rowling gerek kendi adıyla gerekse mahlasla başka kitaplar da yazıp yayınladı. Ama kabul edelim ki hiçbiri bir Harry Potter olamadı.
Rowling hala Edinburg’da yaşıyor ve İngiltere’nin en zengin kadınlarından biri. Kendisi ayrıca bugüne değin sayısız ödüle layık görüldü ki bunlar arasında 2008’de aldığı Edinburg Ödülü de var; bu ödül birey olarak yaptıkları çalışmalarla Edinburg’u onurlandıranlara veriliyor. Ödül almış olanların ismi Edinburg Belediye binasının halka kapalı bir bölümünün duvarında yer alıyor; Edinburg’a ilk gittiğimde sanki bu yazıyı yazacağımı hissetmişim gibi aşağıdaki fotoğrafı çekmişim;

Edinburg Harry Potter’ın evi midir? Öyledir bence. Tamamen şanslı bir tesadüf eseri 2017 senesinde yani ilk Harry Potter kitabının basılmasının yirminci yılında yolum Edinburg’a düştü. Şehre bakınca, sokaklarında yürürken hep şunu düşündüm; Harry’nin hikayesi burada,ne şanslı ki Rowling bunu görmeyi becermiş.
Edinburg’da iken henüz IPR Gezgini’nde yazmıyordum, yazacağıma dair bir emare bile yoktu ortada. Ama oradayken aklımdan ve gönlümden “keşke bir yerde Harry Potter davalarını yazacak bir imkan olsa, tribute gibi olur” diye geçirdiğimi hatırlıyorum. Gördüğünüz gibi Edinburg büyülü bir şehir, dileğimi gerçek kıldı!

Bu bayrak yarışında yazacağımız kararları neye göre mi paylaştık aramızda? Tabi ki seçimi biz değil SEÇMEN ŞAPKA yaptı, o söyledi bize kimin hangi kararı yazması gerektiğini!
Hadi bakalım, APULOSAYONI!
Özlem FÜTMAN
Mart 2020
Bir nefeste okudum Özlem Hanım:) Devamını bekliyorum. Eda Giray
Eda Hanım merhabalar. ne kadar naziksiniz, okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Bu kasvetli günlerde Harry Potter’dan yardım istemek iyi bir fikir gibi geldi bize. Kararları da umarım ki seveceksiniz. selamlar.