Ay: Ocak 2025

SANAL MAL VE HİZMETLERİ KAPSAYAN MARKALARIN AYIRT EDİCİLİĞİ:“GLASHÜTTE” ÖRNEĞİ ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

Dijital varlıkların ve sanal ortamların hızla gelişmesiyle birlikte, ticari hayatta varlıklarını sürdürmek isteyen veya pazar hacmini büyütmeye çalışan marka sahipleri için sanal dünyada faaliyet göstermek giderek daha önemli bir öncelik haline gelmektedir. Marka sahipleri, sanal ortamlarda gerçek dünya mallarının sanal versiyonlarını sundukça, marka haklarının korunması ve özellikle marka haklarının dijital dünyada uygulanabilirliği konusunda önemli tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalardan biri de sanal mal ve hizmetleri kapsayan markaların ayırt ediciliğinin değerlendirilmesine ilişkindir.

Bu konuya dair son gelişmelerden biri, 1 Temmuz 2022 tarihinde başvuru sahibi Glashütter Uhrenbetrieb GmbH – Glashütte/Sa. tarafından 01.07.2022 tarihinde Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) yapılan 018727034 sayılı başvuruya ilişkindir[1]. Bu başvuru, sanal malların hukuki statüsü ve gerçek mallarla olan ilişkisi üzerine mahkemelerde yapılan tartışmaları da tetiklemiştir.

Başvuru sahibi tarafından, aşağıda yer alan işareti, 09, 35 ve 41. sınıflarda yer alan belirli sanal mal ve hizmetler için Avrupa Birliği markası (EUTM) olarak tescil edilmesi amacıyla EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur.

Başvuru, aşağıda yer alan sanal mal ve hizmetler bakımından ayırt edici olmadığı gerekçesi ile kısmen reddedilmiştir.

Class 9: Downloadable virtual products, namely computer programs offering chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories to be used online or in online virtual monals; Downloadable virtual goods, namely alarm clocks, watch cases, watch bracelets, presentation cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events and accessories for online or online virtual monds; downloadable digital and virtual goods created by means of blockchain technology, namely chronometers, chronographs, clocks, watches, alarm clocks, watch cases, watch cases, presentation cases for watches, movements for clocks, apparatus for timing sports events, and accessories for online or online virtual monds.

Class 35: Retail services connected with virtual products, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories for use online; Retail services connected with virtual goods, namely alarm clocks, watch cases, watch straps, cases for watches, watch movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use online; Online retail store services featuring virtual merchandise, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and their accessories for use online; Online retail store services featuring virtual merchandise, namely alarm clocks, watch cases, watch straps, cases for watches, clock cases, clock movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use online; Retail services and online retail services in a virtual environment featuring downloadable digital and virtual goods created by means of blockchain technology, namely chronometers, chronographs, clocks, watches, alarm clocks, watch cases, watch bands, presentation cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events, and their accessories for use online or in virtual watches.

Class 41: Entertainment services, namely providing on-line non-downloadable virtual goods, namely chronometers, chronographs, clocks, watches and accessories therefor for use in virtual environments; Entertainment services, namely providing on-line nondownloadable virtual goods, namely alarm clocks, watch boxes, watch bracelets, cases for watches, clock movements, apparatus for timing sports events, and accessories for use in virtual environments.

İlk inceleme uzmanına göre, “Glashütte” ve “Original” kelimelerinden oluşan marka başvurusu, Almanca, İngilizce veya Fransızca konuşan tüketiciler tarafından yalnızca malların ve hizmetlerin kalitesi ve kökeni hakkında bilgi veren bir işaret olarak algılanacaktır. “Glashütte”, Almanya’nın Saksonya eyaletinde bulunan ve Alman saatçilik endüstrisinin doğum yeri olarak bilinen bir şehirken, “Original” kelimesinin anlamı ise “orijinal/ özgün/ taklit olmayan”dır. Bu nedenle, başvurudaki işaret, tüketicilere “Glashütte” şehrinden gelen gerçek saatçilik ürünleri ya da bunlarla bağlantılı mallar ve hizmetler hakkında bir mesaj iletmektedir.

Söz konusu karar üzerine EUIPO Temyiz Kurulu’na (BoA) itirazda bulunan başvuru sahibi, başvuru kapsamındaki saat ve diğer mallarının sanal olduğunu ve gerçek ürünler olmadığını ileri sürmüştür. Başvuru sahibi, “Glashütte” şehrinin tanınmışlığının sanal ürünler için değil, gerçek dünyada üretilen “klasik” saatçilik endüstrisi ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, başvuru kapsamındaki mallar ve hizmetlerin, gerçek (fiziksel) saatlerle, bunların görünümü ve üretim süreciyle hiçbir bağlantısı bulunmadığını, aksine, bunların sanal dünya ürünleri olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda, başvuru sahibi, ilgili tüketicilerin “Glashütte” şehrinin sanal mallar, özellikle de sanal saatlerin tasarımı ve üretimiyle yeterince spesifik bir bağlantısı olduğuna inanmak için hiçbir nedenlerinin olmadığını iddia etmiştir.

BoA kararında[2], bir işaretin ayırt ediciliğinin değerlendirilmesine ilişkin genel ilkelerin, sanal mallar ve sanal hizmetler için başvurulan markalar açısından da geçerli olduğu vurgulanmıştır. BoA’ya göre, sanal mallar çevrimiçi ortamlarda ticareti yapılan fiziksel olmayan öğelerdir ve bu mallar gerçek dünyadaki malları temsil edebilir veya bunların işlevlerini taşıyabilir. İlk inceleme uzmanı tarafından ileri sürülen gerekçeler doğrultusunda, “Glashütte Original” işaretinin sanal saat ve saatlerle ilgili mallar ve bu malların perakende satışında kullanılması durumunda, “Glashütte” şehrinin saatçilikteki ününün sanal ürünlere aktarılacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda, tüketiciler “Glashütte Original” işaretini, sanal mallarda dahi kalite ile ilişkilendireceklerdir. Sonuç olarak, başvuru konusu işaretin, redde konu olan mallar ve hizmetler bakımından ticari kökeni belirtme işlevini yerine getirmediği, yalnızca kaliteyi yansıttığı kanaatine varılmış ve itiraz reddedilmiştir.

İtirazın reddi üzerine başvuru sahibi, BoA kararının iptali için dava açmış ve konu Avrupa Birliği Genel Mahkemesi (Genel Mahkeme) önüne taşınmıştır[3]. Mahkeme, ilk olarak 2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğü m. 7/1(b) hükmünün uygulanma koşullarına değinmiştir. Mahkeme, bu madde çerçevesinde şu ilkeleri vurgulamıştır:

  • Bir markanın ayırt edici niteliği, bu markanın başvuru kapsamında veya tescil yer alan mal veya hizmetin hangi işletmeden geldiğini gösterebilmesi (markanın kaynak gösterme işlevi) ve bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edebilmesi (markanın ayırt edicilik işlevi) anlamına gelir.
  • Bir markanın ayırt edici niteliği, hem başvuru veya tescil kapsamında yer alan ürün veya hizmetle hem de ilgili kamuoyunun algısıyla değerlendirilmelidir.
  • Bir markanın ayırt edici niteliği olmadığına karar vermek için, markanın genel izlenimi dikkate alınmalıdır.
  • Bir markanın, ilgili kamuoyunun kayda değer bir kısmı açısından ayırt edici olmaması marka başvurusunun reddi veya markanın hükümsüz kılınması için yeterlidir. Bu bağlamda, işaretin, Avrupa Birliği’nde yer alan tüketicilerin bir kısmı için ayırt edici olmaması durumunda da m. 7/1 (b) hükmü uygulanabilir.

Bu ilkeler doğrultusunda, mahkeme, markanın tescil edilebilirliğine ilişkin değerlendirmelerde söz konusu kriterlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtmiştir.

Mahkeme, ilk olarak, “Glashütte” şehrinin, yüksek kaliteli saatlerin üretimiyle ünlü bir Alman şehri olarak tanınmasının EUIPO tarafından doğru bir şekilde tespit edildiğini ifade etmiştir.

Sonrasında ise, başvuru sahibinin “Glashütte” şehrinin saatçilik endüstrisindeki yüksek kalite imajının, sanal ürünler ve hizmetlere aktarılamayacağına, zira “Glashütte” şehrinin saatçilik alanındaki ününün, yalnızca geleneksel saatlerin üretimiyle sınırlı olduğuna bu nedenle de başvurulan markanın kapsamındaki sanal mallar ve hizmetler için ilgili tüketici kitlesinin farklı olduğu ve “Glashütte” şeklinin imajının bu alanda bir etki yaratmayacağına dair itirazı ele alınmıştır. Mahkemeye göre, BoA’nın, “Glashütte Original” ibaresini anlamına dair yaptığı tespitler yerindedir.

Takiben, mahkeme, sanal mallar ile gerçek malların karşılaştırılmasında, malların ve hizmetlerin doğasının ve özelliklerinin dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Eğer sanal mallar, gerçek malları temsil ediyorsa ya da gerçek malların işlevlerini sanal ortamda yerine getiriyorsa; ya da sanal hizmetler, gerçek hizmetlerin işlevlerini yerine getiriyorsa, o takdirde ilgili kamuoyunun, gerçek mallara ve hizmetlere dair algısını, sanal mallar ve hizmetlere aktarabilmesi mümkündür.

Somut olay bakımından mahkemeye göre, redde konu olan sanal mallar, gerçek saat ürünlerini ve bunların aksesuarlarını temsil etmektedir. Bu bağlamda, söz konusu sanal mallar, gerçek malları temsil edebilir veya onların işlevlerini taklit edebilir. Bu nedenle, ilgili kamuoyu, bu sanal mallar ve hizmetlerle karşılaştığında, başvurulan markayı “Glashütte” kasabasının geleneksel saatçilikteki itibarının mantıklı bir uzantısı olarak doğrudan algılayacaktır. Sonuç olarak, başvuru konusu işaret, sanal mallar ve hizmetlerin kalitesi ve orijinalliğiyle ilgili hissettirdiği olumlu duyguları, tıpkı gerçek mallar ve hizmetlerin kalitesi ve orijinalliğiyle ilgili duygulara benzer şekilde taşıyacaktır. Çünkü, ilgili tüketiciler redde konu mal ve hizmetlerin şehrin ünlü olduğu gerçek mallarla doğrudan bağlantılı olduğunu düşünecek ve sanal mallarla gerçek dünya mallarını ilişkilendirecektir. Mahkeme bu bağlamda, sanal ürünlerin ve hizmetlerin, ilgili kamuoyu tarafından gerçek dünyadaki ürünlere benzer şekilde algılanabileceğini ifade etmiş ve BoA’nın başvuru konusu işaretin, ilgili kamuoyu tarafından, redde konu mal ve hizmetler bakımından, ayırt edici olmayacağına dair yaptığı incelemenin doğru ve yerinde olduğuna karar vermiştir.

Sonuç olarak, gerçek dünya malları ve bunların pazarlanma biçimi, sanal malların ve hizmetlerin değerlendirilmesinde sıklıkla önemli bir rol oynayabilecektir. Ancak, sanal mallar ve hizmetler ile gerçek malların ve hizmetlerin karşılaştırılmasında somut olay bazında değerlendirme yapılmalıdır. Ayrıca, gerçek dünya mallarının veya ambalajlarının sıradan bir temsilinden daha fazlası olmayan bir işaret, kural olarak, tüketici tarafından eşdeğer sanal mallar için ticari bir köken göstergesi olarak algılanmayacaktır[4]. Bunun aksini iddia eden başvuru sahiplerinin ise, itirazlarında bunu destekleyecek kanıtlar sunması gerekmektedir.

Elif AYKURT KARACA

Ocak 2025

elifaykurt904@gmail.com


[1] Başvuru hakkında ayrıntılı bilgiye https://euipo.europa.eu/error/revise.html#details/trademarks/018727034 bağlantısından erişilebilir.

[2] BoA’ nın R 773/2023-5 sayılı kararı hakkında ayrıntılı bilgiye https://www.euipo.europa.eu/en/boards-of-appeal/decisions bağlantısından erişilebilir.

[3] Genel Mahkeme’nin T-1163/23 sayılı kararı hakkında ayrıntılı bilgiye https://curia.europa.eu/juris/document/document.jsfext=&docid=293330&pageIndex=0&doclang=FR&mode=req&dir=&occ=first&part=1&cid=2070657 bağlantısından ulaşılabilir.

[4] Bkz. 13 Eylül 2022 tarihinde EUIPO tarafından düzenlenen “Metaverse’deki Ticaret Markaları ve Tasarımlar: Hukuki Yönler/EUIPO Uygulaması” başlıklı online seminer. https://euipo.europa.eu/knowledge/course/view.php?id=4763

EUIPO TEMYİZ KURULU KARARI ÇERÇEVESİNDE HAREKET MARKALARININ AYIRT EDİCİLİĞİ

Hareket markaları, geleneksel olmayan marka türlerinden biri olarak, bir markanın öğelerinin hareketini ya da bu öğelerin pozisyonlarındaki değişiklikleri içeren markalar olarak tanımlanır. Bu yazıda, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) yapılmış olan ve araçlarda menteşeli pencerenin açılıp kapanma şeklini gösteren bir hareket markası başvurusuna ilişkin verilen karar ele alınacaktır.

018906690 sayılı Avrupa Birliği (AB) marka başvurusu (EUTM), araç penceresinin açılma ve kapanma hareketini temsil eden bir animasyon sekansından oluşmaktadır[1]. Başvuruya ait video aşağıda yer almaktadır:

EUIPO tarafından yapılan ilk incelemede, başvurunun ayırt edici karakterden yoksun olduğu gerekçesiyle, AB Marka Tüzüğü (EUTMR) Madde 7/1 (b) kapsamında reddedilmiştir. Karar gerekçesinde;

  • Başvuru sahibinin, ilgili piyasada lider olduğu iddiasının, kanıtlarla desteklenemediği, desteklense bile bu durumun hareket markasının ayırt edici karakteri ile ilgili olmadığı;
  • Pazarda rekabetin az olmasının, markanın ayırt edici karakterini etkilemediği, çünkü küçük pazarlarda bile işaretlerin malları birbirinden ayırt edebilmesi gerektiği, başvuru sahibinin pazarda lider olmasının, ona ait ürünlerin belirli özelliklerinin hemen bir marka olarak algılanmasını sağlamadığı;
  • Başvuru sahibinin sunduğu renkli payanda (destek çubuğu) iddiasının da, söz konusu renklerin siyah ve beyaz olması nedeniyle, tüketiciler nezdinde akılda kalıcı bir farklılık yaratmadığı,

ifade edilmiştir.

Başvuru sahibi, bu karara karşı itiraz etmiş ve başvuruyu EUIPO Temyiz Kurulu’na (BoA) taşımıştır. Başvuru sahibi itirazında, ilgili piyasada tüketicilerin dikkatinin yüksek olduğunu ve pazarın küçük olması nedeniyle tüketicilerin benzer tüm ürünleri tanıdığını, bu nedenle de tüketicilerin başvuru konusu işaretin piyasadaki diğer modellerden farklı olduğunu fark edeceklerini ve bu farklılığın işaretin kaynak gösterme işlevini yerine getirdiğini savunmaktadır. Ayrıca, başvuru sahibi tarafından sektördeki diğer ürünlere dair aşağıda yer alan görseller sunulmuştur.

Başvuru sahibi ayrıca, ilgili tüketicinin sadece gümüş payandalara (destek çubuğu/ strut) alışkın olduğunu belirtmekte ve dışarıdan görülebilen, dolayısıyla herkes için fark edilebilen olağandışı bir açılma hareketine sahip siyah payandaların, piyasada bilinmediğini, bu nedenle halihazırda kaynak belirtme işlevini yerine getirdiğini ve başvuru sahibinin ürünlerini ayırt edici kıldığını ifade etmektedir.

BoA tarafından yapılan inceleme sonucunda, başvuru sahibine, başvurunun EUTMR m. 7/1 (b) ve ayrıca m. 7/1 (e)(ii) uyarınca reddedilmesi gerektiği bildirilmiştir. Kurul, pencerenin açılma ve kapanma hareketini temsil eden bir animasyon sekansından oluşan başvurunun teknik bir sonucu elde etmek için zorunlu unsurlardan oluşan bir işaret olduğunu ve yalnızca teknik çözüm tarafından belirlenen unsurlardan oluştuğunu, dolayısı ile başkaca dekoratif ya da hayali unsurlar içermediğini ifade etmiştir. Bu nedenle, başvuru sahibinin sunduğu işaretin tescil edilmemesi gerektiği belirtilmiştir.

İtiraz hakkında, BoA ‘nın EUTMR m. 7/1 (b) ve (e) bentleri uyarınca yaptığı değerlendirme aşağıdaki detaylı biçimde açıklanacaktır[2].

EUTMR m. 7/1 (b) incelemesi:

EUTMR m. 7/1 (b) uyarınca, ayırt edici karakteri bulunmayan işaretler tescil edilemez. Bir markanın ayırt edici kabul edilebilmesi için, ilgili malların veya hizmetlerin belirli bir işletmeden kaynaklandığını göstermesi ve tüketicilerin bu işletmeyi diğerlerinden ayırt etmesine olanak tanıması gerekmektedir.

Bir markanın ayırt edici karakteri, ilk olarak tescil başvurusu yapılan ürün veya hizmetlere bakılarak ve ikinci olarak bu ürün veya hizmetlerin ilgili kamu tarafından nasıl algılandığına göre değerlendirilecektir.  Kamunun ilgili kesimi ise, o ürün veya hizmetlerin ortalama tüketicilerinden oluşur.

Somut olayda söz konusu araç camlarının hitap ettiği tüketici bu tür ürünlerle ilgilenen veya bu ürünleri kullanan deneyimli kişilerdir. Bu nedenle, hedeflenen tüketici kesimi, pazar hakkında en azından kısmen bilgi sahibi olan dikkatli kişilerdir.

Kurul, başvurulan hareket markasının, hedeflenen tüketiciler tarafından ticari köken belirtici bir işaret olarak algılanmayacağını, bunun yerine pencerenin işleyişinin basit bir temsili olarak değerlendirileceğini ifade etmiştir. Zira Kurul, sektördeki birçok üreticinin ürünlerinin işlevselliğini açıklamak amacıyla benzer animasyonları kullandığını göz önünde bulundurarak, başvurunun ayırt edici karakter taşıyan bir işaret olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle, başvuru, yalnızca pencerenin açılma ve kapanma hareketinin basit bir animasyonu olarak algılanmıştır.

Başvuru konusu işarette yer alan hareket sekansı, pencerenin açılıp kapanmasının basit animasyonlu görsel sekansından önemli bir sapma içermediğinden hedeflenen tüketiciler tarafından bir köken belirtisi olarak anlaşılabilecek bir mesaj iletmemektedir. Dolayısı ile başvurulan işaret, minimum düzeyde ayırt edici karakterden yoksun bulunmuştur.

Ayrıca, Kurul, başvurulan pencerenin işleyişinin veya pencerenin kendisinin, pazardaki benzer ürünlere kıyasla benzersiz özelliklere sahip olup olmadığının önemli olmadığının altını çizmiştir. Kurula göre bir markanın tescil için uygunluğu, markanın belirleyeceği ürünün özelliklerine veya benzersizliğine bağlı değildir. Yenilik veya özgünlük, bir markanın ayırt edici karakterini değerlendirirken dikkate alınan kriterler değildir. Dolayısı ile, başvurulan pencerenin açılma ve kapanma sisteminin pazarda yalnızca başvuru sahibine ait bu üründe bulunması, ayırt edici karakterin incelenmesi bağlamında önemli değildir.

EUTMR m. 7/1 (e) incelemesi:

EUTMR m. 7/1 (e) (ii) uyarınca, yalnızca teknik bir sonuca ulaşmak için gerekli olan malların şekli veya başka bir özelliğinden oluşan işaretler tescil edilemez. Burada amaç, markaların yalnızca ayırt edici işaretler aracılığıyla korunmasını sağlamak ve teknik çözümleri herkesin serbestçe kullanabilmesini temin etmektir.

Başvurulan işaret bir hareket markasıdır ve araç penceresinin açılma ve kapanma hareketini temsil etmektedir.  İşaret, 6 saniyelik basit, stilize edilmiş görsellerden oluşan bir animasyon dizisi ile temsil edilmiştir. Pencere başlangıçta kapalıdır, sonra yavaşça açılmakta ve tekrar kapanmaktadır. Marka başvurusu, başka hiçbir öğe içermemektedir.

Somut olayda, başvuru kapsamında yer alan mallar, araç pencereleridir. Kararda, pencereler için geçerli olan “genellikle camla kaplı bir açıklık olup, ışık ve havanın kapalı bir mekâna girmesini sağlar” tanımının, araç pencereleri için de geçerli olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle, bir pencerenin teknik sonucunun, ışık ve havanın kapalı bir mekâna girmesi olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda, bir pencerenin bu amaç için açılması gerektiği ve ayrıca, pencerenin açıldıktan sonra tekrar kapatılması gerektiğinin ortada olduğu, bu nedenle, pencerenin açılmasının (ve kapanmasının), pencerenin teknik sonucunu elde etmek için gerekli bir işlem olduğu belirtilmiştir.

Kurula göre, başvurulan hareket markası, teknik işlev tarafından belirlenmeyen herhangi bir bileşen içermemektedir. Zira, başvuru sahibi tarafından “olağandışı” olarak görülen siyah payandalar bile, camlarla bağlantılı olarak tamamen teknik bir işlevi yerine getirmektedir. Bu payandalar, pencerenin sabitlenmesi ve güçlendirilmesi için gereken elemanlar olup pencere kanatlarını ileriye doğru hareket ettirerek, pencerenin açılma ve kapanma sisteminin işlevsel bir parçası olarak çalışmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu payandaların sadece estetik bir amacı değil, doğrudan teknik bir işlevi vardır.

Başvuru sahibinin, araç camlarının açılıp kapanması için farklı teknik alternatiflerin mevcut olduğu yönündeki argümanı da Kurul’a göre geçersizdir. Zira, belirli bir teknik sonuca ulaşmak için gerekli olan özellik (somut olayda bir hareket dizisi), bu sonuca ulaşabilecek tek olası özellik olmak zorunda değildir; yani, bu sonuca ulaşabilecek tek hareket dizisi olmak zorunda değildir.

Özetle, Kurul, yukarıda yer alan gerekçeler kapsamında, başvurulan işaretin, teknik işlevi olmayan estetik öğeleri içermediği kanaatine varmış ve pencerenin açılma ve kapanma hareketinin teknik bir sonuç elde etmek için gerekli bir işlem olduğunu belirtmiştir.

Sonuç

Sonuç olarak, başvurulan hareket markası, hem teknik işlevselliği hem de ayırt edici karakterin eksikliği nedeniyle tescil için uygun bulunmamıştır. EUIPO tarafından verilen kararda, başvuru sahibinin işaretin tescili konusunda öne sürdüğü argümanlar reddedilmiş ve başvurunun EUTMR m. 7/1 (b) ve 7/1 (e)(ii) uyarınca reddedilmesine karar verilmiştir.

Kararda dikkat çekici unsur, ilk inceleme uzmanının ret kararındaki mutlak ret gerekçesinin (EUTMR m. 7/1 (b) bendi), başvuru sahibinin BoA önünde başvurusunu savunmak zorunda olduğu tek gerekçe olmamasıdır. Diğer bir deyimle BoA, mutlak ret gerekçeleri bakımından, ilk inceleme uzmanının gerekçesi ile sınırlı kalmamış ve başvuruyu EUTM m. 7/1 (e) bendi kapsamında da değerlendirmiştir. Benzer düzenleme Türk hukukunda da bulunmaktadır. Türk Patent ve Marka Kurumu Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Dairesi Kurulları Yönetmeliği m. 6/2 hükmüne göre, Kurul itiraza konu kararı veren dairenin resen incelemesi gereken hususları, taleple ve gerekçeyle bağlı olmaksızın, resen dikkate alabilir. Ancak Türk uygulaması ve AB uygulamasında ortaya çıkan en önemli fark, böyle bir ret gerekçesinin varlığı durumunda EUIPO’nun, Kurul kararının verilmesinden önce başvuru sahibine savunma yapma imkânı tanımasıdır. Bilindiği üzere Türk Patent ve Marka Kurumu uygulamasında, başkaca mutlak ret gerekçelerinin varlığı halinde, Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu, başvuru sahibine herhangi bir ön bildirim yapmadan doğrudan Kurul kararını oluşturmaktadır.

Diğer yandan, bir işaretin ayırt ediciliğinin değerlendirilmesinde, başvuru sahibinin sektörde lider olmasının veya ilgili pazarın küçük olmasının işarete doğrudan ayırt edicilik katmayacağı tekrar vurgulanmalıdır. Ayrıca, ilgili tüketicinin işaretin başvuru sahibinden kaynaklandığını anlaması yalnızca işarete kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandırılması durumunda tescil edilebilirliği sağlamaktadır.

Son olarak ise, markanın münhasıran teknik sonuca yönelen işaretten oluşup oluşmadığının belirlenmesinde, işaretin ilgili teknik sonuca ulaşabilmek için ilgili pazardaki “tek” alternatif olmasının gerekli olmadığı vurgulanmalıdır. Diğer bir deyimle, aynı işlevi görecek farklı teknik alternatiflerin mevcut olması tek başına ilgili mutlak ret gerekçesinin aşılmasını sağlamayacaktır.

Elif AYKURT KARACA

Ocak 2025

elifaykurt904@gmail.com


[1] Başvuru konusu işaret hakkında detaylı bilgiye https://euipo.europa.eu/eSearch/#details/trademarks/018906690 linkinden ulaşılabilir.

[2] BoA’ nın konuya ilişkin R 740/2024-2 sayılı 28.10.2024 sayılı kararının orijinal metnine https://www.euipo.europa.eu/en/boards-of-appeal/decisions adresinden erişilebilir.

“FİKRİ HAKLAR ve MÜZİK” 2025 YILI DÜNYA FİKRİ MÜLKİYET GÜNÜ TEMASI OLACAK!



26 Nisan günü, 2000 yılından bu yana her yıl Dünya Fikri Mülkiyet Günü olarak kutlanmaktadır. Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) tarafından her yıl ayrı olarak belirlenen bir tema çerçevesinde kutlanan bu özel günde, Türkiye dahil WIPO üyesi ülkelerde çok sayıda etkinlik düzenlenmektedir.

Dünya Fikri Mülkiyet Gününün tarihçesini, neden 26 Nisan tarihinin seçildiğini ve yıllara göre seçilen özel temaları aktardığım “Neden 26 Nisan? Dünya Fikri Mülkiyet Günümüz Kutlu Olsun!” başlıklı yazımı bu bağlantıdan okuyarak, Dünya Fikri Mülkiyet Gününe ilişkin detaylı bilgi edinebilirsiniz.

WIPO, 2025 yılının Dünya Fikri Mülkiyet Günü temasını “Fikri Haklar ve Müzik: Fikri Hakların Temposunu Hissedin” (IP and Music: Feel the Beat of IP) olarak belirlemiştir. Bu da demek oluyor ki, bu yıl fikri hakların müzikle kesişim noktasında çok sayıda etkinlik ve çalışmayla karşılaşacağız. WIPO, 2025 yılındaki Dünya Fikri Mülkiyet Gününün içerik çalışmalarına şimdiden başlamıştır, bu çalışmalara ilişkin bilgi ve materyal, WIPO’nun bu bağlantıdan erişebileceğiniz özel sayfasında görülebilir.


Fikri hakların müzikle kesişimi denilince akla ilk ve otomatik olarak telif hakları ihtilafları gelmektedir. Biraz daha düşününce müzik gruplarının, şarkıcıların ve hatta şarkıların adlarının marka olarak tescil edilmesinden kaynaklanan marka hak sahipliği ihtilafları ve devamında patentle korunan müzik enstrümanlarına, müzik teknolojisine dair cihazlara veya görsel özellikleri tasarımla korunan enstrümanlara veya diğer müzik ürünlerine ilişkin hususlar da akıllara gelebilmektedir.

IPR Gezgini’nin 10 yıldan uzun tarihi süresince, müzik sanatçılarının fikri haklar ihtilaflarına ilişkin onlarca yazı yayımladığımızı sanıyorum. 2025 yılının, yukarıda bahsettiğimiz nedenle, fikri hakların müzikle ilişkisine dair önemli bir yıl olması itibarıyla, bu yıl hem Fikri Haklar – Müzik kesişim noktalarında yeni yazılar yayımlayacak hem de bu konuda geçmiş yıllarda yayımlanmış yazılarımızdan bazılarının güncellenmiş versiyonlarına yer vereceğiz.


“Fikri haklar ve müzik ilişkisi konusunda aklına gelen en isyankar ihtilaf hangisidir?” sorusuna, kendi adıma vereceğim yanıt gayet net: George Harrison’un telif hakları özelinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yargısını eleştirmek amacıyla yazdığı ve şarkı için çektiği videoda ABD yargısıyla kafa bulduğu “This Song” şarkısı ve buna ait klip.


Bu konuyu ilk olarak 2019 yılında kısa süreyle çıkarttığımız IPR Gezgini Bülteni için yazmış ve sonrasında sitede de yayımlamıştım. Şu an okumakta olduğunuz yazı, 2019 yılındaki yazımın küçük revizyonlara uğramış ve adapte edilmiş halidir.   

George Harrison (1943-2001), The Beatles üyelerinden biriydi malumunuz. Harrison, Beatles’ın dağılmasından sonra kariyerine solo olarak devam etti ve birçok esere daha imza attı. Ayrıca, kişisel alana ufak bir adım atarsak, en sevdiğin Beatles üyesi kimdir sorusuna benim vereceğim yanıt, ne John Lennon ne de Paul McCartney olacaktır, yanıt benim için açık olarak George Harrison’dır.

Beatles’ın dağılmasının ardından solo kariyerine devam eden Harrison’un şarkılarından “My Sweet Lord” (1970) , The Chiffons grubunun 1963 yılında yaptığı “He’s So Fine” isimli şarkıyla benzerlik ve dolayısıyla telif hakkı ihlali gerekçesiyle dava konusu olur.

George Harrison, New York’ta görülen davada bir hafta boyunca hakimi, telif hakkı ihlalinin söz konusu olmadığına ikna etmeye çalışır, ancak başarısız olur ve davayı kaybeder.

Davayı kaybeden ve süreçte çok yıpranan Harrison, 1976 yılında “This Song” parçasını yazar. “This Song” şarkısı aşağıdaki şekilde başlamaktadır:

“This song has nothing tricky about it (Bu şarkının hileli bir tarafı yoktur)

This song ain’t black or white and as far as I know (Bu şarkı siyah veya beyaz değildir ve bildiğim kadarıyla)

Don’t infringe on anyone’s copyright, so… (Kimsenin telif hakkına tecavüz etmemektedir, böylece…)……..”

Harrison’un şarkı için yaptığı video ise, bir mahkeme salonunda duruşma esnasında geçmektedir ve videoda hakim, jüriler, avukatlar, polisler, katipler ve izleyiciler yer almaktadır. Harrison video boyunca, davayı tiye alır ve duruşma en sonunda herkesin dans ettiği bir partiye dönüşür. 


Diyebiliriz ki, “My Sweet Lord” telif hakkı ihlali davasını kaybetmesi, George Harrison’un “This Song”u yazmasına ve bu komik videoyu yapmasına neden olmuştur.

“This Song” şarkısının videosu izlemek isteyen okurlarımız için aşağıdadır:


Benzerlik iddiasına konu “My Sweet Lord” ve “He’s So Fine” şarkılarını da aşağıdaki bağlantılardan dinleyebilir ve karşılaştırabilirsiniz.


2025 yılı Dünya Fikri Mülkiyet Günü’nün “Fikri Haklar ve Müzik” temasına biz de girişimizi bu yazıyla yapmış oluyoruz. Yıl boyunca, fikri hakların müzikle kesişimi noktalarındaki yeni yazılarda ve olası etkinliklerde görüşmek dileğiyle!

Önder Erol ÜNSAL

Ocak 2025

unsalonderol@gmail.com

Marka Kullanımında Ayırt Edici Karakterin Korunması: Alman Federal Patent Mahkemesi’nin MONSTER Kararı Üzerine Bir İnceleme



Tescilli markaların piyasada etkin şekilde kullanılmasının sağlanması ve ticari hayatta var olan teşebbüslerin kullanılmayan markalardan istifade edebilmeleri ve bu markalar sebebiyle pazara girişte yapay bir engelin oluşmasını engellemek amaçlarıyla hem Türk hem Avrupa Birliği (AB) hem de Alman marka mevzuatında markanın kullanılması zorunluluğuna yönelik hükümler ihdas edilmiştir.

Kullanma zorunluluğunun yerine getirilmesi belirli şartlara bağlanmıştır. Bu kapsamda, markanın kullanılmaması için haklı sebebin bulunmaması durumunda, markanın, tescil edildiği mal ve hizmetler için ciddi şekilde kullanılması gerekmektedir.

Bir markanın kullanılmasına ilişkin değerlendirmede esas alınması gereken markanın tescil edildiği şekilde gerçekleşen kullanımıdır. Ancak bu konuda ilgili mevzuatlar istisna da tanımıştır.

Alman Marka ve Diğer İşaretlerin Korunmasına Dair Kanun (MarkenG) m. 26/3 hükmüne göre, markanın tescil edildiği şekilden farklı bir biçimde kullanılması durumunda, bu kullanım, farklı unsurlar markanın ayırt edici karakterini değiştirmediği sürece, tescilli markanın kullanımı olarak kabul edilir.

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu m.9 hükmünde “markanın ayırt edici karakterinin değiştirilmeden farklı unsurlarla kullanılması” markasal kullanım olarak kabul edilmiştir.

Bu düzenlemeler, markanın esas tescil şekliyle kullanılması gerektiğini belirtmekte, ancak ayırt edici karakterini değiştirmeyen farklı unsurlarla yapılan kullanımın da markanın kullanımı olarak kabul edileceğini ortaya koymaktadır. Mevzuatın bu şekilde düzenlenmesinin amacı, tescilli markanın temel unsurlarını koruyarak, ticari hayatın gereklilikleriyle uyumlu bir şekilde, örneğin markanın modernizasyonu gibi sebeplerle yapılan değişikliklerin markanın aktif kullanımını sürdürmesini sağlamaktır.

Ancak markanın ayırt edici karakterinin hangi durumlarda değişeceğine ilişkin genel bir kural koymak oldukça zordur. Yazımıza konu olan Alman Federal Patent Mahkemesi’nin kararında kullanım zorunluluğuna ilişkin bu durum tartışılmıştır[1]

Davaya konu olay, Türkiye’de tescilli ve 31 Mart 2017 tarihinde Madrid Anlaşması Protokolü kapsamında (Uluslararası Tescil Numarası: 1 352 854) tescil edilmiş olan markasının Almanya Federal Cumhuriyeti nezdinde de tescili için başvuruda bulunması il gündeme gelmiştir. Başvuru kapsamında yer alan mallar “9. sınıf: Dizüstü bilgisayarlar, fareler, fare pedleri, dizüstü bilgisayar taşıma çantaları, dizüstü bilgisayarlar için kılıflar.”dır. Başvurunun 29 Haziran 2017 tarihinde ilanı üzerine,
Monster Energy Company tarafından, 002784486  sayılı ibaresinden oluşan ve 32. sınıfta yer alan alkolsüz içecekler için tescilli olan marka gerekçe gösterilerek itiraz edilmiştir[2].

Yapılan itiraz, Alman Patent ve Marka Ofisi tarafından, 002784486   sayılı itiraz gerekçesi marka gerekçe gösterilerek kısmen kabul edilmiş ve marka başvurusu “fare pedleri, dizüstü bilgisayar taşıma çantaları, dizüstü bilgisayarlar için kılıflar” malları bakımından reddedilmiştir.

Söz konusu karar üzerine, Federal Mahkemeye intikal eden olayda, Ofis nezdindeki itiraz işlemleri sırasında 002784486 sayılı markanın 9. sınıfta yer alan mallar bakımından kullanımını kanıtlamasını isteyen başvuru sahibi[3], talebini düzenleyerek markanın tescil kapsamında yer alan 32. sınıfta yer alan mallar bakımından kullanılmasını talep etmiştir.

Bu talep üzerine itiraz sahibi tarafından kullanımın ispatı amacıyla kapsamlı deliller sunulmuştur. Sunulan delillerde yer alan marka görsellerinde bazı örnekler aşağıda yer almaktadır.


Delilleri inceleyen mahkeme, aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur:

  • İtiraz eden tarafın sunduğu belgelerde aşağıda yer verilen stilize biçimde yazılı “MONSTER” logoları, gene aşağıda üçüncü olarak yer verilen ayırt edici pençe benzeri logo ile kullanılmaktadır.
  • Bu pençe logosu, aşağıdaki görselden de anlaşılacağı üzere, boyutu ve yazının üzerinde belirgin bir konumda olması nedeniyle oldukça baskın bir etki yaratmaktadır.
  • İtiraz edenin kullandığı yazı stili ise pençe benzeri logo ile uyumlu ve alışılmadık bir fonttur.
  • Harfler ayrıca runik yazıyı andıran izler taşımakta olup, “O” harfi yerine kullanılan aşağıda yer verilen stilize görsel de, gene aşağıda yer verilen Kelt haçını[4] çağrıştırmaktadır. Bu özellik, ilk bakışta harf olarak değil, daha çok bir fantezi işareti gibi algılanmaktadır.

Söz konusu tespitleri yapan mahkeme, işaretlerin farklı kullanımı nedeniyle tüketicilerin, bu işaretleri “MONSTER” markasıyla aynı olarak görmeyeceğini ve aralarındaki farkları fark edeceğini ifade etmiştir. Zira, itiraz sahibi “MONSTER” markasını, piyasada görsel öğe (pençe), “Monster” ve “ENERGY” kelimeleri ile birlikte kullanmakta ve bu öğeler her zaman farklı renk varyasyonlarıyla birlikte yer almaktadır.

İkinci olarak mahkeme “pençe” öğesi açısından farklı bir değerlendirme yapmanın mümkün olduğunu, tüketicilerin, bu öğeyi “Monster” öğesiyle birlikte birleşik bir işaret olarak algılayacağına dair güçlü bir kanaat olduğunu ifade etmiştir. Mahkemeye göre hem “Monster” hem de “pençe” öğeleri, tarz olarak birbirleriyle uyumlu şekilde tasarlanmış olup, birlikte kullanıldıklarında işarete ” korku tüneli” izlenimi olarak tanımlanabilecek türde özel bir görünüm kazandırmaktadır.

Diğer yandan mahkemeye göre, marka sahibinin yaptığı kullanım pençe öğesi olmaksızın yalnızca ibaresiyle gerçekleştirilmiş olsaydı dahi, söz konusu ibarenin grafik tasarımı basit bir süslemenin ötesine geçerek bağımsız bir etki yaratmaktadır. Bu farklılık, işaretin ayırt edici karakterini etkilemektedir. Diğer bir deyişle, markaya uygulanan bu stilizasyonun, kelime markasının ayırt edici niteliğini değiştirmesi sebebiyle, marka sahibinin stilize edilmiş kullanımının tescilli olan markasının kullanımı olarak kabul edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

Mahkeme, kelime markalarında farklı bir standart yazı tipinin kullanılmasının genel olarak markanın kullanımı olarak değerlendirilebileceğini kabul etmekle birlikte, somut olayda kullanılan yazı tipinin çarpıcı ve alışılmışın dışında olması ve runik[5]  yazıyı andıran görünümün işarete kendine özgü, farklı bir karakter kazandırması nedeniyle, tüketicilerin markayı tescil edilen biçimi ile özdeşleştirmeyeceğini ifade ederek markanın ayırt edici karakterinin etkilendiğine karar vermiştir. Bu nedenle, marka sahibinin piyasada kullandığı tasarım, esas markanın yalnızca estetik açıdan süslenmesinin ötesine geçerek markanın ayırt edici karakterinde değişiklik yaratmıştır.

Markaların ticari kullanımda yapılan tasarım değişikliklerinin, markanın temel kimliğini ne ölçüde etkilediği somut olayın özelliklerine göre dikkatle incelenmelidir. Dolayısıyla, bu karar, marka kullanımının yalnızca biçimsel benzerlikle değil, bütünsel algı ve ayırt edici karakterin korunması ilkesiyle değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Bu karar, Alman marka profesyonelleri tarafından şaşırtıcı bulunmuş ve özellikle, kelime markalarının ayırt edici karakterine yönelik haklı beklentilerin zayıflaması ve hukuki belirliliğin kaybolması gibi sebeplerle eleştirilmiştir. Zira, Federal Patent Mahkemesi’nin kararının, kelime markalarının koruma kapsamını daralttığı ve gerçek pazar uygulamalarıyla çelişen bir yaklaşımı yansıttığı ifade edilmiştir. Kararın, kelime markalarının ayırt edici karakterini yalnızca standart yazı tipleriyle sınırlamasının hem hukuki belirlilikten uzak olduğu hem de markaların çoğunlukla grafik unsurlar ve özel yazı tipleriyle birlikte kullanıldığı dikkate alındığında, markaların kullanım gerçekliklerini yeterince yansıtmadığı ifade edilmiştir.

Sonuç olarak, markanın ayırt edici karakterinin hangi durumlarda değiştiğine dair kesin ve objektif bir ölçüt belirlemek oldukça zordur. Her somut olay, kendi koşulları çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirmede, markanın farklı unsurlarla kullanımı sırasında ilgili tüketicinin söz konusu mal veya hizmeti aynı işletmeye ait olarak algılayıp algılamadığı önemli bir kriterdir. Eğer tüketici, piyasada farklı unsurlarla kullanılan markayı aynı işletmeyle ilişkilendiriyorsa, markanın ayırt edici karakterinin değişmediği kabul edilir. Buna karşılık, Alman Federal Patent Mahkemesi’nin de vurguladığı gibi, markanın yeni kullanım şekli tüketici tarafından tescilli markadan bağımsız ve farklı bir işaret olarak algılanıyorsa, bu durumda markanın ayırt edici karakterinin değiştiği kabul edilmelidir.

Elif AYKURT KARACA

Ocak 2025

elifaykurt904@gmail.com


DİPNOTLAR

[1] Söz konusu kararın, sadece konumuz ile ilgili kısımları işbu yazıya aktarılmıştır.

[2] İtiraz sahibi 011669744 sayılı “MONSTER ENERGY” ibaresinden oluşan ve 14 ile 24. sınıflarda yer alan bazı mallar bakımından tescilli markasını da itiraz gerekçesi olarak ileri sürmüş olsa da yazıda incelenen konu bakımından söz konusu itiraz gerekçesi alakalı olmadığından yazıya eklenmemiştir.

[3] Başvuru sahibinin itiraz süreçlerindeki bu talebi, itiraz gerekçesi markanın kapsamında 9. sınıfta yer alan mallar yer almadığından kabul edilmemiştir.

[4] Kelt Hacı, Hristiyan haçı’nın kesişim yerine bir halka eklenmesi ile oluşan, Hristiyanlık’ın karakteristik sembolü olan ancak kökeni Hristiyanlık öncesine dayanan haçtır.

[5] Runik yazı İlk Çağ Orta Asya toplumları, Türkler, Etrüskler, Macarlar ve vaktiyle Kuzey Avrupa ülkelerinde (İsveç, Norveç, Finlandiya, Almanya vs.) yaşayanlar tarafından kullanılmış bir yazı sistemidir.  Bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/Runik_yaz%C4%B1#:~:text=Runik%20yaz%C4%B1%20%C4%B0lk%20%C3%87a%C4%9F%20Orta,taraf%C4%B1ndan%20kullan%C4%B1lm%C4%B1%C5%9F%20bir%20yaz%C4%B1%20sistemidir.&text=Bu%20yaz%C4%B1%20sisteminin%2C%20Kuzey%20Avrupa,da%20%22futhark%22%20ad%C4%B1%20verilir ; https://www.ipeksilver.com/blog-runik-alfabe-ne-demek#:~:text=Runik%20Yaz%C4%B1%2C%20%C3%A7o%C4%9Funlukla%20ta%C5%9Flara%2C%20a%C4%9Fa%C3%A7lara,sembol%20olarak%20adland%C4%B1r%C4%B1lan%20karakterlerden%20olu%C5%9Fur

KİTAP TANITIMI: “Genetik Kaynaklar ve Bunlarla İlişkili Geleneksel Bilgilerin Korunmasında (Biyokorsanlığın Önlenmesinde) Fikri Mülkiyet Sisteminin Rolü”



Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı’nın (WIPO) Cenevre’deki merkezinde düzenlenen uluslararası toplantılara ilgili devlet kurumları ve uluslararası mesleki sivil toplum kuruluşları adına katılanlar veya toplantı tutanaklarından katılımcıları inceleyenler, bu toplantılarda Türkiye’yi temsil edenler arasında Türkiye’nin Cenevre’deki Daimi Temsilciliğinden katılımcıların isimlerini de görmüşlerdir. Dış İşleri Bakanlığında görevli diplomatlarımız olan bu kişiler; katıldıkları, takip ettikleri ve hakkında bilgi notları hazırladıkları toplantılar itibarıyla, fikri hakların birçok alanında derin tecrübe ve donanım elde etmişlerdir. Geçmişte bu görevi ifa eden diplomatlarımızdan olan Dr. Tuğba Canatan Akıcı‘nın, yaklaşık yirmi yıl önce patent ve marka vekili olarak yola çıktığı uygulamada ve akademide edindiği bilgi ve deneyimlerini, uluslararası fikri mülkiyet hukuku müzakerelerindeki tecrübeleriyle birleştirerek ortaya çıkardığı yeni eserini takipçilerimizle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.

Tuğba Hanım bahsettiğimiz mesleki tecrübesine ilaveten IPR Gezgini’nin sıkı bir takipçisidir ve buluşmalarımıza da katılarak bizleri onurlandırmaktadır. Kendisine hem eseri hem de bizlerle paylaştığı dostluğu için en başta ve bir kez daha teşekkür ediyoruz.


Dr. Tuğba CANATAN AKICI’nın “Genetik Kaynaklar ve Bunlarla İlişkili Geleneksel Bilgilerin Korunmasında (Biyokorsanlığın Önlenmesinde) Fikri Mülkiyet Sisteminin Rolü” başlığını taşıyan eserini bu kısa yazıda yazarının kaleminden tanıtacak ve eserin kapsamı hakkında daha net bir fikir verebilmek adına İçindekiler bölümünü sizlerle paylaşacağız.

“Günümüzde genetik kaynaklar ve geleneksel bilgilerin sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel alanlarda önemi giderek daha fazla anlaşılmaktadır. Özellikle biyoteknolojinin gelişimiyle birlikte ilaç, kozmetik, tarım gibi alanlarda yürütülen inovasyon çalışmalarında genetik kaynaklar ve bunlarla ilişkili geleneksel bilgilere yoğun olarak başvurulmaktadır. Öte yandan, bu kaynak ve bilgilere dayalı ortaya çıkan fikri ürünlerden elde edilen faydalar, kaynak ülke ve/veya yerel topluluklarla paylaşılmamaktadır.

Tarihsel olarak genetik kaynaklar ve bunlarla ilişkili geleneksel bilgilerin “insanlığın ortak mirası” ve “kamu malı (public domain)” olarak kabul edilmesi, bunlar üzerinde fikri mülkiyet sistemi aracılığıyla üçüncü kişilerin tekel hakları elde etmesine, kısaca bunların fikri mülkiyet sistemi yoluyla suistimaline neden olmuştur. Bir başka değişle, ülkelerin baş etmek zorunda kaldığı ve giderek daha büyük sorun haline gelen “biyokorsanlık”, genetik kaynak ve geleneksel bilgilere dayanan buluşların patentle korunmasının artmasıyla birlikte fikri mülkiyet haklarının bahşettiği tekelci haklar aracılığıyla da vuku bulmaktadır.

Günümüze kadar genetik kaynaklar ve bunlarla ilişkili geleneksel bilgiler üzerinde kaynak ülke ya da yerel toplulukların rızası alınmaksızın üçüncü kişiler lehine çok sayıda patent tescili sağlanmıştır. Örneğin, Asya kıtasının 4000 yıllık kadim tıp bilgilerine dayanan “zerdeçal”ın (turmeric) yaraları iyileştirmede kullanımı yöntemi için verilen ABD patenti, biyokorsanlığın engellenmesine ilişkin yöntem arayışları için kurulan ilk uluslararası platformlarda en fazla gündeme gelen vakalardan biri olmuş; bu patent Hindistan’ın ısrarlı müdahaleleri sonucunda iptal edilmiştir.

Örnekteki durum kitapta “patent sistemi yoluyla gerçekleşen biyokorsanlık” olarak adlandırılmış ve hakkaniyet dengesini bozan patent sistemi temelli uygulamalar diğer popüler vaka incelemeleriyle somutlaştırılmıştır.

Genetik kaynaklar ve geleneksel bilgilerin korunmasında fikri mülkiyet sisteminin nasıl rol oynayabileceği sorusu temelinde küresel düzeyde hukuki çözüm arayışları yaklaşık yirmi beş yıl önce Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) nezdinde başlamıştır. Bu müzakereler hakkaniyet boyutunda iki farklı tarafı ortaya çıkarmıştır. Bir tarafta dünyanın tehdit ve tehlike altındaki genetik türlerinin çoğuna ev sahipliği yapan ve nesilden nesile aktarılan geleneksel bilgileri muhafaza eden gelişmekte olan ülkeler; diğer tarafta ise bu doğal zenginliği geliştirmek için gereken sermaye ve teknolojiye elinde tutan gelişmiş ülkeler yer almaktadır. Gelişmekte olan ülkeler, mevcut fikri mülkiyet hakları sisteminin sanayileşmiş batının ilaç, tarım ve kozmetik gibi alanlardaki faaliyetlerinde biyokorsanlık yapma imkânı sunduğunu savunmakta ve bunlardan elde edilen ekonomik gelirlerin adaletsiz dağıtımına vurgu yapmaktadır.

WIPO nezdinde yürütülen bu çalışmalar ilk meyvesini vermiş ve 2024 yılının Mayıs ayında “Genetik Kaynaklar ve Bunlarla İlişkili Geleneksel Bilgiler ve Fikri Mülkiyet Anlaşması” kabul edilmiştir. Bu Anlaşma, fikri mülkiyet sisteminin bu kaynak ve bilgilerin suistimalinin önlenmesinde oynayacağı rolü göstermesi bakımından ilk bağlayıcı uluslararası düzenlemedir. Bu Anlaşmayla, biyokorsanlığın engellenmesinde önemli bir kilometre taşı olan 2010 tarihli “Genetik Kaynaklara Erişim ve Bunların Kullanılmasından Ortaya Çıkan Yararların Adil ve Eşit Paylaşımına Dair Nagoya Protokolü” ne fikri mülkiyet hukuku temelli bir takviye sağlanmıştır.

Kitapta, genetik kaynaklar ve bunlarla ilişkili geleneksel bilgilerin fikri mülkiyet sistemi yoluyla biyokorsanlığa maruz kalmasının önlenmesi amacına yönelik uluslararası hukuktaki mevcut düzenlemeler ile yürütülen müzakereler temelinde inceleme yapılmış; adil bir çözüm için, erişim ve fayda paylaşımına ilişkin uluslararası anlaşmalarla kurulmuş mekanizmaların fikri mülkiyet hakları sistemindeki düzenlemelere entegre edilmesi suretiyle oluşturulacak bütünleşik bir sistem önerilmiştir.

Çalışma konusu özelinde kabul edilen yukarıda maruz Anlaşmayla birlikte ulusal ve uluslararası hukukta bu alana ilginin artması ve konunun hem uygulamada hem de akademide ön plana çıkması beklenmekte olup, bu çalışmanın okuyuculara faydalı olmasını ve bu alandaki çalışmalara ilham vermesini dilerim.”



Tuğba Hanım’a bu özel alandaki önemli ve öncü çalışması için bizler de teşekkür ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz.

IPR GEZGİNİ

Ocak 2025

iprgezgini@gmail.com

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TARIM DIŞI ÜRÜNLERİNDE COĞRAFİ İŞARET POTANSİYELİ


Avrupa Birliği’nin (AB’nin), “tarım dışı ürünler” olarak da tanımlayabileceğimiz zanaat ve sanayi ürünlerine coğrafi işaret koruması sağlayan 18 Ekim 2023 tarihli ve 2023/2411 sayılı Tüzüğü, 1 Aralık 2025 tarihinde uygulanmaya başlayacak. 2023/2411 sayılı Tüzüğe ilişkin genel bilgilere, 6 Haziran 2024 tarihinde IPR Gezgini’nde yayımlanan “Tarım Dışı Ürünlerde Coğrafi İşaret Tescili İçin EUIPO Görev Başında!” başlıklı yazımızda yer vermiştik. Bu yazımızın konusunu ise, 2023/2411 sayılı Tüzüğün uygulayıcısı olan Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi – EUIPO tarafından yaptırılan ve AB üyesi ülkelerin bu tür ürünler için potansiyel korumalarına yönelik çalışma olan “Study On EU Member States’ Potential For Protecting Craft And Industrial Geographical Indications” başlıklı rapor oluşturuyor.

3 Aralık 2024 tarihinde yayımlanan raporda, “coğrafi işaretli zanaat ve sanayi ürünleri” için, İngilizce karşılığı “Craft and Industrial Geographical Indication(s)” olan “CI GI(s)” kısaltması kullanılıyor.

2023/2411 sayılı Tüzük, CI GI(s) başvurularının inceleme ve tescili için ulusal düzeyde ve AB düzeyinde olmak üzere iki fazlı bir sistem öngörüyor ve ulusal düzeyde yetkili bir otorite belirlenmesini zorunlu kılıyor. Bu durum aslında yıllardır gıda ve tarım ürünleri için geçerli olan coğrafi işaret tescil sistemiyle aynı. Farklı olan ise; CI GI(s) için ulusal sui generis sistemi bulunmayan AB ülkelerinde, tescil ile sağlanacak koruma için “düşük yerel ilgi” bulunması ve bu durumun ispatlanması halinde AB Komisyonunca ilgili ülkeye ulusal sistem kurmaktan muafiyet tanınabilecek olması. Bu imtiyaza sahip olacak AB ülkesi kaynaklı başvurular doğrudan EUIPO’ya yapılacak. Ancak yine de bu ülkeler, tescil sürecinde EUIPO’ya yardımcı olmak ve denetim ile yaptırım sistemleri uygulamak bakımından temas noktası tayin edecekler.  

2023/2411 sayılı Tüzüğün tam olarak uygulanmaya başlayacağı tarihin ertesi günü olan 2 Aralık 2025 tarihinde ise, ulusal CI GI(s) sistemi olan AB ülkelerindeki korumalar sona ererek 2023/2411 sayılı Tüzük, AB’de geçerli tek sistem olacak.

Raporda yer alan bazı verileri özetlemeye başlamadan önce, 2023/2411 sayılı Tüzük ile sağlanacak korumanın sadece mahreç işareti şeklinde olacağını, bu tür ürünler için AB’de menşe adı koruması sağlanmayacağını hatırlatalım.

Raporda, AB’nin 27 üyesinden toplanan veriler analiz ediliyor. Fransa, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin aralarında bulunduğu 16 ülkede CI GI(s) için sui generis sistem mevcut ancak kapsam, yönetim şekli, ücretler ve yaptırımlar bakımından farklılıklar var. 

Söz konusu 16 ülkeden Almanya, İtalya ve İspanya’nın ulusal düzeyde sui generis sistemleri olmasa da, belirli geleneksel CI ürünlerinin adlarını korumak için özel yasal düzenlemeleri var. Belçika’da ise Valon Bölgesi tarafından CI GI(s) koruması, sui generis yasa ile sağlanıyor.

Ayrıca, 2015/2436 sayılı AB Direktifi ile uyumlu biçimde düzenlenmiş ulusal kurallar uyarınca bireysel, kolektif veya sertifika markası olarak bu tür ürünlere koruma sağlanmakta. Dahası, CI ürünlerinin adları da, herhangi bir fikri mülkiyet hakkı verilmeksizin genellikle adil piyasa uygulamalarını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan haksız rekabet yasaları ve diğer yasal araçlarla korunmakta.

AB ülkeleri 2023/2411 sayılı Tüzüğün uygulanması ve yeni kuralların hazırlanması konusunu tartışırken raporun hazırlandığı dönemde sadece İtalya’da, bu konuya ilişkin yeni bir yasal düzenleme yapılmış. 27 Aralık 2023 tarihli ve 206 sayılı yasa ile “Made in Italy’nin Değerlendirilmesi, Tanıtımı ve Korunması için Kapsamlı Hükümler” benimsenmiş. CI GI(s) koruması hakkındaki yerel ilgi; AB ülkelerindeki kamu otoritelerine ve özel sektör temsilcilerine yarı yapılandırılmış anketler gönderilerek üreticilerin / derneklerin tescil için başvuru yapma niyeti, kamu kurumlarının ulusal tescil aşamasını yönetme ve ulusal yetkili otorite belirleme planlarının değerlendirilmesiyle tespit edilmiş.

27 AB ülkesinden e-posta yoluyla 493 paydaşla iletişime geçilerek 130 yanıt alınmış. Her ülkeden en az bir kamu otoritesi katılırken, sadece 14 ülkenin özel sektörü ilgi göstermiş. Danimarka, Hollanda ve İsveç’in üretici ve özel sektöründen ankete katılım olmamış.  

Özel sektörden alınan yanıtların analizini aşağıda özetliyoruz.

– Özellikle üretici olan çoğu katılımcının ilgisi büyük. Bu ilgilerin konularına göre dağılımı %17 daha iyi yaptırım, %21,3 kültürel ilgi, %23,3 geleneksel miras ve %22,6 ekonomik ilgi şeklinde. Ayrıca kırsal kalkınma, iş yaratma, ürünün kaynağını daha iyi belirtme, sürdürülebilir uygulamalar ve düşük maliyetli ürünlerle rekabet gibi daha geniş toplumsal faydalar da dahil olmak üzere %14 sosyal ilgi ve %1,8 diğer ilgiler verilen yanıtlar arasında.

– Üreticilerin %70’inin konu hakkındaki farkındalığı yüksek. Ankete katılan üreticilerin %86’sı tescil için başvuru yapmaya istekli. Ancak buna rağmen sadece 20 üretici, ürünlerinin tüm üreticiler tarafından uyulması gereken resmileştirilmiş şartnamelere sahip olduğunu belirtmiş.

– Çoğu üreticinin 10’dan az çalışanı ve 2 milyon Eurodan az yıllık cirosu var. Bu durum zanaat ve endüstriyel ürün sektörünü, geleneksel üretim yöntemleriyle karakterize edilen, kalite ve zanaatkarlığı vurgulayan küçük ölçekli işletmelerin şekillendirdiğini gösteriyor.

AB ülkelerinin hepsinin en az bir kamu otoritesi ankete katılmış; İspanya, İtalya ve Portekiz’den alınan yanıt sayısı daha fazla. Kamu sektörünün anket sonuçlarını aşağıda özetliyoruz.

– Danimarka, Finlandiya, İrlanda, Litvanya, Lüksemburg, Malta, Hollanda ve İsveç, 2023/2411 sayılı Tüzüğün 19 uncu maddesi uyarınca muafiyet talebinde bulunabilecek. Kıbrıs, Slovenya ve Belçika’da ise bu konudaki iç görüşmelerin, raporun hazırlandığı dönemde 15 Haziran 2024 tarihine kadar devam ettiği belirtiliyor.

– Kaynak kısıtlamaları, idari yük ve düşük sayıda tescil başvurusu yapılacağı öngörüsü, muafiyet talebinde bulunma nedenleri arasında. Özellikle Lüksemburg, Finlandiya ve Litvanya’nın kamu otoriteleri, kendi ülkelerinde tescile uygun olabilecek sınırlı sayıda ürün olabileceğini bildirmiş. Kamu otoritelerinden Malta ve Belçika, Tüzüğün ulusal ofislere getireceği idari yük konusunda endişelerini, Kıbrıs ise özellikle personel olmak üzere kaynak eksikliğini dile getirmiş.

Raporda sonuç olarak hem özel hem de kamu sektörünün CI GI(s) korumasına yönelik ilgisinin büyük, ancak Tüzüğü uygulama isteği ve kapasitesinin büyük ölçüde değişken olduğu ifade ediliyor.

Rapor, 2023/2411 sayılı Tüzüğün 70 inci maddesi uyarınca koruması sona erecek ulusal düzeyde tescilli olan veya başvuru halinde bulunan 132 isimden oluşan listeyi içermekte. Ayrıca bu raporu hazırlamak üzere EUIPO adına çalışmayı yapan firma tarafından 27 AB ülkesinden toplanan verilerle oluşturulan ve resmi niteliği bulunmayan 380 isimlik bir liste de mevcut.

Yazımızın sonunda, raporda yer verilen listelerden dikkatimizi çeken ve Almanya’da özel yasal düzenlemelerle CI GI (s) korumasına sahip olan 2 örnek hakkında kısa bilgi verelim. Bunlardan ilki, hemen herkesin aşina olduğu Solingen.

Solingen adının, özellikle makas, bıçak, çatal-bıçak takımı vb. ürünler için coğrafi işaret olarak korunmasını sağlayan ilk yasal düzenleme 1938 yılına dayanıyor ve yerini, 1994 yılında “Verordnung zum Schutz des Namens Solingen” yasasına bırakmış. Yasaya göre Solingen adını taşıyan ürünlerin, üreticilerin katılımıyla oluşturulan şartnameye uygun biçimde Solingen bölgesinde işlenmesi/üretilmesi gerekmekte. Wuppertal-Solingen-Remscheid Ticaret ve Sanayi Odası, üreticilerin haklarını savunmakla görevli olup Solingen adının marka, kolektif marka ve kaynak gösteren işaret olarak korunması için çaba sarf ediyor. Örneğin Solingen AB’de kolektif marka olarak tescilli ve marka tescilinden doğan hakların yürütücüsü. Solingen üreticileri hak ihlali söz konusu olduğunda Wuppertal-Solingen-Remscheid Ticaret ve Sanayi Odasına haber veriyor ancak ihlallere karşı bireysel olarak yasal süreç başlatamıyor.  

Solingen ürünleri dünya çapında satılıyor ve Alman Çatal Bıçak Takımı ve Ev Eşyaları Sanayi Birliği verilerine göre değeri 2019 yılında 780 milyon Euro civarında. Solingen, 40’tan fazla ülkede marka, haksız rekabet ve coğrafi işaret olarak korunmakta. Coğrafi işaret olarak koruma, Almanya-Fransa arasında 1960, Almanya-Yunanistan arasında 1964, Almanya-İtalya arasında 1963, Almanya-İsviçre arasında 1967, Almanya-İspanya arasında 1970 ve Almanya-Avusturya arasında ise 1981 yıllarında imzalanan iki taraflı anlaşmalar üzerinden sağlanıyor.  

İkinci örneğimiz ise Solingen kadar tanıdık değil ancak Solingen gibi özel bir yasal düzenleme ile coğrafi işaret olarak korunan Glashütte. Glashütte Dresden yakınlarında bir şehir ve bu şehrin saat endüstrisi, şehrin bağlı olduğu Saksonya Krallığı’nın desteğiyle 1845 yılında kurulmuş. Bu destek şehrin ilk sakinlerinin eğitilmesini ve kendi kendini idame ettirebilen bir yerel endüstri olabilmesinin temellerini atmayı öngörmüş. Saat ustalığını korumak ve yaygınlaştırmak amacıyla 1878 yılında kurulmuş Alman Saatçilik Okulu var. Bu köklü geçmişiyle Glashütte saatlerinin, saat düşkünü okurlarımız için İsviçre saatlerinin yanına eklenebilecek bir seçenek olabileceği düşüncesindeyiz.

Gonca ILICALI

Ocak 2025


Kaynaklar

https://euipo.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/observatory/documents/reports/2024_Protection_of_craft_and_industrial_GIs%20/2024_CIGI_%20Study_FullR_en.pdf

Anayasa Mahkemesi Markaların İdari İptali Uygulamasına Yönelik Somut Norm Denetimi Talebini Reddetti



Yürürlüğe girmiş ve uygulanmakta olan bir kanun hükmünün, 18.10.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na (Anayasa) aykırı olup olmadığına ilişkin Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından yapılan inceleme, anayasa hukukunda “somut norm denetimi” olarak ifade edilmektedir.

Türk fikrî mülkiyet hukukunun kanun hükmünde kararnameler döneminden aşina olduğu somut norm denetimi, 22.12.2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) döneminde de birden fazla kez uygulama alanı bulmuştur. Okumak da olduğunuz yazıda; üzerindeki tartışmaların güncelliğini koruduğu, markaların idari iptali uygulamasının normatif temelini oluşturan SMK m.26/1 hükmünün somut norm denetimine ilişkin AYM kararı incelenecektir. 

Ankara 4. Fikrî ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi tarafından görülmekte olan; tecavüzün önlenmesi, durdurulması, maddi ve manevi tazminat talepleriyle açılan davada, 15.5.2024 tarihinde iddiaların dayanağı olan markanın iptali talebi karşı dava olarak ileri sürülmüştür. Mahkemece, SMK m.26/1 hükmünde yer alan ve Türk Patent ve Marka Kurumuna (TÜRKPATENT) markanın iptali konusunda münhasır yetki veren “Kurum” ifadelerinin, 18.10.1092 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na (Anayasa) aykırı olduğu gerekçesiyle somut norm denetimi yolu işletilmiştir.

AYM tarafından; markanın iptaline ilişkin davanın açıldığı tarih itibarıyla, SMK m.192/1,a hükmünde öngörülen ve markaların iptali yetkisinin mahkemelere olduğu sürenin, 10.01.2014 tarihinde dolmuş olması, bu nedenle karşı davanın açıldığı tarih itibarıyla mahkemelerin markaların iptali konusunda yetkisinin sona ermiş olması, bu yetkinin münhasıran TÜRKPATENT’te olması, bakılmakta olan davanın itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin görev alanına girmemesinden ötürü, somut norm denetimi başvurusunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddine, oy çokluğuyla karar vermiştir.[1] [2]

Karşı oy gerekçesinde, Anayasa m.152 hükmüne göre; somut norm denetimi  için görülmekte olan bir davanın varlığı ve kuralın, uygulanacak kural olması şartı arandığı; kuralın, uygulanacak kural olduğu konusunda bir ihtilafın bulunmadığı, çoğunluğun, ortada görülmekte olan bir dava bulunmadığı yönündeki tespitinin hatalı olduğu, markanın iptali davasının karşı dava olarak açıldığı, bunun aynı zamanda esas davalının savunmasını oluşturduğu, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.118/1 hükmüne göre; davanın, dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılacağının düzenlendiği, bu anlamda görülmekte olan davanın bulunması şartının da sağlandığı, bu nedenle esas incelemesine geçilmesi gerektiği ifade edilmektedir.

Kanaatimizce Anayasa m.152 hükmünde somut norm denetimi için öngörülen; bakılmakta olan bir davanın ve uygulanacak bir kanun hükmünün bulunması şartları sağlandığından, başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddi yönünde çoğunluk kararı isabetli olmayıp, karşı oy gerekçeleri  yerindedir. Bu bağlamda itirazın usulden reddi kararının yerinde olmadığı, somut norm denetiminin esas yönünden de gerçekleştirilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.

İncelemekte olduğumuz ret kararI; norm iptal edilmediği için uygulamayı değiştirmeyeceği gibi,  SMK m.26/1 hükmünün ilgili kısımları hakkında tekrar itirazda bulunulmasına da engel değildir. Zira itirazın reddi kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on yıl boyunca aynı kanun hükmü için Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla tekrar itirazda bulunulamayacağına ilişkin Anayasa m.152/4 hükmünde düzenlenen kısıtlama, sadece AYM’nin işin esasına girerek verdiği ret kararlarıyla sınırlı olup, inceleme konumuzdaki Karar’da olduğu gibi, işin esasına girilmeden verilen ret kararları bakımından geçerli değildir. Son olarak; AYM’nin vermiş oluğu kararın isabetli olmadığını değerlendirmiş olsak da sonuç itibarıyla bağlayıcı ve kesin bir karar mevcut olduğundan, SMK m.26/1 hükmünün esas yönünden de Anayasa’ya uygunluğunun somut norm denetimi yoluyla incelenebilmesi için; markanın iptali talebine ilişkin TÜRKPATENT tarafından verilmiş bir kararın bulunması, bu kararın iptali istemli bir dava açılmış olması ve bu davada somut norm denetimi yoluna başvurulması gerektiği değerlendirilmektedir.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Ocak 2025


DİPNOTLAR

[1]AYM; 05.09.2024 tarihli, E.2024/155, K.2024/153 sayılı karar. (https://normkararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/ND/2024/153, 11.01.2025).

[2] Karar, bu yazının kaleme alındığı 11.01.2025 tarihinde henüz Resmî Gazete’de yayımlanmamıştır.

Ferdi Tayfur Örneği Üzerinden, Telif Gelirinden Feragat İradesinin Miras Hukuku Bağlamında Değerlendirilmesi


Arabesk müzik türünün Türkiye’deki önemli ve özgün icracılarından birini, gişede milyonlarla ifade edilen izleyici sayısına ulaşarak sinema alanında başarısını ortaya koyan bir oyuncuyu, hayranlarının sayısı ve kendisine bağlılığı bakımından etkileyici bir sanatçıyı, Ferdi Tayfur’u kaybettik. Sahibi olduğu müzik eserlerinin, kendi ifadesiyle “ödeme yapılmadan” dinlenilebilmesine ilişkin beyanlarını, telif ve miras hukuku bağlamında ele alacağım bu yazıyı, yaşattığı duygulara ve müziğe katkılarına şükran mahiyetinde olmak üzere sanatçının hatırasına ithaf ederim.


Basına yansıyan haberlerde;[1] Ferdi Tayfur’un geçtiğimiz yıllarda, sahibi olduğu müzik eserleri üzerindeki telif haklarına ilişkin olarak “Hayattayken de öldüğüm zaman da benim şarkılarımı herkes ödeme yapmadan dinleyebilsinler diye söyleyeceğim. Çünkü o şarkıları benim çocuklarım ya da mirasçılarım yapmadı. Ben yaptım o şarkıları ve halk duysun diye, insanlar faydalansın diye yaptım.” ifadelerini kullandığı, bu beyanların bir vasiyet niteliği taşıdığı ifade edilmektedir. Söz konusu beyanlar; sanatçının hayatta olduğu dönem ile ölümünden sonraki dönem olmak üzere; telif ve miras hukuku bakımından ele alınacaktır.

Haberlere konu beyanın, sanatçının hayatta olduğu döneme ilişkin kısmı; gerçekleşecek her bir münferit kullanımda yeni bir telif alacağı ortaya çıkacağı ve bu yönüyle doğmamış bir hakkın kullanılmasından feragat edilmesi niteliğinde olduğu için bir tasarruf olarak, bağlayıcı ve doğrudan muhatabı olan bir beyan olmadığı için de taahhüt olarak nitelendirilemez. Söz konusu beyanın sanatçının yaşadığı döneme ilişkin kısmının bir niyet açıklamasından ibaret olduğu, bu bağlamda herhangi bir kişiye, ifayı talep hakkı bahşetmeyen bir beyan olduğu değerlendirilmektedir. Söz konusu beyanın hukuki bir bağlayıcılığı da bulunmamaktadır. Nitekim sanatçı niyetini; eserlerinin bazıları ya da tamamı için gerçekleştirebilir, bir dönem gerçekleştirip sonra vazgeçebilir ya da hiç gerçekleştirmeyebilirdi ve bu tasarrufları hukuken bir yaptırıma da tabi tutulamazdı.

İncelemeye konu beyanın, sanatçının ölümünden sonraki döneme ilişkin kısmı ise daha kapsamlı bir incelemeyi gerekli kılmaktadır. Sanatçının beyanları, eser üzerindeki mali haklara ilişkin olduğundan, inceleme mali hakların mirasa konu olması ve mali haklar üzerindeki ölüme bağlı tasarruflar üzerinden gerçekleştirilecektir.

05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) m.63/1 hükmüne göre; FSEK’in tanıdığı mali haklar, miras yoluyla intikal eder. Mali haklar üzerinde ölüme bağlı tasarruflar yapılması caizdir. Basına yansıyan haberlerde sanatçının beyanları her ne kadar “vasiyet” olarak adlandırılsa da kanaatimizce söz konusu irade açıklaması vasiyet değil; 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.515 hükmü bağlamında, mirasın paylaşımına ve mirasçıların mirasçılık sıfatlarına etkisi olmayan, ancak yasal mirasçıların mirasa konu haklardan sağlayabilecekleri menfaatleri sınırlayan, herhangi bir ölüme bağlı tasarrufa bağımlı olmayan[2] bir “yükleme”dir. Nitekim sanatçı, mirasçıların hak sahipliğine ilişkin bir sınırlama getirmemekte, sadece hakkın kullanılmasından elde edilecek mali menfaatlerin bir kısmından üçüncü kişiler lehine feragat edilmesi iradesini ortaya koymaktadır. Yükleme; miras bırakanın, ilmî, sosyal vb. bir amacın yerine getirilmesine yönelik ölümünden sonraki hedefini ifade etmektedir.[3]

TMK m.515 hükmüne göre; tasarruf hüküm ve sonuçlarını doğurduğu andan itibaren, her ilgili, koşul veya yüklemenin yerine getirilmesini isteyebilir. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere; inceleme konumuz bağımsız bir yükleme niteliğinde olduğundan, tasarrufun hüküm ve sonuçlarını doğurduğu an yerine TMK m.575 hükmü bağlamında mirasın açıldığı, bir başka ifadeyle ölüm anı esas alınacaktır.

Sanatçının ifadelerinden yüklemenin yerine getirilmesini isteyebilecek ilgililer (lehtarlar), sanatçının eserlerini dinleyebilecek potansiyel dinleyiciler, yani herkestir. Potansiyel dinleyiciler; sanatçının eserlerini dinlemek için bir bedel alınmamasını mirasçılardan talep edebilirken, mirasçılar sanatçının eserlerini dinleyenlerden bir ödeme yapmasını talep edemez. Belirtmek gerekir ki sanatçı; ödeme yapmadan eserden istifade etmeyi sadece dinleme ile sınırlamıştır. Eserlerin başka sanatçılarca seslendirilmesi, eserlere başka eserlerde yer verilmesi gibi telif alacağı ortaya çıkaracak sair kullanımlar yüklemenin kapsamı dışındadır. Mirasçıların bu gibi kullanımlar için bedel talep edebilmeleri mümkündür. Söz konusu yükleme mirasçılara, sanatçının eserlerini dinlenebilir hâlde dinleyicilere sunma yükümlülüğü getirmemekte, dinleyicilerin erişebildikleri eserleri dinlemelerine ilişkin bedel talep etmemeyi yüklemektedir. Günümüzde sanatsal içeriğe erişim için yaygın olarak kullanılan dijital platformların üyelik bedelleri de kanaatimizce eserin dinlenmesine ilişkin ödeme olarak kabul edilemez. Zira anılan platformlar münhasıran bir esere erişime yönelik değil, birçok esere erişilebilen bir arşivi kullanıcılarına açmaktadır. Kaldı ki bu platformlara erişimde bir sözleşmesel ilişki, bir başka ifadeyle bedel ödemeye ilişkin rıza da bulunmaktadır.  

TMK m.515 hükmüne göre; yüklemenin yerine getirilmemesi durumunda, ilgililer bir dava ile yüklemenin yerine getirilmesini talep edebilirler. Bu dava bir alacak davası olmayıp, ifa davası niteliğindedir. [4] Bir kez daha belirtmek gerekir ki somut olaydaki yükleme; mirasçılara mirasa konu eserlerin dinleyicilere arz edilmesi gibi bir yükümlülük yüklemediği için, lehtarlar mirasçılara, eserlerin dinlenilmesine elverişli şekilde piyasaya sunulması gibi bir talepte bulunamaz. Yükleme; mirasa konu eserlerden, bizzat miras bırakan tarafından icra edilmiş olanların, dinlenilmesine ilişkin olarak bir telif bedeli istenilememesiyle sınırlıdır. Bunun dışında dijital platformların talep ettikleri abonelik ücretleri, komşu hak sahipleri ile işleme eser sahiplerinin üçüncü kişilerden talep edecekleri telif bedelleri veya mirasçıların; dinleme dışında, örneğin eserlerin yeniden icra edilmesi ya da sanatçının icra ettiği eserin bir başka eserde kullanılması gibi yararlanmalara ilişkin ücret talepleri yüklemenin kapsamı dışındadır.

Yazımıza son verirken; sanatçının nadir rastlanan bir toplumsal duyarlılıkla, mirasçılarının menfaatleri ile fikrî mülkiyet haklarının toplumsal yönü arasında bir denge kurma gayreti, fikrî mülkiyet haklarının kamusal yönünü de gözetir yaklaşımı için şükranlarımı sunuyor, sanatçıyı bir kez daha saygıyla anıyorum.

Osman Umut KARACA

osmanumutkaraca@hotmail.com

Ocak 2025


[1] https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/ferdi-tayfurun-vasiyeti-ortaya-cikti-42646942, (03.01.2024); https://x.com/onediocom/status/1875114701375287375, (03.01.2024), https://www.milliyet.com.tr/magazin/ferdi-tayfurun-vasiyeti-ortaya-cikti-o-sarkilari-cocuklarim-yapmadi-7273975, (03.01.2024)

[2] Müjgan Gömeç; Ölüme Bağlı Tasarruflarda Koşul ve Yüklemeler; Kırıkkale Hukuk Mecmuası, Yıl 2021, Cilt 1, Sayı 1, Sayfa 31-53, s.46.

[3] Reyhan Tuhan Boz; Ölüme Bağlı Tasarruflarda Yüklemenin Yerine Getirilmesi Talebinin İleri Sürülebileceği Süre; Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2022, Cilt 4, Sayı 2, Sayfa 798 – 822, s.803.

[4] Reyhan Tuhan Boz; age. s.807.

10 OCAK CUMA ANKARA BULUŞMAMIZ İÇİN BEŞ KİŞİLİK SON KONTENJAN!



Ön kaydını iptal eden bazı takipçilerimiz nedeniyle, 10 Ocak Cuma akşamı gerçekleştirilecek IPR Gezgini buluşmamız için 5 kişilik boşluğumuz oluştu. Aşağıya kopyaladığımız yazıda detaylarını görebileceğiniz buluşmaya katılmak isteyen dostlarımız taleplerini zaman kaybetmeksizin iprgezgini@gmail.com adresine e-postayla iletebilirler. Sonraki süreci karşılıklı iletişim içerisinde sürdürürüz. Buluşma hakkında bilgi için aşağıdaki yazımızı okuyabilirsiniz.


2025 yılının IPR Gezgini’nin tüm okurlarına, takipçilerine ve yazarlarına mutluluk, sağlık, başarı, barış ve huzur getirmesini diliyoruz.

Geçen hafta ilk duyurusunu yaptığımız üzere, yeni yılın ilk IPR Gezgini buluşması 10 Ocak Cuma akşamı Ankara’da gerçekleştirilecek ve konsept olarak diğer buluşmalarımızdan farklı olacak.

Buluşmamız 10 Ocak Cuma akşamı saat 19.00’da, Ankara Barosu’nun Ihlamur Sokak No:1, Sıhhiye adresindeki ABEM binasının restoran katında gerçekleştirilecek. Buluşmamız yemekli olacak ve ABEM Çatı Restoranın bizim için özel olarak belirlediği menünün ücretini katılımcılar kendileri ödeyecek. Buluşma için sınırlı bir kontenjanımız olacak ve 30 kişilik maksimum kontenjan içerisine ilk başvuranlar girecek. Daha önceki buluşmalarda üzülerek tecrübe ettiğimiz, katılım bildirimi yapmasına rağmen buluşmaya haber vermeden gelmeyenleri mümkün olduğunca engelleyebilmek için, katılacağını bildirenlerden kapora almayı planlıyoruz. Menü, ücret ve kaporaya ilişkin detayları katılım bildirimi yapanlarla ayrıca paylaşacağız. Şunu da eklemeyi isteriz ki; etkinliğin Ankara Barosu’na ait bir tesiste gerçekleştirilmesi, etkinliğe sadece avukatların katılabileceği anlamına gelmiyor, fikri haklar ortak paydasında buluşan farklı kariyerlere sahip IPR Gezgini takipçilerinin etkinliğe katılımı bizi mutlu edecek.

10 Ocak tarihini seçmemizin birinci nedeni, bu tarihin Sınai Mülkiyet Kanunu’nun yürürlüğe girişinin sekizinci yıldönümü olması; ikinci nedeni ise bu tarihin -o güne dek yeni bir gelişme olmazsa- marka idari iptal uygulamasının uygulamaya girememesinin birinci yıldönümü olacak olması.

Aslında tarihler ve yıl dönümleri bahane, asıl amacımız mesleki ve entelektüel birlikteliğimizi, özgür ve gayriresmî ortamlarda paylaşarak mesleki dostluklarımızı pekiştirmek ve daha üretken, yaratıcı, bürokrasiden ve yapaylıktan uzak, makam – mevki endişesi gözetmeyen, dolayısıyla ifade ve eleştiri özgürlüğünü esas alan yatay ilişki biçimlerinin önünü çalışma alanımızda açmak.

Katılmak isteyen takipçilerimiz iprgezgini@gmail.com adresine gönderecekleri e-postayla katılım bildirimlerini bize iletebilirler. Sonraki aşamada ilk 30 kişi arasında yer alan katılımcılarımıza menü, ücret ve kapora bilgilerini e-postayla ileteceğiz.

Buluşma için halen yerimiz var ve katılım bildirimlerini görmek için sabırsızlanıyoruz. Katılabileceklerle görüşmek üzere!

IPR GEZGİNİ

Ocak 2025

iprgezgini@gmail.com

10 OCAK CUMA AKŞAMI ANKARA’DA YENİ YILIN İLK IPR GEZGİNİ BULUŞMASINI GERÇEKLEŞTİRİYORUZ!



2025 yılının IPR Gezgini’nin tüm okurlarına, takipçilerine ve yazarlarına mutluluk, sağlık, başarı, barış ve huzur getirmesini diliyoruz.

Geçen hafta ilk duyurusunu yaptığımız üzere, yeni yılın ilk IPR Gezgini buluşması 10 Ocak Cuma akşamı Ankara’da gerçekleştirilecek ve konsept olarak diğer buluşmalarımızdan farklı olacak.

Buluşmamız 10 Ocak Cuma akşamı saat 19.00’da, Ankara Barosu’nun Ihlamur Sokak No:1, Sıhhiye adresindeki ABEM binasının restoran katında gerçekleştirilecek. Buluşmamız yemekli olacak ve ABEM Çatı Restoranın bizim için özel olarak belirlediği menünün ücretini katılımcılar kendileri ödeyecek. Buluşma için sınırlı bir kontenjanımız olacak ve 30 kişilik maksimum kontenjan içerisine ilk başvuranlar girecek. Daha önceki buluşmalarda üzülerek tecrübe ettiğimiz, katılım bildirimi yapmasına rağmen buluşmaya haber vermeden gelmeyenleri mümkün olduğunca engelleyebilmek için, katılacağını bildirenlerden kapora almayı planlıyoruz. Menü, ücret ve kaporaya ilişkin detayları katılım bildirimi yapanlarla ayrıca paylaşacağız. Şunu da eklemeyi isteriz ki; etkinliğin Ankara Barosu’na ait bir tesiste gerçekleştirilmesi, etkinliğe sadece avukatların katılabileceği anlamına gelmiyor, fikri haklar ortak paydasında buluşan farklı kariyerlere sahip IPR Gezgini takipçilerinin etkinliğe katılımı bizi mutlu edecek.

10 Ocak tarihini seçmemizin birinci nedeni, bu tarihin Sınai Mülkiyet Kanunu’nun yürürlüğe girişinin sekizinci yıldönümü olması; ikinci nedeni ise bu tarihin -o güne dek yeni bir gelişme olmazsa- marka idari iptal uygulamasının uygulamaya girememesinin birinci yıldönümü olacak olması.

Aslında tarihler ve yıl dönümleri bahane, asıl amacımız mesleki ve entelektüel birlikteliğimizi, özgür ve gayriresmî ortamlarda paylaşarak mesleki dostluklarımızı pekiştirmek ve daha üretken, yaratıcı, bürokrasiden ve yapaylıktan uzak, makam – mevki endişesi gözetmeyen, dolayısıyla ifade ve eleştiri özgürlüğünü esas alan yatay ilişki biçimlerinin önünü çalışma alanımızda açmak.

Katılmak isteyen takipçilerimiz iprgezgini@gmail.com adresine gönderecekleri e-postayla katılım bildirimlerini bize iletebilirler. Sonraki aşamada ilk 30 kişi arasında yer alan katılımcılarımıza menü, ücret ve kapora bilgilerini e-postayla ileteceğiz.

Buluşma için halen yerimiz var ve katılım bildirimlerini görmek için sabırsızlanıyoruz. Katılabileceklerle görüşmek üzere!

IPR GEZGİNİ

Ocak 2025

iprgezgini@gmail.com