Etiket: Başak Ayşe ortak

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN BULAŞICI MACERALARI: EUIPO BÜYÜK TEMYİZ KURULU COVIDIOT KARARI


Kamu düzenine ve genel ahlak ilkelerine aykırı işaretlerin hem Avrupa Birliği mevzuatı hem de Türk marka hukuku kapsamında tescil edilmesi mümkün değildir. Nitekim Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) Marka Tescilinde Mutlak Ret Nedenleri başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi uyarınca “Kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı işaretler” ve Avrupa Birliği Marka Tüzüğü’nün (EUTMR) Mutlak Ret Gerekçeleri başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca “kamu düzenine veya genel kabul görmüş ahlak ilkelerine aykırı olan markalar” tescil edilmeyecektir.

Markaların tescil edilebilmesi için belirli koşulların aranmasının yanı sıra, ahlaki değerlerin bir markanın tescil edilip edilemeyeceğini belirleyen bir kriter olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini; fikir, sanat ve düşünce özgürlüğünün ahlaki değerler karşısındaki konumunun ne olacağını ve bu terazide hangisinin daha ağır basacağını EUIPO Büyük Temyiz Kurulu (Grand Board of Appeal) tarafından verilen 16 Mayıs 2024 tarihli yeni COVIDIOT kararı çerçevesinde ele alacağız.

Bu noktada, Grand Board olarak da anılan EUIPO Temyiz Kurulu Büyük Kurulu’nun, dokuz üyeden oluşan ve Temyiz Kurullarının çözümlemekte güçlük çektiği, önemli bulduğu veya çelişki tespit ettiği meseleleri taşıdığı bir nevi üst kurul olduğu belirtilmelidir. Belirtilen Kurul, bu yazının devamında kısaca “Büyük Kurul” olarak anılacaktır.[1]

Matthias Zirnsack” aşağıda görseli yer alan markanın tescili talebiyle Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) 20 Ağustos 2020 tarihinde başvuru yapmıştır:

Başvuru kapsamında yer alan mallar aşağıdadır:

6. Sınıf: Metal klipsler.

9. Sınıf: Bilgisayar oyun yazılımı; mobil uygulamalar.

28. Sınıf: Masa oyunları; oyuncaklar.

Yukarıda yer alan başvuruya karşı uzman, markanın ahlak ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle Avrupa Birliği Marka Tüzüğü Madde 7(1)(f) uyarınca ilk olarak ret niyetini bildiren bir bildirim göndermiştir.

Belirtilen bildirimde ilk olarak, markanın kavramsal olarak incelemesi yapılmış ve ‘Covid’ ve ‘Idiot’ kelimelerinin birleşiminin Almanca ve İngilizcede tüketiciler nezdinde anlaşılabildiği; bu ibarelerin, çoğu hükümet tarafından uygulanan sosyal tecrit ya da zorunlu maske kullanımı gibi tüm tedbirlerin amaca yönelik, orantılı ve hatta gerekli olduğuna inanmayan insanların itibarını zedeleme vasfını taşıdığı ve bu nedenle bireyleri rencide etmesi muhtemel bir hakaret olarak algılandığı belirtilmiştir.

Bu değerlendirmeye karşı başvuru sahibi, ahlak ilkelerinin ifade özgürlüğü ve sanat özgürlüğü ile dengelenmesi gerektiğini, ‘COVIDIOT’ ibaresinin oyuncularının rekabet ettiği ve kazanmalarını temel alan bir oyun için başvurusunun yapıldığını belirtmiştir. Başvuru sahibi, “COVID” ve “IDIOT” kelimelerinin birleşiminden oluşan “COVIDIOT” ibaresinin ilk bakışta olumsuz ve hakaret içeren bir izlenim verdiğini, ancak bu ibarenin tescil edilmek istendiği oyunlar bağlamında ‘buzzword/trend’ haline geldiğini ifade etmiştir. Kamu algısının bu tarz konularda özgürleştiği ve sanat ile fikirlerin ironik olabileceği, ifade özgürlüğü ve sanat özgürlüğü kapsamında söz konusu marka başvurusunun korunabileceğinin de altı çizilmiştir.

Başvuru sahibinin görüşleri doğrultusunda başvuruyu inceleyen uzman, Ofisin toplumun temel değerlerine aykırı markalar yoluyla iş hedeflerini ilerletmek isteyen kişilere destek vermemesi gerektiğini, COVIDIOT ibaresinin çoğu hükümetin salgın bağlamında uyguladığı koruma tedbirlerine inanmayanları itibarsızlaştırdığını, marka başvurusunun bir “aptal” veya “ahmak” ile uğraşıldığını belirttiğini, bu nedenle kamuoyunun algısında başvuru sahibinin iddia ettiği gibi bir ifade özgürlüğünün söz konusu olamayacağını, marka başvurusunun reddedilmesinin markanın tescilsiz kullanımını engellemeyeceğini, bu nedenle sanat ve fikir özgürlüğünün kısıtlanmasının söz konusu olmayacağını belirterek marka başvurusunun kapsadığı tüm mallar bakımından reddedilmesine karar vermiştir.

Yukarıdaki gerekçelere dayanılarak verilen kararın ardından başvuru sahibi karara itiraz ederek hiçbir bireyin kişisel olarak saldırıya uğramadığını, COVIDIOT ibaresinin COVID-19 salgınına hicivli bir gönderme olduğunu, ibarenin tek başına ayırt edici olduğunu, “COVIDIOT” ifadesinin COVID-19 salgınıyla mücadele için bireysel önlemleri eleştiren tüm insanları değil, virüsü tamamen reddeden veya herhangi bir önleme karşı çıkan ve insanlara karşı dayanışma eksikliği ile davranan kişileri ifade ettiğini,  bu ifadenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi veya Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’nin (“Bildirge”) 11. maddesi ile korunmakta olduğunu, ifade özgürlüğü değerlendirilerek karar verilmesi gerektiğini,  Ofis kararının verildiği andaki durumda COVID-19’un ve dolayısıyla ‘COVIDIOT’ ifadesinin herhangi bir sarsıcı/tiksindirici (shocking karşılığı kullanılmıştır) anlamı haiz olmadığını ve gücünü yitirdiğini, benzer markaların tesciline izin verildiğini belirterek kararın iptali için Temyiz Kurulu nezdinde karara karşı itirazda bulunmuştur.

EUIPO Temyiz Kurulu adına ilk incelemeyi yapan raportör söz konusu markanın ayrıca EUTMR madde 7/1(b) kapsamında ayıt edici olmadığına ilişkin de değerlendirme yapılabileceğini belirtmiş ve başvuru sahibine bu yöndeki görüşlerini iletmesi için de süre verilmiştir.

İtirazın ifade özgürlüğü ile marka ret nedenlerinin çatışmasını içermesi nedeniyle konu önemli bulunmuş ve vakanın hukuki karmaşıklık derecesi ve önemi nedeniyle itiraz Büyük Temyiz Kurulu’na havale edilmiştir.

Bu noktada, IPR Gezgini’nde daha önceden H. Tolga Karadenizli tarafından yayımlanmış bir yazıdan alıntı yaparak Grand Board (Büyük Temyiz Kurulu) hakkında kısaca bilgi vermek isteriz:

“Bilindiği üzere AB Topluluk Marka ve Tasarımlarının tescil işlemlerinden sorumlu resmi kurum olan EUIPO’in son karar organı EUIPO Temyiz Kurulu (Boards of Appeal) olup, EUIPO nezdindeki mutlak ret nedenleri yönünden (7. madde) verilen kararlar, yayına itirazlar hakkında verilen İtirazlar Birimi kararları ile iptal/hükümsüzlük talepleri hakkında verilen İptal Birimi kararlarına karşı yapılan itirazlar EUIPO Temyiz Kurulu tarafından karara bağlanmaktadır. Temyiz Kurulu kararlarına karşı ise AB Adalet Divanı Genel Mahkemesi nezdinde dava açılabilmektedir.

Hukuki güçlükler arz eden veya Kurullar arasında farklı uygulamalar içeren bazı davalar ilgili Kurul tarafından Büyük Temyiz Kuruluna gönderilebilmektedir. Büyük Temyiz Kurulu, daimî üye olarak beş Kurulun Başkanları ve Kurulların üyeleri arasından seçilen diğer üyeler olmak üzere toplam dokuz üyeden oluşmakta olup, çok istisnai durumlarda itirazlar Büyük Temyiz Kurulu’na gönderilmektedir. Bu noktada Büyük Temyiz Kurulu tarafından verilen karar sayısının oldukça az olduğunu belirtmekte fayda vardır.”[2]

Bu aşamada üçüncü kişilere görüş sunmaları için davette bulunulmuş ve International Trademark Association / Uluslararası Markalar Birliği (INTA) tarafından aşağıdaki görüşler sunulmuştur.

INTA, görüşlerine başlarken öncelikli olarak ‘kamu düzeni’ ve ‘ahlak ilkeleri’ terimlerinin doğaları gereği muğlak ve belirsiz olduğunu, bu nedenle de somut olaylar bazında tutarsız uygulamaların risk taşıdığını ve her bir uzmanın kişisel görüşlerini uygulamasının riskli olduğunu ifade etmiştir. Buna ilaveten EUTMR Madde 7(1)(f) uygulamasının, uzmanın kişisel görüşüne ya da soyut olarak genel ahlaka bağlı olarak değil, çoğunluk tarafından kabul edilen ilkelere göre yorumlanması ve ‘kabul edilmiş’ ahlak ilkelerine odaklanılması gerektiği belirtilmiştir.

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ahlaka ilişkin olumsuz ilkelerin belirlenmesine yönelik prosedür ile ilgili olarak ‘Fuck Ju Göthe’ kararında; genel ahlak ilkeleri açısından bir ihlal tespit edilirken sözlüklere bakmaktan ve edebiyat ve medya kullanımlarından daha fazlasına ihtiyaç olduğunun altını çizmiştir. Söz konusu karar ile bir markanın reddedilmesinin ifade özgürlüğü hakkını olumsuz etkilemeyeceği, zira bu durumun başvuru sahibinin mallarını ilgili marka altında sunma imkanını engellemeyeceği yönündeki önceki görüşten dönülmüştür. Buradan hareketle ABAD’a göre, bir markanın tescil edilmesinin engellenmesi durumu, sadece ifade özgürlüğünü sınırlayan bir durum olmayıp, aynı zamanda markada yer alan ibarenin başkaları tarafından kullanımının da serbest bırakılmasıdır.

Bunlara ek olarak anayasal bir hak olan ifade özgürlüğünün bir markanın tescil edilmemesi durumunda dahi etkilenebildiği ve ifade özgürlüğünün herhangi bir şarta bağlanması halinde niteliğinin etkilenebileceği belirtilmiştir.

Büyük Temyiz Kurulu incelemesinde, aşağıda yer verilen genel yaklaşım esas alınmıştır:

Adalet Divanı, “Fack Ju Göhte” kararında, kabul edilmiş ahlak ilkelerinin nasıl belirleneceğine ilişkin kuralları ortaya koymuştur. Bu kapsamda Genel Mahkeme’nin daha önce verdiği kararların bu kriterleri belirlemede yol gösterici nitelikte olduğu belirtilmiştir. (Intertops, Paki, Device of the Coat of Arms of the Soviet Union, ¡Que buenu ye! Hijoputa, Ficken, Ficken Liquors, Curve, OSHO, La Mafia se Sienta a la Mesa, Pablo Escobar).

ABAD, kabul edilen ahlak ilkeleri bağlamında kamunun ilgili kesiminin algısını değerlendirmeyi mümkün kılabilecek faktörlere atıfta bulunmuş ve bu faktörlere örnek olarak aşağıdakileri belirtmiştir:[3]

– Mevzuat,

– İdari uygulamalar,

– Kamuoyu,

– İlgili kamuoyunun geçmişte bu işarete veya benzerlerine vermiş olduğu tepkiler.

ABAD tarafından kamu düzeni ve ahlaki ilkeler bağlamında verilmiş olan ve yine EUIPO tarafından belirlenen ilkeleri oluşturan kararlardan bazıları aşağıda okuyucularımızın dikkatine sunulmaktadır.

1- Fack Ju Göhte

Bu kararda “Fack Ju Göhte” ibareli marka başvurusu, Almanca’da “Fuck You Goethe” anlamına geldiği ve ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle EUIPO tarafından reddedilmiştir. Başvuru sahibi “CONSTANTIN FILM PRODUKTION GMBH” marka başvurusunun reddine dair verilen karara itiraz etmiş, ancak EUIPO Temyiz Kurulu ve ABAD genel Mahkemesi ret kararını onamıştır. Adalet Divanı Hukuk Sözcüsü, EUIPO ve Genel Mahkeme’nin kararlarının ifade özgürlüğünü göz ardı ettiğini belirterek kararların iptal edilmesi gerektiğini savunmuş ve markaların genel ahlak ilkeleri değerlendirmesinin somut sosyal bağlamda yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Sonuç olarak yukarıda belirtilen gerekçelerle, EUIPO ve Genel Mahkeme tarafından verilmiş kararlar Adalet Divanı tarafından bozulmuştur. [4]  

2- Pablo Escobar

COVIDIOT kararında da sıkça bahsi geçen Escobar kararında; ESCOBAR INC.’nin “Pablo Escobar” markası için EUIPO’ya yapmış olduğu başvuru, kamu düzeni ve ahlaki ilkelere aykırılık gerekçesiyle reddedilmiştir. İtirazları değerlendiren Genel Mahkeme, Pablo Escobar’ın uyuşturucu baronu ve narko-terörizm sembolü olarak algılanması hususlarının ESCOBAR markasının tescilini engelleyebileceğini belirtmiştir. Mahkeme, değerlendirme koşulları arasında AB’nin tüm üye devletlerinde ortak olan ahlak ilkelerinin dikkate alınması gerektiğini vurgulayarak Escobar’ın popülaritesinin, kamuoyundaki olumsuz algıyı değiştirmediğini belirtmiştir. Son derece güncel olan bu kararla birlikte kamu düzeni ve ahlak ilkelerinin, popüler kültürdeki tanınmışlık ve popülariteden daha önemli olduğunu ortaya konmuştur.[5]

3- Fuct

Erik Brunetti’nin sahibi olduğu FUCT markası hakkında verilen karar akabinde, ABD Yüksek Mahkemesi, Haziran 2019’da “ahlaksız” veya “skandal” kelimeler ve semboller üzerindeki marka yasağını iptal etmiştir. Yüksek Mahkeme, bu kriterlerin hükümetin, ifade özgürlüğünü fikir veya görüşe dayalı olarak cezalandırmasına ve ayrımcılığa sebep olmasına yol açtığını ifade etmiştir. Bu kararla, ahlak ilkeleri ve kamu yararı gerekçesiyle marka tescilinin reddedilmesinin anayasal koruma altındaki ifade özgürlüğüne aykırı olduğu vurgulanmıştır.[6]

4- La Mafia se sienta a la mesa

Kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle “La Mafia se sienta a la mesa” markası EUIPO tarafından hükümsüz kılınmıştır. İtalya hükümeti, “Mafia” ibaresinin suç örgütleriyle ilişkilendirildiğini ve bu kelimenin kullanımıyla İtalyan mutfağının olumlu imajının manipüle edileceğini savunmuştur. Her ne kadar marka sahibi bu karara itiraz etse de EUIPO Temyiz Kurulu itirazı reddetmiştir. Sonrasında ABAD Genel Mahkemesi de EUIPO’nun kararını onaylayarak, “La Mafia” ibaresinin suç örgütlerini hatırlatması nedeniyle kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı olduğuna karar vermiştir.[7]

5- Cannabis Store Amsterdam

ABAD Genel Mahkemesi, “Cannabis Store Amsterdam” markasıyla ilgili davada, “Cannabis” kelimesinin ve stilize kenevir yapraklarının uyuşturucu maddeyi çağrıştırdığına ve bu nedenle markanın kamu düzenine aykırı olduğuna karar vermiştir. Mahkeme, markanın sadece ilgili ürün ve hizmetleri sunulan kişiler değil, genel halk tarafından da olumsuz şekilde algılanacağını belirtmiş ve uyuşturucu maddelere açık ve dolaysız bir referans yapılmasının kamu düzenine aykırı olduğunu vurgulamıştır.[8]

COVIDIOT Markasının Değerlendirilmesi

EUIPO Büyük Temyiz Kurulu kararında, marka incelenirken ilk bakışta göze çarpan ve tüketicinin dikkatini çekecek kısmın koyu siyah karakterlerle yazılı IDIOT ibaresi olduğuna vurgu yapılmıştır.  Ardından, COVID ibaresinin Corona Virüs isimli, hayli bulaşıcı ve ölümcül olan bir hastalığı belirttiği ve bu ibarenin Avrupa Birliği’nin her yerinde kullanıldığı ifade edilmiştir. Kararda COVID-19 hastalığı açıklanarak, hastalığın etkisinin büyüklüğü belirtilmiştir. Ayrıca, COVIDIOT ibaresinin, başvuru sahibinin iddia ettiğinin aksine, “COVID-19’un yayılmasını önlemek için tasarlanmış sosyal mesafe kurallarına uymayı reddederek diğer insanları rahatsız eden bir kişi” olarak Oxford sözlüğünde, “COVID-19 bulaşıcı hastalığını yayma riski taşıyan aptalca davranışlarda bulunan biri” olarak Cambridge sözlüğünde, “COVID-19 salgını sırasında kamu güvenliğine ilişkin yönergeleri ve kuralları göz ardı eden, gereksiz yere malzeme istifleyen vb. kişi” olarak Collins sözlüğünde ve “kamu sağlığı ve güvenliğine ilişkin uyarıları dikkate almayan biri” olarak ise Urban sözlüğünde yer edindiği ifade edilmiştir. Söz konusu tanımlara uygun olarak da başvuru sahibi her ne kadar kimsenin aşağılanmadığını iddia etse de kararda yer verildiği ve açıkça görülebildiği üzere marka başvurusunda “soytarı şapkası” kullanılmış olup , soytarı şapkası açıkça bir “aptalı/ahmağı” sembolize etmektedir. Bu hususlar ve hepimizi neredeyse 2 yıl boyunca evimize hapseden COVID hastalığının etkileri ve önemi, kararda ayrı bir başlık olarak “Tüm Zamanın En Ölümcül Pandemilerden Birinin Önemsizleştirilmesi” başlığı altında incelenmiş olup yukarıda da kısaca bahsedildiği üzere daha da detaylandırılarak marka başvurusunun oyun ticaretinde kullanılmasının pandeminin ciddiyetini küçümsemekte ve dolayısıyla bu hastalığın Avrupa Birliği’nin temel değerlerine verdiği ciddi zararı önemsizleştirmekte olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla, başvuru sahibinin bu ibarenin kimseyi sarsmayacağına/tiksindirmeyeceğine (shocking karşılığı kullanılmıştır) dair yaptığı savunmaya karşılık olarak Temyiz Kurulu, ihtilaflı markanın sadece bu salgının mağdurlarını ve ailelerini değil, aynı zamanda AB topraklarında bu markayla karşılaşan ve ortalama hassasiyet ve tolerans eşiğine sahip herhangi bir kişiyi rencide etmesinin muhtemel olduğunu ifade etmiştir.

Mal ve Hizmetler Bakımından

“COVIDIOT” markasının kullanımı, başvuru kapsamındaki mallara (metal klipsler (Sınıf 6); bilgisayar oyun yazılımları ve mobil uygulamalar (Sınıf 9); masa oyunları ve oyuncaklar (Sınıf 28)) ilişkin olarak uygunsuz ve saldırgan kabul edilmiştir. Bu markanın oyun ve oyuncaklarla ilişkilendirilmesi, pandemiden etkilenenler için incitici olarak değerlendirilmiş ve travmayı oyuna indirgeyerek önemsizleştirdiği belirtilmiştir. Mobil uygulamalar için ise pandemiyi önemsizleştirme riskinin daha da büyük olduğu belirtilerek genel olarak başvuru insan onuruna ve ahlaka aykırı olarak görülmüştür.

Temel Hak ve Özgürlüklerin Etkisi ile İfade ve Sanat Özgürlüğü Bakımından

Başvuru sahibi savunmasını sanat özgürlüğü, hiciv ile ilgili olarak temel haklara ve özellikle de ifade özgürlüğüne dayandırmıştır. Bu durum, temel hak ve özgürlüklerin marka başvurularının incelenmesinde önemli bir yer tuttuğu göstermektedir.  “Fack Ju Göhte” kararında; Avrupa Birliği Marka Tüzüğü doğrultusunda, bir markanın ahlak ilkeleri çerçevesinde reddedilmesi gerektiren sınırlar tanımlanmıştır. Temel haklardan olan başvuru sahibinin hakları ile kamu menfaatlerini koruyan hakların ise dengelenmesi ve ahlak ilkelerinin temel haklar ışığında yorumlanması gerekliliği de vurgulanmıştır. Aynı zamanda mahkeme, ifade özgürlüğünün marka hukukunda yeri olduğunu kabul etmekle birlikte, ifade özgürlüğünün marka hukukundaki ağırlığının sanat, kültür ve edebiyat gibi alanlara kıyasla daha az önemli olduğu görüşünü ortaya koymuştur.  

Ayrıca, ifade özgürlüğü, Avrupa Birliği Antlaşması’nın 2. maddesinde özetlenen Avrupa Birliği değerlerinde de yansıtıldığı üzere, demokratik ve çoğulcu bir toplumun temel taşlarından biridir. Temel Haklar Bildirgesi’nin 11. maddesi bu özgürlüğü siyasi tartışmalarda görüş bildirmenin ötesine taşıyarak, ticari ifadeyi de kapsayacak şekilde bilgi ve fikir alma ve ifade etme özgürlüğünü olarak düzenlemiştir. Mevcut davada inceleme; vatandaşların refahının, ekonomik çıkarlarının, dayanışmanın, karşılıklı saygının, sağlık ve yaşamın korunmasına odaklanarak yapılmıştır.

Başvuru sahibi, markasının tanınmış bir sanatsal ifade olan hiciv biçimi olduğunu ileri sürerek Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’ninsanat ve bilim özgürlüğünü güvence altına alan 13. maddesi uyarınca koruma talep etmiştir. Ancak, abartma ve çarpıtma ile karakterize edilen hiciv, sosyal meseleleri kışkırtmayı ve yorumlamayı amaçlamış olup sanat tam olarak tanımlanmamış olsa da her kışkırtıcı figüratif markanın sanat veya hiciv olarak nitelendirilmediği görülmektedir. Söz konusu basit figüratif işaretin  sanatsal eşiği karşılamadığı ve başvuru sahibinin sanatsal niyetinin dosya kapsamında kanıtlanmadığı tespit olunmuştur. Ayrıca, halkın işareti sanat olarak algıladığına dair bir göstergenin bulunmadığına işaret edilmiş ve bu nedenle, başvurunun 13. maddenin koruması altına girmeyeceği, girmiş olsaydı bile, Bildirge’nin 52(1) maddesi ve Avrupa Birliği Marka Tüzüğü 7(1)(f) maddesi tarafından getirilen sınırlamalara tabi olacağı hüküm altına alınmıştır. Sonuç olarak başvurusu yapılan markanın reddedilmesi gerektiği, çünkü ihtilaflı mallar için marka olarak kullanıldığında, gelmiş geçmiş en ölümcül salgınlardan birini, insan onuruna ve kabul edilmiş ahlak ilkelerine aykırı bir şekilde önemsizleştirdiği belirtilmiştir.

Ayırt Edicilik Bakımından

Büyük Temyiz Kurulu, başvurunun ayırt edici nitelikten yoksunluk gerekçesiyle de reddedilebileceği yönündeki yaklaşımı paylaşmış ve başvurunun ret nedenleri arasına ayırt edicilikten yoksunluğu da eklemiştir. “COVIDIOT” kelimesinin medyada ve sosyal ağlarda sıkça kullanılması, ticari bir kökenden ziyade belirli bir tarihi olayla bağlantılı bir terim olarak rolünü pekiştirmektedir ve başvuru sahibinin “Covid” ve “Idiot” arasındaki kelime oyununun ayırt edicilik kattığı iddiasına rağmen, bu açıklama yerinde ve yeterli görülmemiştir. Markanın siyasi ve sosyal çağrışımlarının, metal klipsler, bilgisayar oyun yazılımları, mobil uygulamalar ve masa oyunları gibi malların kökenini belirttiği şeklinde algılanmasını engellediği ortaya konmuştur.

Sayılan tüm tespitler çerçevesinde Büyük Temyiz Kurulu, başvuru sahibinin itirazını reddetmiştir. Kararın dayandığı temel tespitler; ölümcül bir virüsün adının bir oyun adı olarak önemsizleştirilmesi ve başvuru sahibinin salgından haksız bir kazanç elde etmek istemesi nedeniyle markanın ahlaka aykırı olarak algılanabilmesidir. Ayrıca, markayı oluşturan ibarenin, kamusal pandemiye ilişkin verilen mesajları önemsizleştiren ve bu önlemlerin ihlalini teşvik eden bir terime dönüşmesi halinde kamu politikasının ihlali anlamına gelebileceği de belirtilmiştir.

Sonuç

Markaların ahlaki değerler ve kamu düzeni kapsamında tescil edilebilirliği tartışılırken, sadece marka hukuku değil, aynı zamanda ifade özgürlüğü çerçevesinde de değerlendirilme yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla, bir markanın tescil edilmesi sürecinde ifade, düşünce ve sanat özgürlüğünün kapsamı, ahlaki değerler ile çakışabilmektedir ve bu durum bir sınırlama olarak değerlendirilebilecektir. Bu nedenle, ahlaki değerler ve kamu düzeni gibi subjektif kavramların objektif kriterler belirlenerek incelenmesi hem ifade özgürlüğü açısından hem de kararların bir bütünlüğe sahip olması açısından önemlidir.

EUIPO Büyük Temyiz Kurulu, bu karar kapsamında bazı kriterleri ortaya koyarak herkesi evine hapseden, toplumu derinden etkileyen ve tüm dünyayı kasıp kavuran, hayatlarımızı değiştiren ve kayıplar verdiren pandemi döneminin isminden esinlenerek oluşturulmuş marka başvurusu için bir değerlendirme yapmışsa da kararın bir noktada özgürlükleri sınırlamaya yönelik bir karar olduğunu yönünde görüşler de mevcuttur. Bu yazıyı kaleme alanlar olarak biz de Büyük Temyiz Kurulu kararının özgürlükleri sınırlandırma eşiğini aştığını düşünmekteyiz.  

Gülçen ATASEVER BAŞCI

gulcenatasever@gmail.com

Başak Ayşe ORTAK

basakortak006@gmail.com

SAMET KARABİDEK

samet_karabidek@hotmail.com

Temmuz 2024


DİPNOTLAR

[1] Coğrafi Yer Adlarının Tanımlayıcılığı – Euıpo Temyiz Kurulu Büyük Kurulu “Inmobiliaria Portixol” Kararı, Cansu Çatma Bilen, Önder Erol Ünsal, Kasım 2021 (https://iprgezgini.org/2021/11/22/cografi-yer-adlarinin-tanimlayiciligi-euipo-temyiz-kurulu-buyuk-kurulu-inmobiliaria-portixol-karari/ )

[2] “OHIM Büyük Temyiz Kurulu’nun ‘Papagayo Organic’ Kararı: Fransız Tüketiciler İçin ‘Şarap’ Ve ‘Rom’ Benzer Midir?”, H. Tolga Karadenizli, Eylül, 2015 (https://iprgezgini.org/2015/09/14/ohim-buyuk-temyiz-kurulunun-papagayo-organic-karari-fransiz-tuketicisi-icin-sarap-ve-rom-benzer-midir/#:~:text=Birisi%20tasar%C4%B1mlarla%20ilgili%20itirazlarla%20ilgili,Grand%20Board%20of%20Appeal)%20g%C3%B6nderilebilmektedir. )

[3] (27/02/2020, C 240/18 P, Fack Ju Göhte, EU:C:2020:118, § 42)

[4] https://iprgezgini.org/2019/07/03/goethenin-kemiklerini-sizlatmak-mi-sizlatmamak-mi-fack-ju-gohte-markasi-hakkinda-adalet-divani-hukuk-sozcusu-gorusu/#:~:text=%E2%80%9CFuck%20You%20Goethe%E2%80%9D%20ifadesini%20T%C3%BCrk%C3%A7e,talebiyle%20EUIPO’ya%20ba%C5%9Fvuruda%20bulunur.

[5] https://iprgezgini.org/2024/06/04/abad-genel-mahkemesi-pablo-escobar-karari-onu-biliyoruz-ya-yaptiklarini/

[6] https://www.pckip.com/article/fuct-ban-immoral-scandalous-trademarks

[7] https://iprgezgini.org/2018/04/11/la-mafia-kelimesi-restoran-ismi-olarak-kamu-duzenine-aykiri-midir-adalet-divani-genel-mahkemesinin-karari-siz-ne-dusunursunuz-2/

[8] https://yasaman.av.tr/kamu-duzenine-ve-genel-ahlaka-aykiri-isaretlerin-marka-olarak-tescili-cannabis-ve-fackjugohte-kararlari/

SEMPATİK SOSİS KÖPEKLER MARKA OLURSA: ABAD GENEL MAHKEMESİ DACHSHUND KÖPEKLERİ KARARI



Ülkemizde ve diğer ülkelerde sıklıkla tartışma konusu olan “şekil markaları”nın karşılaştırılması ile görsel ve kavramsal benzerliği hususları, bu yazıda Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) Genel Mahkemesi tarafından verilen yeni bir karar çerçevesinde aktarılacak ve değerlendirilecektir.

Yazının konusu olan 25 Ekim 2023 tarihli T-773/22 sayılı Genel Mahkeme kararında hem şekil hem de kelime unsuru içeren başvurusu ile  şeklinden oluşan itiraz gerekçesi marka arasındaki görsel, kavramsal ve bütüncül benzerlik hususları ve nihayetinde karıştırılma ihtimalinin bulunup bulunmadığı incelenmiştir.


 EUIPO Süreci ve İhtilaf

“Contorno Textil, SL” aşağıda görseli yer alan markanın tescili talebiyle Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’ne (EUIPO) başvuru yapmıştır:

Başvuru kapsamında yer alan mallar aşağıdadır:

25.sınıf: Giysiler, ayak giysileri, baş giysileri.

Başvuruya karşı “Harmont & Blaine SpA” EUIPO nezdinde tescilli olan ve aşağıda görseline yer verilen markasını mesnet göstererek itirazlarını sunmuştur:

İtiraza mesnet gösterilen marka kapsamında yer alan mallar aşağıdaki şekildedir:

25.sınıf: Giysiler, ayak giysileri, baş giysileri.

EUIPO İtiraz Birimi, Harmont & Blaine SpA’ nın yapmış olduğu yayıma itirazı kabul ederek, markaların kapsamında bulunan malların aynı olmasından ve markaların görsel ve kavramsal olarak benzer bulunmalarından hareketle, markalar arasında Avrupa Birliği Marka Tüzüğünün 8/1(b) maddesi uyarınca Fransa’daki ilgili ortalama tüketiciler açısından karıştırılma ihtimali bulunduğuna karar vermiştir.

Sonrasında başvuru sahibi, EUIPO İtiraz Birimi’nin yayıma itirazı kabul kararına karşı itiraz etmiş, ancak Temyiz Kurulu başvurunun reddedilmesi kararını yerinde bularak işbu karara itirazı reddetmiştir.

Bu karara karşı başvuru sahibi, ABAD Genel Mahkemesi nezdinde dava açmış ve Genel Mahkeme, 25/10/2023 tarihinde T‑773/22 sayılı kararıyla EUIPO’nun ret kararını onamıştır.

Genel Mahkeme kararında karşımıza çıkan önemli hususlar aşağıda okuyucularımıza aktarılacaktır.


Markaların Ayırt Edici ve Baskın Unsurları

Genel Mahkeme kararında öncelikle, markalar arasında benzerlik incelemesinin yalnızca markalarda yer alan unsurların tek tek karşılaştırılması suretiyle değil ve fakat markaların bıraktığı bütüncül izlenimin değerlendirilmesi suretiyle yapılması gerektiğini belirtmiştir. Somut olayda, başvurunun bir köpek türü olan “Dachshund”a ait bir şekil unsurunu içerdiği, ayrıca markada şekil unsurunun altında kişi ismi olan “GILBERT” ve Dachshund köpek türünün Fransızca karşılığı olan “TECKEL” kelime unsurlarının bulunduğu belirtilmiştir.

Davacı, Fransa’daki ortalama tüketicilerin markada yer alan görsel ve yazıyı görür görmez Dachshund köpek türünü akıllarına getirmeyeceğini, özel olarak dikkatlerini şekil unsuruna vermeyeceklerini, şekil unsurunun yalnızca dekoratif bir özellik içerdiğini belirtmiştir.  

Davacı şekil unsurunun ayırt ediciliğinin bulunduğunu belirtmiş olsa da, bütüncül incelemeden kaynaklı olarak Temyiz Kurulu, GILBERT ve TECKEL kelimelerinin marka görselinde baskın olarak koyu ve siyah şekilde yer alması, TECKEL kelimesinin “Dachshund” köpek türünün Fransızca karşılığı olması, bu köpek türünün “sosis köpek” olarak bilinmesi ve köpek türleri arasında sosise benzer bacakları ve vücuduyla en kolay tanınabilir tür olması hususlarından hareketle, TECKEL ibaresinin de markalar arasındaki bağlantıyı güçlendirdiğini belirtmiştir.  

Belirtilmesi gereken önemli bir husus da mahkemenin, tescil edilmek istenen mal ve hizmetlerin markanın görselinde yer alan köpek cinsi ile bir ilinti olmaması nedeniyle, EUIPO’nun markanın ayırt edici gücü hususundaki yaklaşımını da haklı bulduğu hususudur.

Markaların Görsel ve Kavramsal Benzerliği

Temyiz Kurulu, markaların basit tek renk (siyah ve beyaz) olarak oluşturulmaları, her ikisinin de Dachshund köpek türünü içermeleri, markaların ikisinde de markada yer alan görsellerin birbirlerinden ayırt edilmelerini sağlayacak herhangi bir kişiselleştirilmiş unsurlarının olmaması gibi hususları göz önünde bulundurmuştur ve markalar arasındaki farklılığın köpeklerin görselde yerleştirilişleri ile oluştuğu ve bunun tek başına yeterli olmadığını belirterek markaları görsel açıdan düşük derecede benzer bulmuştur.

Kararda, markaların genel açıdan yalnızca GILBERT TECKEL kelimelerinde ayrıştırıldığına da yer verilmiştir. Davacı, köpeklerin yalnızca baş, kulak, vücut, bacaklar ve kuyruk gibi temel bir köpek uzuvlarına sahip olması nedeniyle benzerlik içerdiğine ve Dachshund köpek ırkının tekele benzer geniş bir münhasır hakkın tek bir kişiye bırakılamayacağına görüşündedir.

Davacı devamla, marka görselinde yer alan köpeklerin kuyruk ve kulak kısımlarının ve köpek şekillerinin yerleştirilişlerinin zıt şekillerde olduğu; marka görsellerinin birinin siyah renkle ve diğerinin beyaz arka plan üzerinde köpek figürünün dış kısmının siyah renk ile kontürlenmiş şekilde çizilmesi ile oluşturulmuş olduğu gibi nedenlerle markaların genel görünüm itibarıyla birbirlerinde farklılaştıklarını belirtmiştir.

İşbu argümanlar karşısında mahkeme, Temyiz Kurulu’nun kararına atıfta bulunarak davacının markalarının itiraza mesnet gösterilen markaya benzemediğine dair olan davacının iddialarını reddetmiştir.

Davacının bir diğer iddiası olan tekelleşme konusunda mahkeme, incelemenin esasen başvuru ve itiraz gerekçesi markanın içerdikleri görsel ve kavramsal benzerliklere yönelik olarak yapıldığını belirtmiştir. Buna ilaveten, başvuru sahibi tarafından sunulan Dachshund cinsi bir köpeği temsil eden figüratif bir öğe içeren önceden tescil edilmiş sekiz markanın, bu köpeğin temsiline yönelik bir tekelin olmadığını kendiliğinden gösterdiğini belirterek bu iddiaları da yerinde görmemiştir.

Temyiz Kurulu kararında, önceki tescilli markanın bir Dachshund görseline sahip olması ve sonraki markanın da GILBERT isimli bir Dachshund görseli içermesinden kaynaklı olarak kavramsal benzerlik yüksek bulunmuştur. Mahkeme de Temyiz Kurulunun markalar arasındaki yüksek derecede kavramsal benzerlik bulunduğuna dair olan bu değerlendirmesini haklı bulmuştur.

Karıştırma İhtimali Bakımından

Davacının, markalar arasındaki benzerliğin tüketiciler nezdinde bir karıştırılma ihtimali yaratmayacağına yönelik argümanları karşısında mahkeme, görsel ve kavramsal benzerliğin incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yukarıda detaylıca açıklandığı üzere; her iki taraf markalarının da 25. sınıfta aynı/benzer malları içermeleri, görsel açıdan düşük ve kavramsal olarak yüksek derecede benzerlik göstermeleri, önceki tarihli markanın ayırt edici karakteri haiz olması, ilgili tüketici kesimince markaların ilişkilendirilebilmeleri gibi durumların 2017/1001 Tüzüğü’nün 8/1(b) maddesi kapsamında değerlendirildiğinde, markaların ilgili tüketici grubu nezdinde karıştırılma ihtimali yaratacağı sonucuna varılmıştır. Belirtilen nedenlerle de Temyiz Kurulu’nun aynı yöndeki değerlendirmeleri, mahkemece yerinde bulunmuştur.

Özetle, şekil markalarında uygulamada da görüldüğü üzere markaların yalnızca içerdikleri şekiller veya kelimeler nezdinde değil, fakat bir bütün olarak incelenmeleri gerektiği, markanın içerdiği kelimelerin anlamlarının şekil unsurunun anlamını (kavramsal karşılığını) akla getirecek şekilde mi kullanıldığı yoksa markaya farklı bir anlam mı kattığı, marka başvurularının eski tarihte tescilli markalardan farklılaşarak ve daha da öznel hale getirilerek tescil ettirmesinin marka koruması kapsamında önem arz ettiği gibi hususlar Genel Mahkeme kararında belirtilmiştir.


Son olarak belirtmek gerekir ki; markaların içerdiği şekil unsurları görsel olarak farklılıklar içerse de, bunların kavramsal karşılıklarının aynı olması, kimi durumlarda markaların benzer bulunması sonucuna yol açabilecektir. Bu tip bir benzerlik; malların/hizmetlerin aynılığı/benzerliği başta olmak üzere, karıştırılma olasılığı incelemesine ilişkin diğer faktörlerin de değerlendirilmesi neticesinde, sonraki tarihli markanın reddedilmesi/hükümsüz kılınması gibi sonuçlara yol açabilecektir.  Bu çerçevede, marka başvurularının yapılmasından önce gerçekleştirilen ön araştırmanın şekil unsurlarını da içerecek şekilde yapılması birçok durumda potansiyel riskleri engelleyebilecektir.

Başak Ayşe ORTAK

basakortak006@gmail.com

Haziran 2024

KÖTÜ NİYETLE YAPILMIŞ MARKA BAŞVURULARININ DEĞERLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN YOL HARİTASI AVRUPA BİRLİĞİ’NDE BELİRLENDİ



Kötü niyetle yapılmış marka başvurularının değerlendirilmesi, Türk Patent ve Marka Kurumu ve Türk yargısı dahil, sınai mülkiyet haklarının tescili işlemlerini yürüten dünya genelindeki ofis ve yargı mercilerinin güçlük geçtiği, marka hukukunun en subjektif alanlarından birisini oluşturmaktadır.

Türk marka mevzuatında, kötü niyetli marka başvurularının yayıma itiraz üzerine reddedileceği düzenlemesi bulunmaktadır (Sınai Mülkiyet Kanunu – madde 6/9) ve bu hüküm aynı zamanda tescil edilmiş markaların hükümsüzlüğü için de bir gerekçedir. Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO)’nun inceleme sistemini düzenleyen Avrupa Birliği Marka Tüzüğü’nde ise kötü niyetli yapılmış marka tescil başvuruları sonucu elde edilmiş marka tescillerinin hükümsüz kılınabileceği yönünde düzenleme bulunmaktadır (2017/1001 sayılı AB Marka Tüzüğü – madde 59(1)(b)). Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin ulusal marka mevzuatlarına bu yazıda ayrı ayrı değinilmeyecek olsa da, kötü niyetli marka başvuruları kimi AB üyesi ülkelerde başvuruların incelenmesi aşamasında reddedilebilmekteyken, kimi AB üyesi ülkelerde kötü niyetli elde edilmiş marka tescilleri ancak tescil sonrasında başvurunun kötü niyetle yapılmış olması gerekçesiyle hükümsüz kılınabilmektedir. AB Marka Direktifine göre, AB üyesi ülkelerin sınai mülkiyet ofisleri, marka hükümsüzlük nedenlerini de idari yollarla incelemek zorunda olduğundan her iki durumda da AB’de sınai mülkiyet ofisleri kötü niyetle yapılmış marka başvurularına ve bu şekilde elde edilmiş marka tescillerine yönelik inceleme ve değerlendirmede bulunmak durumundadır.

Belirttiğimiz nedenlere ilaveten, kötü niyetin tespitinin içsel zorluğu da dikkate alındığında, EUIPO ve AB üyesi ülkelerin sınai mülkiyet ofislerinin, kötü niyetli yapılmış marka tescil başvurularının veya bu başvurular sonucu elde edilmiş kötü niyetli tescillerin değerlendirilmesine ve tespitine ilişkin ortak kriterler çerçevesinde hareket etmesini sağlamak ve mümkün olduğunda objektif standartları getirmek bir zorunluluk haline gelmiştir. Bunu sağlayabilmek için kullanılabilecek en doğru yöntem ise EUIPO ve AB üyesi ülkelerin önceden defalarca yaptıkları Yakınlaştırma Programlarının (Convergence Programmes) bir yenisini yapmak olmuştur.

Avrupa Birliği üyesi ülkelerin marka mevzuatının ana çerçevesi ilgili AB Direktifi’nce çizilse ve kanunlar neredeyse aynı olsa da, mevzuatın uygulanmasında ulusal ofislerin birbirinden farklılaşan değerlendirmeleri ile sıklıkla karşılaşılmaktadır. EUIPO ve AB üyesi ülkelerin ulusal marka ofisleri arasındaki uygulama farklılıklarını asgari düzeye çekmek amacıyla, EUIPO ve üye ülkeler tarafından Yakınlaştırma (Convergence) Programları yürütülmekte ve uzlaşılan genel ilkelerin Ortak Bildirge (Common Communication) ismiyle kamuoyuna duyurulması da sağlanarak, sorunlu konularda AB üyesi ülkelerin marka ofislerinin bundan sonra takip edecekleri genel ilkeler belirlenmektedir.

2011 yılında başlayan Yakınlaştırma Programları yoluyla 2015 yılına dek 7 program tamamlanmış ve aynı sayıda ortak uygulama yürürlüğe girmiştir. 2015 yılında gerçekleştirilen AB marka reformu sonucunda 2015/2436 sayılı yeni AB Marka Direktifi ve 2017/1001 sayılı yeni AB Marka Tüzüğü kabul edilmiş ve bu iki yeni metnin içeriğinde EUIPO’ya AB üyesi ülkelerin ofisleriyle birlikte uygulamaları uyumlaştırma program ve araçlarını oluşturma görevi verilmiştir. Bu gelişmeler sonucunda da 5 yeni yakınlaştırma programı tamamlanmış ve bunlara ilişkin ortak uygulamalar geliştirilmiştir.

Bu yazıda sizlere aktarılacak CP 13 sayılı “Kötü Niyetle Yapılmış Marka Başvuruları” başlıklı on üçüncü yakınlaştırma programının çalışmaları 2021 yılında başlamış ve çalışmalar 22 Mart 2024 yılında sonuçlandırılarak ortak uygulama ilan edilmiştir. Ortak uygulama metni hazırlanırken EUIPO ve üye ülke ofislerinin temsilcilerinin görüşlerinin yanısıra konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin ve hak sahiplerinin de görüşleri alınmış, bu grupların temsilcileri de çalışma grubuna alınmış ve dolayısıyla, sadece bürokratik bakış açısıyla sınırlı bir çalışma yapılmamıştır.

Ortak uygulama metninin ve uygulama hakkında bilginin https://tmdn.org/#/news/2563653 bağlantısından görülmesi mümkündür.

Ortak uygulamanın yürürlüğe konulması için EUIPO ve AB üyesi ülke ofislerine 22 Mart 2024 tarihinden başlayan 3 aylık geçiş süresi verilmiştir. EUIPO başta bazı ofisler üç aylık sürenin dolmasını beklemeden uygulamayı halihazırda yürürlüğe koymuş durumdadır.

2015/2436 sayılı AB Marka Direktifi maddeler 4(2) ve 5(4)(c)’ye göre; AB üyesi ülkeler kötü niyetle tescil edilmiş markaların hükümsüzlüğüne yönelik hükme ulusal mevzuatlarında yer vermek zorundadır, bunun yanısıra kötü niyetle yapılmış marka tescil başvurularının mutlak ve/veya nispi ret gerekçelerine göre reddedilmesine yönelik hükümlere de ulusal mevzuatlarında yer verebilirler. Aynı Direktif madde 45’e göre ise, AB üyesi ülkeler, markaların hükümsüzlüğü için idari yolları ulusal ofisleri nezdinde oluşturmak zorundadır. Tüm bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, AB üyesi ülkelerin ulusal marka ofislerinin marka tescillerinin hükümsüzlük nedeni ve/veya marka başvurularının ret nedeni olarak başvurusu kötü niyetle yapılmış markaları incelemek durumunda olduğu ortadadır.

Kötü niyetin değerlendirilmesine yönelik olarak ulusal ofislerin birbirleriyle veya EUIPO’yla mevcut uygulama farklılıkları dikkate alındığında, bu hususa yönelik olarak ortak uygulama ilkelerinin belirlenmesi zorunluluk haline gelmiş ve dolayısıyla, CP 13 sayılı ortak uygulama metni hazırlanmıştır.

Ortak uygulama metni kapsamında düzenlenen temel hususlar aşağıda yer almaktadır:

  • Marka başvurularında kötü niyet kavramı hakkında ortak bir anlayış oluşturmak.
  • Kötü niyetin değerlendirilmesine yönelik olarak, terminoloji dahil olmak üzere çeşitli hususlar üzerinde ortak bir anlayış oluşturmak.
  • Marka başvurularında kötü niyetin değerlendirilmesine yönelik olarak genel faktörler üzerinde anlaşma sağlamak.

Ortak uygulama metni kapsamına girmeyen ana hususlar ise aşağıdaki şekildedir:

  • Kötü niyetin incelemesinin hangi inceleme aşamasında (resen inceleme, yayıma itiraz üzerine inceleme veya hükümsüzlük) yapılması gerektiğinin tespiti; şöyle ki bu hususta AB Marka Direktifi’nin çizdiği çerçeveyi, üye ülkeler ulusal mevzuatlarına kendi ihtiyaçları doğrultusunda yansıtabilir.
  • Markaların veya malların hizmetlerin benzerliği, karıştırılma ihtimali, tanınmışlık, ayırt edici gücün yüksekliği veya hakkın ciddi kullanımı gibi hallerin tek tek incelenerek, kötü niyetin bu durumlara yönelik değerlendirilmesine yönelik tespitler yapılması.
  • Ticari vekil veya temsilcinin yaptığı başvuruların değerlendirilmesi, AB Marka Direktifi madde 5(3)(b) uyarınca ayrı bir ret veya hükümsüzlük nedeni olduğundan, çalışma kapsamına alınmamıştır.
  • Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ve Paris Sözleşmesi uyarınca tanınmış markalar.
  • Herhangi bir üye ülkenin kendi ulusal mevzuatından kaynaklı sınırlamalar.
  • Kötü niyeti kanıtlayabilecek delillerin sınırlı biçimde veya tavsiye niteliğinde bir liste olarak sayılması.

Marka başvurularında kötü niyet kavramı, ilgili AB mevzuatında tanımlanmamış, sınırları çizilmemiş veya tarif edilmemiştir. Dolayısıyla, kavrama ve kapsamına ilişkin rehber AB marka içtihadı olacaktır.

Metin içerisinde tek tek ayrı referanslar verilemeyecek olsa da, Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ve EUIPO’nun kötü niyetle yapılmış marka tescil başvuruları hakkında vermiş olduğu çok sayıda karar IPR Gezgini’nde önceden farklı yazarlarca okuyucularımıza aktarılmıştır. Belirtilen yazıların IPR Gezgini’nde Kötü Niyetle Yapılmış Marka Tescil Başvuruları kategorisinden okunması mümkündür.

ABAD’a göre, kötü niyet AB mevzuatının otonom bir kavramıdır ve AB genelinde tek tip biçimde yorumlanmalıdır. AB marka içtihadına ve kötü niyet teriminin dildeki anlamı göre, kötü niyetin varlığı için marka başvurusu sahibinde dürüstçe olmayan bir niyet veya başka türlü fesatça bir motivasyon şeklinde kendisini gösteren subjektif bir güdü bulunmalıdır. Bu tip bir güdünün tespit edilebilmesi için ilgili, istikrarlı ve objektif kriterler gereklidir. Dolayısıyla, kötü niyet kavramı, etik davranış ilkelerinden veya dürüst ticaret/iş pratiklerinden ayrılan eylemleri içermektedir ve belirtilen standartlara aykırı her vakanın kendi objektif şartlarının değerlendirilmesi yoluyla tespit edilebilir.

Buna ilaveten, marka başvurularında kötü niyet kavramı, marka hukukunun kendi özel bağlamı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, değerlendirmede marka kanunlarının amaçları da dikkate alınmalıdır. Bu amaçlar ana hatlarıyla; (i) Bilgisel bir bağlantı sağlayarak tüketicilere korumak ve onlara alternatif mal veya hizmetler arasında düşünmelerini ve seçim yapmalarını sağlayacak bir araç oluşturmak, (ii) Bir markanın kalitesine, özelliklerine ve malların/hizmetlerinin diğer yönlerine ilişkin yatırımlarını teşvik etmek ve ödüllendirmek, şeklinde özetlenebilir.

Sayılanların ışığında, dürüstçe olmayan bir niyetin yokluğunda kötü niyetin varlığından söz edilemez ve başvuru sahibinin bu yöndeki subjektif motivasyonunun objektif biçimde belirlenmesi gerekmektedir. Kötü niyet iddiasının ise her vakanın kendi dinamikleri çerçevesinde sahip olduğu tüm faktörlerin genel biçimde değerlendirilmesi suretiyle analiz edilmesi gerekir.

Marka başvurusu sahibinin dürüstçe olmayan niyeti, kötü niyetin varlığının olmazsa olmaz şartıdır. Yazının ilerleyen kısımlarında bu durum içtihat çerçevesinde örneklendirilecektir. Bu aşamada başvuru sahibinin dürüstçe olmayan niyetinin varlığına ilişkin temel iki durumu sayacak olursak:

(i) Marka başvurusunun dürüst ticari pratiklerine uygun olmayan biçimde, özel bir üçüncü tarafın çıkarlarına zarar vermek niyetiyle ve ticarete adil biçimde katılma niyeti olmaksızın yapılması.

(ii) Marka başvurusunun özel bir üçüncü taraf hedef alınmasa da, markanın işlevlerine, özellikle de ayırt edicilik işlevine uygun olmayan münhasır haklar elde etme amacıyla yapılması.

Marka başvurularında kötü niyetin tespiti ve değerlendirilmesinin daha sağlıklı ve standart biçimde yapılabilmesi için, kötü niyetin yöneldiği hedefe ilişkin olarak ikili bir ayrım yapılması yerinde olacaktır:

(i) Özel Bir Üçüncü Tarafın Haklarının Hedef Alınması:

Bu durumda, kötü niyetli başvurunun sahibi, spesifik bir üçüncü tarafın haklarının suistimal edilmesini hedef almaktadır. Bir diğer deyişle, marka başvurusu, dürüst ticari pratiklerine uygun olmayan biçimde, özel bir üçüncü tarafın çıkarlarına zarar vermek niyetiyle ve ticarete adil biçimde katılma niyeti olmaksızın yapılmıştır.

Belirtilen halin kendisini gösterdiği temel karakteristikler, objektif ve subjektif hallerin kombinasyonu şeklinde ortaya çıkacaktır. Başvuru sahibinin üçüncü tarafın var olan haklarını bilerek veya bildiği varsayımıyla, üçüncü tarafın onayı olmaksızın başvuru yapması ve başvurusunda, subjektif faktör olarak, üçüncü tarafın önceki haklarından kaynaklanan sahipliğini adil olmayan biçimde kendine mal etme niyetinin bulunması, bu tip durumların ana karakteridir. 

(ii) Marka Sisteminin Suistimali:

Marka sisteminin suistimali ana başlığı altına girebilecek durumlarda, özel bir üçüncü taraf hedef alınmamaktadır. Buna karşın, marka kanunlarının amacına uygun olmayan ve sistemi suistimal eden başvuruların korunması yerinde değildir. 

Bu durumun kendisini gösterdiği temel karakteristikler, ilk durum da olduğu gibi, objektif ve subjektif hallerin kombinasyonu şeklinde ortaya çıkacaktır. Objektif hal esas olarak, marka mevzuatının saydığı şekli gereklilikler yerine getirilmiş olsa da, mevzuatın amacına uygunluk söz konusu değildir. Subjektif unsur ise, mevzuattan bir avantaj sağlama niyetinin olması, ancak bu avantajı elde etmek için ilgili şartların yapay biçimde gerçekleştirilmesidir.

Yazının ilerleyen bölümlerinde bu duruma ilişkin senaryolardan bahsedilecek ve konunun daha net biçimde algılanması sağlanacaktır.

AB marka içtihadında, aksi kanıtlanana dek başvuru sahibinin iyi niyetli olduğunun kabul edileceği esastır. Dolayısıyla, marka başvurusunun kötü niyetle yapıldığını gösteren objektif kanıtları sunma yükümlülüğü iddia sahibine aittir. Buna karşın, iddia sahibinin ortaya koyduğu objektif hallerin, iyi niyetin varlığı kabulünü çürüttüğü hallerde, başvuru sahibinin gerekli açıklamaları yapması gerekecektir. 

Başvuru sahibinin iddialara karşı sessiz kalması, dürüstçe olmayan niyetin varlığının göstergesi olarak kabul edilemez. Ana yaklaşım bu şekilde olsa da, iddia sahibinin iyi niyeti çürüten objektif kanıtlarına karşı başvuru sahibinin sessiz kalması halinde, kötü niyetin varlığı sonucuna ulaşılacaktır.

İnceleme konusu ortak uygulama metninde, kötü niyetin varlığını gösteren/gösterebilecek delillerin listesi veya neler olabileceği özel olarak belirtilmemiş ve delillerin her vakaya göre değişebileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte bağlayıcı bir tavsiye olmasa da, CP 12 sayılı Marka İtiraz Süreçlerinde Kanıtlar başlıklı ortak uygulama metnine referansta bulunulmuş ve bu metnin bir referans noktası olarak kullanılabileceği belirtilmiştir.

Daha önce de bahsedildiği üzere, kötü niyetin varlığından bahsedilmek için marka başvurusu sahibinde bu yönde subjektif bir motivasyon gereklidir. Dolayısıyla, araştırılması gereken başvuru sahibinin, marka tescil başvurusunun yapıldığı andaki niyeti olacaktır. Madrid Protokolü kapsamında yapılan başvurular içinse bu zaman, EUIPO’nun veya ilgili AB üyesi ülke için uluslararası başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilmelidir.

Başvuru tarihin değerlendirmenin yapılacağı tarih olarak kabul edilmesi nedeniyle, markanın sonradan başka bir tarafa devredilmiş olması gibi haller, başvuru tarihindeki kötü niyetin varlığını ortadan kaldırmayacaktır. Dolayısıyla, bu tip bir durumda, markanın ilk sahibinin marka başvurusunun yapıldığı anda kötü niyetli olup olmadığı değerlendirilecek, markanın yeni (sonraki) sahibinin niyeti incelemeye esas teşkil etmeyecektir.

Durumun öyle gerektirdiği hallerde, değerlendirmeye yapacak makamlar, başvuru tarihinden önceki veya sonraki tarihlerde gerçekleşen hususları veya ortaya çıkan kanıtları da dikkate alabileceklerdir; şöyle ki bu tip hal veya kanıtlar, başvuru sahibinin başvurunun yapıldığı andaki niyetinin tespit edilebilmesine yardımcı olabilirler.

Kötü niyet incelemesinde, marka başvurusunun, başvuru tarihinde kötü niyetin var olup olmadığı araştırılacağından, kural olarak marka başvurunu yapan kişinin niyeti incelenmelidir.

Bununla birlikte, başvuru sahibinin, başvurunun yapılmasından çıkarı olabilecek herhangi bir üçüncü gerçek/tüzel kişiyle olası bağlantısı da dikkate alınabilir. Aksi hallerde, kötü niyete ilişkin hükümlerin uygulanmasını engellemek çok kolay olacaktır.

Olası bağlantının tespit edilebileceği gerçek/tüzel kişiler durumuna örnek olarak; aynı şirket grubu içerisindeki farklı tüzel kişiler, başvuru sahibiyle başvurunun onun adına yapılması için anlaşmış gerçek/tüzel kişiler veya başvuru sahibinin çalışanı olduğu bir tüzel kişi gibi haller verilebilir.

Belirtilen veya başka biçimdeki bağlantıların ortaya çıkabileceği kabulüyle, bu tip bağlantılar için vaka bazında değerlendirme yapılması gerekebilecektir. 

“Her somut olayın şartlarına göre değerlendirme yapılması” kötü niyet değerlendirmelerini belli kriterlere bağlamayı zorlaştıran ana unsurdur. CP 13 ortak uygulama metninde, bu kriterler her somut olayda olması gereken zorunlu bir unsur ve zorunlu olmayan ancak kötü niyet iddialarını destekleyici etkisi olan unsurlar olarak ikiye ayrılmış ve açıklanmıştır.

Zorunlu olan ve olmayan unsurlar değerlendirilirken ortak uygulamanın gelişebilmesi ve yeknesak kararların da ortaya konabilmesi için söz konusu kriterler listelenmiştir. Bu kriterler, EUIPO ve ABAD tarafından oluşturulmuş içtihatlar doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Yapılan değerlendirmelerin sonucunda zorunlu unsur başvuru sahibinin dürüstlük kuralına aykırı hareket etmesi olarak kabul edilmiştir. Belirlenen diğer unsurların her somut olayda varlığının aranmayacağı ya da varlıkları halinde direkt olarak kötü niyete bir karine oluşturmayacakları vurgulanmıştır.

Listelemede ilk olarak zorunlu unsur ele alınmış ve aslında her somut olayın kendi şartları olduğu düşünüldüğünde tek bir zorunlu unsurun varlığının kabulü yerinde olmuştur. Bu bakımdan her somut olayda aranması gereken zorunlu unsur “dürüstlük kuralına aykırı bir şekilde hareket edilmesi” olarak belirtilmiştir.

Ayrı bir parantez ile değinmemiz gerekmektedir ki marka hukuku bakımından kötü niyet kavramının çıkış noktası bir Medeni Hukuk kavramı olan dürüstlük kuralıdır. Dolayısıyla hukukun genel ve emredici kurallarından biri olarak kabul edilen bu kuralın kötü niyetin zorunlu bir unsuru olan tanımlanmış olduğu görülmektedir. Sadece Türk Hukukunda değil Kıta Avrupası ve Anglosakson hukuku bakımından da kötü niyet kavramının temel taşını dürüstlük kuralı oluşturmaktadır.

Sınai Mülkiyet Hakları bakımından da başvuru sahibinin dürüst olmayan niyetinin kötü niyete bir temel oluşturacağı, zorunlu olmayan unsurlar bakımından her somut olay farklılık taşısa da dürüst olmayan bir niyet ile hareket edilmesinin tutarlı ve objektif kriter olarak dikkate alınabileceği belirtilmiştir. Ancak dürüstlük kuralına aykırı olan hareketlerin birbirinden farklı görünümleri olduğu ve söz konusu niyetin de somut olaydan olaya göre değişebileceği unutulmamalıdır.

Bu husus dikkate alınarak, metinde başvuru sahibinin dürüst olmayan hareketi ile hedeflediği amaçları; üçüncü kişilerin haklarını kötüye kullanma niyeti ve marka sisteminin kötüye kullanılması olarak iki ana grupta toplamıştır.

(i) Üçüncü Kişilerin Haklarının Kötüye Kullanılması

Günümüzde, en sık karşılaşılan kötü niyet örnekleri bu grup altında toplanmıştır. Bu gruba giren dürüstlük kuralına aykırı hareketler; var olan bir markanın itibarından haksız olarak yararlanmak, üçüncü kişilerin var olan hakkını gasp etmek ve tanınmış bir markanın itibarından yararlanarak bu markanın serisi gibi bir algı oluşturmak ve önceki marka sahibi ile arasında bir bağlantı varmış izlenimi yaratmaktır.

(ii) Marka Sisteminin Kötüye Kullanılması

İlk kriter kötü niyetli hareketlerin daha basit örneklerini oluştururken, bu gruba giren durumlar daha ileri ve kompleks halleri kapsamaktadır. Bu haller; gerçek hak sahibinin ileride yapacağı bir marka başvurusunu engellemek ve bu durumdan ekonomik fayda elde etmek, dürüst bir ticari mantık olmaksızın marka sahibinin portföyünü genişletmek ve dolayısıyla hakkın korunmasını güçleştirmek, kullanmama sebebiyle iptalden kaçınmak amacıyla yeni başvurular yapmak ve kullanım sunmamak için ön görülmüş olan beş yıllık sürenin uzatılması için dürüstlük kuralına aykırı hareket etmek olarak sayılmıştır.

Görüleceği üzere dürüstlük kuralına aykırı hareket etmek her ne kadar tek bir unsur olarak sayılmış olsa da dürüstlük kuralına aykırı niyetin birden fazla görünümü olduğu ve günümüzde sık sık karşılaşılan durumları işaret ettiği açıktır.

Kabul edilmiş olan bu zorunlu unsurla birlikte kötü niyetin yine bir Medeni Hukuk düzenlemesi olan iyi niyet kapsamından çıkarılması, bir diğer deyiş ile iyi niyetli olmama şeklinde açıklanmaması[1], dürüstlük kuralı çerçevesinde değerlendirme yapılacak olması[2] yapılacak olan hukuki değerlendirmeleri de yeknesak hale getirecektir.

Tüm bunlara ek olarak, özellikle Türkiye’de 2024 yılı itibarıyla gündemin ön planında olan kullanmama sebebiyle iptal hususunun önüne geçmek ve aynı şekilde kullanım ispatı sunmaktan kaçınmak için yapılan göstermelik yeni marka başvurularının başvuru sahiplerinin kötü niyeti sebebiyle reddedilmesinin önü açılmıştır.

Zorunlu olmayan unsurların ise her somut olayda aranmayacağı ve kötü niyetin bir ön koşulu olarak kabul edilmeyeceği ancak varlıkları halinde tamamlayıcı olarak kötü niyete ilişkin değerlendirmeye etki edeceği kabul edilmiştir. Aynı zamanda bu tamamlayıcı unsurlardan birinin ya da birden fazlasının var olması direkt olarak kötü niyetin varlığına işaret etmeyeceği gibi bu unsurların bazılarının ya da çoğunun bulunmuyor olması da başvuru sahibinin kötü niyetle hareket ettiğine dair bulguyu ortadan kaldırmayacaktır.

ABAD içtihatlarına göre başvuru sahibi, üçüncü bir kişinin önceki tarihli kullanımlarını biliyorsa ya da bilebilecek durumda ise, bu durum başvuru sahibinin kötü niyetli olduğunun bir göstergesi olabilir. Başvuru sahibinin bu bilgiye sahip olduğuna ilişkin durumu işaret edecek bazı haller sınırlı sayıda olmayacak şekilde sayılmıştır:

  • Önceki hakkın sahibi olan üçüncü kişinin ilgili sektörde uzun yıllardır aynı/benzer mal ve hizmetler için hakkını kullandığına dair genel bir kabul varsa ve bu kullanım uzun yıllardır devam ediyorsa.
  • Tarafların birbiriyle ticari/ticari olmayan bir ilişkisi varsa.
  • Taraflar aynı pazarda varlıklarını sürdürüyorlarsa, ürünlerin menşei aynı ülke ise.
  • İhtilaflı markanın tescilinden kısa bir süre sonra başvuru sahibi davacı veya distribütörüne dava açmış ise.
  • Önceki hakkın yüksek itibara sahip ise, diğer bir deyiş ile ilgili tüketiciler nezdinde tanınmışlığı mevcut ise.
  • İtiraz edilmiş olan marka ile önceki hakkın konusu marka aynı ya da yüksek derecede benzer ise.

Bu noktada bahsi geçen uzun süreli kullanımın da AB pazarı ile sınırlı olmadığının yanı sıra üçüncü kişinin AB üyesi bir ülkeden olup olmamasının herhangi bir öneminin olmadığı vurgulanmıştır. ABAD Genel Mahkemesi’nin yakın tarihli T-172/23 sayılı HEPSİBURADA kararında da söz konusu kötü niyet kriterine yer vermiş ve önceki hak sahibinin AB üyesi olmayan bir ülkeden dahi olsa başvuru sahibi tarafından bilindiği/bilinebilecek durumda olabileceği kabul edilmiştir[3].

Bu kriter bakımından üçüncü kişinin sahip olduğu yasal korumanın derecesi başvuru sahibinin başvuruyu yaptığı sırada kötü niyetli olarak hareket edip etmediği hakkında bir izlenim oluşturmaktadır. Dolayısıyla, yasal korumanın kapsamını ilk olarak tescilin oluşturduğunu kabul edebiliriz. Benzer şekilde kullanım yoluyla elde edilmiş bir ayırt edicilik, önceki markanın içsel olarak sahip olduğu ayırt edicilik, tanınmışlık, önceki markanın halen devam eden ünü, üçüncü kişinin adının, takma adının veya logosunun ünü gibi hususlar da dikkate alınarak yasal korumanın derecesi belirlenmektedir. Buna ilaveten, yasal korumanın kullanımdan ayrı düşünülemeyeceği göz ardı edilmemelidir. Genellikle başvuru sahiplerinin önceki markanın itibarından kaynaklanan tanınmışlığı kullanarak bundan fayda sağlamaya çalıştığı parazit davranış senaryolarıyla uygulamada karşılaşılmaktadır. Söz konusu senaryoya uygun en iyi örnek ise; GIE PSA Peugeot Citroen tarafından SIMCA ibareli markanın kötü niyet sebebiyle hükümsüzlüğü talepli davada karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu davada, SIMCA ibaresini tescil ettiren kişinin, SIMCA markasının tarihi bir marka olarak iyi bilinen bir marka olduğunu bilerek ve markanın itibarından kaynaklanan tanınmışlığı kullanarak, aynı markayı 12. sınıfta tescil ettirmesinin, daha önceki haklarla bir ilişki yaratmak ve motorlu taşıtlar pazarında devam eden/kalıntı itibardan yararlanmak gerekçeleriyle kötü niyetli olduğuna karar verilmiştir[4].

Fakat bu noktada söz konusu unsurların zorunlu unsurlar olmadığı unutulmamalıdır. Dolayısıyla, yasal korumanın derecesini belirleyen tescilin mutlak şart olmadığının ve tescilsiz kullanımların da kötü niyet bakımından bir öngörü oluşturabileceğinin unutulmaması gerekmektedir. Tescilsiz kullanım kararı, her ne kadar bir iş stratejisi olsa da, tescil her zaman üçüncü kişilerin geniş bir yasal koruma sağlamaya yönelik menfaatini işaret ederken, tescilsiz kullanım başvuru sahibinin amacını meşru gösterebilecek ve önceki hak sahibi üçüncü kişilerin aleyhine bir durum oluşturabilecektir.

Markalar arasında benzerliğin bulunmaması halinde önceki hak ile sonraki başvuru arasındaki illiyet bağı ortadan kalkacağından başvuru sahibinin kötü niyetinden söz etmek -genel anlamda- yerinde olmayacaktır.

Fakat, odaklanılması gereken husus, yapılacak olan benzerlik incelemesinin karıştırılma olasılığı incelemesinde gerçekleştirilecek incelemeden daha detaylı bir şekilde gerçekleşmesine gerek olmadığıdır. Markalar arasındaki benzerlik zayıf dahi olsa söz konusu haklar arasında bir bağlantı veya ilinti bulmak yeterli kabul edilmektedir. Yukarıda değinilmiş olan farklı kötü niyet senaryolarından biri olan, aynı hak sahibi tarafından gerçekleştirilen yeni başvurular bakımından, yapılacak kötü niyet değerlendirilmesinde söz konusu başvuruların birbirine benzerliğinin hangi amaca hizmet ettiği, farklılaşmanın derecesi gibi hususların ayrıca dikkate alınması gerekmektedir. Çünkü AB marka mevzuatının ana metinleri olan AB Marka Direktifi ve Tüzüğü, bir marka başvurusunun yeniden yapılmasını yasaklamamıştır. Kötü niyet değerlendirmelerinde yeknesaklığı hedeflemiş olan ortak uygulama metninde kullanım ispatından veya kullanmama sebebiyle iptalden kaçınmak amacıyla yapılacak olan yineleme başvurularının kimi hallerde dürüstlük kuralına aykırı hareket olarak kabul edilebileceği belirtilmiştir. Bu amaçla yapılan bir değerlendirmede, yeni başvuru ile eski başvuru arasındaki benzerlik ve farklılıklara farklı bir bakış açısıyla odaklanılmalı, daha önce tescil edilmiş bir markanın sahibinin, yeni pazarlama stratejisi, gelişen iş ihtiyaçları ve/veya tüketicilerin taleplerindeki değişiklikler ile daha önce tescil edilmiş markasının/markalarının modernize edilmiş/güncellenmiş bir versiyonunu ve/veya güncellenmiş bir mal ve/veya hizmet listesine sahip olması ihtiyacı sebebiyle yeni başvuru yapabileceği göz ardı edilmemelidir. Bu noktada ABAD Genel Mahkemesi tarafından verilmiş olan en önemli karar Pelikan kararıdır. Söz konusu kararda Mahkeme tarafından marka sahibinin kötü niyetli olmadığına karar verilmiş, yapılan yeni başvurular bir iş stratejisinin sebebi olarak markayı yöneten ailenin her bir yeni neslini temsilen logoda farklılıklara gittiği nitelendirilmiştir[5].

Mal ve hizmetlere ilişkin incelemeler ise iki farklı senaryoda karşımıza çıkar ve bunlar dürüstlük kuralına ilişkin yapılan ikili ayrım ile aynıdır.

İlk durum üçüncü tarafa ait bir hakkın kötüye kullanılması söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Bu noktada, mal ve hizmetlerin aynı ya da benzer olmasının herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Çünkü tamamen farklı/benzer olmayan mal ve hizmetler için yapılan aynı/benzer başvurular da, üçüncü kişilerin sahip oldukları haklara zarar verebilir[6].

İkinci durumda, yani marka sisteminin kötüye kullanılması söz konusu olduğunda, mal ve hizmetler bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu husus ise genellikle yineleme başvuruları senaryosunda gündeme gelmektedir. Konuyla ilgili EUIPO Temyiz Kurulu tarafından verilmiş olan Hamilton kararında da başvuru sahibi tarafından yapılan yeni başvuruların kötü niyet değerlendirmesine tabi tutulduğu görülmüş ve mal ve hizmetlerin kapsamının genişletilmesinin tek başına bir kötü niyet oluşturmayacağı, markanın belirtilen mal ve hizmetler için henüz kullanılmıyor olmasının, kendilerine sunulan beş  yıllık süre içerisinde kullanılmayacağı anlamına gelmeyeceği ve bu sürenin aslında yeterli yatırımı yapmak ve geleceğe dair planlama yapmak açısından başvuru sahibine sunulmuş bir hak olduğu belirtilmiştir[7].

Buna ilaveten altı çizilmesi gereken bir diğer husus da, ABAD tarafından verilen C-371/18 sayılı SKY kararı bağlamında kötü niyet gerekesiyle kısmi ret/hükümsüzlük kararlarının verilmesinin de mümkün olmasıdır.

Karıştırılma ihtimali kavramı, kötü niyet incelemesi yapılırken dikkat edilen bir diğer unsur olarak vurgulanmıştır; ancak, ortak uygulama metni çerçevesinde karıştırılma olasılığının varlığı, kötü niyetin tespiti için bir ön koşul olarak değerlendirilmemektedir.

Başvuru sahibinin kötü niyetli olarak hareket ettiğine ilişkin emarelere, başvuru sahibi ile iddia sahibi arasında marka başvurusundan önce doğrudan veya dolaylı bir ilişkinin varlığı örnek gösterilebilmektedir. Burada adı geçen ilişkinin geniş yorumlanması gerektiğinden bahsedilerek taraflar arasındaki her türlü ilişkinin bu kapsama girebileceği belirtilmiştir.

Bu husus irdelenirken göz önünde bulundurulması gereken faktörler arasında; iddia sahibinin şirketinde mevcut veya geçmişte belirli pozisyonlarda bulunulması nedeniyle ortaya çıkan sadakat ve bütünlük gibi karşılıklılık içeren görevler veya yükümlülükler dahil olmak üzere, taraflar arasındaki ön sözleşme, sözleşme veya sözleşme sonrası bir ilişkinin varlığı yer almaktadır.

İddia sahibi ve başvuru sahibi arasında var olan önceki ilişkinin kötü niyetin göstergelerinden birisi olarak değerlendirilebileceği durumlar, AB içtihadında yer alan örnek davalar ışığında metinde aşağıdaki şekilde sayılmıştır:

  • Taraflar arasındaki resmi olmayan müzakerelerin veya yine taraflar arasında doğrudan kurulan ilişkilerin (örneğin, taraflar arasında iletişim kurulması) varlığı.
  • Belirli malların ithalatı ve satışı ile anlaşmazlık konusu markanın bu amaçla kullanılmasını içeren sözlü olarak kurulmuş ilişkinin varlığı.
  • Taraflar arasında bir dağıtım sözleşmesinin varlığı veya başvuru sahibinin dağıtım sözleşmesinin taraflarından birinin yöneticisi gibi hareket etmesi.[8]
  • Başarısız bir lisans sahibi de dahil olmak üzere herhangi bir lisans sözleşmesinin varlığı.
  • Başvuru sahibinin, iddia sahibinin hisse sermayesinde önemli bir paya sahip olması[9], yönetim kurulunda bulunması, çalışanı olması.
  • Başvuru sahibinin iddia sahibine ait imajı, lakabı, kelime ve şekil markalarını belirli ürünlerin pazarlamasını teşvik etmek amacıyla kullanma yetkisini içeren bir anlaşmanın varlığı.

Yukarıda sayılan örnekler sınırlayıcı olmamakla birlikte, her vakanın kendi şartları özelinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu konuda Türk hukukunda verilmiş olan “LIFECHEK PLUS”, “LIFECHEK” markaları ile “LIFECHEK” markaları hakkında görülen davada “davacının kötü niyet iddiası konusunda ise davalının davacı ile Astra firması arasındaki önceki ilişkisi ve davacı markalarından haberdar olduğunu ikrar ettiği, bu itibarla davacının 2012 yılından beri tescilli markalarının varlığından haber olmasına karşın,…” kararında davalının, davacının satışa sunum hizmetlerindeki faaliyetlerini engelleme amacını taşıdığı, bu anlamda hakkın kötüye kullanılmasından bahsedilebileceği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.[10]

Kötü niyet değerlendirmesi yapılırken, başvuru sahibinin kötü niyetli olduğu sonucuna varılabilmesi için taraflar arasındaki ilişkinin doğası ve sözleşmenin türünün tek başına bir önemi yoktur. Bu hususlar incelenerek kötü niyetin varlığına doğrudan karar verilememekle birlikte kötü niyetin varlığının tespitinde asıl önemli olan taraflar arasındaki önceki tarihli bir ilişkinin varlığıdır.

Kötü niyetin varlığına yönelik bütüncül incelemede, anlaşmazlık konusu markayı oluşturan kelimenin veya logo/grafik gösterimin oluşturulduğu kaynak veya koşulların[11] yanı sıra, markanın önceki tarihli kullanımı (“tarihsel kullanım dahil olmak üzere”), özellikle rekabet halinde olan işletmelerce kullanımı gibi hususlar da dikkate alınmalıdır.

Başvuru sahibinin marka başvurusunu yaptığı andaki niyeti hakkında yapılacak olan analizde, aşağıdaki hususlar bilgi sağlayabilecektir:

  • Anlaşmazlık konusu markada yer alan kelimenin/logonun geliştirilmesini/yaratılmasını kimin gerçekleştirdiği ve yaratılmasının ardındaki nedenler.
  • Anlaşmazlık konusu markanın, başvuru sahibinin başka bir hakkından, örneğin bir işletmenin ticari unvanından kaynaklanıp kaynaklanmadığı ve bu hakkın nasıl kullanıldığı.

İçtihatta kötü niyetli bir başvurunun öncülü olarak, başvuru sahibinin üçüncü bir tarafın aynı veya benzer bir işareti kullandığını bilmesi veya bilmek zorunda olmasının kabul edileceği belirtilmiştir. Lindt davasına göre, bu gereklilik sadece üçüncü tarafın işaretini AB sınırlarında kullanımına ilişkindir. Tsoutsanis, ABAD’ın bu yaklaşımını Lindt davasında kötü niyetin sadece AB içindeki önceki kullanımına dayandırmasından kaynaklanmış olabileceğini belirtmiştir. [12] Bununla birlikte, AB sınırları dışına uzanan daha geniş bir yaklaşım benimsendiği belirtilen son tarihli kararlar da bulunmaktadır. [13]

Ortak uygulama metni bu hususta, tarihsel kullanımı da kapsayacak şekilde, ihtilaflı olan anlaşmazlık konusu markanın kullanımına ilişkin olarak AB pazarıyla kalınmayıp, AB üyesi olmayan başka bir ülkede gerçekleştirilen önceki kullanımın da dikkate alınabileceğini belirtmiştir.

Kötü niyetin değerlendirilmesinde, ihtilaflı markanın tesciline yol açan olayların kronolojisi de bir faktör teşkil edebilmektedir. [14] Bu bağlamda, somut olayda kötü niyet değerlendirilmesi yapılırken gerçekleşen olaylar dizisinin de incelenmesi ve kronolojik olarak analiz edilmesi gerekmektedir[15]. Metinde, bu analizin, üye devletlerin Fikri Mülkiyet Ofisleri de dahil olmak üzere ilgili makamların, başvuru sahibinin anlaşmazlık konusu markanın başvurusunu yapma sebeplerini anlamalarına yardımcı olabileceği belirtilmiştir.

AB içtihadından çıkarılan aşağıdaki olaylar bu faktör kapsamında değerlendirilebilecektir:

  • İhtilaf konusu markanın başvurusu öncesinde veya sırasında, başvuru sahibi ile iddia sahibi arasında herhangi bir anlaşmazlık olup olmadığı.
  • İhtilaf konusu markanın başvurusu sırasında taraflar arasındaki iş ilişkisinin durumu (iş ilişkisinin sona erip ermediği veya bozulup bozulmadığı).
  • Taraflar arasındaki ilişkinin sona erdiği durumlarda, iş ilişkisinin sona ermesi ile anlaşmazlık konusu markanın başvurusunun yapılması arasında geçen süre.
  • İhtilaf konusu markanın başvurusundan önceki dönemde, iddia sahibinin mali durumu ve itibar düzeyi gibi durumlar da dahil olmak üzere, iddia sahibinin piyasadaki konumunun değişip değişmediği.
  • İhtilaf konusu markanın başvurusunun zamanlaması.

Ayrıca anlaşmazlık konusu markanın tesciline kadar (veya tescilinden hemen sonra meydana gelen) olayların kronolojisinin analizinin, başvuru sahibinin, iddia sahibinin daha önce aynı/benzer bir hakkı kullandığını bilip bilmediği veya bilmesi gerekip gerekmediği gibi diğer faktörler hakkında da bilgi sağlayabildiği unutulmamalıdır.

Ortak uygulama metninde, ihtilafa konu markanın tescilinin arkasında iş stratejisi de dahil olmak üzere dürüst bir ticari mantığın bulunmamasının da kötü niyetin varlığına bir gösterge teşkil edebileceği belirtilmiştir. [16] EUIPO tarafından verilmiş güncel bir kararda (04.04.2024 tarihli – C 54 505 sayılı karar), ihtilaf konusu markanın, markanın temel işlevlerini yerine getirmediği ve iptal edilmesi için göz önünde bulundurulması gereken unsurlar arasında “başvuru sahibinin ticari stratejisinde mantık bulunmaması” faktörü sayılmıştır.

Marka işlevini, özellikle de kaynak gösterme temel işlevini yerine getirmeyen ve;

(i) Dürüst bir ticari mantık olmaksızın yalnızca başvuru sahibinin daha önceki diğer haklarının koruma kapsamını artırmayı ve/veya,

(ii) Dürüst bir ticari mantık olmaksızın üçüncü tarafların gelecekte (tanımlanan malların ve/veya hizmetlerin tamamı veya bir kısmı ile ilgili olarak) aynı/benzer mallar ve/veya hizmetler için aynı/benzer hakları tescil ettirmesini veya kullanmasını engellemeyi amaçlayan başvuruların kötü niyetle yapılmış sayılacağının kabul edilebileceği de belirtilmiştir. [17]

Üye devletlerin Fikri Mülkiyet Ofisleri de dahil olarak bu konudaki ilgili makamların karşılaşması muhtemel bazı durumlar vardır. Bu durumlardan biri, bir başvuru sahibinin yalnızca başvuruyu yaptığı sırada pazarladığı mal ve/veya hizmet kategorileri için değil, aynı zamanda gelecekte pazarlamayı planladığı veya düşündüğü diğer mal/hizmet kategorileri için de marka tescili talep etmiş olmasıdır. Bu durum meşrudur ve tescil için uzun bir mal ve/veya hizmet listesi sunulması, başvurunun kötü niyetle yapıldığı anlamına gelmeyecektir. Bununla birlikte, marka tescil başvurusunda belirli mal ve hizmetlere pratiği, ilgili mal ve hizmetlere yapay (göstermelik) biçimde yer veriliyorsa ve bunun ardında dürüst bir ticari mantık bulunmuyorsa, kötü niyetin göstergesi olarak kabul edilebilir.

ABAD Genel Mahkemesi’nin T-663/19 sayılı MONOPOLY kararı, yineleme başvuruları sonucunda tescil edilmiş markaların sadece bu nedenle iptal edilmeyeceğini ve bu markaların başvuru anında kötü niyetle yapılıp yapılmadığı yönünde inceleneceğini de gösteren bir karardır. Kararda marka sahibinin bu markanın tescili için başvuruda bulunurken izlediği amaçlar ve ticari mantığa ilişkin makul açıklamalar sunması gerektiğine yer verilmiştir. [18]

ABAD Genel Mahkemesi’nin T-335/14 sayılı DoggiS (fig.) kararında; başvuru sahibince sunulan delillerin, davacılara ait markalarla aynı hizmetleri ve bu hizmetlerin sağlanması için vazgeçilmez olan malları kapsayan daha önceki markalarla neredeyse aynı olan bir marka için neden başvuruda bulunulduğuna dair herhangi bir açıklama getirmediği dile getirilmiş ve buna ek olarak, başvuru sahibinin, bu eylemini haklı çıkaracak herhangi bir ticari mantığın varlığına dahi dayanmadığı belirtilmiştir. Başvuru sahibinin, anlaşmazlık konusu marka için başvuruda bulunduğu sırada davacılara ait önceki markaların varlığından haberdar olmadığı yönünde argümanlar sunması da kötü niyetin var olmadığını ispatlamaya yetmemiştir.

Yukarıda verilen örnekler, marka başvurusunun arkasında herhangi bir ticari bir mantık olmadığı gösteren kararlara ilişkindir. Ancak, daha önce de belirtildiği üzere durum ve koşullar her olay özelinde değerlendirilmekte olup, ihtilaf konusu markanın başvurusunun yapılmasının arkasında dürüst bir ticari mantık olduğunu gösteren örnek davalar da bulunmaktadır.

Marka başvurusu sahibinin kötü niyetli olduğuna dair iddiaların nesnel ve tutarlı olan delillerle desteklenmesi gerekmektedir. Yukarıda bahsedildiği üzere mal ve hizmet listesinin uzunluğu kötü niyet için gösterge oluşturmamaktadır. T-33/11 sayılı Bigab kararında, başvuru sahibinin yalnızca başvuruyu yaptığı sırada ticaretini yaptığı mal ve hizmetler için değil, aynı zamanda piyasaya süreceği diğer mal ve hizmetler için de markanın tescilini istemesinin makul olduğu belirtilmiştir.[19] Aynı kararda ilaveten, başvuru tarihinden önce markanın kullanıldığı üye devlet sayısının artmasının, başvuru sahibinin markasını AB markası olarak tescil ettirmek amaçlı başvurusu için makul bir neden olduğu, bunun dürüst bir ticari mantığı gösterdiği belirtilmiştir.

Ortak uygulama metnine, başvuru sahibi tarafından iddia sahibinden talep edeceği maddi tazminat da kötü niyetin değerlendirilmesinde ilgili bir faktör olabilecektir. Bu durumun mantığı, başvuru sahibinin önceki hakkın varlığını bildiğine ve bu nedenle de tazminat talep ettiği hususunu gösterir kanıtların varlığına dayanmaktadır. Ancak belirtilmesi gereken husus şudur ki, marka başvurusunun, spekülatif biçimde maddi kazanç elde etmek ve deyim yerindeyse önceki hak sahibinin maddi kaynaklarından yararlanarak kolay kazanç elde etmek amacıyla yapıldığının bariz olduğu durumlarda, bu tip haller kötü niyetin varlığına yönelik gösterge teşkil edebilecektir.

Başvuru sahibinin davranışlarının/eylemlerinin bir örüntüye sahip olması, marka başvurularında kötü niyetin değerlendirilmesinde dikkate alınması gereken ilgili bir faktör olabilmektedir.

Bu tip durumlara örnek olarak; başvuru sahibinin ‘NEYMAR’ markasının tescili için başvuruda bulunduğu gün, aynı zamanda başka bir ünlü futbolcunun adını içeren başka bir markanın tescili için de başvuruda bulunmuş olması veya başvuru sahibinin hukuka aykırı bir başvuru stratejisi oluşturmuş olması (örneğin, başvuru sahibinin kendisine AB markalarını engelleme amaçlı rüçhan hakkı sağlamak için tescil ücretini ödemeden zincirleme ulusal başvurular yapması veya benzer pratiği kullanım zorunluluğunun ortadan kalkacağı beş yıllık tescil süresinin dolmasına yakın tarihlerde uygulaması) veya başvuru sahibinin, belirli bir itibara sahip olan bazı üçüncü taraf markalarını bu markaların sahiplerinin rızası ve/veya onlarla imzalanmış bir lisans anlaşması bulunmaksızın tescil ettirmek için başvuruda bulunmuş olması verilebilir.

Başvuru sahibinin davranış/eylem örüntüsünün kötü niyetin göstergesi olarak kabul edilebileceği hallere ilişkin bir diğer örnek ise; başvuru sahibinin veya ona bağlı gerçek/tüzel kişilerin, karşı tarafı ve hatta incelemeden sorumlu otoriteleri aşırı yük altına sokarak (örneğin çok fazla sayıda marka iptal talebi yapılması) marka sistemini kötüye kullanması olabilecektir.

22 Mart 2024 tarihinde yürürlüğe giren CP 13 sayılı “Kötü Niyetle Yapılmış Marka Başvuruları” başlıklı AB ortak uygulama metni, bu yazıda okuyucularımıza detayları ve arka planıyla aktarılmıştır.

Ortak uygulama metni, EUIPO ve AB üyesi ülkelerin marka inceleme ofislerinin 22 Haziran 2024 tarihi itibarıyla uygulamaya sokmakla yükümlü olduğu ilke ve değerlendirmeleri içermektedir. Kötü niyetli marka başvurularının reddedilebileceği veya tescil edilmiş olmaları halinde hükümsüz kılınabileceği haller hakkında yol gösterici nitelikteki metnin, Türkiye için de marka vekilleri, ofis bünyesindeki uygulayıcılar ve diğer ilgililer bakımından yol göstereceği olduğu kanaatindeyiz.

Cansu ÇATMA BİLEN

cansucatma1@gmail.com

Başak Ayşe ORTAK

basakortak006@gmail.com

Önder Erol ÜNSAL

unsalonderol@gmail.com

Mayıs 2024


DİPNOTLAR

[1] Aksi görüş için bkz. Yargıtay 11. HD, T. 12.06.2017, E. 2016/618 K. 2017/3606, www.kazanci.com.tr,

Erişim Tarihi 04.04.2024.

[2] Yargıtay 11. HD, T. 13.03.2017, E. 2015/13241 K. 2017/1472, www.kazanci.com.tr, Erişim Tarihi 04.04.2024.; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, T. 16.07.2008, E. 2008/11- 501 K. 2008/507, www.kazanci.com.tr, Erişim Tarihi 04.04.2024.

[3] https://iprgezgini.org/2024/03/21/abad-genel-mahkemesi-hepsiburada-karari-turkiyede-taninmis-bir-markanin-ucuncu-kisilerce-avrupa-birliginde-izinsiz-tescili-de-kotu-niyet-kapsaminda-degerlendirileb/

[4] 12/04/2012, R 645/2011-1, SIMCA EU-T-327/12.

[5] 13/12/2012, T-136/11, PELİKAN, EU:T:2012/689, § 49. Aksi yönde verilmiş olan bir karar için bkz. 21/04/2021, T-663/19, MONOPOLY, EU:T:2021/211, § 75. 

[6] 19/10/2022, T-466/21, Lio (fig.) / El Lio (fig.) et al., EU:T:2022/644, § 39-41.  

[7] 20/10/2020 R 351/2020-4, “HAMILTON § 49.

[8] Judgment Of The General Court (Tenth Chamber) 17 March 2021 Case T‑853/19

[9] EUIPO Cancellation Division C 56 528 kararında başvuru sahibi ile EUTM No 15 090 831 Code Red’in önceki sahibi arasındaki ilişkiye açıklık getiren ve şirketlerde %100 hisseye sahip olduğunu teyit eden beyanı sonrasında kötü niyetin varlığına karar verilmiştir.

[10] Yargıtay Kararı-11. HD., E. 2020/6772 K. 2022/1943 T. 15.3.2022 (https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/yargitay-11-hukuk-dairesi-esas-no-2020-6772-karar-no-2022-1943-11-hukuk-dairesi-e-2020-6772-k-2022)

[11] 12/09/2019, C-104/18 P, STYLO & KOTON (fig.), EU:C:2019:724, § 46

[12] Intellectuele Eigendom en Reclamerecht (IER), Vol. 6, pp. 566-568, 2010

(file:///C:/Users/user/Downloads/SSRN-id2003557.pdf)

[13] GC 28 January 2016, T-335/14, José-Manuel Davó Lledó v. Office for Harmonisation in the Internal Market (Trade Marks and Designs) (OHIM) (hereinafter José-Manuel Davó Lledó v. OHIM (DOGGIS)); GC, 29 September 2021, T-592/20, Univers Agro EOOD v. European Union Intellectual Property Office (EUIPO) (hereinafter Univers Agro EOOD v. EUIPO (AGATE)).

[14] In the context of this overall analysis, account may also be taken of the origin of the contested sign and its use since its creation,the commercial logic underlying the filing of the EUTM application, and the chronology of events leading up to that fling (28/01/2016, T-674/13, GUGLER, EU:T:2016:44, § 76

[15] EUIPO Cancellation Division C 54 505 kararında, ihtilafta karşılaşılan olayların kronolojisinin, anlaşmazlık konusu markanın başvurusunun yapılmasının ardında dürüst bir ticari mantık olmadığını gösterdiği belirtilmiştir.

Başka örnek davalar: 14/02/2012, T-33/11, BIGAB, EU:T:2012:77, § 21; 08/05/2014, T-327/12, Simca, EU:T:2014:240, § 39; 26/02/2015, T-257/11, COLOURBLIND, EU:T:2015:115, § 68

[16] 14/02/2012, T-33/11, BIGAB, EU:T:2012:77, § 21; 08/05/2014, T-327/12, Simca, EU:T:2014:240, § 39; 26/02/2015, T-257/11, COLOURBLIND, EU:T:2015:115, § 68

[17] EUIPO Decision on Cancellation No C 54 505

[18] https://iprgezgini.org/2021/07/08/bir-tekrar-markasi-olarak-monopoly-abad-genel-mahkemesi-tarafindan-kotu-niyetli-kabul-edildi/

[19] https://ankarabarosu.org.tr/serve/file/76e8fe44-8d04-11ed-b1e7-000c29c9dfce/fmr2021-1.pdf

YAPAY ZEKÂ İHTİLAFLARINDA YENİ CEPHE: THE NEW YORK TIMES v. OPENAI & MICROSOFT


Bu zamana kadar hep yapay zekâlar ve çıktılarının telif hakkı sorunu oluşturup oluşturmadığına dair araştırmalar yapılırken, The New York Times (The NY Times) işleri tersine çevirerek ChatGPT’nin öğrenme aşamasına el attı ve veri tabanı oluşturma aşamasında kendilerine ait makaleleri ve haber içeriklerini kullandığı gerekçesiyle ChatGPT’nin yaratıcısı OpenAI şirketine ve Microsoft’a dava açtı. Böylelikle, teknolojinin son hızda ilerlediği ve telif haklarının korunmasının da zorlaştığı bu dönemde, eser sahipleri ve teknoloji arasında süregelen hukuki mücadelelerde yeni bir alan yaratılmış oldu ve tarihte yapay zekâ yaratıcısı olan şirkete yazılı eserlerini temel göstererek telif hakkı nedeniyle dava açan ilk Amerikan medya kuruluşu The NY Times, 2023 yılının sonuna damga vurmayı başardı.

Telif hakkı ve yapay zekâ konularına geçmeden önce davaya kısaca bir göz atmakta fayda var:

The NY Times, davasında rekabete de değinerek, Manhattan’daki Federal Bölge Mahkemesi’nde sohbet/yapay zekâ robotlarının eğitilmesi amacıyla binlerce hatta milyonlarca makalesinin kullanıldığını iddia ederek dava açtı. Suçlamalarının dayanağını “yasa dışı şekilde The NY Times eserlerinin kullanılması ve kopyalanması” oluşturmakta olup, karşı tarafın milyarlarca dolarlık yasal ve fiili zarardan sorumlu tutulması gerektiğine dair talepler de bulunmaktadır. Hatta öyle ki, şikâyette içeriklerini kullanarak kendi haber ve eserlerinin yerini doldurabilecek yeni çıktılar oluşturulduğu ve gazeteciliklerinden “bedava” yarar sağlanmaya çalışıldığı ifadelerine de yer verilmiştir.

The NY Times’ın şikâyet dilekçesinde yer alan beyanlarının devamında, bağımsız gazetecilik unsurunun demokrasi için çok önemli olduğu vurgulanmıştır. İlerleyen zamanlarda da yapay zekâ destekli içeriklerin üretilmesi ile bağımsız ve özgün gazetecilik eserlerinin üretilemeyeceği ve yapay zekanın dolduramayacağı bir boşluğun oluşabileceği ve gazetecilik endüstrisinin olumsuz etkileneceği de beyan edilmiştir.

Parasal talep bakımından ise kesin bir talebe yer verilmemiş olup, OpenAI ve Microsoft’un yukarıda da belirtildiği üzere gazetenin çalışmalarını yasadışı olarak kullandığı gerekçesiyle milyarlarca dolar zarara neden oldukları iddia edilmiştir. Tüm şikâyet metnine https://nytco-assets.nytimes.com/2023/12/NYT_Complaint_Dec2023.pdf bağlantısından ulaşılabilir.

The NY Times’ın telif haklarını koruma çabasının bir diğer ayağını ise, başka şirketlerin telif haklarıyla korunmakta olan eserleri kullanan ve onlara yer veren tüm sohbet/yapay zekâ robotlarının verilerinin imhası yönündeki çağrısının oluşturduğunu belirterek olayın karşı tarafına da göz atalım.

Microsoft ve OpenAI şirketleri, yapay zekânın eğitilmesi amacıyla eserlerin kullanılmasının “adil kullanım” kapsamında kaldığını ve içeriklerin kullanımlarının “dönüştürücü amaca (transformative purpose)” sahip olduğunu belirtmektedir.

Peki, yapay zekâ ve telif hakkının bağlantısı nedir, ne gibi bir ilişkileri vardır? Adil kullanım nedir ve koruma kapsamı nereye kadardır?

Kısaca ABD Hukukunda Telif Hakkı

Somutlaştırılmış bir fikir olan eseri hukukla korumanın en önemli özelliği, fikri mülkiyetin sahibinin hususiyetini taşıması halinde, başkaca şekil şartı aranmaksızın ve tescil zorunluluğu olmaksızın yaratıldığı andan itibaren herhangi bir işleme tabi olmadan koruma hakkından yararlanabilmesidir. Telif Hakkı, eser sahibinin her türlü fikri emeği ile ürettiği eserler üzerinde hukuken sağlanan koruma olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram ilk olarak sadece edebi eserlere ilişkin olarak kullanılmış olsa da sonradan anlam genişlemesine uğrayarak tüm fikri haklar için kullanılır hale gelmiştir.

ABD’de önceki dönem yasalarda telif hakkının korunması, eserin telif hakkı bildirimi kullanılarak yayımlanması ile güvence altına alınıyordu. Günümüzde ise bir eserin telif hakkı korumasına sahip olması için yayım ve telif hakkı bildirimi gerekmemektedir. Günümüzde telif hakkının doğması için bir fikrin somutlaşması yeterli olup tescil edilmesine gerek yoktur. Ancak bu, telif haklarının tescil edilmesinin mümkün olmadığı anlamına gelmemektedir. Türkiye de dahil dünyada pek çok ülkede olduğu gibi eser sahibinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlayan, isteğe bağlı olarak tescil uygulaması ABD’de de vardır. Telif hakkı koruması için eskiden gerekli sayılan ABD Telif Hakkı Bürosu’na kaydolmak şartı da günümüzde aranmamaktadır. Burada bahsedilen “kaydolunma/kayıt altına alınma”, bir eserin veya çalışmanın yetkili organlar nezdinde “kamuya açık kayıtlara girmesi” ve “bir tescil sertifikası ile belgelenmesi” anlamına gelmektedir.

Bununla birlikte, ABD’de, Telif Hakkı Yasası, telif hakkının korunması için belirli teşvikleri içeren bir kayıt sürecini desteklemektedir. Örneğin, ABD Mahkemelerinde telif hakkı ihlali davası açılabilmesi için ABD menşeli eserlerin tescilli olması gerekmektedir. Bu kayıt, telif hakkı talebinin kamuya açık olması anlamına gelmektedir. Eser, yayınlanmasından önce veya en fazla 5 yıl içinde tescil edilmişse, bu durum telif hakkının geçerli olduğu ve tescil belgesinde yer alan sahibin adı vb. faktörler açısından kanıt oluşturmaktadır. Devamla, Bern Sözleşmesi çerçevesinde ABD müelliflerinin eserlerine ilişkin telif hakları, işbu sözleşmeye taraf olan ülkelerin tamamında otomatik olarak korunmaktadır. ABD’de 1 Ocak 1978 tarihinden sonra oluşturulan eserler bakımından telif hakkı koruması, Türkiye’de olduğu gibi, yazarın ölümünden itibaren 70 yıl boyunca devam etmektedir. Ancak, bir yazarın sahip olduğu telif haklarından farklı olarak şirketin telif hakkı, eserin ortaya çıkmasından itibaren 120 yıl veya eserin yayımlanmasından sonra 95 yıl (hangisi daha kısaysa) sürmektedir.  ABD Telif Hakkı Kanunu (The Copyright Act of 1976) bakımından koruma kapsamını; şiir, roman, film, şarkı, bilgisayar yazılımı ve mimari gibi edebi, dramatik, müzikal ve sanatsal eserler de dahil olmak üzere orijinal eserleri oluşturmaktadır. İşbu çalışmaların koruma altına alınabilmeleri için ise özgünlük, somutlaşmış olma ve minimum yaratıcılık kriterleri aranmaktadır. Amerika’ daki Telif Haklarının daha somut bir şekilde ele alınması gerekirse kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:

Telif Hakkı;

  • Sanat, edebiyat, müzik ve drama gibi dallarda verilen eserleri içermektedir.
  • Orijinal olan eserleri/ çalışmaları ve Sanatsal veya yazın çalışmaları korur.
  • Herhangi bir gerçek veya tüzel kişi tarafından telif hakkı ihlal edilenin dava açmasına olanak sağlar.
  • Aynı zamanda da eserlerin, yetkili organlarca kamuya açık olarak paylaşılmasını ve tescil edilmesini (kaydettirilmesini) sağlar.

ABD Yasalarına göre Telif Hakkının İhlali

Diğer birçok hukuk düzeninde olduğu gibi ABD’de de telif hakkının ihlalinden söz edebilmek telif hakkı sahibinin izni olmadan eserin dağıtımı, kopyalanması, halka açık olarak sergilenmesi veya icra edilmesi ve/veya türevi bir çalışmaya kaynak teşkil etmesi gibi koşullar aranmaktadır. Telif hakkı ihlal edilen hak sahibi, davalı yanın, telif hakkıyla korunan çalışma ve eserleri izinsiz kullanmasının durdurulmasını, yasaklanmasını ve zarar tazmini açısından ihtiyati tedbir uygulanmasını talep ederek dava açabilmektedir. Aynı zamanda telif hakkı ihlali davası için davacı yanın geçerli bir telif hakkı sahibi olması ve davalı tarafından bu geçerli hakkının ihlal edilmiş olması da gerekmektedir.

Telif hakkının ihlali kapsamında değerlendirilmeyen ve yasak olan davranışlara tolerans gösterilmesine yol açan ve Microsoft ve OpenAI şirketlerinin savunmalarında yer alan “Adil Kullanım” kavramının incelenmesi, yazının ve davaların anlaşılması adına önem arz etmektedir.

Adil Kullanım

Adil kullanım net bir tanıma sahip olmamakla birlikte, telif hakkı ile korunan eserin veya çalışmanın, telif hakkı sahibinden izin alınmaksızın kullanımına belirli koşullarda izin verilmesi olarak tanımlanabilir. Adil kullanım yoruma açık bir kavram olup somut olay nezdinde incelenmesi gereken bir kavramdır. ABD Telif Hakkı Kanunu Bölüm 107’de adil kullanımda dikkat edilmesi gereken dört kritere yer verilmiştir.

  • Kullanım Amacı (kullanımın ticari nitelikte mi yoksa kâr amacı gütmeyen eğitim amaçlı mı olduğu da dahil olmak üzere, kullanımın amacı ve niteliği): Bu kriter, kullanımın ticari mi yoksa kâr amacı gütmeyen bir eğitim amaçlı mı olduğunu ve eserin telif hakkıyla korunan esere “dönüşüp” yeni bir şeyler ekleyip eklemediğini dikkate almaktadır. Kullanımın ticari olmadığının tespiti halinde bu durum adil kullanım bulgusuna işaret edecektir. Ancak ticarilik faktörü ilk kriterin analizinin sadece bir kısmını oluşturur ve bu nedenle belirleyici değildir.
  • Telif Hakkıyla Korunan Çalışmanın Niteliği/Doğası: Mahkemeler, telif hakkıyla korunan çalışmanın niteliğini, yani örnek olarak telif hakkıyla korunan çalışmanın gerçeklere dayalı mı yoksa yaratıcı mı olduğunu analiz edecektir. Telif hakkıyla korunan çalışmanın kreatif (yaratıcı) olması halinde adil kullanım kapsamına girmesi zorlaşacaktır. Nitekim, özgünlük telif hakkı korumasının bel kemiğini oluşturmakta olup her eser birbirinden ayrı özelliklere sahiptir.
  • Bir Bütün Olarak Telif Hakkıyla Korunan Eserle İlgili Olarak Kullanılan Kısmın Miktarı ve Önemi: Kullanıma konu edilen eserin/çalışmanın ne kadar kullanıldığı sorusu da önem taşımaktadır. Telif hakkıyla korunan eserle ilgili olarak kullanılan kısmın miktarı ve önemi bir bütün olarak dikkate anılmaktadır. Kullanım amacı incelendiğinde amaca uygun olarak nitelendirilebilecek bir kullanım, adil kullanım bakımından lehe kullanım teşkil edecektir. Yani bir çalışmanın ruhu, deyim yerindeyse özünün kopyalanması halinde adil kullanımdan söz edilemeyecektir.
  • Kullanımın Telif Hakkıyla Korunan Eserin Potansiyel Pazarı veya Değeri Üzerindeki Etkisi: Bu kriterde ise ihlalde bulunan kullanımın, telif hakkıyla korunan çalışmanın potansiyel pazarı veya değeri üzerindeki etkisinin tartılacağı açıklanmaktadır. Nitekim bu inceleme üçüncü kriter olan “miktar” başlığıyla da paraleldir. Diğer önemli husus ise oluşturulan veya kullanılan miktarın orijinal eserle rekabet haline girip girmeyeceğinde saklıdır. Bu hususta mahkemeler, ihlal eden eserin, telif hakkıyla korunan eserin pazar ikamesi olarak hareket ettiği ve hatta bazen ihlal eden kullanımın, telif hakkı sahibinin işgal ettiği pazarların dışında yer aldığı durumlarda (bu pazar tek pazar olduğu sürece) adil kullanım bulgusuna karşı ağırlık vermek için bu faktörü değerlendirmiştir.

Bu noktada inceleme konusu ihtilafa dönecek olursak:

Şikâyette, bağımsız gazeteciliğin en önemli noktası olarak orijinal haberler vurgulanmıştır. Dolayısıyla, yapay zekâ ve sohbet robotlarına veriler yüklendikten sonra ortaya çıkan sonuca ve chatbot’lardan alınan sonucun ne kadar The NY Times’ın makale ve çalışmalarıyla örtüşüp örtüşmeyeceğine bakılmalıdır. Çünkü yukarıda maddelerle sayılmış olan kriterlere bakıldığında The NY Times’ın yapay zekaya yüklenen eserlerinin nitelikleri, miktarları, habercilik ve gazetecilik pazarında işlenen veri çıktılarının The NY Times’ın pazarında değişiklik yaratıp yaratmayacağı tek tek incelenmelidir. Aynı zamanda, adil kullanım kapsamında kalınıp kalınmadığının miktar ölçütü bakımından somut olarak belirlenebilmesi için, yapay zekâlarda kullanılan bilgi havuzunun kaçta kaçının The NY Times, kaçta kaçının diğer haber veya bilgi sitelerinden alındığının da araştırılması gerekmektedir.

Devamla, adil kullanım doktrininin Yapay zekâ/makine öğrenimi konusunda uygulanıp uygulanmayacağı sorusu hala tartışma konusudur. Ancak Google Kitaplar Davası (Authors Guild v. Google, Inc., No. 13-4829 (2d Cir. 2015))[1] ışığında bakıldığında, bilgi almak için çalışmaların kopyalanması halinde, çalışmaların kopyalanması yasal bir zemine dayandırılmış görünmektedir; telif hakkıyla korunmayan bilgileri kullanmak için bir eserin kopyalanması sorun teşkil etmemektedir.  Sonuç olarak, bu dava özelinde yapay zekâ öğrenmesi için kullanılan ve telif hakkıyla korunan eserler hakkında, bu eserlerin kullanımının telif hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceği söylenebilecektir. 

Bu noktada ChatGPT ve diğer yapay zekâ robotlarının çıktılarının telif hakkı kapsamında incelenmesine kısaca değinilmesi gerekir ki çıktılar işlenirken herhangi bir telif hakkı ihlali olup olmadığı konusu her açıdan ele alınabilsin.

Yapay Zekâ Sohbet Robotları ve Çıktıları

Değerlendirilmesi gereken ilk konu, yapay zekânın eser sahibi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir. 2009/24/EC sayılı AB Bilgisayar Programlarının Yasal Korunması Hakkında Direktif md.1/3; “Bir bilgisayar programı, eser sahibinin kendi fikri yaratımı olması bakımından özgün nitelikte ise korunacaktır.” demektedir. Orijinallikte ürünün yeni, estetik veya benzersiz olması aranmamakta, eser sahibinin ürün üzerindeki yaratıcılığı, bir nevi imzası aranmaktadır. Eser sahibinin gerçek kişi olması ve eser sahibinin bir kişiliği olması gerekmektedir. Bununla birlikte, henüz teknolojik gelişmeler ile hukuk paralel şekilde düzenlemeler içermemekte olup, şu anda yapay zekâya kişilik atfedilmemektedir. Kişilik atfedilmemesinin sonucu olarak da yapay zekânın ürettiği içeriklerin üzerinde eser sahibi olarak kabul edilemeyeceği değerlendirilmektedir. Ancak, bu sefer de üretilen içeriklerin sahibinin kim olacağına dair bazı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz dönemde, yapay zekânın yazılımcısı eser sahibi olabilir, yapay zekâyı veri girdileriyle eğiten kişiler eser sahibi olabilir veya yapay zekâ nezdinde kendi özgün veri girdilerini yükleyerek geliştiren kullanıcılar eser sahibi olabilir şeklinde değerlendirmeler yapılmaktadır. Konuyla paralel olarak ABD hukukunda verilen bazı kararlara aşağıda kısaca yer verilmiştir:

  • ABD Telif Hakkı Ofisi “Midjourney” kararında, bağımsız bir araştırma laboratuvarınca geliştirilmiş ve metinleri resimlere dönüştüren yapay zekâ (AI) hizmeti olan Midjourney tarafından oluşturulan görsellerin, insan ürünü olmadığını gerekçe göstererek telife tabi olmayacağına hükmetmiştir.
  • Bir diğer örnek, 2022 yılında ABD Telif Hakları Ofisi’nin Stephan Thaler’ın “A Recent Entrance to Paradise (Cennete Açılan Yakın Zamanlı Bir Giriş)” isimli eserine ilişkin başvurusudur. Söz konusu eser, bir makinede yer alan bilgisayar algoritması tarafından bağımsız şekilde yaratılmıştır. Stephan Thaler, kendisinin “bilgisayar tarafından yaratılan bu eseri Yaratıcılık Makinesi’nin maliki sıfatıyla ve ivaz karşılığı/sipariş üzerine yaratılan eser olarak [work-for-hire] tescil ettirmeyi amaçladığını” belirtmişse de başvurunun reddine karar vermiştir. Başvurunun reddine karar veren Ofis, eserin “eser üzerinde telif hakkı talep edilebilmesi için aranan ve eser sahibinin bir insan olması gerektiğine ilişkin kriteri sağlamadığı” sonucuna varmıştır. Kararın yeniden incelenmesi için ikinci kez talepte bulunan Thaler’in bu çabası; “eser sahibi bir insana ait herhangi bir yaratıcı katkı veya müdahale olmadan” işleyen “bir makine veya sadece mekanik süreç tarafından üretilen” eserlerin tescil edilemeyeceği, çünkü mevzuatta, “eserin, bir insan tarafından yaratılması gerektiği” şartının bulunduğu ve bu nedenle de Thaler’ın yapay zekâsının hak sahibi olamayacağı gerekçeleriyle olumsuz sonuçlanmıştır.
  • Bir başka örnek olan ABD’deki Fiest Publications v Rural Telephone Service Company Inc. 499 U.S. 340 (1991) ve Naruto v. Slater, No. 16­ 15469 (9th Cir. 2018) ve Avustralya’daki Acohs Pty Ltd v. Ucorp Pty Ltd davalarında da sadece insanların eser sahibi olabileceği ortaya koyulmuştur. 

Somut olayda ise çıktılar değil ancak gidişatın kendisi sorgulanmaktadır.

Makine Öğrenmesi ve Telif Hakkı

Telif hakkıyla korunan eserlere ilişkin yapay zekânın eğitilmesinin, telif hakkıyla korunan eserlerin pazarına ve değerine zarar verdiğine dair güçlü argümanlar bulunmaktadır. Bunların en önemlisini, çoğu telif hakkı sahibinin halihazırda yapay zekâ eğitim lisansları sunmasına rağmen, birçok yapay zekâ geliştiricisinin yapay zekâyı eğitmek için kullanılan çalışmalar için telif hakkı sahiplerine ücret ödememesi oluşturmaktadır. Bu durumun sonucu olarak ise telif hakkı sahiplerinin lisanslama pazarlarının yok olacağının söylenmesi, hiç de yanlış olmayacaktır. Birçok sanatçı ve telif hakkı sahibi, çalışmalarının yapay zekâ eğitim veri kümelerine dahil edilmesi için lisanslar sunmaktadır. Getty Images’ın yapay zekâ geliştiricilerine görüntülerini yapay zekâ öğrenmesinde veri kümelerinde kullanmaları için lisanslar sunması, birçok telif hakkı sahiplerinin çalışmalarını bu şekilde lisanslayarak sunmalarına örnek gösterilebilecektir. Ancak bu yöntemin herkes tarafından izlenmesi halinde yapay zekâ geliştiricilerine büyük bir yük ve sorumluluk yüklenmiş olup, bu yöntem de pek mümkün görünmemektedir.

Amerika’daki çoğu telif hakkı paydaşının yukarıda açıklanan adil kullanımın, veri işleme sürecinin korunması için yeterli olduğunu savunduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu öğretinin veri madenciliğinde (data mining) kullanılması, işbu doktrinin öngörülmesi mümkün olmayan derecede esnemesine neden olabilecektir. Ayrıca, The NY Times’ın tüm makale ve haberlerini herkese açık bir şekilde insanlarla bilgi paylaşımı yapmak amacıyla kamuyla paylaştığı da dikkate alınacak bir husustur.

Devamla, makine öğrenmesinin telifli verilerle eğitilmesinin de çalışma veya eserleri dağıtmadığı veya başkalarına doğrudan iletmediği gerekçesiyle telif haklarını ihlal etmeyeceği yönünde bir görüş de bulunmaktadır. Yapay zekâ tarafından taranan ve kullanılan verilerin işleniş amacının da önem taşıdığını söylemek mümkündür. Çalışma veya eserlerin veri işleme/veri madenciliği için kopyalanıp kullanılması, işbu verilerin çalınıp yeniden oluşturulup tüketiciye sunulması için toplanıp işlenmemektedir. Bu çerçeveden bakıldığında telif hakkı ihlalinin varlığını söylemek de doğru olmayacaktır. Aynı zamanda yüklenen tüm veri, makale ve çalışmaların insanlara faydalı olması adına değiştirilerek ve özgün bir şekilde çıktı oluşturabileceği göz önüne alınmalıdır. Ne kadar çok veri, o kadar özgünlük ve daha bağımsız bir çıktı anlamına gelmektedir. Önünün kesilmesi imkânsız olan yapay zekânın karşısında, eser sahiplerinin veri yüklemelerinin fazla olması halinde telifli eserlerin orijinalleri yerine değiştirilmiş, geliştirilmiş ve farklılaştırılmış çalışmaların yaratılmasıyla kendilerini daha güvende hissetmesi mümkün kılınmaktadır. Her ne kadar çalışmalarının kullanılması sırasında yasal bir dayanak bulunmasa da internet dediğimiz bilgi ağına düşen her bilginin aslında herkese sunulduğunu unutmamak gerekir.

Sonuç olarak, dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olan ve yapay zekâ ve makinelerde ileri teknolojiye sahip olan ABD’de telif hakkının ve sınai mülkiyet hukukunun teknoloji ile bir savaş halinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Devamla belirtmek gerekir ki, yapay zekânın çıktıları veya kullanımından kaynaklı uyuşmazlıklarda her kullanım adil kullanım kapsamında değerlendirilemeyecekken, telif hakkıyla korunan eserlerin yapay zekâ öğrenmesi için yetkisiz kullanılması da keza adil kullanım bakımından her daim geniş ve sınırsız şekilde uygulanamayacaktır. Nitekim ne Telif Hakkı Yasası ne de içtihatlar suistimal edilecek derecede adil kullanıma izin vermektedir. Ancak belirtilmelidir ki, aynı şekilde telif hakkının, yaratıcıların haklarını ihlal etmeyen faydalı teknolojilerin gelişimini engellemesine izin verilmesi hali de fikri mülkiyet hukukunun hedeflerine engel teşkil edecektir.

Tüm bu açıklamalarımız sonucunda da yapay zekâ öğrenmesinin telif haklarını ihlal etmeyeceği görüşünde olmakla ve Amerikan mahkemelerinden ne gibi bir sonuç çıkacağını merak etmekle birlikte, davanın sonucunun var olan telif hakkı davalarına yeni bir soluk getireceğinden hiç şüphe duymuyoruz. The NY Times ihtilafı, kanaatimizce, yeni birçok davanın ve farkındalığın önünü açacak, yapay zekâ konusunda telif hakkı başta olmak üzere diğer fikri mülkiyet hakları bakımından da hem uygulamayı hem de sınırlarımızı test edecektir.

Örnek diğer davalara kısaca göz gezdirmeden önce, son noktayı koymak adına umuyoruz ki; yapay zekâlar olabildiği ölçüde etik biçimde ve eser sahiplerinin hakları ihlal edilmeden, lisanslama veya izinlerle geliştirilebilir ve yapay zekâ geliştiricileri ile eser sahipleri arasında sözleşme ilişkileri kurularak, ilişkiler hukuki ihtilafa dönüşmeden daha sağlam temellere dayanabilir. Önü kesilemeyecek ve tek bir tuşla hepimizin ulaşabildiği teknoloji ile barış sağlamak kanaatimizce var olan en iyi seçeneğimizdir.

Örnek Davalar

1- Sarah Silverman v. OpenAI ve Meta: ABD’li komedyen Sarah Silverman, OpenAI ve Mark Zuckerberg’e ait olan Meta’ya yapay zekâ öğrenmesi yapılırken izinsiz şekilde kitaplarının kullanıldığı gerekçesiyle (Copyright Act of 1976 (17 U.S.C. § 501, et seq.)) dava açmıştır. Silverman aynı zamanda Christopher Golden ve Richard Kadrey adlı iki yazarla birlikte, OpenAI ve Meta tarafından geliştirilen yapay zekâ modellerinin eğitim verilerinin bir parçası olarak kendi çalışmalarını kullandığını iddia eden davaları açmıştır. OpenAI’ya karşı açılan davada, telif hakkı korunan kitapların izinleri alınmaksızın ChatGPT’nin veri setine yüklenerek veri havuzunun genişletildiği iddia edilmiştir. Aynı zamanda davada birçok yazarın kitabının bir yapay zeka dil modeli olan LLaMA’ yı eğitmek için kullanıldığı da ileri sürülmüştür. Davalarda yazarların eserlerinin yapay zekânın eğitilmesiyle ilgilenen topluluğun dikkatini çeken “gölge kütüphaneden (shadow company)” elde edildiği iddia edilmektedir. (Gölge kütüphaneler, normalde gizlenmekte olan veya kolay şekilde erişilemeyen içeriklerin çevrimiçi olarak bulunduğu veritabanlarıdır.)

2- Thomson Reuters v. Ross Intelligence Davası: 2020 yılında davacı taraflar olan Thomson Reuters Enterprise Center GmbH (“Thomson Reuters”) ve West Publishing Corporation (“West”), ABD Delaware  Bölge Mahkemesi’nde Ross Intelligence Inc.’e platformlarında yer alan çalışmalarının yasa dışı kullanımı sonucu telif hakkı ihlali gerekçesiyle dava açmıştır. Davacı taraflar hukuk sektöründe kullanılan arama platformu Westlaw’u işletmektedir. Davalı yan, yapay zekâ yardımıyla yeni bir hukuki arama motoru geliştirmiştir. Ve fakat bunu yaparken de kendi arama motorunu geliştirmek için LegalEase Solutions, LLC ile ortaklık kurmuştur. Davacılar, Ross LegalEase Solutions’ın arama motorunun veri tabanını zenginleştirmek için kendi bilgilerini izinsiz şekilde indirip depolamak için yapay zekâyı kullandığını iddia ederek telif haklarının ihlal edildiğini öne sürmüştür. Mahkeme, dava sonucunda davacıların telif hakları taleplerini yeterli görüp, davalının davanın reddi taleplerini reddetmiştir. Davalı taraf 2023 yılının başında kullanımlarının adil kullanım kapsamında kaldığını ileri sürmüştür. İşbu iddialarında ise Westlaw içeriğinin işlevsel ve transformative (dönüştürücü) olduğunu, kopyalanan verilerin telif hakkı korumasının zayıf olduğunu, kullanılan verilerin miktarının az olduğunu ve ürünlerinin, Westlaw’ın eserlerinin pazardaki yerini almadığına yer vermiştir. Davacı taraf ise, davalı tarafın geliştirmekte olduğu arama motorunun, ileride Westlaw’un yerini alıp onunla rekabet edecek bir ürün yarattığını, kendi ürettikleri Westlaw’un son derece özgün ve yaratıcı olmasından kaynaklı olarak adil kullanımın olaya uygulanamayacağını öne sürerek, davalının kendi pazarlarına zarar verdiğini ve daha büyük zararları da gelecekte vereceğini belirtmiştir. Dav henüz sonuçlanmamıştır.

3- Planner5D” v. Facebook, Inc., et al., Case No. 19-CV-03132 (N.D. Cal.) Davası: 2019 yılında UAB Planner 5D; Facebook, Inc., Facebook Technologies, LLC ve Princeton Üniversitesi Mütevelli Heyeti’ne karşı telif hakkı ihlali ve ticari sırların kötüye kullanılması nedeniyle ABD Kaliforniya Kuzey Bölge Mahkemesi’ne şikâyette bulunmuştur.

2011 yılında kurulan Planner 5D, teknoloji alanında faaliyet göstermektedir. Şirketin web sitesi kullanıcıları, sanal nesnelerden (masa, sandalye ve kanepeler gibi) oluşan bir kitaplığı kullanarak, sanal iç tasarım sahneleri oluşturabilmektedir. Bu haliyle şirketin faaliyet alanının bir ev tasarımı web sitesi olarak açıklanması mümkündür. Şirket, tasarladığı üç boyutlu nesne ve sahnelerin derlenmesinde telif hakkı sahibi olduğunu ileri sürmektedir.

Planner 5D, Princeton bilgisayar bilimcilerinin, geniş veri koleksiyonunu, binlerce nesne ve on binlerce sahne de dahil olmak üzere tüm verilerini indirdiğini iddia etmektedir. Princeton’ın, 48.000’den fazla dosyayı kopyalamakla suçlanmasının yanı sıra, aynı zamanda bu verileri sahne tanıma araştırması için kullandığı da ileri sürülmüştür. Hatta, Princeton’ın araştırma makalelerinde bu durumu kabul ettiği ve verilerin SUNCG veri kümesi (SUNCG dataset) olarak kendi internet sitesinde paylaştığı da belirtilmiştir. Telif hakkı ihlali başvurusu ise, Princeton’ın eylemlerinin Planner 5D’nin Hizmet Koşullarını ve web sitesinin yapısını ihlal ettiğini iddia etmektedir. Dosya kapsamında yapılan incelemede telif hakkı ihlali iddiasının kanıtlanması için başvuru sahibinin, haklı bir telif hakkına sahip olduğunu ve çalışmanın orijinal unsurlarının izinsiz şekilde alındığının/kopyalandığının kanıtlanması gerektiği söylenmiştir. Princeton ve Facebook ise, Planner 5D’nin, 17 U.S.C. § 411(a)’da belirtilen kayıt/tescil gereksinimine uygun olarak hareket etmediğini savunmaktadır. Facebook ayrıca, Planner 5D’nin eserlerine ilişkin telif haklarının gerekli düzeyde kanıtlanmadığını ve kendi çalışmalarında orijinallik ve yaratıcılık eksikliğinin olmadığını da belirtmektedir.

Sonuç:

Toparlayacak ve son noktayı koyacak olursak; tüm dünyada olduğu gibi ABD’de de telif ve sınai mülkiyet haklarıyla, yapay zekâ ve makinelerin “eserlerinin” çakışma alanlarında hukuki belirsizlik ve mücadele mevcuttur. Telif hakları özelinde, telif hakkıyla korunan eserlerin yapay zekâ öğrenmesinin geliştirilmesi için kullanılmasının adil kullanım kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ABD’de netlik kazanmış değildir.

Genel değerlendirme olarak, her ne kadar yapay zekâ öğrenmesinin telif haklarını ihlal etmeyeceği görüşünde olsak da, mahkemelerce verilecek olan kararlar ışığında içtihat ve uygulamalar gelecek günlerde şekillenecek ve sınırlarımız belirlenecektir. O zamana kadar ise konu bir sır perdesi olarak kalmaya devam edecektir.

Başak Ayşe ORTAK

basakortak006@gmail.com

Ocak 2024


DİPNOT

[1] Google Kitaplar Davası (Authors Guild v. Google, Inc., No. 13-4829 (2d Cir. 2015) sonucunda mahkeme şu sonuçlara varmıştır:

1) Google’ın telif hakkıyla korunan çalışmaları izinsiz dijitalleştirmesi, bir arama işlevi oluşturması ve bu çalışmalardan kesitleri görüntülemesi, ihlal oluşturmayan adil kullanımlardır. Kopyalamanın amacı son derece dönüştürücü nitelikte olup, metnin kamuya açık gösterimi sınırlıdır ve kamuya açıklanan/ifşa edilenler, orijinallerin korunan yönleri için önemli bir pazar ikamesi sağlamamaktadır. Google’ın ticari niteliği ve kâr amacı, adil kullanımın reddini haklı çıkarmamaktadır.

2) Google’ın, kütüphanelerin kopyaları telif hakkı yasasına uygun bir şekilde kullanacağı anlayışıyla kitapları sağlayan kütüphanelere dijitalleştirilmiş kopyalar sağlaması da ihlal teşkil etmemektedir. Ayrıca bu kayıtta Google’ın ihlale katkıda bulunan bir taraf olmadığı da belirtilmiştir.

Tam bu noktada davanın karşı tarafında yer alan Open AI, USPTO’ya yaptığı bir açıklamada üçüncü kriterin (Bir Bütün Olarak Telif Hakkıyla Korunan Eserle İlgili Olarak Kullanılan Kısmın Miktarı ve Önemi) amacının, kopyalanan telif hakkıyla korunan eserin miktarı değil, telif hakkıyla korunan bir eserin kamuya sunulan miktarı olduğunu savunmuştur.