Ay: Temmuz 2025

AÇIK KAYNAK KODLARI


DÜŞÜK MALİYETLİ GÖRÜNÜMÜNE KARŞIN ŞİRKETLERE ÇOK DAHA PAHALIYA MAL OLABİLİR.

İYİ PLANLAMA, KONTROLLÜ SÜREÇ YÖNETİMİ, İNOVASYON VE HUKUK EKİPLERİNİN BİRLİKTE ÇALIŞMASIYLA RİSKİ MİNİMİZE ETMEK MÜMKÜN.



Bugün birçok teknoloji şirketi ve özellikle de yeni girişimler (yaygın adıyla, start-up’lar) tarafından inovasyon süreçlerini hızlandırmak, pazarda daha hızlı etkin rol oynayabilmek ve ürün geliştirme maliyetlerini düşürmek gibi pek çok sebeple açık kaynak kodlarının kullanıldığını görmekteyiz.

Gerçekten de bu kodlar, sağladıkları düşük maliyet ve taraflar (lisansör ile lisansiye) arasındaki uzun ve (genelde) maliyetli lisans müzakerelerinden kaçınabilmek gibi imkanlar dolayısıyla, özellikle proje geliştirme süreçlerinin başında, çok avantajlı görünmektedir.

Ancak yeterli önlemlerin alınmaması ve sürecin uygun şekilde yönetilmemesi halinde, bu çok avantajlı görünen imkan; ciddi ticari riskler, fikri mülkiyet ihlalleri ile yüksek bedelli ihtilaflar ve hatta yazılımın kamuya açıklanmasının gündeme gelmesi gibi sonuçlar doğurabilmektedir. Haliyle de, başlangıçta düşük maliyetli görünen açık kaynak kodları, şirketlere çok daha pahalıya mal olabilmektedir.

Bu konuya biraz daha sayısal bakmak gerekirse, alanında popüler çalışmalardan birini ele alabiliriz: Open Source Security and Risk Analysis (“OSSRA”). (Burada bir parantez ile değinmek gerekir ki; bu çalışma kimi inovasyon ekiplerinin radarından çıkmazken, aksi yaklaşımlar da mevcut; her zaman olduğu gibi, herkesin kendi haklı gerekçesi var.)

2025 OSSRA raporu ile paylaşıldığı üzere; araştırma kapsamındaki verilerin analizi sonucunda aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır:  

  • %86. Risk değerlendirmesi yapılan kod tabanlarının %86’sının savunmasız açık kaynak kod içerdiği,
  • %81. Risk değerlendirmesi yapılan kod tabanlarının %81’inin yüksek veya kritik riskli güvenlik açıkları içerdiği,
  • %56. (Değerlendirmeye alınan) Tüm kod tabanlarının %56’sında lisans ihtilafı olduğu,
  • %91. (Değerlendirmeye alınan) Tüm kod tabanlarının %91’inin güncel olmayan açık kaynak kod bileşenleri içerdiği,
  • %86. (Değerlendirmeye alınan) Kod tabanlarının %86’sının en az bir güvenlik açığı içerdiği,
  • %81. (Değerlendirmeye alınan) Kod tabanlarının %81’i yüksek veya kritik riskli güvenlik açıkları içerdiği,
  • 3.548. Tek bir kod tabanında bulunan maksimum benzersiz güvenlik açığı sayısının 3.548 olduğu,
  • 154. Kod tabanı başına ortalama benzersiz güvenlik açığı sayısının 154 olduğu.

Genellikle teknik veri olarak değerlendirilen bu hususlar, aslında sadece teknik sorunlar değil. Bunlar çok büyük oranda fikri hak ve sözleşme yükümlülüğünün ihlali ile temel mevzuata aykırılık olarak değerlendirilebilecek risklere işaret etmektedir.

Kodlardan kaynaklı uyuşmazlıkların sektörel dağılımı ise 2025 OSSRA raporunda şu şekilde gösterilmiş:

EdTech 71%, Big Data, AI, BI, Machine Learning 71%, Finansal Hizmetler ve FinTech 66%, İnternet ve Mobil Uygulamalar 64%, Computer Hardware and Semiconductors 63%, Havacılık, Uzay, Otomotiv, Ulaşım, Lojistik 61%, Siber Güvenlik %58, Perakende ve E-Ticaret %57, Pazarlama Teknolojisi %56, Enterprise Software/SaaS 54%, Üretim, Sanayi, Robotics 53%, Virtual Reality ve Oyun, Eğlence, Medya 51%, Internet and Software Infrastructure 50%, Internet of Things 48%, Sağlık, Sağlık Teknolojileri ve Life Sciences 47%, Energi and Clean Tech 37%.

Bu değerlendirmeye göre, kodlardan kaynaklı uyuşmazlık riskleri sadece salt teknoloji şirketleri üzerinde toplanmamıştır. Dolayısıyla “teknoloji şirketi değilsek, risk taşımıyoruz” şeklinde bir bakış açısı ile ilerlemek mümkün değildir ve zaten, bugün belirli bir kriterin üstünde faaliyet gösteren hemen her şirketin teknolojiye değdiğinin kabulü anlamlı olacaktır.

-Gözlemlerime göre- açık kaynak kullanımında yapılan en sık yapılan hatalardan bir tanesi; ilgili lisans metinlerinin “bağlayıcı/ yükümlülük doğurucu” bir belge olarak dikkate alınmamasıdır. Tabii ki istisnalar olmakla birlikte, burada çoğunlukla bir sözleşme ilişkisi içine girilmektedir ve haliyle de; açık kaynak kodu kullanımı bakımından kullanıcıya bir hak verilirken, karşılığında bazı yükümlülükler de söz konusu olmaktadır.

Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde ise, hukuki ve maddi sonuçlarının yanı sıra cezai sonuçları da olan telif hakkı ihlali, sözleşmeye aykırılık, mevzuata aykırılık meydana gelebilmekte ve sonuç olarak;

  • ticari sırların ifşası,
  • farkında olunmadan şirkete ait bir yazılımı ve hatta -niteliğine göre- tüm projenin açık lisans şeklinde yorumlanması,
  • tazminat talepleri

başta, ancak bunlarla sınırlı olmaksızın, pek çok ticari risk söz konusu olabilmektedir.

Kanaatimce bu karmaşık yapıda riskleri yönetebilmenin en iyi yolu ise; teknik ekipler ile hukuk, proje ekibi ve yönetim/ süreç kontrol ekiplerinin entegre şekilde ilerlemesi ve sürekli iş birliği kurmasıdır. Zira açık kaynak kodu kullanımı bugünün teknoloji ekosisteminde vazgeçilmez gibi görünmektedir. Ancak maliyeti düşük ve kolaylığı çok görünen bu kodların kullanımında da dikkat edilmesi gereken kurallar olduğu ve bedelinin çok büyük olabileceği hatırda tutulmalıdır.

Büşra BIÇAKCI

busrasbicakci@gmail.com

Temmuz 2025

“EASYBREATH” İLE DECATHLON DERİN BİR NEFES ALDI: AVRUPA ADALET DİVANI’NDAN DECATHLON’A TASARIM ZAFERİ

Giriş

Yakın tarihli iki kararı ile Avrupa Birliği Genel Mahkemesi (“Genel Mahkeme”), Decathlon’un “Easybreath” yüz dalış maskesine ilişkin iki tescilli tasarımının geçerliliğini hedef alan hükümsüzlük taleplerini reddetmiştir. Delta-Sport Handelskontor GmbH (“Delta-Sport”) tarafından açılan iki farklı davada, tasarımların yalnızca teknik işlev nedeniyle ilgili biçimleri haiz oldukları ve ayırt edici nitelikten yoksun oldukları ileri sürülmüş olsa da Genel Mahkeme bu iddiaları yerinde bulmamıştır.

Genel Mahkeme, Decathlon’un maskelerinde estetik tercihlerin rol oynadığını ve tasarımların bilgili kullanıcı üzerinde özgün bir izlenim bıraktığını tespit ederek, aynı yöndeki Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nin (“EUIPO”) kararlarını onamıştır.

Uyuşmazlığın Geçmişi

Davacı Delta-Sport, davalı Decathlon tarafından tescil ettirilen ve yüz dalış maskesi olarak bilinen “Easybreath” modelini hedef alarak iki tescilli AB tasarımının (eski adıyla Topluluk Tasarımı – RCD – Registered Community Design) hükümsüz kılınması için EUIPO’ya başvuruda bulunmuştur[1].

Delta-Sport, 30 Mart 2021 tarihinde yaptığı başvurularda, söz konusu tasarımların:

  1. Yalnızca ürünün teknik işlevi tarafından belirlenen özellikler taşıdığı,
  2. Bu nedenle RCD’nin koruma kapsamı dışında kaldığı,
  3. Ayrıca, ayırt edici nitelikten yoksun olduğu,

gerekçeleriyle hükümsüz kılınması gerektiğini ileri sürmüştür.

Delta Sports’un bir diğer iddiası ise uyuşmazlığa konu tasarımların, daha önce Fransa’da patent tescili[2] ile korunmalarının ve 24 Kasım 1995’te yayımlanan patent tesciline ve çeşitli faydalı model tescillerine konu olmalarının da, bu ürünlerin yalnızca teknik fonksiyonu haiz olduklarını ispatladığı ve bu kapsamda yenilik kriterinin de somut olaylarda mevcut olmadığı yönünde olmuştur.

EUIPO İptal Birimi, 19 Temmuz 2022 tarihli kararlarıyla hükümsüzlük taleplerini reddetmiştir. Delta-Sport bu kararlara karşı temyize gitmişse EUIPO Temyiz Kurulu, 11 Ağustos 2023 tarihli kararlarıyla bu temyiz taleplerinin her ikisini de reddetmiştir.

Temyiz Kurulu değerlendirmesinde, uyuşmazlık konusu tasarımların:

  1.  Yüzü çevreleyen oval bir çevresel çerçeve (002340224-0001 sayılı tasarım için ayrıca beyaz/gri renk özellikli);
  2. Üst kısmı düz, burun bölgesinde yükselen ve çeneye doğru kademeli olarak daralan, çevresel çerçeveye yerleştirilmiş şeffaf bir cam;
  3. Ağız ve burun üzerinde ters “V” şeklinde bir bölmeden oluşan, solda ve sağda birer valf bulunan, çene bölgesinde yuvaları olan bir kapak bulunan bir etek (002340224-0001 sayılı tasarım için etek ve pencerenin iç ovali mavi renkte);
  4. Üst uca doğru yarı yoldan itibaren belirgin şekilde kalınlaşan, ucunda bir kapak bulunan yarım daire biçimli, düz bir tuba; tuba, çerçevenin ortasına, tepeye yerleştirilmiş ve çerçeveye 45 derece eğimli (002340224-0001 sayılı tasarım için tubanın ucu turuncu renkteyken tüp şeffaftır);
  5. Ortada bağlı, çenenin biraz yukarısında, yanlara yerleştirilmiş iki sabitleme halkasıyla maskeye tutturulmuş “X” şeklinde bir baş kayışı (002340224-0001 sayılı tasarım kayış siyah renkli);

özellikleri haiz olduklarını not ederek, bu özelliklerin yalnızca teknik işlevi betimlemediğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda uyuşmazlık konusu tasarımlarda maskenin çerçevesinin oval şeklinin (yukarıdaki i. paragrafta belirtilen ilk özellik) ve baş kayışı bağlantısının şeklinin (yukarıdaki v. paragrafta belirtilen beşinci özellik) teknik olmayan özellikler olduğunu ve bu yönüyle ilgili tasarımların en az iki özelliğinin teknik işlevi haiz olmadığını da belirtmiştir. Buna ek olarak uyuşmazlık konusu 002340224-0001 sayılı tasarımın renk özelliklerinin bulunmasını da ilgili kararına eklemiş ve bu renk özelliklerinin de teknik işlevden kaynaklanmadığını not etmiştir.

EUIPO Temyiz Kurulu’nca temyizleri reddedilen Delta-Sport, uyuşmazlıkları AB Genel Mahkemesi’ne taşımıştır.

Genel Mahkeme’nin Değerlendirmesi

Genel Mahkeme her iki davayı da (T‑1060/23 ve T‑1061/23) 4 Haziran 2025 tarihli aynı gün verilen kararlarıyla sonuçlandırmış ve davacı Delta Sports’un taleplerini reddetmiştir.

Teknik Fonksiyon Argümanı

Delta-Sport’un temel iddiası, maske tasarımlarının tamamıyla ürünün teknik işlevine hizmet edecek şekilde belirlendiği yönünde olmuştur. Buna göre yukarıda da özetlendiği üzere:

  • Maskenin oval çerçevesi, insan yüzü anatomisine uyum sağlamak amacıyla tasarlandığı;
  • “X” şeklindeki kafa bandı, maskenin sabitlenmesini sağladığı;
  • Bu özelliklerin estetik değil, tamamen işlevsel nedenlerle seçildiği öne sürülmüştür.

Mahkeme, bu iddiaları değerlendirmiş ve EUIPO Temyiz Kurulu’nun değerlendirmeleri ile paralel olarak Decathlon’un tasarımının en az iki yönünün (çerçeve şekli ve kafa bandı biçimi) teknik işlevle sınırlı olmayan, aynı zamanda estetik tercihleri yansıttığına hükmetmiştir. Tasarımda kullanılan renkler (002340224-0001 sayılı tasarım için) ve yuvarlatılmış hatlar da bu değerlendirmeye dâhil edilmiştir.

Mahkeme, “bir ürün tasarımının yalnızca teknik nedenlerle şekillenmiş olması durumunda tasarım korumasından yararlanamayacağı” yönündeki kurala dikkat çekmiştir. Ancak, herhangi bir tasarımın, tek unsurunun bile teknik zorunluluk dışında başka saiklerle (örneğin estetik veya kullanıcı dostu görünüm gibi) belirlenmiş olması halinde, tasarımın geçerli kalacağına vurgu yapılmıştır.

Davacının önceki tarihli patent ve faydalı modellerin, bu tasarımların yalnızca teknik işlevi haiz oldukları iddialarını desteklediği argümanı için ise Genel Mahkeme, davacının iddialarının aksine, daha önceki patentlerin ve faydalı modellerin, uyuşmazlık konusu tasarımlardaki maske çerçevesinin oval şeklinin ve baş bandı bağlantısının şeklinin yalnızca teknik işlevler tarafından dayatıldığını kendi başlarına gösteremeyeceği değerlendirmesi ile patent ile tasarımların incelemelerinin ve koruma kapsamlarının birbirinden tamamen farklı olduğunu da not etmiştir.

Bu doğrultuda, tasarıma konu maske için alternatif şekillerin mümkün olduğunun gösterilmesi, teknik zorunluluğun mutlak olmadığını ve tasarımcının belli tercihleri kullandığını ortaya koymuştur.

Bireysel Karakter (“Individual Character”) Değerlendirmesi

Delta-Sport ayrıca, tasarımın yeni olmadığını ve farklılık yaratmadığını iddia etmiştir. Bu bağlamda 1995 tarihli bir Fransız patent başvurusuna (FR 2 720 050) atıf yaparak önceki tasarımla neredeyse aynı olduğunu savunmuştur.

Mahkeme, Decathlon’un tasarımların söz konusu önceki patentten önemli derecede farklılaştığını ve “bilgili kullanıcı üzerinde farklı bir genel izlenim bıraktığını” belirtmiştir. Özellikle tasarımların bütünsel görüntüsü, çizgilerin akıcılığı, renk kullanımı ve detaylar bu değerlendirmede etkili olmuştur.

Ayrıca Decathlon’un, tasarımın geliştirilme sürecinde dış tasarım firmalarıyla çalıştığı, tüketici testleri yaptığı ve tasarım estetiğine önem verdiği yönündeki beyanları ve kanıtları da Genel Mahkeme tarafından dikkate alınmıştır. Geliştirme sürecini anlatan tanıtım videoları ve prototip evrimleri de dosyada yer almıştır.

Karar ve Sonuç

Genel Mahkeme her iki kararında da:

  • Decathlon’un tasarımlarının teknik zorunluluklardan ibaret olmadığını,
  • Tasarımların bireysel karakter taşıdığını,
  • Delta-Sport’un teknik zorunluluk ve bireysellik iddialarını yeterli düzeyde ispatlayamadığını,

tespit ederek, davalı EUIPO ve müdahil Decathlon lehine hüküm kurmuştur.

Böylece, Decathlon’un Easybreath dalış maskesi için sahip olduğu tasarım tescillerinin geçerliliği bir kez daha teyit edilmiştir.

Bu kararlar, Genel Mahkeme’nin tasarım hukuku bakımından önemli kriterlerini net biçimde ortaya koyması ve ürün estetiği ile teknik işlev ayrımına dair yorumları açısından hem tasarım sahipleri hem de hukukçular için değerli bir içtihat oluşturmaktadır.

Bu kararların, tasarım hukukunda estetik ile fonksiyonun ip üstünde yürüyen dansında, fonksiyonun estetiğe engel olmadığını gösterdiğini ve Decathlon’un “rahat nefes almasını” sağladığını söyleyebiliriz. 😊

Güldeniz DOĞAN ALKAN

guldenizdogan@hotmail.com

Bengü ŞEN GÜRAKAN

benguseen@gmail.com

Temmuz 2025


[1] Sırasıyla tescil numaraları: RCD 002340224-0001 ve RCD No: 002526699-0001.

[2] FR 2 720 050.

Kitap Tanıtımı: “RECOGNIZING ARTIFICIAL INTELLIGENCE AS THE INVENTOR IN PATENT LAW”



Avukatlığın yanı sıra marka ve patent vekili olarak da fikri mülkiyet alanına katkı sağlayan Zehra Hamide GÜRBÜZ ÖNAL tarafından yüksek lisans tezi olarak kaleme alınan ve tamamı İngilizce olarak hazırlanan “RECOGNIZING ARTIFICIAL INTELLIGENCE AS THE INVENTOR IN PATENT LAW” isimli çalışma, Mayıs 2025’te Platon Hukuk tarafından kitap olarak yayımlandı.

Eser kaleme alınmadan önce aslında “Yapay zeka buluşçu olabilir mi?” sorusundan yola çıkılmıştır. Bu kapsamda yapılan araştırma neticesinde güncel yargı kararları da incelenerek alana faydalı olacak bir çalışma armağan edilmiştir.

Yazarın kaleminden kitabın konu ve kapsamını aktaracak olursak:

“Yapay zeka gerçekten bir buluş yapabilir mi? Eğer yapabiliyorsa, patent hukukunda yapay zekanın “buluşçu” olarak tanınması gerekir mi? Elinizde tuttuğunuz bu kitap, son yılların en tartışmalı ve çarpıcı hukuk meselelerinden birine ışık tutuyor: Yapay zekanın patent sistemindeki rolü ve sınırları.

Bu çalışma, özellikle Stephen Thaler tarafından geliştirilen DABUS isimli yapay zeka sisteminin İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer PCT ülkelerinde adına yapılan patent başvurularını ve bu başvuruların yargı mercilerinde nasıl karşılandığını ayrıntılarıyla inceliyor. DABUS gerçekten kendi başına bir buluş yapmış mıydı? Mahkemeler neden onu buluşçu olarak kabul etmedi? Bu soruların teknik ve hukuki boyutları, titizlikle değerlendiriliyor.

Kitap sadece yargı kararlarıyla sınırlı kalmıyor; yapay zeka nedir, makine öğrenmesi hangi prensiplere dayanır, dar yapay zeka ile süper yapay zeka arasındaki farklar nelerdir gibi temel soruları da sade ve anlaşılır bir dille açıklıyor. Aynı zamanda, yapay zekaya kişilik tanınması tartışmalarına yer veriyor; bu tartışmaların medya ve teknoloji şirketleri tarafından nasıl şekillendirildiğini sorguluyor.

Yapay zeka, Andrew Ng’nin de dediği gibi, günümüzde “yeni elektrik” gibi her alana yayılan, dönüştürücü bir teknolojidir. Ancak bu kitabın temel savı şudur: YZ, insanlık için gelişmiş bir araçtır- ve en azından öngörülebilir gelecekte- buluşçu değil, destekleyici bir aktör olarak değerlendirilmelidir. Hukukun, bu aracı abartmadan, yerinde ve gerçekçi bir çerçevede değerlendirmesi gerekir.

Bu kitap, teknik bilgiye boğulmadan, ama hukuki derinlikten de ödün vermeden, hukukçular, mühendisler ve yapay zeka ile ilgilenen tüm okuyucular için aydınlatıcı bir kaynak sunmaktadır.”


Kitabın içindekiler bölümü de aşağıda paylaşılmaktadır:

TABLE OF CONTENTS
LIST OF ABBREVIATIONS …………………………………………………… 9
INTRODUCTION ………………………………………………………………….. 11
CHAPTER ONE
ARTIFICIAL INTELLIGENCE (AI)
I. CHRONOLOGICAL OVERVIEW OF AI…………………………… 15
A) The History That Builds and Defines AI ………………………………. 15
1. Understanding AI: Algorithm ……………………………………………. 22
2. Definition of AI ……………………………………………………………….. 27
3. Human Intelligence and Machine Intelligence ……………………… 32
B) Machine Learning (ML) …………………………………………………….. 35
1. Definition of ML ……………………………………………………………… 35
2. Types of ML ……………………………………………………………………. 38
a. Supervised Learning (SL) ……………………………………………….. 38
b. Unsupervised Learning (USL) …………………………………………. 38
c. Reinforced Learning (RL) ……………………………………………….. 39
d. Deep Learning (DL) ……………………………………………………….. 40
aa. Artificial Neural Networks (ANN) ……………………………….. 41
bb. Examples of DL …………………………………………………………. 42
e. Evolutionary Computing (Programming) ………………………….. 42
II. AI TODAY ………………………………………………………………………… 45
A) Artificial Narrow Intelligence (ANI) …………………………………… 45
B) The Benefits of ANI ………………………………………………………….. 47
III. FUTURE OF AI……………………………………………………………….. 47
A) Artificial General Intelligence (AGI) …………………………………… 47
B) Artificial Super Intelligence (ASI) ………………………………………. 50
CHAPTER TWO
RELAVANT CONCEPTS IN PATENT LAW AND
PATENTABILITY OF AI SYSTEMS AND INVENTIONS
I. OVERVIEW OF PATENT LAW ………………………………………… 51
A) Etymology and History ……………………………………………………… 52
1. Turkish Patent Law ………………………………………………………….. 53
a. History of Turkish Patent Law …………………………………………. 53
b. The Recent Law …………………………………………………………….. 54
2. International Legislation …………………………………………………… 54
B) Invention and Inventor ……………………………………………………….. 55
1. Invention …………………………………………………………………………. 55
a. Invention in Turkish Law ………………………………………………… 55
b. Invention in Europe and Other Jurisdictions ……………………… 57
2. Inventor ………………………………………………………………………….. 57
a. Inventor in Turkish Law ………………………………………………….. 58
b. Inventor in Europe and Other Jurisdictions ……………………….. 59
C) Patentability Criteria ………………………………………………………….. 60
1. Novelty …………………………………………………………………………… 61
a. “State of Art” in Novelty …………………………………………………. 61
b. Explanation of Novelty with an Example ………………………….. 63
2. Inventive Step (Non-Obviousness) …………………………………….. 65
a. “State of Art” in Inventive Step ……………………………………….. 66
b. Exceptions of “State of Art” in Evaluating Inventive
Step ……………………………………………………………………………… 66
aa. First Exception: Unpublished Patent Applications ………….. 66
bb. Second Exception: The Related Area ……………………………. 67
c. Expert in the Field …………………………………………………………. 67
d. Determining the Inventive Step: “Problem-Solution”
Approach ……………………………………………………………………… 67
3. Industrial Applicability …………………………………………………….. 69
II. PATENTABILITY OF AI SYSTEMS AND AI
INVENTIONS ……………………………………………………………………. 70
A) Patentability of Computer Software …………………………………….. 71
B) Patentability of AI Systems ………………………………………………… 73
C) Patentability of AI Inventions ……………………………………………… 74
1. Disclosure of AI ………………………………………………………………. 74
2. Global Cooperation on AI …………………………………………………. 75
3. Inventorship of AI ……………………………………………………………. 75
4. Patent Law Term “The Skilled Person” and AI ……………………. 75
CHAPTER THREE
AI AS AN INVENTOR
I. RECENT ADVANCEMENT of AI APPLICATIONS in
DIFFERENT SECTORS ……………………………………………………. 77
II. RECOGNIZING AI: DIFFERENT APROACHES FOR
PERSONALITY ………………………………………………………………… 79
A) Electronic Personality ………………………………………………………… 80
B) Attorney/Representative Approach ……………………………………… 81
C) Artificial Human Approach ………………………………………………… 82
D) Slavery Approach ……………………………………………………………… 82
III. THE DABUS CASE: THE EARLY CROWING
ROOSTER ………………………………………………………………………. 83
A) What Is DABUS? ……………………………………………………………… 84
B) The Artificial Inventor Project (AIP) …………………………………… 87
C) DABUS Patent Applications ………………………………………………. 88
D) Rejection of DABUS Patent Applications ……………………………. 94
1. Decision in UK on DABUS Application …………………………….. 94
2. Decision of EPO on DABUS Application …………………………… 96
3. Decision in US on DABUS Application ……………………………… 97
4. Other PCT Countries: Australia, Germany, South Africa …….. 100
a. Decision in Australia on DABUS Application …………………. 102
b. Decision in Germany on DABUS Application …………………. 103
c. Decision in South Africa on DABUS Application ……………. 104
CHAPTER FOUR
FUTURE OF PATENT LAW REGARDING AI
I. FUTURE OF PATENT LAW ……………………………………………. 105
A) Can AI Be Recognized As Inventor …………………………………… 106
1. Arguments of the Positive Perspective ………………………………. 108
a. Argument One: Current System Discourage Honesty ………..109
b. Argument Two: Incentivise Innovation …………………………… 110
c. Argument Three: Reform in Patent Law Is
Indispensable ………………………………………………………………. 110
d. Argument Four: Society Will Be the Owner of the
Invention …………………………………………………………………….. 110
2. Arguments of the Negative Perspective …………………………….. 111
a. Argument One: Opponents of IPR Protection ………………….. 111
b. Argument Two: Opponents of Pre-acceptance …………………. 111
c. Argument Three: Inventiveness is Unique to Human
Being ………………………………………………………………………….. 112
B) Can AI Invent? ………………………………………………………………… 112
C) About the AI Inventions Cited in the Literature …………………… 114
1. Circuit Designs By John Koza’s “Invention Machine” ……….. 114
2. “Oral-B Cross Action Tooth Brush” by “Creativity
Machine” ………………………………………………………………………. 115
3. “Food Receipt” By Contest Winner Watson’s Jeopardy ………115
4. “Nose Cone” by Hitachi Company …………………………………… 116
5. “Fractal Food Container” and “Devices and Methods for
Attracting Enhanced Attention” by DABUS ……………………… 116
6. The NASA Antenna ……………………………………………………….. 116
7. “Digital Twin” Car Suspension by Siemens ………………………. 117
8. Robot Eve in Medical Field …………………………………………….. 117
D) Anthropomorphism in AI …………………………………………………. 118
CONCLUSION ……………………………………………………………………. 121
ABSTRACT …………………………………………………………………………. 125
ÖZET ………………………………………………………………………………….. 127
BIBLIOGRAPHY ………………………………………………………………… 129
LINKS …………………………………………………………………………………. 148
LIST OF FIGURES ……………………………………………………………… 150


Zehra Hanım’a yol gösterici çalışması için bizler de teşekkürlerimizi sunuyor ve eserin ilgili tüm kesimlere faydalı olmasını temenni ediyoruz.

IPR Gezgini

iprgezgini@gmail.com

Temmuz 2025

Renk Adlarının Ayırt Edici Niteliği Hakkında Güncel AB İçtihatları: EUIPO’nun Mart 2025’te Yayımlanan Rehberi Üzerine Kısa Bir İnceleme


Makalenin görseli ChatGPT tarafından oluşturulmuştur.


Tüketici gözüyle baktığımızda, bir ürün ya da hizmeti satın alırken dikkatimizi çeken ve satın alma alışkanlıklarımızı belirleyen en önemli faktörlerden biri renkler olmaktadır. Öyle ki örneğin restorancılık sektöründe psikolojik araştırmalara göre iştah açma özelliği bulunan kırmızı, sarı ve turuncu gibi renkler, daha pahalı ürün ve hizmetler için siyah ve mor gibi renkler, kozmetik sektöründe pembe gibi renkler sıklıkla kullanılmakta ve bu renkler markaların oluşturulmasında da büyük bir rol oynamaktadır. Özellikle kozmetik, tekstil ya da inşaat gibi sektörlerde renk, tüketici algısında ürünün kimliğini doğrudan etkileyebilmektedir. Ancak bir rengi ya da renk adını marka olarak tescil ettirmek oldukça karmaşık bir sürece dönüşebilir.

Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (“EUIPO”) Mart 2025’te “Descriptiveness of Names of Colours”[1] başlıklı ve Avrupa Birliği Adalet Divanı ve EUIPO Temyiz Kurulu’nun renk adlarına ilişkin verilmiş olan emsal kararlarını derlediği bir rapor yayımladı. Bu blog yazısında, ilgili raporda yer alan bilgilere dayanarak, renk adlarının ayırt edicilik kriterine takılarak reddedildiği durumları ve bunun tam tersi olarak, hangi durumlarda renk adlarının tesciline izin verildiğini ve özellikle hangi sektörlerde renklerin “öz” bir nitelik taşıdığını inceleyeceğiz.

Renk Adı mı, Yoksa Başka Bir Anlam mı?

Bir markanın renk ismi olup olmadığını değerlendirirken ilk durak, bu adın ilgili kamu tarafından gerçekten bir rengi mi yoksa başka bir anlamı mı çağrıştırdığıdır. Örneğin:

  • “CHROME” davasında (T‑446/22)[2], başvuru sahibinin niyeti markanın renk (krom) çağrışımı taşıması olsa da Mahkeme, “chrome”un esasen “chromium” (krom element) olarak algılanacağını, dolayısıyla ürünlerin bileşimiyle ilgili olduğunu ve bu nedenle tanımlayıcı olduğunu belirtmiştir.
  • “EMERALD FIELDS” kararında (27/06/2016, R 1445/2015-5), Temyiz Kurulu, terimin anlamının zümrüt yeşili rengini değil, elmas bakımından zengin bir yeri ifade ettiğini değerlendirmiştir. Bu nedenle, 37. sınıfta yer alan madencilik çıkarımı ve hizmetleri de dahil olmak üzere söz konusu hizmetlerin tanımlayıcı olması nedeni reddedilebilir olduğu sonucuna varılmıştır.
  • “SEPIA” markası ise bir davada (R 2184/2016-4) “renk” olarak kabul edilmemiş, tıbbi cihazlar için tanımlayıcı olmadığına karar verilmişken, başka bir davada (R 1042/2022-2), “mürekkep balığı” anlamında kullanılarak bitki kimyasalları ile doğrudan bağlantısı kurulmuş ve tanımlayıcı bulunmuştur.

Bir başka örnek ise “MUSCHELGRAU” kararı olup bu ibare Almanca’da “midye grisi” anlamına gelmektedir ve başvuru sahibi başta 2. sınıftaki vernikler ve boyalar, 3. sınıftaki ağartıcı maddeler ve 19. sınıftaki inşaat malzemeleri için başvuru yapmıştır. Her ne kadar Kurul tarafından verilen ilk kararda, bu ibarenin tanımlayıcı olmadığı belirtilerek hükümsüzlük talebi reddedilmişse[3] de, bu marka tekrar Kurul önüne getirildiğinde verilen kararda, ilgili mallar açısından rengin tanımlayıcı bir ismi olduğu gerekçesiyle, markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiştir. Bu kararda Kurul, hükümsüzlük talebinde bulunan tarafından sunulan delillerin ilk yargılama aşamasında mevcut olmadığını vurgulamıştır. Söz konusu delillerin, başvuru tarihinde ‘muschelgrau’ renk adının ilgili sektörde yaygın olarak kullanıldığını ortaya koyduğu ve her iki yargılamanın koşullarının farklı olduğu dikkate alınarak, marka hükümsüz kılınmıştır.

Söz konusu rehberde vurgulanan diğer önemli bir husus ise eğer bir işaretin birden fazla anlamı varsa ve bunlardan biri bir renk adını ifade ediyorsa, bu durumun söz konusu mal ve hizmetler açısından o işaretin tanımlayıcı olduğu anlamına gelmediğidir. Örneğin, Almancada “parlak kırmızı, siyah ya da mavi-gri cıva içeren mineral” ya da “parlak sarımsı kırmızı renk tonu” anlamına gelmekte olan “ZINNOBER”[4] ibaresi için başta 25. sınıftaki giyim eşyaları için başvuru yapılmıştır. Kurul kararında, bu Almanca kelimenin üç anlamı olduğunu, bunlardan ikisinin belirli bir rengi değil birden fazla farklı rengi ifade ettiğini ve kelimenin kullanım sıklığının düşük olduğunu değerlendirerek, halkın bu kelimeyi bir renk adı olarak anlamayacağına, hele ki ilgili malların belirli bir kategorisini tanımlayacak şekilde anlamayacağına karar vermiştir.

Markanın kesin olarak bir renk değil de bir renk yelpazesiyle ilişkilendirilmesi bağlamında, “KARACA”[5] kararı da son derece önemli bir örnek olarak dikkat çekmektedir.  Türkçede “sıcak” ya da “siyahımsı” anlamına gelen bu kelime için – ki bizce ortalama bir Türk tüketicisi bu ibareyi renkten çok aynı adı taşıyan geyik familyasından olan hayvanla ilişkilendirecektir – başta 8. sınıftaki çatal bıçak takımları ve 12. sınıftaki ev aletleri için başvuru yapılmıştır. İlgili kararda Kurul, “renk göstergelerinin, tescilli malların renk tasarımıyla makul bir şekilde ilişkilendirilebileceği durumlarda, bu tür işaretlerin AETM Yönetmeliği madde 7(1)(c) uyarınca tescilden hariç tutulabileceğini” belirtmekle birlikte, iptal talebinde bulunanın markanın tam olarak hangi rengi tanımladığını kanıtlayamaması nedeniyle işaretin ilgili mallar açısından tanımlayıcı olmadığı sonucuna varmıştır.

Renk, Ürünün Öz Niteliği mi?

AB içtihadına göre, bir işaretin tanımlayıcı olabilmesi için ürün ya da hizmetin “özelliklerinden biri”ni tanımlaması gerekir (EUTMR m.7(1)(c)). Renk, ancak ürünün temel ve içsel bir niteliği olarak algılanıyorsa tanımlayıcı kabul edilir.

  • “VISIBLE WHITE” (T‑136/07) ve “TRUEWHITE” (T‑208/10) davalarında renk, ürünün temel özelliği olarak değerlendirilmiştir. İlgili kararlarda sırasıyla diş macunlarında beyazlığı görünür kılmak ya da LED ışıklarda doğal ışık benzeri beyazlık, ürünün işleviyle doğrudan ilgili bulunmuştur.
  • Buna karşın “VITA” (T‑423/18) davasında, küçük ev aletlerinde beyaz rengin yaygınlığı tek başına yeterli bulunmamış, renk tercihi “tesadüfi ve geçici” olarak değerlendirilmiş ve marka tanımlayıcı kabul edilmemiştir.
  • Aynı mantık, “OFF-WHITE” markası için de geçerli olmuş ve mobilya ve gözlük gibi ürünlerde “off-white (bej)” renginin sadece olasılıklardan biri olduğu gerekçesiyle marka tesciline izin verilmiştir (T-133/19).

Pazar Gerçekliği ve Sektörel Alışkanlıklar

Bazı sektörlerde renkler, tüketici tercihinde belirleyici bir unsur olabilir. Bu durumda, markanın tanımlayıcı olduğu kabul edilebilir.

  • “BLUE” (T-375/17) ve “BLACK IRISH” (T-498/21) kararlarında, içecek sektöründe ürünlerin renkleriyle tanımlanması yaygın olduğundan, renk adları tanımlayıcı bulunmuştur.
  • “SIENNA SELECTION” (T-130/20) kararında ise “sienna” renginin net bir renk kodu taşımadığı ve bu nedenle tüketiciye ürün hakkında doğrudan bilgi vermediği gerekçesiyle marka tanımlayıcı sayılmamıştır. Bu karar, sektörel alışkanlıkların tek başına yeterli olmadığını, rengin açıkça belirli ve tanımlayıcı olması gerektiğini ortaya koymuştur.

İlginç bir şekilde, “CAFFÈ NERO”[6] kararında (“siyah kahve” anlamına gelen İtalyanca bir ifade; başta 30. sınıftaki kahve ürünleri için başvuru yapılmıştır), Genel Mahkeme, İtalyanca konuşan ilgili kamu açısından kahvenin renginden bahsederek tanımlanmasının ya da böyle adlandırılmasının ticaret hayatında kullanılan bir uygulama olmadığını belirtmiştir. Ancak, bu durum markanın tanımlayıcılığı olgusunu dışlamak için yeterli görülmemiştir. Özellikle Mahkeme, “eğer ‘caffè nero’ ifadesi gerçekten de o kültürün bir parçası olmasa bile, İtalyanca konuşan kamu bu ifadeyle karşılaştığında bunun herhangi bir ekleme yapılmadan servis edilen kahve anlamına geldiğini anlayacaktır” değerlendirmesinde bulunmuştur.

Tüketici Tercihinde Rengin Rolü

Renk, tüketici kararlarını etkiliyorsa, bu durum tanımlayıcılık analizinde dikkate alınmalıdır. Özellikle kozmetik ve yapı malzemeleri sektöründe bu oldukça yaygındır:

  • “LILAC” (T-780/21) ve “PINK” (R 784/2017-5) kararlarında, özellikle oje ve makyaj ürünlerinde renk tercihlerinin doğrudan satın alma kararını etkilediği kabul edilmiş ve renk adı tanımlayıcı sayılmıştır.
  • Benzer şekilde “TAUPE WHITE” (R 1803/2018-1) kararında, yapı malzemeleri için renklerin “tam anlamıyla belirleyici” olduğu vurgulanmıştır.
  • Ancak “INDIGO” (R 1430/2022-1) kararında, “indigo” renginin özel bir anlam taşımadığı ve ürünle arasında içsel bir bağ olmadığı için marka tanımlayıcı bulunmamıştır.

“Green” Örneği: Renkten Fazlası

EUIPO’nun ilgili rehberde dikkate aldığı unsurlardan biri de renklerin dolaylı olarak farklı anlamlara geldiği durumlarda. Türkçede “yeşil” anlamına gelen “green” kelimesi yalnızca bir renk değil, aynı zamanda çevreci, doğa dostu anlamını da taşımakta, özellikle de son yıllarda bu anlamı daha da baskın hale gelmektedir. Bu nedenle pek çok kararda “GREEN” ibaresini haiz markaları tanımlayıcı bulunmuş ve reddedilmiştir.

Örneğin “GREENWORLD” (T-106/14), “CARBON GREEN” (T-294/10), “GREENPLUS” (R 521/2006-4) gibi kararlarda, “green” kelimesi çevre dostu anlamı taşıdığı için tanımlayıcı kabul edilmiştir.

Öte yandan “GREENELY” (R 387/2023-1) kararında olduğu gibi, yazılım gibi fiziksel rengi olmayan ürünlerde bu anlam geçerli kabul edilmemiş ve marka tesciline izin verilmiştir.

Sonuç

EUIPO Temyiz Kurulu ve ABAD, renk isimlerinin ayırt edici niteliğini değerlendirirken son derece bağlama özgü ve ayrıntılı bir yaklaşım benimsemektedir. Bu yaklaşımda:

  • Rengin tüketici nezdinde ürünün tanımlayıcı bir özelliği olup olmadığı,
  • İlgili sektörde rengin nasıl algılandığı,
  • Renk adının başka anlamlar taşıyıp taşımadığı,
  • Markanın bileşik yapıya sahip olup olmadığı,

gibi birçok faktör dikkate alınmaktadır.

Bu rehber bize, renklerin çok daha önemli olduğu özellikle moda, kozmetik, içecek, yapı malzemeleri ve teknoloji gibi alanlarda marka başvurusu yapılırken, rengin gerçekten ayırt edici olup olmadığına dair derinlemesine bir analiz yapılmasının ve buna göre bir marka başvurusunda bulunmanın önemi ortaya koymaktadır. Aksi halde, “renkli” bir marka hayali, gri bir ret mektubuna dönüşebilir…

Güldeniz DOĞAN ALKAN

guldenizdogan@hotmail.com

Bengü ŞEN GÜRAKAN

benguseen@gmail.com

Temmuz 2025


DİPNOTLAR

[1]https://euipo.europa.eu/tunnel-web/secure/webdav/guest/document_library/contentPdfs/about_euipo/boards_of_appeal/research_reports/Descriptiveness_of_names_of_colours_en.pdf

[2] https://curia.europa.eu/juris/liste.jsf?language=en&td=ALL&num=T-446/22

[3] 27/09/2018, R 287/2018-4

[4] 21/02/2018, R 2025/2017-4.  

[5] 23/02/2021, R 345/2020-2.   

[6] 27/10/2016, T‑37/16.

Ünlü Sinema Filmlerinin Adlarının Üçüncü Kişilerce Marka Başvurusuna Konu Edilmesine Karşı İtirazlarda Telif Hakları ve Kötü Niyete Dayalı İddialar Yargıtay Tarafından Değerlendirildi: MENINBLACK Kararı



“Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına İlişkin Bern Sözleşmesi” 1886 yılında oluşturulan, bu tarihten itibaren de birçok ülkenin katılımıyla birlikte çeşitli tadiller geçirerek yürürlüğünü devam ettiren bir uluslararası anlaşmadır. Bern Sözleşmesi’nin temel konusu edebi ve sanatsal eserler üzerindeki manevi ve mali hakların uluslararası düzeyde korunmasıdır.

Ülkemiz 1 Ocak 1952 tarihinde Sözleşmenin 1948 yılında tadil edilmiş metnine katılmış, 7 Temmuz 1995 tarih ve 4117 sayılı “Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına İlişkin Bern Sözleşmesinde Değişiklik Yapan ve 1979’da Tadil Edilen Paris Metnine Katılmamızın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun” ile de Bern Sözleşmesi’nin en son haline taraf olmuştur.  Bern Sözleşmesi’ne taraf olduğumuza dair karar 12 Temmuz 1995 tarih ve 22341 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

Sinema eserleri, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun “IV – Sinema Eserleri” başlıklı 5. maddesinde; “Sinema eserleri, her nevi bedii, ilmi, öğretici veya teknik mahiyette olan veya günlük olayları tespit eden filmler veya sinema filmleri gibi, tespit edildiği materyale bakılmaksızın, elektronik veya mekanik veya benzeri araçlarla gösterilebilen, sesli veya sessiz, birbiriyle ilişkili hareketli görüntüler dizisidir.” şeklinde tanımlanmış ve sinema eserlerinin eser vasfında olduğu belirtilmiştir.  Sinema eserleri ve eseri oluşturan unsurlar (karakter, çizim, görsel, farazi işletme adı) da eserin koruma kapsamında yer almaktadır ve dolayısıyla da eser sahibine bağlanan mali ve manevi hakların kapsamındadır.

Eserde yer alan unsurların marka başvurularına konu olması mümkün olup, belirtilen başvurularda telif hakkı sahiplerinin itirazları üzerine marka tescil taleplerinin reddedilebileceği 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 6/6 maddesinde belirtilmiştir. İlgili hükümde “(6) Tescil başvurusu yapılan markanın başkasına ait kişi ismini, ticaret unvanını, fotoğrafını, telif hakkını veya herhangi bir fikri mülkiyet hakkını içermesi hâlinde hak sahibinin itirazı üzerine başvuru reddedilir.” denilmiştir.

Sinema eseri ya da eserde yer alan unsurun marka başvurusuna konusu olması halinde, SMK madde 6/6 kapsamında yer alan telif hakkı korumasından faydalanabilmesi için eser konusu ibarenin “yeterince özgün” olması gerekmektedir. “Yeterince özgün olma” somut bir değerlendirme kriteri olmayan ve fakat olayın özelliğine göre yorumlanacak nitelikte bir kriterdir.

Kanaatimizce, “yeterince özgünlük” kriterinin eserlere ait korumanın uluslararası sözleşmeler ile kabul edildiği ülkemizde geniş biçimde yorumlanması ve eser vasfının geniş çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi halde eser ve bağlı unsurlara tanınan SMK madde 6/6 hükmü koruması yeterli uygulama alanı bulamayacaktır.

Uygulamada karşılaşılan bir diğer husus da  “yeterince özgün” olmayan ve fakat belli bir toplum   popülaritesine sahip  ibarelerin  kötü niyetli marka tescil başvurularına konu edildiği hallerde eser hakkı sahiplerinin yaşadığı hukuki açmazdır.  Bir başka deyişle eserde yer alan çeşitli unsurların popülerliğinin artması nedeniyle, bu unsurlar kötü niyetli marka tescil başvurularına konu olduğunda, başvuru sahibinin kötü niyetinin ispatında hukuki zorluklar yaşanmaktadır.

“COLUMBIA PICTURES INDUSTRIES INC” yapımcı şirket olarak, ilk kez 1934 yılında yayımlanan Lowell Coningham’a ait “Men in Black” adlı çizgi romandan esinlenen “Men in Black” adlı eseri beyaz perdeye uyarlamıştır. Yapımcı şirket sinema eserinin mali haklarının da sahibidir.  “Men in Black” 1997 yılında gösterime girmiş, dünya genelinde milyonlarca izleyici ile buluşarak fenomen haline gelmiş, devam filmleri ve dizilerine konu olmuş, en iyi makyaj Oscar’ı dahil birçok alanda ödül almıştır. MENINBLACK ibareli marka, yurtdışında yapımcı şirket adına çeşitli sınıflarda tescillidir ve lisans yolu ile tişört, şapka, oyuncak, anahtarlık gibi birçok promosyon ürününde de kullanılmaktadır.  “Men in Black” ibaresi yakaladığı ticari başarıyla kısa sürede dikkatleri üzerine çekmiş ve izinsiz kullanım ve marka tescili taleplerine de konu olmuştur.

Benzer bir  durum ülkemizde de yaşanmıştır. Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde “MIB MENINBLACK” ibareli marka tescil başvurusunun 25. sınıfta gerçekleştirildiği tespit edilmiş ve başvuruya hak sahiplerince (diğer hükümler saklı kalmak üzere)  SMK md. 6/6 ve 6/9 hükümleri uyarınca itiraz edilmiştir.  Kurum tarafından yapılan yayıma itiraz değerlendirmesinde “MIB MENINBLACK” ibaresinin “yeterince özgün olmaması” sebebiyle madde 6/6 hükmü uyarınca yapılan itiraz reddedilmiş, madde 6/9 kapsamında yapılan itiraz da başvuru sahibinin “kötü niyetle hareket ettiğinin ispatlanamadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir.

Kararın kaldırılması için Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kuruluna  yapılan itiraz neticesinde verilen kararda ; “…Öte yandan, her ne kadar telif hakkına konu olan “sinema eseri” özgün nitelikte olup, Türkiye’nin de taraf olduğu Bern Konvansiyonu uyarınca korunuyor olsa da, ihtilaflı ibarenin, -tek başına- telif hakkına konu olabilecek özgünlüğe sahip olmadığı, İngilizce dilinde günlük hayatta kullanılan ve nitelik belirten bir tamlama olduğu, başvuruda kullanılan yazım stilinin telif hakkına konu olan eser ve afişinde kullanılan stilden farklı öğeler içerdiği ve bu itibarla ortalama tüketici algısında doğrudan tanınmış “Men in Black” filmini çağrıştırmadığı belirlenmiştir…” denilerek ibarenin özgünlüğü tartışılmış ve sinema eserini çağrıştırıp çağrıştırmadığı değerlendirmeye alınmıştır.

Kararda, sinema eserinin Bern Sözleşmesi hükümleri uyarınca korunduğuna ve eserin “özgün nitelikte” olduğuna dair tespit yapılmışsa da marka olarak tescil edilecek ibarenin yeterince özgün olmadığı ve sinema eseri “Men in Black”i çağrıştırmadığı, bu sebeple SMK madde 6/6 hükmü koşullarının oluşmadığı, madde 6/9 bakımından da kötü niyetli marka tescil başvurusuna dair delillerin yeterli olmadığı tespit edilmiş ve itiraz reddedilmiştir.

Kurum kararının iptali için Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde dava ikame edilmiştir.  Ankara 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2020/316 E, 2021/343 K sayılı kararında; “….Dava konusu marka davalı tarafından 01.03.2019 tarihinde başvurusu yapılmıştır. Ne var ki YİDK kararında da geçtiği gibi, “… çekişme konusu “Men in Black” ibaresinin Columbia Pictures Industries, Inc tarafından bir eser sözleşmesi kapsamında yaratıldığı ve bu hususun itiraz sahibi şirketin itiraz beyanında sunmuş olduğu Amerika Birleşik Devletleri otoriteleri tarafından imzalanmış telif hakkı sözleşmesinde sunulmuş olduğu tespit edilmiştir. Bu kapsamda, itiraz sahibi şirketin, ayırt edici / özgün nitelikte eser olarak değerlendirilebilecek, 1997 yapımı “Men in Black” filmi üzerinde telif hakkının bulunduğunun kabulü gerekmektedir…” davacının sinema eseri olarak telif hakkı sahibi olduğu “Men in Black” adlı eserin isminin ve yine davacının tişört ve şapka gibi tekstil ürünü, gözlük, oyuncak, bardak ve diğer promosyon malzemelerinin piyasaya sürdüğü ürün isminin aynısı veya ayırt edilemeyecek derecede benzerinin ya da iltibas oluşturan benzerinin marka olarak Türkiye’de seçilip başvurusunun yapılması tesadüf olmadığı değerlendirilmiş, zira davalı bilirkişi raporunda da değinildiği üzere, “… davalının daha önce de, “MIB MENINBLACK” marka başvurusunda bulunduğu görülmektedir ki, bu marka, davacının film ve ürünlerindeki kullanımın aynısıdır. Bu marka, esinlenme olarak kabul edilemeyecek kadar aynıdır.  Davalının, başkalarına ait markaların benzerlerini tescil ettirme çabası bulunduğu söylenebilir. Örneğin, 2011/74217 sayılı ibareli başvurunun da markanın gerçek hak sahibi olan EINSTEIN PROGETTI EPRODOTTI S.P.A.’nın itirazı üzerine reddedildiği, TÜRKPATENT kayıtlarında görülmektedir. Dava dışı bu örnek, huzurdaki davanın konusu olmamasına karşın, aynı mallar için aynı marka örneğiyle başvuru yapmış olan davalının yurtdışında tescilli markaları tescil ettirme girişimi olduğunu göstermektedir…” davalının başkalarına ait markaların aynılarını da bulup Türkiye’de tescil ettirmeye çalıştığı ve bu durumun kötü niyet göstergesi sayıldığı bilirkişi raporundan anlaşılmakla gerek SMK 6/6 maddesindeki davacının sinema eserinden kaynaklı fikri hakkı gerekse de kötü niyet varlığına bağlı SMK 6/9 maddesindeki ihlale bağlı nisbi ret sebebi oluştuğundan aksi yöndeki YİDK kararı hatalı olduğu sonucuna varılarak dava kabul edilmiştir.” denilmiştir.

Karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 8 Nisan 2025 tarih, 2024/4146 Esas 2025/2253 Karar sayılı “ONAMA” kararı ile kesinleşmiştir.

Karara bakıldığında gerek Yerel Mahkeme gerek Yargıtay aşamalarında, telif haklarına konu ibarelerin ayırt edici/özgün eser niteliğinin tartışıldığı ve ilk olarak ibarenin özgünlüğünün bulunduğunun tespit edildiği görülmüştür. Buna ilaveten, SMK madde 6/9 hükmü uyarınca başvurunun kötü niyetle yapılıp yapılmadığı hususunun geniş bir kapsamda değerlendirildiği ve olayın niteliğine göre başvuru sahibinin diğer marka başvurularının da kötü niyetle yapılıp yapılmadığının dikkate alındığı görülmüştür.

Yargıtay içtihatları ve TÜRKPATENT kararları uyarınca tescil ve marka itiraz süreçlerinde her başvurunun kendisine has hukuki koşullarda değerlendirileceği kabul edilmektedir.

Ülkemiz Bern Sözleşmesinin tarafı  olup, sinema eserlerinin ve eserde yer alan bağlı unsurların korunacağı kabul edilmiştir.  Eser ve eserde yer alan bağlı unsurların marka başvurusuna konu olması halinde ise SMK 6/6 maddesi kapsamımda “eserin ya da bağlı unsurun yeterine özgün olup olmadığı” değerlendirilmesinin yapılacağı belirtilmiştir. Kanaatimizce, marka başvurusuna konu olan eserlere ait özgünlük değerlendirmesinin, eserlere sağlanan korumanın etkinleştirilebilmesi için geniş çerçevede yapılması önem arz etmektedir. Böylece Bern Sözleşmenin işlerlik kazanması da sağlanacaktır.

Eserlerin konu olduğu marka başvurularının kötü niyetle gerçekleştiği  iddialarının değerlendirilmesi bakımından da somut olayın özelliği dikkate alınmak suretiyle geniş bir çerçevede  değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.  

Deniz DİNAR UĞUR

denizdinarugur@gmail.com

Temmuz 2025